1967...1968...1969......................AKEVLER 33 YILDIR ÇALIŞIYOR.......................1999...2000...2001
GELECEĞİN II. KUR’AN - V. İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...
SİZİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ... BUYRUN! BİRLİKTE ÇALIŞALIM...
KUR’AN MATEMATİĞİ Üsküdar/ İstanbul, 02 MART 2001 CUMA
100. SEMİNER NOTLARI clubs.yahoo.com/clubs/adilduzen
www.adilduzen.8m.com
SEMİNER NOTLARI BURADA! www.akevler.org
EMANET
بسم الله الرحمن الرحيم
و ان كنتم على سفر و لم تجدوا كاتبا فرهان مقبوضة
فان امن بعضكم بعضا فليوئدى الذى أوئتمن أمانته
و ليتق الله ربه ولا تكتموا الشهادة ومن يكتمها فانه اثم قلبه
و الله بما تعملون عليم
(سورة البقرة : 2/283)
“Sefer üzerinde olur da bir kâtib vecd edemezseniz, rehinler makbuz olacaktır.
Bazınız bazınıza emanet ederseniz îtiman eden emaneti tediye etsin.
Rabbi olan Allah’tan havf etsin.
Şehadeti ketm etmeyin. Onu kim ketm ederse o kalbi âsim olandır.
Allah amel ettiklerinizi alîmdir.” (Bakara Sûresi(2);283)
“Yolcu olup da bir yazar bulamazsanız, alınmış güvence vardır.
Birbirinize bir şeyi bırakırsanız bırakılan kimse bırakılanı ödesin.
Yetiştiricisi olan Allah’ın korumasına girsin. Tanıklığınızı saklamayın.
Kim onu saklarsa o içi kötü olandır.
Allah yapmakta olduklarınızı bilendir.” (Bakara Sûresi(2);283)
و Va: Buradaki “Emanet Âyeti”ni bundan önceki “Tedayün Âyeti”ne bağlamaktadır. “Deyn” yani borçlanmaların yazışması zimmet muhasebesini anlatmaktadır. Bu âyet de “Emanet Muhasebesi”ni yani “Envanter Muhasebesi”ni anlatmaktadır. Envanter Muhasebesi ile Zimmet Muhasebesi arasında sıkı bir ilişki vardır ve benzer şekilde tutulacaktır. Sadece bir kaç konuda fark mevcuttur. İşte bu âyette o farklı konular izah edilecektir.
Deyn ile emanet arasında şu farklar mevcuttur:
a) Deynde artma ve eksilme borçluya aittir. Alacaklı teslim ettiği malı aynen geri ister. Oysa emanette artma ve eksilme alacaklıya aittir. Sadece bakımı ve korunması borçluya aittir. Buna karşılık yararlanma hakkına sahiptir. Farktan dolayı kira verebilir, ücret alabilir.
b) Deynde bakım ve koruma borçluya aittir, emanette alacaklıya aittir. Deynde ücret isteyemez, faiz veremez.
c) Emanette emanet hükümlerinin sürebilmesi için malın varlığı devam etmelidir. Mal yok olunca emanet de kendiliğinden ortadan kalkar. Oysa deynde malın varolup olmaması söz konusu değildir.
d) Deynde malın durumunu belirleyen bir kontrole gerek olmadığı halde, emanetlerde her teslimde malın kontrol edilmesi gerekir. Dolayısıyla görülmeyen malların teslimi sözkonusu olamaz. Vekâleten de olsa görülmelidir.
e) Borçlanma kollektif olduğu halde emanetler kişiler arasında olmaktadır. Borçlanmalarda ortaklık geçerli olduğu halde emanette daima bir malın bir sorumlusu vardır.
ان EiN: Şart edatıdır. “İza”dan farkı, olup olmaması eşittir. Yani “in” ile gelen cümlenin olması beklenen bir olayı açıklamaz. “İza tedayentüm” deyince, insanların borçlanmaları gerektiğini açıkça ifade ettiği halde, “Seferde iseniz”de böyle bir şart yoktur. Yani seferde olmak vacib değildir. Sünnet de değildir.
و ان VaEıN: İkisi birden istisna edatıdır. “İllâ”dan farkı, illâ ile istisna ederseniz istisna edilene kıyas yapılamaz. Oysa “vein” ile istisna ederseniz, istisna edilene her zaman kıyas edilebilir. Mesela, herhangi bir sebeple seferde olmazsanız dahi kâtip bulunmazsa yine rehin makbuz olacaktır demektir. O halde sefer hâli dışında kâtibin bulunamaması illeti ile hüküm kıyaslanabilmektedir. Yazışmanın istisnası hallerini göstermektedir. Başka çeşit teminatlar da geçerli olacaktır demektir. Yani gerek emanet gerekse rehin sisteminde kıyas geçerlidir. Bunun dışında deyndeki hükümlerin bir çoğu emanette de geçerlidir. Sadece işaret edilen hususlar istisna edilmiştir. Oysa istisnada istisna edilenin bütün hükümleri farklıdır.
كنتم KaVN: Tümsek demektir. BaYN çukur demektir. HaVN ise düzlük demektir. “Kâne” fiili, olmak anlamındadır. Olursanız denmektedir. Burada hâli ifade eder. Dönüşme anlamını da taşır. Yani ikamet hâlinden sefer hâline geçerseniz demek olur. Bunun işaret ettiği husus, devamlı sefer halinde olmayanların istisna edilmesidir. Sefer hükümleri geçici olarak sefer hâlinde olanlar için sözkonusu olup, kaptanlar veya şoförler gibi devamlı sefer hâlinde olanların hükmü farklı olacaktır. Burada çoğul sığası kullanılmıştır. Seferin kafileler hâlinde yapılmasını emretmektedir. Münferit seferler güven bakımından tehlikeli olduğu için toplu seferler önerilmiştir. Toplu seferlerin gidilen yer bakımından, trafik bakımından çok yararları olacaktır. Gelecekte yolculuklar sistemleşecek, belli saatlerde ve gruplar hâlinde seferler mümkün olacaktır. Bir yere gitmeyi düşündüğünüz zaman kafilelerden birine katılma durumunda olacaksınız. Kafile dışında münferiden yapılan seyahatlerde dayanışma tazminatı sözkonusu olmayacaktır. Uzak yollarda arabalar, araba vapurları veya araba trenleri ile seyahat edilecektir. Kamyon tek başına, otobüs tek başına yüzlerce kilometreyi tepmeyecek, araba trenine binecek ve ineceği yerde inecektir.
على GaLAy: Üzerinde anlamındadır. “Yolcu iseniz” denmemiş de, “yolculuk üzerinde iseniz” denmiştir. Yolculuk genişletilmiştir. Kısa gezintiler sefer hükümlerine tâbi değildir. Eskiden her 30 kilometrede ve altı saatlik mesafede kervansaraylar bulunurdu. Bunlara “konak” veya “menzil” denirdi. Değişik rivayetler üç, bir veya iki menzil mesafeyi sefer saymışlardır. Ebû Hanife mezhebinde üç menzildir. Bugün bu tanımlar geçerli değildir. Sefer illeti meşakkat kabul edilmiştir. Oysa bu âyet gösteriyor ki seferin illeti “meşakkat” değildir; “yabancılık”tır. Yabancılığın hukuk bakımından farklı durumları vardır. Başka bir hukuk düzenine girdiğini belirlemek için sefer hükümleri getirilmiştir. Mesela, bir yerde park edilmesi yasaksa, yabancı işarete uymadığında sorumludur. Oysa yerli olan o yasağı baştan bildiği için işaret olmasa da sorumlu olur. Bir yabancının o bucağa girebilmesi için orada birinin konuğu olması gerekir. Oysa o bucaktan olan kimsenin bucağa girmesi veya çıkması kimse tarafından durdurulamaz. O halde madem ki her bucağın ayrı kamu düzeni vardır, sefer hâli bucak dışına çıkmakla başlar. Ne var ki, bir ilçeye bağlı bucakların yargı teşkilâtları aynıdır. O halde seferde olma hâli, asgari ilçe dışına çıkmaya niyet etmekle başlar. İlçenin tüzel kişiliği olmadığı için ilin dışına çıkmak şartını getiriyoruz. Bunu şunun için yapıyoruz. Bir ilin bütün ilçelerine hakemleri ve kâtipleri atayanlar aynı kimselerdir. Dolayısıyla bir kimse ilin diğer ilçelerinin kâtip ve yargıçlarından yararlanabilir. Aynı dayanışma ortaklığına bağlı olanlar diğer ildekilere de hizmet verirler. Oysa ilin dışına çıktıklarında artık oranın kamu hizmetlilerini başka dayanışma ortaklıkları atadığı için onlar yabancılara hizmet vermek zorunda değildirler. Bu hususta bize göre kişi ilin diğer ilçe merkezlerinde, ülkenin diğer bölge merkezlerinde ve insanlığın tüm kıta merkezlerinde yabancı değildir. Çünkü orada dayanışma ortaklıkları vardır ve kamu hizmetini verirler. Bu hüküm teşkilât tamamlanmışsa böyledir. Orada dayanışma teşkilâtı kurulmamışsa o zaman orası da sefer hâlidir.
