KUR’AN MATEMATİĞİ
52. Seminer – 25 MART 2000
CUMHURBAŞKANI SEÇİMİ
بسم الله الرحمن الرحيم
ان الله يأمركم ان توئدوا الامانات الى اهلها و اذا حكمتم بين الناس ان تحكموا بالعدل (58/4)
وابتلوا اليتمى حتى اذا بلغوا النكاح فان انستم منهم رشدا فادفعوا االيهم اموالهم (6/4)
Bu ayetler bize emanetleri ehline vermemizi emrediyor. “Ödeyin” demiyor da “emrediyor” diyor. “İnsanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmedin” diyor. Burada emanetten kasıt yetkilileri seçmektir. Onun için hakemliklere atfetmiştir. Hakemleri taraflar seçer. Görevliler ise kollektif olarak atanır. Atanmanın nasıl yapılacağını da ikinci ayette tesbit ediyoruz. O da imtihan sistemidir. Burada bu iki ayetin uygulanmasında önemli bir matematik sorun ile karşı karşıyayız. Yetkiliyi birlikte nasıl seçeceğiz? Bunun için aşağıdaki kuralları koyabiliriz:
a) Hayat boşluk kabul etmez. O halde bir görev mutlaka doldurulacaktır. Başkanlığa ehil kimse bulamıyoruz diye başkansız kalamayız. O halde her göreve her birimiz ehiliz. Seçme, en ehil olanı bulmaktır. Yoksa mutlak ehil aranmayacaktır. Kainatta bile izafiyet hakimdir.
b) Daha ehil olanı bulmak demek, sıralama yapmak demektir. İşte bu sebeple biz sıralama usûlünü karar şekillerinin başında benimsiyoruz. Sıralama; herkesin ayrı ayrı sıralaması, sonra birinin aldığı sıraların terslerinin toplanması ile derece alınır. Daha yüksek sıra alan daha üst derecede yerini alır.
c) Başkanı seçmek aynı zamanda baş hakemi seçmek yani vekalet vermek demektir. Dolayısıyla halk sıralama yapmakta tamamen serbesttir.
d) Vekilin tevkil etmesi caizdir. O halde kademeli seçim de caizdir. Bunlar milletvekilleridir. Milletvekillerinin seçtiği halkın seçtiğidir.
e) Herkes kendisini veya bir başkasını aday gösterebilir. Caizdir. Siyasi partilerin ise bir aday göstermeleri farzdır. O halde siyasi partiler birlikte veya ayrı ayrı başkan adayını göstermelidirler.
f) Başkanın adaylığında aranan ehliyet “ilim” ve “cisim”dir, yani “güç”tür. Güç ancak siyasi güçtür. Silahtır. Silahı kullanmayı bilmektir. Silahlı kuvvetlere kumanda edebilmektir. O halde devlet başkanının asker olması bize emredilmektedir.
g) En üst rütbeli askerlerden kimin daha ehil olduğunu bilebilmemiz için onları imtihan etmemiz gerekir. Biz imtihan için 100 sayfalık programlarını yazıp neşretmeleri şeklinde ifade ediyoruz. Bu hususta kollektif kararlara gidilebilir. Orta değerler konabilir. Örnek olarak aramızda yapalım.
CUMHURBAŞKANINI BEKLEYEN SORUNLAR
Türkiye Cumhuriyeti, zor günler geçirmektedir. Karşısında çözülmesi gereken dev sorunlar vardır. Bunları çözecek tek yol güçlü devlet başkanıdır. Çünkü sorun kurumların görevlerini yerine getirememesinden doğmuştur. Kurumları yerlerine oturtmak görevi de yaratılışta bir lidere verilmiştir. Anayasamız da bunu “Devlet Başkanı”na vermiştir. Sayın Süleyman Demirel Türkiye’ye çok büyük hizmetler vermiş ama bunu başaramamıştır. Türkiye bunun için bugün bu durumdadır. Sayın Demirel’in bunu başaramamasını dört sebebe bağlayabiliriz. Kurumlara itibarlarını iade etmeli ve her birini kendi yerine oturtmalıdır.
