KASAS SÛRESİ - 20. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَمَا كُنْتَ تَرْجُو أَنْ يُلْقَى إِلَيْكَ الْكِتَابُ إِلَّا رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُونَنَّ ظَهِيرًا لِلْكَافِرِينَ (86) وَلَا يَصُدُّنَّكَ عَنْ آيَاتِ اللَّهِ بَعْدَ إِذْ أُنْزِلَتْ إِلَيْكَ وَادْعُ إِلَى رَبِّكَ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِكِينَ (87) وَلَا تَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ إِلَّا وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ (88)
***
وَمَا كُنْتَ تَرْجُو أَنْ يُلْقَى إِلَيْكَ الْكِتَابُ إِلَّا رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُونَنَّ ظَهِيرًا لِلْكَافِرِينَ (86)
Va MAv KuNTa TaRCUv EaN YuLQAv ElLaYKa eLKiTAvBu EilLAv RaXMatun MiN RabBiKa FaLAv TaKUvNanNa JaHİyRan Li eL KAvFiRIyNa
“Ve Rabbinden rahmet dışında kitabın sana ilka olunacağını reca etmiş değildin. Kâfirlere zahir olma.”
وَمَا كُنْتَ تَرْجُو أَنْ يُلْقَى إِلَيْكَ الْكِتَابُ إِلَّا رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُونَنَّ ظَهِيرًا لِلْكَافِرِينَ (86) |
كُنْتَ | تَكُونَنَّ تَرْجُو يُلْقَى | رَحْمَةً ظَهِيرًا | رَبِّكَ | الْكِتَابُ لِلْكَافِرِينَ | إِلَيْكَ إِلَّا | وَ لَا مَا أَنْ مِنْ فَ |
(2+2+2+1+2) +2+(2+2+2)=17=16+1 8+1+8=17 |
تَرْجُو- يُلْقَى رَحْمَةً- ظَهِيرًا الْكِتَابُ- لِلْكَافِرِينَ إِلَيْكَ- إِلَّا وَ –لَا مَا- أَنْ مِنْ- فَ |
RCV-LQY, RXM-JHR, KTB-KFR, EiLaYKa- EilLAv, Va-LAv , MAv-EaN, MiN -Fa |
- وَمَا كُنْتَ deki وَ harfi nereye atfediyor?
Buradaki وَ hal vav’ıdır ve فَرَضَ عَلَيْكَ الْقُرْآنَ deki Kaf harfinin halidir. “Sana Kur’an’ı farz eden kimse” diye ifade edilmiş beyandaki “sen” harfinin durumunu anlatır.
- Neyi açıklıyor?
Kur’an Cebrail tarafından son Nebi Muhammed’e inzal edilmiş, o da arkadaşlarına anlatmıştır. Arkadaşları da onu mushaf haline getirip kendilerinden sonrakilere anlatmışlardır. Kur’an’ın müellifi ne Cebrail’dir, ne Muhammed’dir, ne arkadaşlarıdır, ne de bize Kur’an’ı ulaştıran Osmanlılardır. Bunlar Kur’an’ın insanlığa ulaşmasında aracılık yapmaktadırlar. Kendileri kendilerine verilen görevleri yerine getirmekte, böylece Kur’an Allah kelamı olarak tüm insanlara kıyamete kadar ulaşmaya devam etmektedir. Her karn (nesil) Kur’an’ın kendisine hitap ettiğini kabul ederek onu anlamaya ve uygulamaya çalışacaktır.
Dolayısıyla buradaki وَ harfi bize hitap etmekte yani bizim halimizi anlatmaktadır.
- وَمَا تَرْجُو demiyor da وَمَا كُنْتَ تَرْجُو diyor, neden?
وَمَا تَرْجُو denseydi “şimdi de beklemiyorsun” anlamına gelirdi. Hâlbuki Kur’an insana ulaşmadan evvel onu beklemez ama herhangi bir şekilde kendisine Kur’an ulaştığı zaman eğer ona inanırsa, ondan sonra bütün sorularını ona sorar ve ondan cevap ister, ona göre hayatını düzenler. Bu peygamber için de böyledir. Kendisine vahiy gelmeden önce bu hususta herhangi bir fikri olmadığı halde, Cebrail kendisine Kur’an’ı tebliğ ettikten sonra artık ona inanmış ve ondan sonra hep vahyin devam etmesini istemiştir. Hatta bir ara vahiy kesilmiş ve sıkıntıya girmiştir.
Bugün de biz Kur’an’ı yorumlayarak hareket etmekteyiz. Bazen bu yorumlar sıkıntıları ortaya koyuyor, bu yorumlardan dolayı bazı arkadaşlar bizi terk ediyor. Ya da kendi hayatlarında Kur’an’ı uygulamakta zorluk çekiyorlar. Çevredeki anlayışla Kur’an’ın bize anlattıkları farklılık gösteriyor, çevreye uyum sağlayamaz duruma geliyoruz.
- رجو kelimesini açıklayınız.
رجو: “Recv” kuyunun çevresi demektir. “Reca” kuyunun kenar duvarı, kuyunun çevresi demektir. “Reca etmek” bir şeyin çevresinde dolaşmak, ümit etmek demektir.
“RCV” Kur’an’da 28 defa geçmektedir. ر tekrarı,ج çekimi, و beraberliği ifade eder.
“Reca” kelimesi lazım ve müteaddi olabilir. Lazım olduğu zaman bir şeyin olacağını ümit ederek beklemektir. İlkbahar olunca otlar yeşerir, sen de beklersin, otlar belli bir büyüklüğe ersin de ben onları biçeyim, kışın hayvanlarıma yem yapayım dersin. Bu recadır.
Yahut ilkbahar gelince tarlayı sürersin, buğdayı ekersin, ondan sonra da biçmek için sonbaharı beklersin. Bu da recadır.
Ya da birisine bedelini ilkbaharın ödersin, sonbaharda kendisine belli miktarda mahsulün verilmesini istersin. Bunu beklemek de recadır.
Burada “sen reca etmiyordun” ifadesiyle bunların hiçbirisi olmamıştı.
40 yaşına gelmeden evvel Nebi Muhammed’in İslam düzeni hakkında herhangi bir düşüncesi veya iddiası yoktu. Ancak Kur’an geldikten sonra Kur’an’ın söylediklerini savunmaya başlamıştır. Bizim okuduğumuz tarih kitaplarında 40 yaşına kadar hiçbir fevkaladelik görünmüyordu. 40 yaşına gelince “nebilik” iddiasında bulundu diye yazılmıştı.
İşte, zaten mucize buradan başlar. Ne Arap kültüründe ne de Nebi Muhammed’in kendi eğitiminde ele alınmayan bir konu birden ortaya çıkmış ve 10 sene gibi kısa zamanda çevresinde varlığını göstermiş. 10 senelik uygulanması ile de 1. Kur’an uygarlığı yaşanmış, şimdi de 2. Kur’an uygarlığı yaşanıyor.
- اَنْ يُتْلَى, اَنْ يُنْزِلَ, اَنْ يُوحَى demiyor da أَنْ يُلْقَى diyor, neden?
“İnzal, vahiy, tilavet” kelimelerinde kişi mef’uldür. “Lika”da ise karşılıklı kavuşma vardır. “Kur’an’la mülaki olmak demek, Kur’an size bazı şeyler söyler, siz de onun söylediklerinden bir şeyler anlarsınız, katkıda bulunursunuz demektir. Böylece Kur’an’la birleşip birlikte bir şey yaparsınız. Bu “lika”dır.
Kur’an’la kendi aklımı birleştirip yeni bir düzeni ortaya koyma planım yoktu. Erbakan’la ve Akevler’le birleşerek Adil Düzen’i ortaya koymadan önce böyle bir görüşe sahip değildim. Bediüzzaman da “eski Said” ve “yeni Said” diye kendisini tanımlamaktadır. İstiklal Savaşı’ndaki sonuçları gördükten sonra dünya görüşü değişmiş, makro ile uğraşacağına mikroda cemaati yetiştirmeye çalışmıştır.
Biz de Akevler olarak insanların kendi semtlerini kurması gerektiği hususunu ancak Akevler Kooperatifi kurulduktan sonra öğrenmiş oluyoruz. Şimdi de 50 senelik çabamızın sonunda 100 lojmanlı işyeri apartmanları projesine ulaşmış oluyoruz. Daha önce bu görüşlere sahip değildik. Necmettin Erbakan 40 sene önce hazırlanmış olan Millî Görüş’ün dışına çıkmak istememiştir. Oysa insanlık devamlı gelişmekte, dolayısıyla değişmektedir. Fatih Erbakan ve Ahmet Davutoğlu’nun bu yenilikleri yapması ile ilgili önerilerimizi kabul etmeyip 40 sene önceki anlayış içinde kalmaları bugünkü duraklama dönemine sebep olmaktadır.
Bizim Yalova’daki çalışmalarımız da işte bu duraklamayı aşma çabasıdır.
- عَلَيْكَ, لَكَ demiyor da إِلَيْكَ diyor, neden?
Şeriat çıkar paralelliğine dayanır. Şeriata sahip çıkanlar görev yüklenirler ama aynı zamanda kendi çıkarları vardır. Bir fabrikayı kurup o fabrikanın çevresinde yaşayan insanlara iş veren kimse kendisine imkânlar sağlamaktadır ama çalışanlara da iş verme, onların iş bulma imkânlarını sağlamaktadır. Çıkar paralelliği vardır.
Şeriatta da durum böyledir.
Şeriatla Allah insanlığı yaşatmakta ve insanlar yeryüzünü imar etmektedir. Diğer taraftan da şeriatla yaşayanlar iş bulabilmekte, çalışabilmekte, ürünlerini pazarlayabilmekte, kazandıklarıyla hem kendilerini hem de çocuklarını yaşatmaktadır. Dolayısıyla Kur’an’la لِقَاء ne لَكَ şeklindedir ne de عَلَيْكَ şeklindedir. إِلَيْكَ şeklindedir.
- الْكِتَابُ marifedir, ne kastediliyor?
“El-Kitab” marife olduğuna göre Kur’an içinde geçtiğinden dolayı Kur’an’da bir kitap bulunduğundan kastedilen Kur’an’dır.
Diğer taraftan kitap yazılan şey demek değildir, kitap hükümleri içeren yazılardır.
