MÜRSELÂT - MULKIYÂT
KUR’ÂN MATEMATİĞİ - XXI. DERS (TEFSİR) İstanbul - Üsküdar, 07.08.1999
MuLQıYAvT: فالملقيات ذكرا“İlka edenler, ulaştıranlar” anlamındadır. “LQV” kökü ilkin “yanak” anlamındadır. Kafkas dillerinde “LoQA” “yanak” demektir. Araplar yüze inen felce “LaQVat” diyorlar. Sonra “kavuşma” anlamında fiilleşmiştir. Yolun ortasına. “LaQAvt” denmektedir, “buluşma yeri” anlamındadır. “İlka etmek” yerine; “koymak, yerleştirmek” anlamındadır. Haber salanların karşısında haberin anlamını yerine yerleştirenler zikredilmiştir.
İlka edenler de salınanlar gibi dört tanedir. Aynı siga ve eşleştirme yapılmıştır. Âm olanlar, hâs olanlar ve gerek âm gerek hâs olsun kat’i ve zanni olanlar. Bizim bunların her birine karşılık bularak eşleştirmemiz gerekmektedir. Böylece bilgimiz bir sınıflama içine girecektir.
Âlemin dört mürseli vardır: Bunları görmüştük; Mekan, Zaman, Madde ve Enerji. “Âlem”in karşıtı “Âlim” yani “bilen insan”dır. “Âlim”in de dört mülkisi olması gerekmektedir. Yani insan onlarla âlemle ilişki kurabilmelidir. Bu dört meleke de; Fikir, His, Fiil ve Kavil’dir. Mekana karşılık Fikir, Zamana karşılık His, Maddeye karşılık Amel ve Enerjiye karşılık Kavil gelmektedir.
İnsan, fikirler ile mekanı böler, parçalara ayırır ve onlara ayrı ayrı adlar verir. Sonra onlar arasında ilgiler kurarak düşünmeye başlar. Türkiye bir bütündür. Biz onu kısımlara ayırır, ayrı adlar verirsek, onlar ayrı iller, ayrı kentler olmaktadır.
Zamanın hisler ile ilgisi ise, biz duyguları zaman gibi geçici olarak alırız. Duyguları hafızaya alıp sonra aynı duyguları yaşayamayız. Zamanda olduğu gibi hislerde geri dönmek de mümkün değildir. Zaten biz zamanı hislerle algılarız. Mekanda olduğu gibi metre ile ölçemeyiz. Âlimdeki maddenin yerini insandaki fiiller alır. Çünkü biz fiillerimizle maddeye etki eder ve onun yerini değiştirebiliriz. İstediğimiz şekli veririz. Maddeyi kullanarak onunla iş yaparız. Enerjiyi doğrudan alamayız ancak besin olarak alırız. Onunla fiil yaparız. Konuşmamız, sözlerimiz ise enerjiye tekabül etmektedir. Birbirimize sözlerle iş yaptırırız. Tabiata da ancak birleşirsek hükmedebiliriz. Dünyayı emrimize alabilmemiz için önce insanlarla birleşmemiz gerekmektedir. Bu da kavil yani sözler ile olmaktadır. Beşeriyet olarak birlikte oluşturduğumuz teknikle yeryüzüne hükümran olduk. Göklere de uzanıyoruz.
İnsanda ise Bedene karşılık Ruh vardır. Beden Âleme, Ruh Âlime karşılık gelmektedir. Bedenin dört özelliği mevcut idi: Hafıza, Duyu, Hareket ve Konuşma. Hafıza Mekanın, Duyu Zamanın, Hareket Maddenin ve Konuşma Enerjinin karşısındadır.
Şimdi Ruhta bunlara karşılık bulmamız gerekmektedir. Hafızanın karşılığı Bilinçtir. Hafıza bilinç tarafından çağrıldığında bir işe yaramaktadır. Yoksa beyinde bir yığından başka bir şey olmaz. Hafıza dış âlemin haritasıdır. Bilinç de o haritayı okuyan kimsedir. Haritayı okuyan olmazsa o harita sadece bir kağıt parçası olur.
