Işık Tanrı
Birçok kültürde, Tanrı ışığın kaynağı veya ışık olarak gösterilmiştir. Fakat gerçekte Tanrıyı simgelemek mümkün değildir. Çünkü O’nun benzeri yoktur. Hiçbir yaratılan şeye benzemez; çünkü O tek yaratandır. Bizim kavrama sınırlarımızın dışındadır. Buna rağmen insanoğlu Tanrıyı genellikle yaratılmış şeylere benzetmektedir. Benzetmeler içinde doğru olmasa da belki de en masumu ışıktır.
Bunun bilinen en eski örneğini Sümer’de görmekteyiz. Bütün Sümer “yaşam ağacı” resim ve kabartmalarında yaşam ağacının üzerinde kanadını açmış bir kuş figürü görülmektedir. Bu figür güneş tanrı “utu, udu” dur. Onunda üzerinde tanrılar tanrısı “An” vardır. Sümerlilerden sonra yaşamış Akkadlar ‘da ise bu figür “Şamaş” yani Güneş, aydınlık, Işık Tanrısıdır.

Sümer “kutsal yaşam ağacı”
Yaşam ağacının aslında galaksimiz Samanyolu’nu simgelediğini “kutsal yaşam ağacı” adlı yazımda açıklamıştım. Sümerliler veya onlardan sonrakiler bu ağacın galaksi olduğunu anlamamışlar; fakat kendilerinden de önce yaşamış uygarlıklardan kalan kutsal metinlerde böyle bir şeyin olduğunu öğrenmişlerdir. Çünkü günümüzde “Maya kehaneti” şeklinde popüler olan bilgiyi Sümerliler de Mayalar gibi bilmektedirler. Yani Güneş sisteminin merkezi, galaksimizin merkezine göre 26 bin yılda tamamlanan bir salınım yapmaktadır. Oysa Sümer uygarlığının geçmişi ancak M.Ö 6000’li yıllara kadar gitmektedir. Böyle bir bilgiye sahip olabilmek için en az 13 bin yıllık gözlem bilgisi birikimi gerekmektedir. Mayalar ana kıtadan ayrılalı 15000 yıl geçmiştir. Fakat bu bilgi hem Sümerliler hem de Mayalar tarafından bilinmektedir. Oysa her iki uygarlık dünyanın yuvarlak olduğunu ve birçok başka şeyleri bilememektedirler. Bunun gibi bilgiler, daha eski ortak bir atadan miras kalmış bilgilerin kalıntısı olmalıdır.

