Mete Firidin
Allah'ın Nurunun Meseli
3.06.2017
4649 Okunma, 0 Yorum

Allah’ın Nurunun Meseli

Giriş

Bütün Müslümanlar olmasa da birçok insan Kuran meali okumuştur. Çok çeşitli mealler vardır. Meal kelimesi “kişinin ne anladığını veya anlayabildiğini” ifade ettiğinden kimseye bir söz söylemeye hakkımız yoktur. Ama bu Kuran’ı anlamamıza yetmez. Anlayabilmemiz için kelimelerin kesin anlamlarına ve gramere dikkat edip sadık kalmak gerekir. Ayrıca Kuran’da ancak zamanın ve bilimin ilerleyişi ile anlaşılabilecek ayetler vardır. Kuran tefsirinin en iyi yolunun bilimsel tefsir olduğunu düşünüyorum. Diğer birçok tefsirin güvenilir kaynaklara ve aklıselime dayandığını düşünmüyorum. Çünkü bu tefsirler ya sadece duygulara veya birçok rivayete dayandırılmış yorumlardır. Bilimsel tefsirin en doğru tefsir yolu olduğunu nasıl öne sürebiliyorum?

Tabi ki bazı ayetlerin yol göstericiliğine dayanarak. Örneğin:

Sad suresi 88. Ayet:

وَلَتَعْلَمُنَّ نَبَأَهُ بَعْدَ حِينٍ

Ve le ta’lemunne nebeehu ba’de hîn(hînin).

Ve onun haberini bir müddet sonra mutlaka öğreneceksiniz.

Bu ayette “Kuran’ın verdiği haberlerin doğruluğunu bir gün bileceksiniz” denmektedir. Yani gelecekte insanlar Kuran’ın haberlerinin gerçekliğini mutlaka öğrenecekler demektir. Ama gerçekliği neyle ve nasıl öğreneğiz?

 

Fussilet 53. Ayet:

سَنُرِيهِمْ آيَاتِنَا فِي الْآفَاقِ وَفِي أَنْفُسِهِمْ حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ أَنَّهُ الْحَقُّ أَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ أَنَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ

Se nurîhim âyâtinâ fîl âfâkı ve fî enfusihim hattâ yetebeyyene lehum ennehul hakku, e ve lem yekfi bi rabbike ennehu alâ kulli şey’in şehîd(şehîdun).

Ayetlerimizi ufuklarda ve nefislerinde göstereceğiz. Hatta onlar için açığa çıkacak: Kesinlikle o gerçektir. Senin rabbin yeterli değil midir? Kesinlikle O her şey üzerine şahittir (Bilirkişidir).

Bu ayette ise “ufuklarda ve nefislerinde göstereceğiz” denmektedir. Ufuk kelimesi uzaktaki görünen şeyin kenarı, görünen kısmı demektir. Burada zamanı, özellikle dünyanın gelecek zamanını ifade etmektedir. Kelimenin kenar, uç anlamı olduğundan dünya hayatının son zamanlarına doğru göstereceğiz demektir. “Hatta bu onlara apaçık olacaktır” denmektedir.

Neyle ve nasıl apaçık olacaktır?

Tabii ki güvenilir bir bilim ve bilgilerle belli olacaktır.

 

Araf suresi 52. Ayet:

وَلَقَدْ جِئْنَاهُمْ بِكِتَابٍ فَصَّلْنَاهُ عَلَى عِلْمٍ هُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ

Ve lekad ci'nâhum bi kitâbin fassalnâhu alâ ilmin huden ve rahmeten li kavmin yu'minûn(yu'minûne).

Gerçekten onlara, bilimsel olarak ayrıntılı şekilde açıkladığımız, inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olan bir kitap getirmiştik.

Bu ayette ise “Bilimsel olarak ayrıntılı şekilde açıklanmış bir kitaptan” bahsedilmektedir. Bu da bize gelecekte güvenilir bilimselliğin var olacağını ve Kitab’ın bununla açıklanacağını, haberlerinin doğruluğunu bilimsel olarak bilineceğini göstermektedir. Bu nedenlerle Kuran tefsirinin en iyi yolu bilimsel tefsirdir. Bu nedenle bu kitabımda daha önce tam olarak anlaşılmamış fakat günümüzde bilimsel olarak anlaşılmasının mümkün olduğunu düşündüğüm bazı kelime ve ayetlerin tefsirini paylaşmak istiyorum.

 

 

Allah’ın Nurunun Meseli

Birçok ayetten de anlaşıldığı gibi Allah’ın Nur’u Kuran’dır. Bununla birlikte anlamını en çok merak ettiğimiz ayetlerden biri de Nur suresi 35. Ayettir. Bu ayette yapılan benzetme nedir? Yaptığım bilimsel araştırma sonucunda edindiğim bilgi ve sonuçları sizinle paylaşmak istiyorum.

 

Nur suresi 35. Ayet:


اللَّهُ نُورُ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ زَيْتُونَةٍ لَا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَنْ يَشَاءُ وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ (35)

 

Allâhu nûrus semâvâti vel ard(ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm (alîmun).

Bu ve diğer ayetleri iyice anlayabilmek için ayette geçen kelimelerin etimolojik anlamlarını ve Kuran’daki kullanım anlamlarını çok iyi anlamış olmak gerekir. Oysa birçok mealde her kelime için cümlenin gelişine göre bir anlam uydurulmaktadır! Kelimelerin gerçek anlamı bilinmeyince verilen anlamlar çok kaba ve yetersiz olmaktadır. Mesela Kuran’da geçen kevkeb kelimesi yıldız olarak çevrilmektedir. Yine Kuran’da geçen necm kelimesi de yıldız olarak çevrilmektedir. Eğer iki kelime de aynı anlamdaysa Kuran’da ikisi birlikte neden bulunsun? Öyleyse aralarında çok bariz bir anlam farkı olmalıdır. Aynı durum nur ve ziya kelimeleri içinde geçerlidir. İkisine de ışık anlamı verilmektedir. Oysa bu yanlıştır. Ziya ışık, ışın anlamına gelmektedir. Nur ise somut ve soyut olarak aydınlık, aydınlatıcı anlamına gelmektedir.

Konusu geldikçe kelimelerin köken anlamlarına değinilecektir. Bu durumda ayetlerin anlamlarının çok daha net olarak ortaya çıktığı görülecektir.

Aşağıda Nur suresi 35. Ayetin Elmalılı Hamdi Yazır’a ait bir meali verilmiştir:

Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun temsili şudur: Duvarda bir hücre; içinde bir kandil, kandil de bir cam fânûs içinde. Fânûs sanki çok parlayan bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan, ne doğuya, ne de batıya ait olan zeytin ağacından tutuşturulur. Bu ağacın yağı, ateş dokunmasa bile neredeyse aydınlatacaktır. Nur üstüne nur. Allah, dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah, insanlar için misaller verir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.

Bu ayet hakkında bize referans olması için Elmalılı Hamdi Yazır’ın bir de tefsirinden alınan bilgilere bakalım:

"35- Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandil gibidir. O lamba bir billur içindedir; o billur da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nispet edilemeyen mübarek bir ağaçtan çıkan yağdan tutuşturulur. Bu öyle bir ağaç ki yağı nerdeyse, kendisine ateş değmese bile ışık verir. Bu ışık nur üstüne nurdur. Allah dilediği kimseyi nuruyla hidayete iletir. Allah insanlara işte böyle misal verir. Allah her şeyi bilir.

Sanki bir mişkât, yani arkasına nüfuz edilmez dairevî veya çokgen bir pencere.

MISBÂH: "Sabah ve Sabâhat" maddesinden ism-i alettir ki, sabah gibi hoş ve kuvvetli aydınlık veren lamba demektir. Kur'ân'da Güneş'e sirâc denilmiş olduğu halde, burada misbah denilmiş olması, bunun yanında Güneş’in normal bir kandil kadar kalacağına işaret eder. O misbah, bir billurda sırça, yani billur, sanki inciye benzer bir yıldız. İncimsi yıldız, Zühre ve müşteri gibi inci saflığı ve güzelliği ile parıldayan bir yıldız. Öyle berrak, öyle güzel, öyle hem göklerin, hem yerin güzelliklerini kendinde toplayan bir cam. Mişkat da o camın içindeki lamba mübarek bir ağaçtan, öyle bir zeytinden tutuşturulur ki doğuya da, batıya da nispet edilemez.

Öyle bir zeytin ki yağı neredeyse, kendisine bir ateş dokunmasa bile ışık verir. Bir elektrik gibi hemen yanmaya hazır; o derece saf ve parlaktır. Özet olarak Allah nuru, nur üzerine nurdur. Yani temsilden zannolunacağı gibi sınırlı beş kat değil, birisi veya tamamı da değil, sınırsız olarak her nurun kat kat üzerinde, sınırlanması ve bilinmesi mümkün olmayan bir nurdur".

Bu tefsir merhum Elmalılı Hamdi Yazır tarafından 1926-1935 yılları arasında yazılmıştır. Bu dönemde astronomi bilimi günümüze göre çok daha az bilgiye sahipti. Fakat elektrik ve ampul keşfedilmişti. Bu nedenle Elmalılı “elektrik ampulüne” benzerliğe dikkat çekmektedir.

Bu ayette dikkat edilmesi gereken bazı noktalar vardır. Allah bize neden bütün insanlık tarihi boyunca en parlak cisim olarak bildiğimiz gökteki Güneş'i değil de daha farklı ve sonradan anlaşılabilecek bir benzetme veriyor? İnsanoğlunun on binlerce yıldır bildiği en şiddetli ışık kaynağı Güneş'tir. Eğer Kuran insan kelamı olsaydı, insanların 1400 yıl öncesine kadar bildikleri en aydınlatıcı cisim Güneş olduğundan Allah’ın Nur’unun benzetmesi de Güneş olacaktır. Bunu zaten tarihi dini bilgilerden bilmekteyiz. Birçok antik inanışta Güneş yaratıcı Tanrı olarak tanımlanmıştır. Veya tanrısal olanlar ya Güneş’e yükselmiş ya da Güneş’in oğlu olmuştur.  Tarihi bilgi ve inanışlara göre Güneş her durumda en aydınlatıcı, parlak cisimdir. Oysa Kuran’da böyle anlatılmayıp, o zamanın insanlarının bilimsel olarak tam anlayamayacağı ve ancak 1400 yıl sonra tam olarak anlaşılabilecek bir benzetme verilmektedir. Verilen benzetme Elmalılı’nın da tanımladığı gibi Güneş'ten çok çok daha şiddetli bir aydınlatma kaynağı olmalıdır. Hatta evrende ki en şiddetli aydınlatıcı olmalıdır.

Bu amaçla kelimeleri köklerine kadar inerek inceleyelim ve verilen benzetmeyi anlamaya çalışalım.

Ayette “Allah göklerin ve yerin aydınlatıcısıdır” denmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Bu ayette “Allah göklerin ve yerin ışığıdır” denmemektedir. Yani Allah ışık değildir, aydınlatandır.

Sonra  “meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun) : O’nun nurunun benzetmesi içinde misbah bulunan mişkat gibidir.

Misbah sabah gibi aydınlatan, karanlığı gündüze dönüştüren aydınlatma aracı demektir. Elmalılı’nın da dediği gibi Kuran’da Güneş’e siraç yani kandil, bir tek mum aydınlatması gibi dendiği halde buradaki aydınlatma aracına misbah demekle gündüz gibi aydınlık yapan bir aydınlatma aracı ifade edilmiş olmaktadır. Yani Güneş’ten belki milyarlarca kez daha fazla aydınlatan bir aydınlatma kaynağı ki bu bir mişkat üzerinde bulunmaktadır.

Mişkat nedir? Elmalılı bu kelimeye “yüksekçe bir duvar” anlamı vermiştir. Fakat kelimenin kök ve asıl anlamı nedir?

Mişkat kelimesinin kökü “şkw” dir. Şkw kökü (شكو) Kuran’da 3 kez geçmektedir. Kelimenin kökü: araştırmak, dikkat etmek, dikkat çekmek, bakarak aramak anlamındadır. Mişkat Arapça ismi alettir “ Dikkat çekme yeri, dikkat çekme aleti, niş, pencere anlamına gelmektedir. Maskot kelimesi de bu kökten türemiştir.1

Şkw kökünün Kuran’da Nur suresi 35. Ayet dışında kullanıldığı yerler:

Yusuf 86. Ayet:

قَالَ إِنَّمَا أَشْكُو بَثِّي وَحُزْنِي إِلَى اللَّهِ وَأَعْلَمُ مِنَ اللَّهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ (86)

Kâle innemâ eşkû bessî ve huznî ilâllâhi ve a’lemu minallâhi mâ lâ ta’lemûn(ta’lemûne).

Yakup: «Ben üzüntü ve tasamı yalnız Allah’a dikkat çekerim (şikâyet ederim). Allah’tan, sizin bilmediklerinizi bilirim» dedi [86].

 

Mücadele 1. Ayet:

قَدْ سَمِعَ اللَّهُ قَوْلَ الَّتِي تُجَادِلُكَ فِي زَوْجِهَا وَتَشْتَكِي إِلَى اللَّهِ وَاللَّهُ يَسْمَعُ تَحَاوُرَكُمَا إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ (1)

Kad semiallâhu kavlelletî tucâdiluke fî zevcihâ ve teştekî ilâllâhi, vallâhu yesmeu tehâvurakumâ, innallâhe semîun basîrun.

Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a dikkat çeken (şikâyette bulunan) kadının sözünü Allah işitmiştir; Allah ikinizin karşılıklı bir birine odaklanarak konuşmanızı işitiyor olandır. Doğrusu Allah işitendir, görendir [1].

 

Bu bilgilerden sonra Ayette geçen “meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh (mısbâhun) cümlesinin anlamı: Onun nurunun benzetmesi, içinde çok çok aydınlatma etkisi olan lamba (projektör gibi) bulunan yüksekçe, dikkat etme, dikkat çekme yeri gibidir.

Yüksekçe bir yer ve üzerinde projektör gibi bir aydınlatma lambası var, dikkat çeksin diye yapılmış ve insanlar buna dikkat ediyorlar. Ne olabilir ki? Düşünüldüğünde ilk tarif edilen şeyin bir deniz feneri olabileceği akıllara gelmektedir.

Yukarıda yüksekçe bir duvar üzerinde, insanların dikkatine sunulmuş, bir kandile göre çok çok daha fazla aydınlatma gücü olan, lambası bulunan bir deniz feneri gösterilmektedir. Ayette ki tanımlamayla tamamen uyum içindedir. Deniz fenerleri dikkat çekmek için yapılmış yapılardır.

Ayetin devamında ise  “el mısbâhu fî zucâceh (zucâcetin), ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun” denmektedir ki: Aydınlatıcı lamba, cam içindedir. O cam lamba kesinlikle kevkebun duriyyun gibidir.

Yukarıda deniz fenerinin ışık kaynağının katmanları gösterilmektedir. Bu yapı ayetteki cam içindeki lamba tanımlamasına tamamen uymaktadır. Ayette anlatıldığı gibi o aydınlatıcı cam içindedir. Cam içinde olan bir ampul ki kendisi de camdandır.

 

 

 

 

 

Ayetin devamında “O cam lamba kesinlikle kevkebun duriyyun gibidir” denmektedir.

Ayette deniz fenerine benzeyen bir ışık kaynağından ve bu fenerin ışık kaynağının çok parlak bir kevkeb gibi olduğundan bahsedilmektedir. Duriyyun kelimesi çok çok parlak ışıklar saçan demektir. Kevkeb kelimesi ne demektir? Konudan biraz uzaklaşıp kevkeb kelimesinin necm ve siraç kelimelerinden farkını anlamaya çalışacağız. Çünkü bu kelimeler bütün meallerde “yıldız” olarak çevrilmektedir. Bu da kafa karışıklığına sebep olmaktadır.

 

Kur'an da astronomi ile ilgili birçok tabir geçmektedir. Günümüze kadar bu tanımların ayrıntısına girilmemiştir. Bu nedenle birçok ayetin anlaşılması imkânsız halde kalmıştır.

Kuran'da gece gökte görünen bütün parlak cisimlere necm denmektedir. Yani normal bir kişi için necm “yıldız” demektir. Bu çok çok genel bir tabirdir. Hiçbir astronomik bilgiye sahip olmayanlar için necm kelimesi yıldız anlamına gelmektedir. O kişi için gece gökte görünen her parlaklık yıldız demektir. Oysa onları çoğu galaksi, takımyıldız, gezegen, uydu, satellit vs. dir.

Necm kelimesinin tam anlamı gökyüzünde oluşan ve gökyüzünü kaplayan göz alıcı parlak cisimlerdir. Aynı zamanda yeryüzünde ortaya çıkan ve yeryüzünü kaplayan cisimler, otlar, ağaçlar, çalılardır. Yani yeryüzünde de bulunan göz alıcı şeylerdir.

Astronomi biliminde bizim bildiğimiz bilimsel anlamda yani kendi enerji ve ışığını üreten güneşimsi cisimlere “yıldız” denmektedir. Bu cisimler Kuran'da “siraç” olarak yani “kandil” olarak adlandırılmaktadır. Nebe suresi 13. Ayette ve Nuh suresi 16. Ayette “Güneş bir siraçtır” denmektedir. Bizim gezegen olarak adlandırdığımız gök cisimleri “hünnas” uydular ise “kamer”, yeryüzü ise “arz” olarak adlandırılmaktadır. Yine bizim “süpernova, pulsar” diye adlandırdığımız nötron yıldızları ise “tarık” olarak adlandırılmaktadır. Oysa eskiler necm kelimesinin anlamına yıldız demişlerdir; kevkeb kelimesine de yıldız demişlerdir. Bu, onların kendi zamanlarındaki yetersiz astronomi bilgisine sahip olmalarındandır. Fakat Kuran'da bu iki kelime de ayrı ayrı kullanılmıştır. Bu da demek olur ki aralarında belirgin anlam farkları vardır. Buna örnek verecek olursak:

Saffat 88-89. Ayet: Derken yıldızlara (necmlere) bir baktı da: “Ben gerçekten hastayım” dedi (İbrahim).

Bu ayette geçen “yıldız” kelimesinin aslı necm dir. Yani "Gökcisimlerine bir göz attı, ben hastayım dedi"

Enam 75-76. Ayet: Böylece biz İbrahim’e göklerin ve yerin melekûtunu (muhteşem varlıklarını) gösteriyorduk ki, kesin inananlardan olsun. Üzerine gece bastırınca, bir yıldız (kevkeb) gördü: “Rabbim budur” dedi. Yıldız batınca da “ Ben batanları sevmem” dedi.[76]

Enam 76. Ayette geçen yıldız anlamı verilen kelime ise “kevkeb”dir.

Kevkeb nedir?

Arapça –Türkçe sözlüklerde “yıldız” denmektedir diye yazılmaktadır. Basit anlamda doğrudur. Oysa kevkeb (كوكب) kelimesi kebkeb (كبكب) kelimesi ile akrabadır. Sami dillerinde B ve V sesi değişimi yaygındır. Proto semitik dilde de kebkeb kelimesi yıldız anlamındadır. Arapçadaki kevkeb kelimesinin aslını oluşturur. Akad dilinde ise "kakkabu" yıldız veya yıldız toplulukları için kullanılan kelime ile aynı kökten gelmektedir. Asurca "Kakkabanu" yıldızlarla çevrili olan demektir (http://oi.uchicago.edu/research/pubs/catalog/cad/ K harfi 44. sayfa.). Sümerce de ki MUL.MUL yıldızlar yıldızı, yıldız kümesi ifadesinin karşılığıdır. Kakkü ise mercimek demektir. Galaksilerin radian ve disk şekilleri mercimek şekline de benzemektedir.

Kebkeb kelimesinin Arapçada ki sonradan oluşan fiil anlamı ise: Bir şeyi kaldırıp yere vurmak (radian görünümü tanımlıyor), sürüyü toplamak, bir şeyi kuyuya veya derin çukura atmak, kısacası radian şekilli topluluk manalarına gelir. İsim olarak küme, yığın demektir. Yusuf suresi 4. ayette kevkeb kelimesi "Bir kişi etrafında toplanmış grup" anlamına gelmektedir. Yusuf’un her bir kardeşinin topluğu anlamındadır. Şuara suresi 94. ayette fiil olarak kullanılmıştır. Fiil olarak galaksinin merkezinde ki kara deliğe fırlatma anlamına gelmektedir. Galaksilerin yapısını incelersek bu tanımlamaya çok uyduğunu görülecektir.

Galaksiler trilyonlarca yıldız ve gezegenlerin bir araya toplanarak oluşturdukları ortasında kara delik bulunan basık dairesel (radian) şekilli yapılardır. Evren de 100 milyardan fazla galaksi olduğu sanılmaktadır. Yani gece gökte gördüğümüz ve “yıldız” dediğimiz gök cisimlerinden çoğu aslında galaksidir. Aşağıda galaksi resmi görülmektedir. Bir merkez etrafında toplanıp hareket eden yıldızlar topluğudur galaksiler.

 

Yukarıdaki tanım ve şeklin “kevkeb” kelimesinin içerdiği anlama ne kadar uyduğuna dikkat ediniz! Ortasında bir kuyu, delik bulunan radian (ışınsal dairesel) yıldız topluğu sanki bir kuyu başına toplanmış koyun sürüsüne benzemektedir.

Saffat suresi 6. ayette:" Biz dünya semasını kevkebler ile süsledik " denmektedir.

Bu ifade takımyıldızları ve galaksileri içermektedir. Bugün biliyoruz ki bizim Dünya’dan gözlediğimiz yıldız gibi görünen gök cisimlerinin çoğu aslında galaksilerdir.

Bu bilgilerden sonra açıkça belirtmek gerekir ki Kuran’da geçen marife, belirgin kevkeb kelimesi, yıldız topluluğu (consitellation), nekre, belirsiz gelen kevkeb kelimesi ise galaksi, gökada” anlamında kullanılmaktadır.

Babil tabletlerinden Andromeda galaksisinin o zamanlarda bilindiğini de bildiğimizde (MUL APİN ) ve Milattan önce 1000 yıllarına ait Nimrud Lens’in2 varlığını da bildiğimizde Hz. İbrahim’in bir yıldız değil de bir galaksi veya bir yıldız topluluğu gözlemlemiş olabileceğini anlayabiliriz.

Günümüzden 3000 yıl öncesine ait, Asur sarayında bulunan  "Nimrud Lens" (British Museum).

 

Kuran’dan Hz İbrahim’in Sümerler zamanında MÖ 3000-2900 yıllarında Asur şehrinde yaşadığı anlaşılmaktadır. Sümerlerin astronomik amaçlı yıldız gözlemleri de yaptıkları, Andromeda galaksisini ve diğer takımyıldızları (yıldız topluluğu) bilip, isimlendirdikleri de bilinmektedir.

