KUR’ÂN MATEMATİĞİ
41. Seminer – 25 ARALIK 1999
AVRUPA BİRLİĞİ VE İSLÂM
“Siyaset Meydanı” TV programında “Avrupa Birliği ve İslâm” konulu tartışma yapıldı. Kısmen dinledim. Hayret ve dehşet içinde beyanları işittim. “Üzülmedim” diyemem.
Ben burada “Fıkhın Kuralları İçinde Avrupa Birliği ile İslâmiyet”i karşılaştıracağım.
Biriniz bu yazımı Ali Kırca’ya ulaştırırsanız dua ederim.
“Avrupa Medeniyeti” Katolik Roma veya Ortodoks Bizans’ın devamı değildir. Avrupa Medeniyeti sermaye hükümranlığına dayanan bir ateist medeniyettir. Avrupa Birliği bu anlayıştan vazgeçmiş değildir. Teoride buna karşıdır. Ancak bütün mekanizmaları ateist sermaye hükümranlığına dayanmaktadır. Avrupa halkı hatta devletleri başka, Avrupa Birliği başka bir şeydir. Avrupa Halkı Hıristiyan bir halktır. Avrupa Birliği ise sermaye tahakkümünü sürdürme çabasından ibarettir. Başarı şansı yoktur. Ateist sermaye tahakkümü çok yakında çökecektir ve gelecekte lânetle anılacaktır. Bu lânet sermayenin tahakkümüne değil, ateizmine karşı olacaktır.
İslâmiyet insanlıkla ilgili genel kurallar koymuştur. Bunun Avrupalı ve Asyalısı yoktur, Afrikalısı yoktur; İnsanlık vardır. İslâmiyet’te devletler kavmidir. Aynı dili konuşan ve ortak bir coğrafya üzerinde kurulan bir teşkilattır. Din veya çıkara dayanan siyasi birlikler İslâmi değildir. Bu bakımdan “Avrupa Ekonomik Topluluğu” İslâmiyet’e aykırı olmaz. Serbest sözleşmelere dayalı Avrupa Topluluğu, istendiğinde çıkmanın serbest olması şartıyla İslâmiyet’e aykırı değildir. Parlamentosu ve yaptırım gücü oluşacak ve ayrılacak olanlara askeri güç uygulanacaksa, İslâmiyet’e aykırıdır. Çünkü İslâmiyet’te devlet kavmidir. Güce ve silahlı yaptırıma dayanır. Oysa İslâmiyet’te dinde zorlama yoktur. Demek ki Avrupa değil, “Avrupa Birliği” İslâm’a aykırıdır. Kendisi gayr-i meşrudur. Buna benzer “İslâm Birliği” de meşru değildir.
“AVRUPA BİRLİĞİ”NİN İSLÂMİYET’E AYKIRI YÖNLERİ
İLİMDE:
1- İslâmiyet’te ilim, halkın Hakkı bulabilmesi için araçtır. Oysa Batıda ilim, sermayenin halka tahakküm aracıdır. Sermaye tekelinin kıskacı altındadır.
2- İslâmiyet’te ilim, halkın çalışıp yaşamalarını düzenleyen dini kurallara uyabilmek için halka sağladığı bir güçtür. Oysa Batıda ilim, sermayenin halkı köleleştirip işçi haline getirmesi için kullanılan bir araçtır. Sömürü aracıdır.
3- İslâmiyet’te ilim, halkın analizlerden senteze gitmesi ve hayatı genel olarak kavraması için bir araçtır. Oysa Batıda ilim, analizleri sermayenin sentez edip onu kendi çıkarlarına kullanması için araçtır.
4- İslâmiyet’te ilim, beşikten mezara kadar herkesin her zaman öğrenebileceği imkandır. Öğrenme engeli yoktur. Bilmeme engeli vardır .Oysa Batıda ilimde belli yaşlarda kişileri eğiterek bir makine gibi onları cehalet içinde işçi olarak çalıştırma hedeflenmiştir. Bilmeme değil öğrenmeme engelleri konmuştur.
Batıda gelişmiş olan ilmi kuruluş ve mekanizmalar yukarıda belirtilen ilkelere dayanır.
