KUL HAKKI ve MUHASEBE
07.04.2020, COVID-19 günleri, İZMİR
(Bu deneme, Ahmet Yücel ağabeyimizin 13/10/2016 tarihli ricası üzerine kaleme alınmıştır.)
GİRİŞ
TANIM
“KUL HAKKI”, bireyin malında, canında ve kişiliğinde başka bireyler tarafından meydana getirilen eksilme demektir.
UYGULAMALAR
“KUL HAKKI” kavramı fıkıh, yani hukuk tarafından yeterince inlenememiştir. O günkü fıkıh ve bugünkü ceza kanunları, kul hakkına giren konuları sadece “UKUBAT/SUÇLAR” konusunda incelemişlerdir. Mala, cana ve kişiliğe yapılan saldırıların dünyevi karşılıkları olan cezaları tanımlamışlardır.
Buna karşılık, “TARİKATLAR” ve benzeri kuruluşlar, “İNSAN HAKLARI” gibi kurum ve kuruluşlar da bu konuyu dillendirmişler ve kendi bakış açılarına göre telkin ve tavsiyelerde bulunmuşlardır. Onların fazla bir yaptırım gücü olmamıştır. Halbuki özellikle tarikatlar; kınama, konuşmama, manevi cezalar (oruç tutma, tesbihat, fidye, kamu yararına bedelsiz çalışma, uzaklaştırma/sürme,) ve benzeri pek çok müeyyideyi kendi topluluklarında uygulayabilirler. Bu konuda Taptuk Emre’nin Yunus Emre’ye uyguladığı ceza meşhur örnektir. Alevi toplulukların da haftalık “cem” toplantılarında bu konularda yaptıkları bazı eylemler olduğunu sanıyorum.
Keza meslek teşkilatları olan “AHİ TEŞKİLATLARI” da kendi grupları içinde, esnaflar mala ya da müşterilerine yaptıkları yanlışlar dolayısıyla grup tarafından cezalandırılıyorlardı.
Bütün bunlar dünya düzeninde insanlar arasında olması gereken uyumu sağlamak için yapmamız gerekenlerdir. Bilmeliyiz ki; hiçbir ceza, fiilin yerini tutmaz. Ceza; fiile denk ve eşit değildir. Cezanın birinci ve öncelikli gayesi caydırıcılıktır. Verilen ceza o kadar korkutucu olmalıdır ki, diğer insanlar o eylemi yapmaktan korksunlar. Bu toplumsal faydadır. İkinci gayesi ise o eylem sebebiyle meydana gelen zarar ve eksikliğin telafisidir. Eylem yapılan tarafın durumunun düzeltilmesidir. Bu da bireysel faydadır.
ADALET
Peki, gerçek gerçek karşılık, gerçek adalet nasıl temin edilecektir? İşte inananlar için bu iş “öte dünya”da tamamlanacaktır.
Hadi bu dünyada iken yapılan tecavüz ve haksızlıkları bir şekilde cezalandırdık, peki kişinin hiçbir karşılık beklemeksizin insanlara, hayvanlara, bitkilere kısacası çevresine ve doğaya yaptığı güzel ve olumlu katkıların karşılığı nasıl ölçülecek ve değerlendirilecektir? Vatan için canını veren, bir kötülüğü önlemeye çalışırken canından olan, topluma canı ve malı ile katkıda bulunan kişilerin mükafatı sadece öte dünyada mı olacaktır ve eylemi nasıl ölçülmektedir?
Bu nasıl olacak? Şimdi elimin erdiği, dilimin döndüğü ve aklımın yettiği kadarıyla size bunu açıklamaya çalışacağım.
ÖLÇEK
“Metre”, uzunlukları ölçme birimimizdir. “Gram” ağırlıkları ölçme birimimizdir. Diğer birimler de böyledir. Uluslararası standart haline gelen birimler olduğu gibi, her topluluğun da ayrı ölçme ve değerlendirme birimleri vardır. Her şeyin başı, ölçme ve değerlendirmedir.