سفر SaFaR: Sufre, sabahın ağarması, sabah aydınlığıdır. Güneş doğmadan evvelki aydınlıktır. Geceyi dışarıda geçirenler bu aydınlığı yaşadıkları için sefer denmiştir. “Alâ” kelimesi ile bunun çoğul olması gerektiğini istidlâl edenler, “eyyamın uhar” ile de üç günlük yolculuk diye tanımlamışlardır. Bize göre, günübirlik gidip gelen yolcunun sefer etmesi câiz değildir. Geceyi başka ilin ilçelerinden birinde geçirmek durumunda olanlar misafirdir. İki gece, hatta üç gece de söylenebilir. Biz bir geceyi esas alıyoruz. Sefer kelimesi nekiredir. Yolculuğun sebebi etki etmez. Yani ne amaçla seyahat edilirse edilsin, başka bir bucakta bulunuyorsanız yolcusunuz. Ama bu iliniz dahilindeki bucaklar içinde kalacaksanız, yolculuğunuz geçerli değildir. İleride bir ilin bütün bucakları arasında günübirlik gidip dönmek her zaman mümkün olduğu için sefer geçerli olmayacaktır. Bir ilin nüfusu 300 000 ile bir 1 000 000 arasındadır. Demek ki İstanbul’un ilçeleri de il hükmündedir. İstanbul’un bir ilçesinden diğer ilçesine giden kişi geceyi de orada geçirecekse seferde olur.
و Va: Atıf harfidir. Seferde olmak ve kâtip bulamamak birbirine bağlanmaktadır. Âyette “ve” harfi ile bağlı olması sebebiyle rehinin makbuza olması hükmü ikisinin birlikte olmasına bağlanmıştır. Ancak illet olarak kâtip bulamama şeklinde alınırsa kıyas yoluyla diğer hallerde de kâtip bulunamazsa yine rehin makbuza olacaktır. Hatta kâtip bulunsa bile o kâtip kendi ilinin dayanışma ortaklığınca atanan kâtip değilse, onun kâtipliği geçerli olmayacaktır. Çünkü kâtip teminatlı olmayacaktır. Yine kıyas yoluyla bu takdirde rehin makbuza olacaktır. Yani teslim alınacaktır.
تجدوا VaCD: Vücud, beden demektir. Beden daha çok kol ve başın dışındaki kısımlara, vücut ise tamamına verilen addır. Ölünün bedeni de bedendir. Vücut ise yalnız dirinin tüm bedenidir. Sonra var olma anlamında kullanılmaya başlanmış, daha sonra da bir şeyi var olarak bulmak anlamındadır. Gücü yetmek anlamına da gelir. Yani, kâtibi istihdam etmeye gücünüz yetmezse, yazamazsanız, rehin makbuza olmuş olsun, teslim alınmış olsun denmektedir.
كاتبا Katib: Yazıcı anlamındadır. Ancak hattata kâtip denmez. Nasıl kitabet hat değilse, kâtip de hattat değildir. Kitabet, sözleşme yazma, anlaşma yazma, kanunlar yazma demektir. Kâtip de bunları yazan kimse demektir. O halde burada “bir kâtib bulamazsanız” deyince, “gelişigüzel yazı yazanı bulamazsınız” değil de; “noteri bulamazsanız” anlamındadır. Yani, “görevli bir kâtib bulamazsanız” anlamını taşımaktadır. Nekire olması, il içinde bulunan aynı dayanışma ortaklığı tarafından teminat altına alınmış her kâtibin bu hizmeti yapabileceğini ifade etmektedir. Gerçi herkesin kendi noteri olacaktır. Herkesin kendi noteri sözleşmeleri yapacaktır. Ancak başka noterin yapması da geçerli olacaktır. Belgeler kişinin kendi noterinde toplanacaktır.
ف Fa harfi cevap harfidir. “İn”den sonra gelince hükmü genişletir. “İn Teci’ Ukrimuk” dersen; “gelirsen bir defaya mahsus olmak üzere ikram ederim” demektir. “İn Teci’ Fa Ukrimuk” dersen; “her ne zaman gelirsen gel sana ikram ederim” olur. Bu hüküm sürekli olup, devamlı olarak her ne zaman olursa olsun kâtip bulunmadığı veya yetkili teminatlı kâtip olmadığı zaman rehnin makbuz olmuş teslim alınmış olacağını ifade ediyor. Bundan sonra gelen cümle şart cümlesinin cevap cümlesidir. Makbuz rehinler vardır deniyor. Cümlede mübteda hazf olmuştur. Aslı “Fa er-Rihanu Rihanun Makbuzetün”dur. Yani senede bağlanamayan, yazılamayan rehinler teslim edilmiş rehindir.
فرهان RaHN: Rihan, Yarış atıdır. Güçlü anlamındadır. Rehin borcu güçlendirdiği için rehin adını lamılştır. Rehin veren borcunu takviye etmiştir. Rehn, teminat olarak konan maldır. Burada çok önemli bir hukuk kuralı geliştirilmiştir. Bundan önce “Tedayün Âyeti”nde, ticaret malları dışında az olsun çok olsun her şeyi yazın deniyor. Ticaret malları “illâ” ile istisna edildiği için kıyas da caiz değildir. Bir insanın bir mala sahip olduğunu nasıl belgeleyecektir? Taşınmazlar için tapu kayıtları, taşınır mallar için de zilyetlik esas alınmıştır. Tarım döneminde ise insanların hafızası yeterli idi. Çünkü herkes kimin nesi olduğunu biliyordu. Ben böyle bir toplulukta yetiştim. Komşular birbirlerinin bütün mallarını bilirdi. Oysa sanayi döneminde artık kapı komşuları bile birbirini tanımıyor, nereden birbirlerini bilecekler. İşte bunun için Kur’an yeni bir mülkiyet anlayışını getirmiştir. Tüccarlar, ticaret mallarını zilyetlikle ispat ederler. Ticaret yerlerinde veya arabalarında bulunan mallar tüccarların kendilerine aittir. Aksini iddia eden ispatla yükümlüdür. Oysa ticaret dışındaki mallara mâlik olduğunu göstermek için ispat külfeti mal sahibine aittir. Bu hem bu âyetin delâletiyle, hem de “Tedayün Âyeti”ndeki “az olsun çok olsun mutlaka yazınız” hükmü âyetin ibaresi ile sâbittir. İşte bu iki âyetin emri bize “Envanter Muhasebesi”ni zorunlu kılmaktadır. Defter olacak ve bu defterde hangi mal nerede ise o defterde yazılacaktır. Bu yazışma için kâtibe gerek yoktur. Aramızda kendi yazımızla bunu ispat ederiz. Benim defterde çıkış varsa, sizin defterde de giriş varsa, böylece malın kime ait olduğu ispat edilmiş olur. Herkes kendi defterindeki malları kendi defterindeki kayıtla ispat edecektir. İşte bu defteri tutmak ve saklamak zor olduğu için Envanter Muhasebesi geliştirilmiştir.
مقبوضة Kabza sap demektir. Makbuzu alınmış, teslim alınmış anlamındadır. Rehin edilen malın kime ait olduğu envanter muhasebesinde vardır. Eğer seferde el değiştirmişse rehn edildiğini anlatmış olur. Bunun başka ifadesi şudur. Eğer normal muhasebeye geçirilirse rehinde malın teslim alınması gerekmez. Mal sahibinde kaldığı halde rehn edilmiş olur. Onu başkasına satamaz anlamındadır. Ama eğer envanter muhasebesinde geçmemişse o zaman rehn edilen mal mutlaka rehn alana teslim edilmesi gerekecektir. Yazılmamış rehinde teslim şartı vardır. Rehnin nekire olmasından anlıyoruz ki rehinde teslim şartı yoktur. Rehn ettiğiniz bir malı isterseniz alacaklıya teslim edersiniz. İsterseniz, o da kabul ederse onda kalır. Mal teslim edilirse veya edilmezse mal kimin dımanındadır? Yani artma ve eksilme kime aittir? Bakımı ve iaşesi kime aittir? Bu âyet bu sorulara da cevap verecektir.
ف Fa: Rehine ait hükümler ortaya konduktan sonra “Fa” harfi getirilerek emanet hükümlerini anlatmaktadır. Makbuz olan rehinin emanet olduğu anlaşılmaktadır. Yani rehin maldaki artıp eksilme rehin edene aittir. Rehini teslim alan kimse ise sadece bakımını ve günlük iaşesini temin ederek ondan yararlanma hakkına sahip olur.