) Sayın Demirel’in asker olmaması, oysa o makam askerliği gerektiren bir mekan olmasıdır.
) Sayın Demirel’in yaşlı olması. Oysa o makam tecrübe kadar cesaretle karar alabilen bir kişiliğe ihtiyaç gösterir. Yaşlılık buna engeldir.
) Sayın Demirel’in tüm geçmişinde belli topluluklarla yakın ilişkide bulunması ve onların baskısından kendisini kurtaramaması.
) Sayın Demirel’in iyi bir mühendis ve işletmeci olup iyi yönetici olmaması ve hukuku iyi bilmeyişi.
Bunun yanında Türkiye Cumhuriyeti döneminde yapılmış olan büyük atılımlardan birini Sayın Demirel gerçekleştirmiştir. Türk Milleti bunu daima hatırlayacaktır.
Adnan Menderes, Türkiye’yi tarım döneminden sanayi dönemine taşımıştır.
Süleyman Demirel, Türkiye’nin alt yapısını yapmıştır.
Turgut Özal, sanayileşmeyi devletten özel sektöre taşımıştır.
Necmettin Erbakan, sanayileşmeyi İstanbul’dan Anadolu’ya taşımıştır.
Tansu Çiller, Türk müteşebbisini dünyaya açmıştır.
Sayın Demirel tüm acemiliğine rağmen Devlet Başkanlığı görevini de iyi kötü kazasız belasız tamamlamıştır. Ancak devrilmesine ramak kalmıştır. Türkiye şimdi güçlü ve azimli bir devlet başkanını beklemektedir. Biz bu yazımızda yeni devlet başkanını bekleyen sorunları ortaya koyacağız. Bunları çözecek bir devlet başkanının aranması gerektiği hususunu belirteceğiz.
BİRİNCİ SORUN: TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NDEKİ KURUMLAR İTİBARLARINI, DOLAYISIYLA GÜÇLERİNİ KAYBETMİŞTİR.
a) Başta Devlet Başkanlığı müessesesi itibarını kaybetmiştir. 28 Şubat Olayı bir Cumhurbaşkanı dayatması değil de bir asker dayatması gibi sunuldu. Oysa bu tamamen basın yoluyla bir dış dayatma idi. O tarihten beri Devlet Başkanının varlığı hissedilmiyor. Çünkü Sayın Demirel elli yıldır savunduğu görüşleri savunamaz duruma düşmüş ve bu nedenle aksi görüşlerin sözcüsü olmuştur. Yeni gelecek devlet başkanı bu görüntüyü değiştirmelidir. Görüşler kötü olsa da kendi görüşü olmalıdır. Ancak bundan sonra devlet başkanlığının itibarı iade edilmiş olur. Halk ‘güçlü başkanım var’ der. Düşmanlar ‘bunların güçlü başkanları var’ der.
b) Sonra hükümet itibarını kaybetmiştir. Herkes “birileri bunlara şunu yap diyor, onlar da yapıyor” şeklinde biliyor. Çünkü hükümeti oluşturan partilerin hiç birisinin ne görüşü ne de programı uygulanmıyor. Hükümetsiz bir yönetim ise devletsiz bir durum gibidir. Yeni seçilecek devlet başkanı hükümetin itibarını iade etmelidir. Bu da Meclisin gerçek güvenine dayanan bir hükümetin, yetkili hükümetin işbaşında olması ile mümkündür. Bastonlu, payandalı, destekli hükümet milli hakimiyeti temsil etmez, kendisi kararlar alamaz.
c) Meclis de itibarını kaybetmiştir. Meclisteki gruplar ve milletvekillerinin değil, adeta bir dayatmanın sözcüsü olan hükümetin istediği kanunlar çıkıyor pozisyonundadır. Anayasa bile mecliste değil hükümette hazırlanıyor. Yasama dayatmacıların birer korkak onay mercii görünümüne girmiştir. İç ve dış dünya bunu böyle görüyor. Devlet başkanı Meclisin itibarını iade etmelidir. Hükümet yasama organı olmaktan çıkarmalıdır. Meclise kanun çıkarma yollarını açmalı, hatta öğretmelidir.
