1967...1968...1969...................AKEVLER 33 YILDIR ÇALIŞIYOR......................1999...2000...2001
GELECEĞİN II. KUR’AN - V. İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...
SİZİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ... BUYRUN! BİRLİKTE ÇALIŞALIM...
KUR’AN MATEMATİĞİ Üsküdar/ İstanbul, 23 MART 2001 CUMA
102. SEMİNER NOTLARI clubs.yahoo.com/clubs/adilduzen
www.adilduzen.8m.com
SEMİNER NOTLARI BURADA! www.akevler.org
R U H
كمثل ريح فيها صر اصابت حرث قوم ظلموا انفسهم (3/117)
حتى اذا كنتم فى الفلك و جرين بهم بريح طيبة ( 10/22)
و فرحوا بها جائتها ريح عاصف و جائهم الموج من كل مكان(10/22)
ولما فصلت العير قال ابوهم انى لاجد ريح يوسف(12/94)
اعمالهم كرماد أشدت به الريح فى يوم عاصف(14/18)
فيرسل عليكم قاصفا من الريح فيغرقكم بما كفرتم(17/69)
و لسليمان الريح عاصفة تجرى بامره (21/81)
فتختفه الطير او تهوى به الريح فى مكان سحيق(22/31)
ولسليمان االريح عدوها و رواحها شهر (34/12)
فسخرنا له الريح تجرى بامره رخاء حيث اصاب(38/36)
أن يشأ يسكن الريح فيظللن رواكد على ظهره (42/33)
بل هو ماستعجلتم به ريح فها عذاب اليم(46/24)
وفى عاد اذا ارسلنا عليهم الريح العقيم(51/41)
و اما عاد فأهلكوا بريح صرصر عاتية(69/6)
و لئن ارسلنا ريحا فرئوه مصفرا لظلوا من بعده يكفرون(30/51)
اذ جائتكم جنود فارسلنا عليهم ريحا و جنودا لم تروها(33/9)
فارسلنا عليهم ريحا صرصرا فى ايام نحسات(41/16)
انا ارسلنا عليهم ريحا صرصرا فى يوم نحس مستمر(54/19)
و لا تنازعوا فتفشلوا و تذهب ريحكم واصبروا(8/46)
وتصريف الرياح و الصحاب المسخر بين السماء و الارض لايات لقوم يعقلون(2/164)
و هو الذى يرسل الرياح بشرا بين يدي رحمته(7/57)
و ارسلنا الرياح لواقح فانزلنا من السماء ماء فاسقيناكموه (15/22)
فاختلط به نبات الارض فاصبح هشيما تذروه الرياح(18/45)
و هو الذى ارسل الرياح بشرا بين يدي رحمته(25/48)
و من يرسل الرياح بشرا بين يدي رحمته(27/63)
و من أياته ان يرسل الرياح مبشرات و يذيقكم من رحمته(30/46)
الله الذى يرسل الرياح فتشير صحابا فيبسطه فى السماء(30/48)
والله الذى ارسل الرياح فتثير الصحاب فسقناه الى بلد ميت (35/9)
فاحيا به الارض بعد موتها و تصريف الرياح ايات لقوم يعقلون (45/5)
والحب ذو العصف و الريحان(55/12)
فاما ان كان من المقربين فروح و ريحان و جنت نعيم(56/89)
ولا تيأسوا من روح الله (12/87)
انه لا ييأس من روح الله الا القوم الكافرون (12/87)
فاما ان كان من المقربين فروح و ريحان و جنت نعيم(56/89)
RaYXAN: Fesleğen denen kokulu bir bitkidir.
Vasf (özellik) ilişkisi ile koku anlamında gelmektedir.
BİTKİLER İÇİN KOKUNUN GÖREVİ
والحب ذو العصف و الريحان(55/12)
“Xabb, asf ve reyhanlıdır.” (55/12) “Dane kanatlı ve kokuludur.”
Kanat bazı bitki tohumlarının etrafa yayılmaları için taşıdıkları uçma aracı paraşüttür. Bu kanadın ayıklanma yoluyla gelmesi düşünülemez bile. Koku ise bitkilerle hayvanlar arasında bir anlaşma aracıdır. Hayvanlar meyvelerin kokuları ile onları belirler. Onu etli kısımları için yerler. Mideleri öyle yaratılmıştır ki o tohumlara zarar vermezler, onları alıp başka yerlere götürüp pislerler. Orada gübreleyerek diktikleri bir fide olur. Bu olay sayesinde bitkiler, adalar dahil her tarafa yayılma imkanını bulmuştur. Bu sayede hayvanlar da yaşama imkanını bulmuştur. Ayrı ayrı genetik içinde oluşan gelişmelerde bu uyumu kim sağlamıştır? Önemli olan husus, hayvanların midelerine zarar vermemişse, o tohumların kokuları o hayvan için hoştur. Eğer bitki o hayvan için zararlı ise, onun kokusu da o hayvana çirkindir. Yani kokular ve mideler öyle ayarlanmış ki, “bunu sen ye, bunu sen ye” şeklinde etiketlemeleri yapılmıştır.
HAYVANLAR İÇİN KOKUNUN GÖREVİ
فاما ان كان من المقربين فروح و ريحان و جنت نعيم(56/89)
“Mukarrabinden ise (onlara) ravh ve reyhan ve naîmin cenneti vardır.” (56/89)
“Yakınlardan ise (onlara) serinlik ve güzel koku ve besinin bahçesi vardır.”
Hayvanlar soluyarak yaşarlar. Havanın içinde kirli gaz varsa çirkin koku olur, siz oradan kaçarsınız. Havanın içinde temiz koku varsa siz oraya gidersiniz. Demek ki hayvanlar için kokunun iki önemi vardır. Kendilerine yarayışlı bitki ve meyveleri bulmak, bulundukları havanın temizliğini anlamak. İnsan ciğerine aldığı bazı havanın içindeki maddeleri kana karıştırır ve bünyesine alır. Bazı vitaminler bu yolla insana gelebilir. Cennette beslenmeler bu şekilde olabileceği gibi, cennette vücut içine yerleştirilecek bazı bakteriler kalın bağırsakta arta kalan maddeler parçalanarak güzel kokulara dönüştürülecek ve insan bağırsaklarındaki artıklar insanlara faydalı güzel kokular halinde atacaktır. Hayvanların yapılarında varolan bu koku ile ilişkinin seçilme yoluyla edinilmesi mümkün değildir. Çünkü seçilme ancak çeşitli imkanlarla mümkün olur, en iyisi diğerlerini ortadan kaldırmak suretiyle gerçekleşir. Oysa burada en iyisi olmadan diğerlerinin varolma şansları yoktur.
روح RAVX:
“Mukarrabinden ise (onlara)ravh ve rayhan ve naîmin cenneti vardır.” (56/89)
“Yakınlardan ise (onlara) serinlik ve güzel koku ile besin bahçesi vardır.”
Havanın ortak özellikleri sebebiyle komşuluk ilişkisinden dolayı serinlik anlamında türetilmiştir. Koku havanın yapısı ile ilgili özelliktir. Revh ise havanın ısısı ile olan özelliğidir. Canlı için maddenin önemi kadar iklimin de önemi vardır. Canlı donmuş suda hayatını sürdüremediği gibi buharlaşmış suda da hayatını sürdüremez. Hayatın sürebilmesi için çevre sıcaklığın 50 derecenin altında ve 5 derecenin üstünde olması gerekir. Allah atom ve moleküllere hayat için bu özellikleri vermiş, dünyamızı yaratırken de bu özelliğe göre iklimini oluşturmuştur. Hayvan ve bitkilerdeki koku uyumu gibi, yeryüzü ve canlı arasında da benzer uyum vardır ve bunun kendiliğinden rastlantı sonucu oluşması düşünülemez. Çünkü bu özellikler ışığın hızı c ve enerji kuvantumu h, elektron parçacığının yükü ve kitlesi arsındaki uyumla ilgili olup, küçük sapma her şeyi mahveder. Ravh, sıkıntıdan sonra hissedilen ferahlıktır. Bunaltıcı sıcaktan serin yere geçtiğinizde duyduğunuz hoşluğa “rahatlık” denmektedir. Bütün ruhi haller maddi haller ile anlatılır. Ruh ile beden arasında kurulmuş bir beraberlik vardır. Beden sıkıntıya girdiği zaman ruh da sıkıntıya girer, ruh sıkıntıya girdiği zaman beden de sıkıntıya girer. Bu berberlik elektrikle magnetik arasında da mevcuttur. Magnetik alanın değişmesi elektrik alanını doğurur, elektrik alanın değişmesi de magnetik alanını doğurur. Bu da gösteriyor ki kainatı var eden tek tanrıdır. Ravh ve reyhan çevre şartlarını belirlemekte, naîm cennet ise iç şartlarını belirlemektedir. Yani burada insanın bir taraftan yaşadığı çevre ile ilişkilerinin uyumlu olması belirtilmekte, diğer taraftan vücudun içindeki yapı ve enerji özellikleri belirtilmektedir. Çevre madde ve ısı şartları ile enerji ve yapı şartları arasında uyumlu halde oluşmuş bir düzen vardır. Bu düzen insanlara yeterli âyetlerdir.
روح الله EalLAHın RaVXı: Daha kainat ilk yaratıldığı zaman atomlara verilen özellikler sebebiyle tüm gelecek planlanmıştır. Ancak, bu plan ile iş bitmemiştir. Nasıl duvar örmek için uygun tuğlaya ihtiyaç varsa, ama bu yeterli değilse, duvar olması için ustanın onu teker teker plana göre yerine yerleştirmesi gerekiyorsa, aynı şekilde ışık ve atomun kainatın oluşması için baştan gerekli özelliklerinin olması gerekir. Ama bu yeterli değildir. Bir usta eliyle bu malzemenin yerlerine konması gerekir. Allah bunların yapılması için de şuurlu varlıklar var etmiştir. Bunlar melek, ruh, insan ve cindir. Allah bunları görevlendirerek içinde yaşadığımız dünyayı var etmiştir. Ve bizi yaşatmaktadır. Bu dört şuurlu varlık görevli olmakla beraber, aynı zamanda bu kainat onlar için var edilmiştir. Serinlik ile ravh arasında genelleme ilişkisi vardır. Serinlik sadece bir yerin yaşamaya uygun bir sıcaklıkta olmasıdır. Allah’ın revhında ise tüm çevre şartlarının insanın varolması ve gelişmesi için hazırlanmış olmasıdır. Allah’tan gelecek yardım anlamında Kur’an’da geçmektedir.
İnsanın kendisine düşen ne ise onu yapması, ondan sonra Allah’a teslim olması ve ondan gelecek her hükme rıza göstermesi gerekir. Allah kimsenin amelini boşa çıkarmaz. Allah kimseden yapamayacağı işleri yapmasını istemez. Bu dünya geçicidir. Er-geç kısa zamanda herkes âhirete gidecektir. Âhirette herkes hakkını zerresine kadar alacaktır. O halde tasalanmaya gerek yoktur. Tasamız, bizim bize düşeni yapıp yapamadığımızdan ibarettir.
ولا تيأسوا من روح الله انه لا ييأس من روح الله الا القوم الكافرون (12/87)
“Allah’ın revhinden ye’se düşmeyiniz.” (12/87) “Allah’ın rahatlatmasından ümidinizi kesmeyiniz.”
“Kâfir olan kavmden başkası Allah’ın revhinden ye’se düşmez.” (12/78) .
“Kâfirlerden başkası Allah’ın rahatlatacağından ümidini kesmez.”
ريح RIH: Koku demektir. Reyhanın değişik şekildeki söylenişidir. Reyhan, bitkilerin saldığı ve belli mesajı taşıyan bir kokudur. Rıh ise, nereden geldiği ve mahiyeti ne olduğu belli olmayan bir kokudur. Rüzgarın getirdiği kokudur. Rih aslında rüzgarla gelen reyhan demektir. Sonra doğrudan rüzgarın ve yelin adı olmuştur. Akışkanlıktan doğan gücü katının hareketine çeviren güce dönüştürme özelliğinden dolayı ‘rıh’ ‘güç’ anlamına gelmiştir. Demek ki; bitki reyhanından koku reyhanına, koku reyhanından rüzgarla gelen rıha, rüzgardan gelen rıhdan rüzgara, rüzgardan da mekanik güce doğru gelişmiştir.