ان İn şart harfidir. Burada emanet verirse denmektedir. Deynde tedayün olduğu halde, burada kişiler birbirine emanet vermektedir. Zimmet muhasebesi ve zimmetteki hukuk dayanışma ortaklıklarına aittir. Oysa mallar üzerindeki hukuk kişilere aittir. Mal kime emanet edilirse o sorumlu olacaktır. Zimmette her şey kâğıt üzerinde cereyan eder. Burada kollektif sorumluluk her zaman vardır. Oysa mallarda sorumluluk şahsidir. “Tedayentüm”de “iza” ile getirilmiş, oysa emanet “in” ile getirilmiştir. Kişiler için emanetleşme esas alınmamıştır. Oysa borçlanma esas alınmıştır. Zira borçlanma sayesinde ekonomi faaliyette olur. Yine bu âyetle işletme mülkiyeti ile yararlanma mülkiyetinin farklı hükümleri ortaya konmuş olmaktadır. Yararlanmada ortaklık sözkonusu olduğu halde, işletmede ise daima tek sorumlu vardır. Malın muhafazası da tek sorumluya aittir. Borçlanma ve emanet arasındaki önemli fark daha ortaya çıkmış bulunmaktadır.
امن EaMiNa: Emanet ederse deniyor. Emanet etmek güven altına almak demektir. Mena, karşı karşıya olan evlerin ara yerinin adıdır. Burası ortak avlu olup buraya konan mal güven altına alınmış olur. Buraya konan mal emanettir. Borçta mülkiyet alacaklıdan borçluya intikal ettiği halde, emanette mülkiyet alacaklıda kalır.
بعضكم BaĞ’DuKuM: Biriniz anlamındadır. Arapçada “ba’z” bud kelimesinden gelişmiştir. Hayvan etinin bir parçasıdır. Bâzı, bir kısmı demektir. Toplulukta grup demektir. Bir kişi diğer kişinin bâzısıdır. Burada birini diğerine emanet verirse denmektedir. Böylece emanetleşmelerin kişisel olduğu ifade edilmektedir. Emanetlerin yazılacağı “Fa” harfi ile ifade edilmiş oluyor. Ancak rehinle yazı dışı kalınabilmektedir.
ف Fa: Eda etsinden önceki “Fa” da hükmün devamlılığı içindir. Ne zaman emanet verilirse o zaman edanın vücubu da ortaya çıkar. “İn”den sonra gelen “Fa” cevap “Fa”sı olup emanetin hemen iadesi gerekmez. Gerekseydi emanet olmazdı. Demek ki şarttan sonra gelen “Fa” takibi gerektirmez. Sadece hükümde takip yeterlidir. Bu sebepledir ki muaccel hâle gelen borç talep edilmezse edasının hemen yapılması gerekmez. Ne zaman isterse o zaman ödenir.
فليوئدى Eda: Ödeme demektir. Yed kelimesinden türemiştir. Borcu ödeme, eli cebe koyma tabirleri vardır. Devâ, ilaç demektir. Öd kesesi de buradan gelmektedir. Eda, ilaç yapmak, tedavi etmek anlamındadır. Borçlu olan hasta kabul edilmiş ve eda ilaç verme anlamına gelmektedir. Emanetini sahibine versin anlamındadır. Günü gelince veya talep edilmesi hallerinde eda edilmesidir. Hastalık talep ile başlar. Borçluların talep tarihinde nasıl sıkıntıya girdiğini düşünürsek, edanın tedavi olduğu açıkça anlaşılır.
الذى أوئتمن Ellezi Eu’tumine: Kendisine emanet edilen kimse marife olarak getirilmiştir. Emanet edilen kimse de belirlidir. Bu da teminatlı ehliyete sahip ambarcılardır. Emanet edilen şeyde veya emanet şekli de belirtilmiştir. Yani standart mallar emanet edilecektir. Misliyle eda da emanet edası hükmündedir. Burada Hz. Peygamber’in altı maddede misli misline hadisi bu edayı ifade etmektedir. Standart malların misli aynı gibidir. Paralık vasfı da buradan doğmaktadır. Bey’ ile selem arasındaki fark da buradan gelir. Selemde misl, bey’de ayn borçlanılır.
أمانته Emanet, emanet verilen şeydir. Bu maldır. Nakit borç olur, emanet olmaz. Altın ve gümüş de esasta borç olur, emanet olmaz. Ancak zinet eşyası emanet olabilir.
ليتق الله ربه Rabbi olan Allah’tan ittika etsin: ifadesi ile sözün emanet alana ait olduğu anlatılmaktadır. İspat külfetinin emanet verene düşeceğidir. Ayrıca emanet alan kimsenin içtihatlarına göre hükmedilecektir demektir.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlayan: REŞAT NURİ EROL
ENVANTER MUHASEBESİ
ENVANTER BAKANLIĞI MESLEKİ ŞÛRAYA BAĞLIDIR
Ocakta, ilde, ülkede ve İnsanlıkta İlmi Meclisler vardır. Bu meclislerin ilmi, dini, mesleki ve siyasi şûraları mevcuttur. Bunlar ilmi, dini mesleki ve siyasi dayanışma ortaklıklarından oluşur. Şûralar sıralama usûlü ile bakanları seçer. Dayanışma başkanları dava açar ve hakemler karar verir. Siyasi denetim böyle olur.
MECLİS |
İLMİ ŞURA DİNİ ŞURA MESLEKİ ŞURA SİYASİ ŞURA |
CUMHUR BAŞKANI
DEMİRBAŞ EVRAK ENVANTER ZİMMET BAKANLIĞI BAKANLIĞI BAKANLIĞI BAKANLIĞI |
BAŞBAKAN
Şemadan görüleceği gibi kayıt bakanlıklarından dördü dörde bölünmüş ve her biri bir şûraya bağlanmıştır. Kayıt Bakanlıkları doğrudan doğruya başbakana bağlanmıştır. Oysa diğer bakanlıklar başbakan yardımcılarına bağlıdır.
Tescil, Tesbit, Tahkik ve Tahkim Bakanlıkları doğrudan doğruya cumhurbaşkanına bağlıdırlar. Bağımsız bakanlardır.
Kayıt yahut Nüfus Bakanlıklarında Evrak Bakanlığı kişilerin özel kayıtlarını tutmaktadır. Kişilik doğuştan başlar ve ölünceye kadar sürer. Bu ehliyet dini ehliyettir. O sebeple Dini Şûranın denetimindedir.
Demirbaş yahut Tapu Bakanlığı planlama ile ilişkili olduğu ve planlama da ilmi şûranın denetiminde olduğu için bu bakanlık İlmi Şûraya bağlıdır.
Zimmet yahut Muhasebe Bakanlığı borç ve alacağını içerdiği ve bu borç siyasi gücün teminatı altında olduğu için Siyasi Şûraya bağlıdır.
Envanter yahut Maliye Bakanlığı bütçeyi ilgilendirdiği, üretim yanı gelir kaynağı olduğu için Mesleki Şûraya bağlanmıştır.
Ülkede bakanlıkların bölgelerde genel müdürlükleri vardır. Bu genel müdürlükler ihtisas genel müdürlükleridir. Bu genel müdürlükler yönetim kurullarınca idare edilirler. Yönetim kurulu başkanlarını bakanlar atar. Üyelerini şûralar sıralama usûlü ile seçerler. Hizmetler merkezin denetimi altında bölgelerde bağımsız olarak yapılır.
İllerdeki bakanlıkların ilçelerde hizmet görevlileri vardır. Onlar onların baş sorumlularını bakanlar atar. Hizmet görevlilerini ilgili şûralar sıralama usûlü ile atarlar. Her konuda on kadar hizmet görevlisi vardır. Buraya kadar anlattıklarımız makro teşkilâtlanmadır. Yasalarla düzenlenecektir. Bundan sonra anlatacaklarımda tamamen kooperatif şeklinde halk kendisi teşkilâtlanacaktır. Bugünkü kanunlara tamamen uygun şekilde kurulacak Kredi ve Dayanışma Kooperatifleri bu teşkilâtlanmalarını kendi içlerinde yapacaklardır. İşte ülke bu şekilde kooperatifler olarak ayrı ayrı teşkilâtlanırsa, sonra kurulacak Adil Düzen Partileri bu teşkilatlanmayı önce il seviyesine yükseltecek, sonra da ülke seviyesine çıkaracak, sonra diğer ülkeler de benzer teşkilatlanmayı tüm insanlık seviyesinde benimseyecektir. Bu olacaktır; tutucular istese de istemese de olacaktır. Tarihte göçebelik dönemi vardı. İnsanlık direndi ama tarım dönemine geçmeyi önleyemedi. Bunu Nuh Peygamber başardı. İnsanlık putperestti, direndi, ama sonunda tek tanrılı dinler hâkim oldu. Bunu İbrahim Peygamber başardı. İnsanlık hanedan yönetimine sahipti, demokrasiye karşı direndi, ancak bugün demokrasiye geçildi. Bunu Hazreti Muhammed başardı. Şimdi de Adil Düzene karşı direnmektedirler... Ama başarılacaktır. Tarihte tutucular hiçbir zaman başarıya ulaşmadılar. Bunu yeni peygamber değil ilim başaracaktır. Siz başaracaksınız.
