Fussilet Suresi 10. Ayet Tefsiri
Fussilet suresi 1. Ayet:
وَجَعَلَ فِيهَا رَوَاسِيَ مِنْ فَوْقِهَا وَبَارَكَ فِيهَا وَقَدَّرَ فِيهَا أَقْوَاتَهَا فِي أَرْبَعَةِ أَيَّامٍ سَوَاءً لِلسَّائِلِينَ (10)
Klasik mealler:
Yeryüzüne üstünden ağır baskılar (dağlar) yerleştirdi, onu bereketli kıldı; arayıp soranlar için gıdalarını tam (toplam) dört gün içinde yetiştirmesi kanununu koydu (takdir etti).[10]
O, yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Orada bereketler yarattı ve orada tam dört günde isteyenler için fark gözetmeden gıdalar takdir etti.[10]
Hem ona üstünden ağır baskılar yaptı ve onda bereketler husule getirdi, ve onda azıklarını takdir buyurdu, araştıranlar için bir düzeye dört gün içinde[10]
Hem ona üstünden ağır baskılar (dağlar) yaptı, onda bereketler meydana getirdi ve onda azıklarını dört gün içinde araştıranlar için bir düzeyde takdir buyurdu.[10]
O, yerin üstünde sabit dağlar yarattı. Orada bereketler meydana getirdi. Orada araştırıp soranlar için rızıkları tam dört günde belli bir seviyede takdir edip, düzene koydu.[10]
Yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Onda bereketler yarattı ve orada rızıklarını arayanlar için dört günde düzene koydu.[10]
O; yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi ve orada bereketler yarattı. Ve onda arayanlar için dört beşit gıdalar takdir etti.[10]
Ve orada, onun üstünden sabit dağlar yaptı ve orada bereketler vücuda getirdi, araştıranlar için müsâvi olmak üzere onun azıklarını dört gün içinde takdir buyurdu.[10]
O, yerin üstünde yüce dağlar yarattı, orayı bereketli kıldı ve orada arayıp soranlar için gıdalarını, bitkilerini ve ağaçlarını tam dört günde takdir etti, düzenledi.[10]
Orda (yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar var etti, onda bereketler yarattı ve isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere ordaki rızıkları dört günde takdir etti.[10]
And He made in it mountains above its surface, and He blessed therein and made therein its foods, in four periods: alike for the seekers. [10]
He placed therein firm hills rising above it, and blessed it and measured therein its sustenance in four Days, alike for (all) who ask; [10]
He set on the (earth), mountains standing firm, high above it, and bestowed blessings on the earth, and measure therein all things to give them nourishment in due proportion, in four Days, in accordance with (the needs of) those who seek (Sustenance). [10]
Sonraki ayet Fussilet suresi 11. Ayet:
ثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاءِ وَهِيَ دُخَانٌ فَقَالَ لَهَا وَلِلْأَرْضِ ائْتِيَا طَوْعًا أَوْ كَرْهًا قَالَتَا أَتَيْنَا طَائِعِينَ (11)
Klasik mealler:
Sonra, duman halinde bulunan göğe yöneldi, ona ve yeryüzüne: «İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin» dedi. İkisi de: «İsteyerek geldik» dediler.[11]
Sonra duman halinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye: İsteyerek veya istemeyerek, gelin! dedi. İkisi de «İsteyerek geldik» dediler.[11]
Sonra Semaya doğruldu da o bir dumanken ona ve Arza gelin, ikiniz de ister istemez, dedi: geldik istiye istiye dediler[11]
Sonra göğe doğruldu da o bir duman iken ona ve yere: «İkiniz de ister istemez gelin!» dedi. İkisi de: «isteye isteye geldik.» dediler.[11]
Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi. Ona ve yerküreye: «İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin.» dedi. Her ikisi de: «İsteyerek geldik» dediler.[11]
Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi, ona ve yeryüzüne: «İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin» dedi. «İsteyerek geldik» dediler.[11]
Sonra göğe yöneldi ki; o, duman halindeydi. Ona ve yere dedi ki: İsteyerek veya istemeyerek ikiniz de gelin. İkisi de dediler ki: İsteyerek geldik.[11]
Sonra göğe, o bir duman halinde iken teveccüh etti. Sonra ona ve yer için buyurdu ki: «İsteyerek veya istemeyerek geliniz». Onlar da, «İsteyiciler olarak geldik,» dediler.[11]
Sonra iradesi bir gaz halinde olan göğe yöneldi. Ona ve yere şöyle buyurdu: «İsteyerek de olsa, istemeyerek de olsa emrime gelin!» onlar da: «Gönüllü olarak geldik.» dediler.[11]
Sonra, kendisi duman halinde olan göğe yöneldi; böylece ona ve yere dedi ki: «İsteyerek veya istemeyerek gelin.» İkisi de: «İsteyerek (itaat ederek) geldik» dediler.[11]
Then He directed Himself to the heaven and it is a vapor, so He said to it and to the earth: Come both, willingly or unwillingly. They both said: We come willingly. [11]
Then turned He to the heaven when it was smoke, and said unto it and unto the earth: Come both of you, willingly or loth. They said: We come, obedient. [11]
Moreover He comprehended in His design the sky, and it had been (as) smoke: He said to it and to the earth: "Come ye together, willingly or unwillingly." They said: "We do come (together), in willing obedience." [11]
Bu mealleri okuyan birazcık jeoloji bilen biri dinden çıkar?
Neden mi?
Fussilet suresi 10. ayette yeryüzünün ve kıtaların yaratılışı anlatılmakta. Sonra Fussilet 11. Ayette arzın üzerindeki gök anlatılmakta. Yani atmosferin yaratılışı anlatılmaktadır. Fakat daha atmosfer ve bugün bildiğimiz bitki ve hayvanlar yokken “gıdadan” bahsedilmektedir. Oysa Fussilet 10 ayet incelendiğinde anlamın çok daha farklı olması gerektiği anlaşılacaktır.
Ayetin Latin harfleri ile ifadesi aşağıdadır:
Ve ceale fîhâ ravâsiye min fevkıhâ ve bârake fîhâ ve kaddera fîhâ akvâtehâ fî erbeati eyyâm(eyyâmin), sevâen lis sâilîn(sâilîne).
Görüldüğü gibi “akvateha” kelimesi “gıda” olarak çevrilmektedir. Bu çok yanlış bir karardır. Çünkü bu kelime kökü (قوت ), qwt dir ve Kuran’da bir ayette daha geçmektedir. Bu ayet Nisa suresi 85. Ayettir:
مَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُنْ لَهُ نَصِيبٌ مِنْهَا وَمَنْ يَشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً يَكُنْ لَهُ كِفْلٌ مِنْهَا وَكَانَ اللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ مُقِيتًا (85)
Kim iyi bir işte aracılık ederse, ona onun sevabından bir pay vardır; kim de kötü bir şeyde aracılık yaparsa, ona o kötülükten bir hisse vardır. Allah, her şeyin karşılığını verir.[85]
Kim iyi bir işe aracılık ederse onun da o işten bir nasibi olur. Kim kötü bir işe aracılık ederse onun da ondan bir payı olur. Allah her şeyin karşılığını vericidir.[85]
Her kim güzel bir şefaatte bulunursa ona ondan bir nasîb olur, her kim de kötü bir şefahatte bulunursa ona da ondan bir nazîr olur, Allah her şeye nâzır bulunuyor[85]
Her kim güzel bir aracılıkta bulunursa, ona ondan bir pay vardır; her kim de kötü bir aracılıkta bulunursa, onada ondan bir hisse vardır. Allah herşeyi görüp gözetiyor.[85]
Kim güzel bir işte aracılık ederse, ona o işin sevabından bir pay vardır. Kim de kötü bir şeyde aracılık yaparsa, ona da o kötülükten bir pay vardır. Allah her şeyi gözetip karşılığını verir.[85]