KOKU ANLAMINDA RIH
ولما فصلت العير قال ابوهم انى لاجد ريح يوسف(12/94)
“Iyr tafsil olunca ebleri “ben Yusuf’un rıhını vecd ediyorum” diye kavl etti.” (12/94)
“Kervan ayrılınca babaları “ben Yusuf’un kokusunu buluyorum” dedi.”
YEL ANLAMINDA RIH
فتختفه الطير او تهوى به الريح فى مكان سحيق(22/31)
“Tayr onu hatfeder veya rıh onu sahık mekana heva eder.” (22/31)
“Kuş onu kapar ve yel onu uzak yere havalandırır.”
Burada rüzgarın götürme kabiliyetinden bahsetmektedir. Bu rüzgarın çok önemli özelliğidir. Bu hava sirkülasyonunu sağladığı gibi su dolaşımını da yapmaktadır. Yeryüzünde kalp görevini yapmaktadır. Buharlaşan suyu sürükleyip soğuk dağlara çarpmakta, orada yağmur olup yağmaktadır. Böylece hem kara, hem deniz, hem de hava temizlenmektedir.
ولسليمان االريح عدوها و رواحها شهر (34/12)
“Süleyman’a guduvvu bir şehr, revahı bir şehr olan rıhı verdik.” (34/12)
“Süleyman’a akşamları bir ay , sabahları bir ay (esen) yel verdik.”
Rüzgarın sabah ve akşam olarak mevsim mevsim esmesinden bahsetmektedir. Bu rüzgarlardan taşıma için yararlanılır. Ayrıca rüzgar enerjisi de bu periyodik akıştan elde edilir.
و لئن ارسلنا ريحا فرئوه مصفرا لظلوا من بعده يكفرون(30/51)
“Onlara bir rih irsal etsek de onu musfar re’yetseler ondan sonra yine küfredip dururlar.” (30/51)
“Onlara bir yel göndersek de onu sararmış görseler yine küfredip dururlar.”
Esen rüzgar anormal soğuk veya sıcak olabilir. Canlılar hayatlarını kaybederler. Ayrıca esen yelin içinde canlıları hasta edecek, sarartacak sporlar, virüsler olabilir, ekin birden yok olur. Ziraatta iklimin ne derece önemli olduğu bugün bilinmektedir. Teknik ne kadar ileri giderse gitsin tabii şartlar daima önemli kalacaktır. Ama insanlar Allah’tan gelecek bu tür musibetlerini kabul etmezler. Mü’min demek, kendisine ne hayır ve ne şer gelmişse Allah’tan gelmiştir diyecektir. Gelecek tehlikede öyle işler yaptırır ki seni korur, yahut seni tuzağa düşürür. Hepsi Allah’tandır ve insan bunları sabırla karşılamalıdır.
اذ جائتكم جنود فارسلنا عليهم ريحا و جنودا لم تروها(33/9)
“Hani size bir cunud gelmişti, biz de onların üzerine rıh ve re’yetmediğiniz cunudu irsal etmiştik.” (33/9) “Hani üzerinize bir ordu gelmişti de biz onların üzerine yeli ve göremediğiniz orduyu göndermiştik.”
Ziraatta iklimin etkisi ne kadar çok ise savaşta da hava şartları o kadar önemlidir. Tam yenilmekte iken rüzgar gelir ve şartları değiştirir. Savunmayı kolaylaştırır, saldırmayı zorlaştırır. Dolayısıyla insanlar beklenmedik durumlarla karşılaşırlar.
KUVVET ANLAMNDA RIH: Rıh, rüzgar kuvvetinin ötesinde gelen olarak kuvvet anlamına gelir. Ancak bu kuvvet biraz güç anlamına dönüşmüştür. Kuvvet Kur’an’da kuvvet olarak, enerji kudret olarak, güç olarak rıh anlamındadır.
و لا تنازعوا فتفشلوا و تذهب ريحكم واصبروا(8/46)
“Tenazu etmeyin yoksa feşl eder ve rihiniz zihab eder. Sabredin.” (8/46).
“Çekişmeyin yoksa dağılırsınız, gücünüz gider. Dayanın.”
Burada rıhın güç anlamında olduğu çok açık olarak bellidir. Buradaki güç karşı tarafa etki etme gücü, savaşma gücüdür. Rüzgarda mevcut yenme şeklindeki güçtür. Yani mekanik güçtür. Birlikte yararlanılan güçtür. Daha doğrusu ısı gücünü iş gücüne çevirir. Bütün ısı makinelerinin esası sıcak yerde bulunan ısıyı soğuk yere akıtırken aradaki akıştan yararlanarak güç elde etmektir. Rüzgarın esmesi budur. Soğuk yerde ağırlaşan hava hafif olan sıcak yere doğru akar. Orada hızını bırakarak iş yapar. Soğuyarak iş yapar. Hareketi sağlayan iki güç vardır. Biri elektromagnetik güçtür. Diğeri de termodinamik güçtür. Rıh, termodinamik ruhu ifade eder.
أن يشأ يسكن الريح فيظللن رواكد على ظهره (42/33)
“Meşieti olursa rıhı iskan eder de zahri üzerinde rakid olarak sakin olurlar.” (42/33)
“Dilerse gücü durdurur da sırtüstü durgun kalırlar.”
TAYYIB RIH:
حتى اذا كنتم فى الفلك و جرين بهم بريح طيبة ( 10/22)
“Ta ki siz fulk içinde iken ve onlar tayyıb bir rıh ile cereyan ederken.” (10/22)
“Siz geniler içinde iken ve onlarla yumuşak bir yel ile akıp giderken.”
Gemlenmiş rıhtır. Yani insanın emrine girmiş bir rihtir. Bütün olaylar ve hayat, enerjinin bir yerde depolanması ve oradan gerekli kadarının kullanılmasıdır. Habis, vücuda zarar veren yiyecekler için kullanılır; tayyib ise faydalı yararlı olan yiyecekler için kullanılır. Enerjinin de böyle halleri vardır. Dizginlenen enerji yararlı hâle gelir, baraj olur ve elektrik enerjisini üretir. Dizginlenemeyen enerji ise sel olur ve kentleri yıkar.
RUHALI RIH:
فسخرنا له الريح تجرى بامره رخاء حيث اصاب(38/36)
“Ona emriyle isabet edecek yere ruhaen cereyen eden rihi verdik.” (38/36)
“Ona emriyle varacak yere götüren yavaşça esen yeli verdik.”
Ruhalı rüzgar, dizginlenebilen rüzgardır. Kazan çok ısınırsa patlar, rüzgar çok hızlı eserse kasıp kavurur. Ama yavaş eserse o zaman biz ondan yararlanırız.
SIRLI RIH: Türkçede sesler takırtı, sarsıntı gibi “ıntı” takısı ile ifade edilmektedir. Arapçada ise sesin tekrarı ile dörtlü kök üretilmektedir. Zelzele, silsile bu şekilde üretilmiş kelimelerdir. Sarr kelimesi türkçedeki sarsmak kelimesi ile aynı anlamdadır. Sarsara mastar olarak geçmektedir.
كمثل ريح فيها صر اصابت حرث قوم ظلموا انفسهم (3/117)
“İçinde sır bulunan rih misali gibidir. Nefislerine zulmeden kavmin harsına isabet etmiştir.”(3/117) “İçinde sarsıntı bulunan yel gibidir. Kendilerine kötülük yapan toplulukların ekinlerini vurmuştu.”
İçinde sarsıntı bulunan rüzgar denmektedir. Rüzgar aynı zamanda varlıkları titreştirmektedir. Elastik cisim rüzgar vasıtasıyla eğilmekte, aldığı ivme ile rüzgarın önüne geçmektedir. Sonra geri dönüşe başlamakta ve tekrar eski yere doğru gelmektedir. Öz titreşimle sallanmaya başlamaktadır. Yapraklar bunun için rüzgarda sallanırlar. Bu sarsıntı çok şiddetli olduğu zaman veya öz frekansları uyumlu hâle geldiği zaman yıkıma sebep olur. Böylece kasırga dediğimiz rüzgara dönüşür. Hortum olarak Amerika’da görülen bu rüzgarlar zelzele kadar yıkıcı olmaktadır. Allah kâfir olan kavme sarsıcı rüzgarlar gönderdiğini ifade etmektedir. Ancak doğrudan rüzgar olarak değil de misal olarak vermektedir. Yani fiziki rüzgardan çok sosyal rüzgardan bahsetmektedir. Topluluk içinde beklenmedik fırtınalar olur ve azgın topluluklar cezalarını çekerler. Tarihte hep böyle olmuştur. Sovyetlerin çökmesi bunun açık delili olduğu gibi; Şubat Hükümetlerinin başına gelenler de bu tür sarsıntılar olmuştur. Tarih bu gözle incelenmeli ve ihtimaliyat rakamları ile gerçekler ortaya konmalıdır. Aslında düzeni bozulan bir topluluğun hayatta kalması ilme aykırıdır. Hukukun kurallarını çiğneyenler sonra o hukukun cenderesinde kendileri ezilip giderler.
Misal: Refah Partisi muhakeme edilmiş, hukuka aykırı olarak kapatılmış ve milletvekillerinin milletvekillikleri düşürülmüştü. Bu hukuka aykırı idi:
a) Savunması alınmayan kişiler mahkum edilmişti.
b) Dokunulmazlığı olan milletvekilleri mahkum edilmişti.
c) Yasaklar davacısı olmadığı halde iptal edilmişti. Davacı ile hakim birleşmişti.
d) Hükümler mâkabline teşmil edilmişti.
Meclis bu kararı dinlemeyecek ve keenlemyekün sayacaktı. Çoğunluğu rahatsız etmediği için saymadı ve iptal etti. Sonra Cumhurbaşkanı seçimi yapılırken partiler ve milletvekilleri yüce divan olması sebebiyle anayasa mahkemesinden korktular ve istemeye istemeye cumhurbaşkanını seçtiler. Sonra işler yürümedi ve ona karşı geldiler. Batan ekonominin faturasını ona çıkarmaya başladılar. Türkiye’de yaşamayan ve seçilmemiş bir kişiye Türkiye’yi teslim ettiler. Başarmaları mümkün değildir. Çünkü;
a) Bu hükümetin arkasında siyasi irade olsa bile millî irade yoktur.
b) İktidar tecezzi etmez. İktidar millî hakimiyetin dışında birisine emanet edilemez.
c) Bu bakan Türkiye ekonomisini bilmemektedir. Öğrenmesi için yıllar gerekir.
d) Türkiye batmaktadır. Onu ancak Millî Koalisyon Hükümeti millî irade ile kurtarabilir. Onun dışındaki bütün güçler ancak onu yıkar. Amerika kendisi yıkılıyor. Türkiye’yi nasıl kurtaracaktır?.
İşte bu durum rıhı sarsardır. Bu bir benzetmedir.
و اما عاد فأهلكوا بريح صرصر عاتية(69/6)
“Ad ise serseri âtıye bir rih ile ihlâk edildi.” (69/6)
“Ad’ı ise kocaltan sarsıcı bir yel ile helak ettik.”
فارسلنا عليهم ريحا صرصرا فى ايام نحسات(41/16)
“Onların üzerine nehısat eyyamında bir sarsar rıh irsal ettik.” (41/16)
“Onların üzerine uğursuz günlerde sarsıcı bir yel gönderdik.”
انا ارسلنا عليهم ريحا صرصرا فى يوم نحس مستمر(54/19)
“Biz onların üzerine müstemir nehıs yevminde sarsar bir rıh irsal ettik.” (54/19)
“Biz onların üzerine uğursuz bir günde sürekli esen yel gönderdik.”
ÂSIF VE RIH: Sarsar rıh hortum rıhtan dönen ve yükselen bir yerdir. Bunun dışında bir istikamette çok şiddetli bir şekilde esen ve ortalığı yakıp yıkan rıh da vardır. Buna asıf rıh denmektedir. Bunu değişik ifadelerle anlatmaktadır.
و فرحوا بها جائتها ريح عاصف و جائهم الموج من كل مكان(10/22)
“Onlara âsıf bir rıh ciet etmiş ve her mekandan onlara mevc ciet etmiştir.” (10/22)
“Onlara kasırga yeli gelmiş ve her yandan onlara dalga vurmuştu.”
Burada yıkıcı rıhtan bahsetmektedir. Dalgalandıran rıhtan bahsetmektedir Dalga denizin yüzünü yalar. Basıncı azalır, dalga yükselir. Arkasındaki rüzgar ise basınçlı olduğu için çöker. Su zerreleri yerlerinde dönmeye başlarlar. Bu bir enerjidir. Gemileri parçalayabilir.
