SALGINLAR ve PROJEKSİYONLAR
Bu salgın, dünyanın gördüğü ne ilk salgın ne de son salgın olacak. Ne yapılması, nasıl yapılması konusunda her kafadan bir ses çıkıyor, her devlet başka taktiklere baş vuruyor. Hiç tedbir almayanından, her türlü kısıtlamayı uygulayana kadar yelpaze epey geniş. En doğrusunu kim biliyor? Daha doğrusu en doğru var mıdır? Bu felsefenin de, ilmin de konusu olan, doğru nedir, nasıldır sorusudur. Tek doğru var mıdır yoksa doğruya mümkün olduğu kadar yakın olan birden çok yol mu vardır?
İlimde kesinlik, kat’iyet yoktur, her şey belli bir tolerans ihtiva eder. Yani ilmimiz, eski tabirle “zannîdir”. En optimum çözüm aranır. Fizibiliteler bunun için yapılır.
Şimdi ne yapmak lazımdır? Herkes Bakanlara, Cumhurbaşkanına, iktidara, muhalefete, halka kızıyor, bağırıyor, çağırıyor. Sorarsanız sadece kendisininki doğru.
Bizim için tek doğru vardır; o da, “icma”dır. Üzerinde icma olmamış her fikir sadece görüştür/içtihattır. Bunun dışında doğru yoktur. Velev ki, 4x2=4 olsun. Dördün doğru olduğu ne hesap makinesinin göstermesiyle ne ölçüyle ne tartıyla iddia edilebilir. Dördün doğru sonuç olduğu; üzerinde tüm matematikçilerin ittifakı yani icması ile bilinir. Doğrunun başka miyarı, ölçüsü, başka otoritesi, başka uzmanı yoktur. Öyleyse bu virüs konusundaki tüm görüşler de öyledir. Tüm teklifler görüştür, doğruya yakındır ama kesin doğru o değildir. Ne zaman tüm ilim adamları alınacak tedbirler konusunda aynı görüşe gelirler, o zaman o görüş doğru görüş olur.
Dr. Lütfi Hocaoğlu’ndan (kendisi de bu virüse yakalanmış ve tedavi olarak atlatmıştır) öğrendiğim bir kural var. Böyle virüsler ve mikroplar topluluğu en az üçte ikisine (2/3, %70) bulaşmadıkça salgın durmazmış. Bu %70’lik grup, hastalığı ya hiç farkına varmadan, ya ayakta haifi bir şekilde ya klinikte normal ya yatakta ya da yoğun bakımda geçirecek ve bağışık hale gelecektir. Bu arada elbette kayıplar da verilecektir. Bu kadar yüksek bir orana ulaşıldıktan sonra konaklayacağı yer bulamadığından virüs ortadan çekilecektir. Bundan sonra mevsimsel hastalıklar sınıfına girecek ve her sene belli insanları enfekte edecek ve onlar da basit tedavilerle atlatacaktır.
Şimdi biz ne yapmalıyız? Şöyle ir projeksiyon yapmalıyız. Türkiye nüfusu 80 milyondur. Bunun %70’i yaklaşık 60 milyon demektir. Biz bu bulaşma ve bağışıklık (iyileşme) oluşturma süresini 1 yıl olarak planlayabilir miyiz? Bunu nasıl bileceğiz? Her ay 6 milyon insan enfekte olsa; bunların üçte biri ayakta geçirecektir, üçte biri evinde iyileşse, üçte birin üçte ikisi klinik odalarında iyileşse, kalanlar da yoğun bakım hastası olsa bu mümkün olur mu? Ortama tedavi ve iyileşme süresinin de 15 gün olduğunu kabul edelim. Bu projeksiyonda kliniğe yatması geren insan sayısı 2 milyon olduğuna göre, ayda iki kere dolup boşalacağını öngördüğümüze göre bize 1 milyon klinik yatağı gerekecektir. Yoğun bakım gerekecek hasta sayısı da bunun yarısı, yani 250.000 yatak olur. Bu kadar yoğun bakım ve klinik yatağımız, bunlara yetecek tıbbî personelimiz yoktur. Öyleyse ilk aklımıza gelen, çözüm bu virüsü 2 yıl içinde topluluğa yaymak olur. O zaman yoğun bakım yatak ihtiyacımız 125.000’e, klinik yatak ihtiyacımız da 500.000’e iner. Bu biraz daha makul gibi değil mi? İki yıl içinde de kapasitelerimizi sürekli arttırma imkanımız vardır.
İşte yapılması gereken buna benzer bir düzenlemedir. Ne %100 sokağa çıkma yasağı ne de hiçbir tedbir almama çözümdür. Hiç tedbir almazsanız, ani bir hasta patlaması olur ve ne yatak yeter ne ilaç yeter ne de doktor. Katı bir izolasyon ve dışarı çıkmama halinde de tüm iş hayatı durur, hiçbir ürün üretilemez. Belki gıda stoklarımız bir müddet yeter ama sonrası toplu olarak açlıktan ve yetersiz beslenmeden doğacak diğer hastalıklarla ölüm demektir.
Matematiği bilenler, tıbbı ve tarımı bilenler, gelin kafa veriniz ve ortak bir projeksiyon ortaya çıkarınız. İşte o bizim topluluğumuzun bugünkü doğrusu olur.
Saygılarımla.
H. Kayahan