“PARA” ise, mal ve hizmetlerin arz ve talep kanunlarına bağlı olarak, anlık zamanda, değerlerini ölçme birimidir. Her topluluğun kendi parası vardır ve bu para anlık olarak somut/reel olmasına karşılık, an dışında izafidir/itibaridir/değişkendir. Parayı mal olarak tarif etseniz de yine belirsizlik devam eder. Malların miktarı her an değişir, ona olan talep de her an değişir. Böylece malın topluluk nezdindeki itibarı olan değeri de değişir. Üstad Karagülle’nin parayı “toprak” miktarı ile tarif etmesi bu konuda bir parça gerçeklik oluşturur ama onda da toprak tarlaya, tarla arsaya, arsa arsapayına dönüşmeye devam ettiği müddetçe itibarı değişecektir. Az da olsa bu da değişkenliktir. Fakat insanların bir birime, bir ölçeğe ihtiyaçları yok olmaz. Bunlardan en az değişenini bulma çabası sürekli devam eder, Uluslararası standartlar enstitüsünün yaptığı gibi. Artık onlar zamanı, Sezyum atomunun bozunmasıyla, uzaklığı ışığın saniyedeki hızıyla, ağırlığı….., vb. yöntemlerle tarif etmeye çalışıyorlar. Hatanın en az olduğu birimi bulmaya çalışıyorlar. Hatasız (toleransı olamayan, %100 verimli) bir sistem inşa edilemez. Küçücük de olsa bir hata payı bu evrende mutlaka vardır. Olmasa, irrasyonel sayılar olmazdı.
BİRİM
Hepimiz geometri görmüşüzdür. Öğretmen tahtaya/kağıda üçgen çizerken size,
A kenarı 3 “birim”, B kenarı 3 “birim”, C kenarı 5 “birim” olan üçgen hangi üçgendir, diye sorar. Siz de “eşkenar üçgen“diye cevap verirsiniz. Buradaki “birim” izafi, itibari bir değerdir. Bazen metre, bazen milimetre, bazen inch, vs. olur. Ama aralarındaki orantı hep sabit kalır. 3,3,5 gibi.
KIYAMET BİRİMİ/ AHİRET BİRİMİ
Ben de bundan sonraki bölümlerde, ölçeklendirme olarak “BİRİM” ifadesini kullanacağım. Bu birim yeri gelir para cinsinden bir şey olur, mal cinsinden bir şey olur, zaman cinsinden bir şey olur, olur da olur. Birim, soyut bir kavramdır.
Birimin 10 birim, 1000 birim, 1.000.000 birim şeklinde üst katları olduğu gibi, 0,1 birim, 0,025 birim gibi alt katları da olur. Örneğin olumlu bir davranışın karşılığı +3,50 BRM gibi pozitif de olur, olumsuz bir davranışın karşılığı da -18,75 BRM gibi negatif bir değer de olabilir.
Böylece her şeyi eksi ve artı olarak birim ile gösterebiliriz. Birim yerine başka bir sembol da koyabiliriz. Mesela, KYM gibi. Bu kıyamet sözünün sessiz harfleri olur, veya eski tabir olan Kayme’nin kısaltılmışı olur. O zaman +11,05 KYM, -182,15 KYM gibi ifade edilir.
KIYAMET GÜNÜ / YEVM’ÜL KIYAME
Kıyamet günü genel olarak yanlış tercüme edilmektedir. Kıyamet günü dünyanın, kainatın son günü/evresi olarak algılanmaktadır. Halbuki bugün dünyamızda bizim hayatımızda da vardır. Nasıl?
Davaları bilirsiniz, en azından filmlerde görmüşsünüzdür. Davalar devam ederken görüşmelerin yapılabilmesi için günler ve saatler verilir. O günlere “duruşma günü” denir. O duruşmalarda konular müzakere edilir, tanıklar dinlenir, deliller değerlendirilir ve kararın verileceği son duruşma tarihi verilir. Hâkim o gün herkesi ayağa kaldırır ve dava hakkındaki kararını açıklar. İşte o nihai kararın okunduğu gün “yem’ül kıyame”dir.
Kıyam, ayakta belli bir durumda, kunut halinde durmaktır. Ara karalarda da kişiler ayağa kalkar ve hâkimi öyle dinlerler. Aradaki konuşmalarda ayağa kalkılmaz. İbare marifedir/belirlidir. Herhangi bir duruşma değildir. Kararın açıklandığı son duruşmadır. Tüm insanlık için düşündüğümüzde bu gün, ahiretteki son duruşma, yani dünya hayatımızın son kararının bize bildirildiği gündür.
