Hüseyin Kayahan
NUH TUFANI (kısa bir özet)
4.10.2013
14798 Okunma, 9 Yorum

NUH TUFANI

“… ET-TENNUR FEVERAN EDİNCE …” HUD/(11/40)

 

Nuh Tufanı diye adlandırılan olay; Tevratta, Kuranda, Eski Dünya (Sümerler gibi) ve Yeni Dünya (eski Amerika Kavimleri gibi) destanlarında anlatılan bir olaydır. Zamanı, yeri ve oluş şekli hakkında değişik yorumlar vardır ve günümüze kadar henüz ciddi antropolojik bir buluntuya da rastlanamamıştır.

 

Erginlik Teorisi kitabında daha detaylı anlatılan bu olayla ilgili olarak; (evvelki haftaki seminer sırasında faret tennur üzerine yorumlar yapıldığı için) düşündürücü olacağını sandığım kısa bir değini yapmak istedim.

 

İnsansıların İnsana evrilecek olan türü, Afrikada, Etopyada bir Cennette/yemişlikte/bahçede/faunada/eko nişte; (bu Kuranda TUBA diye geçmektedir) yaşamaktaydı. Bu Cennet; ekvatorun yaklaşık 15derece kuzeyinde (sub tropikal bir iklimde), deniz seviyesinden 1000-1500m yükseklikte (tropik sıcaklığı yüksek rakımla dengelenmiş) yıl boyu tüm yemişlerin bulunduğu bir fauna olmalıydı. Vücutlarındaki kıl örtüsü de bu iklime uygun olmalıydı.

 

Tevratta Habil (Habilis)ve Kain (Erectus) olarak adlandırılan ve Ademin öncülü olan (ibney Adem) iki türden biri olan Kain (Kabil), Habilisleri yok etmiş (Habili öldürmüş) ve sonradan Ademin uğrayacağı değişikliklere henüz sahip olmadan Bahçeyi/Cenneti terk etmiş ve Doğuya (Arabistan ve çevresine)ve Kuzeye (Anadolu ve oradan da Avrupaya) doğru seyahat etmiştir. Havaların ısınması ile gittikçe daha soğuk olan kuzeye doğru gitmiş, daha sonra ortaya çıkan mini buzul çağı ile nesli tükenmiştir Bahçedeyken Kargadan öğrendiği “ölüyü gömme olayını, Avrupanın her yerinde de uygulamıştır. Bilinen en eski ölüsünü gömen tür, Neandarthel insan denilen insansılardır. Bunlar Cenneti erken terk eden Kabillerin soyu olsa gerektir

 

Mini buzul çağının başlarında Ademin dönüşümü de başlamıştır. Etopyadaki bu yüksek yaylada  yine oradaki yiyeceklerin tesiri ile Adem ve eşinde değişmeler olmaya başlamıştır. Uzun süren bu değişmelerden ve öğrenmelerden sonra havaların iyice soğumaya başlamasıyla birlikte artık kıl örtüsüne de sahip olmayan çoğalmış olan bu topluluk, bu yüksek cennetten yeryüzüne (Arza) inmeye mecbur olmuşlardır. Deniz seviyesine indiklerinde(sıcak) tropik iklim onlara yeterli olmuştur.

 

Buzul çağı dolayısıyla deniz seviyelerinde ortalama 50m civarında alçalma olduğu sanılmaktadır. Bu alçalmanın sağladığı kolaylıkla ve belki de sal da kullanarak Bab-ul Mendep ten karşıya Arabistan kıtasına geçmiş olmalılar. Mekke o zamanlar yaşanan mini buzul çağının etkisiyle çöl değil, tam ersine yaşamaya elverişli bir yer olmalıdır. Giysi edinmeyi öğrendikçe de yeryüzüne yayılmaya devam etmişlerdir. Doğuya, Batıya, Kuzeye ve Güneye doğru her yere yayılmışlardır.

 

Bu yeryüzüne inişten (yaklaşık ve nominal olarak) 7000 yıl sonrası Nuh peygamber dönemidir. İnsanın 7 yaşında eğitime başlaması gibi insanlıkta 7000. Devrede faz değiştirmek istemiş, buna direnenler, göçer hukuku yerine yerleşik hukukuna geçmek istemeyenler Tufanda boğulmuşlarıdır. Bu olay günümüzden yaklaşık 10.000 yıl önce olmuştur.

 

Kuranda anlatılan ve mucize olarak vasıflanan olayların ZAMANLAMASI mucizedir. Olaylar yeryüzünde olagelen ve olmaya devam eden olaylardır. Depremler, Volkanlar, Seller, Yıldırımlar ve benzeri olaylar her zaman SÜNNETULLAH içerisinde vuku bulan olaylardır. Allah sünnetinde her hangi bir tebdil ve tağyir yapmayacağını beyan etmiştir. Cezaları da bu çerçevede vermektedir.

 

Hatta iza cae emruna ve faret tennur kulnahmil fiha min külli zevceynisneyni ve ehleke illa men sebeka aleyhil Kavlü ve men amene ve ma amene meahü illa kalil (Hud, 11/40)

40- Emrimiz ciet edip tennur feveran edince her birinden ikişer zevc ve aleyhine kavl sebkat etmiş olan kimsenin dışında ehlini ve iman etmiş olan kimseleri içine hamlet kavlettik. Kalil dışında kendisiyle beraber iman eden olmadı.

Buyruğumuz gelip kazan kaynayınca her birinden ikişer çift ve üzerinde söz geçmiş olan kimsenin dışında elini ve inanmış olan kimseleri için yükle söyledik. Azı dışında kendisiyle beraber inanan olmadı.

 

Bu ayetteki Tennur kelimesi üstad Karagülle tarafından kazan, basınçlı buhar kazanı”, yapılan ilk itki tepkili motor olarak kabul edilmektedir. Elbette bu yönüyle doğru olabilir. Bu kelime bana göre aynı zamanda ve öncelikle; dünyanın geçirdiği jeolojik devreleri de göz önüne aldığımızda, Dünyanın kendisidir. Bildiğiniz gibi gök cisimlerinin bazıları aydınlatır, bazıları da diğerleri tarafından aydınlanır, aydınlatılır yani NURLANDIRILIR. Tennur; nurlandırılan demektir ki, dünyamız böyledir. Nuru, ışığı, aydınlığı Güneşinden alır. Tennur feveran edince demek, dünya ısınmaya başlayınca demektir. Bundan 10.000 yıl evvel, mini buzul çağının bitmesine doğru dünya ısınmaya başlamış ve bu son mini buzul çağı böylece bitmiştir. Dünya ısınmaya başlayınca, iklim ılımanlaşmış, yağmurlar şiddetlenmiş ve bununla beraber dünyanın artı ve eksi 40. Paralellerinin Kuzeyindeki ve Güneyindeki buzullar da hızla erimeye başlamıştır.

 

Nuh peygamber muhtemeldir ki; bir tarafı deniz, bir tarafı yüksek ve yukarıları kar ve buzullarla kaplı dağlarla çevrili bir yerde yaşamaktadırlar. Kaçacak yer yoktur. Bir taraf deniz, diğer taraf kar buzullarla kaplı dağlar. Etrafta dağlar olduğunu sonraki ayetlerden (Hud, 11/43) anlıyoruz.

 

Tehlikeyi gören (/vahiyle kendisine bildirilen) Nuh peygamber, oluşacak  olan su baskınına karşı da Kuran’ın,

(37- Fülkü aynlarımız ve vahyimizle sun et. Zulmetmiş olan kimselerde bana hitap etme. Onlar iğrak olacaklardır.   

