MODERN FELSEFEYE GİRİŞ-16(669semner)bölüm54
DİL VE İLİM
İkili sayılı sitemi onlu sayılı sisteme çevirmek kolaydır.
1=1 2=10 3=11 4=100 5=101 6=110 7=111 8=1000 9=1001 10=1010
Bundan sonra ikili sayı sistemi ile onlu sayı sistemi kullanırız. Bundan sonra bir de 30 civarında harf sayı sistemini de istersek ikili istersek onlu sayı sistemine çevirebiliriz. İşte o zaman da bizim alfabe doğar, kelimeler ortaya çıkar.
Beynimiz kelimelerden oluşmuş cümlelerle kurulmuş kâinatın bir kopyasını almaktadır. Türkiye’nin haritası gibi beynimizde cümlelerden oluşmuş bir kâinatın haritası vardır. Bu güncelleşmektedir. Yeni algılarla yeni şekil verilmekte, eskisi de saklanmaktadır.
Size bir kasa getirseler. Üzerinde işaret vardır. Örneğin kime ait olduğu yazılıdır. Siz onu tanırsınız. Sordukları zaman şuradadır dersiniz ama içini açıp da bakmadığınız için içinde ne var bilmezsiniz. İşte beynimiz varlıkları böyle kavrar. İçinde neler olduğunu bilmez ama onu tanır. Bilgiler böylece oluşur. Teferruata ve inceliklere erişmeyiz. Bize gerekli olduğunda onun hakkında bilgi sahibi oluruz.
Bilgimizin başka bir özelliği olarak koyun sürüsünü biliriz ama sayısını bakarak bilemeyiz. Çok deriz, az deriz. İki üç ise bunu beyin haritası kavrar ama 19 koyunu sadece çok olarak bilebilmektedir. İşte günlük hayatımızı bu şekilde iki meçhul içinde geçiririz. İçeriğini bilemeyiz, sayıları bilemeyiz.
Biz kâinatı da böyle bilmekteyiz. Çevremize bakarız. Bazı varlıkları etiketleri ile tanırız. Onlara isim veririz ama içeriğini bilemeyiz. Sonra sayılarını da çoğu zaman bilmeyiz. Bu şekilde bilgi yalnız insanlarda değil diğer hayvanlarda da vardır. Hayvanlarda ve bitkilerde bilinç dışı olarak bütün içerik bellidir. Sayılar da bellidir ama bunları kendileri de bilmezler.
Şimdi yine insana dönelim. İnsan beyni önce sayılar sistemi geliştirmiş, saymayı bilir hâle gelmiştir. Sayarak 19 veya 24 olarak sayılarını tesbit etmektedir. Bu meleke yalnız insanda vardır. O halde insana ‘sayabilen varlıktır’ diyebiliriz.
İnsanoğlu başka bir şey daha yapmış, kapalı kasaları açmış, içindekileri de görmek istemiştir. Ne var ki gördükleri salt görüntüdür. Yine onlar kapalıdır. İşte ilim bu açıp görmeleri çoğaltmakla gelişmiştir. Saymaları tamamlamakla gelişir. İnsanoğluna mahsus olan bu özellik sayesinde insan uzaktakileri, geçmiştekileri ve gelecektekileri bilmektedir.
Ben bir ata bakarım, atı görürüm, siz de bakarsınız, atı görürsünüz. Resimde de atı gösterebilirsiniz ama resimdeki atı satamazsınız. İnsanlar arasındaki ilişkileri resimle sağlayamazsınız. Ancak dille sağlanabilmektedir. ‘Bana beyaz kaplı kitap getir’ dediğimde karşımdaki gidip beyaz kaplı kitabı getirse ben şunu anlarım ki benim cümlelerimi karşı taraf anladı. İşte ortak dil böyle oluşur. Kelimeleri söyleriz, taşıdıkları manâları biliriz.
Yalnız benim beynimde değil, bizim beynimizde topluluğun beyninde oluşmuş bir kâinat vardır. Bu tüm insanların beyninde de oluşmaktadır. Bilmek demek insan beyninde oluşmuş kâinattır. Bunun bir kısmı dışarıda mevcut olanları anlatır. Birçokları beynimizde oluşur ve beynimizde kalır. Bir roman böyledir. Kendi iç kâinatımızda var olup kalır. Bazıları da plan hâline gelip dışarıda gerçekleşir. Yani beynimiz dışarıya uyduğu gibi dışarısı da beynimize uyar.
Bu sebepledir ki ilimler dört çeşittir. Biri dışarıda olanların bize etkileridir. Onları tanımlarız ve miktarlarını tesbit ederiz.
Bu ilimlere “tabii ilimler” denmektedir.
Tabii ilimleri kavrayabilmemiz için onları tasnif eder zihnen paketler yaparız.
Bu birinci merhaledir.
İlmin ikinci adımında ise bunların tabii olduğu genel kuralları ortaya koyarız. O kurallar sayesinde çevreden yararlanma imkânına sahip oluruz.
Buna “nazari ilimler” adını veriyoruz.
Üçüncü husus olarak ise plan ve projemizi yapar, dışarıdaki olaylarda değişiklik yapmak isteriz. Projeye göre yapacaklarımızı planlarız. Beynimizde oluşan bilgiye göre çevre bize uyar, itaat eder.
Buna da “ameli ilimler” demekteyiz.
Bu ameli plan ve projenin uygulanmasından sonra doğacak sonuçları incelemek ise dördüncü gruba, ayrı gruba düşmektedir.
Elinizde bir ton patates olsa, bunları piyasaya arz edecek olursanız mutlaka çuvallara doldurup satacaksınız. Önce çuvallara gelişigüzel doldurur, sonra satarken her çuvalı ayrı tartabilirsiniz. Bunun tersine baştan her çuvalı 6 kilogramlık yapar hepsini aynı ağırlık içinde yaparsanız kolaylıkla satabilir, onlar da tartmadan birbirlerine satarlar. Daha da ileri gider, köy muhtarı kural koyar, herkes patatesi 6’şar kilo çuvalla satacaktır derse, artık çuval patatesin anlamı ortaya çıkar. Oysa baştan bir çuval patatesin manâsı olmaz.
İşte, ilim yapmak demek varlıkları tasnif etmek, onlara standart miktarlar vermek, böylece düşünmek demektir. Tarih boyunca bu tür sınıflaşmalar hep yapılmış ve uygarlık bugüne ulaşmıştır. Bugün ilimler fazlasıyla gelişmiş ama henüz bugünkü ilme göre bir sınıflama yapılmamıştır.
Biz bundan sonra varlıkları sınıflamalar üzerinde yazılar yazmaya çalışacağız.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92