فيرسل عليكم قاصفا من الريح فيغرقكم بما كفرتم(17/69)
“Size rıhdan bir kasıf irsal eder de küfrettiğinizden dolayı sizi gark eder.” (17/69)
“Size deviren bir yel gönderir de küfrettiğinizden dolayı sizi boğar.”
Âsıf isim olarak geçmekte, rııh ise âsıfın cinsi olmaktadır. Demek ki rıhtan başka âsıflar da vardır. Elektromagnetik dalgalara başka yerlerde işaret edilmektedir.
و لسليمان الرح عاصفة تجرى بامره (21/81)
“Süleyman’a emriyle cereyan eden âsıfe olarak rih verdik.” (21/81)
“Süleyman’a buyruğuyla gidecek yönelmiş yel verdik.”
Burada da âsıfe olarak rıh denmektedir. Bu da âsife olmayan rıh da vardır demektir. Gerçekten bir de naşire rıh vardır. Rıhın vasfı olarak geçmekte ise de, naşirat karşılığı geçmektedir. Kıyas olarak rüzgar için de düşünülebilir.
اعمالهم كرماد أشدت به الريح فى يوم عاصف(14/18)
“Amelleri âsıf yevmde rıhın iştidat ettiği rimad gibidir.” (14/18)
“İşleri fırtınalı bir günde savrulan kum yığını gibidir.”
Burada âsıf yevmin sıfatı olarak geçmektedir. Âsıf yevme sıfat olmuştur. Bu tür rüzgarların belli vakitlerde kümelendiği görülür. Meteorolojik gözlemlerle bunların yer ve günleri belirlenmektedir.
AKIM RIH
وفى عاد اذا ارسلنا عليهم الريح العقيم(51/41)
“Ad’da da sizin için âyet vardır. Hani onların üzerine akîm rıhı irsal etmiştik.” (51/41)
“Ad’da sizin için kanıtlar vardır. Hani onların üzerine kısır bırakan yeli göndermiştik.”
“Kısırlaştıran yeli irsal ettik.” demektedir. Soyunu sopunu kesen ve yerle bir eden bir rih anlamımdadır. Bu tür esen rüzgarların sonunda ormanlarda bazı ağaçların kökü kesilir, hepsi kurumaya başlar. Bu olay bize tarihte nesilleri tükenen canlıların nesillerini nasıl tükettiklerini açıklamaktadır. İklim değişikliği belli bir virüsün üremesine sebep olur, o da belli türdeki canlıların kökünü keser. Sosyal olaylarda da buna benzer hadiselerle karşılaşılır. Evrime ayak uyduramayan toplulukların kökleri kurur. Onların arasında rıhı akım eser.
ELİM AZAPLI RIH
بل هو ماستعجلتم به ريح فها عذاب اليم(46/24)
“Doğrusu o istical ettiğiniz bir rihtir. İçinde elim azap vardır.” (46/24)
“Doğrusu acele istediğiniz bir yeldir. İçinde acıklı eziyet vardır.”
Burada sıkıcı eziyet veren rıhtan bahsetmektedir. Toplulukları mahvetmez, yok etmez ama halkını sıkıntı içinde üzer. Türkiye Cumhuriyeti tarihi böyle bir sosyal rüzgar ile kavrulmuştur. Hâlen de kavrulmaya devam etmektedir.
الرياح RIYAH: Riyah, rıhın çoğuludur. Tekil olarak “rih” daha çok zarar verici anlamda kullanılmış, “rıyâh” ise faydalı olarak vasıflandırılmıştır. Rıh, münferit ve kuralsız esen rüzgar demektir. Rıyâh ise, kurallı ve devamlı esen rüzgar demektir. Rahatlıkta genellik de vardır. Bir tarafı soğuk, diğer tarafı sıcak oluyorsa bu hastalık yapar. Kuralları olan hareketler insanlar için yararlıdır. Zira insanlar onlardan korunmayı ve ondan yararlanmayı bilirler. Oysa kuralsız hareketler insanlar için zararlıdır. Hukuk düzeni kurallar düzeni demektir. Kur’an buna işaret ederek rıhı kötülük, rıyâhı ise iyilik için kullanmıştır. Bununla beraber münferit olaylarda da Allah’ın rahmeti olduğu için onda da yarar görülmüştür.
والله الذى ارسل الرياح فتثير الصحاب فسقناه الى بلد ميت فاحيا به الارض بعد موتها
و تصريف الرياح ايات لقوم يعقلون (45/5)
“Onunla mevtinden sonra beldeyi ihya etmiştir. Ve rıyahın tesrifinde akleden kavm için âyetler vardır.” (45/5)
“Onunla ölü kentlerini diriltmiştir. Yellerin esişinde akleden topluluklar için kanıtlar vardır.”
وتصريف الرياح و الصحاب المسخر بين السماء و الارض لايات لقوم يعقلون(2/164)
“Riyahın ve sema ile arz arasında müsahhar olan sahâbın tasrifinde akleden kavm için âyetler vardır.”(2/164)
“Yellerin ve gökle yer arasında görevli bulutun akışında akl eden topluluk için kanıtlar var.”
Tasrif, yönlendirmek demektir. Onu yönetmek demektir. Tâbi olduğu kanunlar ve gittiği istikametler demektir. Yeryüzünün karalarında doğudan batıya Himalaya ve Alp silsilesi uzanır. Amerika’da kuzeyden güneye And dağları uzanır. Bunlar yeryüzünde oluşan rüzgarları yönlendirmektedirler. Ekvator’dan kalkan rüzgarlar bu dağlara çarpıp yağmur olmaktadır. Bu dağlar sayesinde devamlı olarak doğu-batı rüzgarlarına maruz kalmıyor.
و ارسلنا الرياح لواقح فانزلنا من السماء ماء فاسقيناكموه (15/22)
“İlkah edici rıyahı irsal edip rahmetini eydi beyninde semadan mai inzal ederek onu size iska ettik.”(15/22)
“Dölleyici yelleri gönderip gökten suyu indirerek onunla sizi suladık.”
Rüzgar bitkilerin erkek tozlarını çiçeklerin dişi yerlerine yerleştirmektedir. Bundan dolayı dölleyicidir. Bunun dışında su yüklü hava, yabancı tozlarla ilkah edildiğinde yağmur olmaktadır. Bu bakımdan da ilkah edicidir. Bugün elektronikte kullanılan yarı iletkenlerin hepsinde az miktarda yabancı maddenin ilkahı ile oluşmaktadır. Böylece ilkah yalnız canlılarda değil cansız cisimlerde de sözkonusudur.
والله الذى ارسل الرياح فتثير الصحاب فسقناه الى بلد ميت (35/9)
“Allah riyahı irsal eden kimsedir. (Riyah) sahâbı isar eder de meyyit beldeyi iska ederiz.” (35/9)
“Allah yelleri gönderen kimsedir. (Yeller) bulutları sürer de biz onunla ölü kentleri diriltiriz.”
الله الذى يرسل الرياح فتشير صحابا فيبسطه فى السماء(30/48)
“Allah riyahı irsal edip sahâbı isar ederek onu semada best eden kimsedir.” (30/48)
“Allah gökten yelleri gönderip bulutları sürerek onu gökte yayan kimsedir.
Güneş denizlere vurur, su buharı denizden yükselir. Sıcak hava baca görevini görür. Henüz ısınmamış olan yerdeki soğuk hava oraya hücum ederek doldurur. Bu sefer o yerin havası boşalır. Rüzgar döngü yapmaya başlar. Tıpkı damarlarda olan kalb gibi dolaşmaya başlar. Bu arada denizlerden aldığı suyu dağlarda bırakır. Yani rüzgarın asıl görevi denizlerden çıkıp bulutlaşan suyu dağlara götürüp yağışa dönüştürmektir.
و هو الذى يرسل الرياح بشرا بين يدي رحمته(7/57)
“O rahmetinden önce büşren rıyahı irsal eden kimsedir.” (7/57)
“O rahmetinden önce müjde olarak yelleri irsal eden kimsedir.”
و هو الذى ارسل الرياح بشرا بين يدي رحمته(25/48)
“O rahmetinden önce büşren rıyahı irsal etmiş olan kimsedir.” (25/48)
“O rahmetinden önce müjde olarak yelleri irsal etmiş olan kimsedir.”
و من يرسل الرياح بشرا بين يدي رحمته(27/63)
“Rahmetinden önce büşren rıyahı kim irsal ediyor?” (27/63)
“Rahmetinden önce müjde olarak yelleri kim gönderiyor?”
و من أياته ان يرسل الرياح مبشرات و يذيقكم من رحمته(30/46)
“Mübeşşir olarak rıyahı irsal edip rahmetinden size ızake ettirmesi onun âyetlerindendir.” (30/46)
“Müjdeleyici olarak yelleri gönderip rahmetinden size tattırması O’nun kanıtlarındandır.”
Allah olacak olayları insanlara haber vermek için çeşitli uyarılar koymuştur. Yağmurdan önce yağmuru haber veren bulutları gönderir. Bugün hep bu ön değişimler sayesinde hava raporları tanzim edilmektedir. Sosyal olaylar da böyledir. Gelecek bir fırtına varsa önceden alametleri belirlenir. Asgari zararı en az olacak şekilde atlatılır.
فاختلط به نبات الارض فاصبح هشيما تذروه الرياح(18/45)
“Onunla arzın nebatı ihtilat etmiş, peşinden riyahın zerv ettiği heşime dönüşmüştür.” (18/45)
“Onunla yerin bitkileri karışmıştır. Peşinden yellerin savurduğu kurulara dönüşmüştür.”
Dökülen yapraklar, kuruyan yapraklar rüzgar tarafından çevreye yayılarak oralarda çürümeleri sağlanır. Yoksa ağacın altında çürür. Kirlilik meydana getirir. Rüzgar esmeyen yerde nasıl çevre kirliliğinin oluştuğunu herkes bilmektedir.
Reyhan (Bitki): Reyhan (Bitki kokusu): Rih (Koku): Rih (Rüzgar): Rih (Güç): Ruh (Manevi güç): Revah (Akşam rüzgarı): Revah (Akşam dönüşü)
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlayan: REŞAT NURİ EROL
ADİL DÜZENDE GENEL HİZMETLER - VII
MESLEKÎ DAYANIŞMA
İlim amel içindir. Teorik ilimler öğrenildikten sonra pratik ilimlere geçilecektir. İnsanları altı ilmi dereceye ayırmıştık. Bunlar; başlangıç, temel, ilk, orta, yüksek ve üstün sınıflardır.
Kuvveti üstün tutan anlayışa göre insanlar doğuştan üstün doğarlar.
Bunlar da dört gruba ayrılırlar:
a) Üstünlük soyla ilgili olup her hususta diğer insanlardan üstün olan insanlar vardır. Tarihte hanedan anlayışı uzun zaman egemen olmuştur. Irk üstünlüğü günümüzün de çekim alanıdır. (Monarşistler)
b) Askerlerin çocukları asker doğar ve diğer insanlardan üstün oluyorlardı. (Sosyalistler)
c) Rahiplerin çocukları üstün doğar ve diğer insanlardan üstün oluyorlardı. (Teokratlar)
d) Nihayet zenginlerin çocukları zengin doğar, diğer insanlardan üstün oluyorlardı. (Kapitalistler)
Bunun yanında Marx gibi filozoflar da insanlar arasında farklılık olmaması, bütün insanların eşit olması ilkesini getirmişlerdir. Bu teorinin uygulandığı yer hiçbir zaman olmamıştır. Olması da mümkün değildir. Her şeyi bıraksak, çocuklarla büyükler bir olmayacaklardır. Akıl hastaları akıllılar ile bir olmayacaklardır. O halde insanlar arasında eşitlik olmayacağı kesindir. Ancak bu sınıflama ve derecelendirme nasıl olacaktır. Bunun üzerinde durulması gerekir.