Roman kitap değildir, hatta tarih bile kitap değildir.
“Kitap” sözleşmeleri içeren metinlerdir. Kur’an’daki kıssalar tarih değil hükümlere örnekler olduğu için Kur’an kitaptır. Yani ben herhangi bir peygamberin yaptıklarından bir şeyi Kur’an’da okuduğum zaman onun yaptığı bana sünnet olmaktadır. Yani ben onu örnek alarak içtihatlarımı yaparım. Bu şekliyle içtihadın kaynağı olan kitabı anladığımızda eski şeriatlar da içine girmiş olur.
- Buradaki تَ harfi kimi gösteriyor? Kime ilka olunmamış?
Buradaki تَ harfi ilk olarak Kur’an’ı telakki eden Son Nebi’yi göstermektedir. Ancak kendisi Kur’an’dan gerekli şeyleri alıp uyguladıktan sonra 4 halifeyi ve onların arkadaşlarını göstermektedir. Daha sonra Emevileri, Abbasileri, Selçukluları, Osmanlıları, Cumhuriyetçileri ve şimdi de bizi göstermektedir. Onlar bir taraftan Kur’an’dan yararlandılar, diğer taraftan Kur’an’ı bize ulaştırdılar. Bizim için onlar birer Cebrail hükmündedirler. Onlar sadece Kur’an’ı bize ulaştırırlar ama Kur’an’ı biz kendimiz okuyup anlarız. Onların anladıkları onlara aittir, bizim anlayacaklarımız da bizi bağlar.
- إِلَّا neyden neyi istisna ediyor?
“Sen kitabın sana ilka edileceğini reca etmiyordun” dedikten sonra bir cümle hazf olunmuştur. Lakin biz bu kitabı ancak rahmet olarak ilka ettik. مَا أُلْقِيَ إِلَيْكَ kelimeleri hazf olmuştur. O oradaki ilkadan istisna edilmektedir. Tahsis cümlesidir.
- رَحْمَةً kelimesi istisna edilen midir?
Evet, istisna edilendir. Senin istemenle değil Bizim rahmetimizden dolayı ilka ettik demektedir. Bunun anlamı şudur ki “sen kendin görevli olmadın, Biz görevlendirdik” anlamını taşıyor. “Kötülük yapmak için değil, rahmet olmak üzere görevlendirdik” diyor.
Burada şu sorulabilir; Kur’an’dan sonra herkes kendisini görevlendirir, ben müminim der, Kur’an’ın düzenini kurmaya ve onun askeri olmaya kendisi karar verir. Ancak bu kararı veren kimsenin buna layık olması gerekir. Dolayısıyla Allah tarafından kabul edilmesi gerekir.
Peki, bu kabulü nasıl bileceğiz?
İşte bu da sağladığı imkânlarla bilinir.
Şimdi Yalova’da 30 dönüm yer aldık. 100.000 TL ön ödeme yaptık. Bu hizmeti yapmaya Allah’a taahhüt ettik ve Allah’ın kabulünü bekliyoruz. Eğer Allah bu talebimizi kabul edecekse insanlara ilham eder, insanlar da bize ortak olur, biz de orasını alırız. Şeriata göre orasını yönetmeye başlarız. Yok, eğer Allah bize o görevi vermemişse, bizim onu yapmamızı istemiyorsa, duamızı kabul etmez ve ortaklar bulamayabiliriz. Bulamadığımız zaman da biz bu görevi yapmakta kendimizi zorlamayız. Biz ortak bulmakta kendimizi zorlarız ama ortaklık dışında taviz vererek cari sistemler içinde orasını işletmeye çalışmayız. İsteyen ortak kendi şahsına cari sistem içerisinde alabilir.
- İstisnadan sonra hazf edilen nedir?
مَا أُلْقِيَ إِلَيْكَ hazf edilmiştir.
- Senin Rabbinden diyor, neden bu kaydı koyuyor?
“Rab” kelimesi eğiten demektir. Allah insanları zayıf ve cehul yaratmış, onları eğiterek bütün canlıların üstünde güçlü ve bilgili kılmıştır. Böylece insanlık uygarlaşmakta, daha güçlü hale gelmekte ve daha bilgili olmaktadır. Her nesil bir uygarlık kurar, kendilerini atalarından daha ileri bir duruma getirir, sonra devredip gider. Bu dünyayı Allah bunun için yaratmıştır. Ahirette cennet veya cehennemde yaşayabilme eğitimini almaktayız. Herkes yaptıklarından kendisi sorumlu olduğu için müfret olarak kullanmaktadır.
Bunun için رَبِّكَ denmiştir.
Diğer taraftan “Rab” kelimesi insanlık anayasasında dayanışma ortaklıklarına tekabül eder. Eğitim işleri dayanışma ortaklıklarına ait olduğundan رَبِّكَ kelimesini kullanmıştır. Bu ayet aynı zamanda dayanışma sorumlularına hitap etmektedir.
- Kime rahmettir?
Tüm insanlığa rahmettir.
Bir insan, tüm insanlığın desteğiyle, onların yardımıyla yaşama ve çalışma imkânına sahiptir. Kişi de yaptığı bütün iyi işleri insanlık için yapmaktadır. Topluluk kişiler olmaksızın oluşamadığı gibi kişiler de topluluk olmaksızın yaşayamıyorlar. Böylece kişi ve topluluklar arasında zorunlu çıkar beraberliği oluşmaktadır.
- فَلَا تَكُونَنَّ deki فَ ne فَ sidir?
Mademki senin isteğinle bu görev sana verilmemiştir, Bizim tarafımızdan size bu görev farz kılınmıştır; sen de bu görevi ona göre yap. Bu görevlendirme ya gönderdiğimiz Cebrail aracılığıyla ya da hayattaki olaylarla yapılmaktadır. Bu seminerleri takip edenler neye dayanarak takip etmektedirler, herkes düşünsün; buraya ulaşma ve katılma oluşlarından bir halka kopmuş olsa, şimdi siz bu satırlarımı okuyamazdınız, ben de yazamazdım, Reşat Nuri Erol da düzeltip yayına hazırlayamazdı. O halde biz de O’nun görevlendirdiği kimseleriz. Durum böyle olunca artık görevi seve seve kabul edip bu göreve karşı olanlarla beraber olmayacaksın. Siz bu seminerleri takip eden arkadaşlarım ile tartıştığımız nokta burasıdır. Tebliğ amaçlı görevi yapmaya devam etmeliyiz. Ancak ortaklık anlaşmasına gelmeyen hiçbir kimseyle ve hiçbir kuruluşla tavizli bir anlaşma yapmamalıyız.
- تَكُونَنَّ nin sonundaki ن’lar neyi ifade eder?
Çift ن daima tahkiki ifade eder. İsimlerin başında اِنَّ veya اَنَّ olarak gelir. Fiili muzarilerin sonunda ise onlara da çift ن olarak eklenir. Hatta teknik olarak da kullanılır. Burada kâfirlere muzahir olmaktan nehyedilmektedir. Ama nehiy şiddetli bir şekilde nehyedilmiştir.
Kur’an düzenini kurmak ve korumak görevi müminlere yani talip olanlara verilmektedir. Kur’an düzeniyle yaşama görevi ise bütün insanlara emredilmiştir. Onlardan kabul edenler İslamiyet’i yaşarlar ve cennete giderler. Kabul etmeyenler küfrü yaşarlar ve cehenneme giderler. Müminlerin görevi Müslimlerle beraber yaşamak, kâfirlere karşı da Müslimleri korumaktır.
- Neden tekit edilmiştir?
Tekit edilmesinin hikmeti şudur.
Mümin olanlara artık imanlarından dönme izni verilmemektedir. Askere gidip gitmemek serbesttir ama asker olan askerliğini yapmazsa ülkeyi terk etmek zorundadır. Terk etmezse öldürülebilir. Namaz kılmayanların katli fetvaları buna dayanmaktadır. İçtimaa katılmayan müminlerin mallarını ve canlarını devlet korumakla yükümlü değildir. Savaş esnasında düşmanla muharebe ederken düşman tarafına geçen veya savaş alanından kaçan kimselerin komutanları tarafından öldürülmeleri de meşrudur.
Buradaki tekit bu hükümleri içermektedir.
- ظهر kökünü inceleyiniz.
ظهر: Arka demektir. “Batn” karnın dıştan görünüşüne, “zahr” ise karnın arkasındaki kısma denmiştir. Sonra “batın” iç manasına görünmeyen anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Buna karşılık “zahir” de görünen anlamında kullanılmıştır. Kur’an’da 59 defa geçmektedir.
ظهن 1 defa ظهر 59 defa geçer. 59+1=60=2*2*3*5 eder. ظ karanlığı, ه görünmeyen değeri, ر tekrarı ifade eder.
“Zahir” arka çıkma demektir yani destekleme demektir. Kâfirleri güçlendirecek herhangi bir işi yapma demektir.
Kâfir kimdir?
Ortaklık sistemine karşı gelip semt kooperatiflerinin kurulmasını engellemeye çalışanlar, altın ve diğer demir, buğday ve yapı bonolarının çıkmasını önlemeye çalışan kimseler kâfirdir. Şeriatı devre dışı bırakmak isteyenler kâfirin ta kendileridir. Kendilerini Allah’tan akıllı zannederek şeriata ve ilme dayanmayan hükümler koyup insanları zorla bu hükümlere uydurmak isteyenler kâfirdirler.
- كَافِرِينَ kelimesi erkek kurallı çoğul gelmiştir, kimler kastedilmektedir?
Tarihte peygamberlere karşı hep muhalif grup olmuş, onlara karşı hep silah ve ambargolar uygulanmıştır. Günümüzde de 20. yüzyıl dönemi böyle geçmiştir. Çeşitli bahanelerle inanmış olan kimseler zulme uğramışlardır. Hapishanelere doldurulmuş veya teröristler tarafından yok edilmişlerdir ve insanlık daima ikiye ayrılmıştır; şeriatı/hukuku kabul etmiş olanlar ve şeriata karşı olanlar.
Bugün de böyledir, daima iki cephe savaştadır; dindarlar ve din düşmanları.
