KUR’AN MATEMATİĞİ 14 EKİM 2000
81. SEMİNER NOTLARI clubs.yahoo.com/clubs/adilduzen
www.adilduzen.8m.com
FAİZSİZ İŞLETME
بسم الله الرحمن الرحيم
الشيطان يعدكم الفقر و يأمركم بالفحشاء
“Şeytan sizi yoksulluk ile korkutur ve size fahşayı emreder.” (Bakara, 2/268)
Açıklama: İnsanlar zanneder ki; “biz haram işlemezsek aç kalırız!” Ayrıca iş yaparken; “buna halk ne der?” diye düşünürler. Oysa; “buna şeriat ne diyor?” diye düşünmek gerekir. Eğer şeriata göre iş yaparsak Allah halka ilham eder, onlar bizim yanımızda olurlar ve zengin oluruz. Tam tersine, “halk böyle istiyor” der de şeriata aykırı hareket edersek Allah insanlara bize karşı kötülüğü telkin eder ve biz fakir oluruz. Unutmayalım ki; sabırla karşılanan fakirlik, israfa daldıran zenginlikten çok iyidir. Son otuz yıl içinde Müslümanlar zengin oldular ama israfa da dalmaya başladılar. Madde israfı ve zaman israfı moda oldu. İbadetlerin yerini eğlenme aldı. Zekâtın yerini moda gösterileri aldı. Biz fakir isek şükredelim. Allah bizi onlardan ve onların yaptıklarından korudu.
الذين يأكلون الربوا لايقومون الا كما يقوم الذى يتخبطه الشيطان من المس
“Riba yiyenler şeytanın kendisine çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar.” (Bakara, 2/275)
Açıklama: Veresiye satış halkı israfa alıştırır. Gizli de olsa fiyat farkları ile faiz alınmış olur. Bakkallar veresiye satış yaparlar; Marketler peşin satış yaparlar. Bakkallık iflas ediyor, Marketler gün geçtikçe gelişiyor. Göreceksiniz; gelecekte kartla çalışan marketler iflas edecek, peşin çalışan marketler gelişecektir. Biz kendi kartımızı yerleştirdikten sonar bankaların kartları ile çalışmayacağız. Biz faiz yerine kredileşme sistemini getireceğiz. Yahut selem farkını getireceğiz.
انما ذلكم الشيطان يخوف اوليائه فلا تخافوهم وخافون ان كنتم موئمنين
“İşte bu şeytan yalnız kendisine dost olanları korkutur.
Siz şeytandan korkmayın, Ben’den korkun.” (Âl-i İmrân 3/175)
Açıklama: Böylece açlıktan korkarak şeriata aykırı hareket edenler, içki satanlar, rüşvet verenler, hile yapanlar, alışverişte yalan söyleyenler, Allah’a güvenmeyip sabit ücretlere inananlar hep şeytanın dostlarıdır demektir. Faizin dört çeşit olduğunu tekrar hatırlatalım:
a) Zarara iştirak etmeden kârına ortak olan sermaye sahipleri.
b) Zamanla artan bir borcu verenler.
c) Sabit kira ile işyerlerini kiralayanlar.
d) Sabit ücretle iş yerlerinde ücretle çalışanlar.
Bunlar faiz almış olurlar. “Karz-ı Hasen ve Zekât Müesseseleri”ni kurduktan sonra bu faizlerden kurtulacağız. Şimdilik faiz haramlığı gelmemiştir. Faiz en sonunda haram kılındı. Bizim üzerimize farz olan faizsiz iş yapmak, faizli işlemleri zorunlu olmaktan çıkaran müesseseler kurmaktır. Akevler Tüketim Kooperatifi bunun için kuruldu. Akevler Konut Yapı Kooperatifi bunun için kuruldu. Her biriniz faizli işlemler yaparak yaşayabilirsiniz. Ama faizsiz bir işletmeyi kurmak için katkıda bulunmak bize farzdır. Biz şimdi onu yapıyoruz. Bu müessesemizi faize bulaştırmaya çalışmayın.
ان المبذرين كانوا اخوان الشياطين
“Saçıp savuranlar şeytanın kardeşleridir.” (İsrâ, 17/27)
Açıklama: “Tüketim ekonomisi”nden “üretim ekonomisi”ne geçeceğiz. Üretim ekonomisi “selem ekonomisi”dir. “Veresiye” ise “tüketim ekonomisi”dir. Tüketim ekonomisinde gittikçe borç artar ve sonu iflasa varır. Tüketim ekonomisi esarettir ve Türkiye için intihardır. Türkler için intihardır.
FAİZİ BATI MEDENİYETİ MEŞRULAŞTIRDI
Faizin haramlığında hem peygamberler hem de filozoflar ittifak etmişlerdir. Tarih boyunca daima faizle mücadele edilmiştir. Faizin meşruluğu sadece Ateist Avrupa Medeniyeti’nde meşru görülmüştür. İstanbul’un Türkler tarafından fethedilmesiyle Avrupa doğudan ümidini kesmiş, batıya yönelmişti. Avrupa Müslümanlardan;
a) Astronomiyi ve coğrafyayı,
b) Pusulayı ve haritacılığı,
c) Barutu ve topu,
d) Kâğıdı ve matbaayı öğrenmişti.