Bunun için Kur’an’ın getirdiği temel ilkeler vardır:
a) Kur’an’a göre tüm insanlar, kadın olsun erkek olsun herkes, aynı nefisten yaratılmışlardır. İnsan olarak aralarında fark yoktur. Kur’an’ın bu bildirisi bugünkü genetik ilmi tarafından doğrulanmıştır. Her canlı türünün kendisine özel Koromozomları (Salsalleri) ve bu kromozom üzerine dizilmiş Genleri (Xamaları) vardır. İnsanlar eşleşerek yeni insanlar oluşturmaktadırlar. Esas yapı itibariyle insanın tür olarak yapısında fark yoktur. Dolayısıyla kişiliklerinde de herhangi bir ayrıcalık yoktur.
b) İnsanlar farklı gen yapılarına sahiptirler. Kimi siyah, kimi beyaz; kimi kadın, kimi erkektir. Ancak bunlar değişik özelliklerdir, üstün özellik yoktur. Yani insanlar farklıdır ama bu farklılık kişilikte üstünlük sağlamamaktadır. Herkes kişi olarak eşittir. Farklılık toplulukta görev, yetki ve hakların bölüşülmesinde doğmaktadır.
c) İnsanlar gerek yaradılıştaki özellikleri, gerekse sonradan eğitim veya faaliyet yoluyla elde ettikleri özelliklerine göre değişik ehliyete sahiptirler. Yani, değişik iş yapma imkanına sahiptirler. Mesela, pilot olmayan uçak kullanamaz. Erkek çocuk doğuramaz. Kadın erkek kadar savaşamaz. İşte bu kabiliyete “ehliyet” diyoruz. Yine bir ehliyetin diğer ehliyetten üstünlüğünden çok; belli işte şu kişi daha ehildir, diğer işte de diğeri daha ehildir. Toplulukta bir işi yüklenip götürmek için ehil olmak gerekir. Bu ehilliği eskiden birbirini tanıyan kimseler kendileri takdir ediyorlardı. Bugün ise insanlar birbirini yakından tanımıyorlar. Diğer taraftan tanısalar da ehliyetlerini takdir edecek durumda değildirler.
d) Bugün “resmi ehliyet”e ihtiyaç vardır; “teminatlı resmi ehliyet”e ihtiyaç vardır. Şunu belirtelim ki, bugün ifrat ve tefrite gidilmektedir. Bazı konularda resmi ehliyet hiç aranmamaktadır. Mesela, sıvacı olmak için diplomaya gerek görülmemektedir. Bazılarında ise ehliyetsiz iş yasaklanmaktadır. Oysa “Adil Düzen”de resmi ehliyet vardır; hem de “teminatlı resmi ehliyet” vardır. Ancak teminatı olmayanlar da iş yapabilmektedir. Yasak değildir. Ehliyetsiz araba kullanabilirsin, ehliyetsiz hastayı tedavi edebilirsin, ehliyetsiz mühendislik yapabilirsin, avukatlık yapabilirsin. Ancak bunlarda şu hususlar ortaya çıkar:
1- Ehliyetsiz iş yapanlar verdikleri zararları bilgisizlikten vermişlerdir. Aksini ispat külfeti zarar verene aittir. Ehliyetli olanların verdikleri zarar kendi kusurları olmadan olmuştur. Aksini iddia eden taraf ispat etmekle mükelleftir. Mesela, bir hastayı doktor tedavi ediyor. Hasta ölüyor. Ölümün doktorun kusurundan dolayı olduğu ispat edilmedikçe doktor sorumlu değildir. Bir üfürükçü de hastayı tedavi ederken hasta ölse, hastanın kendiliğinden öldüğünü üfürükçünün ispat etmesi gerekir. Yoksa üfürükçü suçludur. Yani, ehliyetli olan işi düzgün yapmış kabul edilir, aksini iddia eden ispatlar. Ehliyetsiz olanın zararı ise ehliyetsizlikten doğmuştur, tazmin eder.
2- Ehliyetli olanların verdikleri zararlar dayanışma ortaklıklarınca tazmin edildiği halde, ehliyetsiz olanların zararları dayanışma ortaklıklarınca tazmin edilmez. Kişinin de ödeme gücü yoksa zarar tazmin edilmemiş olur. Yani ehliyet işin aynı zamanda sigortasıdır. Ehliyetsiz kimseyi çalıştıranlar işlerini sigortalamamış olurlar.
3- Yapılan işler genel hizmetlik işleri ise ücretler kamu bütçesinden ödenir, bedava yapılır. Ehliyetsiz olanlar bu hizmetlerinin ücretlerini kendileri verirler. Kamu bütçesinden bunlar yararlanamazlar.
4- Ehliyetli olanlar hata yaptıkları zaman cezaları ehliyetlerinin ellerinden alınmasıdır. Dolayısıyla işlerini dikkatli yaparlar. Ehliyetsiz olanların elinden alınacak bir şey olmadığı için işlerini kandırmaca yaparlar. Bu sebepledir ki, bugün ehliyetsiz kimsenin araba kullanması veya doktorluk yapması suçtur. Oysa Adil Düzende böyle bir suç yoktur. Belirtilen dört müeyyide yeterlidir.
Bu “hâkim devlet” değil de “hâdim devlet” olmanın gereğidir. Bu sayede ehliyetliler sınıf oluşturup tahakküm kuramıyorlar. Yoksa nasılsa avukatlığı biz yapıyoruz diye mesleki taassuba girer ve sınıf oluştururlar. Başkalarının o mesleğe girmelerini de önlerler.
KOOPERATİFİN YACAĞI İŞLER
Biz bu genel hizmetleri hep kooperatif seviyesinde düşünüyoruz. İleride Adil Düzen Partisi kurulur, iktidar olunursa; o zamanda nasıl hareket edileceği hususu bu yazılarımızın konusu değildir. O konular parti programında yer alacaktır. Ancak biz bir iş yaparken şunları göz önüne almak zorundayız.
Çevremizde Adil Düzen yoktur. Biz kendi başımıza Adil Düzene ait bir işletme kuracağız. Bunun nasıl başaracağız? İlk canlı gibi biz de şimdi tek hücre olarak Adil Düzeni oluşturacağız. İşletmemizin içi Adil Düzene uygun olacak, dış ilişkilerimiz ise çevre şartlarına uyacaktır. Bunun için bizim çevre ile ilişki kuran aracılara ihtiyacımız vardır. Kur’an bunları da bize öğretmiştir.
Kur’an’a göre dört tür insan vardır:
1- İnanmışlar ve kendilerine bir başkan seçmişler. Onun hakemliğinde Adil Düzen işletmesinin teorisini geliştiriyor ve işletmeyi yönetiyorlar. (Kur’an bunlara “evvelûn, sâbikûn, mukarrebûn” diyor.)
2- Adil Düzene uymayı kabul etmişler ama kendileri Adil Düzen için çaba göstermiyorlar. Sadece ilişkilerini Adil Düzene göre kuruyorlar. Adil Düzene inananlar bunlarla iş yaparlar. Adil Düzene uymayı da kabul etmeyen kimselerle direkt ilişki kurmazlar. Başkan bunlarla da iş ilişkileri kurmaz. (Kur’an bulara “Ashab-ı Yemin” diyor.)
3- Bundan sonra gelenler, kendileri Adil Düzene göre iş yapmıyorlar, ama Adil Düzene karşı da değildirler. İnsani ilişkileri insanlık kuralları içinde sürdürüyorlar. Mesela, bunlar ortaklık olarak iş yapmıyorlar, işçi olarak iş yapıyorlar. Bunları ashab-ı yeminler ücretle çalıştırırlar, ama işletmeden ise emek payı olarak alırlar. Kâr - zarar onların olur. Bunlardan sabit kira ile kiralarlar, işletmemize ortaklık payı şeklinde koyarlar. Böylece işletme içinde Adil Düzen kuralları uygulanır. Ortaklar ise dışarı ile olan ilişkilerinde cari sistemi uygularlar.
4- Adil Düzene karşı çıkan insanlar da olacaktır. Bunların şerrinden uzak kalabilmek için tedbirler almak gerekecektir. Bunun için onlardan uzak durmak gerekir. Bunun çaresi, onların etkili olacağı işleri yapmamaktır. Ona dair işletmeleri kurmamaktır. Bunları şöyle sayabiliriz:
1) İhracat veya ithalata dayalı işletmeleri kurmamaktır. Çünkü bu alan sömürücü sermayenin elindedir. Bizi batıracak şekilde ayarlama yaparlar.
2) Tekel olan işlere ait işletmeler yapılmamalıdır. Çünkü tekel her zaman bizi çökertir. Devletin de tekel olduğu unutulmamalıdır. Merkezi yönetim devam ettikçe, sadece devlete satacağımız veya sadece devletten alacağımız bir mala dayanan işletme kurmamalıyız. Devlet cari sistemle çalışıyor, ihtiyaçlarını da cari sistemde karşılasın.
3) Bugünkü kanunlara göre meşru ama bize göre gayrimeşru olan işletmeleri de biz kurmamalıyız. Mesela, sigara ticareti yapmamalıyız. Ücretli avukat, doktor, mühendis çalıştırmamalıyız. Bunları cirodan pay ilkesi içinde istihdam etmeliyiz.
4) İslâmiyet’te meşru olmakla beraber, eğer bugünkü mevzuata aykırı ise işletmemiz onu da yapmamalıdır. Mesela, İslâmiyet’te gümrük yoktur. Kaçakçılık da yoktur. Ama biz kaçak mal ticaretinin işletmelerini kurmamalıyız.
Kış mevsimlerinde sera yaparlar, fideleri orada yetiştirirler. Mart gelince onları açık yere taşırlar. Bazı seralar vardır ki hep serada iş yaparlar. Biz de Adil Düzeni böyle bir serada kuracağız. Onu çevreden yalıtacağız. Ondan sonra eğer bahar gelirse dışarıya taşırız. Yoksa hep serada imalata devam ederiz. Ancak unutmamak gerekir ki, üretim serada olsa dahi ürün dışarıya satılacaktır. Ham madde, su ve elektrik dışarıdan alınacaktır. O halde pazarlama Adil Düzene göre değil, cari düzene göre yapılacaktır. Ancak bunu işletme yapmayacak, ortaklar yapacaktır.
Bunu Ahşap Evler ve Market üzerinde açıklayalım.
Akevler bir işletme kurmuştur. Burada Ahşap Evler üretecektir. 100 ortağımız her ay 100’er dolar vereceklerdir. Ayda 10 000 dolar gelecektir. Adil Düzene göre 10 işçi çalıştırılacak ve her ay bir ev imal edilecektir. Burada olan kısım tamamen Adil Düzene göre çalışacaktır. Bu evler ne olacaktır? Bu evler yine Adil Düzene göre oluşmuş bir sitede yerleştirilecektir. Bu sitedeki evler ortakların olacaktır. Ortaklar bu evleri ne yaparlar? İster satar, ister kendileri otururlar. Satarlarsa, işletmemiz devam eder. Satamazlarsa, işetmemiz durur. Eğer siparişler çok gelirse iş ortaklarımızdan parçaları pahalı alacağız. Onlar gidip başka atölyelerde imal ettirecekler ve bize satacaklardır. Böylece yine Adil Düzen işletmemizi korumuş oluruz. Dışarıyla biz değil, ortaklarımız aracılığıyla ilişki kurarız.
Marketlerde de tamamen Adil Düzenin kurallarını uygularız. Tüccar ortaklarımız dışarı ile ilişki kurarlar. Onlar dışarıdan çekle veya bono ile mal alırlar. Getirip mağazaya konsinye olarak koyarlar. Satılmazsa, başka mal da olsa geri alırlar. Böylece Mala-Mal Mağazaları çalışmaya başlar.
Demek ki, Adil Düzen sosyal seralı bir işletme tarzı ile faaliyete geçecektir. Adil Düzene göre bir hizmet getirilmeden cari düzende huzursuzluk yapacak işlerden kaçınmalıyız. Sosyalistlerin hatalarına düşmemeliyiz.
MESLEKİ DERECELER
İLMİ EHLİYET İŞ İLK SON YILDA GERİ
RÜTBE ÇEVRE NİSBET ÇEVRESİ DERECE DERECE ALDIĞI HİZMET
YAŞI YAŞI DERECE YAŞI
BAŞLANGIÇ - - İlçe 7 40 5 48
TEMEL BUCAK 1/3 İl 10 43 6 50
İLK İLÇE 1/10 Bölge 15 48 7 55
ORTA İL 1/100 Ülke 20 53 8 60
YÜKSEK BÖLGE 1/1000 Kıta 25 58 9 65
ÜSTÜN ÜLKE 1/10000 İnsanlık 30 63 10 70
Açıklamalar:
a) İlmi rütbeler ilmi dayanışma ortaklıklarınca tevcih edilir. Nüfus sayısına göre tevcih edilir.
b) İş çevreleri içinde teminatlı işler yaparlar.
c) En ilk yaşı dolduranlar o ehliyeti iktisap ederler.
d) Her yıl bir yerde çalışsın çalışmasın mesleki derece alırlar.
e) Son derece yaşından sonra da işlere devam ederler. Mesleki dereceleri artmaz. Emeklilik dereceleri her yıl artar.
f) Geri hizmet yaşından sonra sorumluluk ve ağırlık dereceleri 1’den yukarı olmaz.