Türkçedeki “Duruşma” kelimesi de kıyam manasından gelir ve ayakta karşılıklı durma demektir. İşte “yevm’ül kıyame” demek, kişilerin bu dünyadaki hesapları sonunda kendileri hakkında verilen hükmün açıklandığı gün/zaman demektir.
SUÇUN KARŞILIĞI
Bildiğiniz gibi; öldürme, yaralama, hırsızlık, gasp, terör, sahtecilik, yolsuzluk, hakaret ve benzeri pek çok suça karşılık hafif bir hapisten, ömür boyu hapis cezalarına, maddi ödemelere, bazı haklardan mahrumiyete ve benzeri pek çok cezalar uygulanmaktadır. Bunlar nasıl ölçeklenmiştir dersiniz?
Kuşkusuz maddi zarar veren suçların karşılığı o malın değeri ve işlenme şekline göre bir miktarda hapis cezası olabilmektedir. Öldürmenin karşılığı olan kısasın dışında öldürülen kişinin kalan ömrünün ekonomik getirisi kadar para cezası da ön görülmektedir. İçtihatlara göre farklılıklar olsa da diyet, kişinin aktif çalışma dönemindeki aylık asgari ücretinin toplamı kadardır. Bu da yaklaşık 40 yıldır. 40*12ay=480 ay eder. Bu da yaklaşık 1.000.000 (bir milyon) TL den fazladır. Öldürmenin cezası ölmek ya da bu kadar büyük bir meblağı ödemek olmalı ki, adam öldürmeler azalabilsin. Kişinin iki uzvunu yok etmek tam kişi diyeti, bir uzvunu yok etmek yarım diyeti diyerek hepsini para cezasına çeviriyoruz.
HÜSN/POZİTİF/OLUMLU ve KUBH/NEGATİF/OLUMSUZ
Yukarıdaki izahtan sonra şunu anlamamız gerekir. Demek ki, her suçu bir para değeri ile ölçebiliriz. Öldürmeyi, yaralamayı, hırsızlığı, sahteciliği, tecavüzleri, hakaretleri vs, hepsini para cinsinden ifade edebiliriz.
Peki iyilikleri de para cinsinden ölçeklendirebilir miyiz? Elbette yapabiliriz. Belki tam ölçemeyiz ama yine de bazı kabuller yapabiliriz. Birisini yoldan karşıya geçirme, yoldaki bir taşı kenara atma, bitkileri hayvanları koruma ve kollama, birisine gülümseme, aklınıza iyilik ve güzellik cinsinden ne gelirse hepsini para cinsinden ifade edebiliriz. Bunun tersi olanları da maddi bir birimle ölçebiliriz.
CARİ HESAP / TİCARİ MUHASEBE
Ticaret yapanlarınız çok bilirler. Yapmayanlar da kısmen bilirler. Bir mal veya hizmet aldığımız zaman, o kişi veya firmaya borçlanır; tam tersine bir mal veya hizmet verdiğimiz zaman da o kişiden veya firmadan alacaklı hale geliriz. Büyüklüğüne göre her firmanın onlarca, yüzlerce, binlerce borçlu ve alacaklı firma olur. Her bir firma ve kişi için bir hesap tutulur. Bu hesaplara cari hesap diyoruz.
Eğer hesaplarda bir hata yoksa, her an kimin ne kadar borçlu, kimin ne kadar alacaklı olduğu bellidir. Cari hesap, adı üstünde cereyan eden hesaptır ama an itibariyle tarafların hesabı bellidir.
Böylece mesela ülkemizde milyarca cari hesap oluşur ve ayrı ayrı takip edilir. Dünyada ise bu rakam 1 trilyondan fazladır. Arada bir, hiç olmazsa yıl sonlarında, karşılıklı hesap mutabakatları yapılır. Varsa hatalar düzeltilir ve her iki tarafta aynı sonuçta mutabık kalır.
