بسم الله الرحمن الرحيم
والفجر و ليال عشر والشفع والوتر والليل اذا يسر هل فى ذلك قسم لذى حجر
“Facr, aşr olan leyali şat ve vitre ve yesr ettiğinde leyle and. Bunda Hıcr sahiplerine kasem yok mu?” “Doğuşlar, birlik olmuş maddelere, tek ve çift dizilere, saklandığında maddeye and.
Bunda mantıkçılara teminat vardır.” (FECR SÛRESİ(89); 1-5. ÂYETLER)
KUR’AN MATEMATİĞİ
71. SEMİNER NOTLARI 5 AĞUSTOS 2000
İNSANIN GÖREVİ
و Va: Arapçada ‘va’ yemin harfidir. Geçişte olmuş olan olaylar için ‘Va’ kullanılır. “Vallahi bu böyledir” dersin. Gelecekte yapacağın işler için de “Tallahi bu böyledir” dersin. Bu kelimenin aslı da “BeYN”dir. Yani yarık, ara demektir. Bu yarığın başlangıcını dudaktan çıkan B harfı, N ortadan çıkan harfi ifade eder. Y de arkadan çıkan yarığı ve boşluğu gösterir. Dudaktan çıkan harfler geçmişi, ortadan çıkan harfler geleceği ifade ederler. İnsanlar Kur’an’a veya Allah’a yemin ederler. Onları şahit göstererek doğru söylediklerini belirlerler. Böyle sözlerde kasıt olsun olmasın yanlışlık varsa kişi sorumlu olur. Mesela, bir kimse “ben şunu yapacağım” deyip yeminsiz nezretse, onu gücü yetmediği için yapamazsa bir şey gerekmez. “Tallahi ben bunu yapacağım” dese ve sonra yapmaya gücü yetmezse, yemin kefaretini vermesi gerekir. Yanlış bir haberi söyleyen sorumlu değildir. Yalan söyleyen günah işlemiş olur. Ama yemin ettiği haberde yanlış olursa o haberden doğan zararı tazmin eder. Yeminli kişi hatadan sorumludur. İnsan için yeminin hükümleri budur. Allah ise yemini yaptıklarına ve oluşlara yemin eder. Güneşe yemin eder. Güneş ne kadar gerçekse bu sözler de o kadar gerçektir demiş olur. Yeminle insanların kolaylıkla bilemeyecekleri özelliklere yemin edilir. Müteşabih olarak söylenen sözler zamanla anlaşılır hâle gelir. Müsbet ilim onu keşfeder, insanlar bunu söyleyenin her şeyi bilen tarafından söylendiğini görürler ve onun üzerine Kur’an’ın Allah sözü olduğuna inanırlar. Demek ki Allah’ın yeminleri Kur’an’ın mucizesini izhardan ibarettir. Mesela bunun açık misalini “Murselât”ta gördük. İkili sistemi nasıl açıkladığını anlattık. “Zâriyat Sûresi”nde elektriki oluşlar anlatılmaktadır. Burada da bir şeyler anlatılmaktadır. Ancak bizim bugünkü bilgimiz yeterli olmadığı için onu yorumluyoruz. İsabet derecesi ise kesin değildir. Müteşabih âyetlere yaklaşmamız nisbetinde yaklaşacağız. Allah bizi kalplerinde zeyğ (karışıklık) olanların durumuna düşürmesin.
الفجر eLFaCRı: ‘el’ harf-i tariftir. Türkçedeki ‘ol’ karşılığıdır. Aslı ‘Hevn’dir. Beyn, yarık şeklindeki çukurdur. Teyn, tepe şeklindeki yüksekliktir. Hevn de düzlüktür. Ben konuşan, Sen veya Ten muhatap, Hevn de gaybı ifade eder. Bu kelimeyi marife kılmak için kullanılır. “Bir adam” yerine “ol adam” deriz. İbranicede ‘el’ yerine ‘Hel’ harf-i tariftir. Fransızlar da ‘Le’ ve ‘La’ kullanırlar. Arapçada ‘el’ dört mânâ taşır:
a) Ahd için gelir. Belli her hangi fecri ifade eder. Mesela bu İslâmiyet’in ortaya çıkmasını ifade etmiş olabilir. Batıda “aydınlanma çağı” diyorlar. İnsanlığın aydınlanma çağı Kur’an ile başlamıştır. Çünkü daha önce insanlık cahiliye döneminde idi. Müsbet ilmi bilmiyordu. Tüme varımı bilmiyordu. Kur’an insanlığa kıyas yolunu öğretti. Ölçmeyi biçmeyi öğretti ve insanlık bugünkü seviyeye geldi. O halde buradaki ‘el’ harf-i tarifi ahd içindir. Mahut olan da İslâmiyet’tir. Kur’an’ın nüzulüdür.
b) Ahd-i harici için olur. Daha önce nekire olarak geçen bir ‘fecr’in burada marife olarak tekrar edilmesi şeklinde olabilir. “Fecir” Kur’an’da nekire olarak kullanılmıyor. Dolayısıyla bu anlamda bir mânâ vermek mümkün görünmüyor.
