KUR’AN MATEMATİĞİ
53. Seminer – 01 NİSAN 2000
قل اطيعوا الله و اطيعوا الرسول فان تولوا فانما عليه ماحمل و عليكم ما حملتم وان تطيعوه تهتدوا
وما على الرسول الا البلاغ المبين (Nur Suresi, 54)
الرسول الرسول البلاغ المبين قل اطيعوا اطيعوا تطيعوه تهتدوا تولوا حمل حملتم (الله)
انما (ان ان الا) (عليه عليكم على ماماما) (وو وو ف ف) أأأ أأ أأ ه ه ه ه ح ح ع ع ع ع ع ع غ ق ك ي ي ي ى ى ف ف وو وو وو وو و وا وا وا م م م م م م م م م م م ب ب رر ل ل ل ل ل ل ل ل ل ل ل ل ل ال ال ال ال ال ن ن ن ن ن ااا اا د ططط ت ت ت ت ت س س=11
QuL : Söyle: İnsanlar ilk yaratıldıkları günden beri birlikte iş yaparlar. Hayvanlarda bile toplu hareket vardır ve içlerinden biri öncülük yapar. İnsanlarda bir iş yaparken biri kumandayı eline alır, diğerleri ona uyarlar. Genellikle bu kişi başkandan farklıdır. Başkan “imam” ise bu hareketi yöneten de “müezzin” olur. İlk topluluklarda bu görevi yüklenen kimsenin adı “KaVL” kökünden oluşmakta idi. Toplu hareketlerde ortak komut verir ve topluluk birlikte hareket ederdi. Bunun bu komutunun adı “kavl”dır. Sonraları bütün konuşmaların adı “kavl” olmuştur. Türkçede “dedi” ve “söyledi”de olduğu gibi; Arapçada da “tekellüm” ve “kavl” vardır. “Tekellüm”de: doğrama, kesme budama anlamı var; “kavl”da ise bir teklif ve icap kavramı vardır. Türkçede “söylemek”ten “sözleşme” yapılmıştır. Buradan şu sonuca varırız ki burada emredilen sadece “söylemek” değil, bir şeyin yapılmasını sağlamak için söyleme anlamındadır. Emrolunan “ihbar” değil “inşa”dır. Kişiler duvarın taşları gibidir. Birbirlerine sözleşmelerle bağlanırlar. Böylece duvar olurlar. Sözler, duvardaki kireç veya kapıdaki menteşe gibidir. Burada bize emrolunan sadece söylemek değil, söyleyerek diğer kişilerle bağ oluşturmamız da emredilmektedir. Çünkü yapmayacağın şeyleri söylemek nehyedilmiştir. “Qavl” kelimesinde eşitlik ilkesi vardır. İcap ve kabulü yapan taraflardır ve taraflar eşit haklara sahiptirler. Birinin icap yapması ona bir üstünlük sağlamaz. Müezzinin cemaatte farklı bir yeri yoktur. Farklılık imama aittir.
“Qul” kelimesi fiildir. Emir sığasıdır. Dolayısıyla inşa cümlesidir. Yani burada bir şeyden haber verilmekte, bir şeyin yapılmasını istemektedir. Emir sığalarında fail ve mef’ulden başka emreden de vardır. Burada emreden Kur’an’dır. Kur’an bize söylememizi emretmektedir. Kur’an’ı kim Allah sözü olarak kabul ediyorsa onlara emretmektedir. “Emrolunan kimdir?” sorusuna cevap “Qul” emrinin mef’ulu olan kimsedir. “Sen söyle” anlamındadır. Orada mevcut olan “K” kime hitap etmektedir? Kur’an’da “K” harfi değişik kimseleri gösterir.
1- “Ey insan” anlamında kullanılır.
2- “Ey mü’min” anlamında kullanılmaktadır.
3- “Ey Resul ve onun halifesi imam” anlamındadır.
4- “Ey Nebi ve onun halifesi müçtehit” anlamındadır.
5- “Ey Muhammed” anlamındadır.
Burada bir emir verildiğine göre, emir görevliye verilir. Kur’an’a inanmayanlar elbette Kur’an’dan bir emri almaya ehil değildirler. Dolayısıyla burada “ey insan söyle” mânasının verilmesi doğru olmaz.