d) Yargı da itibarını kaybetmiştir. Yargı hukuk düzenini temsil eder. Kendisinin kuvveti yoktur. Adil kararları ile kuvveti dize getirir. Gerek partilerin kapatılması, gerekse 312 ve benzeri maddelerin uygulanması ile ortaya çıkan durum şudur. Yargı tarafsız ve bağımsız değildir. Asgari baskı altındadır. Görevleri ve yetkileri dışında bulunan Batı Çalışma Grubuna alkış tutan bir yargının varlığından bile bahsetmek zordur. Devlet Başkanı yargıyı bağımsız ve tarafsız hale getirmelidir. Yargı baskıdan uzak tutulmalı, ama yargı da adil kararlar almalıdır. Bunu sağlayacak mekanizmalar vardır. Bu mekanizmaları ancak güçlü bir devlet başkanı Türkiye’ye getirebilir.
e) Üniversitelerin itibarı yoktur. Üniversitenin zaten itibarı olmadığı için itibarını kaybetmiştir demiyorum. Hiçbir ilmi çözüm üretemeyen, cübbeleri ile siyaset yapıp ordunun müdahalelerine çanak tutmaktan başka bir şey yapmayan üniversiteler, sadece kuru diplomalar vermektedir. Oysa çağımız ilim çağıdır. Mustafa Kemal, “elimizde tuttuğumuz meş’ale müspet ilimdir” diyerek çok önemli bir ilkeyi belirtmiştir. Oysa hâlâ o meş’ale denen şey henüz tutuşmamıştır ve yaş bir odun parçası durumundadır. Acilen bu meş’alenin tutuşturulması gerekir. Bununla beraber Türkiye yeteri derecede ilmi güce sahiptir. Gerek üst seviyede gerekse uygulama seviyesinde yeter derecede yetişmiş bilgili kadromuz vardır. İlkokullara bile uygulanması ayıp olan askeri disiplinle ilim olmaz. Yönetim üniversitelerden elini çekmelidir. Üniversiteler de yargı gibi bağımsız olmalıdır. Ekollere ayrılmalı ve her ekol kendi görüşlerini savunabilmelidir. Tarafsız değil taraflardan oluşmalıdır. Bunu Türkiye’de ancak güçlü ve azimli bir devlet başkanı gerçekleştirebilir. Türkiye bu fırsatı kaçırmamalıdır.
f) En kötü tarafı, ordu da itibarını kaybetmeye başlamıştır. Ordu sivil yönetimin şerrinden kendisini koruyabilmek için bazen yasalara uygun olmayan davranışlar da yapmak zorunda kalıyor. Bunlar hiç bir hareketi hiçbir zaman kendileri için yapmıyorlar. Görevleri icabı takdirleri ile yapıyorlar. Askerler yasaya göre değil icaba göre hareket ederler ve etmek zorundadırlar. Sayın Evren müdahale yaptı. Yedi senesini doldurdu. Milli iradeye uydu ve şimdi Marmaris’te. Ben kalayım diye bir gün bile uğraşmadı. Sivil olunca da parti kurmadı. Sayın Karadayı şimdi konuşuyor mu? Ne var ki birtakım çevreler kullanılarak ve oyunlar tezgahlanarak ordu çok zor durumda bırakılmıştır. Bir ordu isteyerek kendi halkına mürteci der ve milletine savaş açar mı? Ama açmak zorunda kalmıştır ve bugün de bu savaşı sürdürmektedir. Halk sabırla bu fahiş hatadan vazgeçeceği günü beklemektedir. Ama kanlı olayların da görüldüğü göz ardı edilmemelidir. Ordunun bu duruma düşmesi, devlet başkanının görevini yerine getiremeyişi, orduyu basın saldırılarından uzak tutamayışından olmuştur. 28 Şubatı yargılayanlar tüm sorumluluğun Devlet Başkanlığının güçsüzlüğünde bulacaklardır. Türkiye orduyu bu tür sıkıntılı durumlardan kurtaracak bir devlet başkanını beklemektedir. Ordu kendi işine bakmalıdır. Ama orduyu basın saldırısından koruma görevi de sivil hükümetindir. Yargınındır. Bunları harekete geçirecek de devlet başkanıdır. Ordunun içinde eğer ihtilal heveslileri varsa, ordu kumanda kademesi devlet başkanına sırtını dayayarak, onları etkisiz hale getirmelidir. Bundan bizim haberimiz bile olmamalıdır.