c) İstiğrak için gelir. O zaman “bütün fecirler” anlamına gelir. “Fecr”i “leyali aşr” karşılığı kullanmıştır. Durgun ve karanlıklardan çıkan aydınlık ve ışık anlamında olmuş olur. Maddenin ışımasına benzeyen tüm ışınlar kastedilmiş olur. Varlıklar vardır. Bunlar yer işgal ederler. Bunlar taşıdıkları enerjilerine göre hız taşırlar. Başlangıçta bunlar çok büyük hızlara sahiptirler. Çevreye ışık yayarak hızlarını düşürmektedirler. Kainatın genişlemesi bunu sağlıyor. Bu da tüm kainatın gittikçe soğumasına sebep olmaktadır. Güneş bu esasa göre ışık yaymaktadır. İnsanlar bu güneş ışığından yararlanarak hayatlarını sürdürürler. Sosyal doğuşlar da bu “fecr” kapsamı içindedir.
d) Cins için gelir. İstiğrak mevcut olan bütün varlıkları içerir ve birden fazla olmaları gerekir. Yoksa ahd için olur. Mesela, Şems veya Kamerin başında olan ‘el’ istiğrak için olamaz. Oysa yıldızların hepsi kastedilirse istiğrak için olmuş olur. Cins için geldiğinde varlığın olup olmaması ve sayıları sözkonusu değildir. Güneş kavramını ifade eder. Hiç olmasa da o kavram vardır. Bir tane olsa da o kavram vardır. ‘El’ bu anlamda mânâlandırıldığında zaman içindeki değişmeyi, ‘leyâl’ ise mekan içindeki oluşları ifade etmiş olur. Leyâl yasalar ise, fecr de o yasaların uygulanışıdır. Böylece sosyal bakımından yasama ve yürütmeyi ifade etmiş olur. Kainat içinde sünnetullahı ve sünnetullahın zamanla zuhurunu ifade etmiş olur. Leyâl fıtrat ise fecr de şâkile olmuş olur.
İşte Kur’an’ı yorumlarken herkes müşterek olan bir kelimeye değişik mânâlar yükleyerek Kur’an’ı değişik şekilde anlar. Mesela “sen” deyince ben beni anlarım, sizden her biri de kendisini anlar. Oradaki cümleler ona göre mânâ kazanır. Kur’an böylece her okunuşta yeni mânâsıyla nüzul eder. Allah onu nefse ilham eder. Kafirlere saptırıcı mânâ ilham eder. Müminlere ise hidayete götürücü mânâ ilham eder. İçtihatta hata yaptırsa da o da rahmeti olmuş olur. Ona kolaylık olsun diye yaptırır. Yeter ki imanda muhlis olsun. Hatadan sorumlu tutmayacaktır.
فجر FaCR: Kaynaktan çıkan sudur. Fecr, pencereden giren ışıktır. Pencere ve pancur kelimeleri buradan gelir. Sabah olduğunda gökte ilk görünen ışıktır. Yoldan çıkmış kişidir. Fecr bu mânâlarında isim olduğu gibi fecr bunların oluşunu gösteren mastar da olabilmektedir. Pencereden ışığın girmesi, suyun gözden kaynaması, sabahleyin şafağın sökmesi, insanın şeriat dışına çıkması, düzen dışına çıkması şeklinde de anlaşılır. Yani Allah varlıklara yemin etmiş olabilir veya bu varlıkların zuhuruna, ortaya çıkışına yemin etmiş olabilir. Fecr kelimesinin bir taraftan aydınlığı ifade etmesi, diğer taraftan fucur âyeti ile bunu takva karşılığı kullanması yani kötülük olarak zikretmesinde önemli işaret vardır. Bu da bütün doğuşlar başka yok oluşlarla sağlanmaktadır demektir. Biz güneş ışığından yararlanarak besleniyoruz ama güneş bu ışığı bize verirken ölmektedir, sönmektedir. Arabaya koyduğumuz yakıt bizi götürmekte ama kendisi yanıp yok olmaktadır. Kainat fenaya gitmekte, çökmekte, ölmekte, biz onun bu ölüme sürüklenmesi sayesinde yaşıyoruz. Bir canlıyı öldürüp yemek suretiyle yaşıyoruz. Bu olay fizikte çok önemli bir kanundur. Termodinamiğin ikinci kanunudur. Entropinin yani bozulmanın yani fesadın, Kur’an’ın tarifi ile fecrin büyümesidir. Demek ki fecr bir yandan fesadı diğer yandan hayatı içine almaktadır. İşte Allah bu entropinin büyümesi kanununa yemin ediyor. Bu kanun ancak son asırlarda keşfedilmiş ve şimdi matematikleştirilmiştir. Kur’an’ın bunun üzerinde yemin etmesi Kur’an’ın ilâhi söz olduğuna açık delil teşkil eder. Fecr diğer taraftan İslâmiyet’in doğuşunu anlatmış olur ki, Mekke’de nâzil olan bu âyetin bindörtyüz senelik sabahın doğmuş olduğunu haber vermiş olur. Burada aynı kelimeye nasıl değişik mânâyı verebilmekteyiz. Her ikisi de büyük bir gerçeği ifade etmiş oluyor.