Enam 75-76.ayet: Böylece biz İbrahim’e göklerin ve yerin melekûtunu (muhteşem varlıklarını) gösteriyorduk ki, kesin inananlardan olsun. Üzerine gece bastırınca, bir galaksi (kevkeb) gördü: “Rabbim budur” dedi. Galaksi batınca da: “Ben batanları sevmem” dedi.

Ayetlerinden de anlaşılacağı üzere Hz İbrahim de astronomik gözlem yapan biriydi ve bu gözlemleri sırasında bir yıldız topluluğu görmüş ve “Rabbim budur” demiş. Yıldız topluluğu batınca da:” Ben batanları sevmem” demiştir. Burada İbrahim Andromeda galaksisini gördüğünü düşünebiliriz. Çünkü yeryüzünden çıplak gözle en rahat görünen galaksi Andromeda galaksisidir. Bu galaksi Sümerler’den beri bilinmektedir.

 

Şimdi tekrara Nur suresi 35. Ayete geri dönelim ve “ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun” cümlesini anlamaya çalışalım.

Ez zucâcetu ke ennehâ kevkebun durrîyyun”= O cam kesinlikle, çok çok ışın saçan bir galaksi, yıldız topluluğu gibidir.

Şimdiye kadar öğrendiğimiz bilgilerle meali oluşturalım:

Allah göklerin ve yerin aydınlatıcısıdır. O’nun aydınlatıcısının benzetmesi, içinde aydınlatma aracı bulunan bir dikkat çekme yerine benzer (deniz feneri gibi). O aydınlatma aracı bir cam içindedir (deniz fenerinin ışık kaynağı), cam ise (ampul), çok çok ışık saçan bir yıldız topluluğu (galaksi) gibidir.

Nur suresi 35. Ayetin kalan kısmı:

 Yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun).

Doğuya ve batıya özel olmayan potansiyel zeytin (yakıt) kaynağından tutuşturulur. Onun enerjisi ateş temas etmese de ışık verir. Aydınlık üstüne aydınlıktır. Allah uygun gördüğünü nuru için hidayet eder. Ve Allah insanlar için benzetme verir. Ve Allah her şeyi bilendir.

Ayette “Yûkadu (tutuşturulur) min (den) şeceratin (kaynak) mubâraketin (potansiyel kılınmış) zeytûnetin (zeytin, yakıt)” denmektedir. Çünkü zeytinyağı antik çağlarda çok önemli bir yakıttır ve aydınlatma amacıyla kullanılmıştır. Akad ve Sümer kaynaklarında da zeytin kelimesi yakıt anlamında kullanılmıştır.

 

Bundan sonra Kuran’da geçen şecer kelimesinin anlamı üzerine bahsetmek istiyorum: Çünkü ayette şecer kelimesine bilinenin dışında, “ağaç” anlamı yerine “kaynak” anlamı verdim. Neden? Keyfiyetten mi? Hayır!

Kuran’da geçen ve “ağaç” anlamı verilen kelimenin Proto-Semitik karşılığı “şaşuc” dur ve meyve ağacı anlamına gelmektedir. Diğer semitik dillerde ise “Soc veya sucwe” odun anlamında kullanılmaktadır. Kuran’da ise “şecer” dir.

Şecer kelimesine Arapça olarak sadece ağaç anlamı verilmektedir. Fakat kelime iyice analiz edildiğinde kelimenin asıl anlamının devamlılık arz eden kaynaklar için kullanıldığı anlaşılacaktır. Bu anlayıştan sonra birçok ayet daha iyi kavranmış olacaktır.

Arapçadaki bizim anladığımız anlamda ağaç kelimesi “izdah, azdah, uzdah” sözcükleridir. Şecer olan ağaç kelimesinin anlamı Türkçedeki ağaç kelimesinin anlamı ile tam olarak aynı değildir. Türkçede ağaç denince çok yıllık, belirgin bir gövdesi olan bitkiler anlaşılmaktadır. Oysa Arapçada şeceretün yani bir ağaç denince sadece çok yıllık bir bitki anlaşılır. Yani Arapçada şecer kelimesi devamlılığı ve kaynağı ifade eder. Aile ağacı dediğimizde kullanılan “şecere” de aslında bir ağacı değil, aile devamlılığını ve kaynağını ifade eder.

Eğer bir bitki mevsimlik veya bir yıllık değilse ve yıllarca yaşamaya devam ediyorsa Araplar ona uzun süreli olan anlamında “şecer” demişlerdir. Çok yıllık otsu veya soğanlı bitkilerde bu tanıma girmektedir. Bu kelime uzun süreli kaynak sağlayan şeyler için de “rezerv” anlamında kullanılmıştır.

İnsanlığın başlangıcından itibaren ağaçların yiyecek kaynağı, giyecek (pamuk, keten), yakacak ve barınma kaynağı olarak kullandığı bilinmektedir. Kuran’daki birçok ayette özellikle Âdem ve cennet bahisli ayetlerde bu apaçık anlaşılmaktadır. Öncelikle cennet ağaçlardan oluşmuş bir bahçedir. Aşağıdaki birçok ayetten de anlaşılacağı gibi cennette de ağaçlar bir yiyecek, yakacak ve giyecek kaynağıdır. Bu nedenle ilk insanların ağaca kaynak anlamı vermeleri iyice anlaşılmalıdır. Bu konuda Kuran’da yaptığım araştırmada kısaca şunları tespit ettim:

Şecere kelimesi el takısı ile marife geliyorsa “çok yıllık bitki, perenial bitki, ağaç” anlamına gelmektedir. Eğer el takısı ile marife değilse, bu kez hem “ağaç” hem de “kaynak, rezerv” anlamına geliyor görünmektedir.

Konumuzla ilgili ayetler:

Nahl 68:

وَأَوْحَى رَبُّكَ إِلَى النَّحْلِ أَنِ اتَّخِذِي مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا وَمِنَ الشَّجَرِ وَمِمَّا يَعْرِشُونَ

Ve evhâ rabbuke ilân nahli enittehızî minel cibâli buyûten ve mineş şeceri ve mimmâ ya’rişûn(ya’rişûne).

Rabbin bal arısına: «Dağlarda, ağaçlarda ve hazırlanmış yapılardan yuva edin diye vahiy etti.

Bu ayette eşşecer kelimesi marife gelmiş ve çok yıllık bitki anlamına gelmektedir.

 

Yasin 80:

الَّذِي جَعَلَ لَكُمْ مِنَ الشَّجَرِ الْأَخْضَرِ نَارًا فَإِذَا أَنْتُمْ مِنْهُ تُوقِدُونَ

Ellezî ceale lekum mineş şeceril ahdari nâren fe izâ entum minhu tûkıdûn (tûkıdûne).

O ki yeşil ağaçtan size ateş kılandır. Böylece ondan ateş yakanlarsınız.[80]

Ağaçlar yakacak ve oksijen gibi yakıcı kaynağıdır.

 

Bakara 35:

وَقُلْنَا يَاآدَمُ اسْكُنْ أَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلَا مِنْهَا رَغَدًا حَيْثُ شِئْتُمَا وَلَا تَقْرَبَا هَذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِمِينَ

Ve kulnâ yâ âdemuskun ente ve zevcukel cennete ve kulâ minhâ ragaden haysu şi’tumâ ve lâ takrabâ hâzihiş şecerete fe tekûnâ minez zâlimîn(zâlimîne).

«Ey Âdem! Eşin ve sen cennette kal, orada olandan istediğiniz yerde bol bol yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz» dedik.[35]

Bu ayette de eşşecer kelimesi çok yıllık bitki anlamına gelmektedir.

 

Araf 19:

وَيَاآدَمُ اسْكُنْ أَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ فَكُلَا مِنْ حَيْثُ شِئْتُمَا وَلَا تَقْرَبَا هَذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِمِينَ

Ve yâ âdemuskun ente ve zevcukel cennete fe kulâ min haysu şi'tumâ ve lâ takrabâ hâzihiş şecerete fe tekûnâ minez zâlimîn(zâlimîne).

«Ey Âdem! Sen ve eşin cennette kalın ve istediğiniz yerden yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın yoksa zalimlerden olursunuz.»[19]

Bir ağaç dışında diğer ağaçları yiyecek, giyecek ve yakıt kaynağı olarak kullanabilirler.

 

Araf 20:

فَوَسْوَسَ لَهُمَا الشَّيْطَانُ لِيُبْدِيَ لَهُمَا مَا وُورِيَ عَنْهُمَا مِنْ سَوْءَاتِهِمَا وَقَالَ مَا نَهَاكُمَا رَبُّكُمَا عَنْ هَذِهِ الشَّجَرَةِ إِلَّا أَنْ تَكُونَا مَلَكَيْنِ أَوْ تَكُونَا مِنَ الْخَالِدِين

Fe vesvese lehumuş şeytânu li yubdiye lehumâ mâ vuriye anhumâ min sev'âtihimâ ve kâle mâ nehâkumâ rabbukumâ an hâzihiş şecereti illâ en tekûnâ melekeyni ev tekûnâ minel hâlidîn(hâlidîne).

Derken onların, kendilerinden gizli kalan çirkin yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısıldadı: «Rabbiniz, başka bir sebepten dolayı değil, sırf ikiniz de birer melek ya da ebedî kalıcılardan olursunuz diye sizi şu ağaçtan men etti.» dedi.[20]

 

Araf 22:

فَدَلَّاهُمَا بِغُرُورٍ فَلَمَّا ذَاقَا الشَّجَرَةَ بَدَتْ لَهُمَا سَوْءَاتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِ وَنَادَاهُمَا رَبُّهُمَا أَلَمْ أَنْهَكُمَا عَنْ تِلْكُمَا الشَّجَرَةِ وَأَقُلْ لَكُمَا إِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمَا عَدُوٌّ مُبِينٌ

Fe dellâhumâ bi gurûr(gurûrin), fe lemmâ zâkâş şecerete bedet lehumâ sev'âtuhumâ ve tafikâ yahsıfâni aleyhimâ min varakıl cenneh(cenneti), ve nâdâhumâ rabbuhumâ e lem enhekumâ an tilkumeş şecereti ve ekul lekumâ inneş şeytâne lekumâ aduvvun mubîn(mubînun).

Böylece onları aldatarak aşağı sarkıttı (önceki mevkilerinden indirdi). Ağacı tadınca, kötü yönleri ikisine açığa çıktı ve cennet yapraklarını koyunlarına doldurmaya başladılar. Rableri onlara seslendi: «Ben sizi o ağaçtan men etmedim mi ve şeytan size apaçık düşmandır, demedim mi?»[22]

Ağaç yapraklarını değerli kaynak olarak bencilce kendilerine ayırıyorlar. Zimmetlerine geçiriyorlar.

 

Kasas 30:

فَلَمَّا أَتَاهَا نُودِيَ مِنْ شَاطِئِ الْوَادِ الْأَيْمَنِ فِي الْبُقْعَةِ الْمُبَارَكَةِ مِنَ الشَّجَرَةِ أَنْ يَامُوسَى إِنِّي أَنَا اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ

Fe lemmâ etâhâ nûdiye min şâtııl vâdil eymeni fîl buk’atil mubâraketi mineş şecerati en yâ mûsâ innî enallâhu rabbul âlemîn(âlemîne).

Hemen ardından oraya vardığında vadinin güney kenarındaki ağaçlandırılmış parsel içinden seslenildi: Ya Musa kesinlikle ben, âlemlerin rabbi Allah benim.

 

Fetih 18:

لَقَدْ رَضِيَ اللَّهُ عَنِ الْمُؤْمِنِينَ إِذْ يُبَايِعُونَكَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ فَعَلِمَ مَا فِي قُلُوبِهِمْ فَأَنْزَلَ السَّكِينَةَ عَلَيْهِمْ وَأَثَابَهُمْ فَتْحًا قَرِيبًا

Lekad radiyallâhu anil mu’minîne iz yubâyiûneke tahteş şecerati fe alime mâ fî kulûbihim fe enzeles sekînete aleyhim ve esâbehum fethan karîbâ(karîben).

Allah, sana o ağacın altında biat ederlerken müminlerden mutlaka razı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş ve böylece üzerlerine sakinlik indirmiştir ve onlara yakın bir fethi isabet ettirmiştir.

 

Hac 18:

أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ يَسْجُدُ لَهُ مَنْ فِي السَّمَوَاتِ وَمَنْ فِي الْأَرْضِ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ وَالنُّجُومُ وَالْجِبَالُ وَالشَّجَرُ وَالدَّوَابُّ وَكَثِيرٌ مِنَ النَّاسِ وَكَثِيرٌ حَقَّ عَلَيْهِ الْعَذَابُ وَمَنْ يُهِنِ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِنْ مُكْرِمٍ إِنَّ اللَّهَ يَفْعَلُ مَا يَشَاءُ (18)

E lem tera ennallâhe yescudu lehu men fîs semâvâti ve men fîl ardı veş şemsu vel kameru ven nucûmu vel cibâlu veş şeceru ved devâbbu ve kesîrun minen nâs(nâsi), ve kesîrun hakka aleyhil azâb(azâbu), ve men yuhinillâhu fe mâ lehu min mukrimin, innallâhe yef’alu mâ yeşâu.

Görmez misin? Kesinlikle göklerdeki kimseler ve yerdeki kimseler ve Güneş, Ay ve gök cisimleri ve dağlar ve çok yıllık bitkiler ve hayvanlar ve insanlardan birçoğu Allah’a secde ediyor. Çoğu üzerine azabı hak etti. Allah kimi alçaltırsa artık ona ikram edecek yoktur. Kesinlikle Allah uygun gördüğü şeyi yapar.

 

Rahman 6:

وَالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُدَانِ

Ven necmu veş şeceru yescudân(yescudâni).

Gök cisimleri ve ağaçlar (çok yıllık bitkiler) O’nun buyruğuna secde eder, boyun eğerler.[6]

 

İsra 60:

وَإِذْ قُلْنَا لَكَ إِنَّ رَبَّكَ أَحَاطَ بِالنَّاسِ وَمَا جَعَلْنَا الرُّؤْيَا الَّتِي أَرَيْنَاكَ إِلَّا فِتْنَةً لِلنَّاسِ والشَّجَرَةَ الْمَلْعُونَةَ فِي الْقُرْآنِ وَنُخَوِّفُهُمْ فَمَا يَزِيدُهُمْ إِلَّا طُغْيَانًا كَبِيرًا

Ve iz kulnâ leke inne rabbeke ehâta bin nâsi, ve mâ cealnâr ru’yâlletî eraynâke illâ fitneten lin nâsi veş şeceratel mel’ûnete fîl kur’ân(kur’âni), ve nuhavvifuhum fe mâ yezîduhum illâ tugyânen kebîrâ(kebîren).

Vaktiyle sana: «Rabbin kesinlikle insanları kuşatmıştır» demiştik; sana gösterdiğimiz rüya ile ve Kuran’da lanetlenmiş ağaçla (çok yıllık bitki), sadece insanları denedik. Biz onları korkutuyoruz, fakat bu onların büyük azgınlıklarından başkasını artırmıyor.

 Yukarıda da görüldüğü gibi bu ayetlerde geçen Eşşecerat kelimesi el takısı almış marifedir. Hepsinde de anlam çok yıllık bitki, ağaçtır.

 

Aşağıdaki ayetlerde ise hem ağaç hem de kaynak, rezerv anlamı olduğun görülecektir. Bu nedenle kaynak veya rezerv kelimesi ile çevireceğim ve tefsir yapmaya çalışacağım.

 

Nahl 10:

هُوَ الَّذِي أَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً لَكُمْ مِنْهُ شَرَابٌ وَمِنْهُ شَجَرٌ فِيهِ تُسِيمُونَ

Huvellezî enzele mines semâi mâen lekum minhu şarâbun ve minhu şecerun fîhi tusîmûn(tusîmûne).

Yukarıdan size su indiren O’dur. Ondan içersiniz, otlattığınız kaynak da ondandır.[10]

Hayvanların otlama kaynağı çimenlerde ondandır. Çimenler de çok yıllık bitkilerdir ve şecer tanımının içindedir.

 

Vakıa 52:

لَآكِلُونَ مِنْ شَجَرٍ مِنْ زَقُّومٍ

Le âkilûne min şecerin min zakkumin.

Mutlaka bir ağaçtan, zakkum kaynağından besleneceksiniz.[52]

Bu ayette “zakkum ağacından veya zakkum kaynağından” anlamına gelmektedir.

 

Nisa 65:

فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لَا يَجِدُوا فِي أَنْفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا

Fe lâ ve rabbike lâ yu’minûne hattâ yuhakkimûke fîmâ şecera beynehum, summe lâ yecidû fî enfusihim haracen mimmâ kadayte ve yusellimû teslîmâ(teslîmen).

Hayır ve Rabbine, aralarında kaynaklanan, birikip rezerv olan meselelerde seni hakem tayin edip, sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe inanmış olmazlar.

Bu ayette ise şecere kelimesi fiil olarak “kaynaklanmak” anlamında kullanılmıştır. Özellikle bu ayet şecer kelimesinin kaynak anlamında da olduğunun apaçık bir delilidir.

 

Saffat 146:

وَأَنْبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةً مِنْ يَقْطِينٍ

Ve enbetnâ aleyhi şeceraten min yaqtîn (cotton).

Onun üzerine, ince dokuma (pamuk) ağacı, kaynağı yetiştirdik.[146]

Pamuk bitkisi tekstil işinde en ince dokuma yapmak için bir kaynaktır.

 

Saffat 64:

إِنَّهَا شَجَرَةٌ تَخْرُجُ فِي أَصْلِ الْجَحِيمِ

İnnehâ şeceratun tahrucu fî aslil cahîm(cahîmi).

Kesinlikle O, cehennemin kökünden çıkan bir (kaynaktır) çok yıllık bitkidir.[64]

 

 

Lokman 27:

وَلَوْ أَنَّمَا فِي الْأَرْضِ مِنْ شَجَرَةٍ أَقْلَامٌ وَالْبَحْرُ يَمُدُّهُ مِنْ بَعْدِهِ سَبْعَةُ أَبْحُرٍ مَا نَفِدَتْ كَلِمَاتُ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ

 

Ve lev enne mâ fîl ardı min şeceratin aklâmun vel bahru yemudduhu min ba’dihî seb’atu ebhurin mâ nefidet kelimâtullâhi, innallâhe azîzun hakîm(hakîmun).

Eğer yeryüzündeki ağaçlar (kaynaklar) hep kalem olsa, deniz de arkasından yedi deniz daha kendisine ilave olsa, yine de Allah’ın kelimeleri tükenmez. Kesinlikle ki Allah çok saygın, hüküm ve hikmet sahibidir.[27]

Bu ayette aslında “yerin içindeki kaynaklar” denmektedir. Bu da bize kurşun kalemin olmadığı bir dönemde kurşun kalemden söz edildiğini düşündürmektedir. Kurşun kalem kâğıt üzerine yazı veya çizim için kullanılan, yazıcı kısmı çoğunlukla kil ve grafitten üretilen kalemdir. Tipik bir kurşun kalemde grafitin etrafı ahşap kaplıdır. Bunun yanı sıra metal veya plastik muhafazaya sahip kurşun kalemler de mevcuttur. Grafit ise yerden çıkarılan kömür gibi bir karbon bileşiğidir. İlk kurşun kalem 1500 yılında üretilmiştir. Ayrıca yerin içindeki petrol kaynaklarından da tükenmez kalemler yapılmaktadır.

Ayette mürekkep kelimesi geçmemektedir. Fakat su bazlı sıvıyı içeren (denizler) yani mürekkep içeren kaleme vurgu vardır. Bu da bize dolma kalemi düşündürmektedir. Çünkü kalem ve onun sıvısından bahsedilmektedir. İlk dolma kalem 953 yılında, Mağrib halifesi Ma'ād al-Mu'izz tarafından kullanılmıştır. Sanırım bu ayeti iyi anlayanlar tarafından üretilmiştir.

 

Duhan 43-44:

إِنَّ شَجَرَةَ الزَّقُّومِ (43) طَعَامُ الْأَثِيمِ

 İnne şeceratez zakkûm(zakkûmi). Taâmul esîm(esîmi).

Kesinlikle zakkum ağacı, kaynağı [43] Günahkârların yemeğidir.[44]

 

Saffat 62:

أَذَلِكَ خَيْرٌ نُزُلًا أَمْ شَجَرَةُ الزَّقُّومِ

 E zâlike hayrun nuzulen em şeceratuz zakkûm(zakkûmi).

Konukluk ikramı olarak bu mu daha iyidir, yoksa zakkum kaynağı mı?[62]

 

Taha 120:

فَوَسْوَسَ إِلَيْهِ الشَّيْطَانُ قَالَ يَاآدَمُ هَلْ أَدُلُّكَ عَلَى شَجَرَةِ الْخُلْدِ وَمُلْكٍ لَا يَبْلَى

Fe vesvese ileyhiş şeytânu kâle yâ âdemu hel edulluke alâ şeceratil huldi ve mulkin lâ yeblâ.

Ardından şeytan ona vesvese verip: «Ey Âdem! Sana kalıcılık kaynağını ve çökmesi olmayan bir mülkiyet göstereyim mi?» dedi.[120]

Araf suresi 20 ayette ağaç kelimesi el takısı almış olarak gelirken bu ayette el takısı yoktur. Şeceret kelimesi olarak kaynak anlamındadır.

 

Vakıa 71-72:

أَفَرَأَيْتُمُ النَّارَ الَّتِي تُورُونَ (71) أَأَنْتُمْ أَنْشَأْتُمْ شَجَرَتَهَا أَمْ نَحْنُ الْمُنْشِئُونَ

E fe raeytumun nârelletî tûrûn(tûrûne). E entum enşe’tum şeceratehâ em nahnul munşiûn(munşiûne).

Gördünüz mü; yaktığınız ateşi, onun kaynağını (rezervini) inşa eden sizler misiniz, yoksa onu biz mi inşa edenleriz?[71-2]

Burada insan biraz düşündüğünde anlıyor ki: Kullandığımız birçok yer altı kaynağı milyonlarca yıl önce inşa edilmiştir. Mesela bu gün kullandığımız ve rezervlerini hesapladığımız doğal gaz kaynakları, petrol kaynakları, kömür kaynakları milyonlarca yıl önce inşa edilmiştir. Bizim tek yaptığımız ise onları rezervlerinden yani kaynaklarından alıp kullanmaktır.