“Ey mümin, sen imanın gereği söyle.” “Her mümin bunu söylemekle yükümlüdür” demek olur. Bu mânâyı yalnız “resul” veya “başkan”a, “nebi” veya “müctehid”e, hele “Muhammed”e tahsisi gerektiren bir karine yoktur. Bunlar dini konulardır, yetkililer konuşmalıdırlar, diyenler olabilir. Ancak, her mümin bildiği şeyde yetkilidir. O halde bunun bir ruhban sınıfına tahsisi İslâmiyet’e uymaz. Çünkü İslâmiyet’te böyle bir sınıf yoktur. Bu hususa bundan sonra gelen kısımlar açıkça delalet etmektedir. “Eğer dönerseniz, onun yükü onun, sizin yükünüz sizin” denmiştir. Oysa, eğer bunu söyleyen itaat edilecek kimse olsaydı “benim yüküm bana, sizin yükünüz sizin” olması gerekirdi. Bu şekilde ifade kesin olarak gösteriyor ki buradaki muhatap peygamber değildir, bütün müminlerdir.
Bununla beraber “nebi” vazifesini gören “müçtehid”e “senin görevin halkı itaata davettir, isyana teşvik değildir” anlamını taşır. O zaman muhatap “müçtehit” olur. Bu iki imkanı uzlaştırarak uygularız. Halk tebliğe ehildir. İcma sabit olan itaati herkes herkese hatırlatır. Müçtehitler ise tebliğe memurdur. Onlara farzdır, itaata davet etmelidirler. Davet sadece ‘hatırlatma’ şeklinde olup ‘zorlama’ şeklinde olmayacaktır. Ne halkın ne de müçtehitlerin zorlama yetkisi yoktur. Zorlama, başkanlara ve devlet görevlilerine ait yetkidir. Emir sahibi olmak gerekir.
Verilen ‘söyle’ emri müfrettir. ‘Topluca söyleyin’ şeklinde değil de ‘söyle’dir. Herkes tek başına bu hatırlatmayı ve tebliği yapacaktır. Bunun için örgütlenme olmayacaktır. Örgüt karşı siyasi gücü oluşturur ve itaat yerine isyan odağı haline gelinir. Burada yeni usul ortaya çıkıyor. Müminlerin teşkilatlanarak işler yapması gerekir. Bunlara “Ey iman edenler” diye hitab edilmektedir. Ayrıca her müslümanın mümin olması sıfatı ile ayrı ayrı yüklendiği toplulukta yapılacak işler vardır. “Bu zamanda söyle” ibaresi geçmektedir. “Kendine söyle, halka söyle” anlamlarını taşır. Müçtehitler için durum budur. İçtihadını yapar ve halka duyurur. Teşkilat kurmaz. Bu sebepledir ki istişare birlikte yapılır, içtihat ise ayrı ayrı yapılır.
“Qul”un mefulu bundan sonra gelen cümlelerdir. “Allah’a itaat ediniz, resula itaat ediniz. Dönerseniz onun yükü onundur, sizin yükünüz sizindir. Ona itaat ederseniz ihtida edersiniz. Resullere düşen açık tebliğden ibarettir.” cümlesi “kul”un mefuludur. Halka bu sözler söylenecektir. Bununla beraber tamamen bu sözleri söylemek gerekmez. Öyle olsaydı “Ikra” derdi, “Utlu” derdi. “Kul” dediğine göre, söyleyeceğimiz sözleri başka kelimelerle seçebiliriz. Başka dillerle de ifade edebiliriz. Hatta bunun için sözden başka ifade şekillerine de başvurabiliriz. Görevimiz sadece söylemek değil, söylenenin yapılabilmesi için gerekli dayanışmaya girmedir. İtaat ayrı ayrı yapılmayacak, topluca yapılacaktır. Bunun içim çoğul kullanılmıştır. Demek ki “Kul”un mefulu kelam değil, kelamın medluludur. “Akval” olduğu gibi, zorlamamak şartı ile “efal” da olabilir.