Bakınız, dinsizler demiyoruz, çünkü dinsizlik de bir özgürlüktür. Dinsizler cehenneme bile gitmezler. Kâfirler yani din düşmanları ise cehennemin yakıtıdırlar. Biz şeriatçılar dindar olmayanlara karşı cihat yapmayız. Onlar kendi dinsizliklerinin hesabını kendi Rablarına verirler. Biz bize düşman olanlara karşı savunma savaşını veririz. Olanlarla beraber olmayız. Onları güçlendirecek bir iş yapmayız.
- Bugünkü kâfirlere biz nasıl muzahir oluyoruz?
Bugünkü kâfirlere muzahir olmak, küfürde onlarla uzlaşma demektir.
Örnek olarak faizli kurumları desteklemektir. Bugünkü Türk Lirası, Dolar, Sterlin, Yuan gibi paralarla borçlu alacaklı olmak, onları yastık altına depolamak, onlara muzahir olmaktır. Bu paraları peşin olarak kullanmak yani onunla ödemeleri yapmak onlara muzahir olmak demek değildir.
Bunun gibi kendi içimizde ekseriyet kararlarını almak onlara muzahir olmaktır. İçimizde onları yaşatmak demektir. Bir vatandaş olarak oyumuzu kullanmak onlara müzahir olmak değildir, aksine onlara tebliğ yapmış oluruz.
Bir kısmımız Ekrem İmamoğlu’na oy vererek AK Parti’ye bu tebliği yapmış olduk.
Biz zenginlere veya iktidarlara karşı değiliz. Zenginliği de iktidarı da meşru görüyoruz. Marks ikisini de gayrimeşru saymıştır. Biz zenginliğin de iktidarın da kötü kullanılmasına karşıyız.
Bugünkü kâfirler işçilik ve ortaklık sistemini savunanlar ile karşılıksız nakitle borçlananlardır, aralarında çıkan ihtilafları hakemler yoluyla çözmeyenlerdir.
- Aşağıdaki kavramları inceleyiniz.
- RCV-LQY /لقي-رجو
“Reca etmek” demek ümit etmek demektir.
“Lika etmek” de ümit ettiğine kavuşmak demektir.
İnsanlar içtihatlarını yaparak elde etmek istediklerinin sebeplerini işlerler. Sonra bekleme dönemine geçerler. Zamanla bu işledikleri sebepler meyvelerini verir, insanlar umduklarına kavuşmuş olurlar. İnsanın fıtratı budur.
- RXM-JHR /ظهر-رحم
“Rahmet etmek” demek insanların çalışmalarını ve yaşamalarını sağlamak demektir.
Allah yeryüzünü insanların çalışması ve yaşaması için var etmiştir ve O’nun bir rahmetidir. İnsan var, yeryüzü var, bir de rahmet var. Bu rahmet insanla yeryüzünü birleştirmekte ve insanlık oluşmaktadır.
“ظهر” demek bu rahmetin görünen tarafıdır. Rahmet uygulamalarında hareketler zahire göre yapılır. Şeriat zahire dayanır. Peygamber, ‘biz zevahirle hükmederiz’ demişti.
- KTB-KFR/كفر-كتب
كتب yazmak demektir.
كفر de yazmayıp gizli tutmak demektir.
Bugünkü kayıt dışı düzen küfür düzenidir. Herkes aldığını, sattığını, varlığını gizlemektedir, bilgisini gizlemektedir. Oysa Kur’an ‘az olsun çok olsun yazın’ diye emretmektedir. Muhasebe herkese açıktır. Herkes olabildiği kadar zengin olabilir. Ama topluluktaki herkesin onun mal varlığını bilmesi gerekir. Gizli tutulan mal varlıkları topluluğun malını gizlemek demektir. Bugün bu küfür düzeni o kadar hâkimdir ki bankadaki hesapları herkes bilecek dediğimiz zaman en yakın arkadaşlarımız bile bir türlü bunu hazmedemiyorlar.
- EiLaYKa- EilLAv/ إِلَيْكَ- إِلَّا
إِلَيْكَ eşit olan insanlar arsındaki ilişkileri ifade eder. Ben başkalarından alırım ve ben başkalarına veririm. Asıl olan eşitliktir. Bununla beraber bazı yerlerde ben borçlu olurum, bazı yerlerde de ben alacaklı olurum. Eğer borçlu olursam عَلَيْكَ olur, alacaklı olursam لَكَ olur. إِلَيْكَ asıldır. Hiçbir kayıt yoksa yani 3 harften birisi kullanılmamışsa yine إِلَيْكَ nin hükmü geçerlidir. Yani diğerleri إِلَيْكَ nin istisnasıdır.
- Va-LAv /وَ-لَا
وَ atıf harfidir. لَا da nefiy harfidir. Beraber kullanılırlar. Tek başına لَا negatif işaretidir.
- MAv-EaN/ مَا- أَنْ
مَا nefy edatıdır. أَنْ ise mastar harfidir. Nefy olmamayı, mastar da olmayı gösterir.
- MiN –Fa/فَ-مِنْ
مِنْ başlangıcı ifade eder. فَ de atıfta başlangıcı ifade eder. İkisi başlangıca işaret ettiği için burada karşılaştırılmıştır.
Öz Türkçe ile:
“Ve Yetiştiriciden bir yaşatma dışında yazıtın sana ulaştırılacağını ummuş değildin. Kapatanlara arka olma.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve Rabbinden rahmet dışında kitabın sana ilka olunacağını reca etmiş değildin. Kâfirlere zahir olma.”
وَمَا كُنْتَ تَرْجُو أَنْ يُلْقَى إِلَيْكَ الْكِتَابُ إِلَّا رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُونَنَّ ظَهِيرًا لِلْكَافِرِينَ (86)
***
وَلَا يَصُدُّنَّكَ عَنْ آيَاتِ اللَّهِ بَعْدَ إِذْ أُنْزِلَتْ إِلَيْكَ وَادْعُ إِلَى رَبِّكَ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِكِينَ (87)
(87)Va LAv YaÖudDünNaKa GaN EAvYAvTi elLAHi BaGDa EiÜ EuNZiLaT EiLaYKa Va uDGu EiLAyRabBiKa Va LATaKuNanNa MiNa eL MüŞRiKıyNa
“Ve sana inzal olunmasının arkasında Allah’ın ayetlerinden sudud etme. Rabbine dua et. Müşriklerden olma.”
وَلَا يَصُدُّنَّكَ عَنْ آيَاتِ اللَّهِ بَعْدَ إِذْ أُنْزِلَتْ إِلَيْكَ وَادْعُ إِلَى رَبِّكَ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِكِينَ 87 |
أُنْزِلَتْ | تَكُونَنَّ يَصُدُّنَّكَ ادْعُ | اللَّهِ الْمُشْرِكِينَ | آيَاتِ ر َبِّكَ | بَعْدَ | إِذْ إِلَيْكَ | وَ وَ وَ عَنْ مِنَ إِلَى لَا لَا |
((1+3)+2+2)+1+2+(3+3+2)=19= 16+2+1 8+3+8=19 |
أُنْزِلَتْ- ادْعُ يَصُدُّنَّكَ- تَكُونَنَّ اللَّهِ- الْمُشْرِكِينَ آيَاتِ- ر َبِّكَ إِذْ- إِلَيْكَ وَ- إِلَى عَنْ- مِنَ |
NZL-DGV, ÖDD-KVN, ELH-ŞRK, EYY-RBB, EiÜ- EiLaYKa, Va-EiLAy, GaN-MiN |
- وَلَا يَصُدُّنَّ deki “Ve” nereye atfediyor, “Ve” ne وَ dır?
فَلَا تَكُونَنَّ ye atfetmektedir.
Kâfirlere zahir olma ve seni Allah’ın ayetlerinden sudud etmesinler diyor. Sen zahir olma ve onların etkisinde kalma diyor. Onları destekliyorsun, onlar da seni Allah’ın ayetlerinden sadd ediyorlar diyor.
“Vav” atıf vavıdır.
- Buradaki لَا neyi ifade eder?
فَلَا تَكُونَنَّ deki “La” nın tekrarıdır. لَا tekrar edilmeseydi ikisini birden yapma manası çıkardı. Kâfirlere zahir olma ve Allah’ın ayetlerinden sapma ama ayrı ayrı birini yapmadan diğerini yapma meşru olurdu. Oysa yasaklanan hem beraber yapmak hem de ayrı ayrı teker teker yapmak nehiy edilmiştir. Onun için لَا harfi tekrar edilmiştir.
- “Sadd” kelimesi ne demektir?
صدد: Kur’an’da 42 defa geçmektedir. صدد kelimesi سدد kelimesine akrabadır. Arkada akan suyu akış mecrasını saptıran engele “set” denir. Ondan aşağıya doğru akan suya da سدد denir. Sonra çıban oluşmadan önce çıbandan akan sarımsı suya da “sad” denir.
ص dayanıklılığı ifade eder, د ler de engelli duvarları ifade eder.
Yoldan çıkarma Kur’an’da iki şekilde ifade edilmektedir.
Biri dalalet etme, diğeri sadd etme.
Dalalette engel yok, yoldan ayrılan kendiliğinden ayrılmış olur. Sadd etmede ise önüne çıkan bir engelin etkisini aşma gücünü bulamayarak yoldan çıkmadır. Müslimler engelleri aşmayı düşünmezler, engelleri aşanlara tabi olurlar. Müminler ise engelleri aşarlar, engellerin etkisiyle yoldan ayrılmazlar. Müminlere emredilen ikidir. Birincisi, İslam düşmanlarına arka çıkmama, onları güçlendiren herhangi bir işlem yapmamadır. İkincisi ise onların isteklerine uyarak Allah’ın ayetlerinden uzaklaşmamadır.
- يَصُدُّنَّ deki د ın üzerinde bulunan “ötre” neyi temsil eder?
Bu “ötre” “و” yerine geçmektedir. Erkek çoğul “و”ıdır. “Nun”larla birleştiği için telaffuzda “و” düşmüştür. Ayrı kelimelerde bu “و” yazılır, yanına “elif” konur ama “و” okunmaz. Aynı kelimede ise “و” da yazılmaz.
Demek ki buradaki ötre kâfirlere giden zamirdir. “Kâfirler seni sadd ettirmesinler” diyor. Yani müstakim sırattan, icma ve içtihatlardan seni ayırmasınlar, diyor.