 

Neml 60:

أَمَّنْ خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ وَأَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَنْبَتْنَا بِهِ حَدَائِقَ ذَاتَ بَهْجَةٍ مَا كَانَ لَكُمْ أَنْ تُنْبِتُوا شَجَرَهَا أَئِلَهٌ مَعَ اللَّهِ بَلْ هُمْ قَوْمٌ يَعْدِلُونَ

Em men halakas semâvâti vel arda ve enzele lekum mines semâi mâen, fe enbetnâ bihî hadâika zâte behcetin, mâ kâne lekum en tunbitû şecerehâ, e ilâhun meallâh(meallâhi), bel hum kavmun ya’dilûn(ya’dilûne).

Yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indirip onunla, bir kaynağını (yiyecek kaynağı çok yıllık bitkiyi) bile bitirmeye gücünüzün yetmediği, güzel güzel bahçeler meydana getiren mi? Allah’ın yanında başka bir tanrı mı? Hayır; onlar taptıklarını Allah’a eşit tutan bir toplumdur.[60]

Burada da çok yıllık bitki ve bahçelere, ormanlara ekonomik değeri olan çok yıllık tarım bitkilerine kaynaklar olarak atıf vardır. Her bir çok yıllık bitki yem, meyve veya ürün kaynağıdır. Ahşap, kâğıt, odun, lateks… olarak bir kaynaktır.

 

İbrahim 24-25:

أَلَمْ تَرَ كَيْفَ ضَرَبَ اللَّهُ مَثَلًا كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرَةٍ طَيِّبَةٍ أَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِي السَّمَاءِ (24) تُؤْتِي أُكُلَهَا كُلَّ حِينٍ بِإِذْنِ رَبِّهَا وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ

E lem tere keyfe daraballâhu meselen kelimeten tayyibeten ke şeceratin tayyibetin asluhâ sâbitun ve fer’uhâ fis semâ(semâi). Tu’tî ukulehâ kulle hînin bi izni rabbihâ, ve yadrıbullâhul emsâle lin nâsi leallehum yetezekkerûn(yetezekkerûne).

Görmedin mi ki, Allah nasıl bir benzetme verdi: Yararlı bir kelime, yararlı birçok yıllık bitki gibidir ki, onun kökü sabit, dalı ise göktedir. Rabbinin izniyle her zaman ürününü verir. Hatırlayabilsinler diye Allah insanlara böyle benzetmeler verir.

 

İbrahim 26-27:

وَمَثَلُ كَلِمَةٍ خَبِيثَةٍ كَشَجَرَةٍ خَبِيثَةٍ اجْتُثَّتْ مِنْ فَوْقِ الْأَرْضِ مَا لَهَا مِنْ قَرَارٍ (26) يُثَبِّتُ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الْآخِرَةِ وَيُضِلُّ اللَّهُ الظَّالِمِينَ وَيَفْعَلُ اللَّهُ مَا يَشَاءُ (27)

Ve meselu kelimetin habîsetin ke şeceratin habîsetinictusset min fevkıl ardı mâ lehâ min karâr(karârin). Yusebbitullâhullezîne âmenû bil kavlis sâbiti fîl hayâtid dunyâ ve fîl âhırati, ve yudıllullâhuz zâlimîne ve yef’alullâhu mâ yeşâu.

Çirkin bir kelime de, yerden koparılmış, kökü olmayan kötü bir ağaç (doğal kaynağa)a benzer.[26] Allah inananları, dünya hayatında ve ahirette sağlam bir söz üzerinde tutar; zalimleri de saptırır. Allah gerekli gördüğünü yapar.[27]

Burada ise güzel kelimeden kaynaklanan bir devamlılık vardır. Çirkin kelimeden kaynaklanan verimsizlik vardır.

 

Muminun 20:

وَشَجَرَةً تَخْرُجُ مِنْ طُورِ سَيْنَاءَ تَنْبُتُ بِالدُّهْنِ وَصِبْغٍ لِلْآكِلِينَ

Ve şeceraten tahrucu min tûri seynâe tenbutu bid duhni ve sıbgın lil âkilîn(âkilîne).

Keskin kayalıklarda yetişen, yiyenlere yağ ve katık veren bir kaynak (ağaç, çok yıllık bitki) da var ettik [20].

Zeytin ağacı bir ağaç olduğu gibi çok önemli bir yağ kaynağıdır. Yalçın, tarıma uygun olmayan alanlarda da yetişir. Hem besin olarak hem de sabun, ilaç, kozmetik ve diğer maddeler için sanayi ham madde kaynağıdır.

 

Kısacası Kuran’da geçen şecer kökenli kelimeler ağaç, devamlılık arz eden doğal kaynak ve rezerv anlamlarına gelmektedir.

 

 

 Şimdi Nur suresi 35. Ayete tekrar geri dönelim:

Allah göklerin ve yerin aydınlatıcısıdır. O’nun aydınlatıcısının benzetmesi içinde aydınlatma aracı bulunan bir dikkat çekme yerine benzer (deniz feneri gibi). O aydınlatma aracı bir cam içindedir (deniz fenerinin ışık kaynağı), cam ise (ampul) çok çok ışık saçan bir yıldız topluluğu (galaksi) gibidir.

Uzayda ışık saçan yıldız topluluğu (kevkeb) var mıdır? Yani ışık saçan bir galaksi var mıdır?

Uzayda deniz feneri gibi ışık veren milyarlarca yıldızdan oluşmuş (yıldız topluluğu) galaksiler vardır. Hatta bu galaksiler bilinen evrendeki en şiddetli ışık kaynaklarıdır. Güneş’ten en az 2 trilyon kez daha parlaktırlar.  Bu galaksilere Kuasar (quasar) adı verilmiştir.

Quasarlar yakın geçmişe kadar keşfedilememiş çok ilginç göksel yapılardır. Quasar kelimesi Latince "yıldız gibi ışın kaynağı olan” demektir. Bu kelime 1964 yılında türetilmiştir. Bu ayette de " kesinlikle o ışık saçan yıldız topluluğu gibidir” denmektedir. Çünkü kevkeb kelimesi yıldız topluluğu anlamına geldiği gibi yıldız gibi olan anlamına da gelmektedir. Durriyyun kelimesi ise "quasi-stellar radio source" tanımlamasında " radio source" kelimesine karşılık gelmektedir. Radio kelimesi ışın yayan, ışın demeti kaynağı demektir.

Gördüğünüz gibi quasar kelimesi quasi + stellar + radio source kelimelerinden 1964 de türetilmiştir. Bu (1964) yıla kadar dünyada böyle bir kelime yoktur.

Quasi kelimesi ise Latince “gibi” demektir.

Stellar kelimesi ise yıldız, yıldız gibi anlamındadır.

Radio ise ışın demeti demektir. Source kelimesi ise kaynak demektir.

Kısacası quasar kelimesinin anlamı: Yıldız gibi olan ışın kaynağı olan, ışın saçan demektir ki: Quasar kelimesinin açılımı: A quasi-stellar radio source dür.

Nur suresi 35. Ayet:

Allâhu nûrus semâvâti vel ard(ardı), meselu nûrihî ke mişkâtin fîhâ mısbâh(mısbâhun), el mısbâhu fî zucâceh(zucâcetin), ez zucacentu ke ennehâ kevkebun durrîyyun, yûkadu min şeceratin mubâraketin zeytûnetin lâ şarkîyetin ve lâ garbiyyetin, yekâdu zeytuhâ yudîu ve lev lem temseshu nâr(nârun), nûrun alâ nûr(nûrin), yehdîllâhu li nûrihî men yeşâu, ve yadribullâhul emsâle lin nâs(nâsi), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun).

 

1.

allâhu

: Allah

2.

nûru

: aydınlatıcısı

3.

es semâvâti

: gökler

4.

ve el ardı

: ve arz, yeryüzü

5.

meselu

: benzetme

6.

nûri-hi

: onun aydınlatıcısı

7.

ke

: gibi

8.

mişkâtin

: dikkat çekme yeri

9.

fî-hâ

: onun içindedir

10.

mısbâhun

: misbah, lâmba, güçlü aydınlatıcı

11.

el mısbâhu

: güçlü aydınlatıcı (lamba, ampul)

12.

: içinde

13.

zucâcetin

: sırça (cam)

14.

ez zucâcetu

: (o) sırça, (o cam)

15.

ke ennehâ

: kesinlikle o gibidir:          Quasi

 

16.

kevkebun

: yıldız topluluğu, galaksi:  stellar

17.

durrîyyun

: çok çok ışın saçan:            radio source

18.

yûkadu

: yakılır

19.

min şeceratin

: ağaçtan

20.

mubâraketin

: potansiyel

21.

zeytûnetin

: zeytin ağacı, yakıt

22.

lâ şarkîyetin

: doğuda olmayan (bulunmayan)

23.

ve lâ garbiyyetin

: ve batıda olmayan (bulunmayan)

24.

yekâdu

: neredeyse, hemen hemen, kendi kendine

25.

zeytu-hâ

: onun yağı, yakıtı

26.

yudîu

: ışık verir

27.

ve lev

: ve eğer

28.

lem temses-hu

: ona değmez

29.

nârun

: ateş

30.

nûrun alâ nûrin

: aydınlık üzerine aydınlık

31.

yehdîllâhu (yehdî allâhi)

: Allah hidayet eder

32.

li nûri-hi

: onun aydınlatıcısına, kendi nuruna

33.

men yeşâu

: uygun gördüğü kimse

34.

ve yadribullâhul emsâle

: ve Allah benzetmeler verir

35.

lin nâsi (li en nâsi)

: insanlar için,

36.

vallâhu (ve allâhu)

: ve Allah

37.

bi kulli şey'in

: her şeyi

38.

alîmun

: en iyi bilendir.

 

 

 

 

Görüldüğü gibi Ayette geçen Arapça  “ke ennehâ kevkebun durrîyyun” tanımlaması Latince “quasi-stellar radio source” tanımlamasına eşittir. Bu durumda “ke enneha kevkebun durriyyun, kesinlikle o çok ışık saçan yıldız topluluğu gibidir” diye çevrilen kısım kesinlikle quasar olarak çevrilmelidir.

Daha ayrıntılı olarak araştırırsak bu benzetmeyi çok daha iyi kavrayabiliriz. Quasarların yapıları galaksilerle (kevkeb) aynıdır. Evrendeki en parlak cisimlerdir. Enerji kaynakları deniz fenerindeki ampul gibi elektromanyetik enerjidir. Quasarlarda çekim gücünün kara deliğe kıyasla küçük olması nedeniyle madde ve ışık delikte kaybolmamakta ışık yüzeyde takılı kalmaktadır. Bu sayede asılı kalan ışık sayesinde Güneş’ten milyarlarca kez fazla parlaklığa sahiplerdir. Quasarlar öylesine büyüktür ki galaksileri tam tabiriyle öğütecek şekilde dizayn olmuşlardır. Şuan görünen quasarlar ışık hızı ve mesafe hesap edildiğinde 10 milyar yıl önceki hallerini göstermektedir. Quasarlarda da pulsarlarda olduğu gibi ışınım süreklidir ancak bu ışınım dünyadan kesik kesik izlenebildiği için cisim bize periyodik elektromanyetik ışınımlar yapan bir kaynak gibi gözükür. Buna deniz feneri etkisi denmektedir. Quasarlar milyarlarca yıldızdan oluşmaktayken pulsarlar ise tek bir yıldızdır.

Aşağıda  bir deniz feneri ve quasar galaksi resimleri görülmektedir.

 

 

 

 

 

Deniz fenerleri nasıl denizlerde hidayet edep yol gösteren referans noktaları ise quasarlarda gökyüzünde hidayet yani referans noktalarıdır [ The International Celestial Reference System (ICRS) is based on hundreds of extra-galactic radio sources, mostly quasars, distributed around the entire sky].

Deniz fenerleri denizcilerin dikkat ederek (mişkat) yönlerini bulmalarını sağlayan referans kaynaklarıdır. Quasarlar ise astronomların uzayda yollarını bulabilmeleri için dikkat ettikleri referans, yol bulma noktalarıdır. Deniz fenerleri denizcilere yol gösterir, rehberlik yapar. Quasarlar ise astronomlara yol gösterir ve rehberlik yapar. Bunların her ikisi de nur yani ışık saçan aydınlanma kaynaklarıdır. Yolunu arayanların yolunu aydınlatır. Onları ulaşmak istedikleri noktaya iletir. Allah’ın nuru yani hidayet, aydınlatma kaynağı ise Kuran’dır. Allah'ın Nur’u (Kuran) deniz feneri gibi olan, aydınlatan bir yıldız kümesi (quasar) gibidir. Denizlerde hidayet kaynağı deniz fenerleridir. Uzayda ise quasarlardır. Yeryüzünde ise Allah’ın kitabı Kuran’dır. Kuran’da birçok başka ayette Kuran için Allah’ın nuru denmektedir. Onunla uygun gördüğü kimseleri doğru yola iletir.

Bu ayeti yeni bilgilerimizle tekrar tefsir yaparsak:

Allah göklerin ve yerin aydınlatanıdır. O’nun aydınlatma aracının (Kuran) benzetmesi ışık kaynağı quasar olan deniz feneri gibidir. Onun yakıtı ne doğuya nede batıya has olmayan elektromanyetik enerjidir. Aydınlık üstüne aydınlıktır. Allah, uygun gördüğü kimseyi aydınlatıcı, hidayet rehberi Kuran’a iletir. Allah, insanlar için benzetmeler verir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.

Bu ayete Allah’ın nuru Evren’de bulunan en parlak cisim olan quasara benzetilmiştir. Kuran yaklaşık 1400 yıl önce indirilmiştir. Kuran’ı indirenin quasarları ayrıntıları ile bildiği aşikârdır. Daha hikmetli olan ise 1400 yıl önce Kuran’ı indirenin şunları bilmesidir: Bir gün insanoğlu elektriği keşfedecek, Edison ampulü keşfedecek ve bununla çalışan bir deniz feneri yapılacak. Sonra insanlar uzayı araştırmaya başlayacaklar. Hubble teleskopunu uzaya gönderecekler ve bununla evrendeki en parlak cismi saptayacaklar. Ve buna, yeni bir kelime türeterek quasar adını verecekler. İnterneti icat edecekler. Kullardan bir kul bunu Kuran okurken merak edecek ve internet sayesinde keşf edecek. Diğer insanlara duyuracak. Yoksa Allah bunu niye kitabına koyup, nurunun (Kuran'ın) benzetmesi yapsın? Belli ki bu benzetme gelecekte insanlara ayet olsun diye yapılmıştır. Bu ayetle Allah’ın geleceği apaçık bildiği ve her şeyi bildiği gösterilmektedir.

Bazı insanlar diyeceklerdir ki “Ya yarın daha da parlak cisim bulunursa?”. Bu imkânsızdır. Bulunsa dahi bunun daha büyüğü olabilir. Ayrıca bu cisim insanoğlunun keşfedebileceği en parlak cisim olarak kalacaktır. İşte gaybı bilmek diye ben buna derim. Ayette insanların neler icat edip, neler yapacakları ve hatta ne kelimeler türetecekleri dahi Allah tarafından bilindiği anlaşılmaktadır.

Yarabbi vallahi ben senin birliğine ve resulün Muhammed’in peygamberliğine şahitlik edenlerdenim. Sen kendini bildiğin gibi âlimsin, subhansın, hamde layıksın, saygın, değerli büyüksün. Kısacası en güzel isimler senindir.

 

Allah’ın Nur’unda bilimsel bazı gerçeklerden bahsetmişken Kuran’daki birkaç bilimsel gerçekten daha bahsetmek istiyorum. Çünkü okumakta olduğunuz bütün meallerde bunların hiç birini bulamazsınız. Çünkü meal yapanların çoğu zaten bilimsel gerçeklerden çok uzaklardır. Bu nedenle okudukları Kitab’ı dahi anlayamamaktalardır. Aşağıda bunlara örnekler verilecektir.

 

Kuran’da Yerçekimi ve Ağırlık

 

Biraz fizik bilenler ağırlık ve kütle arasındaki farkı bilirler. Ama mealcilerin çoğu bunu bilmez ve her gördüğü kelimeye farklı da olsa “ağırlık” anlamı verirler. Siz de bunu ağırlık olarak okursunuz. Sonra da kafanız karışır.

Kuran’da wzn kökü ( وزن ) 23 kez geçmektedir. İsim olarak ağırlık, fiil olarak ağırlık yapmak, ağır basmak, ağır olmak demektir. Bu nedenle tartı (wezn), tartmak (wezin) anlamları da türetilmiştir. Mevazin ise tartılan şeylerdir. Mizan ise terazi diye çevrilmektedir. Aslında terazi wezn dir. Öyleyse mizan nedir? Mizana “ölçü” anlamı verenlerde vardır. Oysa Kuran’da keyl kelimesi ölçü demektir. Sanırım bu yanlış anlamanın sebebi aşağıda da anlayacağınız gibi mizanın aynı zamanda ağırlık birimi ifade etmesindendir.

Mizan ( الْمِفْعَالَ ) kalıbından ismi alettir. Yani o işi yapan alet ya da şeyi bildirir. Mizan ağırlık yapan, ağırlık oluşturan şey demektir. Tartı ise tartma işlemini yapan aletin adıdır ve Kuran’da elwezin olarak adlandırılmaktadır. Ağırlık yapan ile tartma işlemi yapan karıştırılmamalıdır. Bilindiği gibi iki kollu tartının üç ana parçası vardır. Birinci tartılan şeyin konduğu tartılan kefe, diğeri tartan ağırlığın konduğu tartan kefe ve eşitliği ve eşitsizliği gösteren ayar yani balans kısmıdır. İki kollu terazi ile tartım yapıldığında uzayın herhangi bir gezegeninde aynı sonuçlar elde edilir. Çünkü sonuçta kütleler ölçülmüş olur. Tartan kefenin üzerinde bulunan kilogram birimi bir mizandır. Çünkü tartılan şeyin karşısında ağırlık oluşturur, ağırlık yapar. Terazi demek değildir. Mizan terazide karşı ağırlık oluşturmak için kullanılan birim ağırlıktır,  yani kilogram birimleridir.

Yukarıda 3, 2, 1 kg olan mizanlar görülmektedir.

Mizan kelimesinin diğer bir anlamı daha vardır. İngilizce gravity kelimesinin kök anlamı ağırlık oluşturan güçtür. Bilimsel anlamda ise gravity kelimesi maddeye ağırlığını kazandıran etkileşimdir. Gravity kelimesinin Türkçe karşılığı ise kütle çekimidir. Kütle çekiminin yeryüzündeki adı ise yerçekimidir. Ağırlık, kütle çekimi (yerçekimi) ile oluşturulur. Wzn kökünün anlamı ağırlıktır. Bu nedenle wzn kökünden türeyen mizan ismi alet olarak “ağırlık oluşturan” yani gravity, kütle çekimi demektir.

Konuyu daha iyi anlayabilmek için kütle ve ağırlık arasındaki farkı bilmek gerekir. Kütle ve ağırlık birbirlerinden farklı kavramlara ve özelliklere sahiptir. Ağırlık birimi Newton olan ve yer çekimi tarafından cisme etki eden kuvvet olarak tanımlanırken, kütlenin birimi kilogramdır ve maddenin miktarı veya enerjisi ile ilgili bir büyüklüktür. Günlük kullanımda madde miktarı olan kütle ve maddeye etki eden kuvvet olan ağırlık karıştırılabilmektedir. Örneğin, 1,0 kilogram kütleye sahip bir cisim Dünya yüzeyinde tam olarak 9.81 newtona karşılık gelmektedir. Cismin kütlesi ağırlığa çevrilirken yer çekimi kuvvetiyle çarpılır. Newton birim kuvvetken, kilogram kütlenin birimidir. Cismin kütlesi uzayda her yerde aynı çıkarken, ağırlığı Dünya yerine Mars'ta veya Ay’da ölçülürse yer çekimi düşük olduğundan dolayı daha düşük olacaktır.

 

WZN kökünün geçtiği ayetlerdeki şekline göre anlamaya çalışalım:

Enbiya 47.

وَنَضَعُ الْمَوَازِينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيَامَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْئًا وَإِنْ كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ أَتَيْنَا بِهَا وَكَفَى بِنَا حَاسِبِينَ (47)

Ve nedaul mevâzînel kısta li yevmil kıyâmeti fe lâ tuzlemu nefsun şey’â(şey’en) ve in kâne miskâle habbetin min hardalin eteynâ bihâ, ve kefâ binâ hâsibîn(hâsibîne).

Kıyamet günü standart tartılanları ( her insanın işlediği ameller) ortaya koyarız; hiçbir kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz. Hardal tanesi kadar olsa bile yapılanı ortaya koyarız. Hesap gören olarak biz yeteriz.[47]

Bu ayetten kişilerin yaptıkları iyi ve kötü işlerin kıyamet günü tartılacak malzemeler olarak ortaya konacağı anlaşılmaktadır.

 

Rahman 7:


وَالسَّمَاءَ رَفَعَهَا وَوَضَعَ
الْمِيزَانَ (7)

Ves semâe rafeahâ ve vadaal mîzân(mîzâne).

O, göğü yükseltti; kütle çekimini, ağırlık birimini ortaya koymuştur.[7]

Bu ayette ise uzayda bulunan cisimle arasında belli bir kütle çekimi etkileşimi olduğu anlaşılmaktadır.

Rahman 8:

أَلَّا تَطْغَوْا فِي الْمِيزَانِ (8)

Ellâ tatgav fîl mîzân(mîzâni).

Kütle çekiminde, ağırlık biriminde taşmayın diye.

 

Rahman 9:

وَأَقِيمُوا الْوَزْنَ بِالْقِسْطِ وَلَا تُخْسِرُوا الْمِيزَانَ (9)

Ve ekîmul vezne bil kıstı ve lâ tuhsırûl mîzân(mîzâne).

Tartmayı, tartı aletini standart yapın, kütle çekimini, ağırlık birimini zarara uğratmayın.[9]

 

Araf  8:

وَالْوَزْنُ يَوْمَئِذٍ الْحَقُّ فَمَنْ ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ فَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ (8)

Vel veznu yevme izinil hakk(hakku), fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).

O gün tartı, tartı işi gerçektir. Kimin (sevap) tartılan kefesi kütlesel olarak büyük gelirse, işte onlar kurtulanlardır.[8]

 

 

Araf  9:

وَمَنْ خَفَّتْ مَوَازِينُهُ فَأُولَئِكَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنْفُسَهُمْ بِمَا كَانُوا بِآيَاتِنَا يَظْلِمُونَ (9)

 

Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum bimâ kânû bi âyâtinâ yazlimûn(yazlimûne).

Her kimin de tartılan kefesi hafif gelirse onlar da ayetlerimize zulüm etmiş olmaları sebebiyle nefislerini hüsrana bırakmış kimselerdir.[9]

 

Müminun 102:

فَمَنْ ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ فَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ (102)

Fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).

Tartılan kefeleri kütlesel büyük gelenler, işte onlar başarıya ermiş olanlardır [102].