Gemiyi gözlememizle ve bildirmemizle yap. Ezmiş olan kimselerde bana konuşma. Onlar batacaklardır.)

 

hitabından da anladığımız gibi bir gemi inşa etmiştir. Bu belki de omurgalı ilk gemidir, sadece kıyıda değil, açık denizde de dayanabilecek ilk büyük gemidir. Kendisi gemi yapmayı bilen en azından marangozluğu bilen bir kimsedir.

 

Arada ne kadar zaman geçtiği Kuranda yoktur ama;

 44- Ve Ya arz, maını ibla et ve ya sema ikla et kavl edildi. Ve ma ğayz oldu ve emir kaza olundu. O Cûdiye istiva etti. Ve bud olsun zalim kavme kavl edildi.  

Ve Ey yer, suyunu iç ve ey gök  em söylenildi. Ve su çekildi. Ve buyruk yerine geldi. O cudliye doğruldu. Ve uzak olsun ezen ulusa söylenildi.

 

Yerdeki buzullar eridi, gökteki yağmurlar kesildi ve son buzul çağı bu olayla sona erdi. Gemi/fülk CUDİLİ” üzerine yöneldi. Cudi, harfi tariflidir (bilinen, bilinecek bir yerdir; ya da cinstir/istiğraktır, bütün Cudiler demektir) ve sonunda y aidiyet, nispet takısı vardır. Hristiyanlar bu yeri Ağrı” dağında aramakta, Müslümanlar ise Güneydoğuda Şırnaktaki Cudi dağında aramaktadırlar.

 

Geçenlerde radyodaki bir yarışmacının katıldığı yer ismi fonetik benzeşimden dolayı ben de farklı bir çağrışım yaptı:

Yarışmacı CİDEden yarışmaya katılıyordu. Eve gelince Cideyi Googleden biraz inceledim. Elbette Cide isminin nereden geldiğini, manasının ne olduğunu bilmiyorum. Ama Rumca olduğunu zannediyorum. Dr Mete Fridin bu ismin (Cudi ve Cidenin) Akatçadan etimolojisini çıkarabilir, diye düşünüyorum. Zaten kendisi de bu sıralar Karadenizdedir. Belki Cideye kadar da gider! Bazı araştırmacılar da Nuhun gemisini Karadenizde aramaktadırlar. Geçmiş yıllarda deniz dibinden bazı kalıntıların fotoğraflarının da yayınlandığını hatırlıyorum.

 

Kuran hep sosyal olayları anlatır ve bunları anlatırken de sahne olarak yeryüzünü, yeryüzünde var olan dekorları ve kişiler olarak (bizim kullandığımız Roman tekniğinin aynısını kullanarak), belirli kişilerin şahsında o devirleri ve o sosyal dokuyu bizlere aktarır. O olaylar sadece olayın kahramanlarının yaşadığı olaylar değil, onların şahsında tüm insanların her zaman yaşayageldiği ve yaşamaya devam edecekleri olaylardır.

 

Nuh peygamberden 8.000 yıl sonra Âdemoğullarının yeryüzüne inişlerinin 15.000 yıllarında Hz. Muhammed son Nebi olarak görevlendirilmiş ve Ademoğulları ERGİNLİĞE ULAŞMIŞLARDIR. BU andan sonra vesayet ve mürebbîlik bitmiş, artık yetişkin olan insanlar, akıl ve ortak akıl olan ilim ile problemlerini çözeceklerdir. Nominal ömürlerinden kalan 85.000 yılda da öte yaşam standartlarını oluşturacaklar, CENNET, CEHENNEM ve ARAF hayatlarını hazırlayacaklardır. Bunun için "ÇÖZÜM=AKIL+KURAN" değil,"ÇÖZÜM=AKIL*KURAN" formülü gerekmektedir. Birinci formülde elemanlardan biri sıfır olsa bile sonuç pozitiftir, ikinci formülde ise birinin sıfır olması halinde sonuç sıfır çıkmaktadır.

 

Saygılarımla.

 

H. Kayahan

 

 

 


YorumcuYorum
Sam Adian
05.10.2013
14:57

Bazı küçük hatırlatmalar: Kur’an “sefine” kelimesini, açık, anlaşılır ve tanımlı olarak “GEMI” anlamında kullanmaktadır. (Bknz. Kehf 71) “Fulk” kelimesi, gerek Arapça sözlüklerde ve gerekse etimolojik anlamı utubariyle “Gemi” anlamına gelmediği gibi, Yusuf kıssasında da geçmektedir (Bknz. Saffat 140) “İz ebeka ilel fulkil meşhûn” Eğer bir denize düştüyse ve yüklü bir gemiye de tutunduysa, Balğın karnına nasıl girmish olsun? (Kıssada ne su, ne de deniz kelimeleri de kullanılmamaktadır, tıpkı Nuh kıssasında olduğ gibi) Usul açısından bakıldığı zaman, Eğer “sefine” gemi ise, bu durumda “fulk” nedir? Ve nasıl “gemi” anlamı verilebilir? Eğer “Fulk” gemi ise, bu durumda “sefine” nedir? Önemli bir ayrıntı: Sefine kelimesi kullanılırken “deniz” de vardır. Ama “fulk” kelimesinin kullanıldığı hiçbir yerde “ne su, ne de deniz” yoktur. Öyleyse Fulk, suyu olmayan bir denizde mi yüzer? Hud 37. Ayette geçen kelimelere bakalım: “Vasnaıl fulke bi a’yuninâ….” Vasnail: Oluşturmak, birine bir şey sunmak , takdim etmek , yapmak , yaparak meydana getirmek , imal etmek , uydurmak , yaratmak , işlemek , iş Ancak hemen ifade edelim, bu bir işi yapmak anlamında değil. Bir “gözlemsel oluşum” anlamındaki bir kelimedir. Mesela “bilimsel bir gözlem, veya deney” yapıyorsanız bu kelimeyi kullanırsınız. Bir iş, veya herhangi bir üretim yapıyorsanız onun için kullanacağınız kelime değildir. a’yuninâ : Gözler, (ba sebebiyle buradaki anlam “gözlem” olmalıdır) El-Fulk: (marife) Astronomi, kozmografya, gökbilim… (sözlüklerde bu kelimeye verilen anlamların arasında “san’ae, Eceraa” gibi kelimelerle birlikte kullanıldığında “gemi yaptı” “gemiyi yürüttü” gibi anlamlar verilmektedir. Ancak bu anlamlar daha çok illete binaen verilen anlamlar olmakla birlikte, kelimenin muhteviyatı gereği, suda yüzen bir gemi şeklinde anlamak mümkün değildir. Kaldı ki ayette böyle bir illet de yoktur) Fulk: Burçlar bölgesi, felek , yörünge , gök , gök yüzü , felek , çarh , kainat , çember , medar , astronomi , kendinde yıldızlar dönen gök , felek , yuvarlak kum tepesi , yuvarlak ve hareketli dalga, çark Genel olarak, “fulk” nekre kullanıldığında “yörünge” anlamına gelmektedir. Buradan hareketle “marife” haline gemi demenin de imkanı ortadan kalkar. Kaldı ki, Kur’an “GEMI-SEFINE” kelimesini zaten kullanmaktadır. Eğer kastedilen “suda yüzen bir gemi” ise…. Tennur: Ocakçı, tandır, aydınlanma, aydınlatma, fırın (Oven) “Fare” kelimesini “feveran” olarak anlayacaksak eğer, bu durumda “alev fışkırması, atılarak çıkmak, alevlenmek, alev fışkırması” gibi anlamak zorunda kalırız. Bu durumda, “tennuur” tek başına kullanılmış olsaydı eğer, bu durumda herhangi bir “aydınlanma” dan söz etmek belki mümkün olabilirdi. Ancak “fare” kelimesi ile birlikte anlamak zorunda aolduğumuza göre, burada bir “entelektüel aydınlanma”dan söz edilemez. Bu bir alev topunun meydana getirdiği “aydınlanma” olabilir ancak. Tıpkı güçlü bir bombanın çıkardığı alev topu ve onun meydana getirdiği aydınlık gibi. Yerin suyu içmesi ve gökte nemin ortadan kalkması gibi ifadeler de “yüksek ısı” sonucu meydana gelen bir olayı anlatır ki, böyle bir patlamanın ardında ortalıkta suya dair bir şeyin kalması da mümkün değildir. Tıpkı “Hiroşima”ya atılan atom bombası sonrasında yerlerin ve göklerin tamamen kuruması gibi…. “beşer’in evrimi” ile ilgili söylenecek çok şey vardır elbette. Kur’an da bu konu son derece detaylı olarak anlatılır ve zaten yeryüzü hayatı bir “evrim” sürecinden başka bir şey de değildir. Ancak, “mitolojik” inanışlar veya hikayelerden ayrı olarak “Kur’an” da bir gemi yapıldığını gösteren herhangi bir kanıt yoktur. Neden sürekli ayetleri “mitolojik” bağlamda anlamak zorundayız? (Araf konusu ayrıca tartışılması gereken bir meseledir) Saygılar?