Kim iyi bir işe aracı olursa kendisinin de o iyilikte bir payı olur. Kim bir kötülüğe aracı olursa onun da kötülükte bir sorumluluk payı olur. Allah herşeyin karşılığını verir.»[85]
Kim, iyi işte aracılık ederse; ondan kendisine bir pay ayrılır. Kim de kötü bir şeyde aracılık yaparsa; o kötülükten kendisine bir pay vardır. Allah, her şeye hakkıyla kadir ve nazır’dır.[85]
Her kim güzel bir şefaatle şefaatte bulunursa onun için de ondan bir nâsib olur. Ve her kim kötü bir şefaatle şefaatte bulunursa onun için de ondan bir hisse olur. Ve Allah Teâlâ herşey üzerine bihakkın nazîrdir.[85]
Her kim güzel bir şefaatte bulunursa, o iyilikten kendisine de bir nasip vardır. Kim de kötü bir hususta şefaat ederse, ondan da kendisine bir pay düşer. Allah her şey üzerinde kadirdir.[85]
Kim, güzel bir aracılıkla aracılıkta (şefaatte) bulunursa, ondan kendisine de bir hisse vardır: kim de kötü bir aracılıkla aracılıkta bulunursa, ondan da kendisine, bir pay vardır. Allah her şeyin üzerinde koruyucudur.[85]
Whoever joins himself (to another) in a good cause shall have a share of it, and whoever joins himself (to another) in an evil cause shall have the responsibility of it, and Allah controls all things. [85]
Whoso interveneth in a good cause will have the reward thereof, and whoso interveneth in an evil cause will bear the consequence thereof. Allah overseeth all things. [85]
Whoever recommends and helps a good cause becomes a partner therein: And whoever recommends and helps an evil cause, shares in its burden: And Allah hath power over all things. [85]Bu ayette ise mealler şöyle olmaktadır:
Gördüğünüz gibi ortada gıda, mıda kalmamıştır ve tahmini, gelişine meallendirme devam etmektedir.
Peki nedir bu (قوت ), qwt kökünün anlamı? Neden gıda anlamı verilmiştir. Aşağıda lügat bilgileri verilecektir.
قَاتَ
1 قَاتَ ذ , (S, Mgh, O, Msb, K,) aor. يَقُوتُ, (S, O, Msb,) inf. n. قَوْتٌ (S, O, Msb, K) and قُوتٌ (Sb, K) and قِيَاتَةٌ, (S, O, K,) the last originally قِوَاتَةٌ, (O,) He fed, nourished, or sustained, (S, Msb, TA,) or fed with what would sustain the body, (S, O, K, * TA,) [or with food sufficient to sustain life,] or with a small supply of the means of subsistence, (TA,) him, (Msb, TA,) or them, (K, TA,) or his family; (S, O;) he gave him [or them] what is termed قُوت [q. v.]: (Msb:) and ↓ اقاتهُ signifies [in like manner] he gave him his قُوت. (TA.) It is said in a trad., كَفَى بِالمَرْءِ اـِثْمًا أَنْ يُضَيِّعَ مَنْ يَقُوتُ i. e. [It suffices the man as a sin, or crime, that he destroy] him whom he is bound to sustain, of his family and household and slaves: or, as some relate it, ↓ مَنْ يُقِيتُهُ; using a dial. var. [of يقوت]. (TA.) [And لَهُ ↓ اقتات app. signifies, primarily, He supplied to him food. (See this verb below, near the end of the paragraph.)] -A2- And قَاتَ and ↓ قوّت and ↓ اقات and ↓ أَقْوَتَ [sometimes] signify He straitened his household, by reason of niggardliness or poverty. (TA in art. زنق.) -A3- قُوتُوا طَعَامَكُمْ يُبَارِكْ لَكُمْ فِيهِ, a trad., thus related by some, by others ↓ قُوِّتُوا, [loosely expl. in the TA,] means, accord. to some, Measure ye your corn, [and] He will bless you in it: or, accord. to others, make ye small round cakes (أَقْرَاص) of your corn, &c. (El-Jلmi' es-Sagheer, and scholia thereon.) -A4- See also 8, in the middle of the paragraph.