 

Müminun 103:

وَمَنْ خَفَّتْ مَوَازِينُهُ فَأُولَئِكَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنْفُسَهُمْ فِي جَهَنَّمَ خَالِدُونَ (103)

Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).

Tartılan kefeleri hafif gelenler, işte onlar, kendilerine yazık edenlerdir, cehennemde temellidirler.[103]

 

Karia 6:

فَأَمَّا مَنْ ثَقُلَتْ مَوَازِينُهُ (6)

Fe emmâ men sekulet mevâzînuhu.

Kimin tartılan kefesi kütlesi büyük gelirse.[6]

 

Karia 8:

وَأَمَّا مَنْ خَفَّتْ مَوَازِينُهُ (8)

Ve emmâ men haffet mevâzînuhu.

Tartılan kefesi hafif gelenler ise [8].

 

Hicr 19:

وَالْأَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَأَلْقَيْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ وَأَنْبَتْنَا فِيهَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْزُونٍ (19)

Vel arda medednâhâ ve elkaynâ fîhâ ravâsiye ve enbetnâ fîhâ min kulli şey’in mevzûn(mevzûnin).

Yeri yaydık, oraya kıtalar yerleştirdik, orada ağırlaştırılan her şeyden bitirdik.[19]

 

Enam 152:


وَلَا تَقْرَبُوا مَالَ الْيَتِيمِ إِلَّا بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ حَتَّى يَبْلُغَ أَشُدَّهُ وَأَوْفُوا الْكَيْلَ
وَالْمِيزَانَ بِالْقِسْطِ لَا نُكَلِّفُ نَفْسًا إِلَّا وُسْعَهَا وَإِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُوا وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبَى وَبِعَهْدِ اللَّهِ أَوْفُوا ذَلِكُمْ وَصَّاكُمْ بِهِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ (152)

Ve lâ takrabû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddehu, ve evfûl keyle vel mîzâne bil kıst(kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).

Yetim malına, olgunluk çağına erişene kadar en iyi şeklin dışında yaklaşmayın; ölçüyü ve kütle çekimini, ağırlık birimini standartla yapın. Biz kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükleriz. Konuştuğunuzda, akraba bile olsa sözünüzde adil olun. Allah’ın ahdini yerine getirin. Allah size bunları öğüt almanız için buyurmaktadır.[152]

 

Araf 85:

وَإِلَى مَدْيَنَ أَخَاهُمْ شُعَيْبًا قَالَ يَاقَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُمْ مِنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ قَدْ جَاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ فَأَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْمِيزَانَ وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ أَشْيَاءَهُمْ وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْأَرْضِ بَعْدَ إِصْلَاحِهَا ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ (85)

Ve ilâ medyene ehâhum şuaybâ kâle yâ kavmi’budûllâhe mâ lekum min ilâhin gayruhu kad câetkum beyyinetun min rabbikum fe evfûl keyle vel mîzâne ve lâ tebhasûn nâse eşyâehum ve lâ tufsidû fîl ardı ba’de ıslahıhâ zâlikum hayrun lekum in kuntum mu’minîn(mu’minîne).

Medyen halkına da kardeşleri Şuayb’ı gönderdik, onlara şöyle dedi: «Ey toplumum! Allah’a kulluk edin, O’ndan başka tanrınız yoktur. Rabbinizden size bir belge geldi. Ölçü ve kütle çekimini (ağırlık birimini) standart yapın, insanların eşyasını eksik vermeyin, düzelttikten sonra yeryüzünde bozgunculuk etmeyin; inanıyorsanız bilin ki, bunlar sizin için hayırlıdır.»[85]

 

Hud 84:

وَإِلَى مَدْيَنَ أَخَاهُمْ شُعَيْبًا قَالَ يَاقَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُمْ مِنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ وَلَا تَنْقُصُوا الْمِكْيَالَ وَالْمِيزَانَ إِنِّي أَرَاكُمْ بِخَيْرٍ وَإِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ مُحِيطٍ (84)

Ve ilâ medyene ehâhum şuaybâ(şuayben), kâle yâ kavmi’budullâhe mâ lekum min ilâhin gayruhu , ve lâ tenkusûl mikyâle vel mîzâne innî erâkum bi hayrin ve innî ehâfu aleykum azâbe yevmin muhît(muhîtin).

Medyen’e kardeşleri Şuayb’ı gönderdik. Şöyle dedi: «Ey toplumum! Allah’a kulluk edin; O’ndan başka tanrınız yoktur. Ölçü birimini ve kütle çekimini, ağırlık birimini eksik tutmayın. Kesinlikle ben sizi bolluk içinde görüyorum ve hakkınızda kuşatıcı bir günün azabından korkuyorum.»[84]

 

Hud 85:

وَيَاقَوْمِ أَوْفُوا الْمِكْيَالَ وَالْمِيزَانَ بِالْقِسْطِ وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ أَشْيَاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ (85)

Ve yâ kavmi evfûl mikyâle vel mîzâne bil kıstı ve lâ tebhasûn nâse eşyâehum ve lâ ta’sev fîl ardı mufsidîn(mufsidîne).

«Ey toplumum! Ölçü birimini ve kütle çekimi, ağırlık birimini standart yapın; insanlara eşyalarını eksik vermeyin; yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.»[85]

 

Şura 17:

اللَّهُ الَّذِي أَنْزَلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ وَالْمِيزَانَ وَمَا يُدْرِيكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ قَرِيبٌ (17)

Allâhullezî enzelel kitâbe bil hakkı vel mîzân(mîzâne) ve mâ yudrîke lealles sâate karîb(karîbun).

Gerçekçi Kitap’ı ve kütle çekimini indiren Allah’tır. Ne bilirsin, belki de kıyamet saati yakındır.[17].

 

Hadid 25:

لَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلَنَا بِالْبَيِّنَاتِ وَأَنْزَلْنَا مَعَهُمُ الْكِتَابَ وَالْمِيزَانَ لِيَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِ وَأَنْزَلْنَا الْحَدِيدَ فِيهِ بَأْسٌ شَدِيدٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ وَلِيَعْلَمَ اللَّهُ مَنْ يَنْصُرُهُ وَرُسُلَهُ بِالْغَيْبِ إِنَّ اللَّهَ قَوِيٌّ عَزِيزٌ (25)

Lekad erselnâ rusulenâ bil beyyinâti ve enzelnâ meahumul kitâbe vel mîzâne li yekûmen nâsu bil kıst(kıstı), ve enzelnâl hadîde fîhi be’sun şedîdun ve menâfiu lin nâsi ve li ya’lemallâhu men yansuruhu ve rusulehu bil gayb(gaybi), innallâhe kavîyyun azîz(azîzun).

Mutlaka resullerimizi açıklamalarla göndermişizdir. Ve onlarla birlikte kitabı ve standardı yerine getirmeleri için ağırlık birimini indirdik. Ve içinde şiddetli dayanıklılık ve insanlar için faydalar olan demiri indirdik. Ve gaybında ona ve resulüne destek olan kişiyi Allah’ın bilmesi için. Kesinlikle Allah kuvvetlidir, yaptırım gücü olandır.

 

Kehf 105:

أُولَئِكَ الَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ رَبِّهِمْ وَلِقَائِهِ فَحَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فَلَا نُقِيمُ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَزْنًا (105)

Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).

Onlar, o kimselerdir ki, Rablerinin ayetlerini ve ona mülakat vermeyi inkâr ettiler. Onların amelleri boşa gitmiştir. Artık Kıyamet günü onlar için bir tartım oluşturmayacağız.[105]

 

İsra 35:

وَأَوْفُوا الْكَيْلَ إِذَا كِلْتُمْ وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَقِيمِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلًا (35)

Ve evfûl keyle izâ kiltum vezinû bil kıstâsil mustekîm(mustekîmi), zâlike hayrun ve ahsenu te’vîlâ(te’vîlen).

Bir şeyi ölçtüğünüz zaman, ölçmeyi tam yerine getirin, doğru standart birimle tartın. Böyle yapmak, sonuç itibariyle daha güzel ve daha iyidir.[35]

 

Şuara 182:

وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَقِيمِ (182)

Vezinû bil kıstâsil mustekîm(mustekîmi).

Doğru olan standart birimle tartın.

 

Mutaffifun 3:

وَإِذَا كَالُوهُمْ أَوْ وَزَنُوهُمْ يُخْسِرُونَ (3)

Ve izâ kâlûhum ev vezenûhum yuhsirûn(yuhsirûne).

Ölçtüklerinde ve tarttıklarında hasara uğratırlar.

 

Kuran’da Kütle ve “Tanrı Parçacığı”

Yukarıda Kuran’da geçen bilimsel anlamda ağırlık anlamına gelen kelimeden bahsetmiştim. Şimdi ise farklı anlamda olan sql kelime kökünden bahsetmek istiyorum.

Madde atomlardan oluşur. Atomlar da kabaca proton, nötron ve elektrondan oluşur. Onlarda fermiyon ve bozonlardan oluşur. Tanrı parçacığı veya bilimsel adı ile Higgs bozonu maddeye kütle kazandıran oluşumdur. Higgs bozonu kısaca enerjinin yoğunlaşıp bir kütle kazandığı noktadır. Madde olan fermionlara kütlesini kazandıran şeyin Higgs bozonu olduğu yeni ispatlanmıştır (14. Mart. 2013).

Bildiğiniz gibi Kuran’da “tane, parcacık” anlamı verilen beş adet kelime vardır. Bunlar

Nüve:  Kökü NWY dir. Canlılar için kullanılmıştır. Çekirdek anlamına gelmektedir. Habbe: Kökü HBB dir. Bitkiler için kullanılmıştır. Tane anlamına gelmektedir. Qitmir: Kökü QTıMR dir. Kırıntı, bir şeyin parçacığı (molekül) anlamına gelmektedir. Naqr: Kökü NQR dir. Fiil olarak bir şeyi temel yapısı dâhil bozmak, yıkmak anlamına gelmektedir. İsim olarak temel yapı taşı anlamında atom demektir. Zerre: Kökü ZRR dir. “En küçük tanecik” anlamındadır. Konumuz ile ilgili olan veya en azından benim bu şekilde düşündüğüm Higgs bozonunun karşılığı budur. Çünkü zerre kelimesi Kuran’da altı kez geçmektedir. Her geçtiğinde "kütle yapan, kütle oluşturan" anlamına gelen misqal (SQL) kelimesi ile birlikte “misqale zerretin” kalıbı ile bulunmaktadır. Sql kelimesi kütle anlamına gelmektedir. Misqal ise kütle yapan, kütle oluşturan demektir. Kısacası "misqale zerretin" kütle yapan en küçük tanecik anlamına gelmektedir. Bu gün fizik biliminde “kütle yapan, kütle oluşturan en küçük tanecik tanımlamasının karşılığı “Higgs bozonu” ya da popüler adı ile “Tanrı parçacığı ”dır. Tanrı parçacığının geçtiği bu ayetler:

Nisa 40:

إِنَّ اللَّهَ لَا يَظْلِمُ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ وَإِنْ تَكُ حَسَنَةً يُضَاعِفْهَا وَيُؤْتِ مِنْ لَدُنْهُ أَجْرًا عَظِيمًا

İnnallâhe lâ yazlimu miskâle zerreh(zerretin), ve in teku haseneten yudâıfhâ ve yu’ti min ledunhu ecran azîmâ(azîmen).

Kesinlikle Allah kütle yapan tanecik kadar zulüm yapmaz. Ve eğer iyilik olsa onu kat kat arttırır ve yapana büyük karşılık verir.[40]

 

Yunus 61:

وَمَا تَكُونُ فِي شَأْنٍ وَمَا تَتْلُو مِنْهُ مِنْ قُرْآنٍ وَلَا تَعْمَلُونَ مِنْ عَمَلٍ إِلَّا كُنَّا عَلَيْكُمْ شُهُودًا إِذْ تُفِيضُونَ فِيهِ وَمَا يَعْزُبُ عَنْ رَبِّكَ مِنْ مِثْقَالِ ذَرَّةٍ فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي السَّمَاءِ وَلَا أَصْغَرَ مِنْ ذَلِكَ وَلَا أَكْبَرَ إِلَّا فِي كِتَابٍ مُبِينٍ

Ve mâ tekûnu fî şe'nin ve mâ tetlû minhu min kur'ânin ve lâ ta'melûne min amelin illâ kunnâ aleykum şuhûden iz tufîdûne fîhi ve mâ ya'zubu an rabbike min miskâli zerretin fîl ardı ve lâ fîs semâi ve lâ asgara min zâlike ve lâ ekbere illâ fî kitâbin mubîn(mubînin).

Ne zaman sen bir işte bulunsan, ne zaman Kur’an’dan bir şey okusan ve siz ne zaman bir iş yaparsanız, o işe daldığınız zaman biz mutlaka üstünüzde şahidizdir. Yerdeki ve gökteki kütle oluşturan en küçük tanecik Rabbinden kayıp durumda değildir. Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü yoktur ki apaçık kitapta bulunmasın.

 

Sebe 3:

وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لَا تَأْتِينَا السَّاعَةُ قُلْ بَلَى وَرَبِّي لَتَأْتِيَنَّكُمْ عَالِمِ الْغَيْبِ لَا يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِي السَّمَوَاتِ وَلَا فِي الْأَرْضِ وَلَا أَصْغَرُ مِنْ ذَلِكَ وَلَا أَكْبَرُ إِلَّا فِي كِتَابٍ مُبِينٍ

Ve kâlellezîne keferû lâ te’tînâs sâatu, kul belâ ve rabbî le te’tiyennekum âlimil gaybi, lâ ya’zubu anhu miskâlu zerretin fîs semâvâti ve lâ fîl ardı ve lâ asgaru min zâlike ve lâ ekberu illâ fî kitâbin mubîn(mubînin).

İnkâr edenler: «Bize o saat gelmez.» dediler. De ki: «Aksine, gaybı bilen Rabbim için kıyamet size mutlaka gelecektir. Göklerde ve yerde kütle oluşturan en küçük tanecik onun farkındalığından kaçamaz. Bundan daha küçük ve daha büyük olsun, hepsi açık bir kitaptadır ».

 

Sebe 22:

قُلِ ادْعُوا الَّذِينَ زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ لَا يَمْلِكُونَ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ فِي السَّمَوَاتِ وَلَا فِي الْأَرْضِ وَمَا لَهُمْ فِيهِمَا مِنْ شِرْكٍ وَمَا لَهُ مِنْهُمْ مِنْ ظَهِيرٍ

Kulid’ûllezîne zeamtum min dûnillâhi, lâ yemlikûne miskâle zerratin fîs semâvâti ve lâ fîl ardı ve mâ lehum fîhimâ min şirkin ve mâ lehu minhum min zahîrin.

De ki: Allah’tan başka iddia ettiklerinizi çağırın. Onlar göklerde de ve yeryüzünde de kütle oluşturan en küçük taneciğe malik değillerdir. Onların bu ikisinde hiç bir ortaklığı yoktur. Ve O’nun bunlardan hiç bir arka çıkanı da yoktur.

 

Zilzal 7:

فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ

Fe men ya’mel miskâle zerratin hayran yerahu.

Kim kütle yapan tanecik kadar iyilik yaptı ise onu görür.[7]

Zilzal 8:

وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ

Ve men ya’mel miskâle zerratin şerran yerahu.

Kim de kütle yapan tanecik kadar kötülük yaptı ise onu görür.[8]

 

 

Kuran’da El Hadid suresi, Hadid (Demir Elementi) ve Bismillahirrahmanirrahim İlişkisi!

 Bilindiği gibi “Kuran’da 114 sure vardır” derler. Her surenin başında “Bismillahirrahmanirrahim” bulunur. Fakat bu surelerin birinde yani Tevbe suresinin (9.sure?) başında “Bismillahirrahmanirrahim” cümlesi yoktur. Çünkü bu sure aslında 8. Sure olan Enfal suresinin devamı olarak değerlendirilmiştir. Sure ve ayetlerin yer ve sırası değişmemesine rağmen sure ve ayetlere numara vermek peygamberden çok sonraları olmuştur. Kimileri Tevbe suresini ayrı bir sure olarak kabul ederek 9. Sure demişlerdir. Kimileri Fatiha suresinin başındaki besmeleyi 1. Ayeti olarak saymış, kimisi ise her surenin başında ki besmeleyi 1. Ayeti olarak saymıştır. Tartışmalar sürerken bugün genel kabul “ Kuran’da 114 sure vardır” şeklindedir. Yani Tevbe suresi başında besmele olmamasına rağmen 9. Sure olarak kabul edilmiştir. Bu düşüncenin yanlış olduğunu düşünüyorum.

Neden?

Yukarıdaki ayetlerden Kuran’ın zaman içinde bilimle açıklanacağı anlaşılmaktadır. Acaba besmele muamması da bilimle açıklanabilir mi? Yani besmele her surede ilk ayet midir? Yoksa değil midir?

Hadid kelimesi Arapça demir demektir. Demir elementini ifade etmektedir. Kuran’da El hadid yani demir adında bir sure vardır. Bu sure adı iki anlama gelmektedir. Birincisi bir surenin adıdır. İkincisi demir elementinin adıdır. Bu arada şunu unutmamak gerekir. Allah hiçbir şeyi tesadüfen yapmaz. Her şeyi ilim ve hikmetle yapar.

Hadid suresi demir elementinin kimyasal özelliklerini bilmeyen ve besmeleyi ayet kabul etmeyenlerce yapılmış sure ve ayet numaralamasına göre 57. Suredir. Yine bunlara göre Hadid suresinin 25. Ayetinde “ El hadid”, demir kelimesi geçmektedir ve El hadid suresinin toplam 29 ayeti vardır?

Hadid suresi 25.(?) Ayet:

لَقَدْ أَرْسَلْنَا رُسُلَنَا بِالْبَيِّنَاتِ وَأَنْزَلْنَا مَعَهُمُ الْكِتَابَ وَالْمِيزَانَ لِيَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِ وَأَنْزَلْنَا الْحَدِيدَ فِيهِ بَأْسٌ شَدِيدٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ وَلِيَعْلَمَ اللَّهُ مَنْ يَنْصُرُهُ وَرُسُلَهُ بِالْغَيْبِ إِنَّ اللَّهَ قَوِيٌّ عَزِيزٌ

 Lekad erselnâ rusulenâ bil beyyinâti ve enzelnâ meahumul kitâbe vel mîzâne li yekûmen nâsu bil kıst(kıstı), ve enzelnel hadîde fîhi be’sun şedîdun ve menâfiu lin nâsi ve li ya’lemallâhu men yensuruhu ve rusulehu bil gayb(gaybi), innellâhe kavîyyun azîz(azîzun).

Mutlaka resullerimizi açıklamalarla göndermişizdir. Ve onlarla birlikte kitabı ve standardı yerine getirmeleri için ağırlık birimini indirdik. Ve içinde şiddetli dayanıklılık ve insanlar için faydalar olan demiri indirdik. Ve gaybında ona ve resulüne destek olan kişiyi Allah’ın bilmesi için. Kesinlikle Allah kuvvetlidir, yaptırım gücü olandır.

Bu ayette geçen “El qıst” standart demektir. Genellikle adalet şeklinde tercüme edilir. Oysa Kuran’da adalet kelimesi “adl” dir. Birçok ayette qıst ve adalet kelimesi birlikte geçmektedir. Bu bilgi bile qıst ve adalet kelimelerinin aynı anlamda olmadığını göstermekte yeterlidir.

Bu ayete göre El hadid suresi ve demir elementi ile standart ağırlık birimi indirilmiştir. Güncel hayattaki ağırlık için hadid (demir elementi) ile standart ağırlık birimi indirilmiştir. Kuran’daki standart ağırlık birimi için ise El hadid yani Demir suresi ve ayeti indirilmiştir.

Nasıl?

Demir elementi izotoplarının yaklaşık %92 demir 56, %6 demir 54, % 2,2 demir 57, %0,3 demir 58 dir. Bilindiği gibi demirin atom ağırlığı 56 dır. Periyodik cetvelde ki sırası 26 dır. Yani demirin proton sayısı 26 adettir. Demirin Nötron sayısı ise 30 dur. 30 + 26 =56 dır. Demiri Allah yaratmıştır. Kuran’ı ve El hadid, Demir suresini de Allah indirmiştir.

Aşağıda elementlerin bulunduğu periyodik cetvelde “Hadid, demir” elementinin yeri gösterilmektedir. Demir elementi Fe (Latince ferrum kelimesinin kısaltması) 26 atom numarası ile gösterilmiştir.

Eğer Bismillahirrahmanirrahim cümlesi kıstas olarak ve Kuran’da bulunan sure sıralaması “ Bismillahirrahmanirrahim” ile başlayan sureler olarak alınırsa El hadid suresi 56. sure olacaktır. Bu bize hadid yani demirin atom kütlesini verecektir. Yine El hadid suresinin başında bulunan “Bismillahirrahmanirrahim” surenin 1. Ayeti olarak kabul edilirse hadid kelimesi 25. Ayette değil, 26. Ayette geçecektir. Bu da bize demirin atom numarası verecektir. Ve yine “El hadid”  suresinin başındaki besmele 1. Ayet olarak kabul edilirse 29 ayet var denen “El hadid” suresi 30 ayet olacaktır. Bu da demirin nötron sayısını verecektir.

Bütün bunlardan sonra her surenin başındaki besmeleyi 1. Ayet olarak kabul etmek gerektiği bilimsel olarak ortaya çıkmaktadır. Çünkü Kuran’daki numaralama ve “Bismillahirrahmanirrahim” cümlesinin bir ayet olduğu bilimsel olarak açıkça ortaya çıkmıştır. Böylece bilimsel olarak “Kuran’da aslında “Bismillahirrahmanirrahim” ile başlayan 113 sure vardır. Tevbe suresi Enfal suresinin bir devamıdır” diyebiliriz.

Bu bilgilerden sonra surelerin başında bulunan "Bismillahirrahmanirrahim" cümlesini 1. ayet olarak kabul etmek zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Bu da şu anlama gelmektedir: Namazda sure okunurken birinci ayet olan "Bismillahirrahmanirrahim" cümlesi mutlaka okunmalıdır. Aksi takdirde surenin birinci ayeti okunmamış olmaktadır.

Böylece 21. yüzyılda "Surelerin başındaki besmele ayet midir?" sorusunun cevabı ortaya çıkmıştır. Evet, Her surenin başında bulunan "Bismillahirrahmanirrahim" surenin birinci ayetidir. Bu çok karışık olan rivayetlere göre yapılmış olmayan, ilmi yaklaşımla yapılan bir tefsirdir.