KOOPERATİFLER BUCAK SEVİYESİNDEDİR
Bin hanelik siteler kurulacaktır. Bu siteler ahşap evlerle dağlarda birer dönüm arazi içinde kurulacak ve o sitede kooperatif olarak Adil Düzen uygulaması yapılacaktır. Ayrıca kentlerde satış merkezleri oluşturulacak ve buralardaki sakinler kooperatif hâline getirilecek, buradaki kimseler Adil Düzene göre teşkilâtlanacaklardır. Adil Düzende mikroda teşkilâtlanma ile makroda teşkilâtlanma arasında benzerlik vardır. Hücre yapısı ile insan yapısı birbirine benzer. Ocak Adil Düzenin hücresidir. Hücre olmadan bütün olmaz. Şimdi hücre inşa edilecektir. Elbette tutucular çıkacak ve birtakım saldırılara uğrayacaksınız. Bu saldırılar devletten çok, size çok yakın olması gereken ve “Müslümanım!” diyenler arasından olacaktır. Siz doğru yolda iseniz Allah sizi koruyacaktır. Biz yapmakla yükümlüyüz, sonuçlar bizi ilgilendirmez. Sonuç Allah’a aittir.
Kooperatifin bir kongresi vardır. Buna bütün ortaklar üyedir ve eşit söze sahiptirler. Bunlar site sakinleridir. Bunların seçtikleri bir ilmi şûra vardır. Bunlar kooperatifin yönetim kurulunu oluştururlar. Bunların içinde 10’ar civarında dört şûra vardır: İlmi, mesleki, sosyal ve ahlâki şûra. İlmi ve mesleki şûralar makroda ve mikroda aynıdır. Kooperatiflerin askeri güçleri olmadığı için siyasi şûralar sosyal şûralar şekline dönüşmüştür. Ülkemizde dine karşı allerji vardır. Bu sebeple bu husustaki tereddütleri ortadan kaldırmak için bizce dini şûra yerine ahlâki şûra ikame edilmiştir.
Ortaklar dayanışma ortaklıklarını oluşturacaklardır. Bilgisizlikten doğan zararlar ilmi, beceriksizlikten doğan zararlar mesleki, ihmalden doğan zararlar ahlâki, kasden iras edilen zararlar sosyal dayanışma ortaklıkları tarafından tazmin edilecektir. İlmi şûra sıralama usûlü ile kooperatif genel başkanını seçecektir. Kentler semtler hâlinde siteleşeceklerdir. Semtlere başkanlar birer yönetici atayacaklardır. Ortaklar semtlerde koruma nöbetleri tutacaklardır. Her ortak kendi semtinde değil de başka semtte koruma nöbeti tutacaktır. Semtini dolayısıyla yöneticisini kendisi seçecektir. Böylece kooperatif içinde teşkilâtlanma olacaktır. Ayrıca kooperatif merkezinde sorumlular olacaktır. Bunlar devletteki bakanlara tekabül edecektir. Sorumlular kendi şûraları tarafından denetleneceklerdir.
10 kadar kooperatif birleştirilip Kooperatif Birliği kurulacaktır. Ortak hizmetleri ancak bunlar arasında olacaktır. Yani şimdi başladığımız ve henüz başlangıç merhalesinde bulunduğumuz bu Genel Hizmetin tam olarak yapılabilmesi için 1000’er ortaklı 10 kooperatif kurulduğu zaman gerçekleşecektir. Söylenenler hemen olmuyorsa bundan sıkılmamalısınız. “Bu olur mu?” diyeceksiniz. Elbette olur. 10 kooperatifin ortağı 10 000 kadar kişi olacaktır.
Refah Partisi’nin oyu 6 milyon olmuştu...
Fethullah Gülen’in Cemaati ne kadardır?..
Bunlar Akevler’e sırt çevirmeseydiler bugün çok büyük adımlar atılmış olurdu.
Allah öyle olmasını istemiştir.
O halde “olmaz!” demeyeceksiniz.
“Allah isterse çok kolay olur.” diyeceksiniz.
Hedefinize doğru yürüyeceksiniz...
İşte kooperatifin şimdi birer evrak, demirbaş, zimmet ve envanter sorumluları olacaktır. Onlar bu düzenlemeleri yapacaklardır. Ayrıca her on ortağın birer evrak, demirbaş, zimmet ve envanter hizmetlisi olacaktır. Diğer yönden her ortak bu hizmetlerden birini yüklenecektir. Yani aramızda işbölümü yapacağız. Şimdilik bu hizmetlerimizi saatlendirip muhasebeye vereceğiz. Bunlar muhasebede sözleşmeye göre değerlendirilecektir. Bunu Zimmet Muhasebesi yapacaktır. Sonunda bu çalışmalar karşılığında kooperatif içinde mal varlığı oluşmaya başlayacaktır. Bu mallar üzerinde çalışan veya nakden katkıda bulunan ortakların payları olacaktır. İşte ileride bu ürünlere mâlik olacaksınız. O zaman bunu yine Adil Düzene göre bölüşeceksiniz.
KOOPERATİFLER ORTAKLARIN KATKILARI İLE OLUŞACAKTIR
Kooperatif kurulurken ortaklar birtakım verileriyle katılacaklardır:
a) Nakit vereceklerdir. Bu nakit şimdi dolar hesabiyle yapılmaktadır. İleride bu altın-grama dönüşecektir.
b) Mal verebileceklerdir. Ortakların malları olur. Altın-gram üzerinden değerini koyar. “Bunu satın ve kooperatife sermaye yapın veya kullanın, ben bununla katılayım” der. Bu suretle kooperatife katılmış olur.
c) Taşınmazla katılabileceklerdir. Kişi, “Alın bu taşınmazı, kullanın, ben kira payımla size katılmış olurum” der.
d) Emekle katılabileceklerdir. “Ben size şu işleri yaparım” der ve emeklerini kooperatife koyar. Onunla iş yapılır, sonunda ortak olmuş olur.
İşte ortaklar bu katkılarda bulunarak kooperatif oluştururlar. Kooperatif böyle verilerle kurulur. Burada önemli olan husus, ortakların aidata bağlanıp zorlanması sözkonusu değildir. Kim ne kadar katabilirse katacaktır. Kooperatif kuruluncaya kadar, çalışmaya başlayıncaya kadar kişi bir şey istemeyecektir. Katkıları bu kadar az olacaktır. İleride sıkışıp çökmemelidir. Sabredebilmelidir. İşte kooperatifi kurma böyle olacaktır. Kooperatif kimseyi katılmaya zorlamamalı, onlardan aidat istememelidir. Ortaklar da kooperatiften ayrılmayı düşünmemelidirler. Kooperatif kurulup faaliyete geçtikten sonra ayrılmayı düşünmelidirler.
KOOPERATİF KATKILARI İLE TAŞINMAZ ELDE ETMELİDİR
Kooperatif çalışanları aldıkları nakitleri taşınmaza çevirip onları ortak etmelidirler. Ortakların nakit gelirlerini cari harcamalar içinde harcamamalıdırlar. Taşınmazlar için yaptıkları harcamalarının en çok beşte birini cari harcama olarak yapmalıdırlar. Elde ettikleri taşınmazların değeri bu kadar arttığı için bu kadar harcamakla ortakları zarara sokmamış olurlar.
Ortaklar hizmetlerinden dolayı ücret değil ortaklıktan pay almalıdırlar.
Taşınmazlara yatıracakları malların beşte biri ile arsa alırlar, beşte ikisini beton yapı yapabilirler, makine alabilirler, beşte ikisini de ahşap yapılara ayırabilirler. Böylece üretime doğru kayarlar.
Bugün Akevler Kooperatifi’ne 50 000 dolarlık katkı vardır. Bunun dörtte biri yapıya verilmiştir. Dörtte biri makine stokudur. (2500 dolar Kooperatif kuruluş masrafı.) Dörtte biri de Ahşap Ev olarak bulunmaktadır. Diğer dörtte bir ise ilk yapılan Kavak Ev denemesidir Ve kooperatifin kuruluşudur. Bu meblağa Süleyman Karagülle borçludur. Kooperatif kurulursa ve üretime geçerse, kuruluş payı olarak kooperatif ödeyecektir. Geçemezse, bunu şahsen kendi Akevler’deki mal varlığından, Özdemir Çelik’teki hisse payı ile ödeyecektir.