MERKEZİ MUHASEBE
1991 öncesi ve hemen sonrasında Sovyetler birliğine ve Türki Cumhuriyetlere gidenler bilirler. Tüm mallar devletin, tüm hizmetler devlet tarafından verilir, tüm insanlar da devletin işçi ve memurlarıdır.
Örneğin, bir mağaza bir fabrikadan bir mal alır. Normal olarak mağazanın o fabrikaya borçlanması, o fabrikanın da o mağazadan alacaklı hale gelmesi gerekir. Fakat Sovyet sisteminde işler böyle olmaz. O mağaza, fabrika yerine devlete borçlanır; fabrika da mağazadan değil, devletten alacaklı hale gelir. Çalışanlar, fabrikaya veya mağazaya değil, devlete çalışırlar ve karşılığını onlardan değil, devletten alırlar. (Sosyolojik manada “Allah” ibaresini “devlet” olarak aldığınız da “hepimiz topluluğa/devlete çalışırız, karşılığını da topluluktan/devletten isteriz” anlayışı ortaya çıkar.)
Böylece cari hesap sayısı, emek/hizmet veren ve tüzel kişiliğe sahip firma sayısı kadar olur. Bu sistemde dünyadaki var olan trilyonlarca olan cari hesap sayısı, dünya nüfusu kadar olur. Herkesin karşılıklı tek tek mutabakat yapmasına da gerek kalmaz. Yoksa örneğin; 100 firmanın 100’er cari hesabı olsa, mutabakat yapılması gereken 10.000 (on bin) hesap var demektir.
Merkezi muhasebe sistemi işleri kolaylaştırır, işlem sayısını en az %1’e indirir. Devlet de her an, herkesin ve her firmanın durumunu, borç ve alacağını, yaptığı tüm işlemleri anında bilir, teftiş ve kontrollere gerek kalmaz. Sadece hukuk dışı, kriminal yani suç oluşturan gizli eylemler varsa onların takibi gerekir.
KUL HAKKI, KİŞİLERİN BORÇ ve ALACAKLARI
KAYIT CİHAZLARI
İnsanın 5 duyusu (alıcısı) vardır. Görme, işitme, tatma, koklama ve dokunma. Bunu bilmeyenimiz yoktur. Çevremizle bunlarla iletişim kurarız. Bunlar nerede işlenir ve saklanır? Tabii ki; kendisine “beyin” dediğimiz “bilgisayarımızda” bunlar işlenir ve depolanır.
Şimdi size soruyorum: Gizli veya açık, sizin yaptığınız veya size yapılan her türlü fiil, konuşma, dokunma, vs bütün bunlar sizin kayıt cihazlarınız ile beyninize iletilir, değil mi? Ortamı görürsünüz, sesleri duyarsınız, kokuları alırsınız, tatları hissedersiniz ve elinizdeki nesnenin görmeseniz de bıçak mı yoksa ekmek mi olduğunu bilirsiniz. Bütün bunlar beyninizde işlenir ve depolanır. Bu beş alıcı cihazınız ve onları işleyen bir beyniniz yoksa sizin kişiliğiniz de yok demektir. Komadaki insanların bile beyni çalışamaya devam eder.
MÜNKER ve NEKİR
Hepimiz duymuşuzdur değil mi bu iki kelimeyi? Sağımızda ve solumuzda bulunan bu iki melek, bizim yaptığımız ve bize yapılan her şey, ama her şeyi kayıt ederlermiş değil mi? Olumlu olanları, yani bizim lehimize(alacak) olanları biri, olumsuz olanları yani aleyhimize()borç olanları da diğeri kayıt edermiş.
MELEKLER
Daha önceki yazılarımı okuyanlar “melekler” için, bunlar birer programdır, yani yazılımdır, dediğimi hatırlarlar. Bilgisayar ve program keşfedilmeden önce bunları izah etmek çok zordu. Bugün bunları çok kolay anlıyoruz.
“iblis”, bir virüs programıdır. Zararlı bir yazılımdır. İşleyen normal şeyleri bozma amacıyla çalışır. Biyolojik virüsler de böyledir, bilgisayar virüsleri de böyledir.