Ayrıca ayette “Demiri indirdik” denmektedir. Bu demirin Dünya yaratıldıktan sonra yeryüzüne indirildiğini ifade etmektedir. Çünkü demir Dünya’nın yapısında ve toprakta, Dünya’nın yaratılmasından itibaren bulunmasına rağmen, bu demirin çoğu Dünya kor halindeyken ağırlığı nedeniyle Dünya’nın çekirdeğine çökmüştür. İnsanların demir madeni olarak kullandıkları demir dünyanın yaratılmasından çok sonraları meteorlar olarak yeryüzüne indirilmiştir (en eski dönem 3700 milyon yıl önce, yani dünyanın yaratılmasından 1 milyar yıl sonra). Bu demire “meteorit demiri” denir. Yani insanların kullanıp alet yaptıkları demir meteorit demiridir.

 

Kuran’da Arş Kelimesi

 

Arş kelimesinin anlamı üzerine birçok tanımlamalar yapılmıştır. Bu tanımlamaların birçoğu yanlıştır. Bu yanlış tanımlamalar ile yapılan mealler (özellikle El arş kelimesine taht anlamı verilmesi) aşırı rahatsız edici olduğundan doğrusunu araştırma ihtiyacı hissetim. Bu amaçla bir araştırma yaptım. Bunun sonuçlarını sizlerle paylaşmak istiyorum.

 Arş kelimesi üzerine Diyanet İşleri’nin yaptığı tanım şu şekildedir: Gölgelik, çardak, ev, taht vb. şey yapmak, ikâmet etmek, borçluyu sıkıştırmak, meyletmek ve sapmak anlamlarındaki "a-r-ş" kökünden gelen arş kelimesi sözlükte, mülk, izzet, şeref, şöhret, saltanat, iktidar; çadır, ev tavanı ve padişah tahtı; zü'l-arş ise arş sahibi demektir.

"Arş" kelimesi Kur'ân'da 26 ayette geçmiştir.

"İstivâ" sözlükte müsâvi olmak, karar kılmak, kararını bulmak, yükselmek, yüksek olmak, üstün olmak, istila etmek anlamlarına gelir. "Arş", bütün âlemi kuşatan, mahiyetini insan aklının kavrayamadığı, altında gökler, cennet, sidre ve kürsü bulunan bir varlıktır.

Allah'ın arşa istivâsını selef âlimleri yorumlamadan kabul edip îmân etmişlerdir. İmam Mâlik, "İstivâ malum, keyfiyeti gayr-i ma'kul, buna îman vacîp ve bundan sual etmek bid'attir" demiştir. Hanefî bilginler, "Arş üzerine istivâ, Allah'ın bila keyf bir sıfatıdır" demişlerdir.

Allah'ın arşa istivasını yorumlayanlar bununla, Allah'ın yaratıkları hükmü altına almasının, onları muntazaman yönetmesinin, istila etmesinin, zaman ve makamdan münezzeh ve yüce olmasının kastedildiğini söylemişlerdir. (İ.K.)

   Yukarıdaki yorumda birçok yanlışlar ve doğrular vardır. Bunun sebebi “arş” kelimesinin gerçek anlamını tam olarak kavrayamamaktan kaynaklanmaktadır.

Arapça çok kısa sürede ortaya çıkmış bir dil değildir. Binlerce yıl öncesine dayanan bir mazisi vardır. Üstelik binlerce yıllık en eski yazılı kaynağı olan bir dildir. Kelimelerin de öyledir. Akadça bu günkü Arapçanın atası sayılır. Bu dilde “arş” kelimesine benzeyen bir kelime var mıdır? Varsa bu kelime nedir? Ve ne anlamlar yüklenmiştir? Bu anlamlar Kuran’da geçen arş kelimesinin yerlerine konduğunda uygun olabilmekte midir? Yoksa anormal bir anlam mı oluşmaktadır?

Evet, vardır, Akadça’da bulunan ve “farşu” denen bir kelime “arş kelimesine hem ses hem de anlam olarak benzemektedir.

Bu parşu (arş) kelimeye var olmak, ritüel yapmak, kozmik yönetmelik, ilahi kozmik aktivite yapmak, ahlaki yönetmelik koymak ve bununla ilgili olan ofis (bina, yapı) anlamları verilmiştir.

Kelimeyi anlayabilmek için Sümer şehir devlet yapısını bilmek gerekir. Çünkü Akadlar bu tip kavramları Sümerlerden almışlardır. Sümer şehir devletleri teokratik sosyalizm ile yönetilen devletlerdir.  Devletin başında bir yönetici yani kral vardır. Fakat onun da üstünde “akil kişiler” (parsumu) veya rahipler tarafından oluşturulan kutsal bir kadro vardır. Kralın hangi kurallara göre davranması gerektiğini bu kadro belirlemektedir. Yani anayasa kurallarını belirleme ve dinsel ritüelleri yönetmek bu gurubun egemenliğindedir. Bu grubun yaptığı iş “farşu” dur. Yine bu tip kuralların ya da yönetmeliklerin gerçekleştirildiği yerler de “farşu” dur. Yani arş dır.

Kısacası farşu kelimesinin asıl anlamı: Temel kural, yönetmelik ve bu kuralların belirlendiği yapıdır. Bu günkü popüler deyimle “kozmik bina, oda” demektir.

Bu yerler antik toplumlarda tapınaklardır. Sümer’de zigguratlardır, Sebe melikesinin ülkesinde ise deffufalar dır. Deffufalara aşağıda ayrıntılı olarak değinilecektir.5

Farşu kökenli kelimeler Latinceden dilimize geçmiş olsa da halen yaygın olarak kullanılmaktadır. Bunun en belirgin örneği monarşi, oligarşi, anarşi, hiyerarşi kelimeleridir. Bu kelimelerin kökenini oluşturan farşu kelimesi Akadçadan Yunancaya archo, Yunancadan Latinceye archi olarak geçmiştir. Anlamı başlamak, liderlik yapmak, yönetmek, hükmetmektir. Archi ön ek olarak geldiğinde şef, en yüksek, en önemli ve en kıdemli anlamlarına gelmektedir. Archon yönetici, baş hâkim, efendi, Yunan şehir yönetiminde bulunan dokuz kişiden her biri demektir. Archangel en yüksek rütbeli meleklerdir.

Arch aynı zamanda yapı, kemer (architecture) demektir. Eski Yunan ve Latin dillerinde olduğu gibi günümüz İngilizcesinde de Arş kelimesi genel olarak yapı ve yönetim anlamında kullanılmıştır.

Arş kelimesini daha iyi anlayabilmemiz için evren kelimesinin içerdiği iki terimi de bilmek gerekir. Evren kelimesinin batı dillerinde iki karşılığı vardır. Birincisi Universe: Var olanın toplamı anlamına gelmektedir. İkinci terim cosmos düzenli, ahenkli sistem anlamına gelmektedir. Kozmoloji evrendeki uyumlu işleyişi atom altı parçacıklardan yani kuarklardan başlayıp galaksilere kadar olan tüm evrenin uyumlu işleyişini inceleyen bilimdir. Kozmos eski İran dini olan Mazdaizm de asha/arta olarak bilinir. Eski Mısır ve Gnostisizm’de adı ogdoad; Yahudilikte araboth olarak isimlendirilir. Bize öğretilen ve Evren, Kozmos anlamında kullanılan kâinat kelimesi ise Kuran’da yoktur.

Eski Arapça sözlükler dikkatlice incelendiğinde ve Kuran’da arş kelimesinin geçtiği ayetler düşünüldüğünde; arş kelimesinin yapı ve yönetim veya yönetim yapısı anlamına geldiği görülecektir. Mesela sözlükte şu anlamlar verilmiştir: Gölgelik, çardak, ev, taht vb. şey yapmak, ikâmet etmek, borçluyu sıkıştırmak, meyletmek ve sapmak anlamlarında. Kısacası bu kelimelerin özeti yapı ve yaptırımdır.

Bu bilgilerden sonra arş kelimesinin geçtiği ayetleri yeniden çevirmeye çalışalım. Parantez içindeki meal eski mealdir. Mealde evren kelimesi yerine kozmos kelimesi kullanmamın nedeni kozmos kelimesinin düzen ve düzenlemeyi yani bir yönetimsel sistemi ifade etmesidir.

 Bakara 259: Yahut görmedin mi o kimseyi ki, temel yapıları (evlerinin duvarları çatıları üzerine) çökmüş (alt üst olmuş)) bir kasabaya uğradı; «Ölümünden sonra Allah bunları nasıl diriltir acaba!» dedi. Bunun üzerine Allah onu öldürüp yüz tarihi sene bıraktı; sonra tekrar diriltti. Ne kadar kaldın? dedi. «Bir gün yahut daha az» dedi. Allah ona: Hayır, yüz tarihi sene kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamıştır. Eşeğine de bak. Seni insanlara bir ibret kılalım diye (yüz sene ölü tuttuk, sonra tekrar dirilttik). Şimdi sen kemiklere bak, onları nasıl düzenliyor, sonra ona nasıl et giydiriyoruz, dedi. Durum kendisince anlaşılınca: Şimdi iyice biliyorum ki, Allah her şeye kadirdir, dedi.[259]

Enam 141: Yapılandırılmış ve yapılandırılmamış (çardaklı ve çardaksız) bağları, tatları değişik ekin ve hurmaları, zeytin ve narı, birbirine benzer ve benzemez şekilde yaratıp yetiştirmiş olan O’dur. Her biri mahsul verdiği zaman, mahsulünden yiyin, hasat edildiği gün de, hakkını verin ve israf etmeyin. Çünkü O; israf edenleri sevmez.[141]

Araf 54: Muhakkak ki sizin Rabbiniz; gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Kozmos’a (Arş’a) hükmeden Allah’tır. Gündüzü; durmadan kovalayan gece ile bürür. Güneş, Ay ve gök cisimleri O’nun emri ile müsahhar kılmışlardır. Bilin ki; yaratma da, emir de O’nundur. Âlemlerin Rabbi olan Allah potansiyel kılandır.[54]

Allah’ın istiva ettiği arş denince benim anladığım şudur: Kuantum cisimciklerinden, atomlardan bütün evreni oluşturan yapılara kadar var olan şeylerin nasıl var olacakları ve nasıl davranacaklarını belirleyen kurallar ve yönetmeliklerdir.  Mesela hangi kuark dalgacıkları nasıl bir özellik taşıyacaktır. Hangileri bir araya gelip bir proton oluşturacaktır? Hangileri bir araya gelip bir nötron oluşturacaktır? Veya hangi atomlar bir biri ile etkileşecek ve ne gibi bir bileşik olacaktır? Veya yıldızlar, galaksiler, gezegenler hangi kullarla göre davranacaktır? Kütle çekim kuvveti, elektromanyetik alan hangi kurallara göre davranacaktır? Işık hangi özelliklere sahip olacaktır? Ne zaman bir tanecik gibi davranacak? Ne zaman dalga gibi davranacak? Dünyadaki yaşam ve ölüm, üreme hangi kurallara göre oluşacaktır? Bu soruların sonu gelmez! İşte bu varoluşun bütün kanunları “Allah’ın sahibi olduğu arş yönetimi (temel yapı ve yönetim kuralları) içindedir.

Yine bütün yaratılan şeyler zaman ve mekânın olmadığı bir şeyin içindedir. Bu nedenle Allah’ın arşı için bir lokalizasyon tanımlamak imkansız dır. Onu zaman ve mekânla sınırlamak mümkün değildir. Her oluşumun zaman ve mekânsızlığa açılan bir yapısı vardır. Bu yapı kuantum yapısıdır. Kuantum yapısındaki arş kuralları, bildiğimiz zaman ve mekâna bağlı değildir. Bir şey her an her yerde olabilir. Ama Kozmos, kozmosu var eden ihtimallerin hep bir arada olduğu durumdur.

 

Araf 137: Ve o zayıf görülen kavmi de elverişli kıldığımız ülkenin doğusuna ve batısına mirasçı yaptık. Ve böylece Rabbinin, İsrailoğullarına olan o güzel kelimesi, sabırları sebebiyle gerçekleşti. Firavun ile toplumunun uygulama ve temel oluşumlarının ardını kestik (yaptığını ve yükselttiklerini) yıktık.[137]

Tevbe 129: Eğer yüz çevirirlerse de ki: «Allah bana yeter; O’ndan başka tanrı yoktur, yalnız O’na güveniyorum; O büyük Kozmos’un (arşın) Rabbidir.»[129]

Yunus 3: Kesinlikle sizin Rabbiniz gökleri ve yeri altı dönemde yaratıp sonra Kozmos’a (arşa) hükmeden, işi düzenleyen Allah’tır, izni olmadan kimse şefaat edemez. İşte Rabbiniz olan Allah budur. O’na kulluk edin. Nasihat dinlemez misiniz?[3]

Hud 7: Kozmos’u (arş) belirsizlik üzere, hanginizin daha güzel işi işleyeceğini ortaya koymak için, gökleri ve yeri altı dönemde yaratan O’dur. Ve eğer, «Siz gerçekten, ölümden sonra dirileceksiniz» desen, inkâr edenler: «Bu, apaçık bir sihirden başka bir şey değildir» derler.[7]

Yusuf 100: Ana babasını yönetiminin üstünde tuttu (Ana babasını tahtın üzerine oturttu), hepsi onun önünde eğildiler. O zaman Yusuf: «Babacığım! İşte bu, vaktiyle gördüğüm rüyanın çıkışıdır; Rabbim onu gerçekleştirdi. Şeytan, benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, beni hapisten çıkaran, sizi çölden getiren Rabbim bana pek çok iyilikte bulundu. Doğrusu Rabbim dilediğine lütufkârdır, O kesinlikle bilendir, Hâkim’dir» dedi.[100]

Burada  وَرَفَعَ أَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ  demek anne babasını yöneticiliğinin üstünde tuttu demektir. Yani onlara vezir olmasına rağmen hürmette kusur etmedi demektir.

Rad 2: Gökleri, gördüğünüz gibi, direksiz yükselten, sonra Kozmos’u düzenleyen (arşa hükmeden), her biri belli bir süreye kadar hareket edecek olan Güneş ve Ay’ı buyruğu altına alan, işleri yürüten, ayetleri uzun uzun açıklayan Allah’tır; ola ki Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanırsınız.[2]

Nahl 68: Senin Rabbin bal arısına şöyle vahyetti: Dağlardan, ağaçlardan ve temel olarak yapılandırılanlardan (insanların kuracakları kovanlardan) kendine evler edin.

İsra 42: De ki: «Eğer onunla beraber, dedikleri gibi tanrılar olacak olsa idi, o takdirde Kozmos (Arş) un sahibine elbette bir yol ararlardı.»[42]

Kehf 42: Derken serveti yok edildi. Bunun üzerine bağına yaptığı masraflara karşı ellerini ovuşturmaya başladı. Bağın temel yapıları (çardakları üzerine) yıkılmış kalmıştı, «Ah Keşke Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmasaydım» diyordu.[42]

Taha 5: Rahman Kozmos’a (arşa) hükmetmektedir.[5]

Enbiya 22: Eğer yerle gökte Allah’tan başka tanrılar olsaydı, ikisi de bozulurdu. Kozmos’un (Arşın) Rabbi olan Allah, onların vasıflandırdıklarından münezzehtir.[22]

Hac 45: Nice kasabaların halkını haksızlık yaparken yok ettik. Artık temel yapıları (çatıları) çökmüş, kuyuları terk edilmiş, sarayları bomboş kalmıştır.[45]

Müminun 86: «Yedi göğün Rabbi, yüce Kozmos’un (arşın) da Rabbi kimdir?» de.[86]

Müminun 116: Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. O’ndan başka tanrı yoktur. O, yüce Kozmos’un (arşın) Rabbidir.[116]

Furkan 59: Gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratan sonra da Kozmos’a (arşa) hükmeden Rahman’dır. Bunu bir bilene sor.[59]

Neml 23: Sebe halkını bir kadın hükümdarın yönettiğini gördüm. Kendisine her türlü imkân verilmiş. Onun güçlü bir yönetimi olduğu gibi pek büyük bir yönetim yapısı (tahtı) da var.[23]

Burada geçen arş kelimesine de sürekli “taht” anlamı verilmektedir. Oysa burada asla taht anlamında bir kelime yoktur.

Sebe melikesine “Senin arşında böyle midir?” diye sorulduğunda kast edilen aslında onların yönetim binası ve tapınak olarak kullandıkları binadır (deffufa).  Taht değildir. Arş kelimesini iyi anlayamayanlar buna taht anlamı vermişlerdir. Oysa ayetlerden bunun taht değil de bina olabileceğini apaçık anlaşılmaktadır.

Nasıl?

Bu amaçla ayetleri düşünerek değerlendirelim!

Neml suresi 29-33 ( Bu meallerde arş kelimesine yanlış olarak taht anlamı verilmiştir. Bu çeviri benim değildir. Diğer başka çevirilerdir):

: (Hükümdar olan kadın) Dedi ki: «Ey ileri gelenler! Kesinlikle bana, çok şerefli bir mektup bırakıldı.»[29] «O kesinlikle, Süleyman tarafından ve kesinlikle o, ’Rahman, Rahîm olan Allah’ın ismiyle’ (başlanarak) yazılmıştır.»[30] (Şöyle ki:) «Bana karşı büyüklenmede bulunmayın ve bana müslümanlar olarak geliniz.»[31] Dedi ki: «Ey ileri gelenler! Bu işim hakkında bana fetva veriniz. Siz hazır bulununcaya değin ben bir işimi kestirmiş değilim.»[32] Dediler ki: «Biz kuvvet sahipleriyiz ve şiddetli bir azim sahipleriyiz ve emir sana aittir. Artık bak, ne emredeceksen.»[33]

Bu ayetlerde Sebe Kraliçesinin akil kişilerinden, ileri gelenlerinden yani archonlarından bahsedilmektedir. Yani deffufa da bulunan ihtiyar heyeti veya rahiplerdir. Bu bakımdan deffufa bir yönetim yapısı yani bir arş tır. Burada verilmese de diğer ayetlerden Süleyman peygamberin de bir archonlar heyetinin ve arşının olduğu anlaşılmaktadır.

Neml 41-44 :(Süleyman devamla) dedi ki: «Onun tahtını (?) bilemeyeceği bir vaziyete sokun; getirin bakalım tanıyabilecek mi, yoksa tanıyamayanlardan mı olacak?»[41] Melike gelince, «Senin tahtın? da böyle mi?» dendi. O şöyle cevap verdi: «Tıpkı o! Zaten bize daha önce bilgi verilmiş ve biz teslimiyet göstermiştik.»[42] O’nu, Allah’tan başka taptığı şeyler alıkoymuştu. Çünkü kendisi inkârcı bir kavimdendi.[43] Ona «köşke gir!» dendi. Melike onu görünce derin bir su sandı ve eteğini çekti. Süleyman «Bu billurdan yapılmış, şeffaf bir zemindir» dedi. Melike dedi ki: «Rabbim! Ben gerçekten kendime yazık etmiştim. Süleyman’ın maiyetinde, âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum.»[44]

Mesela  Sebe melikesi Süleyman’ın sarayına girince sarayın harikalığı karşısında büyüklenmesini terk edip imana gelmektedir. Çünkü Sebe toplumu tapınak ve yönetim binaları ile büyüklenen bir toplumdur. Oysa çevirilerde Sebe melikesinin tahtı ile Süleyman’ın sarayı karşılaştırılmaktadır. Bu tuhaftır. Oysa taht ile taht, saray ile saray karşılaştırılmalıdır!

Hazır Sebe halkından bahsetmişken Kuran’da bu konu ile ilgili ayetleri daha iyi anlayabilmek için günümüzün tarihi bilgilerinin ışığında Sebe halkı ve Melikesinin kim olduğunu anlatmaya çalışacağım. Bu amaçla Kuran’da bulunan konu ile ilgili ayetlerin klasik mealleri aşağıda verilmiştir.

Neml suresi 22-42: Çok geçmeden Hüdhüd gelip Süleyman’a: «Senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sana Sebe’den doğru bir haber getirdim. Ora halkına hükmeden, her şeyden kendisine bolca verilen ve büyük bir tahta (?) sahip olan bir kadın buldum; onun ve milletinin Allah’ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Göklerde ve yerde gizli olanları ortaya koyan, gizlediğiniz ve açıkladığınız şeyleri bilen Allah’a secde etmemeleri için şeytan, kendilerine, yaptıklarını güzel göstermiş, onları doğru yoldan alıkoymuştur. Bunun için, doğru yolu bulamazlar. O çok büyük arşın sahibi olan Allah’tan başka tanrı yoktur» dedi.[22-6] Süleyman şöyle söyledi: «Doğru mu söylüyorsun, yoksa yalancılardan mısın, bakacağız.»[27] «Şu yazımı götür, onlara at, sonra bir yana çekil, varacakları sonuca bak.»[28] Sebe melikesi: «Ey ileri gelenler! Bana, Bismillahirrahmanirrahim diye başlayan ve ’sakın bana karşı başkaldırmayın ve teslim olarak gelin’ diyen Süleyman’dan gönderilen önemli bir mektup bırakıldı» dedi.[29-31] «Ey ileri gelenler! Vereceğim emir hakkında bana fikrinizi söyleyin; siz benim yanımda bulunmadıkça, bir iş hakkında kesin bir hüküm vermem» dedi.[32] «Biz güçlü kimseler ve zorlu savaş adamlarıyız, emir senindir, sen emretmene bak.»[33] Melike: «Doğrusu hükümdarlar bir şehre girdikleri zaman orasını bozarlar, onurlu kimselerini aşağılık yaparlar. İşte böyle davranırlar. Ben onlara bir hediye göndereyim de, elçilerin ne ile döneceklerine bakayım» dedi.[34-5] Süleyman’a geldiklerinde: «Bana mal ile yardım etmek mi istiyorsunuz? Allah’ın bana verdiği size verdiğinden daha iyidir. Ama belki de siz hediyenizle sevinirsiniz. Onlara dön! And olsun ki, güç yetiremeyecekleri bir ordu ile gelir onları oradan alçalmış ve küçük düşmüş olarak çıkarırız» dedi.[36-7] Süleyman: «Ey cemaat! Bana teslim olmalarından önce, hanginiz o kraliçenin tahtını yanıma getirebilir?» dedi.[38] Cinlerden bir ifrit: «Sen yerinden kalkmadan önce sana onu getiririm, buna karşı güvenilir bir güce sahibim» dedi.[39] Kitabın bilgisine sahip olan biri: «Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm» dedi. Süleyman, tahtı yanına yerleşivermiş görünce: «Bu, şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınayan Rabbimin lütfundan dır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur; fakat nankörlük eden bilsin ki Rabbim müstağnidir, kerem sahibidir» dedi.[40] Süleyman «Onun tahtını (?) tanınmaz hale getirin, bakalım tanıyabilecek mi yoksa tanıyamayacak mı?» (yola gelecek mi, yoksa yola gelmeyenlerden mi olacak?) dedi.[41] Melike geldiğinde «Senin tahtın(?) böyle miydi?» denildi. O da «Sanki odur, daha önce bize bilgi verilmişti ve teslim olmuştuk» dedi.[42]

Sebe suresi 15-20: Sebe’liler için yurtlarında bir ayet mutlaka olmuştur: Sağlı sollu iki bahçe. Rabbinizin rızkından yiyin ve O’na şükredin. Hoş bir belde ve hoşgörülü bir Rab! Sonrasında ilgilenmediler. Üzerlerine lahar selini gönderdik. Ve onların iki bahçesini, ham yemişli ve ılgın ağaçlı ve içinde az bir şey sıralı ağacı olan iki bahçeye değiştirdik. İşte o inkârlarından ötürü onları cezalandırdık. Biz nankörlerden başkasına mı ceza veririz? Onlarla potansiyelleştirdiğimiz kasabalar arasında, açık kasabalar kıldık. Ve orada araştırma gezileri belirledik. Orada geceler ve günlerce emniyet içerisinde gezip araştırın. Dediler ki: Rabbimiz seferlerimizin arasını uzaklaştır. Ve kendilerine zulmettiler. Böylece onları öyküler kıldık ve onları hepten darmadağınık ettik. Kesinlikle onda mutlaka her şükreden sabırlı için ayetler vardır. Ve İblis onlar hakkındaki zannını mutlaka doğru çıkarmıştır ve müminlerden bir topluluk hariç ona tabi olmuşlardır.