Hüseyin Kayahan
06.10.2013
08:54

Lisanü-l Arabın özeti sayılabilecek olan Mevlüt Sarının tercüme ettiği "el Mevarid" de "ibn" kelimesinin karşılıkları arasında bu anlam da bulunmaktadır. Ben oradan aldım. Genel kullanımın "ardıl" manası olduğunu biliyorum. Burada o manayı değil, diğer manayı tercih ettim.

Tevratta da Ademin soy ağacı sayılırken, Habil ve Kabil sayılmaz ve Şit ile devam edilir. Eğer Habil ve Kabil Ademin ardılları olsaydı, en azından, hayatta kalan Kabilin ve neslinin de anılması gerekirdi.

Benim yapmaya çalıştığım, peşine düştüğüm şey; bugün (jeoloji, antropoloji, analoji vb.) bilimin bulduğu sonuçlarla, Nakillerin anlattığı olayları çakıştırmaktır. Ehli Sünnete göre akıl ile nakil tearuz etmez. Elbette ikisinin de gerçek/hak olması şartıyla. Tearuz halinde aklın sonuçları kesin ise nakil akla göreteil edilir. Bu kuralları ben koymadım. Belki sadece Habilis, Erectus, Sapiens gibi tasnifler henüz varsayımdır, kesin değildir denilebilir. Konuya ilgi duyanların Jeoljik geçmişimizi ve antropoljik bulguları (acizane) daha fazla incelemelerini salık verebilirim.

Ayetler mutlaka evrenimizde olan olayları anlatır. Olaylardaki yerlerin, kişilerin, zamanın mutlaka gerçek bulgularla çakıştırılması gerekmektedir.

Antik Mısırda Yusuf zamanında yaşanan "kıtlık "olayının; yukarı Mısırda bir dikilitaşta yazılı olduğunu yazmıştım. Bir Firavun bunu yazmış ve Tevrat ve Kuranın hayali bir olayı anlatmadığını, hayali bir raman olmadığını göstermiştir. Firavun elbette elbette kendisinden binlerce yıl sonra gelecek bir kitabın yardakcısı değildir. Önemli bir olayı kayda geçmiştir. Atrıca jeoljik toprak katmanlarını inceleyerek dünya üzerinde geçmiş olan atmosferik ve jeolojik değişiklikleri tespit etmektedir. Bir sel baskını, su taşkını olayı, Sümer ve eski Amerika kavimleri yazıtlarında da anlatılmaktadır. Bu sele veya taşkına neyin sebep olduğu ayrıbir tartışma konusu olabilir ama böyle olayın olduğu sabittir; bu anlatılanlar masal, destandır, insan tahayyülünün uydurmasıdır denemez. Jeolojik olarak da yer katmanlarında 8 metrelik kil birikimleri tespit edilmiş, carbon14 ve benzeri yöntemlerle tarihlendirmeler de yapılmaktır.

Eğer Kuranın geçmişe ait anlatılarını bilimle doğrulayamazsak, geleceğe ait söyledikleri de havada kalır, inandırıcı olmaz. Her nesil, ulaştığı bilgi seviyesi ve elde ettiği delillerle bu ayetleri yorumlar. Biz de bugün elimizdeki ilmi sonuçlarla bu ayetleri kıyaslarız ve izah etmeğe çalışırız. Bundan tabii bir şey olamaz.

Saygılarımla.

