ALLAH ve DEVLET
13.07.2014, İzmir
İnsan, topluluk içinde yaşayacak şekilde yaratılmıştır. İlk devirlerde küçük topluluklar yeterli olsa da, uygarlığın gelişmesi ile daha büyük topluluklara ihtiyaç duyulmakmaktadır. Gelişme arttıkça işbölümü artmış, insan ürettiği tüm (ilmi, dini, siyasi ve ekonomik) değerleri başkasına vermiş, kendine gerekli olanları da başkalarından almıştır. Böylece kaçınılamaz bir uyum oraya çıkmıştır.
İnsan Allah’ın “halifesi” olarak özgündür. Her insan böyledir. Aynı yumurta ikizleri de dahil hiç kimse tam olarak birbirine benzememektedir. Bu benzemezlik yalnızca bedensel (maddi) değildir, ruhen (manevi) olarak da kimse kimsenin aynı değildir. Bu Allah’ın ona verdiği, Tevrat’ın ifadesi ile “İnsanı kendi suretinde yarattı” ayetinin bir tezahürüdür. Her insan benzersizdir. Tıpatıp iki insan yoktur.
Diğer canlılar da böyledir. Birbirinin aynı olan iki kuzu, iki kedi, iki at, iki kelebek göremeyiz. Bitkiler de böyledir. Birbirinin aynı olan iki elma ağacı, iki buğday başağı, iki çalı olmasa gerektir. Eşeyli üreyen canlılarda bu hemen görülmesine karşılık, eşeysiz üreyenlerde, hatta mitoz ve mayoz bölünen hücrelerde de böyle olsa gerekir. Kök hücre ikiye bölününce ortaya çıkan iki yeni hücre hemen başkalaşır ve farklılaşır. Onlar da bölününce tekrar farklılaşır ve bu böyle devam eder. Mikro âlemdeki mikro canlılara bu gözle bakmadığımız için küçük farklılıkların farkında olmayabiliriz. Sanırım onlar da farklıdır.
Makro âlem de böyledir. 200 milyar galaksi, onların içindeki 100-300 milyar yıldız/güneş ve onların etrafındaki uyduların hiç biri aynı değildir. Benzerler ama aynı değildirler. Belki atomlar ve moleküller bile böyledir… Belki de aralarında şimdilik fark etmediğimiz farklılıklar olabilir.
Bütün canlı ve cansızlar bir çan eğrisi dağılımı gösterirler. Birbirlerine çok benzeyenler ortada, az benzeyenler kenarlarda yerleşirler. Her tür de kendi içinde bu şekilde dağılır.
İşte insan yaratılıştan kendisine verilmiş olan bu benzeşmezlik nedeniyle, “ÖZGÜN ve ÖZGÜR” olmak ister. Bu imkanlarının artmasıyla “BİRİCİK” olmaya doğru bir gayrete dönüşür. İnsan bundan dolayı en güzel, en güçlü, en zengin, en bilgili, en etkili vb olmaya çalışır. Ekonomik yarışta ve özellikle yönetimsel mücadelede bu çok açık olarak görünür. Cengiz; “bu dünya iki hükümdara dar, bir hükümdara geniş” demiştir. Ekonomik hayatta da hep monopole gitmeye çalışır. Diğer dini ve ilmi alanda da durum benzerdir, oradakiler de insandır.