Bunları kullanarak açık denizlere açıldı ve Amerika’yı keşfetti. Amerikanın keşfiyle;
a) Amerika’da bâkir topraklar ve zenginler buluştu.
b) Para olarak kullanılmayan altın stokları buldular.
c) Avrupa kenarda iken merkez hâline dönüştü.
d) İlmin pratikteki sonuçlarını gördüler ve inandılar.
Bu gelişmelerin sonucu olarak dünyanın çehresi değişti. Önceleri “toprak” ekonominin esasını teşkil ederken, şimdi ekonominin kalbi “ticaret” oldu. Ticareti ellerinde bulunduran Yahudiler daha önce horlanırken, sonraları üst sınıfa geçtiler. El sanatlarında acemi olan Avrupalılar makine sanayiine geçtiler. Doğu geriledi, Batı ilerledi. Yahudilik ırkî bir dindir. Başkalarını kendi dinlerine almazlar. Yahudilerin dünyaya hükmetmeleri için ateist bir medeniyet kurdular. Dünyayı sömürebilmek için de faizi meşru gördüler. Böylece dünyayı yönetimlerine aldılar. Dünyadaki ordular şimdi onların emrindedir. İstediklerine saldırtır, istediklerini iktidar ederler. “Faizin meşruluğu” insanlık için gerekli idi. Faiz meşru olmasaydı, sermaye terakümü (birikimi) olmaz, büyük fabrikalar kurulamazdı. Allah onun için “kuvvet medeniyetleri”ni de var etmiştir. Onlar “karanlık medeniyetler”in hizmetini yaptılar ve tarih oluyorlar. Biz “aydınlık medeniyeti”ne doğru yol alıyoruz. Geleceğin tarihi olacağız. Batı Medeniyeti çöküyor. Yahudi saltanatı sona ermek üzeredir. Dünyadaki sosyo-ekonomik sancıların sebebi budur.
a) “Tarım dönemi”nde yalnız küçük bir azınlık ilim yapma imkanını bulurdu. Diğerlerinin okumaya ihtiyacı yoktu. “Sanayi dönemi”nde ise herkes okumak zorunda kaldı. Çünkü okumadan ekmek kazanmak imkansızlaştı. Sömürücü sermaye de yetişmiş eleman bulmak için okumayı teşvik etti. Ama okumuşlar şimdi kendileri iş kuruyor ve sömürü sermayesine karşı geliyorlar.
b) Ulaşım imkânları arttı ve gelişti. Sömürücü sermaye de bunu istemiştir. Ham maddeyi Avrupa’ya taşımak ve Avrupa’dan mamul maddeyi dünyaya ulaştırmak için ulaşıma ihtiyaç vardır. Ne var ki, bu imkânlar büyük sermayeyi devreden çıkardı ve halk kendi aralarında alış-verişe başladılar. Gerçi bunu gümrük ve vize kayıtları ile önlemeye çalıştılar ise de, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sınırları açmak zorunda kaldılar. Hitler yenilmiş ama hedefine ulaşmıştır. Almanları da dünya piyasasına ortak etmiştir. İki savaş da Almanların açık denizlere çıkamaması sebebiyle çıkmıştır.
c) Haberleşme imkânları gelişmiştir. Radyo, televizyon, bilgisayar, video, sinema gibi araçlar her türlü olayları insanların gözleri önüne sermiş ve insanlık uyanmağa başlamıştır. Bu da sömürüye dur şeklinde ortaya çıkmıştır.
d) Dünyayı sömürmek için sömürücü sermaye devlet içinde “gizli istihbarat servisleri”ni kurdurmuş ve provokasyonlarla dünyadaki ayaklanmaları bastırmıştır. Ancak gizli istihbarat zamanla güç olmuş ve onların emrinden çıkmaya başlamıştır. Bunu dengelemek için “mafya teşkilatı”nı finanse etmiştir. Ne var ki, mafya yer altında gizli istihbaratla birleşmiş ve şimdi dünyayı inletmektedirler. Bu durum sermayenin hakimiyetini sona erdirmektedir.
Görülüyor ki, nereden bakarsak bakalım Batının Ateist Medeniyeti kendi içinde çöküp gitmektedir. Avrupa Medeniyeti’ni “faiz” ayağa kaldırmıştır; “faiz” çökertip gidecektir...
Bugün Amerika’da ne kadar dolar varsa, dünyada da o kadar dolar vardır. Demek ki Amerika’nın yarısı satılmıştır. Dünyada “yeni bir para” çıkarsa “Amerikan Doları” geri dönmeye başlayacaktır. Ani olarak Amerika’da %50’den fazla enflasyon olacaktır. Amerika’nın yarısı dışarıya verilmiş olacaktır. Amerika buna dayanamayacak ve federe devletler bağımsızlık kazanarak dağılacaktır. Bu da sömürücü sermayenin Amerika’daki hakimiyetinin sonu demektir. Bunu bilen sömürücü sermaye kendisine Avrupa’da merkez hazırlamaktadır. İçimizde bu gelişmeleri görecekler olacaktır, sanırım.