Türkler içtihadı bin sene evvel terk ettiler. Bugün de hala bin sene önceki dalalet içindeler. Bizim içtihatlarımızı Ehli Sünnetten uzaklaşmışız gibi görüyorlar. Oysa uzaklaşan biz değiliz, en kuvvetli icmayla sabit olan içtihat ve icmadan uzaklaşanlar yani Ehli Sünnet dışına çıkanlar onlardır. Recep ve Mücahid’in yan çizmeleri buradan doğmaktadır. Onlara şunu soracağım; icmayı ve içtihadı reddeden ve uygulamasını yapmayanlar mı Ehli Sünneti terk edenlerdir yoksa bunları ihya edenler mi? Eğer atalar yanlış yapıyorlarsa, sizin Kur’an’a değil de onlara tabi olmanız ne kadar doğrudur? Aynı yanlışı Cengiz Demirci de yapmaktadır. Adil Düzen’i teheccüt namazı kılmaktan ibaret sanan bir anlayışı kendisinin büyük katkıları bulunan Akevler anlayışına tercih etmektedir.
- Ondan sonra gelen نların anlamı nedir?
Tahkik ن ’udur. İnsanlar aksini düşünürler. Onlara biraz taviz verelim, onlarla beraber olalım, biz güçlenince kendi yolumuza devam ederiz, derler. Cemaat da Erbakan da böyle yaptılar. Başlangıçta Akevler’e karşı kâfirlere zahir oldular, sonra da onların hatırı için Allah’ın ayetlerinden sudud ettiler ve bugünkü hallerine düştüler.
- Buradaki ك harfi kime hitap ediyor?
Buradaki “Ke” harfi başlangıçta Kur’an’ı insanlığa tebliğ eden Son Nebi Muhammed’e hitap etmişti. Onun dünyadan gitmesiyle artık ona hitap etmiyor. O berzahtadır, ahirette kendisine hitap olunacaktır. Ondan sonrakilerin de durumu böyledir. Önce bizden öncekilere hitap etmiş, bugün de bize hitap etmektedir. Hitabı getiren aradaki bu nesillerdir. Ama bize ulaşan ayetlerin içeriği onların anladıkları gibi değildir. Allah bize doğrudan kendi anladığımız gibi hitap etmektedir.
Bu konuyu kavramadıkça Kur’an’ı ve onun düzenini anlamak mümkün değildir.
- Allah’a izafe edilmiş آيَات marifedir, neyi ifade ediyor?
Bir kara yolunu takip ederken karşınıza levhalar çıkar. O levhalar birer ayettir. Ne tarafa gideceğinizi size o ayetler söyler. O ayetlerin manalarını anladıktan sonra onlardan yararlanabilirsiniz. Çince yazılmış levhaları Çinceyi bilmeyenler okuyamazlar ve onlar için ayet değildir. Biz de Kur’an’ı önce anlamalıyız, onun dilini öğrenmeliyiz. O ayetlerin bize neler söylediklerini bilmeliyiz, ondan sonra ona uymak zorundayız. Bundan dolayıdır ki içtihat yapmayıp Kur’an’ın söylediklerini bir bütün içinde anlamazsak Kur’an’a uymak durumunda değiliz. Ya hiç ya da hep kuralı vardır. Bir şeyi bütünüyle almak zorundasınız. Parça parça öğrenilir ama uygulama birden yapılır.
- Bundan önceki ayette “kitap” denmiş, burada “Allah’ın ayetleri” denmiş; aralarında ne fark var?
“Kitap” bir bütündür, tüm insanlığa gönderilmiştir. Her devrin insanlarına ayrı ayrı hitap eder ama bir bütündür. “Ayetler” ise ondan bizim anladıklarımızdır, içtihat ve icmalarla sabit olanlardır. Biz kitabın bütününe değil bizi ilgilendiren kısımlarına muhatabız ve onlarla amel etmekle mükellefiz. Birinci ayet kitabı bize tanıtmıştır. Şimdi ise bizi ilgilendiren içeriği anlatmaktadır. Onun için orada “kitap”, burada “ayet” denmiştir.
- Allah’tan sonra gelen بَعْدَ kelimesi neyi ifade ediyor?
“Kitap” geldiği zaman kitabı kabul etsek bile, onun içeriğini anlamadıkça ona uymakla mükellef değiliz. Hatta uymamız bile geçersizdir. Ama onu içtihat ve icmalarımızla kavradıkça ve bize ne yapmamız gerektiğini anlattıktan sonradır ki ona uymak zorundayız.
Fıkıhçıların kabul ettiği kural burada ayetle ifade edilmektedir. İçtihattan önce amel caiz değildir. İcma olmayan yerde de kimse kimseye benim görüşüme gel deme yetkisine sahip değildir. İşte bu بَعْدَ bunu ifade etmektedir.
- بَعْدَ den önceki durumun hükmü nedir?
Uygulamadan önce görevimiz anlamaya çalışmaktır. Yoksa anladıklarımızı uygulamak değildir. Onun için Mekke’de Kur’an uygulanmamıştır.
Bugün de biz önce içtihat ve icmalarımızı yapacağız, sonra uygulamalara geçeceğiz. Ancak içtihat ve icmaların yapılması için araştırma gerekmektedir, denemeler yapmamız gerekir. Sonuca varmadan evvel ayetlere uymadığımızı gördüğümüzde hemen ayetlere dönmeliyiz. İçtihat yaptığımızda artık onda ısrarlı olmalıyız. Ancak yeni içtihattan sonra içtihatımızı değiştirebiliriz. Topluluklar için hüküm böyledir. Sadece içtihat yerine icmayı koymamız gerekir. İcma ancak icmayla değişebilir.
- إِذَا gelmemiş de إِذْ gelmiş, fark nedir?
إِذَا dediğimiz zaman gelecekte gerçekleşecek icma ve içtihatlar olmuş olur. Hâlbuki uygulamalarımızı geçmişteki içtihat ve icmalarla yaparız. Bundan dolayı إِذَا değil de إِذْ gelmiştir.
- Ayetlerin inzali nasıl olur?
Kitabın inzali, Kur’an’ın inzali, Cebrail’in kitabı okumasıyla olur. Bir neslin kendisinden sonra olan kimselere kitabı inzal etmesi demek onun yazılışını, okunuşunu ve manasını araştırma demektir. Ayetlerin inzali ise önce içtihat edenin o ayetleri anlaması ve bu hususta kendi içinde tatmin olmasıdır. Topluluk için ise Kur’an’ı anlama hususunda birleşmeleridir.
- Sana inzal olundukça diyor, farklı inzaller mi var?
Farklı inzaller vardır. Çünkü içtihatta ayetleri anlamada farklılık görünür, değişik kimselerin hayatı farklıdır, sorunları farklıdır, çözümleri de farklıdır. Kur’an ayetleri de bunlara farklı şekilde görünür. Herkes kendi gözüyle levhalara bakar. Türkçe bilenler Türkçe okurlar, İngilizce bilenler İngilizce okurlar. Konya’ya gidecekler o tarafa giderler, Ankara’ya gidenler öbür tarafa giderler. Herkese kendisine göre yolunu gösterir.
- Başkasına inzal edilen ile sana inzal edilen arasında ne fark vardır?
Bu fark ihtiyaçtan doğar. Benim sorunlarım ve ihtiyaçlarım farklı olunca cevaplar da farklı olacaktır. Benim için bana verilen cevaplar doğrudur. Diğeri için ona verilen cevaplar onun için doğrudur. Bununla beraber ben yanlış anlamış olabilirim. Ama sorumlu değilim. Ben anladığım şekliyle uygulamak zorundayım. Mademki bana Allah hatalı bir şekilde içtihat yapma imkân verdi, demek ki doğru olan benim için o imiş. Bundan dolayıdır ki geçmişte yapılan içtihatlarla icmalarla onları hatalı görmek yanlıştır. Onlar onlarla amel etmekle mükelleftirler. Biz ise bizim içtihatlarla amel etmekle mükellefiz. Bizim içtihatlar bizim için doğrudur. Türkler bu gerçeği bin sene kavrayamadı ama çağdaşımız olan -Allah rahmet eylesin- Şevket Eygi de bu gerçeği bir türlü kabullenemedi ve kendisini Ehli Sünnet görüp bizi dalalet ehlinden görmeye başladı. Delilleri olmadığı için de bizim aleyhimizde hiç yazı yazmadı.
- وَادْعُ deki وَ harfi nereye atfediyor, وَ ne Vav’ıdır?
لَا يَصُدُّنَّكَ ye atfediyor. İçtihat yaptıktan sonra artık Rabbine dua et diyor.
“Rabba dua etmek” demek, sünnetullaha uygun olmak üzere ameller yapmak demektir yani içtihattan sonra içtihada göre amel et ama bu amel sonuç alacağım şeklinde olmamalıdır. Sen sana düşeni yapacaksın, ondan sonrasını Allah’a bırakacaksın. Tarlayı ekmeden sözle ‘bana buğday ver’ demek dua değildir. Dua demek tarlayı sürüp buğdayı ekmektir. Sen bu hareketi yapmakla Allah’a fiilen dua ediyorsun. Sonunda alacağın buğday Allah’ın senin duanı kabul etmesi demektir. Böylece Rabbine dua etmekle yükümlü kılınmış oluyorsun. Yani içtihat ettikten sonra içtihada göre amel etmek sana farzdır.
Her zaman savunduğumuz varsayımlarımızın Kur’an sık sık tekrarını teyit etmektedir.
- دعو kökünü inceleyiniz.
دعو: Dua; gel gel anlamına kalkan eller demektir. “Dua” davet etmek, çağırmak demektir. Aynı zamanda Allah’tan bir istekte bulunmaktır.
د çeperi, ع etkiyi, و beraberliği ifade eder. Kur’an’da 212 defa geçmektedir.
“Dua” kelimesini bu şekilde anladığımız takdirde Kur’an’daki “dua/davet edenin duasını kabul ederim” ayetine mana veremeyiz. Misal olarak, Allah’ım beni öldürme, ben yaşayayım, hatta kıyamet bile olmasın, benim bu dünyadaki varlığımı devam ettirsin şeklinde bir dua yapsam; Allah benim emrime girecek de böyle mi yapacak?
Demek ki buradaki duanın manası başkadır. O da söylediğim gibi doğa kanunlarına göre iş yapmak demektir. Sonuçta doğa kanunları değişmez, O sana cevabını verir diyor, Allah.
Biz de burada bu manayı vermiş oluyoruz.
- Rabbe nasıl dua edeceğiz?