Bu meblağın içinde kooperatif ortaklarının çalışmaları yoktur. Kooperatif kurulup faaliyete geçtikten sonra, başarısı nisbetinde bir değerlendirme yapılacak ve katkıda bulunanlara bölüştürülecektir. Kimlerin ne katkıda bulundukları yaptıkları ile değerlendirilecektir. Bu husustaki bölüştürme Kurucu Süleyman Karagülle tarafından yapılacaktır. Kendi payı ise o zamanki şûra tarafından sıralama usûlü ile verilenecektir. Kimlerin ne katkıda bulunduklarını anlatabilmek için yapılmakta olan işler belirlenir:
a) Ortaklar bulunmuş ve 50 000 dolar nakit temin edilmiştir. Bunları kimler buldu?
b) İki kooperatif kurulmuş ve faaliyete geçmiştir. Kim kurdu?
c) Kooperatif kuruluş merkezleri olarak Koba ve Vakıf kullanılmıştır. Bunların payı nedir?
d) İki Ahşap Ev yapılmıştır. Bunlara ücretsiz bedeni katkıları kimler yapmıştır?
e) Kaynarca’da taşınmaz alınmıştır. Bu alımda kimlerin emekleri geçmiştir?
f) Ahşap Evler İzmir’e taşınmış ve orada faaliyete geçirilmiştir. O faaliyette kimlerin katkısı olmuştur.
g) Kuran Matematiği Seminerleri, Usul Çalışmaları, Arapça Çalışmaları, Kooperatif Sözleşme ve Anlaşma Çalışmaları yapılmış ve ürünler elde edilmiştir. Kimlerin bunlara ne katkıları vardır?
h) Muhasebe ve Program Çalışmaları yapılmıştır. Kimlerin buradaki katkıları nedir?
İşte bunlar muhasebeleştirilecektir. Sonunda harcanan nakitle orantılı bir değer yüklenecek ve ortaklara bölüştürülecektir. Kooperatiften o kadar pay sahibi olunacaktır.
ENVANTER MUHASEBESİ NEDİR?
Zimmet Muhasebesinde kişilerin borç ve alacakları belirlenmiştir. Mesela, benim Hasan’a 500 tane Arsel’e Reddiye Kitabı borcum vardır. Muhasebede bu değer yer alır. Burada bu kitabın gerçekte mevcut olması gerekmediği gibi, ileride de mutlaka olması icab etmez. Borç ibra yoluyla ortadan kalkabileceği gibi, mirasın taksimi ile de sona erer. Her zaman ödenmeyebilir. Ödeme dört şekilde olur:
a) Aynen ödeme, borcun muhasebede geçen şekliyle ödenmesidir.
b) Tarafların rızası veya hakem kararı ile aynen yerine mislen de ödenir. Mislen demek, benzerini vermek demektir. Başkasının arabası ile kaza yapan birinin aynı model başka arabayı satın alıp vermesi mislen ödemedir.
c) Kıymeten ödeme, aynı değerde aynı işi yapan başka bir mal ödeme böyledir. Adı geçen kazada başka model araba ödeme kıymeten ödemedir.
d) Bedelen ödemektir. Bedel aynı değerde ama ayrı fonksiyonu yapmamaktadır. Nakitle tazminat ödeme böyledir.
Görülüyor ki, Zimmet Muhasebesinde ödeme her zaman muhasebede yapılan şekliyle yapılmamaktadır. Bu muhasebe hakları dağıtan bir muhasebedir. Zimmet Muhasebesi topluluğu oluşturan muhasebedir. Ne var ki, Zimmet Muhasebesinde hayali değerler istendiği kadar artar ve yalancı muhasebe oluşturulabilir. Bunu bir misalle belirtmeye çalışalım. Farz ediniz ki Türkiye’nin mallarını dolar cinsinden değerlendirdik. 10 milyar dolar mal varlığımız vardır. O yıl dolar 500 000 lira idi. Bir devalüasyon oldu ve 1 dolar 1 000 000 lira oldu. Şimdi mallarımız artmadı, malımız aynı. Dolar değeri değişmedi. Ama TL değeri iki misline çıktı. % 100 zengin olduk. Başka bir şekilde bakarsak, paramızın değeri yarıya düştü. % 100 fakirleştik. O halde Zimmet Muhasebesi gerçek zenginliğimizi göstermez. Gerçek zenginlik Envanter Muhasebesinde görülür.
ENVANTER MUHASEBESİNİN YARARLARI
Envanter Muhasebesinin birçok yararları vardır.
1- Kooperatifimizde Envanter Muhasebesi olmazsa çalışmalarımızı değerlendiremeyiz. Diyelim ki, ben 12.500 dolarlık makinelerimiz vardır diyorum. Bu doğru mudur? Bunu ancak envanterimizde görebiliriz. Şimdi nelerimiz var?
a) Profil Makinesi. 4500 dolar.
b) Delik delme, baş kesme, vinç makinesi, kaldırma, vida açma, bıçaklar. 2000 dolar.
c) Torna ve rovelver. 2000 dolar.
d) Hızar rayları. 500 dolar.
Şimdi bu makineler her zaman kontrol edilir. Değerleri yükselmişse kâr gibi görünür, düşmüşse zarar gibi görünür. Değerleri nasıl ölçeceğiz? Asıl sorun budur. Taşınmazları getirdikleri gelirlerle ölçmeliyiz. O zaman da her taşınmaz bir değer getirmelidir. Evet, bugün batı mantığında bir taşınmaz sadece getireceği kâr için satın alınır ve yeter derecede kira getirmediği zaman hemen satılır. Türkiye henüz tarım topluluğu yapısından çıkmamış olduğu için herkesin birtakım taşınmazları vardır. Ama kira getirmemektedir. Adil Düzen öyle bir düzendir ki, her taşınmaz bir kira getirebilir. Bunun için şu müesseseler oluşmuştur:
a) Taşınamazı kiraya vermek isteyen komisyoncuya verir ve komisyoncu onun bakımını yapar. Kiraya vermeye çalışır. Kiraya veremezse bile, diğer kiraya verdiği taşınmazlardan bunun kirasını dayanışma içinde öder.
b) Kooperatif inşaatta çalıştırdığı kimselere toprak senedini verir. Bunun beşte birini altyapı ortaklığına verir, o da işçilere verir. Malzeme de toprak senedi ile değerlendirilir. Böylece inşaat bittiği zaman inşatta harcanan toprak senedi kadar bir değer elde edilir. Bu değer karşılığı o tesisin değeri ortaya çıkar, bu maliyet değeridir. Yapının hisse senetleri satışa çıkarılır. Önce maliyet değeri ile satılmaya başlanır. Kira yalnız satılmış senetlere bölüşüleceği için satış hızla gerçekleşmeye başlar. Satılan miktar o kadar olur ki gelen kira diğer kiralara eşit olsun. İşte bu binanın gerçek değeridir. Senet sayısı sınırlandırılmaz.
Toprak senedinin altın senedi cinsinden değeri ise getirdiği kira payları ile orantılı olacaktır. Böylece denge kendiliğinden oluşmuş olur. Eğer kiralar yüksekse yatırıma gidilir. Kiralar düşükse yatırım yavaşlar. Hangi yapıların senetleri daha çok satılıyorsa yatırım o tür yapılara kaydırılır. Bina kira getirmeye başlayınca senetler iade edilmeye başlanır. Sonunda bütün senetler iade edilince taşınmaz da kooperatife kalır. Kooperatifin bunu çalıştırabilmesi için 1 000 000 dolar gelir getiren taşınmazlara ihtiyaç vardır. Ahşap Evler yayan tesisleri kurduğumuzda bu sistemi çalıştırma imkanını bulmuş olacağız.
c) Değiştirme Mağazaları kurulacaktır. Değiştirme Mağazalarına mal satın alan komisyoncular olacaktır. Bunlar aldıkları malların takdirini yapacaklardır. Bunlara bir kredi tanınacak ve Mağaza Senedi verilecektir. Bu Mağaza Senedi kadar mal satın alacak ve mağazaya koyacaklardır. Kendilerine %1 verilecektir. Mağaza satın alıcıları arasında rekabet olacaktır. Kimin malı daha çok satılırsa onun %’de payı fazla olacaktır. Böylece satıcı en pahalı satmak isteyecek, alıcı komisyoncu en aza almaya çalışacaktır. Rekabet de olunca malların gerçek değerleri ortaya çıkacaktır.
d) Bunun dışında malların mağazadaki stok durumlarına göre de bir fiyatlama yapılır. Ambara vasat bir stok tanınır. Stok artarsa fiyatı düşer, stok azalırsa fiyatı yükselir.