Oysa Kur’ân kendi ilkelerini koymuştur ve ona göre mekanizmaların üretilmesini istemiştir. Bu itibarla “Avrupa Birliği”nin “İslâmi Düzen” ile bir yakınlığı yoktur. Avrupa’nın değil, Avrupa Birliği’nin yoktur.
DİNDE:
1- İslâmiyet’te din bir sosyal eğitim aracıdır. Sosyal yapı bu eğitimden geçen kişiler tarafından oluşur. Siyaset sosyal düzendir. Din yapı malzemesini üretir. Siyaset bu malzemeyi kullanıp yapıyı yapar. Din sosyal yapıya karışmaz; yönetim de eğitime karışmaz. Dinde zorlama yoktur. Batıda ise din sosyal yapı dışındadır. Kişileri eğitme hakkı yoktur. Sadece sosyal ilişkisi olmayan soyut ibadetleri yapma yetkisine sahiptir. Din sosyal yapı dışındadır.
2- İslâmiyet’te bir toplulukta dinde çoğulculuk vardır. Herkes serbestlik içinde sosyal eğitim görecektir. Değişik din ve mezhepler aynı yerde yaşayacaktır. Topluluk değişik dinlerin görüşlerinin sentezinden oluşacaktır. Oysa Batıda dinin topluluk dışına itilmesi ile bir sosyal düzen oluşacaktır. Din dışı bir düzen olmalıdır.
3- İslâmiyet’te lâiklik, dinde zorlamanın olmaması ve bir din veya mezhebin ülkenin yönetimine hâkim olmamasıdır. Oysa Batıda lâiklik dinin yönetimde, eğitimde ve iş hayatında devre dışı bırakılmasıdır. Dinin gönüllere ve kiliseye hapsedilmesidir.
4- İslâmiyet’te dinde çoğulculuk vardır. Kişilerin bu çokluk içinde istediğini seçebilmesidir. Oysa Batıda üniter din vardır. Roma’da dine bağlı devletler vardı. Bizans’ta devlete bağlı din vardı. Avrupa ise ateizmle dinde üniterliği sağlayan bir düzen içindedir.
Batıda tüm hukuki düzen kendi din siyasetine uygun olarak düzenlenmiş ve ona göre mekanizmalar oluşturulmuştur.
Oysa İslâmiyet kendi ilkeleri doğrultusunda bir mekanizma ve ahkâm ortaya koymuştur.
EKONOMİDE:
1- İslâmiyet’te ekonomik faaliyetler tümüyle serbest olup maddenin ve emeğin serbest akışı esas alınmıştır. Bunu önleyen devlete karşı savaşı meşru saymıştır. Oysa Batı gümrük ve vizelerle malların ve emeklerin akışlarını sınırlamıştır.
2- İslâmiyet’te yönetim sadece mevzuat içinde krediyi dağıtır ve vergisini alıp kamu hizmetlerini yapar. Oysa Batıda devlet her türlü ekonomik kararları alma yetkisine sahiptir. Karşılıksız para çıkarabilir. İstediği şekilde düzenlemeler yapabilir. Yasaklar koyabilir.
3- İslâmiyet’te halk ekonomisi vardır. Kamu bu ekonominin varlığını sürdürmesi için yasaklar koyamaz. Yardım eder. Faiz yasak değildir, faizsiz kredi vardır. Oysa Batıda sermaye veya devlet tekeline dayalı ekonomi vardır. Tümü sömürü düzenini koruyan faiz sistemine dayanır.
4- İslâmiyet’te karşılıksız para yoktur. Sadece karşılığı olan mal senedi vardır. Para bu mal senetlerinin karşılığı olur. Faiz yerine “selem farkı” vardır. Kredide faiz değil kredileşme vardır. Oysa Batıda devlet karşılıksız para basabilmekte, sermaye karşılıksız senet çıkarabilmektedir. Tüm ekonomi kredili satışlara dayanmaktadır.
Batıda tüm mevzuat ve mekanizmalar kendi kriterlerine göre geliştirilmiştir.
İslâmiyet ise kendi kriterleri içinde hükümlerini koymuştur.