H.Kayahan

Sam Adian
06.10.2013
10:52

Seller, tufanlaar, felaketler, coğrafi anlamda meydana gelen değişimler bir vakıadır ve bu noktada kimsenin bir itirazı olacağını zannetmiyorum. Bunlara ilişkin arkeolojik bulgular da bir vakıadır. Geçmişe ait jeolojik bulgular bugün sadece tahminden ibaret olmakla birlikte, bugün olup biten her şeyin azı veya çoğunun geçmişte de olması muhtemeldir ve zaten olmuştur. Elbette bunlar masallar veya destanlar değildir. Burada mesele, Kur’an ın söyledikleri ile ilgilidir. Seller, felaketler birer vakıadır diye, Ayetlerin de bunları anlatması gerekmediği gibi böyle bir zorunluluk da yoktur. Buna istinaden ayetlerdeki ifadelere olasılıklara gore mana verdiğimiz zaman, kur’an ın söylediğini değil, bizim istediğimizi ona söyletmiş oluruz. Tıpkı “Sefine – Fulk” kavramlarında olduğu gibi ve daha pek çok diğer olaylarda olduğu gibi. Kendi varsayımlarımızı Ayetlere söylettirmekten başka bir şey değildir bu. Jeolojik oluşumlar veya arkeolojik, antropolojik bulgularla ilgili de pek çok şey söylenebilir. Paleolitik çağdan kalma bir taşa bakarak ne anlayabiliriz? Aslında hiç bir şey, bu bize o çağdaki insanların nasıl yaşadılarını, nelerle karşılaştıklarını, ne tür felaketlere maruz kaldıklarını söylemez. Bizim yaptığımız sadece tahminde bulunmakan ibarettir. Mesela, Insanlığın yayılımına ilişkin çıkarılan haritalarda (ve sizing öngörünüzde) Bab El-Mendep boğazını Neandental insanların geçerek yeryüzüne yayıldığı varsıyımına dayanılmaktadır. Bu da en iyi ihtimalle 1.9 milyon yıllık bir geçmişi olan bir durumdur. Daha çok da olabilir. Ancak, Yine Jeolojik bulgular göstermektedir ki, Bab El-Mendep boğazının bugünkü derinliğini kazanması günümüzden yaklaşık 40 milyon yıl once gerçekleşmiş, kıta ayrılmaları ise yaklaşık olarak 200 milyon yıl once olmuştur. Neandental insane formu, Adem öncesi olarak Kabul edilidğinde, “gelişmemiş” bir form olmalıdır ve böyle bir formun, “sal” yapması veya çeşitli araçlar kullanarak böyle bir boğazı aşması akli değildir. Bu konuda bilimsel tartışmalar da sürmektedir. Pek çok teori vardır ve bunların bazıları sizin de öngördüğünüz yolu aştıklarını varsayarken, bir kısmı da bunun mümkün olamayacağını yine bilimsel verilerle ortaya koymaktadırlar. Kısaca bunlar tahminden ibarettir. Öte yandan, Adem ve topluluğunun “rift” oluşumlar oldğunu varsaymak da oldukça zordur. Eğer Kur’an ın anlattıklarını referans Kabul edeceksek, Adem ve topluluğu “cennette” gelişimlerini tamamladıktan sonra yeryüzüne inmişlerdir. Yani en azından bizim bugünkü formumuza çok yakın bir form olarak. Tabii ayette kullanılan “çoğul” ifadeleri ve yeryüzüne “dikay” düşüşü gözardı etmeden. Elbette yeryüzüne geldikten sonra Hayvanların ve çeşitli eşyaların da aynı yöntemle yeryüzüne gönderilidğini de dikkate alarak. Ayetleri referans Kabul ettiğimiz zaman, Etyopyanın steplerinde gelişen bir türün, henüz gelişme aşamasında hayvanları evcilleştirmeleri, kumaş üretmeleri veya çeşitli eşyalar üretmeleri herhalde düşünülemez. Kaldı ki bunların da gönderildiğini söyleyen yine Kur’an ın kendisidir (Bknz. Araf 26, Zümer 6) Anlaşılan o ki, Adem ve toplumu gelişmiş olmakla birlikte o kadar da yetenekli değillerdi. Özetle, burada anlatmak istediğmiz şey, “referans” ile ilgilidir. Hangi referansa gore neyi anlamamız gerektiğiyle ilgili. Elbette Kur’an ın anlattıkları tamamen bilimseldir ve bilimsel olarak da kanıtlanması gerekir. Örtüşmelidir. Bunun için Kitabın söylediklerini olduğu gibi anlamak gerekmiyor mu? Tıpkı, organizmanın üzerinde yaşadığıımız dünyada üretilmediği gerçeği gibi....

Saygılar

Sam Adian
06.10.2013
11:00

Meselenin "masal" kısmı, Nuh'un "gemi yaptığı" iddiasındadır. Bu tamamen mitolojik bir inanıştır ve gerçekte Kur'an da böyle bir bilgi yoktur.

kur'an da olmayan bir bilgiyi, sırf mitolojide vardır diye gerçek olduğunu varsaymak herhalde doğru değildir. Hikaye kısmı budur. Yoksa Kur'an da anlatılan olaylar hikaye değildir. Fulk kelimesini "gemi" yaptığımız zaman ortaya böyle bir sonuç çıkar. Kaldı ki, bu inşaatın nasıllığını da ayetlerde bulamıyoruz. Kur'an bize başka şeyler söylese de biz hikaayelere göre mi kitabı anlayacağız?

Sam Adian
06.10.2013
11:17

İkinci bir sorun, Tufan felaketi olarak anılan, "sel felaketi" ile ilgilidir. Kur'an da bir "sel felaketi" anlatılmıyor olmasına rağmen, gerek nakillerde ve gerekse mitolojide var olan hikayelere binaen böyle bir sonuç üretilmektedir.

Oysa ayetler dikkatle okunduğunda, Nuh kendi ailesine meseleyi anlatırken onların da "bir sel olacağı zannına" kapıldıklarını anlamak zor olmasa gerek. Ama aynı zamanda şaşırmışlardı da, çünkü ortalıkta deniz yoktu veya böyle bir tufan olmasını gerektirecek bir karine yoktu.

Sam Adian
06.10.2013
11:22

Elbette bunlar Bizim "Kur'an dan anladıklarımıza" göredir. Siz kendi yorumunuzu yaparsınız.

Biz sadece yapılan yorumların "çelişkili" kısımlarına işaret ederiz o kadar.

Hüseyin Kayahan
13.10.2013
17:20

Yeryüzünde halen tespit edilmiş 3.8 milyon cıvarında canlı türü vardır. Kaybolan ve henüz bulunmamış olanlar da göz önüne alındığında bunun 10 milyon olduğu sanılıyor. Bu rakam "erginlik teorisinde" kabul ettiğimiz metrik sistem mantığıyla da çakışan bir rakamdır.

İnsana yakınlık araştırmalarında hayvanların "alet" kullanıp kullanamadıkları da göz önüne alınmaktadır. Milyonlarca yıllık geçmişleri olan bazı hayvanlar ilk zamanlarından beri alet de kullanabilmektedirler.

İnsanın öncülleri kabul edilen "homonidler" de alet kullanmaktaydılar. Habilislerin aletleri daha ilkel ama dünyanın her yerinde ve her devirde aynı düzeyde idiler. Erectusların aletleri ise onlardan daha gelişmiş olarak her devirde ve rastlanılan her bölgede aynı düzeyde idiler. İki tür arasında bir sıçrama olmuş ama ara formda aletler bulunamamıştır. Bunların yapılmış aletler olduğunda şüphe edilmemektedir. Mesela 1,5 milyon yıl hiç bir geliştirme yapamadan her yerde hep aynı türde aletler kullanmışlardır. Elbette taş aletlerden bahsedebiliyoruz, zira bu kadar uzun zamanda bize taşlardan başka bir şey kalmamıştır. Tahta, deri, kemik vs gibi malzemelerden de aletler yapmış olabilirler ama onlar 100 binlerce, milyonlarca yıl dayanamadıkları için bize bir şey ulaşmamıştır.

Erectusların son halkası "homo sapiens" lerdir. Bazıları "homo sapiens sapiens" diye bir alt kategori daha tanımlamaya çalışmaktadırlar. Evrimin çıkmaz sokağı kabul edilen "homo Neanderthaller" sapienslerin bir koludur. Bunlardan bize kalan çok fazla malzeme vardır. Çok gelişmiş mağara resimleri, gelişmiş aletler ve yaşadıkları mekanların altlarına ölülerini gömdükleri mezarlar, vs bulunmuştur. 29.000 yıla endekslenen gerçek, figüratif ve stilize resimler bulunmuştur. Bunlar entellektüel seviyelerinin bir göstergesidir. Sadece ölüyü gömme ihtiyacı duymaları bile başlı başına onların insani melekelerinin, öte dünya inancının ne kadar geliştiğinin bir göstergesidir. Bunlardan da bize maalesef daha dayanıksız malzemelerden yapılmış eşyalar (mesela giysiler) ulaşmamıştır.

Yeni evrimciler, bu türlerin yok olmasını "SOSYALLEŞEMEMELERİNE" de bağlamaktadırlar. Bu Kuran'da anlatılan "Kurban" olayıdır. Kendisinin ihtiyacı olan malzemenin bir kısmını ayırıp, topluluğa verme, topluluğa bağlanma ve topluluğun da bunu kabul ederek onu himayesine alması olayı "kurban" misali ile anlatılmaktadır. Kuranda ne kişilerin isimleri, ne de verilen eşyanın isimleri zikredilir. Soyut bir anlatımla anlatılır: "...bir yakınlaştırıcı ile yakınlaştılar..." Hepimiz ve herkes bunun nasıl bir olay olduğunu düşüneceğiz ve anlamaya çalışacağız.

