DİLLER; NELER ANLATIRLAR, NELER…
DİLLERİN MATEMATİĞİ İLE MATEMATİĞİN DİLİ AYNIDIR
Başlıktaki cümlede soru kelimesi bir tane olsaydı, bu cümle soru cümlesi olacaktı ve sonuna soru işareti koyacaktım. Soru kelimesini tekrarlayınca cümle, düz cümleye dönüştü ve hayret ifadesi de kazandı, sonuna üç nokta koydum. “Gelmediğini görmedim” cümlesi de iki olumsuzluk eki içermesine rağmen, olumlu bir cümledir. Matematikteki iki negatifin çarpımının pozitif olması kuralı, dilde de geçerlidir.
MALZEME BİLİMİ
Elinizde toprak varsa, kerpiçten bir ev yaparsınız. Elinizde taş ve tuğla varsa, kagir bir ev yaparsınız. Elinizde demir ve çimento varsa, betonarme bir ev yaparsınız. Elinizde çelik varsa, çelik bir yapı yaparsınız. Yapacağınız yapı, elinizdeki malzemeye göre olur. Elimizde de topu, topu 1700 kelime var. Üstadın dediği de doğruysa 1000 tane de kural var, böylece 1.700.000 kelimemiz olacak demektir. Kelimeleri nasıl tarif ederseniz, yapacağınız yapı da o şekilde olur. Kelimeleri keyfi olarak tarif edenler vardır. Onlar ilhamlarla bunu yaptıklarını söylerler. Eğer sonuçta bir yapı ortaya çıkıyor ve kullanılabiliyorsa kimsenin bir sözü olamaz.
YENİ BİR BİNA YAPMAK
Yeni bir bina yapmak için yeni malzemelere ihtiyacımız olur. Yepyeni bir bina, bambaşka bir bina yapacaksak, eski tip malzemelerle bunu yapamayız. Yeni tip malzemelere ihtiyacımız vardır. Değişik inşaat malzemeleri üretilmezse, değişik binalar yapılamaz. Yeni bir sistem, yeni bir medeniyet kuracaklar da, önce yeni kelimeler üretmelidirler. Yeni kelimeler, yeni kavramlar demektir, o da yeni oluşumlar demektir. Mevlana’nın değişiyle; “ne varsa dünle gitti cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lazım”. Burada dikkat edilecek husus, Kuranın “yuharrifunel kelime an mevadiihi…” uyarısıyla, kelimeleri, “vad/vaz” edildiği manalarından tahrif etmemektir. Heva ve hevese göre değil, kurallara uygun yapmak gerekir. Bu uyarıya rağmen tersi de serbesttir ama başarma şansı yok gibidir.
YENİDEN ANLAMAK
Eskiler kendi bilgi düzeylerine göre, kendi ihtiyaçlarını çözecek kadar ve kendileri için doğru anladılar, onunla yaşadılar. Biz de şimdi, kendi bilgi seviyemize göre, kendi ihtiyaçlarımızı çözmek üzere ve kendimiz için yeniden anlayacağız. Başkası başka anlayacak, hele, hele gelecek nesiller daha da başka anlayacak. Bu evrimin/rabvet sıfatının bir tecellisi olarak, kıyamete kadar böyle devam edecek.
DİLİN KURALLARI
Dillerde kurallar olmasaydı, insanlar anlaşamazdı. Sadece insanlar değil, diğer canlılar da anlaşamazdı. Benim söylediğimi karşımdakinin anlaması aynı kuralları biliyor olmamızdandır. Kuralların yazılı olmaması, onların yazıyla tespit edilmemiş olması dilin kuralsız olduğu anlamına gelmez. Tarihte ilk defa dilin kurallarını araştıran ve vardıkları sonuçları yazıya döken İslam âlimleridir. Başta Ebu Hanife, sonra diğerleri devam etmişlerdir. Şimdi blgisayar çağını yaşıyoruz. Dr Lütfi Bey, bilgisayarda yaptığı program sayesinde, dilcilerin kullanmadıkları veya henüz farkına varmadıkları ama Kuranda olan yeni kurallar/kullanımlar bulduğunu söylüyor. Yakında tamamlayıp, hepsini insanlığa armağan edecek inşallah.