İşte yukarıda sayılan şekliyle malların değerleri tesbit edilir. Bunların toplam değeri toplam stoku ifade eder. Maliyet toplam değeri ile cari fiyatlarla toplam değerleri arasındaki fark, malların gerçek değer artışını ifade eder. Bütün bunlar bir mala yani altına kote edilir. Bir işletmenin kârı o işletmenin parası ile altın, demir, buğday ve toprak değerleri ile ölçülür. Gerçek kâr-zararımız ancak envanterdeki değerleri ile belli olur. Zimmetteki değerler o malların kimlere ait olduğunu gösterir.
2- Envanterin başka bir yararı, hangi malların nerelerde olduğunu topluluğun bilmesidir. Herkesin malı kendi ambarında olur. Ancak bu malı bildirirse kendisine bir kredileşme puanı verilir. İstediği zaman geri almak şartıyla bunu kullandırmayı taahhüt etmiş olur. Diyelim ki, bende bir kutu aspirin vardır. Biri hastalandı, aspirine ihtiyaç duyuldu, envantere bakılır, kimde varsa o gün alınır kullanılır. İlaç veren alacaklı hâle gelir. Ertesi gün veya başka bir gün herhangi bir eczaneye gidip ilacını parasız alır. Çünkü gece aspirini alan parayı zaten ödemiş olacaktır. Yahut kimde ne olduğunu bilirsem pazarlık yaparak ondan satın almayı veya borç almayı isteyebilirim. Demek ki Envanter Muhasebesinin ikinci yararı kimde ve nerede ne olduğunun toplulukça bilinmesi ve ondan yararlanma yollarının aranmasıdır.
3- Envanter hesabının başka bir faydası, imalatta malların akışını takip etmektir. Misal, ben bir çuval un verdim ve karşılığında 200 ekmek alacağım, benim unumun ekmeğini alacağım. Bunu takip etmek için envanter hesabının tutulması gerekir. Un ambara konur. Sonra unu eleyecek kimse çeker ve eler, elenmiş unu ambara teslim eder. Elenmiş unu hamurcu alır, maya katar ve yoğurur. Ambara verir Bu sefer somuncu alır, onu ekmek hâline getirir, yine ambara verir. Somun ambarından fırıncı alır, fırına sokar, pişirir. Ambalaj ambarına koyar. Ambardan ambalajcı alır ve saklar. İşte bu işlemler olurken ben ambara koyar diyorum. Aslında ambara koymaz, el değiştirir. Ancak her değiştirme bir devir muamelesi olur ve saatleriyle tarihlenir. Böylece ileride eğer bir bozulma olursa, bozulmanın nereden geldiği kolayca tesbit edilebileceği gibi, akış durumu da her zaman bilgisayardan takip edilebilir. Kişi siparişinin durumunu her zaman kontrol edebilir.
4- Malların en önemli özelliği, korumaya ve bakıma ihtiyaçları olmasıdır. Envanterde malların zilyetleri de görüneceğinden sorumluları bilinecektir. Artma veya eksilme borçluda veya alacaklıda olabilir. Ancak normal bakım ve koruma daima zilyetindir. O halde zilyetin bilinmesi gerekmektedir. Bu zimmet muhasebesinden çok envanter muhasebesinde yer alacaktır.
DEĞİŞİK MUHASEBELER VE HESAP TÜRLERİ
Bir devir senedinin kaydedileceği hesaplar değişiktir. Genel olarak birden fazla muhasebede yer alması gerekir. Hesap türünde bu gösterilir. Mesela, bir evrak zimmetlenecekse evrak dosyasına gider. Evlenme akitleri evrak dosyalarına gider. Buna karşılık sadece borçlanma zimmet muhasebesine gider. Sadece yer değiştirme envanter muhasebesine gider. Senet alış ve satışları demirbaşlar muhasebesinde yer alır. Karma da olabilir. Her hangi bir maddenin hangi muhasebelere gideceği hususu hesap türünün ilk harfi olarak verilir.
E= Evrak, D= Demirbaş, Z= Zimmet, T= Envanter (tadat) harfleri ile gösterilir.
ED=B EZ=C ET=F DZ=G DT=H ZT=I
EDZ= J EDT= K EZT= L DTE= M DTZ= N ZTD= O
EDZT= P harfleri ile gösterilir.
Buna göre yazılan devir senetleri onların muhasebe demirbaşlarında kaydedilir.
Envanterlerde en önemli husus kodlamadır. Kodlama öyle yapılmalıdır ki o kod ile tarif edilen mal o kodla bilebilmelidir. Bu sınıflandırma demektir. Çağımızda o kadar mal vardır ve o kadar da fazla genişlemiştir ki bunun bir merkezden kodlanması imkansız merkez kodlama ilmini geliştirecektir. Ona göre malı imal eden kendisi kod koyacaktır. Bunun için önce firmanın kodu bulunacaktır. Firmanın kodunu ise merkezinin bulunduğu rakamla kodlandığını daha önce görmüştük. Yeryüzünü kodlamış, nihayet bir bucaktaki yerleri kodlamıştık. Sonra da yapıların demirbaş dosyalarında kodu vardır. İşte bu kod malın kodunun birinci kodudur. Bu kodlar tamamen objektiftir. Mal imal edenin değiştirme hakkı yoktur.
Bundan sonra mal çeşitlerinin kodlaması yapılır. Bunun da iki çeşit kodlaması olacaktır. Biri, malın içeriğinde bulunan madde esas alınır, ona göre kod verilir. Diğeri ise, kullanıldığı yer ve işe yaraması esas alınır. Mesela, araba lastiğinin iki çeşit kodu vardır. Biri, organik maddelerden biri olan kauçuğun kodu olacaktır. Diğeri de, kullanılacak arabanın parçası olarak kodu olacaktır. Bir lastik değişik arabaların lastiği olabiliyorsa bir kod verilecek, o arabaların ortak kodu yer alacaktır.
Genel tasnif ortak olarak yapılacaktır. Ancak kişi kendi imal ettiği mala yapısına ve fonksiyonuna göre kod verilecektir. Mala verilen kodun müşteriyi yanıltıcı mahiyette olmaması gerekir. Böyle bir durum olduğunu gören her zaman hakemlere gidip kodu iptal ettirebilir.
ADİL DÜZEN İŞLETMESİNDE HİZMETLER İÇ İÇEDİR
Nasıl insanın bedeninde bütün sistemler birlikte çalışırlarsa, sistemlerden biri bozulduğunda insan hayatı durursa, Adil Düzende de bütün 25 hizmet birlikte yürüyecektir. Sadece bir müessese tek başına çalışmaz. Mesela, ambar hizmet yeri yoksa envanter de çalışmaz. Kontrol hizmet yeri yoksa ambar hizmetleri de çalışmaz. Bu sebepledir ki sorun kolay çözülmüyor. Nasıl çözeceğiz? Nereden başlayacağız. Değişik denemeler yapacağız. Bu denemelerde başarısızlığımız olsa bile bize halk işletmesinin mahiyetini öğretecektir. Bir yerden gericiliği delip girmiş olacağız. Peygamberler ne yapmışlarsa biz de onu yapacağız. Değişik peygamberlerin usullerini uygulayacağız. Hazreti Musa’ya Tevrat birden geldi. Sonra onu yavaş yavaş uyguladı. Hazreti Muhammed’e Kur’an parça parça geldi. İlk on üç sene sadece sosyal olarak uyguladı. Son on senede ise siyasi olarak uyguladı. Ekonomi uygulamasını sonra insanlara bıraktı. Çünkü Arabistan devlet aşamasına gelmemişti. Biz ise devlet aşamasına çoktan gelmişiz; hatta demokrasi, İslâm düzeni içinde yaşıyoruz. O halde biz nereden başlamalıyız?
ASRIMIZIN MUCİZESİ “HERKESE AŞ VE HERKESE İŞ”TİR
Her çağın bir sıkıntısı vardır. Sorunu vardır. Peygamberler o sorunu çözmekle görevli idiler. Bugünün sorunu “Herkese Aş ve Herkese İş” sorunudur. Çünkü tarım döneminden sanayi dönemine geçiyoruz. Artık tarlamız yoktur. Güvencemiz yoktur. Bir gün işsiz kalsak açlıktan ölebiliriz. Kur’an öyle bir sistem getirmelidir ki, “ben işsizim” diyen mutlaka iş bulmalıdır. “Ben açım” diyen karnını doyurabilmelidir.