Rab bize içtihat ve icmalarla nasıl hareket edeceğimizi öğretmekte ve sonra bize uygulamamızı emretmektedir. “Rab” kelimesinin kullanılması içtihat ve icmaların eğitime dayandırılması ve verilen fetvaların ve diplomaların teminatlı olması demektir. Tarlayı ektiğimde her zaman buğdayı alamayabilirim. Ama dayanışma ortaklıklarınca sigortalanmış olduğundan yine bana düşecek kısmı elde etmiş olurum. Ayetlerde her kelimenin bulunduğu yere göre manası farklıdır ve Kur’an bununla gerekli her şeyi ifade eder.
- “Allah’a dua et”, “Rabbinize dua et” demiyor da, “Rabbine dua et” diyor; bu ne anlam taşıyor?
Herkes kendi Rabbinin yani dayanışma sorumlusunun yani sigortalı olduğu kurumun talimatlarına göre hareket edecektir. Herkes kendi mezhebine göre her topluluk da kendi icmalarına göre hareket edecektir.
- وَلَا تَكُونَنَّ deki وَ ne وَ ıdır?
Atıf vavı olarak görebiliriz.
Sudud etme ve müşriklerden olma denmiş olur. Sudud etme ile şirk aynı şey değildir demektir. “Sudud etme” yoldan ayrılmadır, yolu terk etmedir. “Şirk” ise yola yabancı arabaları getirmedir. Yol kimlere aitse onların kullanmasını engelleyecek şekilde yan yollardan başka araçları otobana sokmak demektir. وَ harfiyle atfedilmiştir. Yoldan ayrılmayacağın gibi yola trafiğe engelleyecek yabancı şeyleri de sokmaman gerekir.
İslam düzeni şeriat düzenidir. Her türlü davranışı şeriata göre yapmadır. Şeriatta belirlenmeyen davranışları topluluk içinde yapmamaktır. Bunun anlamı şudur. Şeriatın hükmünü beyan etmediği toplulukta hiçbir şey yoktur. Bundan dolayıdır ki Kur’an’da helal var, haram var. Farz var, yasak var. Ama mübah kelimesi yoktur.
- Bundan önce فَلَا gelmiş, burada وَلَا gelmiştir; neden?
Bundan önceki ayette kâfirlere zahir olmamanın sebebi Kur’an’ın Rab tarafından sana görev verilmesidir. Görevi yaparken görevi engellediği için kâfirlere zahir olma diyor. Ama görevi engellemiyorlarsa, o zaman onlarla işbirliği yapma anlamında değildir.
Kâfirlerle sözleşmeler yaparız ve onlarla bu sözleşmeler içinde barış içinde yaşarız.
Oysa müşrikler sözleşmeleri esas almıyorlar, sözleşmede durulmasının zorunlu olduğunu kabul etmiyorlar, seni yendiğim takdirde ben sözleşmeyi askıya tek taraflı alma hakkına sahibim diyorlar. İşte onlarla beraber olma yasaklanmıştır.
Kâfirlere zahir olma yasaklanmış, müşriklere onlardan olma yasaklanmıştır.
Kur’an’ın ne kadar beliğ olduğu bu örnekte ve bu ayetlerde de görülüyor.
- مِنَ الْمُشْرِكِينَ deki مِنْ ne مِنْ idir?
Marifeye gelmiştir, cüz ifade eder. Yani onlardan bir parça olmak demektir.
Kâfirler için onlardan bir parça olma denmiyor. Yani kâfirlerin kurduğu cemiyetlere biz de katılabiliriz. Onlar sözlerinde durduklarına göre biz de sözümüzde dururuz.
Ama müşrikler sözde durmayan kimseler oldukları için onların kurumlarına katılamayız, şirketlerine ortak olamayız. Onların yemeklerini yiyemeyiz, onlarla evlenemeyiz. Ama kâfirlerle bunların hepsini yapabiliriz.
- اَلْمُشْرِكِينَ kurallı erkek çoğul gelmiştir, kimler kastedilmektedir?
Her çağın müminleri, müslimleri, kâfirleri bellidir, sonunda birbirleriyle anlaşıp tek millet olurlar. Müslimler ile müminler birbirleriyle uzlaşmış durumda, kâfirler ile müşrikler ise parça parçadırlar. Sonuçta müminler de ayrı ayrı mezhepler ve cemaatler halindedirler. Dolayısıyla buralardaki harfi tarifler ahd için değil de istiğrak için olabilir. Bütün kâfir cemaatler demektir. Bütün müşrik cemaatler demektir.
- Bundan önceki ayette kâfirlere zahir olma deniyor, burada müşriklerden olma deniyor, neyi ifade ediyor?
Biz insanlarla iki şekilde ilişki kurarız. Biri, iyi işler yaptıkları zaman onlarla beraber oluruz, kötü işler yaptıkları zaman da onlardan uzak dururuz. Kişileri değil fiilleri hedef alırız. Kişilere karşı cephe aldıklarımız da olur. Onlar da müşriklerdir. Müşrikler iyi iş yapsalar bile biz onlarla beraber olmayız. Onların kendilerini dışlarız. Kâfirlerin ise işlerini dışlarız.
Şimdiye kadar anlattıklarımda bu hususu hiç dile getirmemişimdir çünkü o zaman bu seviyede bir anlayışa ulaşmış değildim.
Görülüyor ki Kur’an mezara kadar insanlara bir şeyleri öğretmektedir.
Biz öğrendik artık Kur’an seminerlerine ihtiyacımız yok deyip başka şeylerle uğraşanlar dalalet içindedirler. Kur’an her zaman herkese ayrı şey öğretir, daha ilerisini öğretir.
- Aşağıdaki kavramları inceleyiniz.
- NZL-DGV/دعو-نزل
نزل demek içtihat yapmak demektir.
دعو de içtihada göre amel etmek demektir.
İçtihat ve amel ve amelin sonundaki sonuçlara göre yeniden içtihat yeniden amel. İnsan çift ayakla yürür. Sağ ayağı içtihatsa sol ayağı da amelidir. İnsan adım adım iki ayakla ileriye doğru yürümeye devam etmektedir.
- ÖDD-KVN/كون-صدد
كون i oluşma şeklinde anlarsak içtihatlarımızı yapar ve içtihatlarımıza göre yolumuza devam edersek oluş meydana gelir. Eğer içtihatlarımızı bırakıp içtihat ve icmalar dışında hareket etmeye başlarsak saddetmiş oluruz. O zaman da oluşun karşılığı yıkılış olur.
Bu karşılaştırma ile Allah bize diyor ki; içtihat ve icmalarla hareket ederseniz muslih olursunuz, içtihat ve icmalardan ayrılırsanız müfsit olursunuz.
- ELH-ŞRK/شرك-اَلَّلهْ
İlah ve şirk yeryüzünde savaş halindedir. Allah kendi yarattığı şeytanı başlarına koyarak müşrikleri ve kâfirleri kendisine karşı cephe oluşturmuştu. Kendisi de müslim ve müminlerin cephesinde yer almıştır, kendi taraftarlarına yol göstermektedir, sonunda onları galip getirmektedir. Karşı cepheyi oluşturmasındaki maksat şudur. Cephe oluşmadan düzen olmaz. Bir şeyi yapmak için bir çaba göstermen gerekir. Eğer karşı takım oluşturmasaydı kendi takımına ne iş verecekti. Şimdi diyor ki bak sizin karşınızda sizin yaptıklarınızı yok etmeye çalışan bir cephe vardır, sizin göreviniz onların bu yıkma ve yok etme çabalarını boşa çıkarmadır. Eğer onların çabalarını boşa çıkarırsanız sizin varlığınız devam edecektir. Boşa çıkaranlar da cennete gireceklerdir. Çıkarmazsanız sizi ve onları birlikte helak ederim, sizin yerinize sizin gibi olmayanları getiririm.
- EYY-RBB/ربب-ءيي
ءيي ayetlerdir, kanıtlardır. ربب ise eğitimdir.
İnsan ayetleri okuyacak şekilde doğuştan bilgi sahibi değildir. Bir taraftan Allah’ın doğa ayetleri vardır, diğer taraftan da gönderdiği kitabın ayetleri vardır. İnsanın bu ayetleri görebilmesi için belli bilgilere sahip olması gerekir. Bu da eğitimle sağlanır.
Usulü fıkıh ile Kur’an ayetleri öğrenilir.
Matematikle de kâinatın ayetleri öğrenilir.
İşte bunu ifade etmek için bu iki kelime karşılaştırılmıştır.
- EiÜ- EiLaYKa/ إِذْ- إِلَيْكَ
Geçmişte olan her şey bize delildir, bize ayettir. Hepsi bize hitap etmektedir. Biz geçmişi إِلَيْكَ de bizi temsil eder. Usulde kabul ettiğimiz bu kurala burada işaret etmektedir.
- Va-EiLAy/ إِلَى-وَ
وَ beraber olma demektir. إِلَى da geleceği bildirir.
Birlikte geleceğimizi düzenlemekle görevliyiz. Şeriat budur. Bize katılan insanlarla beraber yeryüzünün imarında ve geleceğin oluşmasında çalışıyoruz.
- GaN-MiN/ عَنْ- مِنْ
İkisi de başlangıcı gösterir. مِنْ de etkileşme yoktur, عَنْ da ise sonraki öncekini etkiler.
Öz Türkçe ile:
“Ve sana indirilmesinin arkasından Allah’ın kanıtlarından sapma. Yetiştiricine yakar. Ortaklıyanlardan olma.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve sana inzal olunmasının arkasında Allah’ın ayetlerinden sudud etme. Rabbine dua et. Müşriklerden olma.”
وَلَا يَصُدُّنَّكَ عَنْ آيَاتِ اللَّهِ بَعْدَ إِذْ أُنْزِلَتْ إِلَيْكَ وَادْعُ إِلَى رَبِّكَ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِكِينَ (87)
***
وَلَا تَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ إِلَّا وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ (88)
(88) Va LAv TaDGu MaGa elLAvHı EiLAvHan EAPaRa LAv EiLAvHa EilLAv HUvVa KulLu ŞaYEin HAvLiKun EilLAv VaCHaHUv LaHuv eLXuKMu Va EiLaYHı eLTuRCaGUvNa
“Ve Allah’la beraber aher ilaha dua etme, O’nun dışında ilah yoktur. Onun vechi dışında her şey haliktir. Hüküm O’nundur ve O’na irca olunacaksınız.”