İKİNCİ SORUN: SİVİL - ASKER DENGESİDİR.
Devlet Başkanı asker sivil arasındaki dengeyi kurmalı ve korumalıdır. Askeri yönetim ile hukuk yönetimi tamamen farklıdır. Bunu asker sivil herkes bilmelidir. Hele devlet başkanı olan zatın gece gündüz bu önemli ayırımı hatırlaması ve tekrar etmesi gerekir.
a) Askerlikte kuvvetli olan hakimdir. Kim kuvvetli ise haklı odur. Hukuk düzeninde ise kim haklı ise kuvvetli odur. Devlet haklıyı kuvvetli kılan bir müessesedir. Eşkıyadan farkı budur. Devlet askeri yöntemle kurulur ve korunur. Hukuk yöntemiyle yaşar ve gelişir.
b) Askerlikte emir komuta zinciri esastır ve öyle yönetilir. Mevzuat komutanın süreli emirlerinden ibarettir. Ast üste karşı sorumludur. Hukuk düzeninde ise mevzuat hakimdir. Sözleşmeler hakimdir. Herkes tarafsız ve bağımsız yargıya karşı sorumludur. Üste karşı sorumluluk yoktur. Mevzuat karşısında devlet başkanı ile kapıcı aynı yerde otururlar.
c) Askerlikte hedefe ulaşma esastır. Gidilen yol ve davranışların önemi yoktur. Hedefe varmak için her yol meşrudur. Hedefe varamayanlar sorumludur. Varanlar kahramandır. Hukuk düzeninde kişiler davranışlardan sorumludur. Sonuçtan sorumlu değildir. Sonuç kişinin eseri kabul edilmez. Ortak davranışların sonucu kabul edilir.
d) Askerlikte sorumluluk kollektiftir. Birlik ya hedefe ulaşır ve zafer kazanır; ya da mağlup olur ve yok olur. Zafer elde edilince hainler bile kahraman addedilir. Oysa hukuk düzeninde kollektif sorumluluk yoktur, herkes kendi davranışlardan sorumludur. Kimse kimsenin yükünü yüklenmez.
Bu sistem ayrılığındandır ki asker kazanamayacağı bir savaşa girmez. Çünkü bir defa kaybetti mi bir daha kazanma şansı yoktur. Oysa hukuk düzeninde günah işlersen tövbe eder, hasenat işler, hatanı onarırsın. Ticaret yapar kaybedersen, diğer sefer kazanırsın. İlimde yanlışın varsa her zaman düzeltirsin. Seçimi bu sefer kaybeder sonra kazanırsın. Askerlerin sivil hayatta başarısız olmalarının hikmeti budur. Askeri mantıkla siyaset veya ticaret yapıyorlar. Mecliste onun için elli kadar general yoktur.
Buradan çıkan sonuç şudur. Askeri bir sivil yönetemez. Sivili de bir asker yönetemez. Tek çıkar yol vardır. Devlet Başkanı asker olmalıdır. Ordu doğrudan doğruya devlet başkanına bağlanmalı ve siviller onların işlerine karıştırılmamalıdır. Devleti de meclisten güven oyu alan başbakanlar yönetmeli, devlet başkanı sivil yönetime doğrudan müdahale etmemelidir. Fatih tarafından geliştirilen bu usul bugün dünyanın neredeyse tamamında uygulanan bir usul olmaktadır.