Erginlik Teorisinde hayat hikayesini anlatmaya çalıştığım benim Adem'im, bundan "nominal" olarak 17.000 sene önce, Tuba (Etopya) Cennetindeki dünüşümünü tamamlayarak, çoğalmış olarak yeryüzüne inen Adem(ler)in serüvenidir. Bana göre Neanderthaller bu tarihten (son buzul çağından çok önce) en az 10-15 bin sene önce buradan ayrılmışlar, Tevratın anlatımıyla Kuzeye (Akdenize doğru), sonra Doğuya (Ortadoğu), Anadolu ve Avrupa'ya doğru yayılmışlar ve son buzul çağı başında türleri yok olmuştur. Meteoroloji tarihi ile beraber bu türün maruz kaldığı koşulları aynı anda değerlendirmek gerekir.

Bugün "DNA ARKEOLOJİSİ" daha önemli hale gelmiştir. İnsanın atası Afrikalıdır ve Etopya-Kenya cıvarındandır. Bu canlının varlığı 160.000 yıl geriye kadar gitmektedir ama DNA onun 160.000 yıl önce yeryüzüne yayıldığını söylememektedir. Yeryüzüne inen (dağılan) Adem, o ilk Adem değildir. Benim kanaatim Cennetteki değişim/dönüşüm ve evrimleşme öyle bir kaç yılda, bir kaç yüzyılda, bir kaç binyılda değil, bir kaç 10.000 yılda oluşmuş olmalıdır. Kuran bu süreyi "SÜMME" kelimesiyle; oldukça soyut ve belirsiz bir sözcükle ifade eder. Sümme çok uzun zamandır ama miktarı belirsizdir. Milyonlarca yıl da olabilir, yüzlerce yıl da olabilir. Biz bunu ulaştığımız bilimsel verilerle ölçeklendirmeğe çalışırız. Ben Cennetten/yemişlikten yeryüzüne inme tarihini milad, başlanğıç olarak alıyorum. Kronolojiyi buradan başlatıyorum.

Erginlik teorisinde Tevratta verilen Peygamber ömürlerini de, bir tevil yaparak, bu varsayımla çakıştırıyorum. O zaman bu sayılar da anlamlı hale geliyor. Analojik olaral insanın 7 yaşında okula, yazıya başlaması gibi, Nuh peygamber dönemi de; İnsanlığın derse başlaması, yazıyı öğrenmesi, yazılı kurallar geliştirilmesi, göçer hukukundan yerleşik hukuka geçilmesi dönemidir. Göçerlikte bulduğu av ve meyve senindir. Yerleşik düzende baktığın hayvan ve meyve senindir. Bu geçişe itiraz eden kitlelerin başlarından geçen sosyolojik olay; Nuh peygamber ve erafındakilerin şahsında bir roman tarzında anlatılmaktadır. Kuranın her yerinde, sosyal olaylar kişilerin şahsında hikaye/kısas formunda anlatılmaktadır.

Sesli anlatımın yanında görsel (yazılı, resimli, heykelli) anlatımlar hep vardır, olmalıdır. Sümerlerin Tabletleri pişirme yöntemini bulmalarına kadarki sürede yazı için kullanılan materyaller bizlere kadar ulaşmamıştır. Bu ulaşmama yok olduğunun delili değildir. Pişirilen tablet bizlere kadar ulaşabilmiştir. Metaller de (bronz ve demir) henüz o tarihlerde bulunmadığı için taşlar üzerine küçük yazıların kazınması da mümkün olmamıştır. Bitkisel boyalarla yazılan yazılar da günümüze kadar ulaşmamıştır.

Kuranın dediği gibi; insanın insan gibi bir varlık olup, insan diye çağrılmasına kadar üzerinden geçen sürenin yanında; insan olduktan sonra geçen süre, adını bile anmaya değmeyecek kadar kısa bir süredir...

Kritikleriniz, uyarılarınız ve katkılarınız için teşekkür ederim.

Saygılarımla.

H.Kayahan

Hüseyin Kayahan
16.10.2013
08:42

Haklısınız zaten benim çalışmamın adı da "erginlik teorisidir". Varsayım, teori, hipotez, yani öngürü; ilmin başlamasının OLMAZSA OLMAZ ilk şartıdır. Varsayım olmazsa ilim başlama. Sonra onu ilim, kendi usulü içinde araştırır, geliştirir, onaylar veya reddeder. VARSAYIMLAR İSE İLİM KONMAZ. ONLAR SEZGİ İLE KONUR. SEZGİ İSE İLMİ DEĞİLDİR, HİSSİDİR. Bilinmesi gereken, kendisi ilmi olmasa da varsayımsız ilim olmayacağıdır.

İlmi geçmişimiz binlerce varsayım ile doludur. İlmin onayından geçenler hayatiyetlerini sürdürmektedirler.

STANDART MODEL en güçlü evren kuramıdır ama ortaya atıldığında NEWTON FİZİĞİ ile izah edilemiyordu. Bu fizikle izah edilemeyen yerleri anlayabilmek için KUANTUM FİZİĞİ ortaya kondu ve %95-98 uyumlu hale getirildi. Hala izah edilemeyen ve test edilemeyen yerleri vardır. HIGSS BOZONU varsayımı/öngörüsü; daha yakın geçmişte milyarca dolar masraf, onlarca devletin katkısı ve binlerce ilim adamının çalışması ile ispatlanmıştır. Sırf bu çalışmalar için düşünülen İNTERNET hayatımızı ne kadar da kolaylaştırmıştır. Bu reaksiyondan çıkan bir yan ürün gibidir. Elbette başka evren modelleri de vardır, herkes öngörüde bulunmaktadır ve bu son derece doğaldır. Herkes "NASILI" anlamaya çalışmaktadır. Çünkü Allah; akletmez misiniz, ilmetmez misiniz, düşünmez misiniz diye sormaktadır.

Usulcilere göre konunun uzmanı olan, yani alimlerin (ilim adamı) tamamının ittifakı olmadan İCMA teessüs etmez. Sahabelerden bize intikal eden icmalar parmaklarla sayılabilecek kadardır ve tamamına yakını ibadetler ve günlük hayatla ilgilidir. Müçtehitler döneminde de ağırlık günlük yaşayışla ilgilidir ve nerdeyse aralarında icma yok gibidir. Bugün geliştirilen ilimlerin hiç bir o dönemde bilinmiyordu. örneğin; kainat "lüzzün la yetecezzalardan oluşmuşur" dediler ama bu cüzün ne olduğunu bilmiyorlardı. Bunu sezgisel söylediler. 19. asırda bu önce atom zannedildi, atom parçalandı, proton elektron zannedildi, onlarda parçalarına ayrıldı, Quarklar, gluonlar bozonlar vs diye gittikçe alt parçalara inilmektedir. ilk parçanın parça mı, yoksa dalga mı olduğunu henüz bulamadık. Enerjisiz/dalgasız parçalar, kütlesiz enerjiler de bulduk vs. Konumuz fizik değil elbette.

Kuranda HALK kelimesini Allah kendine izafe ederek hem MAZİ sıgada, hem de MÜZARİ sıgada kullanmaktadır. Halk etmeğe nasıl başladı, Halk etmeye nasıl başlıyor; nazar etmezler mi diye soruyor. Demek hem nasıl başladığı hem de nasıl devam ettiği önemlidir ve araştırılması emredilmektedir, en azından farz olmasa da vacip düzeyinde hiç olmazsa.