و ليال عشر Ve burada atıf harfidir. Bağımsız olarak yemin harfi de olabilir. Bağımsız ‘Ve’ harfi ise, bütün yeminler birbirinin tekidi ve tekrarı olmuş olur. Dört yemin de aynı şeyi ifade etmiş olur. Atıf harfleri ile bağlı iseler olaylar ayrı ayrı ama birbirine zincirli hâle gelir. Bir yemin hepsine teşmil edilmiş olur. “Zâriyat”ta “Ve”lerin yanında “Fe”lerin kullanılması ve “Fe”nin yemin için olmaması nedeniyle biz buradaki ‘Ve’yi yemin ‘Ve’si değil de atıf ‘Ve’si olarak kabul ediyoruz. Bu suretle dört olayı da birbirini tamamlar mahiyette görüyoruz. “Facr”i maddenin birbirine gönderdiği ışık kuvantumları olarak yorumluyoruz. “Leyalın aşr”ı ise maddenin terkibi olarak anlıyoruz. “Aşr” burada sayıdan çok birleşmeyi gösterir. “Fecr”den sonra zikretmiş olması, birleşmenin birbirlerine gönderdikleri enerji kuvantumları ile olduğuna işaret içindir.
والشفع والوتر Çift ve tek üzerinde yemin ise kainatın ikili sistem üzerinde oturması, yani 2 4 8 16 32 ile oluşmasıdır. Ancak bunların toplanması ile 1 3 7 15 31 63 dizilerinin oluşması da vardır. Maddenin yapısı gezegenler sistemi, insanın ömrü tekli diziye göre bölünmüştür. Demek enerji ve madde tek ve çift dizilerine göre varolmuş ve etkilerini sürdürmektedirler. “Yesr ettiğinde geceye” demek suretiyle maddenin gelecekte olacak bir hâlini haber vermektedir. Bu âyetin tam olarak anlaşılması bugünkü ilimlerle hayli zordur. Bununla beraber bugün keşfedilen kara cisimler maddenin yok oluşunu anlatmaktadır.
والليل اذا يسر Madde çevredeki cisimleri kendine çeker. Işığı da çeker. Böylece madde bu merkeze daldığı zaman artık kara cisim olur ve fecrden eser kalmaz. Sonra kıyamet günü pınardan su kaynar gibi fışkırır, yeni dünya oluşur. Buna da bugün “ak delik” deniyor. Henüz ilim tarafından kesinlikle ispat edilmiş ve rakamlandırılmış değildir. Ancak pek çok gözlemler böyle bir şeyin varlığını haber vermektedir. Bazı yıldızların hareketlerinden biliyoruz ki yakınlarında çok büyük bir kitle vardır. Ama bu kitleden hiç bir ışık veya radyo dalgası gelmemektedir. Buna “kara delik” denmektedir. Bazen de birçok yıldızlar yeniden ortaya çıkmaktadır. Bunu kara deliğin patlaması ile açıklayanlar vardır. Bu şekilde yorumladığımız zaman fecr ak delikleri, leyli yesr de kara delikleri ifade etmiş olur. Yani yıldızların doğum ve ölümlerini anlatmış olur. Topluluklarda buna benzer olaylar olur. Önce aşiretler birleşip kabileleri, kabileler birleşip şa’bları ve şa’bler birleşip kavimleri oluşturdular. Sonra imparatorluklar ulusları yutup varlıklarını yok ettiler. Ancak sonra imparatorluklar parçalanıp yeniden ulus devletler ortaya çıkmıştır. Bakınız tabiat olayları ile sosyal olaylar nasıl birbirine benzemektedir.
هل فى ذلك قسم لذى حجر Hıcr sahiplerine burada kasem var mıdır? Kasem pay demektir. Taksim etmek, paylaştırmak demektir. Herkese hakkını vermek demektir. “Eyman” kelimesi ile yemin ifade edilir. “İksam” kelimesi ile kullanır. Yemin kelimesini müfred olarak kullanmaz. Yemin, sağ el demektir. Hacer, taştır. Tarlaların sınırlarını tesbit ederken hudut taşlarını dikerler. Buna “tahcir” denir. Bir kavramın şümulünü tesbit de tahcirdir. Efradını câmi ağyarını mâni sınırların çizilmesi gerekir. Mantık dili böyle oluşur. İlim dili böyle oluşur. Bundan sonradır ki ölçme ve hesaplama mümkün olur. İşte bu tanımları yapan akıllı kimseler de hıcr sahibi yani beyni olan, ilim kafası olan kimse demektir. Yukarıda yapılan kasemin ancak ilim zihniyetine sahip olan kimse tarafından kavranacağını anlatmış oluyor.
Biz size bu konuşmamızda “Fecr” kelimesini açıklamaya çalıştık.
Sizin bunları anlayabilmeniz için “Kuran Matematiği” ile yakından ilgi kurmanız gerekir. Bu da ancak çalışmada ve yaşamada anlaşabileceğiniz arkadaşlarla birlik olarak bir sitede birleşmeniz ve günde beş defa ocak içinde, haftada bir defa da bucak içinde bir araya gelmenizle mümkün olacaktır.