Yaratıcı bu özelliği dengelemek için insana bir özellik daha vermiştir. Yukarıda saydığım özellik “BENZEŞMEME” olduğu halde, bu özellik “BENZEŞMEDİR”. Yalnız olarak varlığını sürdüremeyeceğini anlayan bireyler, bir şeyler etrafında “ÖBEKLEŞİRLER”. Yukarıda, en üst kimlik “BEN” olduğu halde, burada “BİZ” olur. Mekânla, cinsiyetle, duyularla, bilgilerle, mesleklerle, vb aidiyetler oluşturur. Birey önce ailesinin kimliğine bürünür. Sonra mahalle, köy, ilçe, il ve nihayetinde milli kimlik geliştirir. Çocukluk, yetişkinlik gibi geçici kimlikleri de kullanır. Topluluğun içine katıldıkça bir süre yeni kimlik edinir, çok kimlikli hale gelir. Mesela artık o Galatasaraylıdır, mimardır, beyaz ırktır, Ak partilidir, A tarikatındandır, Tatardır, Feministtir, 68 kuşağındandır, vs. Böylece tek başına devam ettiremediği özgünlüğü bir grup halinde, diğerlerinden farklılaşarak sürdürmeye çalışır.
Bu iki özelliğin dengesinde yaşar insan. Bir yandan kimseye benzememeğe çalışır, diğer yandan birilerine benzemeğe çalışır. Fakat burada umulmayan bir “OLGU” devreye girer ve herkesi birbirine benzer hale getirir, getirmeye çalışır: o da “MODADIR”. Moda, birbirlerini hiç görmemiş, aynı mekânı hiç paylaşmamış, kültürleri farklı insanları “BENZEŞ” kılar. Bu o kadar güçlüdür ki, ne aileler, ne öğretmenler, ne de maddi imkânlar bunu durduramazlar. Bakarsınız on binlerce kilometre uzaktaki insanlar aynı giyimleri giymeye başlar, aynı müzikleri dinler, aynı refleksleri göstermeğe başlar. Bu da yaratılıştan verilmiş bir yetidir. Moda, ilahidir.
İşte, ortaya çıkan bu öbeklerin en üst olanı “DEVLETTİR”. Devlet yeryüzünde ve uzaya açıldığımızda da uzayda “en üst tüzel kişiliğe haiz kurum” olacaktır. Bu kurumun üstünde “KİŞİLİK HAKLARINA SAHİP” daha büyük kurum olmayacaktır. Adil düzene göre devletlerin üstünde kıtalar arası birimler olacaktır ancak bunlar sadece hizmet birimleri olup, “tüzel kişilikleri” olmayacaktır.
ALLAH lafzı, yaratıcıya özeldir. Bu kelimeden başka kelime türetilememektedir, özeldir. Oluşumu hakkında değişik görüşler vardır. “El İlah”, yani ilah(Tanrı) kelimesinin başına marifelik/harfi tarif getirilmiş ve “Tek/Biricik Tanrı”, kendisinden başka ilah/Tanrı olmayan Tanrı manası oluşmuştur, diyenler vardır.
Diğer yandan bu kelimenin oluşumu, Üstad Karagülle’nin aktarımıyla şöyledir: Çıkarılış sırasıyla H, L, L, E harfleridir.
“Hu”, O demektir. O var, başka hiçbir şey yok. Bu iki hal için de geçerlidir. Birinci halde, Kainatı yaratmadan önce yalnızca O vardı. Kendisini yaratan, kendisinin dışında hiçbir şey yoktur, demektir. İkinci halde, Kainatı yarattıktan sonra da “ayrı-gayrı” olamayacağı için yine yalnızca O vardır, başka hiçbir şey yoktur, demektir. Bu, her zaman geçerli bir durumdur. Zira zaman bizim için vardır, onun için zaman da yoktur. Tekliği daimidir, ondan başka bir şey yoktur.
“LeHu”; O’na, O’nu demektir. Her şey onadır, her şey onundur, her şey onunladır.
“Lillah”; (Li+LeHu) her şey onun içindir, başkası için değildir. Zira başkası da yoktur. O’na, O’nun için ve On’dan.
“ALLAH”, ve nihayet hiçbir kalıba girmeyen bir yerden türememiş ve ve kendisinden türetilemeyen şekliyle özel isim olarak Allah kelimesi oluşur. Önceki ve sonraki izahlar hikmetini anlayabilmek içindir. Allah’ın ismi kendisi gibi benzersizdir. Bu isim bir kökten türememiştir, kendisinden de bakla kelime türemez. Böyle olan tek kelime budur.