 

Kuran’da Hz. Süleyman zamanında yaşamış Sebe Melikesinden (kraliçe) bahsedilmektedir.  Süleyman peygamberin, orijinal olmayan Tevrat’tan edinilen bilgilere göre MÖ 970-928 yılları arasında yaşadığı kabul edilir. Bu bilgi bilimsel açıdan kesin değildir. Daha eski veya daha yeni de olabilir.

Sebe Kraliçesi kim olabilir? Bununla ilgili birçok tarihi söylenti mevcuttur. Habeş kültüründe "bu şekilde değil, böyle değil" gibi anlamlara gelen Makeda ismiyle anılır. Arap kültüründe Belkıs olarak bilinir. Yemenli bir kraliçe olduğu düşünülür. Habeşistan’daki kraliyet ailesi, soylarını Saba Melikesi Makeda'ya dayandırmaktalardır. Makeda isminin kökeni kesin olmamakla birlikte başlıca iki görüş ileri sürülmektedir. Bunlardan birincisi İncil'de bahsi geçen "Candace" isimli Habeş kraliçesinin isminin zaman içerisinde bozularak bu şekle dönüştüğüdür. Habeş kutsal yazmalarında ('the Glory of Kings'), Makeda ve onun soyundan gelenleri anlattığı ileri sürülür. Kral Süleyman'ın Makeda'yı baştan çıkarttığı, ondan bir oğlu olduğu ve bu çocuğun ilk Habeş Kralı Menelik olduğu söylenir.

Süleyman'ın Habeşistan Kraliçesi tarafından ziyaret edildiği iddiası, MÖ 1. yüzyıl Yahudi tarihçilerinden Josefus tarafından da desteklenir. Yahudi tarihçi Josefus Antiquities kitabında Saba Kraliçesi'nin öğrenmeye olan tutkusundan bahseder. Mısır’ın ve Etiyopya’nın kraliçesi olduğunu söyler.

Yahudi hikâyelerine göre Saba Kraliçesi, Kralı Solomon'un (Süleyman Peygamber) bilgeliğini duymuş ve onu sorularıyla test etmek amacıyla beraberinde baharat, altın ve değerli taşlardan müteşekkil birçok hediye ile yola çıkmıştır. Kraliçe, Süleyman'ın bilgeliği ve serveti karşısında hayrete düşmüş ve Süleyman'ın tanrısına dua etmiştir. Süleyman kraliçeye hediyelerle karşılık vermiş ve "Ne isterse alabileceğini" söylemiştir. Kraliçe zaten çok zengindir ve Süleyman'a hediye olarak 4,5 ton altın getirmiştir.

Saba (Şeba) Kraliçesi, Matta İncil’inde "Güneyin Kraliçesi" olarak geçer (12:42).

Yukarıdaki tanımlamaların hemen hemen tamamını karşılayacak bir “Sebe” milleti ve birçok da kraliçe vardır. Bu millet Afrika’da bulunan antik  Kush Krallığıdır.

Kush krallığı Antik Nubia’nın devamıdır. Yukarı Mısır’ın güneyinde bulunan Nil nehri boyunca yerleşmiş, şehirler ve ileri medeniyetler oluşturmuş bir millettir. Altın madenleri açısından çok zengin bir bölgedir.

Yukarıdaki resimlerde Kush krallığı merkezi ve daha sonra kontrol altında tuttukları bölgeler özellikle Arabistan’ın güney batı kısmı yemen (sheba) görülmektedir.

Kush krallığı MÖ 1070- 656 yılları arasında var olmuş ve MÖ: 727 yılında Kush kralı Piye Eski Mısır’ı işgal etmiştir. Bu döneme Antik Mısır tarihinde 25. Hanedanlık dönemi denir fakat daha sonra Asurlular tarafından Mısır’dan çıkarılmışlardır. Küçük şehir devleti haline gelerek M.S 400 yılına kadar Meroe şehir devleti olarak devam etmiş ve yok olup gitmiştir. Tarihi kaynaklar Kush kralı Taharqa zamanında (MÖ 690-664) tarihlerinde çok büyük bir Nil selinden (arim seli?) den bahsetmektedir. MÖ 656’dan sonra ise Kush Krallığı yıkılmıştır.

 

 

Yukarıdaki haritada Kush Krallığının maksimum genişlemesi gösterilmektedir.

Süleyman peygamber yaklaşık olarak MÖ 970-928 yılları arasında Krallık yapmıştır. Kush Krallığı da MÖ 1070-656 yılları arasında var olmuştur. Bu krallığın hanedanları arasında MÖ 716-702 tarihleri arasında hüküm sürmüş Shabaka isimli kral ve yine Amenirdis I (Khaneferumut) isimli bir kraliçede bulunmaktadır. Bu kraliçenin özellikleri “Belkıs’ın özelliklerine benzemektedir. Fakat arada tarihi bir uyumsuzluk mevcuttur. Kush krallığının MÖ 1070-750 yıllarına ait Krallık hanedanları hakkında günümüzde hiçbir bilgi yoktur. Oysa Süleyman peygamber de bu dönemde yaşamıştır. Kush Krallarının dini Güneş’e tapmak (Amun Ra) şeklinde dir. Ayette bildirilene uymaktadır.

Ayrıca Kuran’da sağlı- sollu bahçelerden bahsedilmektedir. Kuran’da bir coğrafi yer tanımlanırken sağ ve sol kelimeleri kullanılıyorsa, bunu güney- kuzey olarak da anlamak gerekir. Buradan bahçelerin bir şey ile iki bölüme ayrıldığını anlıyoruz. Bahçeleri bölen Nil nehridir. Bahçeleri doğuda, batıda ve kuzeyde ve güneyde olacak şekilde ikiye bölmektedir.

Yine ayette: “Onlarla, kutlu kıldığımız şehirlerin arasında, karşıdan karşıya görünen kasabalar var etmiş, oraları gezilecek belirli konak yerleri yapmıştık. Oralarda geceleri ve gündüzleri güven içinde gezin, demiştik”.[18] Denmektedir.  Yukarıdaki haritaya baktığımızda şehirlerin Nil’in kıyısında bir birlerinin karşısında kurulduğu ve yakın oldukları görülebilir. Yine ayette arim seli ile bahçelerini verimsiz alanlara çevirdik denmektedir. Arim kelimesinin karşılığı “çamur seli veya kül selidir”. Bilimsel anlamdaki karşılığı “lahar”dır. Eğer bir sel çok miktarda kül veya taş toprak içeriyorsa kapladığı alanı betonlaştırır. Laharın kapladığı yer çölleşir. Bitki üremesi zorlaşır. Normal dönemlerinde Nil taşkınları verimli tortular bırakır fakat bu taşkın yoğun çakıl veya kül içerirse toprağı olumsuz etkiler. Nil nehrinin aktığı yerlerde birçok aktif yanardağ mevcuttur. Veya çamur seli oluşturacak araziler mevcuttur. Nubia bölgesi uzun zamandır verimsiz bir bölgedir. MÖ 690-664 yılları arasında bu bölgede böyle bir selden bahsedilmektedir.

Neml suresinde kraliçenin arşından bahsedilmektedir. Arş kelimesi taht olarak çevrilmektedir. Bu çeviri çok yanlıştır. Arş kelimesinin anlamı kabaca “temel, esas, öz yapı” demektir. Başka birçok ayetlerde Allah’a ait olan arştan bahsedilmektedir. Kâinatın temel yapısından bahsedilmektedir. Burada da anlatılan taht değildir.

Burada kraliçenin sarayından yani yönetim yapısından bahsedilmektedir. Nubia (Kush ) mimarisinde piramit yapılardan başka, saray ve tapınak olarak kullanılan, çok büyük ve içi çok renkli resimlerle süslemeli, tabanı taşlar ve mermerlerle döşenmiş, duvarları kalın çamur tuğladan yapılmış binalar vardır. Bu binaların boyutları 18 metre yüksekliğinde ve elli metre boyunda olabilmektedir. Nubia dilinde bu binalara deffufa denilmektedir. Deffufalar yönetim ve tapınak “arşları ”dır. İçyapıları labirentsel özellikler göstermektedir. Bu nedenle Süleyman «Onun arşını tanınmaz hale getirin, bakalım tanıyabilecek mi yoksa tanıyamayacak mı?» demiştir. Bu mealde birkaç yanlışlık vardır. Birincisi arş taht değil, binadır. İkincisi ayette hidayet edebilecek mi denmektedir. Bu kelime “tanıyacak mı?” şeklinde anlamlandırılmıştır. Oysa “rehberlik edecek mi, yol gösterebilecek mi? “ şeklinde olmalıdır. Çünkü binanın içyapısı değiştirilmiş ve yol bulmak zorlaşmıştır.

 

Antik bir deffufa kalıntısı ve iç süslemesi.

 

Deffufa içyapı planı. Süsleme örneği: 6

Saba kraliçesi Süleyman’ın sarayına girdiğinde sarayın bir deffufadan çok daha muhteşem olduğunu görmüş ve Süleyman’ın bilgi ve teknolojisinin, kendi sahip olduğundan üstün olduğunu anlamıştır.

Sebe melikesinin  “Bize daha önce bilgi verilmişti” demesi ise Hz. Musa veya “Hızır” döneminden (M Ö 1600-1700) kalmış ilahi dini bilgilerden dolayı olabilir. Daha önceki kitapta Hz. Musa ve “Hızır’ın” karşılaştıkları yerin bu bölgede olduğunu açıklamıştım. Böylece Kush kavmin bir zamanlar Salih insanlar da içerdiği rahatlıkla anlaşılabilir. Çünkü o kıssalarda da salih kullardan bahsedilmektedir.

Tarihin akışından Süleyman ve Sebe Melikesinin buluşmasının romantik bir buluşma olmadığı tam aksine siyasi-stratejik bir buluşma olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Süleyman Antik Mısır’ın kuzey düşmanıdır. Sebe devleti ise Antik Mısır’ın güney düşmanıdır. Bu buluşmadan sonra, Antik Mısır’ın Sebe devleti tarafından işgal edilip, iki yüz yıl boyunca yönetildiğini görmekteyiz.

Genetik çalışmalar sonucunda Habeş Yahudilerinin (Falaşa) Kush kavminden olduğu ispatlanmıştır. Yani Falaşaların kökeni Sebe Melikesi zamanından kaynaklanıyor olabilir.

Neml suresi 23 ayette: İnnî vecedtumreeten temlikuhum ve ûtiyet min kulli şey’in ve lehâ arşun azîm(azîmun). Denmektedir.

«Gerçekten ben, onlara hükmetmekte olan bir kadın buldum ki, ona her şeyden verilmiştir ve kocaman bir yönetim binası vardır ».

“Arşun azim” kelimesi çok büyük arş anlamındadır. Azim kelimesi bir taht için kullanılamaz. Bir taht ne kadar büyük olabilir ki?

 Eğer getirilen taht olsaydı Süleyman’ın tahtını görünce imana gelmesi gerekirdi. Aksine saraya (Süleyman’ın arşı) girince sarayın kendi arşından yani yönetim binaları olan deffufadan çok daha güzel olduğunu anlayınca teslim olmaktadır.

Ayrıca

Neml 41-44 :(Süleyman devamla) dedi ki: «Onun tahtını bilemeyeceği bir vaziyete sokun; getirin bakalım tanıyabilecek mi, yoksa tanıyamayanlardan mı olacak?»  şeklinde çevrilmektedir.

 Oysa ayette: Neml 41. Ayette: Kâle nekkirû lehâ arşehâ nenzur e tehtedî em tekûnu minellezîne lâ yehtedûn(yehtedûne): Dedi ki ona onun yönetim binasını yabancılaştırın. Gözlemleyin bakalım rehberlik edebilenlerden mi yoksa edemeyenlerden mi olacak? Denmektedir.

Aslında devamında da şöyle denmektedir:

 Neml 42: Dedi ki. Onun binasını onun için tanınmaz hale getirin. Bakalım bize rehberlik edecek mi? Yoksa rehberlik edemeyenlerden mi olacak? 43: O geldiğinde dedi ki: Senin yönetim binan bunun gibi midir? Dedi ki: Sanki o, onun gibi. Ve ondan önce bize ilim verildi ve gönülden teslim olanlar olduk. 44: Allah’tan başka tapmakta olduğu şeyler onu engelledi. Kesinlikle o, kâfir bir toplumdandı. 45: Ona salona gir denildi. İçeri girince onu çalkantılı su hesap etti ve iki bacağını açığa çıkardı. Dedi ki: Kesinlikle o parlatılmış kristalden bir salon. Dedi ki: Rabbim ben kendime zulüm ettim ve Süleyman’la beraber âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum. (Burada Sebelilerin deffufaların zemin döşemesinin güzelliği ve bununla gurur duymalarını hatırlamak gerekir).

Denmektedir.

 Buradaki “tehtedi” ve “la yehtedun” kelimeleri hidayet kelimesinden gelmektedir ve kılavuzluk edebilecek mi, edemeyecek mi? Anlamına gelmektedir. Buradan anlaşılacağı gibi binanın içinde bir yol bulma söz konusudur. Yoksa taht anlamında olsa gerçekte tanıyacak mı (arefe) kelimesi kullanılırdı.

Burada taht anlamı verilen arş aslında işlerin yürütüldüğü temel yönetim yapısı, kozmik bina (deffufa) dır.

 

Şimdi arş kelimesi ile ilgili düzeltilmiş meallere devam edelim.

Neml 26: «(Hâlbuki) O büyük Kozmos’un (Arş’ın) sahibi olan Allah’tan başka tapılacak yoktur.»[26]

Neml 38: Süleyman: «Ey cemaat! Bana teslim olmalarından önce, hanginiz o kraliçenin yönetim yapısını (tahtını?) yanıma getirebilir?» dedi.[38]

Neml 41: (Süleyman devamla) dedi ki: «Onun yönetim binasını (tahtını?) değiştirin (bilemeyeceği bir vaziyete sokun); getirin bakalım yolunu bulabilecek mi yoksa bulamayacak mı?(tanıyabilecek mi, yoksa tanıyamayanlardan mı olacak?)»[41]

Neml 42: Melike geldiğinde «Senin temel yönetim yapın (tahtın) böyle miydi?» denildi. O da «Sanki odur, daha önce bize bilgi verilmişti ve teslim olmuştuk» dedi.[42]

Secde 4: Gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı dönemde yaratan, sonra Kozmos’a (arşa) hükmeden Allah’tır. O’ndan başka bir dostunuz ve şefaatçiniz yoktur. Düşünmüyor musunuz?[4]

Zümer 75: Melekleri, Kozmos (temel yapısının) (arşın) etrafını çevirmiş oldukları halde, Rablerini hamd ile överken görürsün. Artık insanların aralarında adaletle hüküm olunmuştur. «Övgü, Âlemlerin Rabbi olan Allah içindir» denir.[75]

Mümin 7: Kozmos’u (Arşı) yüklenen ve çevresinde bulunanlar, Rablerini överek tesbih ederler; O’na inanırlar. Müminler için: «Rabbimiz! İlmin ve rahmetin her şeyi içine almıştır. Tevbe edip Senin yoluna uyanları bağışla; onları cehennemin azabından koru» diye bağışlanma dilerler.[7]

Mümin 15: Dereceleri yükselten, Kozmos’un (Arş) sahibi, kavuşma gününü ihtar etmek için kullarından dilediğine emriyle vahyi indirir.[15]

Zuhruf 82: Göklerin ve yerin Rabbi, Kozmos’un (Arşın) Rabbi onların vasıflandırmalarından münezzehtir.[82]

Hadid 4: Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Kozmos’a (arşa) hükmeden, yere gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilen O’dur. Nerede olursanız olun, O, sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görür.[4]

Hakka 17: Melek(ler) ise, onun çevresi üzerindedir. O gün, Rabbinin Kozmos’unu (arşını) onların da üstünde sekiz (melek) taşır.[17]

Tekvir 20: O elçi güçlüdür, Kozmos’un (Arş’ın) sahibinin yanında çok itibarlıdır.[20]

Buruc 15: Yüce Kozmos’un (arşın) sahibi.

Anlayabildiğimiz kadarı ile Allah’ın sahip olduğu arş Evren’in de içinde bulunduğu ve temel kuralların koyulduğu yapıdır yani kozmos dur. Allah bu yapıya tamamen hâkim ve haberdardır. Kendisi bu yapıdan münezzeh tir. Kürsi ise bu yapı içinde var olan ayrı birimlerdir. Mesela gökler kürsüsü, göklerin yönetimidir. Oysa göklerden başka sonsuz çeşitlikte yapılar vardır. Buna örnek kuantum düzeyinde var oluştur. Kuantum düzeyinde oluşumu örneklememin sebebi algımızın neredeyse dışında olmasıdır. Kısacası bizim kozmosta anlayamayacağımız yapılar da mevcuttur.

 

Ebed ve Halid Kelimeleri

Birçok meal ve dini kitapta “ebed” kelimesin sonsuz anlamı verilmektedir. Hatta Allah’ın zatı için bile ezel ve ebed kelimeleri kullanılmaktadır. Bu çok çok yanlış bir ifadedir.

Ebed kelimesi Kuran’da 27 kez geçmektedir. Ezel kelimesi ise Kuran’da yoktur. Çünkü ezel kelimesi zamanın başlangıcından sonrasında geçen zamanı ifade etmektedir ve bunun yerine bedia, başlangıç kelimesi vardır. Halid kelimesi ise 87 kez geçmektedir. Aşağıda verilen ayetler incelendiğinde ebed ve halid kelimelerinin ne anlama geldiği açıkça anlaşılacaktır:

Hud suresi 106-108. Ayetler:

فَأَمَّا الَّذِينَ شَقُوا فَفِي النَّارِ لَهُمْ فِيهَا زَفِيرٌ وَشَهِيقٌ (106) خَالِدِينَ فِيهَا مَا دَامَتِ السَّمَوَاتُ وَالْأَرْضُ إِلَّا مَا شَاءَ رَبُّكَ إِنَّ رَبَّكَ فَعَّالٌ لِمَا يُرِيدُ (107) وَأَمَّا الَّذِينَ سُعِدُوا فَفِي الْجَنَّةِ خَالِدِينَ فِيهَا مَا دَامَتِ السَّمَوَاتُ وَالْأَرْضُ إِلَّا مَا شَاءَ رَبُّكَ عَطَاءً غَيْرَ مَجْذُوذٍ (108)

Fe emmâllezîne şekû fe fîn nâri lehum fîhâ zefîrun ve şehîk(şehîkun). Hâlidîne fîhâ mâ dâmetis semâvâtu vel ardu illâ mâ şâe rabbuke, inne rabbeke fe'âlun limâ yurîd(yurîdu). Ve emmâllezîne suidû fe fîl cenneti hâlidîne fîhâ mâ dâmetis semâvâtu vel ardu illâ mâ şâe rabbuke, atâen gayra meczûz(meczûzin).

 

Başı dertte olanlara gelince, ateşin içindelerdir. Onlar için orda inleme ve hıçkırık vardır.

Rabbinin uygun görmesi bir yana, gökler ve yer durdukça, orada temelli kalacaklardır. Kesinlikle Rabbin, her istediğini yapandır.

Mutlu olanlara gelince, artık onlar cennetlerdedir. Rabbinin uygun görmesi dışında gökler ve yer sürüp gittikçe, orda temelli kalacaklardır. Kesintisi olmayan bir kazanımdır.

 

Nisa suresi 169. Ayet:

إِلَّا طَرِيقَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا وَكَانَ ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرًا (169)

İllâ tarîka cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden). Ve kâne zâlike alâllâhi yesîrâ(yesîran).

Ancak cehennemin yoluna. Onlar orada devamlı ve ebedî (zamanın sonuna kadar) olarak kalacaklardır. Bu ise Allah’a kolaydır.

 

Ahzap suresi 65. Ayet:

خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا لَا يَجِدُونَ وَلِيًّا وَلَا نَصِيرًا (65)

Hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), lâ yecidûne veliyyen ve lâ nasîrâ( nasîran).

Orada zamanın sonuna kadar devamlı kalırlar. Asla veli ve yardım edici bulamazlar.

Bunlar gibi birçok benzer ayetler de vardır.  Ebed kelimesi hep “sonsuzluk, sonsuz zaman gibi bize aktarılmaktadır. Oysa Kuran’da “ebed” kelimesinin gerçek anlamı “ zaman var olduğu müddetçe” demektir. Halid kelimesinin anlamı ise “temelli, devamlı, aralıksız anlamına geldiği gibi aslında “mekân var olduğu müddetçe” anlamlarına gelmektedir. Bunu bilimsel olarak açıklamaya çalışırsak, zaman ve mekân birlikte var olan bir şeydir ve sonradan var edilmiştir. Evrenimiz yaklaşık 13,7 milyar yıl önce yaratılmıştır. Kısacası 13,7 milyar yıl önce zaman ve mekân yoktur. Gökler ve yerler yoktur, zaman da yoktur. Ezel kelimesi sonsuz geçmiş gibi düşünülmektedir. Oysa ezel zamanın başlangıcından itibaren anlamına gelmektedir. Ezel ve ebed kelimelerinin anlamı aslında Evren’in yaratılmasından Evren’in sonuna kadar geçmekte olan zamanı ifade etmektedir. Çünkü zaman ve mekân Evren’in yaratılması ile başlamakta ve Evren’in yok olması ile bu kavramlar da yok olmaktadır. Bu nedenle Kuran’da Allah kendisi için asla ebed ve halid kelimelerini kullanmamaktadır. Çünkü bu kavramların bir başlangıcı ve sonu vardır. Bu nedenle Allah Kuran’da kendi için “evvel ve ahir” kelimelerini kullanır. Yani zaman ve mekânı yaratmadan önce de Allah Allah’tır ve zaman ve mekân yok olduktan sonra da Allah Allah’tır. Kısacası Allah Evren’den, zaman kavramından ve mekân kavramından münezzehtir. Böylece “Evren Tanrı’dır veya Tanrı Evren’dir inanışı içinde olan Hindu felsefesi ve vahdeti vücut felsefesi çok yanlış bir inanıştır.