Elbette Allah'ın başka bir labratuarı vardır, orada da bizim mahiyetini bilmediğimiz melekleri vardır, onlar sürekli canlı üretirler ve dünyaya uygun bir gemi ile gönderirler demek mümkündür ama ilmi değildir. Bu da benimki gibi bir teori olur ve ispat edilirse ilmi hale gelir. Ben bu ekolden değilim, bana "bozuyorsunuz" deseniz de. Ben de cennete gitmek istiyorum, cehennemden korkuyorum. İnanan kişi kasten bir şey yapar mı? Hata yapıyor olabilirim ve Allahtan benim yapacağım hatalar sadece beni bağlar ve cezasını ben göreceğim. Çünkü ben kendim için düşünüyorum. Elbette diyebilirsiniz ki; "sen topluluklar, devlet hakkında çıkarımlar yapıyorsun, bu da sadece seni değil, herkesi ilgilendirir." Devlet kurmaya talip değilim, yönetime de öyle. Bunlara talip olanlar bu görüşlerden etkilenirler diye bir korku varsa ben de derim ki; "onlar aptal insanlar mıdır onların akılları yok mudur? Madem ki böyle bir işe talipler öyleyse onlar en doğruyu kendileri bulurlar veya seçerler." Düşünmeden duramam ki. Eskiden de düşünüyordum ama konuşamazdım ve yazamazdım. Hala konuşmada acziyetim var ama akıcı olmasa da yazmaya çalışıyorum.

Kurban (DEVLET) Bayramınız kutlu olsun. Örneğin geçmiş yazıların birinde dedim ki; madem ki günlük namazlar aşiret/ocak, cuma namazı kabilenin/bucağın namazıdır; öyleyse Ramazan Bayramı namazı İLİN, KURBAN BAYRAMI NAMAZI da DEVLETİN NAMAZIDIR dedim. Hz. Peygamber kıldırdığı Cumayı merkez bucağının başkanı, kıldırdığı Ramazan Bayramını Medine ilinin başkanı, kıldırdığı Kurban Bayramını Devlet Başkanı olarak kıldırmıştır. Veda Haccında ise İnsanlık başkanı olarak kıldırmıştır. O zaman bu farklar bilinmiyordu, hepsi içiçeydi, şimdi tefrik ediyoruz. Karagülle de geçen seminerde bu görüşüme iştirak etmiştir. Cuma namazı sadece "ellezine amenu" olanlara emirdir dolayısıyla onlara farzdır, diğerlerine kıyas ile farz olabilir, demiştim; bu görüşüme de iştirak etmiş görünüyor. Sistematik olarak düşünmeğe başladdınız mı, boşluklar kendiliğinden doluyor, işte bu SEZGİ ile oluyor.

Saygılarımla.

H.Kayahan

Hüseyin Kayahan
18.10.2013
14:55

Erginlik Teorosi çalışması 3 basit varsayıma dayanır. Bunları oradan kopyala yapıştır ile aşağıya aldım. Çalışma tamamlanamadığı için, bunlar üzerinde tadilat ve ilaveler de yapılmamıştır. Tarif ve tanımları da objektif olarak yapmaya çalıştım.

VARSAYIM 1 Canlı olan, bugün üzerinde bulunduğumuz bu dünyada yaşayan ve atası homo sapiens* olan insanın (ömrünün) yaş dönümleri, gelişi güzel değil, matematik bir mantıkla oluşturulmuş olan yukarıdaki diziye tekabül eder. VARSAYIM 2 Bu dizi; bire bir oranında insan hayatının dizisi olduğu gibi, “insanla ilgili olan” ve canlılık özellikleri gösteren sosyal ve sosyal olmayan diğer hükmi canlıların da “birim dizisidir”. Bunun için bu diziye kısaca “insanlığın dizisi” de diyebiliriz. VARSAYIM 3: Bir Medeniyet; –ileride daha detaylı göreceğimiz gibi- en az iki ulusun fiziksel birlikteliği ve kültürel bütünleşmesi ile meydana gelir.

Yukarıda da değindiğim gibi çalışma tamamlanmamıştır. Hazırlanmış dip notları ile beraber 150 sahife cıvarındadır ve 15 senedir kendi halinde duruyor. Ben bile o zamanlar tam olarak neler yazmıştım, tekrar okuyarak hatırlıyorum. Bizim arzımızdaki bizim neslimizin burada tesviye edildiğini, cennet denen faunanın burada olduğunu ve hatta gelecek cennetin de burada olabileceğini ve kitapta tarifleri verilen bu cennetin nerdeyse %70-80 oranında bizler tarafından geliştirilmiş olduğunu söylemeye çalışıyorum. Dört cennetin dört mevsim meyvelerini yetiştiren serabahçeler, ne sıcak ne soğuk olan mekanların klima teknolojisi ile temin edildiği yerler, tahtından nehirlerin cereyan ettiği mekanların topraklama sulama ile sulanan mekanlar, yüksek sedirlerin koltuklar, divanlar, ipek ve atlas giysilerin zaten her zaman var olduğunu, huri ve gılmanların da dişi ve erkek görünümlü robotlar olacağını, vb. daha ne gibi tasvirler varsa bizler onları gerçekleştiriyoruz azar azar. Geriye bir "halidlik "kalır. Yani uzatmadan burada varsayımı; "Adem burada evrilmiştir" diye koydunuz mu, geriye kalanları da buna uygun koyuyorsunuz. Sonuna kadar çelişkisiz bir çerceve oluşturabilir miyiz buna bakmak lazımdır. Zaten bunu test etmeğe çalışıyorum.

"ve enzelnel hadide" ve "ve enzelnel mae mines semai" diyerek demir ve suyun dışarıdan geldiğini kitap kendi söylemektedir ama İnsan, Beşer, Adem için "enzelna mines semai" gibi bir ifade kullanmamaktadır, veya ben farkında değilim. Jeologlar da demirin dışarıdan geldiğinde hem fikirdirler ama henüz suyun dışarıdan geldiğinde ittifakları yoktur. Başka bir mekanizma ile burada da oluşmuş olabilir mi, diye araştırmaktadırlar. Kitap, Ruh melekler için ise "tenezzele" kullanıyor; herhalde demir ve suyun ilk gelişi gibi bir defalık değil; defalarca inmek manasınadır değil mi?

Benim bazı acziyetlerim vardır. Mesela cevaba başlarken "şunu, şunu, şunu da yazayım diye " düşünüyorum ama yazmağa başlayınca çoğunu unutuyorum. Yazının başında uzun uzun düşündüğüm oluyor. Bu konuyla ilgili verimimi yükseltecek bir yöntemi kendi kendime uygulayamıyorum.

Saygılarımla.

H.Kayahan

Saygılarımla.





