Hud Suresi 7. Ayet

O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için, Arş'ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır. Yemin ederim ki, (Resûlüm!): «Ölümden sonra muhakkak diriltileceksiniz» desen, kâfir olanlar derhal «Bu, açık bir büyüden başka bir şey değildir» derler.
Meal edilmiştir. Mai kelimesi Arapça da su, geniş anlamı ile sıvı anlamına gelir. Çünkü Arapçada sıvı kelimesini karşılayan başka bir kelime yoktur. Sıvıların en belirgin özelliği bulunduğu kabın şeklini almasıdır. Diğer bir özelliği de sıvı kitlesinin durgun görünmesine rağmen sıvı moleküllerinin kendi aralarında sürekli yer değiştirmesidir. Bu nedenle sıvı kelimesi değişkenlik olarak algılanabilir. Ayrıca proto-sinaik dil araştırmalarından mai kelimesinin belirsizlik ve bilinmeyen anlamlarına da geldiğini biliyoruz. Hatta ma kelimesi ne, neden, ne için, kim, nasıl anlamında kullanılmıştır. Sami dillerinde halen de kullanılmaktadır.
Allah'ın arşı demek, O'nun hükümranlığı ve saltanatı, hâkimiyet ve iktidarı demektir. Kurandaki birçok ayetten de biliyoruz ki. Allah mutlak hâkimiyet sahibidir. Onun izni olmadan hiçbir şey olmaz, mutlak güç ve iktidar sahibidir. Allah'ın hükümranlığında Allah dan izin çıkmadıkca hiçbir mahluk hiçbir şey yapmaya muktadir değildir. Fakat arşını mai/değişken kılması demek bazı şeylerin olmasına müsaade etmesi demektir.
Buradaki “kane “ kelimesi “idi”, “iken” diye tercüme edilmiş. Bu kelimenin “kıldı” gibi veya “oldu, olur vaziyette” gibi anlaşılması düşüncesindeyim. “Kane” burada hal cümlesinin fiilidir. Yani “Allah yeri ve gökleri hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için arşını değişken / bilinmeyen olur / olacak vaziyette üzere altı devirde yarattı” şeklinde yorumlamaktayım. Çünkü Allah ezel ve ebed hüküm ve kudret sahibidir. Burada kendiliğinden bir mevcudiyet yoktur. Ancak Onun yaratması ve dizaynı söz konusu olabilir. Aksi takdirde Allah’ın kudretinin veya arşının yani hükümranlığının bir başlangıcı tayin edilmiş olur ki bu Kuranın Allah anlayışına çok ters bir durumdur.
Onun iradesi dışında hiçbir şey değişemez ve hiç kimse bir eylem yapamaz.
Şeytan insanları yoldan çıkarmak için Allah’dan izin almış ve Allah ona “Müsaade edilenlerdensin” demiştir. Yani özellikle insanlar ve cinler “müsaade edilenlerdendir. Yani kendi iradeleri ve tercihleri ile hareket etme, iyilik veya kötülük yapma, iman veya isyan etme tercihlerine sahiptirler. Âdemoğlu’nun halifeliği de bu izinle mümkündür. İşte bu nedenle bu dünyada adaletsizlik ve zulüm bulunmaktadır. Arşında değişkenlik üzere olması da bu sebeple dir.
Eğer Allah arşını su yani bilinmeyen belirsizlik üzerine kılmasa idi Mutlak irade sahibi Allah hiç kimseye kötülük veya iyilik yapma imkânı vermeyecekti. Yani cüz’i irade diye bir şey olamayacaktı. Allahın hükümranlığı mutlak olduğundan hiçbir insan ve cin isyan edemeyecek ve gerçek ortaya çıkamayacaktı. Arşını değişken veya bilinmeyen kıldı ki cüzi irade bu nedenle amellerini kendi aklı ile yapabilsin ve sınav gerçekleşebilsin.
Bu konuda Hz. Peygamber'den şöyle bir tefsir rivayet edilmektedir "Sizi imtihana çekmek için ki, hanginiz akılca en güzel, Allah'ın haram kıldığı şeylerden sakınmada en müttaki, O'nun taatine koşmakta en hızlı olacak?". Görülüyor ki, bunda en güzel amel tarif ve tefsir buyrulmuştur. Bunun da birinci şartının güzel akıl, yani iyiyi kötüyü birbirinden ayıran, hayrı şerri seçen akıl olduğu anlatılmıştır. Şu halde akıl, yiyeceği rızkı değil yaratılışın esas hikmeti olan en güzel amelin hangisi olduğunu düşünmeli ve onu yapmaya çalışmalıdır. Allah Teâlâ'nın rızasına uygun en güzel ameli yapsın ki, kendini kurtarabilsin.
Kısacası bu durum bir bilgisayar oyununda oyun oynayan kişiye kendi oyununu kendi aklı ve yeteneği ile oynayabilme imkânı vermek gibidir. Aksi takdirde sadece kendi kendine çalışan fakat oyuncunun hiçbir müdahalesi olamayan bir program olurdu.
Oyuncunun hiçbir başarısı veya başarısızlığı söz konusu olamazdı.
Bu nedenlerle hud süresi 7. Ayetin bu şekillerde anlaşıması gerektiğini düşünüyorum.
Doğrusunu Allah bilir.