Ben daha talebe iken bu hedefi benimsedim. Bunun için arkadaşlar edinmeye çalıştım. Bu oluşumun günü gelmediği için olmadı. Ama gün yaklaşmıştır.
Böyle bir cemaat zuhur edecek ve dünyayı aydınlatacaktır.
Duam, sizin bunların içinde olmanızdır. Ben bu cemaatı göremesem de bu çalışmalarımızla onlara yardımcı olmak istiyorum. Sizleri de bu çalışmaya bunun için dâvet ettik. Sizler de katıldınız. Ecrimiz Allah’a aittir. Kimseden bir şey beklemiyoruz. Dünya hayatımızda da bunları görme ümidi içinde çalışmıyoruz. O ne kadar isterse bize o kadarını gösterir.
MATEMATİK
“Leyalin aşr” bize durgun cisimlerin oluşlarını gösterir. “Fecr” ise etkileşimini gösterir.
İki varlık birbirine durgun halde etki yapmaktadır. Bunlar madde ve elektriktir. Maddenin negatifi bâtın âlemi oluşturmaktadır. Maddenin dört çift olması yetmez. Etkinin de çift olması gerekir. Bunlardan biri çekim kuvvetidir. Uzaklığın karesi ile çekme veya itmedir. Bunun bir çeşidi olmalıdır. Çekmenin dışında bir etkinin bulunması gerekir. Bu da birinin değişmesi, diğerinin de değişmesini gerektirmelidir. İşte bu elektrikle mıknatıs çiftler arasında cereyan edecektir. E elektrik alanı, D elektrik etkilenmesi, H mağnetik alanı, B mağnetik etkilenmeyi gösteriyorsa ve e elektrik etkilenme katsayısı, h mağneyik etkilenme katsayısı ise; Bu çift D=e*E B=h*H ile ifade edilir.
Bu iki çift durgun halde iken birbirine etki etmezler. Ama biri hareketli ise diğeri oluşur.
Bt= dE/dx*dx/dt = c*Ex Dt= dH/dx*dx/dt= c*Hx
Elektrik alanın değişimi mağnetik akışını doğurur. Mağnetik alanın değişimi elektrik akışını doğurur. Mıknatısı bobine sokarsanız elektrik akımı geçer. Elektrik akımı verirseniz bobin mıknatıslanır. Bu genel etkileşim kuralıdır. Emek harcarsanız mal üretilmiş olur. Mal harcarsanız insan ortaya çıkar. Bununla ilgili basılmamış bir kitabım vardır. Zâriyat Sûresi’nin ilk âyetleri bunları anlatmaktadır.
İNSANIN GÖREVİ
HER ŞEYİN BİR İŞİ VARDIR.
Allah boş yere, işe yaramaz, abes bir şey var etmemiştir. Her zerrenin ve her yapının görevi vardır. O görevi aksatmadan yerine getirirler. Gözümüz görmek, kulağımız işitmek, burnumuz koklamak içindir. Bunların her biri kendi görevini görmektedir.
İNSANLARIN DA İŞLERİ VARDIR.
İnsan kainatın görünür varlıklarının en ekmelidir. Elbette onun da görevi vardır. Boş yere yaratılmamıştır. Kişilerin şâkilesi farklıdır. Yani birbirine benzerler ama değişik hizmetleri görecek şekilde var edilmişlerdir. Yapacakları işler ve hizmetler de farklıdır. Herkes kendi görevinden sorumludur. Bu görevi diğer insanlar değil, Allah verdiği kabiliyetle vermiştir.
HERKES KENDİ KABİLİYETİNİ DENEYEREK ORTAYA ÇIKARMAKLA YÜKÜMLÜDÜR.
İnsan, “benim kabiliyetim nedir, Allah beni hangi şâkilemde yaratmıştır, bana ne imkânlar vermiştir?” şeklinde düşünmeli, araştırmalı ve kendisini keşfetmelidir. Bu keşif aynı zamanda kendisinin ne ile görevli olduğunun keşfidir.
HERKES KENDİ DURUMUNDAN MEMNUN OLMALIDIR.
Allah onu hangi konumda yaratmışsa ona razı olmalıdır. Bir kapıcı, “ben neden müdür olamadım” diye hayıflanmamalıdır. Kendisinde müdürlük kabiliyetinin olup olmadığını test etmeli, varsa müdür olmaya çalışmalı, onun yollarına başvurmalıdır. Ama eğer müdür olma kabiliyeti yoksa boşu boşuna müdür olmak için uğraşmamalı ve iyi kapıcı olmaya çalışmalıdır.
ONBEŞ YAŞINA KADAR ÇOCUKLARIMIZA YARDIMCI OLMALIYIZ.
Onbeş yaşına gelinceye, daha doğrusu erginlik çağına erinceye kadar veli olarak ona yol göstermeli, yardımcı olmalıyız. Onun kabiliyetini biz keşfedip ona göre yönlendirmeliyiz. Ama onbeş yaşına geldikten sonra kız olsun, erkek olsun kişiyi kendi başına buyruk yapmalıyız. Biz ona veli olarak, topluluk olarak yardım etmeliyiz. Ama artık onun ne yapmasına biz karar vermemeliyiz. Ne heves ederse, neyi severse o onu yapmalıdır. Hatta iyilik ve kötülükte bile sadece uyarıcı olmalıyız, zorlayıcı olmamalıyız.