Hadid suresi 3. Ayet:

هُوَ الْأَوَّلُ وَالْآخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ (3)

Huvel evvelu vel âhiru vez zâhiru vel bâtın(bâtınu), ve huve bi kulli şey’in alîm(alîmun).

 

O’dur önce olan ve sonra olan ve belirgin olan ve belirsiz olan. Ve O’dur her şeyi bilen.

 

Yukarıdaki ayetlerden Allah’ın Evren’den münezzeh (bağımsız, bağlantısız) olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Ayrıca sonsuz bir zaman ve sonsuz bir mekân anlayışının da olmadığı da anlaşılmaktadır. Sonuçta cennette kalanlar da cehennemde kalanlar da sonsuza kadar değil, Evren, yerler ve gökler var olduğu müddetçe kalacaklardır. Halid kelimesi ise bu kalmanın aralıksız olacağını anlatmaktadır.

 

Ashabı Kehf

Çoğumuzun duyduğu Ashabı Kehf kıssası hem İslam inancında ve hem de diğer inançlarda mevcuttur. Hıristiyanlıkta “Yedi Uyurlar” olarak bilinirler. Hindu Mahabharataların’da ise benzer bir hikâye vardır. Fakat Mahabharatalar’ın son şeklini alması M.S. 400 yıllarındadır. Yani bu efsane bu metinlere sonradan ilave olmuştur. Hıristiyan kültüründen İslam kültürüne bulaşan Ashabı Kehf hikâyeleri mevcuttur. Hatta uyuyan bu yedi kişinin ismi Yemliha, Mekselina, Mislina, Mernuş, Debernuş, Şazenuş olarak tanımlanmıştır. Asabı Kehf’in sığındıkları mağaranın Efes’te, Tarsus’ta, Lice’de ve Ürdün’de olduğunu iddia edenler vardır. Oysa bazı İslam âlimlerine göre, Ashab-ı Kehf kıssası Milattan önce Yahudilerle ilgili vuku bulan bir olaydır.  Kehf suresinin Mekke’de inmiş olması bunu destekler. Çünkü Mekkeliler Medine’ye gidip geldiklerinden, Yahudilerden “Ruh, Zülkarneyn ve Ashab-ı Kehf”le ilgili üç soruyu peygamberimize sormalarını istemişlerdir. Bu sebeple konunun Hıristiyanlarla bir ilgisi yoktur. (bk. İbn Kesir, el-Meraği, Kehf Suresinin tefsiri).

Benim yaptığım araştırmada Ashabı Kehf’in yaşadığı zamanın ve yerin Eski Mısır uygarlığı olduğunu düşündüren veriler vardır. Bu kişiler muhtemelen Kıpti (Mısır’ın yerli halkı) asıllılardır. Kıpti olması ve Yahudilerin bu olayları Mısır’da Kıptilerden işitmesi daha muhtemeldir. Bunu daha iyi anlayabilmek için Kuran’da konuyla ilgili ayetleri iyi analiz etmek gerekir.

Kehf suresi 9. ayet:

أَمْ حَسِبْتَ أَنَّ أَصْحَابَ الْكَهْفِ وَالرَّقِيمِ كَانُوا مِنْ آيَاتِنَا عَجَبًا

Yoksa sen, yapay mağara ve kitabe ehlini şaşılacak ayetlerimizden mi sandın?[9]

 

Kehf 10:

إِذْ أَوَى الْفِتْيَةُ إِلَى الْكَهْفِ فَقَالُوا رَبَّنَا آتِنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً وَهَيِّئْ لَنَا مِنْ أَمْرِنَا رَشَدًا

O gençler yapay mağaraya sığınınca şöyle dediler: «Rabbimiz! Bize tarafından bir rahmet ver ve bizim için işimizde doğru tutum hazırla.[10]

 

Kehf 11:

فَضَرَبْنَا عَلَى آذَانِهِمْ فِي الْكَهْفِ سِنِينَ عَدَدًا

Bunun üzerine yıllarca yapay mağarada onların kulaklarının üzerine vurduk.[11]

 

Kehf 12:

ثُمَّ بَعَثْنَاهُمْ لِنَعْلَمَ أَيُّ الْحِزْبَيْنِ أَحْصَى لِمَا لَبِثُوا أَمَدًا

Sonra iki gruptan hangisinin kaldıkları süreyi daha iyi hesap ettiğini belirtmek için onları kaldırıp çıkardık.[12]

 

Kehf 13:

نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ نَبَأَهُمْ بِالْحَقِّ إِنَّهُمْ فِتْيَةٌ آمَنُوا بِرَبِّهِمْ وَزِدْنَاهُمْ هُدًى

Biz sana onların kıssalarının gerçeğini anlatmaktayız. Gerçekten onlar, Rablerine iman eden birkaç genç idi. Biz de onların hidayetlerini artırdık.[13]

 

Kehf 14:

وَرَبَطْنَا عَلَى قُلُوبِهِمْ إِذْ قَامُوا فَقَالُوا رَبُّنَا رَبُّ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ لَنْ نَدْعُوَ مِنْ دُونِهِ إِلَهًا لَقَدْ قُلْنَا إِذًا شَطَطًا

Ayağa kalktıkları ve: “Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O’ndan başkasına ilâh olarak dua etmeyiz, dersek aşırı gitmiş oluruz” dedikleri zaman kalplerine sağlamlık verdik.[14]

 

Kehf 15:

هَؤُلَاءِ قَوْمُنَا اتَّخَذُوا مِنْ دُونِهِ آلِهَةً لَوْلَا يَأْتُونَ عَلَيْهِمْ بِسُلْطَانٍ بَيِّنٍ فَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا

Bu bizim toplumumuz, Allah’tan başka ilâh edindiler. Onlar üzerine otoriter bir belge getirmeli değil miydiler? Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir?[15]

 

Kehf 16:

وَإِذِ اعْتَزَلْتُمُوهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ إِلَّا اللَّهَ فَأْوُوا إِلَى الْكَهْفِ يَنْشُرْ لَكُمْ رَبُّكُمْ مِنْ رَحْمَتِهِ وَيُهَيِّئْ لَكُمْ مِنْ أَمْرِكُمْ مِرْفَقًا

«Siz onlardan ve Allah’tan başka taptıkları ile ilişkinizi kestiniz, bu yüzden yapay mağaraya girin ki, Rabbiniz size rahmetini yaysın ve size işinizde kolaylık göstersin».[16]

 

Kehf 17:

وَتَرَى الشَّمْسَ إِذَا طَلَعَتْ تَزَاوَرُ عَنْ كَهْفِهِمْ ذَاتَ الْيَمِينِ وَإِذَا غَرَبَتْ تَقْرِضُهُمْ ذَاتَ الشِّمَالِ وَهُمْ فِي فَجْوَةٍ مِنْهُ ذَلِكَ مِنْ آيَاتِ اللَّهِ مَنْ يَهْدِ اللَّهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِ وَمَنْ يُضْلِلْ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ وَلِيًّا مُرْشِدًا

Ve Güneş’i görürsün ki, yükselirken onların yapay mağaralarını güney taraftan geçer ve battığı zaman onların kuzey tarafından makaslar ve onlar ondan bir geniş yerdelerdir. Bu, Allah’ın ayetlerindendir. Allah kime hidayet ederse o hidayet bulmuş olur ve kimi de saptırır ise artık onun için bir olgunlaştırıcı veli bulamazsın.[17]

 

 

Kehf 18:

وَتَحْسَبُهُمْ أَيْقَاظًا وَهُمْ رُقُودٌ وَنُقَلِّبُهُمْ ذَاتَ الْيَمِينِ وَذَاتَ الشِّمَالِ وَكَلْبُهُمْ بَاسِطٌ ذِرَاعَيْهِ بِالْوَصِيدِ لَوِ اطَّلَعْتَ عَلَيْهِمْ لَوَلَّيْتَ مِنْهُمْ فِرَارًا وَلَمُلِئْتَ مِنْهُمْ رُعْبًا

Bir de, onları yapay mağarada görseydin uyanık sanırdın. Ve onlar lahittir. Biz onları Güney’e ve Kuzey’e çevirirdik. Köpekleri de eşikte ön ayaklarını ileri doğru uzatmıştı. Eğer onların üzerlerine doğru uzansaydın, dönüp kaçardın ve onlardan dolayı için korku ile doldurulurdu.[18]

 

 

Kehf 19:

وَكَذَلِكَ بَعَثْنَاهُمْ لِيَتَسَاءَلُوا بَيْنَهُمْ قَالَ قَائِلٌ مِنْهُمْ كَمْ لَبِثْتُمْ قَالُوا لَبِثْنَا يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ قَالُوا رَبُّكُمْ أَعْلَمُ بِمَا لَبِثْتُمْ فَابْعَثُوا أَحَدَكُمْ بِوَرِقِكُمْ هَذِهِ إِلَى الْمَدِينَةِ فَلْيَنْظُرْ أَيُّهَا أَزْكَى طَعَامًا فَلْيَأْتِكُمْ بِرِزْقٍ مِنْهُ وَلْيَتَلَطَّفْ وَلَا يُشْعِرَنَّ بِكُمْ أَحَدًا (19)

 

Birbirlerine sorsunlar diye onları uyandırdık da onlardan bir sözcü şöyle dedi: «Ne kadar durup kaldınız?» (Kimi) «Bir gün ya da günün bir parçası kadar kaldık» dediler. (Kimi de) şöyle dediler: «Ne kadar durduğunuzu, Rabbiniz daha iyi bilir. Şimdi siz birinizi, bu yaprak paranızla şehre gönderin de baksın, hangi yiyecek daha temiz ise, ondan size azık getirsin. Hem çok incelikli davransın ve sizin ile ilgili hiç kimseyi şuurlandırmasın ».[19]

 

 

Kehf 20:

إِنَّهُمْ إِنْ يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ يَرْجُمُوكُمْ أَوْ يُعِيدُوكُمْ فِي مِلَّتِهِمْ وَلَنْ تُفْلِحُوا إِذًا أَبَدًا

Sizin farkınızda olurlarsa, kesinlikle onlar sizi ya taşlarlar veya milletlerine döndürürler. Böylece asla zamanın sonuna kadar başarıya ulaşamazsınız.»[20]

 

Kehf 21:

وَكَذَلِكَ أَعْثَرْنَا عَلَيْهِمْ لِيَعْلَمُوا أَنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَأَنَّ السَّاعَةَ لَا رَيْبَ فِيهَا إِذْ يَتَنَازَعُونَ بَيْنَهُمْ أَمْرَهُمْ فَقَالُوا ابْنُوا عَلَيْهِمْ بُنْيَانًا رَبُّهُمْ أَعْلَمُ بِهِمْ قَالَ الَّذِينَ غَلَبُوا عَلَى أَمْرِهِمْ لَنَتَّخِذَنَّ عَلَيْهِمْ مَسْجِدًا (21)

Ve öldükten sonra dirilmenin hak olduğunu ve kıyamet gününde çelişki olmadığını bildirmek için onları ortaya çıkardık. O zaman aralarında yapmaları gerekeni tartışıyorlardı. Dediler ki: «Üstlerine bir bina yapın. Bununla beraber Rableri, onları daha iyi bilir.» Yapmaları gereken konusunda üstün gelenler: «Üzerlerine muhakkak bir secde yeri yapacağız.» dediler.[21]

 

Kehf 22:

سَيَقُولُونَ ثَلَاثَةٌ رَابِعُهُمْ كَلْبُهُمْ وَيَقُولُونَ خَمْسَةٌ سَادِسُهُمْ كَلْبُهُمْ رَجْمًا بِالْغَيْبِ وَيَقُولُونَ سَبْعَةٌ وَثَامِنُهُمْ كَلْبُهُمْ قُلْ رَبِّي أَعْلَمُ بِعِدَّتِهِمْ مَا يَعْلَمُهُمْ إِلَّا قَلِيلٌ فَلَا تُمَارِ فِيهِمْ إِلَّا مِرَاءً ظَاهِرًا وَلَا تَسْتَفْتِ فِيهِمْ مِنْهُمْ أَحَدًا (22)

“Onlar, üç kişidir, dördüncüleri köpekleridir” derler. (Diğer bazıları da) hipotez olarak «Onlar, beş kişidir, altıncıları köpekleridir « derler. Ve derler ki «Onlar, yedi kişidir; sekizincisi köpekleridir». De ki: «Onların sayılarını Rabbim daha iyi bilir.» Onları ancak pek azı bilir, Bu sebeple onlar hakkında bu bildirilenler dışında bir münakaşaya girişme ve bunlar hakkında hiç kimseye de bir şey sorma.[22]

 

Kehf 23:

وَلَا تَقُولَنَّ لِشَيْءٍ إِنِّي فَاعِلٌ ذَلِكَ غَدًا

Bir şey hakkında; Kesinlikle ben bunu yarın yapacağım, deme.[23]

 

Kehf 24:

إِلَّا أَنْ يَشَاءَ اللَّهُ وَاذْكُرْ رَبَّكَ إِذَا نَسِيتَ وَقُلْ عَسَى أَنْ يَهْدِيَنِ رَبِّي لِأَقْرَبَ مِنْ هَذَا رَشَدًا

Ancak eğer Allah uygun görürse. Ve unuttuğun vakit Allah’ı an ve «Umarım Rabbim beni, doğruya daha yakın olgunluğa eriştirir.» de.[24]

 

Kehf 25:

وَلَبِثُوا فِي كَهْفِهِمْ ثَلَاثَ مِائَةٍ سِنِينَ وَازْدَادُوا تِسْعًا

Ve onlar mağaralarında üç yüz sene durdular. Dokuz (sene) de arttırdılar.[25]

 

Kehf 26:

قُلِ اللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا لَبِثُوا لَهُ غَيْبُ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ أَبْصِرْ بِهِ وَأَسْمِعْ مَا لَهُمْ مِنْ دُونِهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا يُشْرِكُ فِي حُكْمِهِ أَحَدًا

De ki: «Onların ne kadar kaldıklarını daha iyi bilen Allah’tır.» Göklerin ve yerin gaybı O’na aittir. O ne güzel görendir! O ne mükemmel işitendir! Onların, O’ndan başka bir velisi yoktur. O, kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez.[26]

 

 

Bu ayetlerde bazı yerlere dikkat çekmek istiyorum.

 

Bütün klasik meallerde kehf kelimesi mağara olarak çevrilmektedir. Oysa Kuran’da mağara anlamında bir kelime daha vardır. Bu kelime “gar” (ğayn, we, ra) kökünden gelmektedir. Fiil olarak yerin dibine geçmek, isim olarak ise mağara anlamına gelir (Tevbe suresi 40, 57). Kehf kelimesi ise fiil olarak eşelemek, kazmak anlamına gelir. İsim olarak ise oyuk yani bir canlı tarafından oyulan yer anlamındadır. Kuran’da mağara kelimesi bizim anladığımız anlamda doğal olan mağara anlamındayken, kehf kelimesi suni olarak, insan veya hayvan tarafından yapılmış, oyulmuş mağaramsı, kovuk, tünel gibi yapılardır.

 

Klasik meallerde Kehf suresi 17. Ayette “Baksaydın, güneşin doğup mağaralarının sağ tarafından doğup meylettiğini, sol tarafından onlara dokunmadan battığını, onların da mağaranın genişçe bir yerinde bulunduğunu görürdün. Bu, Allah’ın mucizelerindendir; Allah’ın doğru yola eriştirdiği kimse hak yoldadır. Kimi de saptırırsa artık ona, doğru yola götürecek bir rehber bulamazsın.[17]”

Denmektedir. Burada güneşin doğuşu ve yolculuğundan bahsedilmektedir. Eski Mısır’da önemli kişiler Krallar Vadisi’nde insanlar tarafından yapılan mağaramsı oyuklara bir çeşit tabut gibi olan lahitler içinde istirâhatgâha konulmuşlardır.7 Bedenleri yeniden dirilecekleri düşüncesi ile mumyalanmıştır. Bu yapılar gece boyunca seyreden Güneş’i temsil eden resimlerle süslenmiştir. Ayrıca bu mağarası oyuğun coğrafi konumu ayete tamamen uymaktadır. Çünkü oyuğun ana girişi kuzey doğuya bakmaktadır. Güneş sağdan yani güneyden dolaşıp, battığında soldan yani kuzey batıdan oyuğu makaslamaktadır. Bu oyuklar bir dağın el Gurn dağının altındadır.

Aşağıda Krallar Vadisi denen insan yapımı suni mağaralardan oluşmuş, Firavunlar ve asiller lahitliğinin (istirâhatgâhı) haritası verilmiştir. Üst taraf ok ile (N) kuzeyi, sağ taraf ise güneşin doğduğu ve güneyden seyrettiği yeri, sol taraf ise kuzeyi göstermektedir.

 

 

Kehf 18. Ayet: Bir de onları mağarada görseydin uyanık sanırdın. Hâlbuki onlar uykudadırlar (?). Biz onları sağa sola çevirirdik. Köpekleri de girişte ön ayaklarını ileri doğru uzatmıştı. Eğer onları görseydin, arkana bakmadan kaçardın ve için korku ile dolardı.[18]

Bu ayette  “onlar uykudadırlar” olarak çevrilen kelimeler “Hüm rüqüdün” dür. Bu çeviri yanlıştır. RQD kelimesi Arapçada uyuma yeri olarak çevrilmektedir. Oysa istirâhatgâh, lahit anlamındadır. Lahitler Antik Mısır dini anlayışında istirâhatgâhlardır. Bugün bile birçok ünlü insanın mezarı için “ebedi istirâhatgâh” deyimi kullanılmaktadır. Bu nedenle ayetteki doğru çeviri “ onlar ebedi istirâhatgâhtır, onlar lahittir” olmalıdır.

 

Aşağıda Eski Mısır lahit örnekleri: Lahit dış görünümünün size doğru dik bakan uyanık insana benzediğine dikkat ediniz. Karanlık bir ortamda bu lahitleri görmek insanı mutlaka ürperten bir durum olacaktır. Bu nedenle Kehf 18. Ayette “Eğer onların üzerlerine doğru uzansaydın, dönüp kaçardın ve onlardan dolayı için korku ile doldurulurdu.[18]” denmektedir.

 

    

 

Ayrıca ayette mağaramsı yapının girişinde iki ayağını uzatmış bir köpekten bahsedilmektedir. Eski Mısır mumya mağaralarında girişte Anubis yani iki ayağını ileri uzatmış, köpek, kurt, çakal heykelleri mevcuttur. Bu heykele Anubis denir ve Onların inancına göre ölülerin koruyucusudur. Çok korkulan bir tanrıdır. Bu inanç Antik Mısır’da milattan sonra 200 yılına kadar devam etmiştir.

 

                      

Yukarıdaki resimde solda kutsal Anubis tanrı şeklinde resmi ve sağda mezar girişlerine yerleştirildiği şekilde ön ayaklarını uzatmış Anubis görülmektedir.

Anubis inancı Eski Mısırı işgal eden Yunanlılara da Pytolemaik period zamanında “Hermanubis” olarak geçmiştir.

Kehf 19. Suresi Ayette:

Onları bir mucize olarak uyuttuğumuz gibi, birbirlerine sorsunlar diye kendilerini uyandırdık da içlerinden bir sözcü şöyle dedi: «Ne kadar durup kaldınız?» (Kimi) «Bir gün ya da günün bir parçası kadar kaldık» dediler. (Kimi de) şöyle dediler: «Ne kadar durduğunuzu, Rabbiniz daha iyi bilir. Şimdi siz birinizi, bu gümüş paranızla şehre gönderin de baksın, hangi yiyecek daha temiz ise, ondan size azık getirsin. Hem çok dikkatli davransın ve sizi kimseye sezdirmesin.»[19]

Bu ayette geçen gümüş metal para Eski Mısır’a MÖ 450 yıllarında Yunanlılar tarafından getirilmiştir. Ondan önce bildiğimiz metal para Eski Mısır’da yoktur.

 

Kehf suresi 21. Ayet:

Böylece insanları onlardan haberdar kıldık ki, öldükten sonra dirilmenin hak olduğunu ve kıyamet gününden şüphe edilemeyeceğini bildirmek için, öylece şehir halkına buldurduk. Onları mağarada bulanlar, aralarında durumlarını tartışıyorlardı. Dediler ki: «Üstlerine bir bina yapın. Bununla beraber Rableri, onları daha iyi bilir.» Sözlerinde üstün gelen müminler: «Üzerlerine muhakkak bir mescit yapacağız.» dediler.[21]

Ayetten, uyandıklarında şirk zulmünün 300 yıl sonra geçtiği anlaşılmaktadır. Bu gün bu mezarların çok yakınında bulunan antik Teb şehrinde bulunan Luxor tapınağında kilise ve cami vardır.

Suriyeli piskopos Jacob of Sarug (MS 450-521), önceki Yunan dönemine ait (MÖ 332- MS 30) ait yedi uyurlar ile ilgili bir belgeye rastladığını bildirmiştir. Bu bilgi “Yedi Uyurlar” efsanesinin Hristiyanlıktan önce gerçekleştiğini ispat etmektedir. Üstelik kehf suresi 13. Ayette: “Biz sana onların kıssalarının gerçeğini anlatmaktayız. Gerçekten onlar, Rablerine iman eden birkaç genç idi. Biz de onların hidayetlerini artırdık” denmektedir. Yani bu konuda kıssalar vardır fakat yanlıştır. Biz gerçeğini anlatacağız anlamına gelmektedir.

 

Krallar Vadisi denen ve firavun ve ileri gelenlerin lahitlerinin saklandığı bu bölgenin hemen yanında Deir el-Medina şehri vardır.8 Bu şehir MÖ1550–1080 yıllarında kurulmuştur. Bu şehir suni mağara lahit yapılarının yapılıp korunmasını üstlenen işçilerin yaşadığı şehirdir. Bu şehirde bulunan Hathor putperest tapınağı Hıristiyanlık zamanında kiliseye çevrilmiştir. Şehrin ismi de Deir el- Medina olarak değiştirilmiştir.