YÖNETİMDE:
1- İslâmiyet’te “yerinden yönetim sistemi” vardır. İçtihat ve mahalli icmalar mevzuatı oluşturur. Merkez taşranın iç düzenine karışamaz. İzni olmadan silahlı güçle oraya giremez. Merkezin mevzuatı taşrada geçerli değildir. Oysa Batıda “merkezi yönetim” vardır. Merkezde alınan kararların taşranın iç düzeninde de uygulama zorunluğu vardır.
2- İslâmiyet’te “biat sistemi” vardır. Kişiler istediklerini temsilci yaparlar, azledebilirler de. Temsilciler sadece siyasi yönetimi oluştururlar. Kararlar “ma’şeri karar usulleri” ile alınır. Oysa Batıda dört veya beş senede bir yapılan seçimle oluşan parlamenterlerin ekseriyet sistemi ile alınmış kararlar uygulanır.
3- İslâmiyet’te “hakemlerden oluşan tarafsız ve bağımsız yargı” vardır ve kuvvet yargı kararlarının bir bekçisidir. Oysa Batıda merkezden atanmış ve merkezin mevzuatını denetlemekle görevli hakemler vardır. Yargı merkezin emrindedir.
4- İslâmiyet’te; ilim teşri, din denetleme, ekonomi yürütme ve siyaset de hakem kararlarını uygulatma hizmetlerini görürler ve bu kurumlar arasında denge vardır. Dengeyi “ma’şeri karar sistemi” ile seçilmiş başkanlar sağlar. Batıda her şeyi hükümet yani siyasi güç sağlamaktadır. Parlamentolar sadece hükümetlerin getirdiği kanunları onaylar veya revizyon yapar.
Batı tüm mekanizmaları kendi hedefleri içinde düzenlemiştir.
Kur’ân da kendi ilkelerine göre düzenleme yapmıştır.
Avrupa Birliği içindeki kararlar ekseriyet sistemine göre alınacak ve içine giren ülkelerin iç işlerine de müdahale mahiyetinde olacaktır. Çıkmak belki de mümkün olmayacaktır. Bu varsayımlar içinde Avrupa Birliği İslâmiyet’e tam olarak zıt bir kuruluştur. Başarısı da çok şüphelidir.
İSLÂM DÜZENİ VE İSLÂM TOPLULUĞU
İslâmiyet’te “kişi” vardır. En küçük topluluk “aşiret”tir, ona yakın “aile”den oluşur. Ondan sonra “kabile” gelir, bine yakın aileden oluşur. Hukuk düzeni burada kurulur. Her kabilenin ayrı kamu mevzuatı vardır. Ondan sonra “şa’b” gelir, bu da yaklaşık yüzbin aileden oluşur. Hizmeti sadece iç güvenliği sağlamadır. Taşranın hukuk düzenine karışamaz. Ondan sonra “kavm” gelir, yaklaşık olarak on milyon aileden oluşur. Hizmeti dış savunmadır. Şa’blerin iç işlerine dolayısıyla iç güvenliklerine karışamaz. Ondan sonra da “insanlık” gelir, yaklaşık bir milyar aileden oluşur. Dolayısıyla devlet ile insanlık arasında bir birlik meşru değildir.
Bunun yanında merkezlerden yönetilen aşiret ile kabile arasında “karye”, kabile ile şa’b arasında “belde”, şa’b ile kavm arasında “medine” ve kavm ile insanlık arasında “mısr” vardır. Bunlar ekonomi ve hizmet topluluklarıdır. Siyasi kişilikleri yoktur. Merkezden yönetilirler. Ayrı askeri güçleri ve parlamentoları mevcut değildir. Bunlara topluluk diyebiliriz. “Avrupa Ekonomi ve Hizmet Toplulukları” diyebiliriz.
“İslâm Topluluğu” demek, giriş ve çıkışın serbest olduğu bir topluluk demektir. Çıkışın serbest olduğu ama girişin izne tabi olduğu topluluklar İslâmi topluluk değildirler. Ancak onları tanır ve karşılıklı ilişkilere girebiliriz. Çıkışın izne tabi olduğu toplulukların meşru tarafı yoktur. Onlar tanınamaz ve onlarla ilişkilere girilemez.