HERKES KENDİ İŞİNİ YAPMALIDIR.
Göz görmeye çalışmalı; ben niçin işitmiyorum dememelidir. Burun da koku almakla meşgul olmalı; ben niçin yazamıyorum dememelidir. Vücudun bütün uzuvları eşit şekilde önemlidir. Kalbin bir kapakçığı görev görmezse ölürsün. Mide bir iğne deliği kadar delinse hayatın son bulur. Bu dünyadaki servet, güç, ilim, itibar hepsi geçicidir. Asıl âhirette insan kalb-i selim ile mükâfatını bulacaktır. Orada müdürle kapıcı arasında herhangi bir fark gözetilmeyecektir. Kapıcı iyi kapıcılık yapmışsa illiyine (en üstün seviyeye) çıkarılacaktır. Müdür iyi müdürlük yapmamışsa esfel-i safiline atılacaktır. Yarım günlük ölümlü dünya hayatında ben şuradayım, ben buradayım dememeliyiz. “Ben bulunduğum yerde gerekeni yapıyor muyum? Allah’ın bana verdiği nimetlerin şükrünü ifa edebilyor muyum?” İşte üzerinde titizlikle duracağımız nokta budur.
BİZ KENDİMİZLE MEŞGUL OLMALIYIZ.
Bizim işimiz başkalarının ne yaptığı değildir. Bizim ne yaptığımızdır. Biz kimiz? Bir araya gelerek Kur’an üzerinde çalışan insanlar biziz. Evimizde, mahallemizde, işyerimizde, katıldığımız topluluklar içinde bir şey yapmalıyız. Her vesile ile Kur’an’dan birşeyler okumalı ve anlatmalıyız. Ondan birşeyler öğrenip uygulamalıyız. Sizler her Cumartesi günü bizimle beraber bir araya geliyorsunuz. İşte buraya gelenler “biz”dirler. “Biz kendimizle meşgul olalım” derken bunu kastediyorum.
HEDEFİMİZ NEDİR?
Buraya sırf eğlence olsun diye gelmiyoruz. Allah bize başkalarına vermediği bir kabiliyet vermiş. Onun şükrünü edaya geliyoruz. Benim gayem nedir? Her hafta İzmir’den kalkıp buraya niçin geliyorum? Bana göre insanların aşağıdaki şekilde hareket etmeleri farzdır. Bana da farzdır. Bu farzı eda edebilmemiz için buraya geliyoruz. Siz de bana göre bunun için buraya geliyorsunuz.
ALLAH’IN KİTABINI ÖĞRENMEMİZ GEREKİR.
Biz bu kainatta yaşıyoruz. Bu kainatın sahibi Allah’tır. O bize iş veriyor ve ücretimizi ödüyor. O’nun işini yaptığımıza göre onun fabrikasının talimatlarına ve yönetmeliklerine uymamız gerekir. Allah bizim başımıza yönetici koymamış, kendi başımıza kendimizi buyruk etmiş; bunun yerine dört yol gösterici koymuştur:
a) Kur’an’ı bir kitap olarak elimize vermiştir. Onu anlamak için de bütün imkanlara bizi mirasçı yapmış.
b) Peygamber Kur’an’ı ilk defa uygulamış ve bir örnek uygulamayı göstermiştir. Bu örnek uygulama da bütün hadislerde elimizde mevcuttur. Örnek kişi var.
c) Bizden önce gelen nesil “Birinci Kur’an Medeniyeti”ni kurmuştur ve bize bütün teferruatıyla bu medeniyeti ulaştırmıştır. Örnek topluluk var.
d) Müsbet ilimdeki gelişme ile “Birinci Kur’an Medeniyeti”nden daha üstün bir medeniyet kuracak seviyeye gelmiş bulunuyoruz. Kur’an’ı asrımızın müsbet ilimleri ile daha ileri bir seviyede anlayarak uygulamaya geçmemiz gerekir.
İşte “Kuran Matematiği Seminerleri”ne bunun için devam ediyorsunuz.
ALLAH’IN KİTABINI NEFSİMİZDE UYGULAMALIYIZ.
Kur’an, geçen konuşmamızda belirttiğimiz gibi “din kitabı” ve “düzen kitabı”dır. “Biz bugün Kur’an’ı yeniden anlarken, din bakımından değil düzen bakımından anlıyoruz” diyoruz. Kur’an’ı din bakımından anlamağa ve yaşamağa çalışan tarikatlar vardır. O hizmet onlarındır. Siz de bu husustaki eksikliğinizi onlardan birine katılarak giderebilirsiniz. Bizim buralarda o hususta bir hizmet aramayın. Burasını onlara âlet de etmeyin. Onları da buralara bulaştırmayın. Hereksin işi başkadır. Kulak görmeye kalkışmasın.
ÖNEMLİDİR.
Dinin güç kaynağı sevgidir.
İlmin güç kaynağı tartışmadır. (Tartışmanın olduğu yerde sevgi olmaz.)