Karnımızı doyurmak için önce işsize iş bulmalıyız. Yani önce herkese iş düzeninden hareket etmeliyiz. Bugün önemli olan budur. Çünkü ekonomik kriz olduğu zaman çalışanların karnı doymaz ki çalışmayanlara pay düşsün. Ekonomik kriz nasıl doğar? Ekonomik kriz işsizlikten doğar. İnsanlar iş bulamazlarsa mal alamazlar, mal almayınca da olan mallar da satılmaz. Olan mallar satılmayınca işyerleri durur. Hepten iş bulunmaz. O halde öyle bir sistem getirmeliyiz. Herkes iş bulmalıdır. İş bulunca halkın eline para geçer. Bu sefer bunlar mal almaya başlarlar. Mağazalar boşalır. Fabrikalara sipariş gelir. Sonuç olarak herkese iş bulmuş olur. Bereket olur.
Bu işi devlet mi yapsın? Merkez mi yapsın? Bu işi, kapitalistlere göre sermaye sahipleri yapsın; sosyalistlere göre devlet yapsın. Oysa denemeler göstermiştir ki, bu işi ne kapitalistler ne de sosyalistler yapabiliyor, bu işi halk yapıyor. Türk halkı krizlere her zaman çare bulmuştur. Şubat krizlerine de çareler bulacaktır. Adil Düzen halkımıza nasıl çare bulacağını göstermektedir. Takas, bartır, değiştirme, mübadele mağazalarını kursun.
“MALA MAL MAĞAZALARI” ÇAĞIMIZIN MUCİZESİ OLACAKTIR
Bir semtte bir mağaza açacağız. Buraya isteyen istediği malı getirip satacaktır. Kendisine nakit verilmeyecek, altın-gram cinsinden bir kart verilecektir. Bu kartla mağazadaki mallardan karşılığında istediğini alabilecektir. Bu mağazanın bize sağlayacağı yarar çağın mucizesi olacaktır. Şöyle ki herhangi bir malı olan buraya gelip satabilecektir. Kimseye senin malını almıyoruz demeyeceğiz. Böylece kimse işsizim demeyecektir. Üretebildiği her malı satma imkanına erecektir. Bu işi devlet yapsa, nakit verse iş daha kolay olur. Ancak devlet yapmaz. Devlet yıkıldığı zaman halk aç kalır. Onun için Adil Düzende devlet bunu yapmaz. Bunu birbirine rakip mağazalar, mala mal mağazaları yapar. İstiklâl Savaşı’nda devletimiz yıkıldı ama biz yeni devlet kurduk. O halde bir topluluğun garantisi devletleri yıkıldığı zamanda direnme gösterebilmelidir. Türkiye elli yıllık ekonomik krizlere bunu hep başarmıştır. Devletleri yıkılmamış ama devlet ekonomik krizler yaratmıştır. Yöneticileri gaflet ve dalalet içinde olmuşlardır.
Kişi neyi üretebilir? Onu kendisi bilecektir. Bir sanatı olacaktır. Bir tezgahı olacaktır. Onu biz değil kendisi çözecektir. Ham maddeyi bizden parasız alacaktır. Tezgahı bizden parasız alacaktır. İşleyecek ve bize mal verecektir. Karşılığında da bizden mal alacaktır. Biz ona nakit vermeyeceğiz. İşte bunun olması için bazı tedbirlerin alınması gerekir. Fiyatlandırma nasıl olacaktır? Adil Düzenin burada getirdiği sistem işte bu sorunu çözmektir. Bu sorunun temeli envanter muhasebesidir. Onun mekanizmasıdır.
a) Kişi bir malı ürettiği zaman onu önce kontrole getirir. Kontroller onu kontrol eder ve damgalarlar. Böylece üreticinin sorumluluğu biter. Bu mal bozuk çıksa bile artık üreticiden kimse bir şey isteyemez. Kontrol edip damgalayan sorumlu olacaktır. Bir mağazanın ona yakın kontrolörü vardır. Kişi kime malını beğendirirse ona kontrol ettirir. Kontrol payını mağazadan alır. Sağlam malı reddederse payını alamaz. Sakat malı kabul ederse yarın onu tazmin eder. Böylece denge kurulmuştur. Serbest rekabet sağlanmıştır.
b) Böylece damgalanan mal aynı zamanda kodlanan maldır. Mağaza ambarına girer. Üreticiye mal belgesi verilir. Şu kodlu maldan şu kadar teslim edilmiştir, denir. Ambarcılar da ona yakındır. İstediğin teslim eder.
c) Sonra mağazanın tüccarları vardır. Onlar gider ve onlarla pazarlık yapar. Tüccara bir kredi tanınmıştır. O kredi kadar mal satın alma hakkına sahiptir. Kendisine alıp satılan mal üzerinden %2 verilecektir. Ancak sermayesi sınırlıdır. Çünkü biz ona sınırlı kredi tanıdık. Bu kredi altın-gram hesabı kredidir. Ne kadar çok mal alınıp satılırsa o kadar kazançlı olur. Onun için tüccar ucuz almak ister. Buna karşılık satıcı da pahalı satmak ister. Tüccarlar arasında rekabet vardır. Mal uygun değerde satın alınmış olur.
d) Envanter hesaplarında her kod maldan stokların ne miktar olduğu bellidir. Buna göre resmi bir fiyat belirlenmektedir. Ancak tüccarlar bu fiyatın dışına çıkıp alışveriş yapabilirler.
İNSANLIK ADİL DÜZENE MALA MAL MAĞAZALARI İLE GEÇEBİLİR
Şimdi bir semtte, belki de bir köyde veya bir dinlenme sitesinde böyle bir mağaza kurabileceğiz. Oradaki insanlara kısmen bu değiştirme imkanını sağlayacağız. 10’a yakın tüccarımız oraya mal getirip koyanın malını satın alacaklardır. Halk da o malları tüketecektir. Bu mallar belki de hâlen çalışan marketlerin malları olacaktır. Bizden biri gidecek ve mesela Metro ile anlaşacak, ona o teminat verecek. Kendisine verdiğimiz reyonda onun malları satılacaktır. Başka reyonda başkasının malları satılacaktır. Sitedekiler burada mal ile alışveriş yapamayacaklardır. Onlar bu satıcılara nakit verip mağaza kartını alacaklardır. Alışverişi kartla yapacaklardır. Yani nakdi biz almıyoruz. Mağazamızda ticaret yapan tüccarlarımız alıyor. Bunlar on kadardır. Kime güveniyorlarsa, kim daha çok kâr ettirebiliyorsa, nakitlerini aybaşlarında onlara vereceklerdir. İşte bizim envanter muhasebemiz yine işe yaramaktadır. Kimin ne kadar, ne kadar zamanda ve kimde kaldığı hesaplanacaktır.
Şimdi, bir mağaza üzerinde yaptığımız bu çalışma sonra mağazalar zincirine dönüşecektir. Bilhassa İstanbul bu hususta merkez olacaktır. İstanbul’da 200’e yakın mağaza oluşturacağız. Üretilen mal yalnız bir mağazada değil, değişik mağazalarda alınıp satılacaktır. Dağıtımı kuracağız. Bunlar da 10’a yakın kimseler olacaktır. Mağazalardan mağazalara mal taşıyacaklardır. Tüccarlar bu taşıma işiyle meşgul olmayacaklardır.
İstanbul Türkiye’nin Ekonomik Merkezi olduğu için Anadolu’ya sıçramamız çok kısa zamanda gerçekleşecektir. Bu mala mal sistemi dünyaya yayılacaktır. Dünyanın 1000 yerinde “Mala Mal Mağazaları” açılacak. Herhangi bir ülkede oradaki mallar alınacak, Türkiye’ye getirilecek, Türkiye’de üretilen mal oraya mala mal usulü ile gidecektir. Hangi mal dünyada ucuz ise o mal öbür ülkeye mala mal mağazaları ile gidecektir. İşte ekonomi bakımından Adil Düzen tüm dünyaya böyle yayılmış olacaktır. Ben Türkiye’de kendi seçtiğim bir malı üreteceğim. Onu mala mal mağazalarına satacağım. Dünyada üretilen mallardan istediğimi alacağım. Böylece işsiz kimse kalmayacaktır. Bu mağazalarda bir pay da sosyal dayanışmaya ayrılacak ve ortakların iş yapamayan yakınlarına dağıtılacaktır. Böylece aşsız kimse kalmayacaktır.
MALA MAL MAĞAZALARINDA VERGİLENDİRME BEYANA DAYANACAKTIR
Yeni bir şey yaptığınız zaman birçok insan rahatsız olur. Muhasipler rahatsız olur. Mali müşavirler rahatsız olur. Maliyeciler rahatsız olur. Avukatlar rahatsız olur. Hakimler rahatsız olur. Çünkü bilmedikleri konularda karar verme güçlüğü ile karşılaşırlar. Bu zorluğu aşmamız için sistemde direnmek zorundayız. Önce biz maliyeci imişiz, biz hakim imişiz gibi sorunları net olarak çözmek zorundayız. Sonra da onlara anlatmak zorundayız. En iyi anlatma yeri davalardır. Karşılıklı davalar açılır. Orada tartışılır. Sonunda gerçekler ortaya çıkar. Bu arada biz de onlar da öğrenmiş olurlar. Bu davalardan bazılarını kaybedebiliriz. Bu kaybımız adil de olabilir, bazan adil de olmayabilir. Ancak bundan korkmamalıyız. Genel olarak bürokratlar birbirlerini tutarlar, siz ne kadar haklı olsanız da sizi haksız çıkarırlar. Bunu normal karşılamanız gerekir. Ama bu arada haksızlıklarını öğrenir ve bir daha yapmazlar. İşte bu sebepledir ki başarı beklenen kadar süratle olmaz. Sabır ve ittika gerekir.