Duyu, dış âlemin beynimize yaptığı etkilerdir. Dışarıdan gelen dalgalar beyne elektrikle 01 şeklinde ulaşır. Beyin bunu ruhun bilincine kainatın benzeri bir şekle çevirip anlatır. Gelen duyular ise duygulara dönüşerek haz ve elem şeklini alır. Duyular depo edilemeyen 01’lerdir. Allah fikirler gibi bunları da belleğe koyabilirdi. Çünkü bunlar da 01 dalgalarıdır. O zaman fonksiyonu kalmazdı. Ekmek yiyeceğimize hafızadan çağırır ve doyardık.
Bedendeki harekete karşılık insan beyninde zeka vardır. Beden alınan emirlere göre hareket eder. Bu hareket emirlerinin bir kısmı daha önce belirlenmiş ve hafızada depo edilmiş hareketleri içerir. Ama insanda diğer canlılardan tamamen farklı olarak da kuralları belli olmadığı halde sorunları çözme ve denemeler yapma kabiliyeti vardır. Biz bunu bilgisayara yaptıramayız. Bilinç ve zevk de böyledir. Tamamen ruhun özelliğidir. Hareket ve zeka karşılıklı olarak birbirini tamamlayan çift oluştururlar. Bedenin konuşma kabiliyeti yanında ruhta da diğer insanlarla ilişki kurma özelliği vardır. İnsan, zekası ve hareketleri ile madde üzerinde ilişki kurar. Oysa konuşma ve muaşeret ile diğer insanlarla ve ruhlarla ilişki kurar. Bu da bedenin madde ile kurduğu ilişkiden tamamen farklıdır. Bu yolla iki insan anlaşır ve birlikte hareket imkanını bulurlar. Böylece bedenin irsallerine karşı ruhta mulkıyler vardır. Gerek insan ile kainat arasında, gerekse ruh ile beden arasında karşılıklı irsal ve ilka vardır. Yani muhabere yapılmaktadır.
Toplulukta; Toprağın karşısında Halk vardır. Toprakta; Tanıma, Yaşama, Çalışma ve Korunma yer almaktadır. Buna karşılık Halkın da Dili, Sanatı. Tekniği ve Hukuku vardır. Dil, tanıma karşılığıdır. Çünkü mekanı tanımak için onu parçalamamız gerekmektedir. Parçalara da dil içinde adlar veririz. Böylece dil ile kainat karşı karşıyadır. Dil kainatın haritasıdır. Bizi ısıtan gökteki varlığa “güneş” kelimesi tekabül etmektedir.
Dil, fikirlerin içtimaileşmiş şeklidir. Sanat, hislerin içtimaileşmiş şeklidir. Teknik, fiillerin içtimaileşmiş şeklidir. Hukuk da konuşmaların (sözleşmelerin) içtimaileşmiş şeklidir. Kişi bunlarla toplulukla ilişki kurmaktadır. Topluluğa; dil ile fikirlerini, sanat ile hislerini, teknik ile fiillerini ve hukuk ile davranışlarını aktarmaktadır. Topluluktan da benzer davranışlar almaktadır.
Hizmetlerde; tapu tescili yanında nüfus tescili vardır. Tapuda; Planlama, Sağlık, Bakım ve Güvenlik vardır. Nüfus tescilinde bunlara Basın, Yayın, Ulaştırma ve Haberleşme tekabül eder. Bu müesseselerle kişiler arasında ilişkiler doğar. Basın ile insanların fikirleri birbirlerine aktarılır. Yayın ile insanlar hislerini birbirlerine aktarırlar. Ulaşım ile insanlar maddi ürünlerini birbirlerine aktarırlar. Haberleşme ile de insanlar birbirlerine sözlerini ulaştırırlar.