Dereceler şöyle sınıflandırılır:
a) İlmi derece. İlmi rütbelilerin her yıl kendiliğinden aldığı derecedir.
b) Kabiliyet derecesi. Mesleki kuruluşların kabiliyetlerine göre tevcih ettikleri derecelerdir. 1 ile 2 sayıları arasında bir katsayıdır.
c) Sorumluluk derecesi. İşyeri derecesidir. O kadroya atanan hiçbir iş yapmasa da sorumluluğu vardır ve ücret alır.
d) Ağırlık derecesi. İşyerindeki kişilerin yıpranmaları ve ağırlıklı olması sebebiyle verilen bir değerdir.
Emeklilikte ilmi derece ile ağırlık derecesi esas alınır. Kabiliyet ve sorumluluk dereceleri etki etmez. Ağırlık nisbetinde daha çok çalışmış olur. Ona göre ilmi derecesi yükseltilir.
Emek payının paylaşılmasında kabiliyet ile sorumluluk esas alınır. İlmi derece şart olarak ortaya konur. Ağırlık ise, aynı işi yapan herkes için aynı ağırlık kabul edilir.
Götürü verilen işlerde ehliyet sadece şart olup o işi yapabilmek için o ehliyet şartı aranacaktır.
Ücretlerde ise ilim, kabiliyet, ağırlık ve sorumluluk esas alınarak değerlendirme yapılır.
İŞLERİN YÜRÜTÜLMESİ İÇİN TARİHTEKİ AŞAMALAR ŞÖYLE OLMUŞTUR:
a) Kollektif üretim aşaması. Bu aşamada kişilerin başında bulunan kimse kişilere ne iş verirse onu yaparlardı. Sonunda başkan ihtiyaca ve katkıya göre ortak ürünü bölüşürdü. İlkel üretim biçimi budur.
b) Tarım döneminde herkesin kendi işyeri vardı. Kendisi çalışır, üretir ve pazarda satardı. Yahut kendisi tüketirdi. Aile fertleri bir arada çalışırdı.
c) İşçilik döneminde işyeri patronun olmaktadır. O iş vermekte, iş yapanlar da onun isteklerine göre iş görürler. Burada kişilerin teşebbüs kabiliyetleri tamamen ellerinden alınmıştır.
d) Adil Düzen döneminde yukarıdaki üç üretim şekli varlığını sürdürecektir. Tamamen ortadan kalkmayacaktır. Ancak standart işlerde ve malların üretilmesinde tamamen yeni üretim biçimi ortaya konacaktır. Genel hizmet üretim şeklidir.
Bir kimse mesela kavaktan kapı imal etmeyi tasarlamıştır. Bunu projelendirir, denemeler yapılır, kontrol şekilleri belirlenir. Bir taraftan örnek olarak kapı çıkar, diğer taraftan onun detay ve imalat projeleri ortaya çıkar. Bu proje ve örnek kooperatif tarafından bedelsiz teşhir edilir. Bunu gören sermaye sahibi tüccar 200 kapılık ham madde alacağını ilan eder. Karşılığında 150 kapı ister. Kimse imal etmez. Her gün veya hafta miktarı düşürerek imal edecek atölyeyi arar. Mesela, 90 kapıya inince siparişini almış olur. Üretici 200 kapılık ham madde alır, 90 kapısını tüccara verir. Tüccar bunu Mala-Mal Mağazasına koyar. İşçiler de kendi paylarını Mala-Mal Mağazalarında istedikleri değerle koyarlar. Halk da bunu satın alır. Almazsa gecikir. Sermaye payından yararlanılarak fiyat düşmeye başlar. Sonunda satılır. Halk onu kullanır. Beğenirse, artık süratle üretilmeye başlanır.
Burada görülüyor ki, proje üretim biçiminde hâkim olan projedir. Serbest fiyat ve ücretlerdir. Kooperatifin görevi bu sistemi çalıştırmaktır. İnsanlık önce bir maldan başlayarak ileri teknolojiye ulaşacaktır. Bunun ilk denemesini yapacağız.
İŞYERLERİ
Teşebbüsler dört derecededir.
1) 10 kişiden az işçinin çalıştığı işletmelere küçük işletmeler denir. Küçük işletmeler köylerde oluşturulur. Köyün ortalama nüfusu 500’dür. 200 aile vardır. İkişer kişi olarak alsak 10 işletme, beşer kişi alsak yine 40 kadar işletme olacaktır. Burada istihdaf edilen hedef her köyün bir malı üretmesi ilkesinden hareket edilmelidir. Bedava taşıma sistemi geliştirilmiş olacağı için bu köyde üretilen diğer köye gidecektir. Bunların genel hizmetini bucaklar yapar.
2) Bir ilçede 100 köy vardır. İlçe merkezlerinde orta derecede işletmeler kurulur. Bunlar 100’den fazla işçi çalıştıran işletmelerdir. İlçe merkezlerinde yer alırlar. Her ilçe kendisine bir standart mal alır ve onu üretir. Parçalar köylerde üretilir. İlçeler ise montajını yaparlar. Bunların genel hizmetini iller yapar.
3) Bir bölgede 100 ilçe vardır. 1000’den fazla işçi çalıştıranlar büyük müteşebbislerdir. Her ilçe halkın ihtiyacı olan temel maddeleri üretir. Savaş zamanında her bölge kendi kendine yeterli olmalıdır. Ülke 10’a yakın bölgeye ayrılmıştır. Savaşta bir cephe düşse bile kalanları kendi kendine yeterli olmalıdır. Büyük teşebbüslerdir. Bunların genel hizmetini ülkeler yapar.
4) Üstün teşebbüsler kıta merkezlerinde bulunur. Bunlar uluslararası firmalardır. Daha çok taşıma ve tehlikeli madde ticaretini yaparlar. Bunların genel hizmetini insanlık yapar.
İŞLETMELER DÖRT ÇİFT GİRDİYE SAHİPTİRLER:
a) TESİS VE ALT YAPI HİZMETLERİ: Bunlar mülk ortaklığı ile oluşur. Planlamada yer alınan şekilde inşaat yapılır. Her sitenin kendine has mülkiyeti vardır. Hatta her arsanın mülkiyet durumu farklıdır. Bir de buraya altyapı getiren vakıf kurumlar vardır. Altyapı tekeldir. Özel işletmeye verilemez. Ancak vakıf müesseseler bu tesisleri işletir ve bakımlarını yaparlar. Vakıfların işletilmesi de genel hizmet meyanındadır. 25 hizmetten biri de bakım hizmetleridir. Vakıfların bakımı bunlar tarafından yapılır. Vakıfların işletilmesi ise ulaştırma genel hizmetleri arasında yapılır. Elektrik ve su alıp satma da ayrı vakfın işidir. Bunlar da ambar hizmetleri içindedir.
b) İŞÇİLİK VE BAKIM İŞÇİLİĞİ: Ayrı bir girdidir. Üretim işçileri ürettikleri mal kadar pay alırlar. Bakım işçileri ise bakımını yaptığı makine ve yerlerde üretilen ürün miktarınca pay alırlar. Üretimden pay alanlar özel mülkiyet içinde bunu bölüşürler. Oysa bakım işçileri çalışmaları nisbetinde aralarında bölüşme yaparlar ama toplam paylarını üretimden alırlar. Böylece işletmelerinin devamlı çalışır halde bulunmalarını sağlarlar.
c) HAM MADDE VE YARDIMCI MADDE ORTAKLIĞI: Ham maddeyi getirip işletmeye verirler. İşletmeden de mamul madde alırlar. Ne var ki, elektrik ve su gibi bazı maddeleri kendileri getirmez, vakıflara öderler. Vakıflara yine üretimden bir pay verilir. Bugün bunu bir ortak yüklenir, kâr ve zararı onun olur.
d) NİHAYET, GENEL HİZMET VE DAYANIŞMA ORTAKLIKLARI VARDIR: Genel hizmet yapılacak işleri yapar, dayanışma ise zararları tazmin eder. Mesleki dayanışma beceri ehliyetini verir, kişi beceriksizlikten bir zarar yaparsa dayanışma içinde ödenir.
Herhangi bir ilmi derecede üstün ehliyetli olanlar genel kültüre sahiptirler. İhtisas işleri yoktur. Oysa mesleki dayanışma ortaklıkları ortaklarına mesleki ehliyet tevdi ederken ihtisaslarına göre tevdi ederler. İlk ehliyet 25 mesleğe göre yapılır. Fakültelere göre oluşan mesleklerdir. Hangi fakülteler hangi meslekleri icra ederler? Yani fakülteler bir taraftan ilimlerin bir uygulama örneğini verirler, diğer taraftan fakülteleri ilgilendiren mesleklerin pratiğinde eğitim yaptırır ve meslekle ilgili diplomalar verirler.
Fakültelerin verdiği mesleki diplomalar, meslekle ilgili bütün bilgileri öğretmekten ibarettir. Tıpla ilgili tüm bilgileri kendilerine verirler. Böylece mesleklerin dağılmaları ve parçalanmaları önlenir. Ancak bundan sonra meslekte ihtisaslaşma başlar. Yüksek ehliyet alanlar ihtisas da yapmış kimselerdir. Tıbbın değişik kollarında ihtisas yapmışlardır. Bunların sayısı ne kadar olacaktır? Bunu önceden kestirmemiz mümkün değildir. Tıp ilminin gerekleri kadar olacaktır. Pek fazla ihtisaslaşma da söz konusu olmayacaktır. Çünkü o takdirde de dağılma olabilir.
Ayrıca orta ehliyetliler ilk ehliyetlilere belli konularda izin verecek ve orada istihdam edeceklerdir. Demek ki, merkez ister istemez orta ehliyetliler olacak ve ilçelerde yer alacaklardır. Mesleki eğitim teoriden ziyade pratik yapmakla mümkün olur. Bir orta ehliyetli mesleki eğitimini bölgelerdeki mesleki okullardan alır. Bunun için değişik mütehassısların yanında belli zaman içinde asistanlık yaparlar. Değişik konularda bilgi edinirler. Bunları birleştirip pratisyen olmuş olur. Bölgedeki her mütehassıs bir mesleki dayanışma ortaklığına bağlıdır. Mesleki dayanışma ortaklığına da belli sayıda orta ehliyet verme kontenjanı verilmiştir. Mütehassıs kendisine başvuran ve kendisine asistanlık yapacağı kimselerin çırağı olarak ders alır. Yetiştiği zaman ona ehliyet verir. O da ilçelere gidip mesleki faaliyete başlar. Kendisini yetiştirenin danışmanıdır. Gelirinin beşte birini diğer danışmaları ile paylaşmaktadır. Onların geliri de halkın onları hizmetli kabul etmesiyle başlar. Böylece sonunda herkes halk için çalışmak zorundadır. İşte “demokrasi” de budur. Oy atıp sonra ‘canıma oku’ demek demokrasi değildir. Bir konuda ihtisas kazanma işi ise daha da önemlidir.
Akademik kariyere sahip olanlardan herhangi biri bir meslekte otorite olmak istiyorsa, önce o meslekte ihtisas sahibi olacaktır. Mesela, göz doktoru olacaktır. Yahut ceza hukukçusu olacaktır. Sonra dünyadaki bütün kıta merkezlerini dolaşıp her kıta merkezinin yanında 6 aydan az staj yapmamak üzere onun vizesini alacaktır. Bunların da yeryüzünde kadroları vardır. Kendi sahasında otorite olacaktır. Ancak bunların kadroları ülkelere göre tahsis edilmiştir. Yani o otoriteler o ülkede olanlara ehliyet vereceklerdir. Otoriteler ilmi faaliyetlerini insanlık içinde yaparlar, talimatları ise ülkeleri için hazırlarlar.
Burada görülüyor ki, ilimde rütbe almak kollektif imtihanlar esasına göre olmakta, meslekte ise rütbe almak tamamen kişilerin özel ehliyetleri ile mümkün olmaktadır. El vermek veya ocağı sürdürmek demokratik anlayışı da sürdürecektir.
