Jean-Jacques Rousseau…
Felsefe, değişik alanlardaki ilmilerle elde edilen genel kuralları birleştirip ortak varsayımlar varma ve o varsayımlara dayanarak tüm kâinatı ve insanı açıklamadır. Kâinatın yaratılışı, bugünkü durumu ve nereye gittiğini ortaya koymak; insanın da geçmişi, hâli ve geleceği hakkında sonuçlara varmadır.
Yunanistan’da felsefe geliştirilmiştir...
İslâmiyet’te bu felsefe kelâm ilmi olarak ilmîleştirilmiştir...
Batılılar felsefeyi oluşturamadılar, sadece filozofların görüşlerini aktarmaktadırlar...
Çağımızın felsefe ilmini oluşturmak Adil Düzen Çalışanlarına düşmüştür. Vaktim olmadığı ve hevesli birisi de bulunmadığı için ben ilgilenemiyorum.
Çalışma metodu bakımından bugün J. J. Russo’dan (Jean-Jacques Rousseau d.1712- ö.1778) bahsetmek istiyorum.
Wilhelm Weischedel’e (11 April 1905 in Frankfurt am Main; 20 August 1975 in
Berlin) göre:
Russo, kâinat veya Tanrı üzerinde düşünmeden önce kendisi üzerinde düşünmelidir. Çünkü kâinat ve Tanrı’yı insan düşünmektedir. İtirafların Kitabı’nda ben farklı yaratıldım, size içimi döküyorum, yüksek yargıcın huzuruna bununla çıkacağım...
Aristokratik hayatı terk edip 66 yıl her çeşit işlerle uğraşır. Sonunda felsefe yapar. Mazbut olmayan cinsel ilişkileri sürer. Beş çocuğunu kimsesizler yurduna verir. Russo aydınlanmaya karşıdır… Her şeye kadir olan Tanrı babalarımızın bu bilgilerinden ve felaket getirici sanatkarından bizi kurtarsın ve bize bilgisizliği, suçsuzluğu ve yoksulluğu geri versin… Bir ağacın altında düşündüklerimi anlatamıyorum… İnsanlar iyidir, kurumlar onu kötü yapıyor… Bu bozulma nasıl önlenir?.. Eserleri bunun üzerindedir... Sağlık sorunları vardır... Ruhi bunalımlar içindedir... Herkesle kavgalıdır... İnziva isteği bile onu tatmin etmiyor... Aydınlanmacıların kendilerini beğenen düşüncelerine karşıdır...
Russo’ya göre kimse doğal varlığını yaşamıyor, hep baskı altında, çevrenin esiri... Kurtuluş çeşitliliktedir... Düşünce değil duygu hakim olmalıdır... İspat yerine inanç... Kendi kazancımız bizi bozmuştur... İyi hissettiğim iyi, kötü hissettiğim kötüdür... Bizi sınırlayan topluluk değil vicdan olmalı... İnsan iyiyi sever kötüyü yapar... Topluluğa uyum sağlaması için topluluğun onu bozması gerekmez... Tanrı insanı iyi yaratmıştır... İnsan topluluk içinde kendisini kötü yapmıştır... Çocuk hür kılınmalı, ona yardımcı olunmalı... İnsanı bozan mülkiyettir... Kendisini içine hapseder... Devlet zorlayıcı güce gerek kalmadan isteğe dayalı oluşursa hem topluluk hem de hürriyet olur... İnsan kendi yaptığı yasaya itaat etmelidir…
Şimdi Adil Düzene göre Russo’yu değerlendirelim:
Uygarlıklar doğarlar, 300 yıl gelişirler, 400 yıl duraklama dönemini geçirirler, 300 yıl içinde de çökerler. Russo, Batı uygarlığının gelişmişlik döneminin son asır düşünürüdür. Yani Avrupa uygarlığı artık kendisine gelmektedir. İslâmiyet’ten etkilenmiştir ve yeni bir düzen kurma çabasındadır. Mevcut olan kurumlar sarsıntı geçirmektedir. Din, aile, devlet ve mülkiyet artık tasfiye edilmektedir. Yeni din doğacaktır, yeni mülkiyet doğacaktır, yeni aile doğacaktır ve yeni devlet doğacaktır. Russo bu yeni düzenin temellerini atmaktadır.
Ne var ki Russo ve Marks gibi düşünürler hep yıkma teorisini geliştirdiler. Yıkınca her şey kendiliğinden düzelir diye iddia ettiler. Çünkü hedef sermayeyi dünyaya hakim kılmadır. Mevcut kurumlar yıkılınca boşluk ortaya çıkacak, sermaye gelip kuracaktır. Her şeylerini kaybetmiş ve hürleşmiş yani bir yere bağımlı olmayan halk kendi karnını doyuracak ve sermayenin hizmetine girecektir.
Marks’ın sonraları sistemleştirmeğe çalıştığı komünizmin temelini Russo’nun attığı söylenebilir. Evet, kişi hür olmalıdır; yani dini olmamalı, milliyeti olmamalı, aile ve iffet anlayışına sahip olmamalı, en önemlisi malik de olmamalıdır...
Şimdi “Adil Düzen” bunlara nasıl cevap vermektedir?
Birincisi, insan hür olmalıdır. Nerde hür olmalıdır? İsterse ayrılıp dağlara çıkmalı veya bir kayığa binip denizlere çıkmalı, kimse orada onu takip etmemelidir. Bu hürriyeti kimse seçmez. Hayali Tarzanlar vardır, güya seçerler!..
İkincisi, insan kendi yaptığı yasalara uymalıdır. Bu da ancak ocak, bucak, il ve ülke örgütlenmesi içinde olur. İnsan kendi yasalarını ekseriyetle ve el parmakları ile değil, kendi içtihatları ile yapmalıdır, serbest sözleşmelerle yapmalıdır, ancak “hicret demokrasisi” olmalıdır. Kişi istediği topluluğu kurma veya istediği topluluğa katılma hakkına sahip olmalıdır.
Varsayımlarımız basittir.
- İnsanlar içtihatları ile yaşamalıdır. İnsanın özel hayatına kimse karışmamalıdır, zara vermemesi şartı ile istediğini yapmalıdır.
- Başkaları ile olan ilişkileri hakemler yoluyla değerlendirilmelidir. Taraflardan biri bir, diğeri de diğer hakemi seçer. Baş hakemi hakemler seçer, taraflar ona uyarlar.
- Serbest sözleşmelerle topluluklar oluşmalıdır. Çoklu topluluklar olmalıdır. Böylece topluluklar oluşacak ama insanların hürriyetine karışılmayacaktır.
- Hicret serbest olmalı, parmakla değil de hicretle demokrasi oluşturulmalıdır.
Şimdi J. J. Russo’yu buna göre yeniden okuyunuz, o zaman onun istediği dünya ortaya çıkar. İnsanlar hem hür hem de topluluk hâlinde yaşamaya başlarlar. İşte, Kur’an nizamı insanların istediği ama gerçekleştiremediği düzeni gerçekleştirebilir.
J. J. Russo diyor ki: İnsan iyidir. Onu anne babası, dini, devleti ve mülkiyet kötüdür.
Biz de diyoruz ki: İnsanlar ne iyidir ne kötüdür. İyi anne baba, iyi din, iyi devlet ve helal insanı iyi yapar; kötü anne baba, kötü din, kötü devlet ve haramlar insanı kötü yapar. Kişiye düşen kötü topluluktan iyi topluğa göç etmek, hicret etmektir.
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92
KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-615/ADİL DÜZEN DERSLERİ-445 11 Haziran 2010