TANIMLAR, KAVRAMLAR
Üstad Karagülle’nin bazı izafet kalıplarını, sosyal müesseseler olarak kabul ettiğini biliyorsunuz. Rasülullahı, yürütme, Allah ve resulü ise yargı, vs olarak alması gibi. Yunus peygamberle ilgili geçen kıssada,”zünNuN” ibaresi vardır. Yıllar önce ben bu ibarenin, bizim Türkçede kullandığımız; Konyalı, İzmirli gibi bir yere aidiyet kalıbı olduğunu, bunun da “Nunlu, yani NİNOVAlı Yunus manasına kullanıldığını söylemiştim, o da Arapça da “zü” takısının sıfatlara eklendiğini ama yerlere eklenip eklenmediğini bilmediğini söylemişti. Yunus Ninovalı idi ve ona işaret edilmekteydi. “Balık sahibi” gibi çeviriler doğru değildi, zaten balığın sahibi de değildi.
Şimdi de “RUH, RUHî, RUHUNA” terkiplerinin, ruh, ruhum ve ruhumuz manalarının yanında yeni kavramlar ifade edebileceğini sanıyorum. İlerdeki çalışmalar bize yol gösterecektir.
DİLLER; NELER SÖYLERLER, NELER…
Sizler okumasanız da ana kitaptan zaman, zaman alıntılar yapacağım. Aşağıdaki bölüm yıllar önce bir kalp krizi sonunda genç yaşta aramızdan ayrılan, eski çalışma rakadaşlarımızdan ve AKP birici dönem Ağrı milletvekillerinden Melik Özmen’in (ruhu şad olsun) çok hoşuna gitmişti.
(Erginlik Teorisi, 1998; I. Bölümden)
KAVİMLERİN (IRK), DİL, kısaca KÜLTÜR ERGİNLİĞİ
Bugün genetik olarak da biliyoruz ki, insanlar bir atadan gelmektedirler. Değişik yerlerde ve değişik zamanlarda farklı insanlar oluşmamıştır. Bugünkü insan bir noktadan başlamış ve mevcutların hepsi o kökten çoğalmışlardır. Bugünkü bilimler, bilhassa genetik ilmi bunun böyle olduğunu söylüyor. Hepsi aynı türdendir ve aynı özellikleri gösterirler. Henüz jeoloji ve antropoloji ispatlayamamakla birlikte, nakillerin bize bildirdikleri ve varsayımlarımıza göre Tufandan bu tarafa yaklaşık 9.000-10.000 yıl geçmiştir. Tufandan önce bugün anladığımız manada bir uluslaşma olduğunu sanmıyorum. İkinci çoğalış Nuh’un oğullarıyla olmuştur. Bilindiği gibi Nuh’un üç oğlu olduğu kabul edilir. Hz. Nuh tufandan sonra eşsiz kaldığına göre ondan türeyen başka yeni nesil olmasa gerektir. Ayrıca Hz. Nuh’un tufandan sonra daha ne kadar yaşadığını, nerede yaşadığını, oğullarında birinin yanında mı kaldığını bilmiyoruz. Tufandan sonra Tevrat’a göre 450 yıl daha yaşayan Hz. Nuh, bu süreyi eşsiz olarak nasıl geçirdi ilginçtir. Bu süre hemen, hemen ömrünün yarısıdır. Başka eşi var mıydı, veya sonra da oldu mu bilinmez. Sonradan olabilmesi için torunları veya onların çocukları ile evlenmesi gerekirdi. Başka çocukları hakkında rivayetler olmadığına göre büyük olasılıkla bir daha hiç evlenmedi. Üç oğulun eşlerinin yanında olduğunu kabul ediyoruz. Onlardan doğan çocukların ne kadarı tufandan önce, ne kadarı tufandan sonra doğmuştur bilinmez ama bugün bildiğimiz dünya üzerinde konuşulan binlerce dilin üç ana grupta toplanabildiğidir. Eğer üç oğul anlatımı doğru olmasaydı, bu dil gruplarının sayısı; mesela iki, dört veya başka bir sayı olabilirdi. Filolojik olarak da üç dil grubu bulduğumuza göre demek ki üç kardeş vardı. Üç kardeş diyorum çünkü temelde ifade edilme şekli birbirine analogtur. Birbirini hiç tanımayan ve ortak bir geçmişe sahip olmayan kimseler tarafından diller geliştirilseydi birbirlerine benzeme olasılığı herhalde çok küçük bir değer olurdu.