GELECEĞİN PARASI
Her medeniyetin parası vardır. Toplayıcılık döneminin parası “ceviz” gibi “kuru meyveler” idi. Avcılık döneminde para olarak “deri” kullanıldı. Çobanlık döneminde “yün” veya “koyun” para oldu. “Çift para” gelişti. Tarım döneminde “tahıl” para olmaya başladı. Pazar mübadelesi döneminde “gümüş” veya “bakır” gibi “madeni paralar” doğdu. Tüccar mübadelesi döneminde “altın” para oldu. Böylece altın ve gümüş çift parası tedavül etti. Sanayi döneminde “banknot”, “kâğıt para” revaçtadır. Ortaklık döneminde “senet para” veya “kaydi para” revaçta olacaktır. Zaten bugünkü kart usûlü “senet para”ya doğru akışı başlatmıştır.
Bugün “banka kartları” merkezi sistemle çalışmaktadır. Araya nakit girmektedir. Gelecekte nakit devreden çıkacaktır. Herkes kartla mübadelede bulunacaktır. Yani yine altın ve gümüş değer olarak tedavül edecektir. Bu değer kartta görülecektir.
Bugünün para kaynağı nedir? “Kâğıt paralar”ın kaynağı “faiz”dir. Ülkemizi ele alalım. Farzedelim ki ülkemiz 100 katrilyon TL tedavül etmektedir. Bu yılki faiz de %50 olsun. Yıl sonunda bütün paralar bankaya verilmiş %50 faiz istihkak etmiştir. Kredi alanlar bunlardan yararlanarak üretim yapmışlardır. Bunlar faizleri ile birlikte bu parayı bankaya iade edeceklerdir. %50 fazla parayı nereden bulacaklardır. Devlet %50 para basıp piyasaya sürecektir. İşte böyle para-faiz oranında artmış olacaktır. Bugünkü para işte böylece faizi birike birike bu hâle gelmiştir. Türk Lirasını veya Doları kullananlar faizin içindedirler demektir. Devlet bu parayı piyasaya nasıl sürer. Bunun dört yolu vardır:
a) Bankalar bono senetlerini Merkez Bankası’na götürerek karşılığında nakit alırlar. Bu nakdi Merkez Bankası matbaada basarak verir. Geri dönenler olsa da eksik döner. Fazlası bankada senet olarak kalır ve karşılığı piyasada para olarak hareket eder.
b) Merkez bankası piyasaya tahvilleri sürer. Sonra onları faizle gerisin geriye alır. Tahvillerin faizleri piyasaya nakit olarak sürülmüş olur.
c) Devlet yatırımlar yapar ve bu yatırımlar piyasaya çıkmış olur.
d) Devlet özel sektöre inşaat kredisini açar. Bu suretle nakit piyasaya sürülmüş olur.
Hangi yoldan sürülürse sürülsün, sonunda artan para kadar enflasyon olur. Eğer üretimde artış varsa ki %5 civarındadır, bu kadar miktarda paranın artması faydalıdır. Bunun üstünde paranın artması zararlıdır. Genel kural şudur:
a) Eğer enflasyon %10’dan az ise bu üretimi teşvik edeceği için faydalıdır. İslâmiyet’teki zekât gibidir. Halk para saklayacağına iş yapmayı tercih eder. Ekonomik canlılık olur. Gelişmiş ülkeler faizi, dolayısıyla enflasyonu bu seviyede tutarlar.
b) Eğer enflasyon %100’den az ise ve yaklaşık olarak her yıl sabit kalıyorsa, sıkıntılı olmakla beraber ekonomi döngüsü devem eder. Herkes enflasyona göre ayarlama yapar, ona göre ücretlendirir ve fiyatlandırır. Türkiye 1930’lardan bu yana bu enflasyon ile yaşıyor. Kalkınamıyor, ama ölmüyor da.
c) Enflasyon %100’ün üstüne çıktığı zaman artık fiyat anarşisi olur. Ne ücretler ne de fiyatlar bilinir. Artık kimse hiçbir şey üretemez. Borç alamaz - veremez. Artık ekonomik çöküş olur. Dış ülkeler müdahale eder. Ya öldürür ya da düzeltirler. Osmanlı İmparatorluğu’nu böyle öldürdüler. Dış borçlara boğdular. Sonunda leşini paylaştılar. Türkiye’de dış borçlar artıyor. Faizi ödeyemez hâle gelince ne olacaktır?!.
d) Bütün bu faizli sistemin tanımı şudur: “Önce tüketim” – “sonra üretim” olursa stoklar erir ve sonunda fiyat anarşisi oluşur. Bu da “veresiyecilik” demektir. Bunun tek tedavisi vardır. “Önce üretim” – “sonra tüketim”. Bunun yegâne yolu da “selem sistemi”dir.