Bakınız, müesseseler oluşmuş, kurulmuş, bugün bakanlık veya genel müdürlük halinde fiilen vardır. Biz bunları dörtlü sistem içinde sınıflandırıyoruz. Böylece Kur`an ütopik dünyadan bahsetmiyor. Bizim yaşadığımız dünyayı bize daha kolaylıkla tanıtıyor. Kur’ân bir rehberden ibarettir. Zorlama yapmaz. İnsanlara hükmetmez. Polisi, jandarması, mahkemesi, tevkif evleri yoktur. İsteyen yararlanır, isteyen yararlanmaz. Buna rağmen tarihte bunlara inananlara zulmedilmektedir.
Ekonomide; eşyanın karşılığı insan idi. Ekonomi, insandaki ihtiyacın eşyadaki fayda ile giderilmesi müessesesi idi. Eşyanın dört mürseli vardı: Satma, Kullandırma, İmalat ve İnşaat idi.
İnsanda bunlara karşı mevcut dört özellik vardı: Biri satın almadır. Karşılığını vererek alıyorsun. Bu yeterli değildir. Çünkü herkes çalışarak karşılığını alamıyor. Yeryüzü bütün insanlarındır. Çalışmasalar da kira payları vardır. Dolayısıyla satın almadan hak olarak da ürünlere iştirak etmektedirler. Diğer taraftan insanlar günlük ihtiyaçlarını karşılamak için emeklerini veriyorlar. İmalat onunla olmaktadır. Artık emeklerini de inşaata veriyorlar. Bununla da inşaat yapılmaktadır. İmalatla da halihazır ihtiyaçlarını gideriyorlar. İnşaatla da gelecekteki ihtiyaçlarını gideriyorlar. İnşaat maddeye, imalat enerjiye benzemektedir. Artık emek maddeye, üretim emeği ise enerjiye benzemektedir.
Zamanla daha çok tartışılarak bunların daha sağlam yerleri belirlenebilir.
Hayatta ise doğum ve ölüm vardır. Doğum ve gelişme iki çifte dayanır: Bunlardan biri çiftleşme ve bölünme, diğeri ise birleşme ve farklılaşmadır. Doğum maddidir. Âleme benzer. Ölüm ise manevidir. Âlime benzer. Tüm hayat olayları böyle başlar. Ayrı iki çift birleşip yek vücut olur. Sonra bölünerek çoğalır. Daha sonra da ayrı ayrı hücreler yan yana gelir. Ortak hayat kurarlar. Farklılaşarak iş bölümü yaparlar. Bunların hepsi yalnız canlıya ait özelliklerdir.
Doğumda bu dördünün karşısında ölümde de dördü bulunmalıdır. Yaşlanma böyle gerçekleşecektir. Bu dört esas da Kıtlık yani besin bulamama, Darlık yani yer bulamama, artık maddeleri atacak yer bulamayıp pislik içinde ölme. İnsanlığı bu sebeple çevre kirliliği tehdit etmektedir. Sonra ölümün özel sebepleri de vardır. Bunlardan biri Hastalıktır. Bedenin içinde hâsıl olan mikroplar bedeni yiyip bitirirler. Bu tedrici ölümdür. Diğeri de, bir başka canlının yakalayıp bir anda Avlanması ve öldürüp onu yemesi şeklinde olmaktadır. Bunlardan hangilerinin hangilerine tekabül ettiği konusu ise; Kıtlık ve Darlık geneldir. Kıtlık kesin, Darlık zannidir. Hastalık ve Avlanma özeldir. Avlanma kesindir. Yakalanırsan ölürsün. Hastalıkta ise tedavi yolu vardır.
Demek ki çiftleşmeye kıtlık, bölünmeye darlık, birleşmeye avlanma, farklılaşmaya hastalık tekabül eder. Düşünüldüğü zaman bu karşılıklılık da uygun düşmektedir. Çiftleşme beslenmeyi gerektirir. Çoğalma darlığı doğurur. Birleşme ile avlanma zıt oluşlardır. Hastalık farklılaşmadır.