Çok Yorumlanan Makaleler
Hüseyin Kayahan
RUH, NEFİS ve DİĞERLERİ
4.05.2012 15134 Okunma
58 Yorum 13.05.2012 06:56
Hüseyin Kayahan
ALLAH'I TANIMAK
27.07.2012 11713 Okunma
32 Yorum 15.08.2012 10:48
Hüseyin Kayahan
ALLAH'I TANIMAK-2, TANRININ AÇMAZI
2.08.2012 10618 Okunma
25 Yorum 06.08.2012 22:06
Hüseyin Kayahan
GECİKMİŞ YORUMLAR: SALSAL VE TUFAN HK.
13.10.2013 12665 Okunma
22 Yorum 18.10.2013 15:10
Hüseyin Kayahan
ORUÇ ve RAMAZAN
29.06.2014 9301 Okunma
19 Yorum 20.07.2014 07:59
Hüseyin Kayahan
MÜTEŞEBBİSE DAİR / GELECEĞİN MÜTEŞEBBİSİ
21.02.2013 15222 Okunma
13 Yorum 18.03.2013 21:10
Hüseyin Kayahan
ASLAN OĞLUM ve METOD
11.04.2012 6258 Okunma
13 Yorum 13.04.2012 17:42
Hüseyin Kayahan
YENİ BİR PAVLUS ARANIYOR
25.04.2012 6053 Okunma
13 Yorum 04.05.2012 18:47
Hüseyin Kayahan
HARUT ve MARUT, FİRİDİN ve RASYONALİZM
25.03.2012 9882 Okunma
11 Yorum 27.03.2012 08:38
Hüseyin Kayahan
FECR / ALACAKARANLIK ve GÜNEŞ TAYFI
16.07.2015 14131 Okunma
11 Yorum 28.07.2015 00:04
Hüseyin Kayahan
KELİME, MUTASYON; TURAB VE TOPRAK
29.04.2012 6998 Okunma
10 Yorum 01.05.2012 11:38
Hüseyin Kayahan
ÖZGÜRLÜKÇÜLÜK NASIL ANLAŞILIR?
27.03.2012 6078 Okunma
9 Yorum 29.03.2012 17:53
Hüseyin Kayahan
NUH TUFANI (kısa bir özet)
4.10.2013 14798 Okunma
9 Yorum 18.10.2013 14:55
Hüseyin Kayahan
İZLENİMLER-2
25.09.2013 6383 Okunma
8 Yorum 28.09.2013 07:31
Hüseyin Kayahan
ÜSTAD KARAGÜLLEYE AÇIK ARZIMDIR
25.06.2013 6362 Okunma
8 Yorum 02.11.2013 05:43
Hüseyin Kayahan
İLK (ve TEK) SOSYAL/KOLEKTİF KİTAP: KUR’AN
12.06.2016 7543 Okunma
8 Yorum 15.06.2016 23:36
Hüseyin Kayahan
RUH-ÜL KUDÜS
15.05.2012 7361 Okunma
8 Yorum 17.05.2012 00:58
Hüseyin Kayahan
KRAL ÇIPLAK (MI?)
28.01.2013 6123 Okunma
7 Yorum 07.02.2013 17:00
Hüseyin Kayahan
ALLAH ve DEVLET
13.07.2014 6613 Okunma
7 Yorum 09.08.2014 20:59
Hüseyin Kayahan
HUKUK ve TAŞKINLIK; MUSA ve HIZIR
7.05.2014 7095 Okunma
7 Yorum 12.05.2014 20:13
Hüseyin Kayahan
FIKIH ve KELAM
30.10.2016 9300 Okunma
7 Yorum 18.11.2016 04:58
Hüseyin Kayahan
ÂDEM'İN DİLİ
27.07.2020 3441 Okunma
6 Yorum 30.07.2020 09:04
Hüseyin Kayahan
SOSYOLOJİK KURAN MEALİNE BAŞLARKEN-2
31.07.2013 7101 Okunma
6 Yorum 03.03.2018 15:53
Hüseyin Kayahan
DİLİN CİLVELERİ
27.03.2012 5162 Okunma
6 Yorum 29.03.2012 17:18
Hüseyin Kayahan
YORUMSUZ ve BİR SEZİ ve BİR SORU
17.04.2012 5820 Okunma
5 Yorum 19.06.2012 11:35
Hüseyin Kayahan
KÖLELİK-1
10.03.2013 6607 Okunma
5 Yorum 14.03.2013 19:54
Hüseyin Kayahan
SÖYLEMEK ve YAPMAK
15.11.2013 9553 Okunma
5 Yorum 22.11.2013 21:08
Hüseyin Kayahan
BAŞKANLIK, YARI BAŞKANLIK YA DA...
27.08.2014 6671 Okunma
5 Yorum 01.09.2014 08:02
Hüseyin Kayahan
SESSİZ ve SESLİ NAMAZLAR
13.11.2016 9528 Okunma
5 Yorum 01.08.2017 18:04
Hüseyin Kayahan
HACCIN ZAMANI
23.08.2015 7812 Okunma
4 Yorum 23.08.2015 22:10
Hüseyin Kayahan
DİYET TAŞI
30.01.2016 6883 Okunma
4 Yorum 16.02.2016 18:06
Hüseyin Kayahan
SALGINLAR ve PROJEKSİYONLAR
14.04.2020 4209 Okunma
4 Yorum 14.04.2020 16:25
Hüseyin Kayahan
FATİHA ve YENİ KOMÜNİZM
4.09.2014 7065 Okunma
4 Yorum 24.09.2014 08:17
Hüseyin Kayahan
PARALELE DAİR
18.03.2014 6758 Okunma
4 Yorum 19.03.2014 13:13
Hüseyin Kayahan
BAŞBAKANA AÇIK MEKTUP
6.06.2013 6944 Okunma
4 Yorum 09.06.2013 18:33
Hüseyin Kayahan
BAŞBAKANA AÇIK MEKTUP-2
10.06.2013 6764 Okunma
4 Yorum 25.06.2013 14:51
Hüseyin Kayahan
Suç, Ceza ve Cehennem
21.05.2011 4754 Okunma
4 Yorum 22.05.2011 20:39
Hüseyin Kayahan
YARATILIŞ-DİRİLİŞ ve FELSEFE
6.07.2012 6037 Okunma
4 Yorum 07.07.2012 15:08
Hüseyin Kayahan
KURAN'I TANIMAK-2, MUCİZELER
29.10.2012 6327 Okunma
3 Yorum 30.10.2012 07:15
Hüseyin Kayahan
KURAN'I TANIMAK-1, KURAN'IN MÜŞKÜLLERİ
7.08.2012 6076 Okunma
3 Yorum 09.08.2012 16:49
Hüseyin Kayahan
EVREN ve NOKTA
23.04.2012 5107 Okunma
3 Yorum 29.04.2012 18:11
Hüseyin Kayahan
MUSA, FETASI ve BULUŞMA YERİ
30.03.2012 4736 Okunma
3 Yorum 08.04.2012 18:07
Hüseyin Kayahan
BELKİ DE İSTİHBARAT ZAAFI YOKTU.!?
24.07.2016 7306 Okunma
3 Yorum 26.07.2016 21:04
Hüseyin Kayahan
İSLAM EKONOMİ SİSTEM,-ZEKAT BANKASI
12.09.2014 9525 Okunma
3 Yorum 14.09.2014 22:42
Hüseyin Kayahan
ISTILAHİ DİLLER, MECAZ ve HAKİKİ MANALAR
20.10.2019 4350 Okunma
3 Yorum 29.10.2019 11:19
Hüseyin Kayahan
KURANDA METAFORLAR
13.04.2020 5443 Okunma
3 Yorum 15.04.2020 09:19
Hüseyin Kayahan
LİSANE SIDKIN sadık lisan ve İBRAHİM PEYGAMBER