Güneş sisteminin galaksi merkezine göre yaptığı 26000 yıllık salınım. Yeşil olan güneş sistemidir. Sarı turuncu ise galaksimizin merkezidir.
Birçok Sümer dini bilgisi Tevrat ve Kuran ayetleri ile benzerlik göstermektedir. Bu benzerliğin sebebi inançların Sümer dini kaynaklı olmasından değildir. Sümerlerin de benzer dini bilgi ve ayetlerden haberdar olması ve bunları tarih boyunca olduğu gibi yanlış yorumlamalarıdır. Onların sahip olduğu dini bilgiler Adem, Nuh, Hud, Salih ve daha başka peygamberlerden kalan dini bilgiler ve hatta ayetlerdir. Bütün ilahi dini kitaplar yaradılış, ahret ve kendinden önceki ümmetleri içeren konuları içermektedirler. Bu nedenle bu konuları içeren ayetlerin orijinal şekli aynıdır. Yahudilerin ve Hıristiyanların yaşadıkları olayların Kuran’da bulunması gibi Sümerlilerin kutsal kitabında da Nuh’un ve Ondan sonrakilerin olayları mevcuttur. Sümerlilere ulaşan bu dini bilgiler tamamen resim yazısından oluşa metinlerdir. Ve yanlış yorumlar nedeni ile mitolojik hikayelere dönüşmüşlerdir.
Hece yazısına M.Ö 2900 yıllarında Sümerliler zamanında ulaşılmıştır. Böylece daha ayrıntılı ve soyut anlatım mümkün hale gelmeye başlamıştır.
Resim yazısının kullanıldığı devirlerde neden okuma ve yazmada yanlışlıklar yapılabileceğini, aşağıdaki alıntıyı okuyunca daha iyi anlayacağız.
“Tarih yazı ile başlar. İlkyazı türü çivi yazısıdır. Taşların üzerine resimler ya da harfler ile özel bir teknikle yazılır. Bu yazı türü papirüsün bulunması ile son bulmuştur. İfade edilmek istenen kavramlarda, var olan kayıt sisteminin yetersiz kalması, yazının gelişmesinde çok önemli bir adım atılmasına neden oldu. Bu, kullanılan dilin, ilk olarak aktif bir biçimde yazıya geçirilmesi olayıdır. Bu aşamada, Sümer dilinin çoğunlukla tek heceli kelimelerden oluşmasının da büyük payı vardır. Böylece, çizilen her işarette, tasvir edilen nesne değil, bu kelimenin ses değeri ön plana çıkarılmıştır. Daha iyi anlaşılabilmesi için, bunu somut olarak örnekleyelim. Örneğin, Sümerce dağ kelimesi KUR, su A, ağız ise KA olarak okunurdu. Şimdi KUR.A.KA diye özel bir isim yazılmak istendiğini varsayalım. Bunun için katip, önce bu ismi oluşturan resimleri yan yana çizdi. Sonra bunu gören kişilerin resimsel özelliklerine aldanıp, "Dağın suyu içilir" gibi, yanlış şekilde algılamalarını önlemek için de, kelimenin başına, bunların ses değerleri ile okunması gerektiğini gösteren bir uyarı işareti koydu. Determinatif (belirtici) adını verdiğimiz bu işaretler, daha sonra çivi yazısının ilerleyen evrelerinde, kadın, erkek, nehir, ülke, şehir vb. özel isimlerinin başına , bazen de sonuna konarak, yaygın bir şekilde kullanılmaya başlandı, işte bu gelişmeye, yani kelimelerin içerdikleri ses değerleri ile okunmaya başlanmasına, "fonetizasyon aşaması" veya "ses-leşme evresi" diyoruz. Bu aşama, Uruk III b evresine, yani yaklaşık M.Ö. 3. binin başlarına rastlar.
ilk zamanlarda belki de kaçınılmaz bir zorunluluk sonucunda ortaya çıkan, resimlerin içerdikleri ses değerlerinin kullanılmaya başlanması ile çok daha kesin mesajlar verilebileceği çabuk kavranmıştır. Bu dönemde ortaya çıkan önemli bir özellik de, anlamı göz önünde bulundurulmaksızın, kelimelerin sadece ses değerlerindeki benzerlik veya eşitlik nedeniyle, başka kelimelerin yazımında da kullanılmaya başlanmasıdır. Örneğin, Sümerce "ok" anlamına gelen Tl işareti, aynı ses değerine sahip olduğu için, "hayat" kelimesine de, aynı işaretle yazım olanağı sağlamıştır. Elbette Sümerce okumayı bilen biri, bu iki kelime arasındaki "eş değerli-lik" ten haberdar olduğu için, "ok" işareti ile gösterilmiş bir logogramın, metnin içeriğine göre, "hayat" olarak okunması gerektiğini fark edecektir. Bunu Türkçe'de birden fazla anlamı olan kelimeler, "at", "yüz", "alay" ile karşılaştırabiliriz.
Kelimelerin fonetik olarak ifade edilebilmeleri, geç dönemlerde çok daha fazla işlerlik kazanan hecelerin kullanılabilmesini olanaklı kıldı. Böylece, ayak resmiyle gösterilen mastar halindeki "gitmek" fiilinden öte, "gidiyorum" gibi çekimli formlar da yazılabildi. Bu yenilik gittikçe kuvvet kazanmasına rağmen, eski logogramları, yani tek işaretli kelimeleri, tamamen ortadan kaldıramadı. Kullanışlılığından dolayı, bu logografik yazı, silindir mühürler, heykeller ve steller üzerinde çivi yazısının gelişiminin sonuna kadar korundu. Fakat, özellikle fiillerin ifadesinde, yeni fonetik hece yazısı, eski yöntemin yerini aldı. Bazı kelimelerin aynı işaretle yazılabilmelerine karşın, yine anlamı aynı olan kelimeler için değişik işaretler de yaratıldı. Örneğin, Sümerce'de GU, hem "boyun", hem de "öküz" anlamına gelen bir kelimedir. Böylece GU, iki farklı işaretle yazılabildi. Bu "çok işaretlilik" (polysemie) ile daha geç dönemlerdeki kullanımlarla da birlikte, GU tam 14 farklı işaretle yazım olanağı buldu. Bundan başka işaretler, "çok seslilik" (polyphonie) kazandılar. Örneğin, tek başına kullanıldığında, "gün" anlamına gelen, aynı yazımla, BABBAR okunup "beyaz" rengini ifade eden, UD işareti, kelime içindeki yazılımlara göre, ud, pir, tam, par, lah, lih hece değerlerini de kazanmıştır.