2 قَوَّتَ see the preceding paragraph, in two places.
اقاتهُ
4 اقاتهُ ذ : see 1, first and second sentences. ― -b2- Also He kept, preserved, guarded, or protected, him. (TA.) -A2- And اقات عَلَى الشَّىْءِ, (S, O, K, *) and اقاته, (K,) He had power, or ability, to do, effect, accomplish, attain, or compass, the thing. (S, O, K.) -A3- See, again, 1, latter half, in two places.
فُلَانٌ يَتَقَوَّتُ بِكَذَا
5 فُلَانٌ يَتَقَوَّتُ بِكَذَا ذ [Such a one feeds, nourishes, or sustains, himself with such a thing], (S, O,) or بِالقَلِيلِ [with that which is little]: (Msb:) or تقّوت بِالشَّىْءِ he made the thing his قُوت [or food]; and بِهِ ↓ اقتات and ↓ اقتاتهُ signify thus likewise: (TA:) or بِهِ ↓ اقتات signifies he ate it; (Msb;) and so does ↓ اقتاتهُ. (TA.)
اقتات
8 اقتات ذ signifies He was, or became, fed, nourished, or sustained; being quasi-pass. of قَاتَ signifying as expl. in the beginning of this art. (S, A, Mgh, O, K, TA.) ― -b2- And it is trans. by means of بِ, and by itself: see 5, in four places. One says, هُمْ يَقْتَاتُونَ الحَبَّ [They feed upon, or eat, grain]. (A.) ― -b3- The saying, of Tufeyl,
يَقْتَاتُ فَضْلَ سَنَامِهَا الرَّحْلُ
is held by ISd to mean, (assumed tropical:) The saddle [as it were] eats the remainder of her hump, [as though] making it to be food for itself: accord. to IAar, he says, the meaning is, takes it away thing after thing [or piecemeal]; but I have not heard this [meaning] in any other instance: hence, says IAar, the oath sworn one day by El-'Okeylee, [said in the A to be an oath of the Arabs of the desert,] نَفْسِى البَصِيرِ مَا فَعَلْتُ ↓ لَا وَقَائِتِ, for, he says, الاِقْتِيَاتُ [the inf. n. of اقتات] and القَوْتُ [inf. n. of ↓ قَاتَ] are one [in signification]; and AM says that the meaning of this is, [No, by] Him who takes my spirit, breath after breath, until He has taken it wholly, [the All-seeing, I did not that thing:] and the saying of Tufeyl means the saddle, while I am riding upon it, takes by little and little the fat of her hump until there remains not of it aught. (TA.) ― -b4- One says also, الحَرْبُ تَقْتَاتُ الاـِبِلَ (tropical:) [War makes the camels to be food]; meaning that [in consequence of war] the camels are given in payment of bloodwits. (A.) ― -b5- And فُلَانٌ يَقْتَاتُ الكَلَامَ (tropical:) Such a one retrenches, or curtails, speech, or talk; [said of one who speaks, or talks, little;] syn. يُقِلُّهُ. (A.) -A2- See also 1, latter half. [Hence,] one says, ↓ اِقْتَتْ لِنَارِكَ قِيتَةً (assumed tropical:) [Supply to thy fire ali- ment;] feed thy fire with fuel. (S, O, K.) And ↓ اِقْتَتْ لِلنَّارِ نَفْخَكَ قِيتَةً, and اُنْفُخْ فِى النَّارِ نَفْخًا ↓ قُوتًا, (assumed tropical:) Blow thou the fire with thy blowing, and with a blowing, gently and little [as an aliment]. (L.)