FAİZLİ SİSTEM ÇÖKECEKTİR
Faizli sistem çökmeye mahkumdur. Düzgün ekonomide halkın elinde servet vardır, satın alma gücü vardır. Faiz zamanla halkın elinden bu gücü alır. Serveti tekellerde toplar. Krizler olur. Tarihte;
a) Tarım dönemine geçildikten sonra halk topraklarını elden çıkarmak zorunda kalmış ve “toprak ağalarının kölesi” hâline gelmiştir. Halk kendisine yetecek kadar gıda temin edemeyince borçlanmaya başlamıştır. Zamanla borcu da ödeyemeyince kredisi kesilmiş ve isyan etmiştir.
b) Tarımdan vazgeçmiş, şehre taşınmış ve “işçi” olmuştur. Ama ürettiği malı satın alacak ücret kendisine verilmediği için sonunda yine borçlanmaya başlamıştır. “Veresiyecilik” doğmuştur. Halk önce veresiye malları satın alır, sonra çalışır ve borcunu öder. Böylece bu mekanizma sürüp gider. Halkın malı satın alması için stokların bulunması gerekir. Bu stoklar bankadan alınan faizli kredilerle sağlanmaktadır. Ne var ki, üretici ürettiklerini satamaz olur. Çünkü halkın elinde satın alma gücü yoktur. Bunun sonucunda “ekonomik kriz” olur. 1930’larda böyle krizler olmuştu.
c) Bankalar “kredi”yi üreticiye değil de tüccara vermeye başladılar. Böylece riziko üretici ve tüketiciden başka bir sınıfa geçti. Bunlar ucuza ürettiler, pahalıya sattılar. Denge oluştu. Ancak nâkıs istihdam oluştuğu için “sosyal krizler” doğdu.
d) Bugün “borçlandırma ekonomisi” vardır. “Sömürücü sermaye” para basıyor, borç olarak ülkelere veriyor, onlar da halka dağıtıyor. Halk malları satın almaya başlıyor. Böylece halkın borcu faiz kadar artıyor, zenginlerin alacağı da faiz kadar artıyor. Ne var ki, enflasyon da arttığı için otomatikman borç ve alacak reel değeri ile sabit kalıyor. Ancak zenginler halka bu yolla hükmediyor.
Şimdi halk bu tahakkümden kurtulma savaşı veriyor. Çünkü Batı “Herkese İş - Herkese Aş Düzeni”ni sağlayamamıştır. Gerçi iyi bir kapitalizmde ve iyi bir sosyalizmde bunlar sağlanabilir. Ama artık Allah bunların düzenini sona erdirmekte olduğu için onların aklını başlarından almış ve yanlış istikamete sürüklemiştir. Yanlış yollar nelerdir?
a) Sömürebilmek için “dinin gücü”nü kırmak istiyorlar, bu sebeple “din düşmanlığı” yapıyorlar. Kur’an Kursu ve İmam - Hatip Okulu düşmanlığı buradan gelir.
b) Sömürebilmek için “aile düşmanlığı” yapıyorlar. Gençleri ailelerinden koparmak istiyorlar. “Başörtüsü düşmanlığı” budur.
c) Sömürebilmek için “ulus düşmanlığı” yapıyorlar. Ülkeyi Lâik-Mürteci, Kemalist-Anti Kemalist, Kürt-Türk, Alevi-Sünni bölücülüğünü bunun için yapıyorlar. Her iki tarafı finanse ederek ülkemizi parçalamak istiyorlar.
d) Sömürebilmek için “halk mülkiyeti düşmanlığı” yapıyorlar. Halk işsiz olmalıdır ki kendilerine “köle” olsun. Bunun için enflasyonist sistem, ağır vergi, sendika ve sosyal sigorta, sık askeri müdahaleler yoluyla halkı aç bırakma politikaları vardır.
“FAİZ” YERİNE “”SELEM SİSTEMİ” GELECEKTİR
İşte biz hayatta kalmak istiyorsak, bu “sosyal tufan”dan korunmak için kendi “sosyal gemimiz”i yapmak zorundayız. Biz bunun için yola çıkıyoruz. “Veresiyecilik” yerine “Ön Ödemeli Sipariş Sistemi”ni getirmeliyiz. “Veresiye” “faiz”in kaynağıdır; “üretme”den “tüketme”dir. “Selem” ise önceden üretip sonra tüketmedir. “Veresiye” önce malı verip sonra parayı almak; “selem” ise önceden parayı ödeyip sonra malı almadır. Şimdi “Selem Sistemi”nin yararlarını anlatalım:
Bir işte çalıştınız. Mesela buğday ektiniz. Buğday şimdi yoktur. Üç ay sonra olacaktır. Size üç ay sonra kullanabileceğiniz “selem senedi” veriliyor. Bu “selem senedi”ni piyasada şimdi satarsınız ve ihtiyacınızı giderirsiniz. Ama size “peşin para” ödenir. Bunun anlamı şudur. O kimse satın almaktan vazgeçmiştir. Şimdi mağazada olan malını vermiş, ilerde ambarda olacak olan buğdayı almıştır. Bu sebeple kâr etmiştir. Oysa “veresiye satan” başkalarının mallarını size satmıştır. Sonra o kimseler gelince de “fiyatı yükseltmek” suretiyle hakkını ödememiştir. Sizin buğday mı, yoksa pirinç mi üreteceğinize kararı kim versin? Halk ne istiyorsa onun siparişini verecek ve siz de onu üreteceksiniz.
MARKETTE SELEM UYGULAMASI
Şimdi “Marketler Zinciri”nin nasıl çalışacağını anlatalım:
a) Başlangıçta bir tek market kuracağız. Burada “Konsinye Malları” satacağız.
Yapı Sahibi yapıyı koyacak ve satıştan %4 alacaktır.
Sermaye Sahipleri malları alıp burada satılmak üzere koyacaklar; kâr veya zarar edecekler.
Çalışanlar emeklerini koyacaklar ve satıştan %4 alacaklar.