TaVG devşirilmeye hazır meyve demektir. Meyveler olgunlaşmadan saplarından zor koparlar. Olgunlaşınca elinizle tuttuğunuzda elinize gelir. Sonraları bu kelime uysal, söz dinler kimseler için kullanılmaya başlanmıştır. Bundan itaat etmek demek, devşirenin devşirmesine müsade etmek demektir. Hurma ağacı toplanabilir hâle gelince “Etaa el-Şeceru” derler.
“Taat” kelimesinde zorlama yoktur. Kur’an bunu açıkça ifade etmiş, “Tav’an ev Kerhan” demiştir. Yani korku ile birinin dediklerini yapma itaat değildir. Hatta onun güdümünde olma demek de değildir. İtaati olgun meyveye benzetebiliriz. İnsan kendi çalışması ve gayreti ile olgunlaşır ve iş yapar hâle gelir. Hazır silah beklemektedir. Sadece ne yapacağını bilmemektedir. Başkan ona görev verir. O artık kendi bilgisi ve başarısı ile iş yapar. Meyvenin yemişliğini devşiren vermemektedir. Devşiren sadece onun daha iyi yerde kullanılmasını sağlamak üzere devşirmektedir. Emreden de memuru zorlamamaktadır. Sadece ne yapması gerektiğini belirlemektedir.
Bu kelimenin tahlilinden şu sonuca varırız ki, merkezi yönetim yoktur. Başkanlar sadece iş bölümü yaparak görevlileri belirlerler. Her görevli işini kendisi yapar. Yanlış veya hata yaparsa ona görev verene karşı sorumlu değildir. Şeriata karşı sorumludur. Şeriatın temsilcileri de tarafların seçecekleri tarafsız ve bağımsız hakemlerdir. Hakimler değildir. Batılılar buna “hukuk düzeni” diyorlar. Aslında bu “mevzuat düzeni”dir. Topluluğu yöneten kişiler değil, sözleşmelerdir, emirlerdir. Herkes sözleşmelere uymak zorundadır. Emreden de uymak zorundadır. Hazreti Musa zina cezasını tebliğ edince, ileri gelenler çok sıkıldılar. Onlara imtiyaz tanınmalı idi. Ona sordular: “Sen de mi recmedileceksin?” “Evet” dedi, “zina edersem ben de recmedileceğim” dedi. Böylece mevzuat düzeninin, hukuk düzeninin, kanun düzeninin kurucusu oldu.
“TAGa”, yumuşadı anlamına gelir. Yani olgunlaştı olur. “Etaa” ise, başkasına kendi olgunluğunu teslim etti, onun emrine girdi demek olur. Bu sebepledir ki if’al babından getirilmiştir. Fiili geçişli kılmak için yapılır.
“TaVVıUv” deneceğine “Etaa” denmiştir. Tef’il babı teksir içindir. Görevlendirme süreklilik taşımaz. “Görevlisin” dendiği andan itibaren görevlidir. Emredince emre uyulur. Emir de yerine getirilmiş olur. Eğer teksir babından gelseydi, devamlı itaatta olun anlamına gelirdi. O zaman merkezi idare olurdu. Oysa itaat bir defa olacaktır. Emir bir defa kabul edildikten sonra kişi işleri kendi içtihadı içinde yapacaktır. Artık itaat devam etmemektedir .Bu sebeple if’al babını kullanmıştır. Burada “Etiu” emrini veren söyleyen kimsedir. Oysa itaatın sorumlusu tebliğ eden değildir. Öyleyse emir sığası da “istimrar”ı ifade etmez “te’mir”i ifade eder. Emir alındıktan sonra artık yetki memura intikal etmiştir. Başkanın görevi işleri yetkili kimselere dağıtmaktır. Ehliyetli olan yetkilidir. Emreden yetki vermemekte, sadece yetkiliye görevi tevdi etmektedir. Burada sığa çoğul sığasıdır. Yani “kişiye itaat edin” denmiyor da “itaat ediniz” deniyor. Bunun anlamı; size emredecek kimseyi, yani itaat edecek kimseyi de siz seçin demektir. Hz. Peygamber’e; “Sen bu cemaata itaat ettir” demiyor, tam tersine “itaat ediniz” diyor. Kollektif emir veriyor. Bu itaat sözü içinde yerinden yönetim olduğu gibi, halkın kendi istedikleri emir sahiplerine itaat edecekleri de bildirilmiş oluyor. Onun için “sizden emir sahipleri” denmiştir.