وَلَا تَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ إِلَّا وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ (88) |
تُرْجَعُونَ | تَدْعُ | إِلَهًا إِلَهَ َ شَيْءٍ كُلُّ آخَر هَالِكٌ | الْحُكْمُ اللَّهِ | وَجْهَهُ مَعَ | لَهُ إِلَيْهِ هُوَ | وَوَلَا لَا إِلَّا إِلَّا |
(2+6+2+2)+(2+1)+(2+2+2)=21 12+3+6=21=16+4+1 |
تُرْجَعُونَ- تَدْعُ شَيْءٍ- كُلُّ آخَر –هَالِكٌ الْحُكْمُ- اللَّهِ وَجْهَهُ- مَعَ لَهُ- إِلَيْهِ |
RCG-DGV, ŞYE-KLL, EPR-HLK , XKM-ELH ,VCH-MGY, LaHuv- EiLaYHiy |
- وَلَا تَدْعُ daki وَ nereye atfediyor, ne Vav’ıdır?
وَلَا يَصُدُّنَّ deki وَ nin atfedildiği yere atfediliyor.
Onlar seni saptırmasınlar, sen de Allah ile beraber başka bir ilaha dua etme diyor.
Bu 3 ayette 4 tane nehiy vardır. Biri kâfirlere zahir olma, müşriklerden olma, diğeri onlar seni sudud ettirmesinler, sonunda da Allah’la beraber başka ilaha dua etme. Bu son ayet aynı zamanda bu surenin son ayeti, dolayısıyla 3 surenin son ayetidir.
İnsanların en zayıf olduğu nokta görmedikleri ve onlarla direk olarak hitap etmeyen Allah’a bir türlü inanamamaları ve her zaman Allah’ın yanına bir ortak bulmalarıdır.
Kur’an’ı ilk okuduğunuz zaman bu kadar şirke karşı ayetler var, bugün putlara tapan yok ki dersiniz. O halde güncelliğini kaybetmiş konularla Kur’an’ın beyanlarda bulunması kitabın eskimiş havasını vermektedir. Ancak eğer Kur’an’ın kullandığı kelimelerin güncel manalarını verirseniz görürsünüz ki asıl şirk şimdi vardır. O zaman yalnız heykellere tapıyorlardı, şimdi ise heykellerin temsil ettiği putlar Tanrı’nın üstüne getirilmiştir. Eskiden Tanrı büyük, putlar küçüktü. Şimdi ise Tanrı küçük, putlar büyüktür. Hatta Tanrı artık kalmamış gibi. Dolayısıyla ayetlerin şirkle mücadelesi asıl bugün gerekmektedir.
Son ayet işte bu şirki bizden uzaklaştırma emrini içermektedir. Karşılıksız doların peşinde koşmak Allah’la beraber dolar ilahına tapmaktır. Ekseriyet oyunun peşinde koşmak Allah’la beraber kişi oyunu ilah kabul etmektir.
- Bundan önceki ayette ‘başkaları saptırmasın’ diyor, burada ise ‘sen dua etme’ diyor, iki nehiy arasında ne fark vardır?
İnsanlarda doğan şirk iki şekilde oluşmaktadır. Biri dış etkilerdir. Diğeri ise insanın kendi içinden, kendi nefsinin zayıflığından doğan şirk veya kötülüktür.
Türkiye’de olaylar olmakta ve bu olayların bir kısmı dışarıdakilerin etkisiyle oluşmaktadır. Bir kısmı ise insanların kendi zafiyetlerinden ileri gelmektedir. Türkiye’de iki görüş var. Birine göre olaylar hep dışardakilerin etkisiyle oluşmakta; Takvim yazarı Ergün Diler’in görüşü böyle. İkincisi ise, dışarıdakilerin etkisi yok gibi, kendi içimizdeki yanlış davranışlarımızdan ileri gelmektedir; Ocak Medya yazarları bu görüştedir. Oysa gerçek olan her ikisinin beraber olmasıdır.
Bu son 3 ayette, birinci ayet bizim kâfirlere zahir olmamamızı emretmektedir yani orada biz aktifiz. Son iki ayette de kendimiz onların etkisinde kalmamalıyız ve kendi nefsimizdeki kötülüklerin etkisinde bulunmamalıyız. Biz bize düşeni yapacağız, şeriatın emrettiğini yapacağız. Sonuçlar bizim değil sonuçlar Allah’ın takdiridir.
- مَعَ kelimesini inceleyiniz.
معي: “Mia” bağırsakları ifade eder, birbirleriyle dolanmış sarmaşık gibi varlıklardır.
م enginliği, ع üstünlüğü, ي kolaylığı ifade eder. Kur’an’da 164 defa geçmektedir.
“Cae Zeydün ve Amrun” dersen, Zeyd ile Amr ikisi bir arada gelmişlerdir ama gelişlerinde bir irtibat yoktur. “Cae Zeydün Bi Amrin” derseniz, Zeyd’in Amr’ı getirdiğini ifade etmiş olursunuz. “Cae Zeydun Mea Amrin” derseniz, eşit şartlar içinde birlikte ve işbirliği içinde gelmeleri demektir.
Bu anlamda Allah’la beraber başka bir ilaha dua etme demek, onları bir kabul ederek ikisinden birlikte bir şey istemek demektir.
“Dua etmek” kelimesini doğa kanunlarına uyma şeklinde anladığımız zaman, doğa kanunları dışında sihir gibi aldatmaca kurallara uymamak demektir. Karşılıksız dolar ve ekseriyet kararları gerçekle ilgisi olmayan insanların beyinlerinde oluşturdukları varlıklardır. Bunlar doğru kabul edilerek onları yapmak suretiyle şirk içinde olma demektir.
- إِلَهَ nekredir, آخَرَ ile vasıflandırılmıştır, neden?
Gerçek ilah tektir, O da Allah’tır. O’nun dışında insan beyninin oluşturduğu hayali Tanrılar gerçek değildir ve çoktur. Doğru olan tektir. 5*5=25 eder. Bu bir tanedir. Ama 25’in dışındaki bütün rakamlar çoktur. Dolayısıyla nekredir. Allah’ın da bir ilah olduğunu beyan etmektedir. Hatta Kur’an’da Allah semada bir ilahtır, yerde bir ilahtır diyerek değişik vasıflardan dolayı nekre olarak ta zikredilmektedir. “Ahar” kelimesinin zikri tek olan Allah’ın değişik ilahlar şeklinde tezahür etmesidir. Bu biraz Hıristiyanların teslisine benziyor ama Allah’ı zaman ve mekân içinde kavrayabilmemiz için böyle çelişkili kavramları kullanmak zorundayız. Ebu Hanife diyor ki; Allah birdir ama sayılabilir değildir. Allah her yerde vardır ama ciheti yoktur.
- لَا إِلَهَ deki لَا neyi ifade eder?
Allah’la beraber başka bir ilaha dua etme dedikten sonra Allah’ın da bir ilah olduğunu ama kendisinden başka ilahın bulunmadığını söylemektedir. Dolayısıyla bu لَا nefyi cins içindir. Asla başka ilah yoktur demektir. Bundan dolayı “İlaHe”deki “He” tenvinsiz ve üstünlü gelmiştir.
- İstisna munkati midir muttasıl mıdır?
Allah bir ilah olduğuna göre muttasıl bir istisnadır. Kendisinden başka bir ilah olmadığına göre münkati istisnadır. Tek olan ve benzeri bulunmayan Allah’ın nasıl cinsi olacaktır ve ondan nasıl istisna edilecektir?
Bu konu insanın sınırlı düşünme ve anlama kabiliyeti içinde incelenmelidir. Zaman ve mekân dışı bir ilahı zaman ve mekân içindeki birisinin anlaması mümkün değildir. Zaman ve mekân içinde olan insana zaman ve mekân dışı olan Allah bir ilah olarak tanıtılıyor. Biz değişik güçleri görüyoruz, o güçlere ilah diyoruz. Allah da bize diyor ki bu değişik güçler farklı güçler değildir, hepsi tek güçtür. O da Allah’tır. Ama siz bu Allah’ın zatını kavrayamadığınız için değişik ilahlar gibi görünürler, diyor.
Bediüzzaman bunu şöyle izah ediyor. Suya baktığımız zaman her dalgada ayrı güneş görürsünüz, çok güneş varmış gibi zannedersiniz. Oysa denizde görünen güneşler tek güneşin görüntüleridir. Zaman ve mekân içinde görünen ilahlar zaman ve mekân dışında olan Allah’ın birer görüntüleridir.
Bugünkü müspet ilim bu gerçeği kanıtlamış bulunmaktadır. Yeryüzünde değişik kuvvetler vardır, bunlar birbirini çeker veya iterler, farklı şekilde görünürler ama hepsi tek enerjinin görüntüleridir. Avrupa uygarlığı bu görüntülerin arasındaki farklılıkları birleştirip matematikte dönüşmelerini sağlamıştır. Ormana bakınız, her hücre ayrı çaba göstermektedir ama hepsinin taşıdığı enerji güneş ışığının getirdiği enerjidir.
- هُوَ zamiri nereye gidiyor?
هُوَ zamiri ilaha gidebilir. Evet, o öyle bir ilahtır ki kendisinden başka bir ilah yoktur. O halde cinsi ve faslı yoktur. “Hüve” zamiri Allah’a gidebilir. O halde Allah’tan başka ilah yoktur şeklinde anlarız, o zaman istisna munkati olur.
- Kendisinden başka ilah olmadığına göre ahar ilaha nasıl dua edeceğiz?
İnsan beyni ikinci bir Allah’ı tasavvur edemez çünkü ma’dûd değildir. Ama insan beyni ikinci ilahı tasavvur edebilir. Dolayısıyla zaman ve mekân içinde olmasa da insanın beyninde çok ilahlar düşünülebilir. Nitekim biz Allah’ı hem bizim yanımızda görüyoruz hem de bütün âlemlerin Rabbi diyoruz. Demek ki Allah olarak tektir ama ilah olarak çoktur.
Bu söylediklerim sıradan kelamcıların pek hoşuna gitmez. Allah’ın tek olduğu şüphesizken ilah olarak çok sayılması Ehli Sünnet itikadına aykırı görülüyor. Ama Ebu Hanife’nin Allah birdir ama ma’dûd değildir sözü bu gerçeği ifade etmektedir.