Sonuç olarak Avrupa’da yönetim hâkimdir; İslâmiyet’te ise hâdimdir.
Hizmetçi olması gerekenin hükmeden hâle getirildiği Avrupa Birliği, İslâmiyet’e nasıl uygun olabilir?
Ben burada “Avrupa Birliği”ni İslâmiyet’in bakış açısına göre değerlendirdim.
Türkiye Avrupa Birliği’ne girsin mi girmesin mi?
Bu hususta her hangi bir şey söylemiş olmuyorum.
O ayrı bir konudur.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Not:
Bu metni yazılı ve görsel medyaya ulaştırılabilirsiniz. R.N.EROL
KUR’ÂN MATEMATİĞİ
41. Seminer – 25 ARALIK 1999
AVRUPA BİRLİĞİ VE İSLÂM
MATEMATİK
“Avrupa Birliği ve İslâm” adlı konuşmamızda “İslâm Düzeni”nde insanlığın mülki taksimatı verilmiştir. Burada bazı rakamlar ve sıralamalar yapılmıştır.
Bunlar Kur’ân’dan nasıl istidlâl edilmiştir?
Ancak “Kur’ân Matematiği” ile bu sonuçlar elde edilebilir.
BUNUN İÇİN;
) İslâmiyet’te sayılarda 3 ve 7 tabanlı “onlu” ve “ikili sistemler” teşri edilmiştir. Bu sistemler Matematik ile bilinir ve Kur’ân’ın bunu benimsediği de “Kur’ân’ın Fıkıh Usûlü”ne göre bilinir. “Ey cin ve ins ma’şeri” ifadesinin işaretle delâleti toplulukların “onlu sistem”e göre sıralandığını ifade eder. 3 ve 7 tabanını ise hem Arapçanın “kıllet ve kesret çoğulu” ile biliriz, hem de “3+7 gün 10 kamil gün eder” ifadesinden biliriz. “Yedi tabaka gök” Kur’ân’da defalarca geçer. Öyleyse “onlu bir teşkilâtlanma”ya gidebiliriz.
) İslâmiyet’te temel yapı “aile”ye dayanır. Aile bir topluluk değildir, bir birliktir. Bir yanıyla kişiye, diğer yanıyla topluluğa benzer. Bu sebepledir ki sayısı 3 ile 10 arasında alınmıştır. İşte İslâmi oluşmada “onluk istem” kullanılır. Asgarisi 3’den, azamisi 10’dan oluşur. Bunlar arasında kalan “normal aile”dir. Dışındakiler ise normal aile değildir.
) Her şeyin çift var edilmesinden toplulukların da çift olması gerekir. Bunlar “sosyal ve hizmet kuruluşları”dır. Kur’ân bunları kullandığı isimlerle belirlemiştir. Sosyal kuruluşları toplulukların adları ile aşiret, kabile, şa’b, kavm ve nâs olarak ifade etmiştir. Hizmet topluluklarını ise ehl-i beyt, ehl-i karye ve diğerleri gibi yer isimleri ile belirlemiştir. Bunlar iç içe oluşmada esas alınmıştır.
) Toplam kuruluşları da: 1- Ehl-i Beyt, 2- Aşiret, 3- Ehl-i Karye, 4- Kabile, 5- Ehl-i Belde, 6- Şa’b, 7- Ehl-i Medine, 8- Kavm, 9- Ehl-i Mısr ve 10- Nâs olarak sırlayabiliriz.
Görülüyor ki kuruluşların sayısı da “on”dur. Demek ki bizim tasnifimiz tamdır.
Yönetimde “yerinden yönetim” vardır.
Hizmet ise merkezidir.
Dolayısıyla sosyal kuruluşlar ümmettir yani başkanları vardır.
Hizmet kuruluşları ise merkez kuruluşların birer alt kuruluşlarıdır.
Onun için Osmanlılarda bugün bile hâlâ kullandığımız “kaymakam” kelimesi kullanılmıştır, “kaimün makamehu” demektir. Yani “onun yerine kaimdir”, “onu temsil eder”; yani “valiyi temsil eder.”
Kur’ân’ın tüm içtihatlarını ve değerlendirmelerini Kur’ân’ın benimsediği matematik içinde yapmamız gerekir.