Tek başına “itaat” hiçbir şey ifade etmez. Çünkü itaat, işbölümüne katılma demektir. Tek başına iş bölümü olmaz. Öyleyse bu emri yerine getirmemiz için bir topluluk oluşturmamız, kendimize bir başkan seçmemiz ve onun işbölümü ile organize olmamız gerekmektedir.
“İtaat” kelimesi Kur’an’da “semi’na” yani “dinledik ve itaat ettik” kullanılmaktadır. İşitme, görevin doğru anlaşılması ve kabul edilmesidir. İtaat ise onun gereği olan hizmetleri yapmadır. Görevi yüklenme birden olacak, ama görevin sürdürülmesi devamlı olacaktır. Bu sebeple görev muvakkat değildir. Görevden afvedilinceye kadar kişi görevi sürdürmekle yükümlüdür. Görev yeni görevliye devredilir. Görevli gelmeden görevi terk o topluluktan hicreti gerektirir. “İtaat” kelimesi “ittika” ile de birlikte getirilmiştir. “İttika” şeriatın hükümlerine uymaktır. “İtaat” ise yetkililerin verdiği görevleri yerine getirmektir.
Yine Kur’an’da “itaat” kelimesi “ittiba” kelimesi ile birlikte kullanılmıştır. “İttiba”da “metbu”nun rolü yoktur. Onun haberi de olmayabilir. Şeriatta müçtehitlere ittiba vardır. Yönetimde ise emirlere itaat vardır. Birinde ilim diğerinde siyaset rol oynamaktadır.
Burada usulden bir kurala işaret etmiş oluyoruz. Kur’an’da ayetler okunacak, yan yana kullanılan kelimeler arasında karşılaştırma yapılarak tanımlar yapılacaktır. Kur’an konuşma diliyle nazil olmuştur. Mantıki tanımlar yapılmamıştır. Müçtehitler onu ilmi dile çevirirler. Böylece farklı içtihatlar ve farklı medeniyetler doğar. Bu Türkiye’nin vilayetlere ayrılması gibidir. Zamanla ve uygulayıcıya göre sınırlar farklı çizilebilir. İlimde de böyle tanımlar yapılır ve o tanımlara göre yeni mezhepler oluşur. Bunların hepsi doğru olabilir.
“EtiUv”nun faili kimdir? Kimler itaat edecektir? Biz kimlere bunu söylemeliyiz? Bu hususta bir insanın itaat edeceği imamları olacaktır. Müçtehitlere tâbi olacaklardır. İmamlara ise itaat edeceklerdir. İlk cemaat aşirettir. Aşiretin içinde bir beş vakit imamı vardır. Ona itaat edilmesi gerekir. Yani “itaat edin” diyeceğimiz kimseler beş vakit cemaatidir. On aileye yakın topluluktur. Karının kocaya itaati yerine, karı - koca arasında çıkacak ihtilaflarda aşiret reisinin hakemliğine baş vurup ona itaat etmek gerekecektir. Aşiret içindeki ihtiyaçlara aşiret reisi karar verir. Aşiret başkanının emirlerine uyulması gerekmektedir.
İkinci emir ise kabile residir. Bunlar cuma imamlarıdır. Hukuk düzeni bunların başkanlığında kurulur. Başkan icra hakemliği yapar. Verilen kararlara uyulur. Mağdur olanlar sonra hakemlere gidip mağduriyetlerini giderirler. Başkanlarını dinlemeyenler o bucağı terk etmelidirler.
Ayrıca isteyenler zabıta kuvvetlerine katılır, il başkanının emrine girip görev görürler. İsteyenler askeri birliklere katılır, devlet başkanlarına itaat ederler. İnsanlık başkanına itaat söz konusu değildir. Yerinden yönetim olduğu için aşiret içinde aşiret başkanından başka, kabile içinde kabile başkanından başka kimseye itaat edilmez. İl ve devlet başkanları ancak kendi merkez bucaklarının başkanı oldukları için oralarda itaat edilir. O halde “itaat ediniz” dediğimizde; “aşiret halkına, kabile halkına, zabıta kuruluşlarına ve orduda komutanlara itaat ediniz” demektir. Bunlara bu emir ulaştırılacaktır.