Bunların üzerinde ne kadar tartışsak da bir sonuca varamayız.
- Gerçek varlıklarla hayali varlıkları karşılaştırınız.
Allah 5 boyutlu uzayı yaratmıştır. 3 boyutlu uzaya 5 boyutlu uzay içinde oluşma imkânını vermiştir. 4. boyut oluşmaktadır. Şimdi 3 boyutlu uzay içerisinde olan varlıklara gerçek varlıklar diyoruz. İnsan beyninde ise gerçek varlıkların dışında 5 boyutlu uzayda olan varlıkların bir kısmını düşünebilmektedir ve kendi beyninde 3 boyutlu uzayımızın dışında 5 boyutlu uzay içinde yeni bir uzayı beyninde oluşturmaktadır. Bunlara hayali varlıklar diyoruz. Beynimizde var ama 3 boyutlu uzayımızda yok.
- “Şeyin küllü” ne anlamdadır?
“Şey” kelimesi nekredir.
“Meşiet etmek” demek, tasavvur etmek düşünmek demektir, plan yapmak proje yapmak demektir.
Allah’ın meşieti 5 boyutlu uzayın tümünü içine alır. Allah bu meşietin içinde 3 boyutlu uzayımızın varlığını da meşiet etmiştir. “Şey” kelimesinin nekre gelmesi buradan doğmaktadır. 3 boyutlu uzayda bulunmayan ama 5 boyutlu uzayda var olan şeyler olduğu için 3 boyutlu uzayımızdaki şeyler nekredir. “Küllü” kelimesi nekrenin üzerine geldiğinde türün tamamı anlamındadır. Yani 3 boyutlu uzay içinde olan Allah’ın meşieti ile var olmuş olan varlıklardır. Bunlar farklıdır ve çoktur. Ancak 13,7 milyar yıl önce var edilen parçacıklarla enerji artıp eksilmemektedir. Enerji entropisini büyütüp yüksek seviyeden düşük seviyeye inmektedir.
Buradaki her şeyden murat işte bu ilk yaratılıştaki parçacıklarla enerjilerdir.
- “Şey” nekredir, “küllü” ne anlama gelir?
“Şey” dışarıda var olsun olmasın yani 3 boyutlu uzayda olsun olmasın beyinde düşünülen varlıklardır. “Küllü” demek bu varlıkların hepsi demektir. Nekrenin istiğrakı bu kalıpla yapılır.
- Helak nedir?
Varlıkların yapıları parçacıkların birleşmesi ve bu parçacıkların belli enerjileri taşımasıdır. Her şey bir makine gibidir. Parçaları vardır ve dışarıdan aldığı enerjiyi kullanarak parçalar hareket ederler. Bu düzen varlığı oluşturur.
“Helak olmak” demek bu düzenin bozulması demektir.
Araba eğer yürüyemiyorsa helak olmuştur demektir. Eğer tamirle tekrar harekete geçebiliyorsa uyku anlamındadır demektir, geçemiyorsa helak oldu demektir.
Mevcut olan düzenimiz ölümlü düzendir. Biz ömrümüzü doldurup helak olduğumuz gibi kâinat da ömrünü doldurup helak olacaktır. Peygamberler bunu iddia ettiler, filozoflar reddettiler ama 20. yüzyılın ilimleri peygamberleri haklı çıkardı. Sonunda bu düzen sona erecektir, pili bitecektir; eski bilgisayara pil konmayacak, yeni bilgisayar yapılacaktır. Pili değiştirilen kâinat değil, pili şarj edilen kâinat var edilecektir.
- Her şeyin helak olması ne demektir?
Üç boyutlu uzayda gerçek varlık olarak bildiğimiz varlıklar helak olacak yani dağılacak ve yeni bir düzen kurulacaktır. Bu düzen 3 boyutlu uzayımızdaki imkânları ile değil, 5 boyutlu uzayda yeni imkânlara göre kurulacaktır. Bununla beraber bu 4 boyutlu uzay haline gelen 3 boyutlu uzayımız da varlığını sürdürecektir. Biz başka bir uzaya taşınacağız. Cennet ve cehennem var olan uzayımızdan farklı uzaylardır.
- Ne zaman bu helak olacaktır?
Yıldızlardaki hidrojen helyuma dönüştüğü zaman artık kâinatımızın pili tükenmiştir, helak olunacak ve sonra da yeni kâinat kurulacaktır. Yeni kâinatın kurulacağını Kur’an’dan bilebiliyoruz. Bugünkü bilgimizle Güneş’teki hidrojen enerjisi bitecek, yıldızlar karadelikte toplanmış olacaklar ama bundan sonra ne olacak? Bunun ilmine sahip değiliz.
Salih Murat Uzdilek diyor ki; kâinat 3 sayfadan ibarettir, 1. sayfası kaybolmuştur, 3. sayfası da kaybolmuştur. Nerden geldiğimizi bilmiyoruz, nereye gideceğimizi de bilmiyoruz ama orta sayfayı okuyabiliyoruz ve yaşıyoruz.
İşte, Batı dünyasının müspet ilmi bu kadar konuşuyor. 13.7 milyar yıldan önce biz neredeydik, sonra nereye gideceğiz; bunları bugünkü müspet ilim söyleyemiyor ve kâinat felsefesini de açıklayamıyor. Peygamberler ise Kur’an’la ve diğer kitaplarla bunu açıklamışlardır. Bugünkü müspet ilim de yaklaşık olarak ne zaman helak olunacağını haber vermektedir. Geçmişimiz kadar daha geleceğimiz de vardır.
- وَجْهَهُ deki zamir nereye gidiyor?
وَجْهَهُ deki zamir ilaha veya Allah’a gidiyor. İlahın veçhi kalacaksa bugünkü parçacıklar 5 boyutlu uzayda bulunan parçacıklar kullanılacak demektir. Bunun anlamı şudur. Arş helak olmayacak, sadece 3 boyutlu uzayımızdaki şeyler helak olacaktır.
Eğer buradaki zamir Allah’a gidiyorsa, o zaman arş ve kürsi gibi her şey helak olmuş olacaktır. Bizim görüşümüz arşın helak olmayacağıdır. Helak arşta değil, 3 boyutlu uzayda, 4 boyutlu uzay üzerinde olacak.
- وَجْهَهُ ne anlamdadır?
En zor anlaşılabilir bir soru üzerine gelmiş bulunuyoruz. “O’nun veçhi helak olmayacaktır” diyor. Her şey helak olacak ama O’nun veçhi helak olmayacak.
Şimdiki 3 boyutlu uzaydan ahirete neleri götüreceğiz?
Aynı parçacıklar mı kullanılacak yoksa yeni parçacıklar mı gelecek?
5 boyutlu uzayın parçacıkları kullanılacak ama bizim bu uzayımızdan da bazı parçacıklar cehenneme ve cennete geçmiş olabilir.
“Vech” kelimesi görüntü anlamındadır. Yani O’nun sünneti değişmeyecek. Tanrı’da bir değişiklik olmayacak. Düzeninde değişiklik olmayacak. Sadece daha ileri bir duruma geçeceğiz. Dünyadaki uygarlaşma devam edecek, dünyadaki imkânlarıyla ahiret hayatı yaşanır hale gelecek, sonra insanlar ahiret hayatında ona göre ebedi hayatlarını sürdüreceklerdir.
- لَهُ deki هُ nereye racidir?
İlaha veya Allah’a racidir. İlaha raci olduğu zaman şeriat hükümlerini içine alır. Allah’a raci olduğu zaman da sünnetullahı içine alır. Buna göre her ikisi de doğrudur. Allah’a raci olduğu zaman fiilen O’nun olmuş olur. Bizim onu değiştirmemize imkân kalmaz. İlaha raci olunca da Allah bize cüzi irade vermiştir. Bize de karar özgürlüğü tanımıştır. Meşru olan hüküm şeriat hükmüdür ama şeriat dışına da çıkma vardır. Hüküm O’nundur demek O’nun iradesi dışında kişilerin iradesiyle oluşmuş olan olaylar sonunda yine O’nun yetkilerindedir.
- الْحُكْمُ marifedir, ne anlamı vardır?
İki türlü hüküm vardır. Biri cüzi iradelerin de katıldığı, dolayısıyla ona göre uygulama yapıldığı bir hükümler dünyası vardır. Şeriatın hükümleri vardır, bir de Ak Parti’nin hükümleri vardır. İkisi birlikte yürümektedir. Görünür böyle. Gerçek ise AK Parti’nin böyle hükümler koymasına Allah izin vermiştir ve şeriata aykırı olarak uygulamanın konulmasında Allah’ın hükümlerindendir. Sonunda faizli işçilik sistemi ortadan kalkacak ve kredileşmeli ortaklık sistemi gelecektir. Esas Allah’ın hükmü budur.
- Kastedilen hüküm nedir?
Kastedilen hüküm bugün için faizli işçilik düzeninden kredileşmeli ortaklık düzenine geçileceğidir. Kanun sisteminden şeriat sistemine geçileceğidir. Semtlerin ve bucakların kurulacağıdır. Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası’nın üçüncü binyıl anayasası olacağıdır.
- وَإِلَيْهِ deki وَ nereye atfediyor ve ne Vav’ıdır?
وَ atıf وَ dır. Her şey helak olacak ve siz O’na rücu edeceksiniz.
- إِلَيْهِ deki zamir nereye işaret ediyor?
İlaha veya Allah’a işaret ediyor. İlaha işaret ise dünyada mahkemelere ve ahirette kurulacak mahkemeyi kübraya işaret etmiş olur. Eğer buradaki zamir Allah’a rücu ediyorsa, o zaman dünyadaki mahkemelerin ve ahiretteki mahkemelerin sonuçlarını kendisi değerlendirerek yapılan hataların tümünü düzeltecek ve mutlak adaletle hükmedecektir. Kimseye zerre miskalince haksızlık yapılmayacaktır. Mutlak adalet orada gerçekleşecektir. Bugünkü dünya yargılamaları, kıyamette cennet ve cehenneme gitmeden önceki yargılamalar hep insanları imtihan etmek için insanlara kendi iradeleriyle hareket etmelerini sağlamaları için sağlanmış fırsatlardır.
- Bundan önceki ayette إِلَى رَبِّكَ denmiş, burada ise هُ zamiri ile Allah’a işaret etmişse, neden farklıdır?