Şimdi belki bu uygulamayla, bir metnin okunuşunun son derece zorlaşabileceği sorusu akla gelebilir. Bu konuda en büyük yardımcı, belirli dönemlerde ve belirli metin gruplarında kısıtlı sayıda işaret kullanılmış olmasıdır. Ayrıca çoğu zaman metnin içeriği ve her işareti izleyen bir diğeri, nasıl doğru okunması gerektiğini kendi gösterir.
Böylece M.Ö. 3. binde kullanılan kelime yazısı, yerini daha gelişmiş bir kelime -hece yazısı sistemine bıraktı. O zamana kadar hiç bir işareti olmayan, kelime ve isimler de bu şekilde yazılabildi. Daha önemlisi, aynı yolla gramere ait özellikler de yaşam buldu.
Benzer sorunlar Eski Mısır Yazısı için de geçerlidir. Örneğin Mısır Resim Yazısı’nda aşağıda görülen ördek resmi “ördek” ve “oğul” anlamına gelmektedir. Yani “benim oğlum” yazdığınızda “benim ördeğim” olarak anlaşılabilir.
Sümerler yaşam ağacının en tepesine bir kuş figürü koymuşlardır. Bu Tanrılar tanrısı “Anu veya udu” dur. Daha sonra her varlığa da bir tanrı uydurmuşlardır. Akkadlılar buna Şamaş “Işık tanrısı” ismini vermişlerdir. Daha sonra Güneşe de Şamaş, Jüpitere de Şamaş, Satrüne de Şamaş ve bildikleri diğer gezegenlere de “Şamaş” yani “Işık Tanrı” ismini vermişlerdir. Daha sonra baş tanrı kabul edilen ve Jüpiter gezegeni olan Marduk ise Şamaş’ın buzağısı anlamına gelmektedir.
Bunun nedeni ise Tanrıyı Işık olarak bilmeleridir. Tanrı Işık olunca gökteki bütün parıldayan ışık saçan cisimlere de tanrı demişlerdir.
Kutsal yaşam ağacının üzerinde bulunan ve Işık Tanrıyı simgeleyen figür neden bir kuş şeklinde gösterilmiştir? Sebebi çok açıktır. Çünkü Sümer yazı sisteminde “udu” resim yazısı Güneş, gün, ısıtma, hararet, fırtına ve kuş anlamlarına gelmektedir. Bu bilgi Hititler’de neden baş tanrının “Fırtına Tanrısı” olduğunu da açıklamaktadır. Her iki milletinde ilahi kaynakları aynı, fakat tefsir yapanları farklıdır.
Sümerliler zamanındaki inanışları ayrıntılarını Kuran ayetlerinde de görüyoruz.
Enam suresi: 74-79 : İbrahim, babası Azer’e, «Putları tanrı olarak mı benimsiyorsun? Doğrusu ben seni ve milletini açık bir sapıklık içinde görüyorum» demişti.[74] Yakinen bilenlerden olması için İbrahim’e göklerin ve yerin hükümranlığını şöylece gösteriyorduk:[75] Gece basınca bir yıldız gördü, «işte bu benim Rabbim!» dedi; yıldız batınca, «batanları sevmem» dedi.[76] Ayı doğarken görünce, «işte bu benim Rabbim!» dedi, batınca, «Rabbim beni doğruya eriştirmeseydi and olsun ki sapıklardan olurdum» dedi.[77] Güneşi doğarken görünce «işte bu benim Rabbim, bu daha büyük!» dedi; batınca, «Ey milletim! Doğrusu ben ortak koştuklarınızdan uzağım» dedi.[78] «Doğrusu ben yüzümü, gökleri ve yeri yaratana, doğruya yönelerek çevirdim, ben ortak koşanlardan değilim.»[79]
Bu ayetlerden de Hz. İbrahim zamanında putlara ve gök cisimlerine tapıldığını anlıyoruz. Demek ki Sumerler’in dini inanışlarının kaynağı Hz. İbrahim’den önceki kutsal metinlerdir. Hz İbrahim M.Ö 3000 yıllarında yani hece yazısının başladığı yıllarda yaşamıştır. Muhtemelen ilk hece yazısını geliştiren kişidir. Bu sonuca Zuhruf 28. Ayet:” O, bu sözü, soyuna kalıcı bir kelime yaptı ki, tevhide dönsünler” cümlesinden anlıyoruz. Çünkü söz denmiyor kelime deniyor. Kelimeler ise hecelerden oluşur.
Çok aşikar bir şekilde bilindiği gibi Kuran musaddıktır. Yani kendinden önce gelen Kitapları düzeltir(doğru hale getirir). Orjinal bilgileri ve kavramları geri getirir. Eski kitaplarda olan ve zamanla çarpıtılıp, yanlış anlaşılan kavramları düzeltir.
Peki, Sümerliler’e ulaşan çarpıtılmış veya yanlış anlaşılmış Işık Tanrı kavramına neden olmuş bilginin orijinali ne olabilir?
Ben bunun Nur suresi 35. Ayet olabileceğini düşünüyorum. Çünkü bu ayet Allah’ın nurunun misalini galaksinin merkezinden yayılan ve evrendeki en parlak cisim olan Kuasar’a benzetmektedir. Nur suresi 35. Ayet: Allah, göklerin ve yerin yol göstericisi, ışığıdır. O’nun ışığının temsili şudur: deniz feneri gibi olan Kuasar’ın ışığı gibidir. Onun yakıtı hiçbir yakıta benzemez. Nur üstüne nurdur. Allah, dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah, insanlar için misaller verir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.
Bu nedenle bu benzetme benzeri bir ayet muhtemelen Sümerler’de veya onlardan önceki ümmetlerde de mevcuttu. Yanlış okuma veya değerlendirme sonucu ayette belirtilen ve galaksimizin merkezindeki ışık, Tanrı’nın kendisiymiş gibi anlaşılmış olabilirler. Oysa ayette Allah’ın nurunun meseli anlatılmaktadır.