Burada mef’ul olan Allah’tır. Aşiret, kabile, zabıta ve askerler Allah’a itaat edeceklerdir. Allah bize emretmiyor ki O’na itaat edelim. Bu böyle olduğu için Kur’an’da tek başına “Allah’a itaat ediniz” denmemiştir. Dört çeşit itaati emretmiştir:
) Allah’a itaat ediniz. Resula itaat ediniz.
) Allah’a ve Resula itaat ediniz.
) Allah ve Resulüne itaat ediniz.
) Resula itaat ediniz.
Bu dört çeşit ifade dört ayrı itaati içermektedir. Burada tek başına Allah’a itaat ediniz ifadesi Kur’an’da geçmemektedir. Çünkü Allah’a itaat edilmesi zordur. Bize doğrudan hitap etmektedir. Bununla beraber peygambere itaatin dışında Allah’a itaat da zikredilmiştir. İtaat kelimesi ifade edilmiştir. Öyleyse bunun mânâsının olması gerekir.
Allah’ın dört has ismi var: O, Allah, Ahad ve el-Samed
O, Allah’ın kendi zatını ifade eder. Hilkatin ötesinde varolan tanrıdır. Allah, Allah’ın zâtını mahlukat içinde ifade eder. Kainatta tezahür eden tanrıdır. Onun yeryüzündeki halifesi topluluktur. İnsandır. Ahad, tekliğini ifade eder. O’nun dışındaki her hareket O’nun adınadır. Bu şu demektir. Ben sizinle konuşurken Allah’ın halifesi olarak konuşuyorum. Siz de öyle muhatapsınız. Benim kimseye bir borcum doğmaz, Allah’a doğar. Kimseden bir alacağım olmaz, Allah’tan alacağım olur. “İyyake na’budu ve iyyake nesteınu” bunu ifade eder. Kimsenin kimseye bir minnet borcu yoktur. Bütün hamd Allah’a aittir. Samed ise Allah’ın zatında yeterli olması, bir varlığa muhtaç olmamasıdır. Oysa biz başkalarının yardımı ile varız.
İşte Allah’a itaat ederken Allah’ın halifesi olduğu bilinci içinde görevleri yerine getirmedir. Kişi kendi kendisini görevlendirecektir. Yani bir taraftan kuldur. Emir alır. Diğer taraftan halifedir Allah’ın adına emir verir. İşte insan kendi kendisine emir verecektir. Kendi kendisini görevli yapacaktır. İşte Allah’a itaatin mânâsı budur. Bu içtihadı gerekli kılar. İçtihat eder, karar verir ve hareket eder. Bir yerden emir ve izin beklemeden kendisine yüklenmiş işleri yapar. Bu bizim ortaklık için de geçerlidir. Herkes kendi kendisini yapacağı işlerde görevli kılar ve görevini yerine getirir. Bunun bir uygulaması yeterlidir. Herkes görevlidir, komşusunun malını ve canını koruyacaktır. Koruyamazsa birlikte tazmin ederler. Görevi yapmamış olmalarının cezasıdır. Kim verdi? Onlara bu görevi Allah onu halife kılmakla o verdi.
İçtihatlar zamanla birleşerek icmalar oluşur. Yani tüm cemaat aynı görüşleri benimser. Buna “icma” diyoruz. “Allah’a itaat” bir bakıma “icmalara uyunuz” anlamını taşır. İcma ile sabit olan hususları biz birbirimize emrederiz. İhtilaflı olan kısımlarda ise herkes kendi içtihadına uyar.