استقاتهُ
10 استقاتهُ ذ He asked of him قُوت [i. e. food, or victuals]. (S, A, O, K.)
قَاتٌ
[ قَاتٌ ذ A species of tree, of the class Pentandria, order Monogynia, of the Linnوan system; belonging to the natural order of Celastraceو; mentioned in botanical works under the name of Catha edulis; and fully described by Forskهl in his Flora ئgypt. Arab., pp. 63, 64; in the latter page of which he says: “ In Yemen colitur iisdem hortis cum Coffea. Stipitibus plantatur. Arabes folia viridia avide edunt, multum eorum vires venditantes, qui copiosius comederit, vel totam vigilet noctem: asseverant quoque pestem ea loca non intrare ubi hوc colitur arbor: ” &c. ― -b2- And in the same work, p. cxviii., Forskهl mentions قات الرعيان (by which is meant قَاتُ الرُّعْيَانِ) as the name of A species of lettuce, lactuca inermis. ― -b3- Respecting the former plant, see also De Sacy's Chrest. Arabe, sec. ed., i. 462, 463.]
قُوت
قُوت ذ Food, aliment, nutriment, victuals, or provisions, by means of which the body of man is sustained; (S, A, * O, K; *) as also ↓ قِيتٌ and ↓ قِيتَةٌ, (S, O, K,) as used in phrases here following, (S, O,) with kesr to the ق, and the و changed into ى, (S,) and ↓ قَائِتٌ and ↓ قُوَاتٌ, (K,) the last mentioned, but not expl., by Lh, and thought by ISd to be from قُوتٌ: (TA:) what is eaten for the purpose of retaining the remains of life; (A, * O, * Msb, TA; *) thus expl. by Az and IF: (Msb:) or food sufficient to sustain life: (TA:) pl. أَقْوَاتٌ. (Msb, TA.) One says, مَا عِنْدَهُ قُوتُ لَيْلَةٍ and لَيْلَةٍ ↓ قِيتُ and لَيْلَةٍ ↓ قِيتَةُ (S, O, TA) He has not a night's food sufficient to sustain life. (TA.) And ↓ جَدُّ امْرِئٍ فِى قَائِتِهِ, a prov., meaning A man's lot in life is manifest in his food. (Meyd.) ― -b2- See also 8, last sentence.
قِيتٌ
قِيتٌ ذ : see قُوتٌ, in two places.
قِيتَةٌ
قِيتَةٌ ذ : see قُوتٌ, in two places: ― -b2- and see also 8, last two sentences.
قُوَاتٌ
قُوَاتٌ ذ : see قُوتٌ, first sentence.
قَائِتٌ
قَائِتٌ ذ [act. part. n. of قَاتَ; Feeding, &c. ― -b2- And hence, Sufficing]. القَائِتُ مِنَ العَيْشِ means What is sufficient [of the means of subsistence]. (K.) And one says, هُوَ فِى قَائِتٍ مِنَ العَيْشِ He is in a state of sufficiency [in respect of the means of subsistence]. (S. O.) ― -b3- See also قُوتٌ, in two places. -A2- See also 8, former half. ― -b2- القَائِتُ is an appellation of The lion. (O, K.)