Ekonominin güç kaynağı pazarlıktır. Serbest rekabettir.
(Rekabette ne sevgi ne de tartışma olur. Sessiz yarış olur.)
Siyasetin güç kaynağı korkudur.
(Korkunun olduğu yerde, ne sevgi ne tartışma ne de pazarlık söz konusu olur.)
Burası ilim yeridir. Burada esas olan tartışmadır. Bu tartışmaya dayanılarak bir kuruluş oluşturulacaktır. Burası kazanmayacak. O kuruluş içinde herkes katkıları nisbetinde kazanacaktır. Arkadaşlarımızın bu hususları baştan iyice kavraması gerekir. Biz bir topluluk oluşturmak istiyoruz:
1) İlmi çalışmalarını yaparken, kendi görüş ve düşüncelerini, buluşlarını anlatacak bir topluluk olsun. Bu çalışmalar değerlendirilsin. Bu değerlendirme nasıl yapılacak?
a) Önce kişi bir dinlensin. Yani görüşlerini açıklayabildiği bir vasat olsun. Kimse susturulmasın. Çalışmalar ve görüşler sansür edilmesin.
b) Sonra görüşler tartışılsın. Kritik edilsin. Doğrular duyuru olarak ortaya konsun. Yanlışlar elensin.
c) Görüşler bir imtihan sistemi ile değerlensin ve değerli olanlar yayına girsin. Bilgisayarda yazılsın. Teksir yapılsın, yayınlansın, tedris edilsin. Derecesine göre duyurulsun.
d) En sonunda proje hâline gelip uygulansın. İşte bizim hedefimiz böyle bir topluluk oluşturmaktır.
2- Öyle bir ekonomik düzen kuralım ki kişilerin nesi varsa oraya katabilsinler.
a) Boş artan zamanları varsa buraya katkı yapsınlar ve katkıları nisbetinde ortak hâsıladan pay alsınlar.
b) Taşınmazları veya arabaları varsa buraya zaman zaman da olsa kullandırsınlar ve sonra katkıları nisbetinde pay alsınlar.
c) Ellerinde değerlendiremedikleri mallar, taşınır mallar varsa, tesbit edilecek değerle ortaklığa koysunlar ve diğer ortaklar bunu değerlendirmeye çalışsınlar. Çatalcalılara 100 000 dolarla ortaklığa katılmalarını teklif ettik. Onlar 30 000 dolarla satmayı tercih ettiler. Çünkü bize inanmıyorlar. Yarın bize inandıkları zaman böyle hatalar yapmayacaklardır.
d) Kişilerin biriktirdikleri nakit varsa ortaklıklara katılsınlar. Her zaman geri çekebilsinler. Karzlarını aynen, iştiraklerini kâr veya zararı ile geri çekebilsinler. Kira, likiditeden feragat karşılığıdır. Kâr ise riziko karşılığıdır. Likiditeden feragat olmamalıdır.
e) Ortaklar faizsiz olarak ama para değerini korumak şartı ile kredileşebilmelidirler.
İşte bu amaçladır ki “KURAN MATEMATİĞİ” yanında “AHŞAP EVLER” ve “Süper Market Zinciri” üzerinde ilmi çalışmalar yapıyoruz. “AHŞAP EVLER PROJESİ”ni fiilen gerçekleştiriyoruz.
3- İlmi çalışmaların, ekonomik çalışmaların yanında; sosyal dayanışmamız da olmalıdır. Bizim topluluğumuza katılanların sosyal güvenceleri olmalıdır.
a) Dünyaya gelen kimseler hayat hakkına sahip olmalı. Bunu anne baba yüklenmeli. Ama anne baba yoksa yakınları bunu taşıyamıyorsa destek olmalıyız.
b) Yaşlı ve hastalara da haklarını vermeliyiz.
c) Gelirleri yeterli olmayanlara gelir sağlamalıyız.
d) İşi olmayanlara iş bulabilmeliyiz.
Bunlar ancak “Süper Market Zinciri”ni oluşturduğumuz zaman yapabileceğiz.
4- Bugün siyasi partiler vardır. Bu siyasi partiler onları ekonomik bakımdan destekleyen güçlerin istekleri doğrultusunda iş yapmaktadırlar. Yapmadıkları zaman da ekonomik güçlerini harekete geçirerek siyasi güçlerini yok etmektedirler. Bu gün;
i) Siyasi partilerin itibari temelinden sarsılmıştır.
b) Meclisin varlığı ile yokluğu bir olmuştur.
c) Cumhurbaşkanı sadece gürültü çıkaran bir rektörü atama gücünü gösterebilmiştir.
d) Hükümetin kendi iradesiyle hareket ettiğine kimse inanmıyor.
e) Yargının durumunu anlamanız için Refah Partisi kapanmadan önce Erbakan’a bir öneri gelmiş; “Şu kadar Trilyon verirseniz Refah Partisi kapatılmayacak.” Erbakan kurye göndermiş, o zamanın Anayasa Mahkemesi Reisine sormuş: “Bu neyin nesi?” O da cevap vermiş: “Ordu kapatılmasını istiyor. Bunu sizden alırlar ve yine kapatırlar.”
f) Şimdi, bu olay ister cereyan etsin, ister etmesin. Hepsi uydurma olsun. Önemli değildir. Halk böyle inanıyor. Artık o yargının halk nazarında bir itibarı olur mu?
g) Bu yolla yalnız yargının itibarı zedelenmiş değil. Ordu da yıpratılmış ve ordu ile ulus arasına nifak sokulmuştur.