Ordu Meclisin üstünde olmamalıdır. Meclisin kanunlarıyla görev yapmalı ama siyasi baskıdan uzak tutulmalıdır. Bunların da mekanizmaları vardır. Ancak Türkiye’de bunu ancak güçlü ve azimli bir devlet başkanı yapabilir.
ÜÇÜNCÜ SORUN: DOĞU - BATI DENGESİDİR.
Devlet Başkanı doğu - batı arasındaki dengeyi de korumalıdır. Biz millet ve ülke olarak tarihten gelen akış içinde dünyada özel bir yer işgal ediyoruz. Batı ile doğu arasında bulunuyoruz. Batıyı Hıristiyan, doğuyu İslâm âlemi temsil ediyor. Halkımız Müslüman olduğu için batıya kendimizi beğendirme imkanına sahip değiliz. Biz ne kadar samimi olsak da onları inandıramayız. Batılılaşma hareketlerimizden dolayı da biz İslâm âleminde dönek görünmekteyiz. Bu durumda Türkiye çok çetin bir denge içinde olmak zorundadır. Önümüzde dört seçeneğimiz vardır:
a) Hıristiyanlaşarak Avrupa Topluluğu’na katılmak. Bunu başarmamız çok zordur. Çünkü dinimiz çok ileri bir dindir. Halkımızı vazgeçiremeyiz. Geçirsek bile Avrupa’da hep sığıntı olacak ve ezileceğiz.
b) Batılılaşmaktan vazgeçip doğuda yerimizi alabiliriz. Bu da dünyanın gidişine aykırıdır. Su tersine akmaz. Aksa bile doğuda da artık sığıntı halinde kalırız. O halde bu seçenek de ilmi seçenek değildir.
c) Doğuyu da batıyı da karşımıza alıp kendi yolumuza devam etmek üçüncü yoldur. Bu insan tabiatına aykırıdır. Bulunduğumuz yer buna müsait değildir.
d) Müslüman kalarak batılılaşmak en makul ve ilmi yodur. Bunu da hem batı ile hem doğu ile iyi geçinmek suretiyle sağlamalıyız. Bu bıçak sırtında yürümek demektir. Ama yürümek zorundayız. Bunu da ancak ve ancak güçlü ve azimli orduyu arkasına alan, halkını arkasına alan bir devlet başkanı başarır. Ordu ile sorunu olan veya Türk halkıyla sorunu olan birisinin bu dengeyi sağlaması mümkün değildir.
Dış güçler bunun için Türkiye’nin başında bir asker Cumhurbaşkanını görmek istemiyorlar, çünkü sonra Türkiye’deki emellerini gerçekleştiremeyeceklerini biliyorlar. Onun içindir ki kendileri yapıyor, sonra bunu ordu yaptı diyorlar. Türkiye’nin bıçak sırtında yürümesi için Türkiye Devletinin kuruluş zamanında dayandığı ilkelere sarılmak gerekir. Bu ilkeler şunlardır:
a) Milli Hakimiyet. Yani Türk istiklâlinin ve cumhuriyetinin (demokrasinin) muhafaza ve müdafasıdır.
b) Kuvva-yı Milliye. Yani milli ordu ve milli ekonomidir.
c) Kuvvetler Dengesi. Yani ordu ile sivil yönetim arasında denge kurulmalı ve bunlar güçlü devlet başkanının hakemliğinde denge ve dayanışma içinde bulunmalıdır.
d) Müsbet İlim. Bu laiklik ilkesi içinde kendisini gösterir. Gruplar kendileri istedikleri gibi yaşayacaklardır. Ancak birbirleriyle ilişkiler kurarken, kendi görüş ve anlayışlarını karşı taraflara dayatmayacaklardır. Ekseriyet ekalliyeti ezmeyecektir. Yöneticiler de halka tahakküm etmeyeceklerdir. Müspet ilmin verilerine göre uzlaşacaklardır. Müspet ilmin hakemliğini tarafların seçeceği alimlerden oluşan hakemler yapacaklardır. Bu kural kişiler arasında olduğu gibi devletler arasında da olacaktır. Tam yerinden yönetim olacaktır. “Yurtta sulh cihanda sulh” ilkesi ancak böylece realize olabilir.