11.02.2018 4973 Okunma
3 Yorum 28.10.2019 21:50
Hüseyin Kayahan
AD SEMUD İREM ve ARAFTAKİLER
11.02.2018 5495 Okunma
2 Yorum 24.02.2018 17:11
Hüseyin Kayahan
HURUF-U MUKATTAA
17.02.2018 4869 Okunma
2 Yorum 21.02.2018 13:02
Hüseyin Kayahan
MÜLK ve MAKAM
23.10.2016 6692 Okunma
2 Yorum 24.10.2016 15:38
Hüseyin Kayahan
SAM ADIAN-ZEKAT BANKASI (ÖZET)
13.09.2014 6765 Okunma
2 Yorum 17.09.2014 15:32
Hüseyin Kayahan
2013-2014 KIŞ DÖNEMİ İLK İZLENİMLER
9.09.2013 6709 Okunma
2 Yorum 09.09.2013 11:39
Hüseyin Kayahan
KARAGÜLLE'YE MUHALEFET NASIL OLMALI?
4.04.2012 5656 Okunma
2 Yorum 05.04.2012 19:58
Hüseyin Kayahan
DÜŞÜNME VE ANLAMA/FIKH ÜZERİNE
23.03.2012 3503 Okunma
2 Yorum 23.03.2012 11:30
Hüseyin Kayahan
SÖZ KESTİK, SÜT DE KESİLDİ...
13.04.2012 5113 Okunma
2 Yorum 14.04.2012 08:56
Hüseyin Kayahan
DİLLER; NELER ANLATIRLAR, NELER...
6.05.2012 4867 Okunma
1 Yorum 07.05.2012 01:01
Hüseyin Kayahan
ALLAH'I TANIMAK-3 KURAN ARKEOLOJİSİ
6.08.2012 5426 Okunma
1 Yorum 07.08.2012 07:50
Hüseyin Kayahan
NAMAZI TANIMAK-1
2.11.2012 6337 Okunma
1 Yorum 03.11.2012 09:33
Hüseyin Kayahan
GECİKMİŞ BİR HOŞGELDİNİZ
23.03.2012 3177 Okunma
1 Yorum 23.03.2012 04:08
Hüseyin Kayahan
4x4 ve HIZIR
12.09.2013 6405 Okunma
1 Yorum 17.09.2013 17:13
Hüseyin Kayahan
PARALEL OKUMALAR-MUHKEM ve MÜTEŞABİH
17.04.2014 6438 Okunma
1 Yorum 19.04.2014 09:21
Hüseyin Kayahan
DEVİ YOKETMEK
13.10.2013 4665 Okunma
1 Yorum 14.10.2013 16:22
Hüseyin Kayahan
CEBELLEŞMEK-1
4.08.2013 4877 Okunma
1 Yorum 15.08.2013 12:39
Hüseyin Kayahan
KEVSER
4.08.2013 6287 Okunma
1 Yorum 05.08.2013 05:12
Hüseyin Kayahan
SOSYOLOJİK KURAN MEALİNE GİRİŞ-1
30.07.2013 6497 Okunma
1 Yorum 10.08.2013 17:54
Hüseyin Kayahan
YENİ (TÜRK TİPİ) BAŞKANLIK
18.03.2015 6453 Okunma
1 Yorum 20.03.2015 11:03
Hüseyin Kayahan
ONA ÜFLEDİ - NEFEHA FİHA, NEFEHA FİHİ
14.06.2015 9934 Okunma
1 Yorum 18.06.2015 09:29
Hüseyin Kayahan
HİKMET ve UYGULAMA (PRATİK)
9.07.2015 7376 Okunma
1 Yorum 09.07.2015 12:13
Hüseyin Kayahan
PARA VE BONO
5.02.2017 4823 Okunma
1 Yorum 13.02.2017 08:43
Hüseyin Kayahan
ALFABELER
11.02.2018 4222 Okunma
1 Yorum 18.02.2018 01:19
Hüseyin Kayahan
MUHKEM ve MÜTEŞABİH
20.10.2019 4482 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 14:39
Hüseyin Kayahan
KUŞ DİLİ ve Hz. SÜLEYMAN
19.12.2019 3536 Okunma
1 Yorum 18.02.2020 16:07
Hüseyin Kayahan
MÜŞRİKLER ve STK (sivil toplum kuruluşları)
19.04.2020 3042 Okunma
1 Yorum 19.04.2020 13:16
Hüseyin Kayahan
ÂDEM'İN DİLİ-2
9.08.2020 2919 Okunma
1 Yorum 12.08.2020 15:51
Hüseyin Kayahan
ZÜNNÛN – bir muamma
19.05.2020 4397 Okunma
1 Yorum 21.05.2020 18:19
Hüseyin Kayahan
AYASOFYA CUMA MESCİDİ OLMALIDIR.
20.07.2020 2934 Okunma
1 Yorum 20.07.2020 16:51
Hüseyin Kayahan
BAĞIMLILIK-TUTKU
31.05.2020 1759 Okunma
Hüseyin Kayahan
MUTAHHERÛN-“koş abla koş, bir metaforcu geldi!”
1.05.2020 1919 Okunma
Hüseyin Kayahan
METAFOR ≡ ANALOJİ (sistem benzeşimi) ≡≤ MÜTEŞÂBİHAT
15.04.2020 2008 Okunma
Hüseyin Kayahan
ABDEST ve TOPLUM SAĞLIĞI
15.04.2020 1815 Okunma
Hüseyin Kayahan
MÜZEKKER MÜENNES ve HÜNSA
2.02.2020 2839 Okunma
Hüseyin Kayahan
KUL HAKKI ve MUHASEBE
8.04.2020 2030 Okunma
Hüseyin Kayahan
YENİ DİJİTAL UYGARLIK (“4'üncü ON BİN YIL UYGARLIĞI”)
12.04.2020 1948 Okunma
Hüseyin Kayahan
MÜŞRİK ve KAFİR
1.11.2019 3360 Okunma
Hüseyin Kayahan
Hakiki, mecazi, ıstılahi MANALAR
12.02.2018 3895 Okunma
Hüseyin Kayahan
AKIL SATMALAR
11.07.2019 2750 Okunma
Hüseyin Kayahan
Yeni dünya düzeni
18.07.2019 2513 Okunma
Hüseyin Kayahan
KURAN ve SENARYO
20.10.2019 3823 Okunma
Hüseyin Kayahan
ŞURA ve Hz. ALİ'nin YAŞI
5.02.2017 7210 Okunma
Hüseyin Kayahan
BELKİ DE İSTİHBARAT ZAAFİYETİ YOKTU-2
4.08.2016 4202 Okunma
Hüseyin Kayahan
FİTNE ve KATL
23.10.2016 3841 Okunma
Hüseyin Kayahan
SAM ADIAN - RANT ve ÖZEL MÜLKİYET
7.09.2014 3887 Okunma
Hüseyin Kayahan
SAM ADIAN - ZEKAT ve BANKA
7.09.2014 3957 Okunma
Hüseyin Kayahan
SAM ADIAN - ZEKAT SADAK ve FONLAR
7.09.2014 4105 Okunma
Hüseyin Kayahan
SAM ADIAN - XEKAT ve KAVRAMLAR
7.09.2014 3589 Okunma
Hüseyin Kayahan
SAM ADIAN - DUYURU ve DAVET
7.09.2014 3758 Okunma
Hüseyin Kayahan
KUNUT ve HUŞÛ
29.08.2014 4780 Okunma
Hüseyin Kayahan
yorumların çetelesi
26.03.2012 2608 Okunma
Hüseyin Kayahan
Oku kim attı?
23.05.2011 3894 Okunma
Hüseyin Kayahan
1400 yıllık bir öykünme
1.08.2009 4167 Okunma