Bugün Milli Hakimiyet şöyle dursun, ülkede hakimiyet kalmamıştır. İktidar parçalanmıştır.
Tek çıkar yol Yeniden Milli Hakimiyetin Tesisi olacaktır. Bunun için;
a) Siyasi partilere maddi kaynak sağlanmalıdır. Bütçeden sağlanan bu pay parti başkanlarının baskısını artırmaktan başka işe yaramamıştır. Halk doğrudan bu desteği sağlamalıdır. Bunun için ortak gelirlerden ortakların istedikleri partilere resmen destek verilmelidir. Yani her ortağın kooperatifte bir payı bulunacak. Bu payını siyasi partilerden birine aktarmak zorunda olacaktır. Partiyi kendisi seçecek. Böylece halkın sermayesine dayanan siyasi partiler oluşacaktır. Bu yeni partinin kurulmasından ziyade mevcut partiler bu yolda desteklemekle olacaktır. O zaman siyasi partiler artık sermayeye esir olmayacaklardır.
b) Partilerin itibarı artınca meclisin itibarı da artar. Milletvekilleri artık kanunları kendileri çıkarır. Hükümet kanunları hazırlamaz. İcra ile yasama arasında denge oluşur. Şimdi kanunları hükümet hazırlıyor. Onu da kendisi değil baskın sermaye hazırlatıyor. Türkiye yağmalanıyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi iç yargısını kurmalıdır. Hakimlerini kendisi seçmelidir. Dışarıdan atanmış hakimler meclisin tasarruflarına karışamamalıdır. Anayasa Mahkemesi iç mahkeme olmalıdır. Yani meclis tarafından ve milletvekilleri arasından seçilmelidir.
c) Cumhurbaşkanı devletin başında, herkes onun emrinde ama o da meclisin emrinde olmalıdır. Meclise itaat eden bir başkan millete itaat emiş olur. Sonra da kendisine itaat edilmeye hak kazanır.
d) Hükümet mutlaka meclis tarafından dış baskıya maruz kalmadan oluşturulmalıdır. Bunun için ordu hükümetten bağımsız devlet başkanına bağlanmalıdır. Ama ondan sonra da artık ordu idarenin işlerine karıştırılmamalıdır. Böylece hükümet itibarını kazanmış olur.
e) Yargı tarafların seçecekleri hakemlere dayandırılmalıdır. Tarafsız ve bağımsız olmalıdır. Hakimler davaları yürütmeli, soruşturma yapamamalı, kararlar vermemelidir. Sadece reddetme yetkisi verilebilir.
f) Ordu doğrudan Cumhurbaşkanına bağlanmalıdır. Bütçesi anayasa ile belirlenmelidir. Bütçenin beşte biri ordunun olmalıdır. Emekli ve muvazzaf orgenerallerden askeri meclis oluşturulmalıdır. Devlet başkanı onlarla istişare ettikten sonra kanunları ve hükümet kararlarını onaylamalıdır. MGK kaldırılmalıdır. O zaman ordunun itibarı da iade edilmiş olur.
İşte biz burada bunun için toplanıyoruz. İleride Türkiye’nin bu seviyeye çıkmasını istiyoruz. Sonra bütün dünyanın bu seviyeye yükselmesini istiyoruz. Bunu nasıl başaracağız? Örnek olarak önce kendi ocağımızı kuracak, sonra kendi bucağımızı kuracağız. Burada söylediklerimizi yaşayarak göstereceğiz. Başardığımızı gördükçe diğer insanlar da bizim gibi yapacak ve dünya yeni medeniyete doğru hızla ilerleyecektir. Bizim büyümemizden çok örnek olmamız ve bu siteler arasında ileride dayanışmayı sağlamakla gerçekleştireceğiz.
Şimdi bu açıklamamızdan sonra kendimize dönelim.
Biz niçin yaratıldık? Görevimiz nedir? Onu ele alalım:
a) Allah bizi iş yapmamız için yarattı. “Biz insan ve cinleri ibadet etmeleri dışında bir amaçla yaratmadık” âyeti bunu açıkça ifade eder.
b) İnsanın işi yine insanın kendisine hizmettir. “Arzda olanların hepsini birlikte sizin için yarattık” âyeti buna delalet eder. Biz de arzın içindeyiz. O halde Allah bizi de bizim için yarattı. Kendisine halife yaptı.
c) İnsan önce kendisine karşı, sonra bakmakla yükümlü olduğu kimselere karşı, sonra komşularına karşı sorumludur.
d) Komşular aşiret, kabile, şa’b, kavm ve insanlıktır. Biz kabilemize kadar kişilerle doğrudan ilgileniriz. Ondan sonrakilerin bize hicret etmelerini bekleriz. Gelirlerse barındırırız. Gelmezlerse biz sorumlu değiliz.