Va harfi ile atfedip emredilince ikisinin birlikte yapılması gerekir. Tek başına herkes kendi içtihadına göre hareket etse düzen olmaz, topluluk olmaz. Topluluğun varolabilmesi için bir yönetime ihtiyaç vardır. Bu sebeple Allah’a itaat ile resule itaati bir arada zikretti. İki cümle arasında tam bir ilişki varsa o zaman “ve” harfi getirilmez. “Allah’a itaat ediniz, resule itaat ediniz” denmiş olsaydı; Allah’a itaat ile resule itaat aynı olurdu. Nitekim başka yerde “Kim Resule itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur” denmektedir. Yani kim başkanı dinlerse topluluğu dinlemiş olur. Çünkü başkan topluluk adına emretmektedir. Eğer peygamber Allah’ın emrini yerine getirmemiş olsaydı Allah onu uyarırdı. Başkan da topluluğun emirlerini yerine getirmezse topluluğun onu uyarması gerekir. İşte bu da bize başkanların denetimi müessesesini getirmemizi zorunlu hâle getirmektedir. Başkanın doğrudan doğruya iş yapmaması, başkan emretmiş olsa bile görevlilerin sorumlu olması, hakemlerden oluşan yargı üstünlüğü bu sorunları çözmektedir. Yani başkanın uygulamaları da yargı denetimi dışında değildir.
Burada arada “Va” harfi getirilmekle bize iki şey anlatmaktadır. Biri Allah’a itaat ile peygambere itaat farklıdır. İkinci husus ise Allah’a itaat ile peygambere itaat bir arada olursa müessese oluşur. Tek başına Allah’a itaat yani kanunlara uyma yeterli olmadığı gibi tek başına resule yani görevlilere uymak da yeterli değildir. Görevlilerin şeriata uyan emirlerine itaat etmek gerekir. Şeriata aykırı emirlere itaat edilmez. Sorumluluk itaat edene veya etmeyene aittir. Emredene ait değildir. Bir üst asta “şunu öldür” dese, o da öldürse, ast sorumludur. Üst sorumlu değildir. Üst “zekatını ver” dese, o da vermese, yine ast sorumludur. Emreden sorumlu değildir. Başkanların yetkileri içinde olan hususlarda itaat gerekir. Bunu işte bu “Va” harfi ifade etmektedir.
Burada mesele yetkilerin kim tarafından verileceği hususudur. Yetkilerin sınırını belirleyen kimdir, sorusu vardır. Madem ki peygambere yetkiyi Allah veriyor, başkanlara yetkiyi de şûra verecek. İcma ile verecektir. Yetkilerin sınırını ise hakemlerden oluşan tarafsız ve bağımsız yargı tesbit edecektir. Bu da mükellef yani itaat eden veya etmeyen yargılandığı zaman ortaya çıkar.
Başkan emretti, görevli de tabancayı çekti ve adam öldürdü. Başkan onu öldürmekle yetkili ise mesela kısas sebebiyle öldürme olmuşsa sorumlu başkandır. Hata olmuşsa diyeti bütçeden ödenir. Başka bir sebeple başkan emretti ise ve görevli de öldürdü ise başkan orada öldürme yetkisine sahip olmadığı için görevli sorumludur. Onun akilesi diyeti öder. Burada kasıt olmadığı için öldürme cezası uygulanmaz. Diyeti ödenir.
ETIGUv Etiu kelimesi iade edilmiştir. Başka yerlerde “Allah ve Resule itaat ediniz” denmektedir. Burada ise “Allah’a itaat ediniz, Resule itaat ediniz” deniyor. Yani topluluğa “itaat ediniz, başkana itaat ediniz” deniyor. İtaat şekli tamamen farklı olduğu için burada itaat kelimesi iade edilmiştir. Burada yukarıda yaptığımız tasnife yeniden işaret edelim. “Allah’a itaat ediniz, Resule itaat ediniz” demek; “icmalara uyunuz, görevlilere yetkileri içinde uyunuz” demektir. Biri mevzuata uymak, diğeri ise hükümete uymak olur. Her ikisine uyma, hakemlerden oluşmuş tarafsız ve bağımsız yargı tarafından denetlenmektedir. Burada başkanların uygulama kararları alma ve mevzuatı uygulamada yorumlama yetkileri ortaya çıkmaktadır.