Bu üç dilin temel cümle yapısı şöyledir:
a) Özne (eylemi yapan) + Yüklem (yapılan eylem) + Nesne (eylemin etkilediği varlık). Bunun Latin-Cermen dillerinin yapısı olduğunu düşünüyorum. Bu yapıyı kullanan insanlar için en önemli şey öncelikle kendisi, sonra yaptığı eylem ve son olarak da karşısındakidir. Bu yapı, onların sosyal psikolojilerinin dillerine bir yansımasıdır diye düşünüyorum.
b) Yüklem + Özne + Nesne. Bu da Sami dil gruplarının genel çatıdır sanırım. Her şeyden önce yapacağı eylem, sonra kendisi ve son olarak da yine karşısındaki. Bu yapı da onların milli karakterleri konusunda bazı ip uçları verir bizlere. Detaylara girmiyorum.
c) Özne + Nesne + Yüklem. Bu yapı da Ural-Altay dil gruplarının genel yapısıdır. Türk dili bu gruptandır. Önce kendisi, hemen sonra muhatabı (adeta karşılıklı bir eşitlik) ve sonra da aralarında olan ilişki. Türk ırkının diğer ırklarla kolayca karışıp, kaynaşmasının sebebini dilinin yapısındaki bu nüanstan da anlayabilirsiniz.
Elbette her dilde devrik cümleler ve diğer tip cümlelerde vardır. Burada kanımca ilk oluşan kip, geçmiş zaman kipidir ve bu kip bu dillerde bu şekildedir. Diğer kipler sonradan oluşmuştur. Ama bir filologdan öğrenmek isterdim: Hiç Nesneyi önce söyleyen dil var mı? Kendini (özneyi) en sona saklayacak kadar centilmen ırklar var mıdır? Ayrılmazdan önce aynı dili herhalde aynı yapı ile kullanan üç kardeş neden cümle öğelerinin yerlerini değiştirdiler diye düşünmeden edemedim. Bence olsa, olsa bu onların karakterlerinin farklı oluşundan ileri geliyordu. Mesela biri mağrur, biri mütevazi gibi. Bu tip karakter değişikliği sonunda onları ve beraberindekileri karakterlerinin de yansıdığı farklı dillerin oluşmasına götürdü.
Demek ki, önce insanlar üç gruba, sonra da onların torunlarının topluluktan ayrılmasıyla daha çok gruba bölünmüşlerdir. Acaba diğer gruplardan kopmuş olan bir topluluk, ne kadar zamanda kendine özgü, ayrı bir dil, örf, teknik ve sanat yani kısaca kültür oluşturabilir? Varsayımımıza göre ilk defa farklı bir ırk olarak beliren bu kavimlerin üzerinden takriben 7-8000 yıl geçmiş olmalıdır.
Kavimler yaklaşık olarak 1.500 yılda erginliğe ulaşırlar ve 10.000 yıl nominal ömür yaşarlar. Farklı bir dil ancak ortalama 1500 yılda yapısını oluşturur. Çocuk ve küçük ölümlerinde görüldüğü gibi zamanımızdan önce yaşamış ve tarihe karışmış kavimler olduğu gibi, hali hazırda oldukça ihtiyarlamış ve farklı varlığını devam ettirme gücü kalmamış kavimler de vardır. Mesela eskiden yaşamış olan Hititler, Finikeliler, Etiler, Mayalar, Etrüskler ve daha niceleri artık yaşamıyorlar. Onların dilleri de, kültürleri de yok oldu. Halen yaşamakta olan Avrupa ırkları ise iyice yaşlanmış durumdadırlar. Bir taraftan nüfusları giderek azalmakta, diğer taraftan da kendi aralarında birleşerek yeni bir varlık oluşturmaya çalışmaktadırlar. Ne yazık ki birleşenlerin hepsi de ihtiyar. Halbuki bünyeye katılanın dölleme kabiliyeti olması gerekir. Onları ölümden ancak yeni bir Avrupa ırkı kurtarabilir ve böylece farlılaşarak da olsa nesillerini devam ettirme imkanı bulabilirler. Daha dinamik olan ırklar, mesela Türkler sürekli bünyelerine yeni unsurlar katarak gelişmekte ve değişmektedirler. Kız alıp, kız verme bunun motorudur. Böylece kerhen değil, hakikaten birliktedirler. Fiziksel bir karışım değil, kimyasal bağlar oluşturmaktadırlar. Bu da zindeliğin kaynağı olmaktadır.
Saygılarımla.
H.Kayahan