Kooperatifimiz “Genel Hizmet” verecek ve %2 alacaktır. Sonuç; mallar %10 kârla satılacaktır.
b) İkinci safhada halktan ay başında “maaşlarının bir kısmı”nı peşin alacağız ve karşılığında onlara “tenzilat” yapacağız. Bu suretle hem parası değerini koruyacak, hem de marketin sermayesine iştirak edecektir. Biz bu suretle toplanan meblağları satıcılara faizsiz intikal ettireceğiz.. Satıcılar toptancılara intikal ettirecekler.. Toptancılar da üreticilere intikal ettirecekler... Sonuçta marketimiz malları ucuz satın almış olacaktır. Bu yolla “veresiyecilik”ten “selem sistemi”ne geçilmiş olunacaktır.
c) Bu marketlerin sayısını çoğaltacak, önce tüm İstanbul’da 200 kadar market kurulacaktır. İstanbul’un her mahallesinde Anadolu’nun her yerinden insan vardır. Anadolu’da üretilen malları doğrudan marketimizde satacağız. Biz tüccarları ve toptancıları aradan çıkarmayacağız. Ancak bunlar kendi sermayeleri ile değil de “halkın sermayesi” ile iş yapacaklarından çoğalacaklar, aralarında rekabet edecekler ve az kârla yetineceklerdir. Bu sistemin iyi tarafı; fiyatlar sipariş anında belirlendiği için enflasyon olmayacaktır. Vergiler de gerçek kazançtan ödeneceği için haksız vergilerden de korunmuş olacağız. Yani, bugünkü kanunlar bizi “selem sistemi”ne zorluyor.
d) Sonra bütün Türkiye’ye bu marketler zincirini genişleteceğiz. Tüm satışları ve alışları “hesabi para” ile yapacağız; yani, artık bize mal satana “nakit” değil “hesabi para” ödeyeceğiz. Mal alanlara da “nakit” ile değil “hesabi para” ile satacağız. Böylece “gelecek medeniyetin parası” ortaya çıkmış olacaktır. Mevcut olan “hesabi paramız”ın TL cinsinden değeri her gün belirlenecek ve her zaman nakit alıp verme de olacaktır. Vergiler TL cinsinden hesaplanıp ödenecektir. İşte bu “hesabi para”nın çalışması için program hazırlıyoruz.
e) Daha sonra bu marketler zinciri tüm dünyaya yayılacaktır. Uluslararası alış ve satışlar da artık “hesabi para” ile olacaktır. Altın ile kote edilecektir. Bütün bunlar yapılırken bugün faaliyette bulunan süper-marketler devre dışı yapılmayacaktır. Tam tersine, onlarla birlikte çalışılacaktır. Önce onlara marketimizde birer yer verilecek ve onların malları “konsinye” olarak satılacaktır. Sonra mallar onlara “ön ödeme yapılarak sipariş verilecek”tir. Böylece biz mevcut düzeni yıkarak değil, mevcut düzeni değiştirerek “yeni düzen” getirmiş olacağız. “Yeni düzen” geldikten sonra; eğer düzenimiz iyi ise “kötü düzen” kendiliğinden gidecektir.
MARKETİN ÇALIŞMA MEKANİZMASI
1- GİRİŞ:
) Markette alış-veriş yapabilmek için ya “banka kartı” taşımak veya girişte “kasadan kart almak” gerekecektir. Hiçbir alış-veriş yapmazsanız, çıkarken paranızın tamamını alırsınız; yahut artanı alırsınız. İsterseniz o gün alırsınız, isterseniz başka günlerde alırsınız. Paranız market kasasında kaldığında, bundan yararlanırsınız. Şöyle ki; önce para değeriniz korunur, Altın-Gram üzerinden hesap görülür, Merkez Bankası’nın satış fiyatı üzerinden değerlendirilir. Sonra “Günlük Satışlar”a %4 ilâve edilir, “Günlük Sermaye”ye bölünür, “sizin sermayenizin günlük kârı” toplanır ve size “tenzilât” yapılır.
) “Banka kartı” taşıyorsanız, oradaki özel firmalardan alış-veriş yapmış iseniz kartı onların makinasından geçirirsiniz. Marketiniz onlardan %15 tahsil eder. Ancak bu parayı bir ay sonra alabilir. Eğer genel raflardan mal almış iseniz fiyatlara banka tenzilâtı eklenerek hesap yapılır.
2- RAFLAR:
Marketimizde iki türlü mal satılacaktır: Biri; firma bizden bir yer (reyon) ister, ona yetimizi ayırırız, o kendi satıcısını kendisi koyar, kendisi orada doğrudan malını satar. Koyduğu kimsenin ücretini o verir. Yer veya reyon perde/ bölme ile kapatılır ve kilitlenir. Diğeri ise; mal ortalıktadır, gelen malı alır, çıkarken kasaya uğrayarak orada kaydettirir ve çıkıp gider. Çıkarken zımbalanmış ve kayıttan geçmiş etiketi ile çıkar. Kapıda kontrol eden aynı zamanda markette koruyucudur ve temizleyendir.
3- MARKETTE “DANIŞMA YERİ” OLACAKTIR.