Fakat Kuran okuyanlar şaşılacak bir şeyle karşılaşırlar. Bazen Allah ismi, kendisinin zatına gitmemektedir. Bazı yerlerde Allah ismini kendisinin zatı olarak aldığınızda bir tearuz görünmektedir. “Allah’ın eli sizin elinizin üstündedir” ayetine gelince; Allah’a “el” ve “üstündelik-altındalık” atfedilemeyeceği için “Allah” kelimesi kendisidir ama “El” kelimesi mecazdır, demişlerdir.
“Allah’a hasen bir karzı (kredi) karzediniz/Allah’a güzel bir borç veriniz” ayetinde ise Allah kelimesinin, Allah’ın zatını değil, devleti/topluluğu ifade ettiğini kabul etmişlerdir. Karagülle aynı ayette tekrar eden Allah lafızlarının birini zatına, diğerini ise topluluğa götürmektedir. Ben ise bütün lafızların hem devlete, hem de topluluğu ifade edebileceğini kabul ediyorum. Hatta parelel okumalarla daha başkalarına da...
Burada dikkat edilmesi gereken esas nokta şudur: İster bir kere olsun, ister her yerde olsun; Allah, kendisine ait bu özel ismi aynı zaman da topluluğa da kullanmaktadır. Başka her kelime her şeye gidebilir ama Allah kelimesi özel olduğu için sadece zatına gideceğini düşündüğümüz halde, Allah kendisi kendi ismini topluluk karşılığı kullanmaktadır. Bundan dolayı, Kainatta (en üst topluluk kuruluşu olan) Devletin dışında başka tüzel kişilik olamayacaktır.
Devlet, Allah’ın sıfatları ile muttasıftır. Devlet, Allah gibi “la yüsel” tasarruf eder. Devlete hesap soracak daha üst bir oluşum yoktur. Allah mukaddes ise, devlet de mukaddestir. Biz yeryüzünde devlete, ahrette de Allah’a hesap veririz. Yargı “Türk milleti adına” diyerek, devlet adına karar verir. Bu karar okunurken herkes ayağa kalkar ve ihtiramdadır.
Devlet tanımama ateizmdir, kafirliktir. İrtidat, dini değil siyasidir; isyan ve başkaldırı demektir. Mürtedin katli vaciptir, demek anarşi, isyan ve başkaldıran öldürülür, demektir.
DEVLET erkini, gücünü, yaptırımını, OTORİTESİNİ; rüşvet, iltimas, kaçırma, kayırma ve benzeri yollarla ortadan kaldıran ise müşriktir. O, bu yollarla devletin gücünü başkasına kullandırmış, onu ortak etmiş olur. Kafirle mücadele daha kolay, müşrikle mücadele ise daha zordur. Devletin otoritesine kimse ortak edilemez. Bu içten bozulma, çürüme ve felç olma, kangren olma demektir. Bu hale gelen devlet/topluluk yaşayamaz, ortadan kalkar, kaldırılır.
Hasılı DEVLET; Kuran'da, Allah’ın ismiyle müsemmadır ve özeldir. Devlet öncesi dönemler “cahiliye dönemleridir.” Tekrar cahiliye dönemine dönmek imkansızdır. Bu aşamalardan sonra yeryüzünde devletsiz yaşama imkanı olmayacaktır. Devletleri uluslar kuracaktır. Uluslar ırka değil, kültür birliğine dayanacaktır. Devletin dışında kalan insan yaşayamayacaktır. Devlet, insanca yaşamanın güvencesidir. İnsan, ancak devletle beraber olunca İLMİ, DİNİ, SİYASİ ve EKONOMİK hayatını geliştirebilir ve yaşayabilir.
Saygılarımla.
H.Kayahan