Mağazalara gelen malları vergilendirme mağaza tüccarlarına aittir. Onlar malları nakde çevirirler. Fiyatlandırırlar, KDV alırlar, öderler. Sorumluluk tamamen kendilerine aittir. Bununla beraber, zimmet ve envanter muhasebeleri kooperatif tarafından tutulur. Onlar ne beyan ederlerse kayıtlara o geçirilir. Ama ortaklık içinde kayıtsız hiçbir şey yürümez.
VERGİDEKİ ADALETSİZLİKLERE MEŞRU YOLDAN ÇARE BULUNMALIDIR
Ülkemizde vergi kapitalizm ve sosyalizm karması bir sistemdir. Hedefi halk ekonomisini çökertmektir. Maalesef dış baskılarla bu şekliyle gelişmiştir. Halk bu durumda çözüm ve çareyi vergi kaçırmakta buluyor. Bu da onların sağlıklı muhasebe tutmalarını önlüyor. Bunun için geri kalmış ülkeler gelişemiyor. Esasen dış baskılar zaten bunun için yapılıyor. Bunun çaresi, vergi kaçırmak değil, sistemin içinde çözümler bulmaktır.
a) Haksız verginin başında enflasyondaki değer artışının kâr kabul edip vergilendirilmesidir. Aslında hakimler adil davransalar bu sorun çözülür. Çünkü bu tür bir vergi anayasaya aykırıdır. Verginin alınmasına ancak gerçek gelir üzerinden hükmedebilirler. Ne var ki, böyle dava bile açılmamıştır. Bu bir yana, sistemin içinde de çözüm vardır. Bu da “selem sistemi”dir; yani “peşin ödemeli sipariş sistemi”dir. Ödeme peşin olunca enflasyon artık vergide etkili olmaz.
b) Ürün alınmadan ödenen vergilerdir. Ödenen ücretler, ödenen kiralar, verilen faizler kâr kabul ediliyor ve peşin ödeniyor. Oysa sonra üretim olmuyor. Böylece müessese çöküyor. Bunun çaresi daha da basittir. Ortaklık sistemi bütün bunları çözer. Ortaklıkta girdiler üründen pay alırlar ve gerçek değerleri ile kazanmış olurlar. Onun da vergisini verirler.
c) Verginin nakit olarak alınması da vergi adaletsizliğidir. Elinizde mal var, beyanda bulunuyorsunuz. Verginiz doğuyor. Nakit olarak ödemeniz için onu satmak zorundasınız. Satılırken de yok pahasına satılıyor. Böylece verginin ödeme şekli sizi çökertiyor. Bunun çaresi de yine envanter muhasebesidir. Envanter muhasebesinde kimde ne miktarda nakit bulunduğu bellidir. Kredileşme ilkesinden hareket ederek günü gelene kredi verilir. Vergisini öder. Sonra malını satar, nakdi bizim hesaba yatırır. Ne kadar kredi kullanmışsa o kadar da bizlere kullandırır.
d) Vergideki dördüncü adaletsizlik, asgari gelirin altındaki kazançlardan da vergi alınmasıdır. Kişi kendisini geçindiremiyor, ondan vergi alınmaktadır. Bunun çaresi, mala mal sisteminde nakit değerlendirmelerin aşağı tutulması ile olur. Mesela, bir kimse kendi ürettiği malı kendisi tüketiyorsa buna istediği değeri koyar. O zaman da istediği vergiyi ödemiş olur. Malı dışarı satıyorsa veya malı dışarıdan alıyorsa gerçek fiyatlandırma orada vardır. Mala mal sisteminde iç tüketimde asgari geçimi vergiden muaf tutacak bir değerlendirme yapabiliriz. Mallar başka mağazalara gidecekse veya başka mağazalardan gelecekse piyasa değeri sözkonusu olacaktır. Kooperatifler kanunu bu tür iç tüketiminde vergiden muafiyet imkânlarını tanımıştır. Bunları işletmek gerekmektedir.
Burada görülüyor ki, gerçek muhasebe tutulduğu zaman da verginin altında ezilmemek mümkündür. Türkiye’de kanunlar sanki öyle yapılmış ki; sağlıklı işletme mi kurmak istiyorsun? Yalan söylemeden, vergi kaçırmadan iş mi yapmak istiyorsun? O zaman “Adil Düzen İşletmesi”ni kur diyor. İktidara talip olmaya gerek yok. Mevcut mevzuattan yararlan, yeter. Şimdi insanlar parmaklarını kulaklarına tıkamış, bizi dinlemiyorlar! Ancak yarın dinlemek zorunda kalacaklardır. Çünkü başka çıkar yol yoktur.
MALA MAL MAĞAZALARINDA SOSYAL DAYANIŞMA
Envanter hesaplarının bize sağlayacağı faydalar yukarıda anlatılmıştı. Eksik kalan bir hususa işaret ederek bu husustaki anlattıklarımızı sona erdirelim. Genel Hizmet konuları okunacak ve fikirler edinilecektir. Ondan sonra genel olarak kavranacak, sonra da üstünde düşünülerek projeler üretilecektir. Sonra da bu projeler hayata geçirilecektir. Bu arada deneme mahiyetinde kısmi uygulamalar yapılacaktır.
Mağazalarda mala mal satışı yapılırken, kooperatif hizmet payları alınacaktır.
Bu payları şöyle sıralayabiliriz:
a) Genel Hizmet payı %2
b) Taşıma payı %2
c) Sermaye payı %5
d) Kira payı %4
e) Emek payı %4
f) Sosyal yardımlaşma payı %3
Satış 1/5 zamla olacaktır.
Bu payların nisbetleri sözleşmede belirlenebilir, değişik olabilir.
Önemli olan husus bunun tahsilidir. Kişi kontrolünü yapıp ambara teslim ettiğinde kendisine beş mala karşı dört mal makbuzunun verilmesidir. Yani, Genel Hizmet payı mal olarak alınır. Bu paylara karşılık ilgililere dağıtım yapılır.
Şimdilik %3 gibi küçük bir meblağ ile sosyal yardımlaşma oluşacaktır. Kooperatifte temsilciler vardır. Dayanışma ortaklıkları vardır. Kimlerin yardıma muhtaç olduklarının listelerini dayanışma ortaklık sorumluları verirler. Bu %3’ler onlara bölüştürülür. Bunu isterlerse bedava mal olarak alırlar, isterlerse tenzilat şeklinde alırlar. İşte bu meblağ kendilerine karşılıksız verileceği için vergilendirilmemiş olurlar.
Bunun vergideki görünümü iki şekilde olur. Muhasebede bu tenzilatlı satış olarak gösterildiğinde vergilendirme olmamış olur. İşte bu husus dava konusu olabilir. Kanun konusu olabilir. Bakanlıktan mukteza istenebilir. Yani dilencinin topladığı para asgari geçimin altında ise vergiden muaf olmalıdır. Üzüm bahçesine gelip karşılıksız yiyen kimseler vergi ödeme durumunda olmamalıdır. Ancak bu husus da belli oranı aşmamalıdır. Mesela, %3’ü geçmemelidir.
Mala mal mağazaları devlete vergi getirmelidir. Bizim görüşümüz, üretimin beşte biri devletin olmalıdır. Fiyatlandırma öyle yapılmalıdır ki devlet beşte birini nakit olarak alsın. Bu adil bir davranış olur. Tabii ki bütün bunlar yapılırken kanunlara aynen uyulacaktır. Ancak kanunların açıkları bulunduğu için mevzuat içinde takip edilen bir yol ile hiç vergi vermeyebilirsin. Bu yanlış bir tutum olur. Çünkü o zaman devlet zayıflar ve düzen kalmaz. Yapılacak iş, mevzuat içinde kalmak ama devletin payını da daima gözetmek olmalıdır. Yine de tutucular karşınıza çıkacak ve çekişme sürüp gidecektir. Ancak Kur’an; “İnanıyorsanız galip gelirsiniz.” diyor. Siz haklı iseniz ve hak yolunda olduğunuza inanıyorsanız, mutlaka galip geleceksiniz. Endişe edilecek şey, mağlubiyetiniz değil, haksız olmanız veya tembel veyahut korkak olmanızdır.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlayan: REŞAT NURİ EROL