Müşteri her konuda oradan bilgi alacaktır. Müşterinin istediği mal markette yoksa sipariş verebilecektir. O gün araştırma yapılacak, ertesi gün kendisine bilgi verilecek, mutabık kalınırsa parası peşin alınarak satın alınıp ikinci gün teslim edilecektir. Bir daha bu mal talep edilirse fiyat telefonla sorulacak ve cevap verilecektir. İsterse sipariş yapabilecektir. Ayrıca doktor ve avukat gibi şahsi hizmet verenlerin de adresleri öğrenilecek ve kendilerine tavsiyelerde bulunacaktır. Tıp hizmetleri için gereken giderler kendisine baştan bildirilebilecektir.
4- MARKETİMİZE MAL GETİRİP TESLİM EDENLERDEN %15 ALINACAKTIR:
%4 “Tesisler”e, %4 “Çalışanlar”a, % 4 “Genel Hizmet”e, %1 “Kefil Olan”a, % 4 de “Sermaye Payı” olacaktır. Fiyatları kendileri koyacaklardır. Diledikleri kadar kâr edebilirler. Markete malı teslim edenler, mal satılmazsa malı alıp götürürler; satılırsa kendilerinden %15 alınacaktır. Nakliye markete ait ise, ayrıca%2 de nakliye için alınacaktır. Her hafta bir semte gidilerek “Evlere Servis” verilecektir. Sipariş bir gün önce alınacaktır. Gerekirse mal İstanbul’dan alınarak evlere teslim edilecektir. Bu hizmete çalışanlardan pay verilecektir. Tezgâhta satanların payı bunlara verilecektir. Marketler zincirleri ortakların katkıları ile oluşacaktır. Bunun için sermayeye pay verilecektir.
FAİZİN TANIMI:
Faizin haramlığında ittifak varsa da; faizin tanımı üzerinde ihtilâf vardır.
Kur’an’da faizin tanımı “riba” kelimesiyle ifade edilmiştir. “Riba” “rebvet”ten gelir; kendi kendine büyüme anlamındadır, bir ağacın veya canlının kendi kendine büyümesidir. Servetin de durup dururken kendi kendine çoğalmasıdır. “Kâr” da “faiz”e benzer; ama “kâr”da kendi kendine çoğalma yoktur. Alış-veriş yapan kişinin yaptığı iki akitle kâr ortaya çıkar. Birinden alır, diğerine satar. Arada ya “kâr” eder ya da “zarar” eder. Bu “faiz” değildir. Oysa faiz bir akitle oluşur. Durup dururken zamanla çoğalır. Kur’an’da faiz “ed’afen müda’afe” olarak ifade edilmiştir. Bir servetin gittikçe artarak , katlanmasıdır. Faizin düşük olması bu katlama zamanını uzatır. Yoksa tamamen aynıdır.
HAZRETİ PEYGAMBER “FAİZ”İ DEĞİŞİK ŞEKİLLERDE TANIMLAMIŞTIR:
a) Bir malın veresiye satılmasını faiz olarak tanımlamıştır. “Arada faiz olmasa da haramdır” demiştir. Ekonomi bakımından bu son derece doğrudur. Cari hesap faiz değildir.
b) İki alışverişi birleştirmeyi faiz saymıştır. Yani, satın almadan önce alıcıya satmak faizdir. “Sen al ben parasını ödeyeyim” faizidir. Borçla satıştan farkı yoktur.
c) Peşin de olsa mübadelede misliyattan olan mallarda fark yapmak da faizdir. Bileziği altınla satın alıp gramlarında fark yapmak böyledir.
d) Selem senetleri ile altın veya gümüşü peşin ödemeden satmak da faizdir.
e) Zarara katılmaksızın yapılan kâr da faizdir.
Bütün bunları alimler de faiz saymışlardır. Ancak bütün bunları bir illette birleştirmeye çalışmışlardır. O da olmayan malı satmak demektir. Bundan bazı istisnalar yapmışlardır:
a) İstisna akdi kurala aykırıdır, ama helâldir. İstisna, sipariş verip bir şey yaptırmadır.
b) Selem akdi kurala aykırıdır, ama helâldir.
Biz ise Hz. Peygamber’in; “Zarara katılmaksızın yapılan kâr faizdir” şeklindeki tanımını esas alıyor, diğer bütün tanımları bunun içine topluyoruz. Olmayan malı satmak bizce haram değil; bilinmeyen malı satmak haramdır, bu da rızayı yok eder. Kumar da bu faiz tarafına girmiş olur.
FAİZİN TARİFİNİ ŞÖYLE YAPABİLİRİZ:
Paradaki artış “faiz”, maldaki artış “kâr”dır. Zira mal artmadan parada artış ancak bir başkasının parasının eksilmesi ile olur. Oysa maldaki artış için bir başkasının malında eksilme olması gerekmez. Başkaları da kazanmış olur. Hatta herkes kazanmış olur. Maldaki artış ucuzluğa sebep olur. Parası olanların satın alma güçleri artar.
Enflasyon da malda artma olmadan paranın çoğaltılmasıdır. Demek ki enflasyon faize eşittir.
MATEMATİK:
Kişilerin aldığı bir mala ödediği bedel Pik= {mik*fik
Değişik kişilerin bir mala ödenen bedel Pi= {mi*fik
Ülkedeki bütün malların bedel P= {mi *fi = F* {mi*fi/F
Bu ülkede şimdi bu anda satılan malların toplamı halkın elinde bulundurdukları satın alma güçlerine eşittir.