 

Kehf suresi 19. Ayete aslında şöyle denmektedir:

Onları bir mucize olarak uyuttuğumuz gibi, birbirlerine sorsunlar diye kendilerini uyandırdık da içlerinden bir sözcü şöyle dedi: «Ne kadar durup kaldınız?» (Kimi) «Bir gün ya da günün bir parçası kadar kaldık» dediler. (Kimi de) şöyle dediler: «Ne kadar durduğunuzu, Rabbiniz daha iyi bilir. Şimdi siz birinizi, bu gümüş paranızla Medine’ye (şehir) gönderin de baksın, hangi yiyecek daha temiz ise, ondan size azık getirsin. Hem çok dikkatli davransın ve sizi kimseye sezdirmesin.»[19]

 

Krallar Vadisindeki suni mağara ve lahitler incelendiğinde buradaki mezarların birçoğunun soyulduğu ve üzerlerine ziyaretçilerin sonradan birçok grafiti resimleri ve yazılar yazıldığı saptanmıştır. İlginçtir ki bu bulgular en çok suni mağaranın geniş bir yerinde bulunan KV9 isimli mağarada saptanmıştır. Bu tip yazıların en eski tarihi olarak MÖ 278 yılı tespit edilmiştir. Yani bu mezarların yabancılar tarafından keşfi de bu yıllara denk gelmektedir.

 

Bu bilgilerden sonra Ashabı Kehf bilgisini özetlersek:  M.Ö. 278 yıllarında kendi putperest kavimlerine karşı çıkan 7 muvahhit genç ve köpekleri Krallar Vadisinde bulunan KV9 adlı mağaraya sığınmışlardır. Muhtemelen ilk grafiti yani duvar yazısını da bunlar yazmışlardır. Burada lahit içinde 300 yıl uyutulmuşlardır. Köpekleri de mağara girişinde aynen Antik Mısır dininde olduğu gibi ölülerin koruyucusu olarak ön ayaklarını uzatmış bir Anubis şeklinde kalmıştır. Böylece mağaraya yabacıların girişi engellenmiştir. Çünkü o dönemde Anubis insanların en çok korktuğu inançlardan biridir.

Ashabı Kehf mağarada 300 yıl uyuduktan sonra yaklaşık M.S. 2. Yılda uyanmış ve Deir el-Medina şehrine yiyecek almak için indiklerinde şehir halkı bunlardan haberdar olmuştur. Bundan sonra mağarada 9 yıl daha kalmışlardır. Çünkü ayette “9 yıl artırdılar” denmektedir. “Artırdılar” demek kendi iradeleri ile 9 yıl daha kaldılar demektir. Bu da bu kararı aldıklarında uyanık oldukları anlamına gelmektedir. Deir el-Medina halkı bunları öğrendikten sonra Krallar Vadisi birçok insan tarafından öğrenilmiş, ziyaret edilmiş ve soyulmaya başlanmıştır.

Daha sonra olay bütün Ortadoğu’ya bir efsane olarak yayılmıştır.

Not: Tarihler kabaca hesaplanmıştır.

 

 

 

Ashabı Raqim

Bir önceki bölümde Ashabı Elkehf hakkında ve kim olduklarını açıklamaya çalışmıştım. Bu bölümde aynı ayette geçen Ashabı Erraqim kimdir? Onu açıklamaya çalışacağım. Ashabı Erraqim Kehf suresi 9. Ayete geçmektedir

Kehf suresi 9. ayet:

 أَمْ حَسِبْتَ أَنَّ أَصْحَابَ الْكَهْفِ وَالرَّقِيمِ كَانُوا مِنْ آيَاتِنَا عَجَبًا (9)

Yoksa sen Kehf ve Raqim ehlini şaşılacak ayetlerimizden mi zannettin?[9]

Ayette görüldüğü gibi ashabı “kehf ve raqim” deniyor. Kehf ehlinin “suni mağara ehli” olduğunu ve Krallar Vadisinde muhtemelen KV9 adlı, insan yapımı mağaraya sığınan kişiler ve bir köpek olduğunu biliyoruz. Peki, Ashabı Erraqim yani Raqim ehli kimlerdir?

Raqim kelimesi Arapça “kitabe” demektir. Raqim ehli ise “kitabe ehli” demektir. Raqim kelimesi Türkçedeki “rakam” kelimesi ile aynı anlamdadır. Rakam bir ifadeyi alfabe ile değil de şekillerle ifade etmek demektir. Mesela sayılar rakamlar şekillerle ifade edilir. Beş sayısı, 5 şekli ile gösterilir. Sayısal ifadeler için kabaca on tane rakam vardır. Bunlar: 0, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9 dur. On tane rakam olmasına karşılık sonsuz sayı ifadesi vardır. Bunlara sonsuz sembolleri, pi, epsilon gibi rakamlar da eklenebilir. Kısacası Ashabı Rakim, dinsel ifadelerin resimlerle anlatımını yapan, resim ve hiyeroglif yazısı yazan insanlar demektir.

Bir önceki makalede Krallar Vadisi’ni inşa eden ve buradaki duvar resimlerini, düzenlemeleri ve kitabeleri, hiyeroglif yapan Deir el Medina (Şehrin Manastırı) yerleşiminden bahsetmiştim. Kısaca Deir el Medina şehri Krallar Vadisini oluşturmak için M.Ö. 1500 yıllarında kurulmuş bir yerleşim yeridir. Krallar vadisine yaklaşık iki kilometre mesafededir. Burada yaşayanlar hem kitabeleri yapmak ve hem de bu vadiyi korumakla görevli zanaatkâr kişilerdir. Şehrin en eski ismi “Set Maat” yani “Gerçeğin Yeri” dir. Kasabanın işlerinin  Ptolemaios hanedanlığı (MÖ 305 ile MÖ 30) yıllarına kadar sürdürdüğünü yapılan tapınaklardan biliyoruz. Hıristiyanlık döneminde yani MS 40 yıllarında bu kasaba da bulunan tapınaklar manastıra (manastırlar secde yeridir) çevrilmiştir. (Bu dönemde yaşayan Hıristiyanların teslis şirkinden uzak olduğunu düşünüyorum).

Kuran’da ise bu kişilere “Kitabe Ehli” denmiştir. Yani Deir el Medina halkından kitabe işi ile görevli olanlara “Kitabe Ehli” denmiştir. Ashabı Kehf aynı zamanda Kitabe Ehlinden olduğundan ayette “Ashabı Elkehf ve Errakimi” denmiştir. Yani mağara ehli olan bu gençler bu şehrin gençleridir. Onlar da hiyeroglif yazısı ve dini resimler çizen kişilerdendir.

Yine arkeolojik kazılarda Deir el Medina şehrinde birçok stele, kitabe yani ahşap veya taştan levhalar üzerine yazılmış yazılar, resimler bulunmuştur. Bunların birçoğu hala yayınlanmayı beklemektedir. Yayınlanmış olanların bazıları çok ilginçtir. Çünkü bazılarının üzerinde kulak kabartmaları vardır. Uzmanlar bu kulak kabartmalarının “Tanrı sizi işitir ve duaları icabet eder” anlamına geldiğini düşünmüşlerdir.9 Kulak oymalı kitabeler özellikle Antik Mısır’ın Yeni Krallık dönemine özgüdür. Bu bulgu bana aşağıdaki ayeti tekrar düşünmemi sağlamıştır:

Kehf 11:

فَضَرَبْنَا عَلَى آذَانِهِمْ فِي الْكَهْفِ سِنِينَ عَدَدًا

Bunu müteakip onların kulakları üzerine mağarada senelerce vurduk.[11]

Deir el-Medina’da bulunmuş bir kulak kabartmalı stela.

Bu ayette geçen “kulaklarının üzerine vurduk” cümlesinin bir deyim olduğunu düşünüyorum. Çünkü Türkçede de “kulak vermek, kulak kabartmak” deyimi vardır. Kurtubi tefsirinde de “kulaklarına vurduk” cümlesinin “ihtiyaçlarını karşıladık, dualarına karşılık verdik” anlamına geldiğini belirten âlimler olduğu yazmaktadır. Bu nedenlerden dolayı Kehf 11. Ayeti şu şekilde çevirmek istiyorum:

Bunu müteakip senelerce mağarada dualarına cevap verip ihtiyaçlarını karşıladık

Antik Deir el Medina’ da yapılan arkeolojik araştırmalarda bu şehirde yaşayan insanlar hakkında birçok bilgiler elde edilmiştir. Bunlardan biri de:  Deir el Medina ustaları duvar veya kitabe yaparken daima iki guruba ayrılıp her gurubun başında bir şef bulunmasıdır.8 Bu bilgi bana şu ayeti düşündürmektedir.

Kehf 12:

 ثُمَّ بَعَثْنَاهُمْ لِنَعْلَمَ أَيُّ الْحِزْبَيْنِ أَحْصَى لِمَا لَبِثُوا أَمَدًا

Sonra da iki gruptan hangisinin, onların mağarada kaldıkları süreyi daha iyi hesapladığını anlamak için, onları tekrar uyandırdık.[12]

 

Bu ayetten anladığım kadarı ile bu işte de yine geleneksel olarak 2 gruba ayrılmışlardır. Çünkü bu onların çalışma şeklidir. Belki de ayetlerde sürekli “işimiz” “emrinâ” kelimesinin tekrar tekrar vurgulanmasının nedeni budur.

Doğrusunu Allah bilir.

 

 

Kaynaklar

  1. Leslau, Wolf. Comparative Dictionary of Ge’ez. Wiesbaden: Harrassowitz verlag. 2006.Print.
  2. Wikipedia contributors. "Nimrud lens." Wikipedia, The Free Encyclopedia. Wikipedia, The Free Encyclopedia, 13 Apr. 2016. Web. 26 Aug. 2016.
  3. Wikipedia contributors. "Quasar." Wikipedia, The Free Encyclopedia. Wikipedia, The Free Encyclopedia, 19 Aug. 2016. Web. 26 Aug. 2016.
  4. ePSD Akadian Index, University of Pennsylvania,Web. 26 Aug. 2016.
  5. Wikipedia contributors. "Nubian architecture." Wikipedia, The Free Encyclopedia. Wikipedia, The Free Encyclopedia, 19 Sep. 2015. Web. 26 Aug. 2016.
  6. Adams WY. “THE NUBIAN KINGDOM OF KERMA”26th Dec. 2000. Web 26 Aug. 2016.
  7. Wikipedia contributors. "Valley of the Kings." Wikipedia, The Free Encyclopedia. Wikipedia, The Free Encyclopedia, 12 Jun. 2016. Web. 26 Aug. 2016.
  8. Wikipedia contributors. "Deir el-Medina." Wikipedia, The Free Encyclopedia. Wikipedia, The Free Encyclopedia, 10 Aug. 2016. Web. 26 Aug. 2016.
  9. Su Bayfield & Lenka Peacock, “Turin Museum Stelae.” Deirelmedina. Egyptian Museum, Turin. January 19th 2013. Web. 26 Aug. 2016.

 

 

 

 

 

 






Son Eklenen Makaleler
Mete Firidin
Cehennem Etimoloji
1.04.2025 913 Okunma
4 Yorum 15.04.2025 08:45
Mete Firidin
Sabah, Akşam, Yatsı namazlarında sesli okumanın nedeni
21.03.2025 448 Okunma
Mete Firidin
Hanif Kelimesi
3.12.2024 642 Okunma
Mete Firidin
Q Metni
14.11.2024 588 Okunma
Mete Firidin
SWE Kökü
21.10.2024 760 Okunma
Mete Firidin
O Cennet Yaprakları
25.08.2024 702 Okunma
Mete Firidin
Kelime kökü AMD
21.08.2024 649 Okunma
Mete Firidin
Kelime Kökü WTD
21.08.2024 639 Okunma
Mete Firidin
Kelime Kökü TıWD (Keettevdi)
11.08.2024 1221 Okunma
Mete Firidin
Taha Suresi 98 (97). Ayet ve Haphephobia
4.08.2024 1000 Okunma
Mete Firidin
Rum Suresi ve Yeryüzünün En Alçak veya Daha Alçağı
6.06.2024 1236 Okunma
1 Yorum 22.04.2025 13:31
Mete Firidin
Fil Suresi Tefsiri
1.06.2024 1381 Okunma
1 Yorum 05.06.2024 04:38
Mete Firidin
Ebu Leheb
22.05.2024 982 Okunma
Mete Firidin
Cibril
1.05.2024 824 Okunma
Mete Firidin
Abdestsiz Kuran Okumak!
20.04.2024 1211 Okunma
7 Yorum 21.04.2024 20:19
Mete Firidin
Ebabil
10.04.2024 1732 Okunma
Mete Firidin
Nisa Suresi 159. Ayet ve Pavlus
2.03.2024 1031 Okunma
Mete Firidin
Kuran-ı Kerim’de Maide Kelimesi ve Yuvarlak Masa
25.02.2024 1257 Okunma
Mete Firidin
İblis Hadisleri
4.02.2024 1305 Okunma
Mete Firidin
Dinlerin Kökeninin Sümer’e Dayandığı Safsatası
15.12.2023 1124 Okunma
Mete Firidin
Bizden Melekler Kılınması ve Hz. İsa
28.09.2023 1082 Okunma
Mete Firidin
İncil ve İnciller
29.04.2023 1011 Okunma
Mete Firidin
Nedir İnsanın Yüklendiği Emanet?
19.02.2023 1205 Okunma
Mete Firidin
Ümmet-i Muhammed’in Şimdiki Durumu
11.02.2023 1216 Okunma
1 Yorum 17.02.2023 16:53
Mete Firidin
Kuran'da Doğu, Doğuş Kelimeleri
25.01.2023 1522 Okunma
5 Yorum 24.02.2023 17:47
Mete Firidin
Diller ve Anlatım
7.01.2023 878 Okunma
Mete Firidin
O Dalga
20.11.2022 1391 Okunma
Mete Firidin
Faiz (riba) Haram da Enflasyon Haram Değil mi?
16.11.2022 1745 Okunma
3 Yorum 27.11.2022 18:05
Mete Firidin
İshak Doğduğunda Hz. İbrahim ve Hz. Lut Neredeydi?
15.08.2022 1357 Okunma
Mete Firidin
Namaz ve Maun Suresi
31.07.2022 2251 Okunma
1 Yorum 03.09.2022 18:00
Mete Firidin
Allah Akleder mi?
27.04.2022 2262 Okunma
1 Yorum 28.04.2022 17:41
Mete Firidin
Melek Olmak?
5.03.2022 2654 Okunma
2 Yorum 17.03.2022 11:19
Mete Firidin
Kıraatler
5.02.2022 1755 Okunma
Mete Firidin
Hz. Mehdi
1.02.2022 1983 Okunma
Mete Firidin
Wav
29.01.2022 1541 Okunma
Mete Firidin
Zulümat
22.01.2022 2215 Okunma
Mete Firidin
Kitap
19.12.2021 1718 Okunma
Mete Firidin
Kuran’a Göre Dünya Dönüyor mu?
13.12.2021 2192 Okunma
Mete Firidin
Kuran’a Göre Dünya Yuvarlak mı, düz mü?
11.12.2021 2436 Okunma
Mete Firidin
Gondwana
11.12.2021 1595 Okunma
Mete Firidin
Şura Suresi 34. Ayet ve Rüzgâr Gücü
21.11.2021 2110 Okunma
Mete Firidin
Beled Suresi 5. (4.) Ayet ve Adaptasyon
21.11.2021 1955 Okunma
Mete Firidin
Ali İmran Suresi 82. Ayet
7.11.2021 1808 Okunma
Mete Firidin
Zeyd Evlatlık mı?
28.10.2021 2283 Okunma
Mete Firidin
Laiklik ve Diyanet
23.08.2021 2879 Okunma
3 Yorum 23.08.2021 19:15
Mete Firidin
Yeni, Kuran-ın Gelişmiş Bilimsel Etimolojik Meali
16.08.2021 4858 Okunma
2 Yorum 17.08.2021 10:08
Mete Firidin
Kuran’da Nefs Kelimesinin Anlamı
8.05.2021 2216 Okunma
Mete Firidin
Âdem
17.02.2021 3686 Okunma
2 Yorum 06.03.2021 07:27
Mete Firidin
Kâbe, Göbeklitepe, Stonehenge…
16.01.2021 2720 Okunma
Mete Firidin
Piç
5.12.2020 5482 Okunma
2 Yorum 10.02.2021 07:29
Mete Firidin
Kerahat Vakti
12.11.2020 3231 Okunma
Mete Firidin
İki Kez Ölmek
23.08.2020 3750 Okunma
1 Yorum 23.08.2020 18:41
Mete Firidin
Araf Suresi 173. Ayet ve Fenotip
5.07.2020 3964 Okunma
2 Yorum 05.07.2020 14:56
Mete Firidin
Öğle ve İkindi Namazlarının Farz Rekât Sayısı
28.06.2020 4215 Okunma
3 Yorum 01.07.2020 09:08
Mete Firidin
Müslümanların Kıble Değiştirmeleri
24.05.2020 4019 Okunma
1 Yorum 06.06.2020 01:50
Mete Firidin
Allah’ın Doğru Yolu Üzerine Oturanlar!
30.04.2020 4014 Okunma
3 Yorum 01.06.2020 16:40
Mete Firidin
Naziat Suresi'ndeki Jeolojik Dönemler
8.04.2020 3128 Okunma
Mete Firidin
İsrailoğullarının Oğullarına Uygulanan Kafa Kesme Cezas
28.03.2020 4424 Okunma
1 Yorum 28.03.2020 21:35
Mete Firidin
İsrailoğulları'nın Oğullarının Boğazlanması
28.03.2020 3372 Okunma
Mete Firidin
Ramazan’da Keyfi Oruç Tutmamanın Karşılığı
21.03.2020 4220 Okunma
1 Yorum 23.03.2020 03:25
Mete Firidin
Kutsal Kudüs!
1.02.2020 5893 Okunma
9 Yorum 03.02.2020 20:52
Mete Firidin
Hadisler
1.02.2020 5215 Okunma
6 Yorum 17.02.2020 22:05
Mete Firidin
Kuran'da Yevm Kelimesi
28.12.2019 6274 Okunma
2 Yorum 03.01.2020 19:36
Mete Firidin
Arapça Kutsal mıdır?
19.10.2019 4443 Okunma
Mete Firidin
Nisa Suresi 9. (8.) Ayet Meali
19.10.2019 4410 Okunma
Mete Firidin
Ennesi
27.09.2019 4545 Okunma
Mete Firidin
İbrahim Suresi 17. (16.) Ayet
27.09.2019 3804 Okunma
Mete Firidin
Kuran'a Göre Nikah Yaşı Nedir?
27.09.2019 5357 Okunma
Mete Firidin
Talak Suresi 4. Ayet ve Pedofili
11.07.2019 14500 Okunma
13 Yorum 16.07.2019 05:54
Mete Firidin
Kilisede Mum Dikmek
14.06.2019 4385 Okunma
Mete Firidin
Şeyhe Teslimiyet!
14.06.2019 6045 Okunma
5 Yorum 20.06.2019 23:32
Mete Firidin
O İğnenin Deliği ve O Deve
7.06.2019 5586 Okunma
Mete Firidin
İki Hırsızın Çok Eli
30.05.2019 5630 Okunma
5 Yorum 16.06.2019 23:09
Mete Firidin
Nisa 16. Ve 17. Ayet Çeviri Faciası
7.04.2019 8165 Okunma
1 Yorum 07.04.2019 10:00
Mete Firidin
Helal ve Haram Hayvanlar Nelerdir?
27.03.2019 5693 Okunma
3 Yorum 28.03.2019 00:12
Mete Firidin
Âdemoğlu Şeytanın Halifesidir
22.03.2019 10336 Okunma
14 Yorum 27.03.2019 17:22
Mete Firidin
Samiri’nin Buzağısına Uygulanan İşlem
15.03.2019 6342 Okunma
1 Yorum 16.03.2019 02:53
Mete Firidin
Yunus Peygamber Balinanın Karnında
15.03.2019 8453 Okunma
8 Yorum 25.06.2020 18:13
Mete Firidin
Göğün Yedisindeki Ay
1.03.2019 3980 Okunma
Mete Firidin
Cuma Namazı
19.01.2019 8956 Okunma
11 Yorum 20.01.2019 19:49
Mete Firidin
Maymun Olan Yahudiler
10.01.2019 5829 Okunma
Mete Firidin
Leucippos Hz. Lokman mı?
27.12.2018 4662 Okunma
Mete Firidin
Nefs, Nefes, Nefah, Nefakh Kelimeleri
17.12.2018 5913 Okunma
Mete Firidin
Hz. Yusuf’a Secde!
7.12.2018 8016 Okunma
6 Yorum 07.02.2020 21:36
Mete Firidin
O Melikin Su Kabı!
6.12.2018 3501 Okunma
Mete Firidin
Kuran'da Hardal Kelimesi
25.11.2018 5748 Okunma
Mete Firidin
Hınzır
12.11.2018 13238 Okunma
19 Yorum 31.01.2021 23:14
Mete Firidin
Hz. Muhammed'e İman
13.10.2018 9293 Okunma
11 Yorum 15.10.2018 22:32
Mete Firidin
Başörtüsü Meselesi
6.10.2018 6897 Okunma
1 Yorum 06.10.2018 17:13
Mete Firidin
Hevasını Tanrısı Edinenler
17.07.2018 3927 Okunma
Mete Firidin
2019 Ramazan Ay'ı ne zaman?
16.06.2018 5320 Okunma
2 Yorum 05.05.2019 12:52
Mete Firidin
Adet Görmekteyken Kadın Namaz Kılabilir mi?
14.06.2018 13480 Okunma
16 Yorum 17.04.2020 16:27
Mete Firidin
2018 Ramazan Bayramı ne zaman?
14.06.2018 3528 Okunma
Mete Firidin
Kuran’da Gündüzün Bölümleri
13.05.2018 5053 Okunma
Mete Firidin
Ölünce melek mi oluruz?
12.05.2018 7358 Okunma
4 Yorum 14.05.2018 12:51
Mete Firidin
ÖNSÖZ
10.05.2018 7008 Okunma
9 Yorum 16.05.2018 20:41
Mete Firidin
Kuran-ın Gelişmiş Bilimsel Etimolojik Meali
10.05.2018 19287 Okunma
2 Yorum 02.10.2021 23:10
Mete Firidin
Yedi Gece ve Sekiz Gün, Atlantis
25.02.2018 7714 Okunma
5 Yorum 13.05.2020 16:11
Mete Firidin
Fussilet Suresi 10. Ayet Tefsiri
4.02.2018 8001 Okunma
6 Yorum 05.02.2018 08:31
Mete Firidin
Enam Suresi 145. Ayet Ve Haram Yiyecekler!
31.12.2017 27675 Okunma


© 2025 - Akevler