Bundan önceki ayette insanların eğitimi ile ilgiliydi, onun için “Rab” kelimesi zikredilmiştir. Burada ise adalet ile ilgilidir. Onun için “Allah” kelimesi kullanılmıştır.
Eğitimde eğiticilerin eğitmede baskı yapmaları caizdir. Adalet söz konusu değildir. Kim ne kadar kendisini yükseltirse ona üstünlük sağlanır. Oysa adalette fark gözetmeksizin herkese gerekli olan karşılık verilir. Bundan dolayı burada “Allah” kelimesine işaret edilmiştir.
- تُرْجَعُونَ deki “ت” harfi neyi ifade eder?
“ت” harfi hitap ت sidir. Yani siz insanlar hepiniz O’na rücu edeceksiniz. Son varacağınız ve hesap vereceğiniz kimse O’dur. Hepiniz ayrı ayrı Allah’la karşı karşıya kalacaksınız. Dolayısıyla peygamberler dâhil bütün aracılara karşı değil, Allah’a karşı sorumlusunuz. Onun için siz kendi içtihadınızla amel ediniz. Aracılardan yararlanın ama aracılara değil Allah’a itaat edin.
- Çoğul gelmiştir, kimleri kastediyor?
Tüm insanlığa hitap ediyor. Tüm insanlık aynı zamanda bir millettir, bir ümmettir, onların fertlerini ayrı ayrı huzuruna alacak ve hesaplarını görecektir.
- Bundan önce “sen” diyerek kişilere hitap etmişken şimdi neden çoğul olarak “irca edileceksiniz” diyor?
Bundan önce “sen” diyerek kişilere hitap ediyordu. Çünkü insanlar kişi olarak mükelleftirler. Hak ve görev sahibi olanlar kişilerdir. Ancak bu görev ve haklar öyle düzenlenmiştir ki sonunda topluluk oluşmaktadır. Bütün o senlerin sonunda sizleri oluşturacağına işaret ediyor. Herkes şeriata doğrudan muhataptır ve kişi olarak muhataptır. Ama hitap konusu topluluktur.
Ahmet Hasan’la konuştuğu zaman birbirleriyle borçlu olmazlar, alacaklı olmazlar, her iki taraf topluluk adına konuşur. Yani önce kendisi topluluğa verir, topluluk adına karşı tarafa aktarır. Karşı taraf da evvela topluluktan alır, sonra kendi hesabına aktarır.
İşte bu ayet burada bu kurala işaret etmektedir.
- Aşağıdaki kavramları inceleyiniz.
- RCG-DGV/دعو-رجع
رجع müracaat etmek demektir. Türkçede de kullanıyoruz, başvurma tabirimiz de vardır.
دعو de dua etmek, istemek anlamındadır.
Rücu adaleti istemektir. Hakkını öğrenmesi için başvurulur. Bu arada görevini de öğrenmiş olabilir. Ne yapması gerektiğini sorabilir.
Duada ise talepte bulunur. Kendisinin hakkını veya görevi yapabilmesi için kendisine sağlanması gereken imkânları talep etmiş olur.
- ŞYE-KLL/كلل-شيء
شيء meşiet edilen parçalar demektir. Düşünülen beynimizde oluşmuş varlıklardır, parçalardır. “Küllü” ise bütündür.
Anadolu bir bütündür, kentleri yolları dağları ise birer parçadır, insanların zihninde oluşan varlıklardır. Kâinat küldür, her şey o küllün cüzüdür, insanlar onu parçalıyor ve adlar takıyor. Burada bunlar karşılaştırılmıştır.
- EPR-HLK /هلك-ءخر
ءخر kelimesi hem son manasında hem de diğeri manasında kullanılır.
Helak olmak da hem varlığın sonu demek ama yok olmayıp başka şeye dönüşmesidir.
- XKM-ELH /حكم-اله
“Hükmetmek” yönetmek demektir. Mahkemelerin kararlarına da “hüküm” diyoruz, karar verenlere “hakem ve hâkimler” diyoruz. Yönetime de “hükümet diyoruz. İktidara “hâkimiyet” diyoruz. O halde “hüküm” kelimesi yönetimle yargının birlikte hareketidir. Sonuçta Allah yeryüzünün gerçek hâkimidir, gerçek hakemidir. Hilafet Allah adına harekettir. Buna işaret edilmektedir.
- VCH-MG/مع-وجه
“Vech” bir şeyin görüntüsüdür yani dışarıya olan etkisidir. Bir maddenin çekimi vechidir. Dışarıya olan etkisi de vechidir. Yani görüntüsü vechi olduğu gibi etkisi de vechidir.
مع ise kendisiyle beraber olandır. Bütün varlıkların bir içyapıları vardır, bir de dışa olan etkileri vardır. Varlıklar böyle oluşur, bu sayede birleşirler ve daha büyük varlık oluştururlar.
- LaHuv- EiLaYHiy/ لَهُ- إِلَيْهِ
إِلَيْهِ dışarıdan gelen etkiler demektir, girdiler demektir.
لَهُ de hakları demektir.
Girdiler çıkarına olacaktır. Girdilerle ayrıca insan yaşar, girdilerle insan işletmelerde üretimi sağlar. Tüm alacaklar ileride girdi olacaktır. Bunu ifade etmektedir.
Öz Türkçe ile:
“Ve Allah’la beraber diğer bir Tanrı’ya yakarma. O’nun dışında Tanrı yoktur. Kendi yüzü dışında bütün nesneler çekecektir. Kesme O’nundur ve O’na döndürüleceksiniz.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve Allah’la beraber aher ilaha dua etme, O’nun dışında ilah yoktur. Onun vechi dışında her şey haliktir. Hüküm O’nundur ve O’na irca olunacaksınız.”
وَلَا تَدْعُ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ إِلَّا وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ (88)
***
GENEL YORUM
Kur’an’dan önce peygamberler geliyor, mucizelerini gösteriyor, halk peygamberlere uyuyor ve uygarlıklar oluşuyordu. Kur’an’dan önce gelen kitapların Allah sözü olduğu peygamberlerin mucizeleri ile sabitti. Kur’an geldiğinde peygamber mucizesi kitap mucizesine dönüştü, ancak uygarlık uygulanmadığı için birinci Kur’an uygarlığı yine bir peygamber uygarlığı olmuştur. Bu 3 sure 3. binyılın ikinci Kur’an uygarlığını anlatmaktadır. Burada “Ve O’na irca olunacaksınız” diyor ve bu 3 sure bitiyor. Tebşir de inzar da yok. Bunu değerlendiriniz.
Çağımızı anlatan bu sureler çağımız insanlarının helak olacaklarını haber vermiyor, son helakten bahsediyor. Bunun anlamı şudur. 3. cihan savaşı çıkmayacak, insanlık biyolojik silahlarla, kimyasal silahlarla katliama uğramayacak, atom bombalarıyla ve tahrip edici silahlarla yeryüzü harabeye dönüşmeyecektir demektir. Gerçi biz bu manayı mefhumu muhalefetle veriyoruz. Ancak hiç olmazsa Kur’an bizi helakimiz ile ilgili olarak tehdit etmiyor. Demek ki dikkatli olursak, şeriatın emirlerine uyarsak, bu tehlike söz konusu değildir. Bunu muhalefet manasından değil istishab manasında alıyoruz. Helak etme istisnaidir. Asıl olan insanların uyarılarak hidayete gelmeleridir. Bu surelerden alacağımız ders açıktır. Faizli işçilik sisteminden ortaklık sistemine geçmeye çalışmalıyız. Allah böyle bir çalışmada bizim başarıya ulaşacağımızı bu surelerde zımnen vadediyor.
***
Bu 3 sure bitti.
Şimdi de yeni 4 sureye, الم li surelere başlamış olacağız...
Çalışmamızda bazı yeni ayarlamalar yapmayı düşünüyorum.
Sizlerden de katılanlar olursa bunları uygulayacağım, inşallah...
***
- Dünyayla ilişkiyi kesmemek için her gün serbest olarak 1 (bir) makale yazacağım ve Süleyman Akdemir’e göndereceğim. Süleyman Akdemir bu önerimi uygun görürse, bu makale üzerinde istedikleriyle istişare yapacak ve sonunda her gün www.akevler.org’da yazarı olmadan yayınlayacak. Bu dergi artık çift yazarlı dergi olmaktan çıkarılıp belli kimseler istedikleri zaman makrodaki siyasetle ilgili görüşlerini burada beyan etsinler. Baştan tasavvur ettiğimiz dergi tipine artık ara verelim.
- Her haftanın seminerini ben Ayşe Aydın’la yazmaya devam edeceğim. Belki biraz daha kısaltırız. Ayşe Aydın yazdığı semineri Reşat Nuri Erol’a gönderecek. Reşat Nuri Erol eskisi gibi istediği kimselerle istişare ederek son şeklini verecek ve Yenibosna’ya gönderecek. Lütfi Hocaoğlu’nun yönetiminde seminerler okunacak, son şeklini alacak ve yayınlanacaktır. Ancak eşleştirme ile ilgili cetvellerle Akevler Lügati’nin oluşturulması üzerinde Yeni bsna seminerlerinde durulmayacaktır.
- Ayrıca Yalova’da bir program yapılacak, Cumartesi dışında herhangi bir günde karşılaştırma cetvelleri Süleyman Karagülle tarafından açıklanacaktır. Yenibosna seminerlerini takip edenlerden isteyenler bu ikinci seminerleri de takip edeceklerdir. Ayrıca bu ikinci seminerde Süleyman Karagülle’ye soracakları bir şey varsa sorabilirler ve kendileri de katkıda bulunurlar.
- Yalova’da yapılacak olan bu ikinci seminerin başlamasından önce yarım kalmış olan Enam Suresi’nin seminer haline getirilmesi için ara çalışması yapılacaktır. Bu çalışmanın yapılabilmesi için Emine Hocaoğlu’nun yaptığı çalışmaları bana göndermesi gerekmektedir. Ayrıca bu çalışmaları Emine Hocaoğlu düzeltiyordu, onun düzeltmesi gerekmektedir.
Bunlar benim önerilerim.
Süleyman Akdemir, Reşat Erol ve Emine Hocaoğlu’nun olurlarını bekliyorum.
Allah hepinizden razı olsun.
Süleyman Karagülle