Ayrıca herkese aş ve herkese iş müesseselerinin kurulması için çalışırız.
Bu amaçla kurmakta olduğumuz “Ahşap Evler Ortaklığımız”ın planını veriyoruz.
Beş kişilik bir ekip bizim “Ahşap Ev”i bir ayda çıkarır:
1) Biçme 100 saat
2) Doğrama 100 saat
3) Yönme 100 saat
4) Delme 100 saat
5) Dizme 100 saat
6) Bağlama 100 saat
7) Silme 100 saat
8) Yerleştirme 100 saat
9) Kapı Pencere 100 saat
10) Temel ve Örtü 100 saat
On kişilik ekip ayda dört ev çıkarır.
100 kişilik ekip yılda 300 ev çıkarır.
Şimdi biz ilkini ayda bir ev çıkaracak şekilde bir teşkilatlanma istiyoruz.
Bir ev için 10 000 dolara ihtiyacımız olacaktır. Yüz ortak yüzer dolar vererek ayda bir ev yapabileceklerdir. Yapılan evler satılacaktır. Bu evler %10 kârla satıldığı zaman senede %100 kazanç sağlanacaktır demektir. Bunun anlamı, senede ödenen 1200 dolar bir sene sonra 3600 dolar olacaktır. İki sene sonra 8400 dolar olacaktır. Üç sene sonunda kişi dairesini alabilecektir. Satılmaz da kiraya verilirse o zaman senedeki gelir %10’lara düşecektir. Ona göre yıl uzayacaktır. Kiraya da verilemezse, sekiz seneye kadar çıkacaktır demektir. Bu işin oluşması için iki temel hazırlığımıza ihtiyaç vardır:
1- Örnek ev ortaya çıkmalıdır. 2- Muhasebe işlemeye başlamalıdır.
Bu iki müessese doğum sancıları içindedir ama henüz doğum olmamıştır.
Başarılı olmak için Allah’a dua ediyoruz...
HAFTALIK YORUM:
HÜKÜMET
Bir hastanın iştahı kesilmiştir. Yemiyor. Kendisine acıları dindirecek uyuşturucu ilaç verilmiştir. Acı çekmiyor. Ama gittikçe sağlığını kaybediyor ve sonunda aç ölüyor. Bugünkü Türkiye’nin hâli budur. Üretim yavaşlamış, yatırım durmuştur. Basın yoluyla uyuşturucu zerk ediliyor ve topluluk ağrı duymuyor. Oysa hayatın temel kuralı olan üretim ve gelişme durduğuna göre biraz sonra ölüm haberleri gelecek. Belki de sancı bile duymadan devlet millet yok edilecektir. Tek kurtuluş, halkın bunun bilincinde olup devletten bir şey beklemeden gelecek zor günlere dayanabilir bir hâl almasıdır.
REKTÖR ATAMALARI
Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörü sağlanan özel imkanlarla atanmıştır. YÖK Başkanı 21 gol atmış bir gol yemiştir. Ne var ki sancı dinmemiştir. Özel davranışlar ülkeyi yıkıma götürür. Devlet Başkanı YÖK Başkanını görevden alabilir. Ancak baskı yapıp onun yetkilerine karışamaz. Karışırsa, Samsun’daki patlamaya benzer olaylar olur ve bunlar durdurulamaz.
DİKTATÖRLÜK
Bir memleket ya “hukuk düzeni” ile ya da “askeri düzen” ile yönetilir. Karma yönetim olmaz. Diktatörlüğe hevesli iseniz, ülkede bin kadar militan oluşturursunuz. Günde bir kurban verip herkesin gözünü korkutursunuz. Elli - altmış yıl başarılı olabilirsiniz. Bunun dışında ne terör estirir ne de hukuk kurallarına uymazsanız, o devlet yaşamaz.
MEMURİN KARARNAMESİ
Sanayi devriminden önce bürokrasi yoktu. Köle sınıfı vardı. Paralı asker vardı, devleti onlar yönetiyordu. Bürokrasi işçilik döneminin aracıdır. Bir yönetim sınıfı oluşturmuştur. Gelecekte bürokrasi olmayacaktır. Onun yerine serbest meslek erbabı olacaktır. Hakimlerin yerini hakemler alacaktır. Polisin yerini serbest soruşturmacılar alacaktır. Bugün okumuşlar hep devlet görevlisi oluyor. Memlekette sosyal ve ekonomik işler cahillerin elinde kalıyor. Devlet memurluğundan atılanlar özel işler kuruyorlar. Bürokrasi yıkılınca ülke onların omuzlarında kalacaktır. Bu kanun hukuk düzeni bakımından utanç vericidir. Ancak inanan kimseleri halk sektörünü oluşturmaya iteceğinden sevindiricidir. Ben bu kararnameden ve bugünkü hükümetin başörtülülerin beylerini işten atan anlayıştan da üzüntü duymuyorum. İki bakımdan sevinçliyim; birincisi inananlar piyasaya hâkim olacak, ikincisi de inanmanın dışında ne adalet ne de demokrasinin olamayacağını görerek imanımı artırıyorum.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlayan: REŞAT NURİ EROL