Yaşam ağacının en tepesinde “kuş” “ısık” tanrı figürü.

Sümer inanışında “kutsal yaşam ağacı” ağacın en üstünde kanatlarını açmış bir kuş figürü mevcuttur.

Ahura Mazda Zerdüşt tanrısı. Işık Tanrı olarak resim edilmiştir. Galaksinin üzerinde resm edilmiş Işık Tanrıdır.

Eski Mısırda gökler tanrısı Horus veya Hor yine başında güneş(aslında ışık) diski taşır. Horusun gözleri Ay ve Güneştir. Bu tanrı sembolü de galaksinin üstünü düşündürmektedir.

Hathor Mısır mitolojisinde en önemli tanrıçadır. Hathor (Mısır dilinde Horus’un evi anlamında) saman yolu galaksisinin kişileştirilmesini temsil eder. Galaksimiz dünyadan ışıklı bir spiral şeklinde göründüğü için eski Yunan ve Latin dillerinde olduğu gibi İngilizce’de de “Süt gibi Yol” anlamına gelen Milky Way olarak adlandırılmıştır. Hathor bazı figurlerinde memelerinden süt akan ilahi bir inek olarak çizilir. Hathor en eski tanrıçalardandır. En azından MÖ 2700'lere kadar inek/boğa kutsallığı çerçevesinde, 2. krallık döneminde, hatta Akrep Kral döneminde bile(King Scorpion) (King Scorpion MÖ 5000'lere kadar gidebilir) Hathor’a tapıldığı tahmin ediliyor. Hathor, aynı zamanda Ogdoad kozmolojisi denilen antik Mısır yaratılış mitolojisindeki yaratıcı tanrı Ra’nın kızıdır.
Lusaaset : Eski Mısır dininde, tüm tanrıların büyükannesi olarak tarif edilir. Başında güneş diski taşır. Hayat ağacı kabul edilen akasya ağacı ile ilişkilendirilir.
Eski Mısıra da ilahi bilgiler ulaşmış fakat geçek kavramların yerini mistik saçmalıklar almıştır.
Evet, bu bilgilerden de anlaşıldığı gibi bütün dinlerin kökeninde gerçek ve orjinal bir ilahi bilgi vardır. Bu zamanla dejenere edilmiş mistik ve karma karışık bir hal almış ve “Hak”tan yani gerçeklikten çok uzaklaşılmıştır. Sonrasında gelen peygamber ve kitaplarla düzeltilmiştir. Nihayet bütün önceki kitaplar Kuran ile yenilenip düzeltilmiştir.