“Resule uyunuz” demek, “doğrudan doğruya görevlilere uyunuz” demek, “başkanların mevzuat içindeki komutlarına uyunuz” demektir. Namazdaki tekbirlere uyulması, imam okuduğu zaman cemaatin imamı dinlemesi gibi. Burada başkan mevzuatı vazetmez, mevzuatı uygular. “Allah ve Resule itaat ediniz”de başkan geçici hakem durumundadır. Mahkeme soruşturmaya ve soruşturmadan sonra hakemlerin içtihatlarına dayanır. Oysa olayların yargı sürecini beklemeye tahammülü yoktur. Bunlara “icrai kararlar” diyoruz. Başkan işlerin selametle seyri için karar verir ve uygulama yapılır. Buna uymayanların yeminle mü’min olmayacaklarını söylüyor. Bu kararlar soruşturmaya dayanmadığı için mağduriyeti içerir. Bu kararlarına karşı taraflar hakemlere giderler. Mağdur olanın mağduriyeti giderilir. Başkan kararından dolayı sorumlu değildir. Mağduriyetleri taraflar giderirler. Haksız iktisabları iade ederler.
Allah ve Resulüne itaat tamamen hakem kararlarına itaattir. Hakemleri taraflar seçer. Baş hakemi tarafların hakemleri seçerler. Karar bunlar tarafından verilir. Uygulama ise başkan tarafından yapılır. Başkanın uygulamasından hoşlanmayan başka bucağa katılır ve oradan hakkını hakemler yoluyla ister. Hakem kararları kesindir. Uygulanır. Hakem kararlarından dolayı bir mağduriyet doğarsa onu taraflar değil hakemlerin dayanışma ortaklıkları tazmin ederler. İşte böylece biz dört ayrı ifadeye dört ayrı uygulama bulduk. Bunun için Kur’an’daki yerlerini değerlendirdik. Başka biri de bu dört ayırımı daha başka şekilde yapar. Başka bir fıkıh ortaya çıkar. Mezhepler bundan dolayı farklıdır.
elRaSuL Resul, gönderilmiş demektir. RıSL, saçak demektir. İrsal, salmak demektir. İnzal, indirme demektir. İnsanlar için irsal, eşya için inzal kullanılır. Dört mertebe vardır. Veli başkanı temsilen gider. Kendi içtihatlarına göre hareket eder. Kendisi sorumludur. Kefil tevkil edenin içtihatlarına göre hareket eder. Kendisi sorumlu değil müvekkil sorumludur. Vekil kendi içtihatlarına göre hareket eder, kendisi sorumlu değildir. Resul ise müvekkilin içtihatlarına göre hareket eder ve kendisi sorumlu değildir. Onun görevi sadece tebliğdir. Haberi ulaştırmadır. Peygamber ne Allah’ın valisidir. Ne kefildir. Ne vekildir. Sadece resuldür. Bu sebepledir ki peygamberlerde ruhbaniyet yoktur. Onlar adına konuşmazlar, sadece Allah’ın sözlerini iletirler. Vahiy gelmişse bildirirler. Halbuki ruhbanlar devamlı olarak Allah adına hüküm verirler.
Müresel bir işte görevli olandır. Resul ise devamlı görevli olan kimselerdir. Peygamberler Allah’ın yeryüzünde devamlı görevli elçileridir. Başkanlar da bir işte görevli değil topluluğun bütün işlerinde görevli devamlı bir elçidir. Başkan elçi olunca diğer görevleri ortadan kalkar. Onları kendi cemaatinin isteği ile yapar.
Peygamberin dört görevi vardır:
) Kur’an’ı insanlara ulaştırma
) Kur’an’ı uygulayarak bir örnek göstertme
) Başkanlık görevini yapma (Medinede)
) Hakemlik yapmak
Başkanların da dört görevi vardır:
a) İcma ve içtihatları yayınlama
) İcma ile kendisine verilen uygulamaları yapma
) Uygulama hakemliğini yapma
) Hakem kararlarını uygulama
Burada yine Kur’an’ın tefsiri ile ilgili önemli kural ortaya çıkıyor.
Allah RESUl
Cemamat Başkan
Peygamber Allah’ın resulüdür. Cemaat Allah’ın halifesidir. Başkan resulün halifesidir.