DÖRDÜNCÜSORUN: MAFYA SORUNUDUR
Bugünkü hukuk düzeni on bin yıllık Nuh nebiden kalma, tarım döneminden kalma tarım hukukudur. Sanayi inkılabından sonra bu hukuk düzeni sorunları çözmez oldu. Otorite boşluğu mafyaları oluşturdu. Bugün bütün dünya bu boşluğun sancısını çekmektedir. PKK, SUSURLUK, HİZBULLAH bu otorite boşluğundan doğan kanlı mafyalardır. Bunun dışında binlerce mafya ülkeyi yönetmektedir. Arsa mafyası, park mafyası, rüşvet mafyası, pazar mafyası gibi hemen her sahada mafya üremiştir. Mafya devlete nüfuz etmiş ve derin devlet adını almıştır. Devlet hizmetlileri artık bunlardan çekinir hale gelmiştir. Onlarla işbirliği yaparak ancak kendilerini ve hizmetlileri korumak zorunda kalmışlardır. “İti ite vurdur” demek; devlet yok, eşkıyalardan istimdat ediliyor demektir. Bunun sorumlusu tarım dönemi hukuk sistemidir. Sanayi dönemine yetmemektedir.
SORULAR VE SONUÇ
Mevcut anayasalar, ne olması gerektiğini söylemektedirler. Bu bakımdan Anayasamız iyi bir anayasadır. Ne var ki Anayasa bunları gerçekleştirecek kurallar koyamamaktadır. Meclis kendi başına sanayi dönemi hukukunu getirecek güçte değildir. Ancak güçlü bir başkanın desteği ile bu başarılabilir. Demek ki Devlet Başkanını bekleyen, binlerce yıl içinde oluşmuş ve patlamak üzere olan sorunlar vardır. Meclis aklını başına toplamalı ve devlete bu sorunların üstesinden gelecek başkan seçmelidir. Sayın Demirel sorunları çözme yerine sorunların açığa çıkmasına sebep olmuştur. Ne yaşı ne de gücü bu sorunları çözemeye yetmemiş ve bu yedi yıllık tecrübesi ile sabit olmuştur. Bu uygulamaya devam etmek herkesin intihara sürüklenmesi anlamına gelir. 5+5’i kabul edelim. Sayın Demirel’e ve Sayın Evren’e tekrar seçilme şansını tanıyalım.
Ancak Cumhurbaşkanını seçerken adaylardan şunları isteyelim:
a) İtibarları sarsılmış olan devlet kurumlarının itibarlarını nasıl iade edeceksiniz?
b) Ordu ile hükümet arasında sarsılmış olan dengeyi nasıl sağlayacaksınız?
c) Doğu - batı çatışması cenderesine sıkışmış bulunan Türkiye’yi ezilmekten nasıl koruyacaksınız?
d) Mafyalara esir düşmüş olan Türkiye’yi bu esaretten nasıl kurtaracaksınız?
Bu sorulara en az 100 sayfalık cevapları verenler arasından birini cumhurbaşkanı yapmalıyız. Bu hususta aşağıdaki kimselerden böyle bir kitap yayınlamaları beklenmelidir. Ondan sonra bunlar arasında seçim olmalıdır. Benim adaylarım şunlardır:
1- Doğan Güreş, Milletvekili ve Orgeneral
2- Kenan Evren, Eski Cumhurbaşkanı
3- Çevik Bir, Orgeneral
4- Hüseyin Kıvrıkoğlu, Genel Kurmay Başkanı
5- Süleyman Demirel, Cumhurbaşkanı
6- Necmettin Erbakan, Adil Düzen Sözcüsü
25.03.2000
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Dağıtım:
1- Cumhurbaşkanı Adayları
2- Milletvekilleri
3- Parti Merkezleri
4- Basın
5- Yayın