İşyerlerinde kalfalık, işçilik yahut çıraklık yapmak üzere verilecek ehliyetler tamamen ilçelerdeki hizmet görevlileri tarafından yapılacaktır. Onlar eğitip yetiştirecek ve onlar o meslekte ihtisas iznini vereceklerdir. Yahut işçilik veya çıraklık ehliyetini vereceklerdir. Tabii ki bu ehliyeti kazanmak için önce ilmi ehliyete sahip olmak gerekecektir.
KOOPERATİFLER NE YAPACAKTIR?
a) Kooperatifler bugün geçerli olan diplomaları esas alacaktır.
Okur-yazar olmayanları başlangıç,
Yeter derecede okur-yazar olanları temel,
Sekiz yıllık öğrenimini yapanları ilk,
13 yıllık öğrenim yapanları orta,
Yüksek tahsil yapanları yüksek,
Akademik kariyeri olanları da üstün ilmi ehliyetli olarak sayacaktır.
b) Ayrıca teknik okul veya fakültelerden mezun olanları da kendi mesleklerinde mesleki ehliyeti almış kabul edecektir.
c) Bunları kendisi özel yöntemle seçip kooperatif içinde teminatlı mesleki faaliyet göstermesine izin verecektir.
d) Bu seçme imtihanının yapabilmesi için baştan on kişilik yüksek öğrenim yapmış üstün kurucu atayacaktır. Bu üstün kurucular kooperatif içinde hizmet talimatlarını hazırlayacaklardır. Bunların programlarını yapacaklardır. Ondan sonra bu metinlerden imtihan olunarak kendilerine teminat verilecektir.
Hizmet kurucularından her biri ayrı ayrı bir yönetmelik yapar. Sonra bu yönetmelikleri kendi aralarında sıralarlar. Telifte birinci gelenle takdirde birinci gelen kuruculardan birini baş danışman yaparlar. Üçünün çalışmasıyla son metin ortaya çıkar. Bu metin üçünün ittifakı ile oluşur. Diğer kurucuların bu metinde itiraz etmedikleri hususlar bırakılır. Bu hizmet metni olur. Sonra her kurucu kendisine göre bu metindeki eksikliklerini tamamlar. İşletmeler kendilerine kimi danışman seçiyorlarsa o işletmede o metin geçerli olur.
Gerek ortak metin gerekse kurucu metinlerinde uygulamada bir zorluk çıkarsa, bütünlüğü bozacak farklılıklar olursa, o zaman hakemlere gidilir ve hakemler son sözü söylerler. Şartların değişmesi ile bir hüküm değişecekse yine hakemlerin kararı ile değişir.
Yapılan talimatların, projelerin, kararların yorumu yapanlar tarafından yapılmaz. Tüm metinlerin yegane yorumlayıcısı hakemlerdir. Kooperatifin ilk kuracağı hizmet hakemler hizmeti olacaktır. Arkasından, hatta daha önce, muhasebe hizmeti esas alınacaktır.
Demek ki kooperatifin kurulmasını herkes bir sermaye sorunu olarak görür. Oysa sermaye en kolay temin edilebilecek nesnedir. Sermayeniz olur. Siz bir zeki insanı alırsınız, ona muhasebe hizmetini kurdurursunuz. Onu sizden ayırmak için şeytan devreye girer ve onu sizden ayırırlar:
a) İlk yaptıkları iş, ona sizin verdiğinizden fazla imkan verir ve onu sizden uzaklaştırırlar. Eğer geri dönme tehlikesi varsa, onu yerinde tutarlar. Eğer geri dönme imkanı kalmazsa, işinden de atarlar.
b) Sizin kuruluşunuzda hizmete devam ederse; ona anasını, babasını, eşini, kardeşini, dostunu musallat edip baskı yaparlar ve ona bu hizmeti bıraktırırlar.
c) Bu da bir sonuç vermezse, onunla iş ilişkilerini keserler ve tüm yakınlarına boykot ilan ederler.
d) Bu da sonuç vermezse, ona mafyayı musallat ederler, tehdit ederler, korkuturlar. Maliye ile tehdit ederler. Savcı ile tehdit ederler. Mafya ile tehdit ederler. MİT ile tehdit ederler...
Şikayet ve ihbarlarda bulunarak bütün bunları sizin aleyhinize kullanırlar ve harekete geçerler. Siz eğer inanmış değilseniz, Allah’a güvenmiyor ve bu işleri Allah için yapmıyorsanız, o zaman bu baskılara dayanamaz ayrılırsınız. İşte asıl zor olan taraf inanmış insanı bulmaktır. Hazreti İsa; “Allah’a giden yolda bana kim yardımcımdır?” demiş ve ancak 12 arkadaş bulabilmişti. Bugün iki milyar insan 2000 sene sonra Hz. İsa’nın arkasındadır. Aramızda Hazreti İsa yoktur, ama Kur’an vardır. Bugün gelişmiş olan ilimler vardır. Kimler Allah’ın yolunda birleşirlerse onlar gelecek bin yılın medeniyetini kuracaklardır. Bu yazdıklarımızı gelecek nesillere aktarırsanız yine hizmetiniz çok büyük olacaktır. Bu yazılanlar önemli değil. Herkes biraz çalışır Kur’an’a kulak verirse bunları bulur.
Bizim asıl meselemiz insanları buna inandırmaktır.
Biz inanırsak Allah inananlara bizi arkadaş eder.
Biz İzmir’de 1967’den beri böyle çalışmalara girdik. Buralara kadar geldik...
Tekrar hatırlatalım. Bugün Türkiye inananları her alanda en yüksek seviyededirler.
a) Siyasette İslâmiyet zafere ulaşmıştır. Türkiye’nin en güçlü partisini İslâmiyet’i savunanlar oluşturdu. Bu yetmedi, bugün bütün partiler, HADEP ve CHP dahil hepsi İslâmiyet’e karşı cephe oluşturmaktan vazgeçmişlerdir. Hatta dostu olmuşlardır. Nereden nereye geldik? İnsanlar 1960’larda inananların siyasette yerleri olmayacağını sanmışlardı.
b) Dinde ülkemiz bütün dünyada teşkilatlanmıştır. Modern bir tarzda teşkilatlanmıştır. Müsbet ilmin savunucusu olarak teşkilatlanmıştır. Üniversiteleri ile teşkilatlanmıştır. Fatih Üniversitesi’ni kapatıyorlarmış! Onların elinden ancak bu gelir! Mikropların işi budur. Onlar kapatırlar, ama şunu unutuyorlar. Biz inananlar her zaman daha çoğunu ve daha iyisini açma gücüne sahibiz. Türkiye’de bu olmuyor mu? Allah’ın arzı yani Dünya geniştir. Kim dâvet ederse orada açarız. Ama şimdi biz güçlüyüz.
b) İlimde mi? İşte bu seminerler gösteriyor ki, biz ilimde çok güçlü hâle geldik. Korkak üniversiteler bizimle karşılaşmak için meydanlarda bile yoklar! Bizi saymıyorlar! Bizi konuşturmuyorlar, bizimle görüşmüyorlar! Görüşemezler, çünkü bizim elimizde müsbet ilmin meş’alesi var. Onların mumları bile yok. Sadece zor görülen yaftaları var.
c) Ekonomiye gelelim. Bakın ne haldeler? Göreceksiniz, Adil Düzen işletmeleri insanlığı krizlerden kurtaracaktır. Bugün de en çok ayakta duran veya ayakta kalan Anadolu sermayesidir. Şubat operasyonlarını (28 Şubat 1997 ve 21 Şubat 2001) Anadolu sermayesini çökertmek için yaptılar. Kendileri boğulmaya başladılar. Şimdi dışarıdan kredi alarak Anadolu sermayesini yeniden vuracaklar. Göreceksiniz. Onlar çökecek, ama Anadolu sermayesi varlığını Türkiye’de sürdürmezse dünyada sürdürecektir.
Biz sizlere bilgilerimizi aktarıyoruz. Bundan sonra siz bıraktığımız yerden devam edeceksiniz. Şimdiye kadar Adil Düzenin uygulaması yapılamadı. Teorisi geliştirildi. Denemeler yapıldı. Sizlere projeler üretiyoruz. Gelecekte siz uygulayacaksınız. Siz başaramazsanız, ulaştırdığınız kimseler uygulayacaktır. Cesur olunuz, korkulacak bir şey yoktur. Firavun sihirbazları çağırmış, onlara Musa’nın sihrini çürütün demişti. Firavun bile bunlardan haysiyetli idi. Çünkü o Musa’yı dinliyordu. Bunlar bize kulak vermiyorlar. Bizi söyletmiyorlar. Gark olup gideceklerdir. Büyücüler Hz. Musa’nın mucize gösterdiğini görünce teslim olmuş ve iman etmişlerdi. Firavun onları tehdit etti. Onlar da; ne istersen onu yap, ne yaparsan bu dünyada yaparsın, âhirette değil, dediler.
Türkiye bir gün mutlaka bizimle karşılaşmak ve bizi dinlemek zorunda kalacaktır. Yazarlar yanımızda yer alacaklardır. O gün artık patronların tehdidinden korkmayacaklardır.
İşte o zaman Türkiye Adil Düzene gelecektir.
Bu yolculuğumuzda ameli olarak ilerleyebilmemiz için biz iki tane işletmeyi mutlak olarak faaliyete geçirmemiz gerekmektedir. Bunun için yeter sayıda inanmış ortağa ihtiyacımız vardır. Allah bize bu ortakları gönderecektir. Göndermiyorsa, bizde bir eksiklik vardır. Onu düzeltmemiz gerekir.
Eksikliğimiz nedir?
Başta benim eksikliğimdir. Yaşım dolayısıyla ben birinci derecede öne çıkamıyorum. Sizden de, aranızda ben oldukça çıkan olmuyor. Bu hususta bize rakip birinin ortaya çıkması gerekir. Günü gelince o da çıkacaktır. O zaman ben rahat edeceğim, siz de daha aktif birisini bulmuş olacaksınız. O zaman başarıya ulaşılacaktır.
Biz yeni inanmış ortaklar arıyoruz. Aradıklarımız kimlerdir?
a) Kooperatifimiz bir Ahşap Ev Modeli imal etmiştir. Bununla ilgili işyeri kurmuştur. Artık bu ortaklığı sürdürecek bir müteşebbis aranmaktadır. Müteşebbis Adil Düzene göre evleri sipariş alacak, bize yaptıracak ve satacaktır. Bunun için sermayeye değil müteşebbise ihtiyacımız vardır. Sermaye ortaklık şeklinde oluşacaktır. Ortakları beraber bulacağız.
b) Bir Süper Market Adil Düzene göre kurulup işletilecektir. Yine sermayesi olan değil, inanmış müteşebbis arıyoruz. Bekliyoruz. Sermaye ortaklık içinde temin edilecektir. Ortakları birlikte bulacağız.
Allah iki sahada müteşebbisleri gönderecektir. Ne zaman? Günü gelince.
Biz hazırlığımızı yapmaya çalışalım. Yeterli seviyede bilgimiz artsın. Programlar oluşsun.
Şimdilik mevcut arkadaşlarla biz neler yapabiliyoruz?
a) Adil Düzen İşletmesi ile ilgili statüyü seminerlerde oluşturuyoruz. Genel Hizmetleri yazılı hâle getiriyoruz. Kitaplar yayınlıyoruz. Otuz yıllık çalışmalar artık toparlanmaktadır. Artık yeterli bilgiye sahip bulunuyoruz. Bunu bir örnekte göstermemiz gerekir.
b) Bugün bir işletmeyi kurmak demek muhasebesini kurmak demektir. Muhasebe programı hazırlanmaktadır: Hazırlanmıştır. Uygulama ile son şeklini alacaktır.
c) Marketi faaliyete geçirecek yeri de temin etmekteyiz.
d) Ahşap Evleri üretebiliyoruz.
Allah’a giden yolda bize katılacak insanlara ihtiyacımız vardır. Bunu da bekliyoruz.
Akevler İstanbul Tüketim Kooperatifi iki önemli teşebbüse girişmiştir.
a) Demontabl taşınabilir Ahşap Evler imal etmektedir. Birlikte çalışacağımız ortak aranmaktadır. Sermaye ortağı değil, iş ortağı aranmaktadır.
b) Mala-Mal esasına göre çalışan bir Market tesis etmek istemektedir. Bunun için birlikte çalışacağımız ortak aranmaktadır. Sermaye ortağı değil, iş ortağı aranmaktadır.