Fiyatların üretimle değil stoklarla ilgisi vardır.
Üretim ise malın harekâtı ile olur. Malın harekâtı da paranın aksi istikamette hareketi ile sağlanır.
dP/dk* dk/dt= dP/dt= d(M*F)/dt= M*dF/dt*F*dM/dt
Burada dP/dk paranın kişiden kişiye geçmesini gösterir. Buna paranın hızı da denir. Tamamen hukukî işlemdir. Kişinin zimmetindeki borç veya alacağın artıp eksilmesi anlamına gelir. Paranın böyle hareketi iki şeye sebep olur:
a) Fiyatlar sabit kalır, mal artar. Yani, dM/dt >0 dir ve dF/dt= 0 dir. İşte bu hareket Karz-ı Hasen Müessesesidir. Şirket-i Kırâz veya Karz-ı Hasen ile gerçekleşir.
b) Mal üretimi olmaz, fiyatlar yükselir. Yani, dM/dt = 0 dF/dt>0 dir. Yani, para hareketi mal üretmiyor, sadece fiyatları yükseltiyor. İşte bu faizdir. Ve haramdır.
Fiyat paranın mala bölümüdür. Para satın alma gücüdür. Dört birleşeni vardır.
1- Piyasada rayiç olan nakit.
2- Faizle piyasaya sürülmüş senetler. S*(1+f*t)
3- Altın ve yabancı paralar A*fa
4- Veresiye satıştan doğan paralar. Ip
Mal da şunlardan oluşur:
1- Satılık mallar.
2- Satılık taşınmazlar.
3- Emekler.
4- Altın ve Yabancı Para.
Bankaların üretim olmaksızın piyasaya nakit sürmeleri enflasyona sebep olur. Bizim bu nakdin kötü tesirlerinden korunmamız için yapacağımız basit şey vardır; Ödemeleri Türk Lirası ile yapacağız, Borçlanmaları “aydi para” ile yani “altının değeri” ile yapacağız.
Faiz devamlı fiyat artışlarına sebep olur. Biz faizli işlemler yapmayacağız, onun yerine “kredileşme müessesesi”ni getireceğiz. Ne kadar “para kullandırırsak” o kadar “para kullanma” hakkımız olmalıdır.
Altın ve yabancı paralar ile mal alıp satmayacağız. Sadece bizim “kaydi para”yı onlara kote edeceğiz. Yani mallarımız “kaydi para” ile “altın bedeli”ne göre yapacağız, altın veya dövizi talep etmeyeceğiz.
“Veresiye satışlar” yapmayacak, yerine “selem sistemi”ni kullanacağız. Ortaklarımızın satın alma gücünü çalışma karşılığı hesaplarına geçirdiğimiz “kaydi para” ile yapacağız. Kişi çalışıp bir mal ürettiği zaman onun karşılığında mağazamızdan satın alma hakkını vermiş olacağız. Mesela, siz Genel Hizmet yapacaksınız, o Genel Hizmet karşılığında sizin bir hakkınız doğacaktır. Biz onu size para ile ödemeyecek, mağazamızdan mal almanıza imkân sağlayacağız. Vergilendirme ile sizleri işçi yapacak ve sigortanızı ödeyeceğiz Görülüyor ki, para artışından doğan enflasyondan korunmuş olacağız.
Malın azlığından enflasyon olabilir. Bu da mal ambara girmeden veya üretimi taahhüt edilmeden kimseye kaydi alacağı hâline getirmeyeceğiz. Üretimi taahhüt edilen malı ancak üretim tamamlandıktan sonra getirilecektir, Halkın depo edip de satamadığı malları mağazalarımıza taşımakla da enflasyon azalmış olacaktır.
Taşınmazları hisse senetleri ile satarak piyasaya arz edilen değerleri artırmış olacağız.
Verilen emek karşılığı ortaklarımıza ya “hisse senedi” vereceğiz veya “selem senedi” vereceğiz. Vadeli olacaklarında para tarafında görülmeyecekler, ama mal tarafında ambarda mal varmış gibi olacaktır.
Bütün altın ve dövizleri alıp satacağız.
OLAYLARIN YORUMU:
ERMENİ KATLİAMI
Müslümanlar Kafkasya’yı Hazreti Osman zamanında fethe başladılar. O tarihten beri, yani Müslümanların ilk günlerinden beri Müslümanlar ile Ermeniler birlikte yaşarlar. Sekizinci asırdan beri de, onuncu asırdan beri de Türkler buraları fethe başlamışlardır. Yani bin yıllık tarih Türklerin hiçbir halka katliam uygulamadığının şahididir. Katliam olmazdı, çünkü İslâmiyet böyle bir şeyi haram kılmıştır. Oysa Amerikalılar tüm Amerika’da Kızılderilileri; Avrupalılar da tüm Müslümanları Endülüs’te tam bir soykırıma tâbi tutmuşlardır.
İslâmiyet’te muharipler savaş sonunda ileride tehlike oluşturacaklarsa öldürülebilirler. Kadınlar, küçükler, yaşlılar, siyasete karışmamış rahipler ise ancak esir edilebilirler.
