Nedir
İnsanın Yüklendiği O emanet?
Ahzab Suresi 73 (72). Ayet meali:
Kesinlikle biz o emaneti o göklere ve o yeryüzüne ve o dağlara arz ettik de onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan kaygılandılar. Onu o insan yüklendi. Kesinlikle o zalim ve cahil oldu.
Nedir “o emanet”?
Belki bu konuda çok çeşitli yorumlar okumuş veya duymuşsunuzdur. Burada en meşhuru olduğundan Elmalılı Hamdi Yazır’ın tefsirini vereceğim:
72- Bunu sırrı ve hikmeti de şöyle izah buyuruluyor: "Biz emaneti arz ettik."
EMANET, aslında mimin ötresiyle fiilinden masdar olup eminlik, yani başkasının hakları güvenilip inanılabilir, inanç olmak, inançlık huyu demektir. Sonra güvenilip inanılan şeye de isim olmuştur ki, "Şüphesiz ki Allah size emanetleri ehline vermenizi emrediyor." (Nisâ, 4/58) âyetinde bu mânâya idi. "Emanet" "vedîa"dan daha geniştir, denilir. Burada her iki mânâ da olabilirse de önceki daha uygundur. Çoğunlukla tefsirciler bunu "yükümlülükler" ve "farzlar" diye tefsir etmişlerdir. Bunu şöyle anlamak gerekir. Allah'ın gerek kendi hakları ve gerek insanların hakları ile ilgili emirlerinin ve yasaklarının, hükümlerinin yerine getirilmesine Allah'ın emîn'i, inanç memuru olmak demek olan emanetini, yani Allah'ın diğer eşyada olduğu gibi zorlama ile cebren değil, hoşnutluk ve gönülden tercihle yaptırmak istediği serbest fiillerden emrine itaatla halifeliği demek olan görev ve yükümlülüğü o göklere ve yere ve dağlara, yukarıda ve aşağıda o ağır ve büyük varlıkların ve gök cisimlerinin hepsine teklif eyledik de onlar onu yüklenmekten kaçındılar ve çekindiler, gerçi gökler ve yeryüzü, Allah Teâlâ'nın "İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin," (Fussilet, 41/11) gibi kainata yönelttiği emirlerini "İsteyerek geldik." (Fussilet, 41/11) diye isteyerek kabul ettiler. Öyle iken başkalarının haklarının yüklenmek mânâsını ifade eden emanet kendilerine teklif olunduğu zaman çekindiler ve ondan korktular. Emanet, böyle göklerin ve yeryüzünün ve dağların dayanamayacakları derecede ağır, yerine getirilmesi zor, sorumluluk getiren büyük ve korkunç bir yüktür. Burada "teklif" etmeyi ve "yüz çevirmeyi” gerçek mânâsı üzere anlayan tefsir bilginleri varsa da, çokları emanetin büyüklüğünü beyan için "temsili istiare" biçiminde bir ifade olduğu kanaatine varmışlardır. Emanet ifa edildiği takdirde sonuçları çok büyük bir keramet olduğu gibi, yerine getirilmediği takdirde de hıyanet ve tazmin etmek cezası ile büyük bir rüsvaylıktır, rezalettir. İnsan ise onu yüklendi, (belâ) dedi, teklifi ve halifeliği kabul etti. O insan çok zalim ve çok cahil bulunuyor. Her ferdi değil, insan cinsi.
ZALÛM: Çok zalim, zulme haksızlığa çok yatkın, Allah'ın ve Allah'ın kullarının haklarını yüklendiği halde, gerektiği gibi ifa etmeyip kendine yazık ediyor.
CEHÛL: İddiası gibi âlim değil, aksine çok cahil, çünkü akıbetinin nasıl olacağını bilmiyor, onun için zulmediyor.
Yukarıdaki bölümden de anlayacağınız gibi eski tefsirciler “o emaneti” halifelik gibi anlamışlardır. Oysa ben bunun direkt halifelik olduğunu düşünmüyorum! Çünkü ayeti analiz ettiğimizde daha farklı bir anlam ortaya çıkmaktadır.
Söz konusu ayetin devamında “Kesinlikle o zalim ve cahil oldu” denmektedir. Burada yerilerek vurgulanan “zalim” kelimesinin zıddı “adaletli ve merhametli olmaktır”. Beklenti bu yöndedir. Yine burada yerilerek vurgulanan diğer bir kelime ise “cahil” kelimesidir. Cahil kelimesi Kuran’da kullanılan bir kelimedir. Fakat cahil bilgisiz, bilmeyen demek değildir. Bilmeyenle kelimesi Kuran’da ayrıca mevcuttur. Bilemeyenler olanakları veya bilme olanakları olmayanlar için kullanılır. Cahil kelimesi ise olanakları olduğu halde ihmal ederek öğrenmeyeni ifade eden için kullanılan bir kelimedir. Bu kelime günümüzde bilgili sayılan veya bilgisiz sayılan insanlar için kullanılabilir. Sözde entelektüel insanlar imkanları olduğu halde Kuran’ı öğrenmezler ve okuyup anlamaya çalışmazlar. Hatta Kuran’ı cahilce çevirenlerin cahilliklerinden dolayı yaptıkları yanlışlıkları argüman olarak kullanarak Kuran hakkında eleştiride bulunurlar. İşte bunlar tam cahillerdir. Bir de Müslüman olduğunu iddia ederek Kuran’ı ya da en azından mealini okumayan çok büyük bir kitle vardır. Ayrıca bu ikisi arasında bilimsel hiçbir dayanağı olmayan “bence” diyerek nefislerince meal veya tefsir yapmaya kalkışan yarı cahiller vardır ki en rahatsız olduğum bunlardır.
Daha önce de yazmış olduğum gibi Kuran’ı anlamanın sırrı kelimelerdedir. Kelimelerin gerçek anlamlarını (etimolojik olarak) kavradığınızda Kuran apaçık bir kitaptır. Örneğin “ruh” kelimesi hayalet, ışın ya da tuhaf bir varlık veya var oluş demek değildir. Ruh kelimesi entelektüel bir zekaya sahip olmak demektir. Fakat bu zekanın içinde soyut kavramlar ve duygular da vardır. Kısacası “ruh” kelimesi IQ (somut zekâ) ve EQ (duygusal zekâ) kavramlarını içeren bir kelimedir. Allah’ın insan türüne yüklediği ve böylece bu özelliklerin ilk kez Adem’de ortaya çıktığı zihni bir yetenektir. Dana önceki insanların böyle gelişmiş IQ ve EQ yetenekleri olmamıştır. Bu özellik Âdem ile başlamış ve onun nesli tarafından yüklenilmiştir. İnsan böylece bilim ve “din” hukuksal düzen veya adalet kavramları geliştirebilmiştir.
Fakat yüklendiği ilahi ruhi özelliklere (IQ ve EQ) rağmen adaletli ve merhametli değil zalim olmuştur. Çok güçlü ve yeterli öğrenebilme yeteneğine rağmen araştırıp öğrenmemiş ve cahil olmuştur. Halifelik ise birinin yerine yönetici olmaktır. Haliyle ruhi yeteneklerini yerine getirmeyen halifeler de zalim ve cahil olmuşlardır.
Doğrusunu Allah bilir.