Telefon : 0216.391 56 02 0232.244 93 09 – 10 0532.246 68 92
Adresler : AKEVLER KOOPERATİFLERİ, AKELER SİTESİ, YEŞİLYURT/ İZMİR
: AKEVLER İST. KOOP. Selmanağa Mh. Yeniyol Sk. No: 3/7 ÜSKÜDAR/ İSTANBUL
Geniş Bilgi : www.akevler.org
Şimdi çalışmaların nasıl olacağı hususunda bir proje üretelim.
Bir Mala-Mal Marketimiz var. Buranın tüccar ortakları var. Biz onlara kredi vermişiz. 1000 gram altın karşılığı mal alıp mağazamıza koyabilirsiniz. Satıştan %2 sizin olur. Karşılığında mal alacaksınız. Buraya mal koyanlara kart veriliyor. Alacakları gram altın olarak yazılıyor. O da mağazadan istediği şeyi alma hakkına sahip.
Mahallemizde oturan bir kadın var. Geliyor ve tüccarlarımızdan iş istiyor. Tüccar diyor ki; bak, bu mağazada Tokat’tan gelen ve çuvala doldurulmuş olan pirinç var. Mağazamızda bu paket paket satılacaktır. Ayrıca yine satılmak üzere mağazamızda naylon torba var, onu da sana vereceğiz. Mağazamızda satılmak üzere konan teraziler var. Sana bir de terazi vereceğiz. Evine çuval çuval pirinç getireceğiz. Torba torba pirinç alıp götüreceğiz. Bir kilo pirinç yarım gram altındır. Senin yevmiyen de 1 gram altın olsun. Dakikada bir kilo doldurduğumuzu kabul edelim. Saatte 60 torba doldurabilirsin. Günde 500 torba doldurursun Sana 500 torbasına 2 gram altın yanı bir kilo pirinç (veya daha fazlasını) vereceğiz. Tartılarak alınacaktır.
Böylece tüccar kendi kredisini kullanarak çalışana iş vermiş oluyor. Bu anlaşmayı yapmadan önce bu işi yapacak kimse kooperatife gelecek ve kayıt olacaktır. Önce pirinci usulüne göre paketleme yapıp yapamayacağı hususunda imtihan yapılacak, buna “pirinci torbalar ehliyeti” verilecektir. Tüccarımız daha sonra onunla anlaşmış olacaktır. Eğer bu iş yapılırken bir hasar ortaya çıkarsa bunu kooperatif ödeyecektir.
Burada bu işi yapan kimse kendisine iş bulmuştur. Bu işlerin yürümesi için serbest pazarlık cari olmakla beraber çalışmaz. Çünkü henüz fiyatlar oluşmamış, bilgiler durulmamıştır. Bunun için hesaplar ve denemeler yapılarak baştan paketlemeye ne kadar altın-gram verileceği tesbit edilip ilan edilir. Ondan sonra tüccar ve işçiler devreye girer. Peki, bunları kim tesbit edecektir? Bu proje işidir. Projeyi, projeyi yapan hizmet ehli yapacaktır. Projeler kooperatifçe satın alınacaktır. Karşılığında mağazalarımızdan mal satın alma sistemi uygulanacaktır. Projeye verilecek karşılık proje fonunda toplanan miktar kadar olacaktır. Önce mesleki dayanışma ortaklığı tarafından proje yapma ehliyeti verilecektir. Proje yanlış olur da zarar doğarsa, onu kooperatifin bu dayanışma ortaklığı ödeyecektir. Sonra market müşterileri arasında ne gibi işler yapılabileceği hususunda projeler üretilecektir. Şimdilik bu işleri evlerinde yapacaklardır. Sonra ortaklığa dükkanlarını koyanlar olunca onlara “Mala-Mal Mağazaları”ndan paylar verilecektir.
Proje yapanlar projeyi kooperatife teslim ettikçe harcanan saatler göz önüne alınarak değerlendirilip kooperatife verilecektir. Takdir, projeleri değerlendirmeye yetkili kılınan kimse tarafından yapılacaktır. Ortağın veya başka ortakların hakeme gitme hakkı saklıdır. Proje, proje saat üzerinden değerlendirilecektir. O güne kadar harcanan proje saatleri toplanacak, proje fonunda mevcut paraya bölünerek bir proje-saat karşılığı bulunacaktır. Çıkmak isteyen ortağa bu bedel verilecektir.
Zaman geçtikçe proje fonundaki bedeller artacak, projeler de artacaktır. Ancak proje-saat ucuz olunca kişiler proje üreteceklerine başka işler yapacaklardır. Bu arada proje fonu zenginleşecektir. Proje-saat yükselince kişiler orada çalışmaya başlayacaklardır. Böylece projelere harcanacak saatler kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Bütün bunlar mesleki dayanışma ortaklığı tarafından yapılan projelerin teminat altına alınmasıdır.
Projeler belli olunca bunlar kooperatifin diğer müesseseleri tarafından çevre halkına duyurulur ve bu işlerin yapılması istenir. Bu suretle ortaklar iş bulmuş olurlar. “Herkese Aş ve Herkese İş” formülü böylece oluşmuş olur. Böyle bir marketi kurabilmek için İstanbul’u dolaşıp market olacak yer aranmalıdır. Bu şekilde ortaklığa marketini koyacak yer bulunmalıdır.
Türkiye batmaktadır. Ama kimse bu çözümlere kulak vermiyor.
Bir ilan vermeliyiz.
DUYURU
Bugün her ailenin 10 000 dolar dış borcu vardır. Her ay 120 dolar faiz ödüyor.
Yeni borç eklenmezse, kendi yağımızla kavrulsak, borcumuzu ödeyemezsek, 15 sene sonra her ailenin borcu 100 000 dolar olacaktır. Aylık ödeyeceğimiz meblağ 1200 dolar olacaktır. Türklerin aile başına serveti 50 000 dolardır. 15 sene sonra Türkiye’yi satsak yine borcumuzu ödeyemeyiz.
Bu durumdan kurtulmanın tek yolu vardır; “Mala-Mal Mağazaları”nı kurmak.
Ortak arıyoruz. Kira olarak cirodan pay verilecektir. Bu şekilde mağazalarını kiraya verecekler kooperatifimize baş vursunlar
Telefon : 0216.391 56 02 0232.244 93 09 – 10 0532.246 68 92
Adres ler : AKEVLER KOOPERATİFLERİ, AKELER SİTESİ, Polat Cd. YEŞİLYURT/ İZMİR
: AKEVLER İST. KOOP. Selmanağa Mh. Yeniyol Sk. No: 3/7 ÜSKÜDAR/ İSTANBUL
Geniş Bilgi : www.akevler.org
EMEKLİLİK
Emekliliğin hesaplanması aşağıdaki şekilde yapılır:
1- Kişinin tahsil ve ilimle aldığı mesleki derecesi hesaplanır. Bir ilmi mertebede terfi alma yılı 3 senedir. O ilmi mertebe geç alınsa derece alma yaşı uzar.
2- Çalıştığı ağır işlerde ağırlık puanı ile çarpılarak o yıllarda da ayrıca derece aldığı kabul edilir.
3- Böylece elde ettiği emeklilik derecesi yaşı ile çarpılıp yüze bölünür. Bu alacağı emeklilik derecesidir.
4- Kişi çalışmadığı veya çalışamadığı yılları yaşamamış farz edilir. Ancak sonra tekrar çalışırsa bu yaş uzatılır.
Kişi çalışıyorsa çalışma kredisi verilir. Bu kredi ücreti kadardır. Bunu isterse üretimde kullanır. Üründen pay alır. Ürünü satar, ücretini neye getirirse getirir, isterse inşaatta kullanır, doğrudan ücret olarak alır. Bu krediyi alabilmesi için bir işverenle anlaşması gerekir. Emeklilikten yararlanamadığı tarihlerde kişi ister kredi alsın ister almasın, ister çalışsın ister çalışmasın, çalışmış kabul edilerek emekliliği hesaplanır.
Kişi hastalık veya başka sebeplerle de olsa çalışamadığı veya çalışmadığı zamanlarda emekliliği hesaplanır ve kendisine emeklilikten pay verilir. İyileştiği veya çalışmaya başladığı zaman emekliliği kesilir ve ücret kredisini almaya başlar.
Kişilere çalışma kredisinden başka işveren kredisi de verilir. İşveren kredisi kriterleri şunlardır:
1- Herkesin ilmi derecesi nisbetinde bir işveren kredisinin dört katı işveren kredisi vardır. Kendi kendisine iş verir, çalışır ve krediyi alır.
2- İşveren kredisi alınan siparişle kullanılır. Çalışanların işveren kredileri birleşir. Çalışma kredileri birleşir ve işletmeye işveren kredisi doğar.
3- Kişi sorumlu olduğu işlerde çalışır ve zamanında işi teslim ederse, işveren kredisi artar. İşi zamanında bitirmezse veya işi bırakırsa, işveren kredisi düşer. İşveren kredilerini de mesleki kuruluşlar dağıtırlar.
4- İşveren kredisi inşaatta inşaatın zamanında bitirilmesi veya hisse senetlerinin satılması hızına göre artar ve eksilir.
İşveren kredileri mesleki dayanışma ortaklıklarınca takdir edilir. Kişi hangi sorumluyla anlaşmışsa onun takdiri ile bu yapılmış olur. Azami kredi limitleri belirlenir. Toplam işveren kredisi ilmî şûra tarafından toplam emek miktarına iş verecek şekilde ayarlanır.
Her işte işçi ücretleri kadar işveren kredisi yanında malzeme alma kredisi de vardır. Bu teminat karşılığı alınır. Bir taşınmaz teminat konarak verilir. Bu teminatı koyan kimse de üretimden pay alır.
Bu usulle taşınmaz elde edenler kredi alma hakkına sahip oldukları için hiç kira almasalar bile bundan yararlanmış olurlar. Bu husus taşınmazların çoğalmasına sebep olur ve meskenlerin kirası son derece azalır. Taşınmaz rehin edilmeden işveren kredisi verilmez. Müteşebbisler taşınmazları olan kimselerle ortaklık yaparak onların ipotek paylarını vermeleri gerekir.
Kredi faizsizdir. Ancak kredi veren banka üretimden pay alır. Cirodan pay alır. Çok iş olursa çok pay alır. Az iş olursa az pay alır. O kendi payını satarak nakde çevirir. Böylece işin olup olmamsına, malın değerli olup olmamasına göre bankaların gelirleri artar veya azalır.
Terimleri netleştirmek için;
HALK EKONOMİSİ : ORTAKLIK İŞLETMELERİ ORTAKLAR
DAYANIŞMA KOOPERATİFLERİ HİZMETLİLER
İŞLETME : GİRDİLER KATKI PAYLARI
ÇIKTILAR BÖLÜŞÜM PAYLARI
Ücret dereceleri kişilerin işletmelere katkı paylarını belirler. Bu herkesin işletmelere verdiği değerleri gösterir. Muhasebe alır, bunları değerlendirerek bölüşüm paylarına çevirir. Böylece işletmelere mevcut değerler girer, diğer taraftan mamul maddeler çıkar.
Özel değerler işletmelere girdiler halinde katılır ve ortak değerler halini alır. Sonra çıktılara dönüşür ve tekrar özel değer olurlar. Bugünkü düzende bunu para sağlamaktadır. Oysa ileri ekonomide bu yeterli değildir. Girdiler katkı payları ile tesbit edilir. Bunu ölçen para ayrıdır. Çıktılar ise bölüşüm payları ile değerlendirilir. Bunun parası ayrıdır. Çıktılarda çalışamayanlar da yararlanmaktadır. Çıktılarda tesisler de pay almaktadır. Genel hizmet pay almaktadır. Mesleki dayanışma ortaklıkları girdilerden emeğin payını tesbit etmektedir. Giren çakanların payını tesbit etmektedir. Giren tesislerin payını tesbit etmektedir. Kamu payını tesbit etmektedir. Bu girerken yapılan tesbittir. Çıkarken yapılan tesbit ise sosyal dayanışmaya ait bulunmaktadır. Mesela, bir işçi bir işte çalıştı. Ona çalıştığı saat veya yaptığı iş karşılığı bir ücret belgesi verilir. Bu ücret belgesi ile gidip mağazalardan mal alacaktır. Bu mağazalardaki mallardan ne kadarını alabilecektir? Bunun için mağazalardaki malların da fiyatlandırılması gerekmektedir.