Türkler, Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler bin yıl Anadolu’da beraber dostane yaşamışlardır. Batı, Osmanlı İmparatorluğunu yıkmak için din ayrılığına dayalı bir hizipleşmeyi Türkiye’ye sokmuş, Rum ve Jön Türkler aracılığı ile Türkler arasında ırkçılığı yaymış, Rum ve Ermenileri de din taassubu içinde Osmanlı yönetimine düşman etmişti. Batılılar Jön Türklere Türkiye’de Meşrutiyet’i kurdurmuş ve Ermeniler ile Rumlara zulüm yaptırmıştı. Bu zulme karşı da bunları Osmanlı yönetimine karşı ayaklandırmış ve bu çatışma ile Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmış ve Sevr’i imzalatmıştı.
Olay burada kalmamış, Rum ve Ermenileri silahlandıran Batı Türkleri soykırımına tâbi tutmaya başlamıştır. Ben, Müslümanları camilere doldurup yaktıkları camilerin yanmış duvarlarına yetiştim. Yani henüz tamir edilmemişti, gördüm. Bunun üzerine Müslümanlar silahları ile çocuklarını alarak dağlara çıkmış ve kendilerini savunmaya başlamışlardır. İşte “İstiklâl Savaşı” böyle doğdu. Böyle bir soykırım girişimi olmasaydı Türkiye’de İstiklâl Savaşı zor olurdu.
Batı Rum ve Ermenileri Osmanlılara karşı kışkırtmış, ama İstiklâl Savaşı’nda onları yalnız bırakmıştı. İngilizler sadece silah verdiler, ordularını göndermediler. Yahudiler böyle istiyordu. Türkiye’yi Hıristiyanlara kaptırmak istemiyorlardı. İstiklâl Savaşı’nda yenilen Rum ve Ermeniler Türkiye’yi terk etmek zorunda kaldılar. İstanbul savaşla alınamadığı için de orada hâlâ yaşamaktadırlar ve bir sorunları yoktur. Nüfusları Türkiye’nin %1’i değildir, ama servetleri belki de yarısıdır.
Soykırımı olmuş mudur? Bugün Türkiye’de Rum ve Ermeniler yaşamadıklarına göre Anadolu’dan kovuldukları kesindir. Bu Lozan Anlaşması’yla bellidir. Lozan’da Türkler tarihin hesabını vermiş, varsa tüm borçlarını ödemiştir. Savaş olur, sonunda galip devletler masaya oturur, anlaşma yaparlar. Lozan’da acayip bir durum vardır. Rum ve Ermeniler mağlup, Türkler galipti. Ama Osmanlıların varisi olarak Türkler mağlup, Avrupalılar galipti. Hesaplaşma orada bitmiştir. Türkler Lozan Anlaşmaları’na, hatta gizli anlaşmalara dahi harfiyen uymuşlardır. Şimdi ileri sürülen bu soykırımdan bizim gocunacağımız bir şey yoktur. Tam tersine, Batı’nın halkları ve ulusları çatıştırma politikasının sonucu olmuştur. Suçlu varsa, kendileridir, Ateist Meşrutiyet anlayışıdır, Jön Türklerin eseridir. Hayrını gördüler...
Türklerin yapacağı iş; Meşrutiyet’i reddetmek ve sahip çıkmamaktır. “Sevr” onların eseridir. Lozan’la o anlaşma evrak olmuştur; anlaşma değil. Cumhuriyet döneminde ise savaş dışı bir olay sözkonusu değildir. Soykırımına kalkışan Rum ve Ermenilerin soyları kırılmışsa, bunun vebali onları ateşe atan Batı dünyasındadır. Sahip çıkamadığı halkı neden kendi devletlerine karşı kışkırtmıştır? Biz neden yurt dışında hiç kimseye sahip çıkmıyoruz. Mesela, Doğu Türkistanlılara sahip çıksak onlara kötülük ederiz. İslâmiyet de bunu böyle emrediyor. Hicret etmeyen halka İslâm devleti sahip çıkmaz.
Amerikan kararlarına karşı çıkmak, o kararlara değer vermektir. Amerika deli saçması kararları alıp dursun. Biz de karar alırız. Amerikan halkı ile bir işimiz olmadığından, Amerikalılarla eski dostluğumuza devam ederiz. Türkiye çok yanlış siyaset gütmektedir. Yapılacak iş gerçekleri inkâr etmek değil, haklılığını savunmaktır. Genel hukuk kurallarını çalıştırmaktır.
Savaş suçlularını sivil mahkemelerde muhakeme genel hukuka aykırıdır. Nurenberg Mahkemeleri hukuk dışı kuruluşlardır. Öcalan’ın Muhakemesi de hukuk dışı muhakemedir. Savaş Hukuku’nun esas kaidesi şudur: Savaş bitince önce taraflar bir araya gelerek mütareke imzalarlar. Sonra barış anlaşmaları başlar. Anlaşma bitinceye kadar askeri mahkemeler kurulur, infazlar yapılır. Barış imzalandı mı, artık hukuk düzeni başlar. Barışta kabul edilenler dışında artık savaşta olanlar sivil mahkemelerde muhakeme konusu olmaz. Eşkıyalık yapan İsrail şimdi savaş suçlularını yakalıyor. Yarın bu kural ile İsrail halkı çok kurban verecektir.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlayan: REŞAT NURİ EROL