MODERN FELSEFEYE GİRİŞ-9(662SEMNER)(BÖLÜM47)
RUHLARIN RUHU
Ben varım, sen varsın, biz varız, çevremiz vardır. Çevremiz aracılığıyla biz görüşüyoruz. Ortak bilincimiz doğuyor. Ben diyebildiğim gibi biz de diyebiliyorum…
Bir filmi seyrettiğimiz zaman orada gördüklerimiz o anda gerçek değildir. Bunu biliyoruz. Rüya gördüğümüzde yaşadıklarımız ertesi gün hayal olmuştur. Bunların bilincindeyiz. Gördüklerimizde de yanılmalarımız olmaktadır ama birbirimizden iyice eminiz. Görüşüyoruz, birbirimizi seviyoruz, birbirimize kızıyoruz, özlüyoruz, karşılıklı isteklerde bulunuyoruz. Ayrılınca özlem duyuyoruz. Ölünce ağlıyoruz...
Bugün şunu biliyoruz. Kâinat 13.7 milyar yıl önce yoktu. Önce elektron pozitron dediğimiz varlık yaratıldı. Onlara belli sıcaklık yüklendi yani hız verildi. Parladı ve genişlemeye başladı. Bugünkü cansız âlem var oldu. Bu varlıklar bir tuğla durumundadır. Onlar yapıyı oluşturmaz ama onları kullanırsak yapı oluşur. Biz işte onları kullanıyoruz da uygarlığımızı yaşıyoruz. Bilgisayarda biz yazıyoruz, siz okuyacaksınız. Uçağı tuğlaları kullanarak oluşturuyoruz.
Bizden başkaları da bu tuğlaları kullanmışlar da bitkiler, hayvanlar ve biz var olmuşuz. Onlara “melek” adını verdik. Şimdi şu soruyu soracağız: Peki, bütün bu bizim ve meleklerin kullanıp oluşturduğu tuğlaları yani madde parçacıklarını kim var etti? Bu inşaat malzemesini kim ayarladı? O malzemeye bizim kullanacağımız özelliği kim verdi?
Evet, bizimle melekler arsında birlik yoktur. Çünkü onlarla diyalog kuramıyoruz, onlarla görüşüp anlaşamıyoruz. Sadece onların var olduklarını biliyoruz. Ama biz anlaşabiliyoruz. İnsanların ruhları diyalog içindedir. Hattâ geçmişte yaşayanlardan haberimiz var. Gelecekteki nesillere de hatıralar bırakıyoruz. Biz bunları yazıyoruz. Şimdi okuyan belki birkaç kişi ama ümit ediyoruz ki yüz sene sonra, bin sene sonra bu yazılarımızı arayıp bulanlar olacaktır. Biz onlara hitap ederek yazıyoruz...
Bu inşat malzemesini hazırlayan, bizim zaman ve mekân âleminde olan ve meleklere de bizim gibi varlık imkânı veren bir ruhların ruhu vardır. Bunu şimdilik varsayım olarak kabul edelim. Bu ruhların ruhunu bir varsayım olarak ortaya koyalım, çevremizi ve kendimizi ona göre tetkik edelim, bakalım varsayımımızda bir çıkmaz ortaya çıkacak mı?
Unutmayalım ki bizim bilgimiz böyle varsayımlara dayanır. Bütün ilimler böyle elde edilmiştir. Bir meyveyi kokluyorum, kokusu güzel. Tadına bakıyorum, tatlı. O halde bunu yersem karnım doyar ve açlığım gider diye varsayıyorum. Yiyorum ve sonuçta doyuyorum. Baştan o meyvenin benim karnımı doyuracağını bilmem mümkün değildir.
Biz varsayımlarla edindiğimiz bilgilerle yaşıyoruz. Başka türlü bilgi edinmemiz mümkün değildir. Bilgisiz de yaşamamız mümkün değildir. Bilgimizi tamamlamamız için baştan varsayımlar kabul ettik.
Ben varım dedim. Bu bir varsayımdır. Sen varsın dedim, o da varsayımdır. Senden cevap geldi. O halde biz varız dedik. Diğer bize benzeyenlere sorduk, onlar da var olduklarını bildirdiler. Çevremiz hakkında bilgi edindik. Çevremiz var dedik. Sonra bizim gibi bizim görüşmediğimiz ruhlar da vardır dedik. Bunların hepsi varsayım ama hepsi olayları zincirleme izah ediyor ve çelişki yok. Varsayımlara aykırı bir şey bulamadık.
Eksik olan bir şeyimiz kalmıştır.
Bu çokluk içinde birlik nasıl sağlanmaktadır?
Nasıl oluyor da her şey bir ve uyumlu?
Bir firmanın arabasına başka firma arabasının parçasını uyduramazsın. Oysa kâinat cansız varlıklar, canlı varlıklar ve insanların ruhlar birbirine uyumlu, birbirini tanıyan varlıklardır. Bir cıvata alınız, bir somun alınız. Birinin metrik birinin de parmak hesabına göre dişleri açılmışsa o somunu o cıvataya takamazsınız.
Nasıl oluyor da tüm kâinat böyle uyumlu olabiliyor?
İşte bunun için bir varsayım ortaya koyuyoruz, tüm bunların oluşturucusu ve yapıcısı bir ruhların ruhu vardır diyoruz. Buna “TANRI” diyoruz.
Tanrı varsayımı üzerinde gelecek yazımızda duracağız.