مُقِيتٌ
مُقِيتٌ ذ [Giving, or a giver of, food, nourishment, or sustenance. (See 1, first sentence.) ― -b2- And hence,] Keeping, preserving, guarding, or protecting; or a keeper, &c.; syn. حَافِظٌ [as signifying thus; and app. as signifying also watching; or a watcher]: (S, A, O, Msb, K:) and witnessing; or a witness; syn. شَاهِدٌ; (S, O, Msb, K;) or شَهِيدٌ: (A:) and AO says that it signifies, with the Arabs, one acquainted (مَوْقُوفٌ) with a thing (عَلَى شَىْءٍ). (TA.) Th cites the following verses (of Es-Semow'al Ibn-ءdiyà, O):
لَيْتَ شِعْرِى وَأَشْعُرَنَّ اـِذَا مَا
قَرَّبُوهَا مَنْشُورَةً وَدُعِيتُ
أَلِىَ الفَضْلُ أَمْ عَلَىَّ اـِذَا حُو
سِبْتُ اـِنِّى عَلَى الحِسَابِ مُقِيتُ
[meaning Would that I knew, but I shall assuredly know when they shall have set it (namely, the صَحِيفَة, or record, of my actions,) near, unfolded, and I am summoned, whether superiority be for me or against me when I am reckoned with: verily I shall be a watcher, or a witness, of the reckoning, or, accord. to some, as is said in the TA, acquainted with the reckoning]: i. e. I shall know what evil I have done; for [as is said in the Kur lxxv. 14] man shall be a witness against himself: (S, O, TA:) IB says that, accord. to Seer, the correct reading is, رَبِّى على الحساب مقيت [meaning my Lord is able to make the reckoning] because he who is submissive to his Lord does not describe himself by this epithet: but IB adds that Seer has founded this remark upon the assumption that مقيت is here used as meaning مُقْتَدِرٌ; and that if it be understood as syn. with حَافِظٌ and شَاهِدٌ, the former reading is not objectionable. (TA.) ― -b3- المُقِيتُ is one of the best names of God: (TA:) and [as such] signifies The Possessor of power; (Fr, Zj, S, O, Msb, K, TA;) as He who gives to every man his قُوت [or food], (F, S, O, K, TA,) and likewise to everything: (TA:) or (as one of those names, TA) the Preserver, or Protector, (Zj, TA,) who gives to everything such preservation, or protection, as is needful. (TA.) It is said in the Kur [iv. 87], وَكَانَ اللّٰهُ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ مُقِيتًا, (S, O,) meaning [For God is] a possessor of power [over everything, or is omnipotent], (Ksh, Bd, Jel,) so He will requite everyone for what he has done: (Jel:) or a witness, [and] a preserver, or protector, or watcher. (Ksh, Bd.).
Anlayacağınız gibi (قوت ), qwt kökünün anlamı aslında bir şeyin devamlılığını, sürdürülebilirliğini sağlamak, onun için gerekli olanı yapmaktır (sustain) demektir. Fakat lügatte buna örnek olarak insanın beslenmesi verilmektedir. Bir insan beslenemez ise varlığını sürdüremez. Bu nedenle gıda bir insanın varlığını devam ettirmek için gerekli olan şeydir. Sanırım yeterli araştırma ve düşünme gerçekleştirilmeden bu anlamlar verilmiştir. Sonradan gelenler ise taklitle bu hatayı devam ettirmişlerdir.
Oysa ayetteki “ekvateha” kelimesindeki “ha” dişil zamiri revasiye (kıtalar) kelimesine gitmektedir. Kıtaların ne gibi bir gıdaya ihtiyacı olabilir? Olmaz tabi ama bir yanlışlık yapıldı mı, ardarda yanlışlığa sebep olur.
Şimdi bu üç ayetin daha doğru meallerini görelim:
Nisa 85. Ayet meali:
Kim güzel bir aracılıkla aracılıkta bulunursa ondan kendisine bir hisse olur. Ve kim kötü bir aracılıkla aracılıkta bulunursa ondan ona kefillik payı vardır. Ve Allah her şey üzerine gereğini yapandır.
Fussilet 10-11. Ayet meali:
Ve onun üstünden orada kıtalar ve orada elverişlilik (potansiyel) kıldı. Ve orada onun sürdürülürlüğü için gerekli olanı soruşturanlar için eşit dört dönem içinde ayarladı.
Sonra duman halindeki göğü düzenledi. Ve ona ve yeryüzüne dedi ki: İsteyerek veya istemeyerek bir duruma gelin. İkisi dedi ki: İsteyerek bir duruma geldik.
Doğrusunu Allah bilir.