“melek” ise, faydalı yazılımlardır. Yapıcı ve onarıcı (anti virüs gibi) programlardır. Mesela, Leyle-i Kadirde melekler sizin beyninizde oluşan sıkıntı ve tıkanıklıkları gidermek için inzal olur, yani download olur, gerekli düzletmeleri yapar, yamaları yamar, oluşan virüsleri temizler ve çalışmasını normal hale getirir.
DEPOLAMA ve KAYITLAR
Her şey önce kişinin kendi beyninde depolanır. Fakat beynin bir özelliği var. Gelen verileri tasnif eder. Kişinin önem verdiklerini kalıcı hafızaya atar, diğerlerini geçici hafızaya alır. Bunlara REM ve ROM bellek deniyor. Kalıcı hafızadakileri da zamanla önemini yitirmişse siler, onların yerine yenilerini koyar.
Buraya kadar muhasebe açısından fazla önemli bir şey yok. Fakat, bu kayıtların an be an kablosuz (wireless) bir bağlantı ile ana serverde depolandığını düşünün. Bu ana server ise, “kitabun merkum / rakamlı kitap / dijital kayıtlardır. Allah’ın hard disklerinde sınır yoktur. Herşey ama herşey sürekli kayıt edilmektedir. Hem de bizim elimizle.
YEVM’ÜL HESAB / İYYAKE NA’BUDU ve İYYAKE NESTA’İN
Herkes mahşer günü kitabını (cari hesap defterini) eline alacak ve en son bakiyesini görecek. Alacaklı mı olmuş, yoksa borçlu mu çıkmış?
Hiç kimse, tek tek alacaklarını almak veya borçlarını tek tek ödemek zorunda olmayacak. Doğduğunuzdan ölünceye kadar geçen sürede binlerce insandan alacaklı veya borçlu hale gelmişsinizdir. Bunları tek tek bulmak nasıl mümkün olacak? Herkes bunu yapmaya çalışacak. Kim kimi önce bulacak? Anneniz önce kendi annesini bulmaya çalışacak. Fakat annnesi de kendi annesini bulmaya çalışacak. Demek ki o anda kimse kimseyi yakalayamaz. Mahşer meydanında Trilyon kere trilyon kere trilyon kere trilyon…, insan olacak. Kimsenin kimseyi bulması imkansızdır.
Merkezi muhasebe yapıldığı için bu imkansız olan birbirini bulma işlemine gerek yoktur. Çünkü herkes merkezden alacaklı veya merkeze borçludur. Bundan dolayı Allah seri’ul hisaptır / hesabı çabucak görendir. Hesap zaten bitmiştir, sonuç bellidir; yalnızca itiraz edenler olacaktır. “Sadece sana çalışırız ve sadece senden karşılık bekleriz” ifadesinin tecellisi budur.
Hesabına itiraz edenler için ise bir kaçış yolu yoktur. İtiraz ettiği maddeler hemen kendi kamerasının (gözünün), kendi mikrofonunun (kulağının), derisinin (ellerinin ve ayaklarının), dilinin ve burnunun velhasıl duyu organlarının yapmış olduğu kayıtlardan kendisine izlettirilir. Kayıtlar kendi kayıtları olduğu için karşı tarafı da suçlamaya imkan kalmaz. Kişi kendi yaptığı kayıtlara nasıl itiraz edebilir ki? İtirazı, ikrar ve suçunu ifşa olur. Onun için kimse sonuca itiraz da etmez. Kimileri kitabı sağ eline alır ve elindeki + BMK ler ile köşk alır, binek aracı alır, dağ evi alır. BKM’si bitene kadar harcar. Kimileri de kitabı sol koltuğunun altına sıkıştırır ve -BKM’lerini ödemek üzere kapalı, yarı açık ve açık cezaevlerine doğru yola çıkar.
Her an hesap bakiyemiz belli olduğu için oraya varınca da bakiye bellidir. Sonuca itiraz edenlere kendi yapmış olduğu kayıtlar delil olarak gösterilir. Biz bakiyemizi her zaman pozitif/alacaklı yapmaya çalışalım. Her hareketimizin karşılığı, ama az olsun, ama çok olsun bizim carimize işlenmektedir.
Her zaman iyilikte kalın ki, bakiyeniz de müspet kalsın.
Saygılarımla.
H. Kayahan