MESLEKİ DAYANIŞMA ORTAKLIKLARININ GÖREVLERİ
a) Ortaklara mesleki eğitim vermek ve onlara mesleki müşavirlik yapmak.
b) Ortakları imtihan ederek onlara teminatlı ehliyet vermek.
c) Ortakların mesleki haklarını korumak, Mağduriyetlerini gidermek.
d) Ortakların yönetimdeki temsilcisi olmak.
Bu son görevin ne olduğunu anlayabilmemiz için ortaklık müessesesini biraz derinden görmemiz gerekir. İnsanın ihtiyaçları vardır. Bunları hisleri belirler. İnsandaki şeker miktarı azalınca acıkır. Bu açlığı nasıl gidereceğine düşünceleri belirler, ilmi belirler. Bunun için neler yapılacağına beyni karar verir. Sonra beyinde alınan kararlara göre işler yapılır. Yiyecek alınır, pişirilir. Tabaklara konur. Yenir. Buraya kadar olan kısımda insan ile hayvan arasında pek fark yoktur. Hayvanda muhakeme yoktur. Üretimi de içgüdü ile yapar. İnsan bütün bunlara karar verirken hayvandan farklı olarak bir şey düşünür. Başkasının hakkı geçmesin diye her kademede başkasına birşeyler öder. Karşılığını öder. Böylece derece tamamlanır.
Buna paralel olarak toplulukta da ihtiyaçların tesbiti sözkonusudur. Bunu dini dayanışma ortaklıkları yaparlar. Sağlık kuruluşlarından bedeni ihtiyaçlarını, yayın kuruluşlarından kişilerin ruhi ihtiyaçlarını öğrenirler. Tebliğ kuruluşları ile bu ihtiyaçları araştırma kuruluşlarına bildirirler. Araştırma yapılmış ve ne yapılacağı belli ise bunu kontrol kuruluşlarına bildirirler. Üretim yapılmış sadece paylaşımla yapılabilecek bir şey ise bunu soruşturma kuruluşuna bildirirler. Böylece dini dayanışma ortaklıklarının görevleri biter.
İlmi dayanışma kuruluşları araştırma kuruluşlarından ihtiyaçları ve çözüm yollarını ilmi dayanışma ortaklıklarına bildirirler. Basın kuruluşlarından bu çözüm yolları üzerindeki görüş ve imkanlarını öğrenirler. Bu verilere dayanarak planlamaya bir proje yaptırırlar. Böylece ihtiyaçların giderilmesi için proje ve planlar hazırlanır. Elde edilen sonuç üretimi gerektiriyorsa proje noter hizmetlerine tevdi edilir. Üretimi gerektirmiyor, mevcut olanların bölüşümü sözkonusu ise hakemlere başvurulur. Böylece ilmi dayanışma ortaklığının da görevi biter.
Mesleki dayanışma ortaklığı kontrolden aldığı mesajları, noterden aldığı mesajları değerlendirir. Bakım ve ulaştırmaya emir vererek gerekli hazırlığını yaptırır. Gerekli kredileri vererek çalışanları harekete geçirir. Üretilen mal ambarlara konur.
Görülüyor ki, mesleki dayanışmanın yaptığı iş kredi mekanizması ile yapılması gereken işleri yaptırmaktır. Ne yapılacağına Dini Dayanışma Ortaklıkları, nasıl yapılacağına İlmi Dayanışma Ortaklıkları karar vermektedir. Mesleki Dayanışma Ortaklığı ise noterdeki sözleşmeler, kontroldeki tesbitlere dayanarak bakımı yapılan tesisler içinde malların üretim dağıtım aracılığı ile ambarlara teslim etmektedir.
Bundan sonra Sosyal Dayanışma Ortaklıkları ortaya çıkar, soruşturmadan veya hakemlerden aldığı mesajlarla, genel hukuk kuralları içinde hazırlanmış muhasebe ile herkesin hakkını tesbit etmektedir. Bu bölüşmeyi sağlamak için malların muhafaza görevini yüklenmektedir. Kasalara talimat vererek halkın eline bölüşme belgelerini vermektedir. Bu bölüşüm belgesini alanlar mağazalara başvurur ve mamullerin kendilerine teslimini isterler.
Burada görülüyor ki, kollektif üretim ve tüketimin oluşmasını sağlayan bir mekanizma oluşuyor.
İşte bu mekanizmada iki çeşit hareket vardır; maddi hareket, hukuki hareket.
Maddi hareket envanterle ilgilidir. Yani ister emek olsun, ister mal olsun , tesisler olsun, belli işleri yerine getirmek için faal haldedirler. Bu faal halleri envanter muhasebesince tesbit edilmektedir. Bu sayede maddi değerlerin akışı sağlanmaktadır. Bu akış kredi müessesesi ile sağlanmaktadır. Gerek çalışma gerekse işveren kredileri ile madde ve emeğin akışı sağlanmaktadır.
YAŞAMA KREDİSİ : DİNİ DAYANIŞMA ORTAKLIKLARINCA
ÇALIŞMA KREDİSİ : İLMİ DAYANIŞMA ORTAKLIKLARINCA
ÜRETİM KREDİSİ : MESLEKİ DAYANIŞMA ORTAKLIKLARINCA
İNŞAAT KREDİSİ : SOSYAL DAYANIŞMA ORTAKLIKLARINCA dağıtılır.
Yatırımlar aşağıdaki şekilde gerçekleşir.
Dini dayanışma ortaklıkları halkın ihtiyacı olan yatırımları bildirirler. Mesleki dayanışma ortaklıkları ülkenin ekonomik kalkınması için gerekli yatırım önerilerini ilmi dayanışma ortaklıklarına bildirirler. Sivil savunma ve güvenlik bakımından alınacak tedbirler sosyal dayanışma ortaklıklarınca ilmi dayanışma ortaklıklarına bildirilir.
Ön yarışma ve proje yarışmaları ile imar projesi planlama tarafından yapılır. Kongrelerden geçirilerek kesinleşmiş olur. Bundan sonra proje inşaatını yaptırmak mesleki dayanışma ortaklıklarına aittir. Taşınmazları işletmek ise sosyal dayanışma ortaklıklarına aittir. Her halükarda üretim olsun, inşaat olsun, bizzat icra etme işi mesleki dayanışma ortaklarına aittir.
SOSYAL GÜVENCE
Tekel ekonomisindeki sigortalama ile halk ekonomisindeki sigortalama tamamen farklı kriterlere dayanır.
a) Tekel ekonomisinde ödeme özel fonlara yaptırılmaktadır. Oysa halk ekonomisinde ödeme dayanışma ortaklarına, kişilere ödetilmektedir.
b) Tekel ekonomisinde fonlar önce aidat ve kesinti olarak oluşturulmaktadır. Halk ekonomisinde ödeme ortaklara olaydan sonra taksitlendirilerek ödetilmektedir.
c) Tekel ekonomisinde aidat karşılığı güvence verilmektedir. Oysa halk ekonomisinde güvence bütün ortaklara kooperatif payı ödenen bütün mallara sağlanmaktadır.
d) Tekel ekonomisinde güvence merkez tarafından verilmektedir. Halk ekonomisinde güvence taşraya verilmektedir. Taşranın gücü yetmediği zaman merkeze doğru sorumluluk genişletilmektedir.
Dayanışma kooperatiflerinde iki çeşit dayanışma yeterli olur. İlmi ve dini dayanışma ile mesleki ve sosyal dayanışma ortaklık olarak faaliyet gösterirler. Ancak sorumluluk paylaşılırken dört çeşit dayanışma ortaklıkları esasına göre paylaşılır. Yani, kişi dört dayanışma ortaklığına da katılmak zorundadır. Ama dini ve ilmi dayanışma ortaklıkları bir olabiliyor. Yani bir dayanışma hem dini hem de ilmi dayanışma ortaklığı olarak faaliyet gösterebilir.
Hizmet kooperatiflerinde, danışma kooperatiflerinde, araştırma kooperatiflerinde ilmi, dini, mesleki ve sosyal dayanışma ortaklıkları ayrı olacaktır Kişi taşradan merkeze doğru güvenceye alınmış olacaktır.
Bir kimsenin bir aylık çalışması ile ödeyebileceği zararları bizzat kendisi öder. Bir kimseye bir yılda bir aylık ortalama ücretten fazlası yüklenemez. Dört dayanışma ortaklığı olduğuna göre mesleki dayanışma ortakları buraya ancak bir haftalık ücreti kadar yılda ödeme yapmaya zorlanırlar. Sosyal ve mesleki dayanışma burada birleşebilir. Bir hafta eder. Bir dayanışma sorumlusunun ortaklarına düşen pay o dayanışma ortaklığındaki dayanışma giderlerini karşılamıyorsa, dayanışma hizmet kooperatifleri içinde o sorumlunun bağlı bulunduğu sorumlunun dayanışma ortakları hizmet kooperatifi içinde öderler. Onlarınki de yetmezse, danışma kooperatifi içindeki ortaklığa intikal eder. Yani aynı bucak içindeki diğer dayanışma ortaklarına değil de daha geniş dayanışma ortaklarına intikal eder.
Şayet yine de bir aylık gelirlerle karşılanamazsa, ondan sonra ödemeler ertelenir. Yani müstahaklar daha geç öderler. Kooperatif burada imkanı varsa ödemeyi peşin olarak defaten yapar, tahsilatı taksit taksit yapmış olur.
Sosyal Sigorta Kurumu ile olan ilişkiler de şöyle düzenlenir. Ortağın taksitlerini hep kooperatif yatırır. Bir yerde çalışmasa da, geliri olmasa da, zorunlu olan sigortayı, asgari sigorta karşılığını kooperatif yatırır. Ortaklardan bunu çalıştıkları zaman tahsil eder. Ortağın bu sosyal kurumlardan yararlanması nisbetinde kendisi ayrıca hizmet vermez.
Kasko sigortaları yapılmaz. Onun yerine kooperatif içinde dayanışma ile karşılanır. Diğer sigortaları kooperatif yatırır, onun yerine arabalardan kilometre olarak kooperatif ortakları yararlanmış olur. Her arabanın bir kilometre değeri olacaktır. Kişinin de saatlik kazancı olacaktır. Bir kimse arabasını başkasına kullandırmış ise kilometresini yazar, bir iş yapmışsa saatini yazar ve kooperatif muhasebesine verir. İsteyen ortak bunun bedelini karşı taraftan istemeyebilir. Ancak bunun kayda geçmesinin kendisine ve genel muhasebe için büyük yararı vardır.
Bir hayrı yapıp karşılığını istememek ayrı olaydır, bunu yazılı hale getirmemek ayrı olaydır. Hayır da yapsak mutlaka onu yazılı hale getireceğiz. Diyelim ki, bir kurucu kooperatife 1000 saat verdi. Hayır olarak verdi. Karşılığını dünyada istemiyor. Başka birisi de kendi çıkarı için verdi. O 500 saati verdi. Sonra diyelim ki, bu veriden dolayı 10 sene sonra kooperatif 6000 saatlik değer kazandı. Şimdi ikisi yazmışsa 4000’i topluluğa kalır ve ondan yararlanır. 2000’i 500 saat veren alır. Yazmazsa, 6000 saatini de o dörtte birini veren alır. O halde tüm işletmelerde bütün girdiler yazılacaktır. Bölüşürken ne yapılacağı sahibinin bileceği iş olacaktır.
Bu çok önemlidir. Alpaslan Türkeş’e ve Necmettin Erbakan’a birçok vatandaş para verdi. Eğer bunlar yazılsaydı; bunlara, “bunu siz harcayın” denmiştir; onlar da harcadılar. Sorun yok.
Ama harcamadıkları kısım da onlara kaldı. Kalacak. Bu başkalarını rahatsız ediyor. Oysa eğer böyle bir liste olsa; isteyen oğluna, isteyen parti başkanına aktarır. Böylece insanların iyilik yapma kabiliyeti ve hevesi körelmez. Yoksa kötüye kullanıldığı iddiasıyla insanlar hayırdan ve insanlara hizmetten vazgeçmeye başlar.
Mesleki Dayanışma Ortaklıkları emanetlerin nerelerde olduğunu tesbit ettiği gibi, emanetlerin kimlerde olduğunu da tesbit etmiş olur.
Bunun için gerekli kararları alırlar.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlayan: REŞAT NURİ EROL