Usûlcüler bir mevzuatın oluşması için önce dilin oluşması gerektiğini kabul ettiler. Buna “vaz`” dediler. Biz Türkçede mevzuatı bu sebeple kullanıyoruz. Âm, Hâs, Müşterek ve Müphem olarak ayırdılar. Buna karşılık delaleti de ele aldılar. İbare ile, İşaret ile, Delalet ile ve İktiza ile delalet kavramlarını geliştirdiler. İbare, söylenenin asıl maksadını içerir. İşaret ise söyleyenin cümlesinden açıkça anlaşılır. Ancak söyleyen onu diğerini söyleyebilmek için söylemiştir. “Ahmet nereden geldi?” sözüne karşılık, “Ahmet dün Ankara`dan geldi” cevabı böyledir. “Dün” kelimesini eklenmese, soran, bir ay önce Ankara`dan gelmiş olduğu şeklinde anlayabilir. Cümlede Ahmed`in Ankara`dan gelmesi ibare ile, dün gelmesi işaret ile anlaşılmaktadır. Bunun yanında konuşmalarda lugatla anlaşılmasa bile anlaşılan manalar da vardır. Kelime İzmir`de olduğunu söylemiyor ama, konuşanlar İzmir`de olduğu için taraflar bunu hemen anlıyorlar. Buna “delaletle delalet” denir. Yine böyle lugat olarak bilinmekle beraber başka bilgilerle bilinenler ile bir takım manalar daha anlaşılır. Ankara`nın uzak olduğunu bilenler, gelen kişinin uçak veya araba ile geldiğini de bilirler. Oysa İstanbul ile İzmir arası olsaydı, gemi ile gelme de ihtimaller arasında olurdu. Buna “iktiza ile delalet” denir. Bu delaletlerden ibare ile iş`ari delalet geneldir. Çünkü lugat kuralları ile anlaşılmaktadır. Delalet ve iktiza özeldir. Çünkü kişinin özel bilgisiyle anlaşılmaktadır. İbare kesin, İşaret zannidir. Delalet kesin, İktiza zannidir.
Fıkıhta ise Barış ile Savaş karşı karşıya idi.
Barış yani İslâm dört temele dayanıyordu: Biri yeryüzünün kira payını çalışmayanlara ödeme yani Zekât, diğeri ise meydana getirilen zararları Diyet olarak tazmin etme idi. Zekat ve Diyet genel müesseselerdendir. Buna mukabil yakınların birbirlerine Nafaka yükümlülüğünün olması da tabii hukuk içinde barış için gereklidir. Doğmaya sebep olanlar onu besleyip büyütmelidir. Bunun sonucu olarak küçüklerin hukukunu korumak da Velilere ait olur.
Savaş da dört temele dayanır: Savaşta asıl olan caydırıcılıktır. Yani barış istemeyenleri korkutmaktır. Kuvvetli olmaktır. Bunlardan biri, toplantılar yapıp kişilerin birbirlerini eğitmesidir. Askerlik hizmetidir. İslâmiyet`te bu Namaz Müessesesi ile tertiplenmiştir. Savaşın ikinci önleyicisi de kısastır. Kısas, tabii hukukun temel kuralıdır. Bunların ikisi de geneldir. Ancak kısas belirsizdir. Buna karşılık toplulukta yönetim Başkanlarca yapılır. Ortak hareket Başkantarafından götürülür ve kararları kesin değildir. Uygulanır, sonra Hakemlerce düzeltilebilir. Haklar ise hakem kararları ile bölüştürülür.
Hakemler Nafaka karşılığı, Başkanlar Veli karşılığıdırlar. Böylece fıkıhta da dörtlü ilka vardır.
İlimde ise Mantık karşılığı ilmi dil vardır, ilmi metinler vardır, kurallar vardır. Geometri, Mekanik, Kimya ve Fizik ilimleri karşılığında; Dil, Sanat, Teknik ve Hukuk ilimleri vardır. Veya İlim, Din, Ekonomi ve İdare ilimleridir.
Bu tablolar üzerinde tartışılacak, sistem oturduğunda insanlık yeni ilim sistemine ulaşacaktır.