TARIK SURESİ 7. AYET
يَخْرُجُ مِنْ بَيْنِ الصُّلْبِ وَالتَّرَائِب
1. | yahrucu | : çıkar |
2. | min beyni | : arasından |
3. | es sulbi | : omurga |
4. | ve et terâibu | : ve göğüs kemikleri, göğüs kafesi |
Önce klasik tefsir olan Elmalılı tefsirine bakalım. Burada bu ayet çok uzunca açıklanmaya çalışılmış fakat ben kısaca vereceğim:
7. Ama rastgele atılan her sudan değil şu nitelikteki atan sudan ki erkeğin sulbü ile kadının göğüs kemikleri arasından çıkar.
SULB, sulüb, saleb sâlib; başın arka dibinden kuyruk sokumuna kadar arka kemiğine denir ki omurga kemiği, amûdi fikarî ve bel kelimeleri ile ifade edilir. Dimağdan inen ve "nuha-ı şevki= omurilik" denilen ve sinir sisteminin ana hattı olan "korkar ilik" onun içinden iner. Beden şekillenme ve oluşumunun sertlik ve sağlamlık ekseni demek olan bir temel direğidir.
TERÂİB de "teribe"nin çoğuludur. Göğüs kemiklerine denir ki "göğüs tahtası"
tabir edilir. İki meme ile boyun halkası kemiklerinin aralığına veya göğsün sağ tarafından dört ve sol tarafından da dört kaburgaya veya iki el, iki ayak ve iki göze de denilir. Özellikle göğüste gerdanlık takılan yere denir. Demek ki sırttaki omurların karşılığı olarak göğüs kemiğinin sağ ve sol kaburgalara doğru dal l anan her boğumu bir teribe olup hepsine birden terib ve teraib denilmiştir. Bu durumuda asıl terâib, göğüs tahtasının eksenini teşkil eden ve boyundan memeler arasına doğru inen kemikler olup etrafı itibarıyla sinenin gerdanlık takılan bölümüne ve hepsine denir. Nitekim İmriu'l-Kays'ın:
"Beli ince, bembeyaz, göbekli değil,
Sinesi ayna gibi parlaktır."
beytinde ayna gibi cilalanmış diye nitelediği terâib, kemikler değil, sinenin kendisidir.
Sulb ile terâib bedenin arkadan ve önden iki duvarını bel ve bağır gibi esaslı iki temel direğiyle ifade etmiş oluyor ki bunların arası üreme aygıtını kapsar. Şu halde "sulb ile terâib arası", bedenin bütün şekliyle ilgili olup ortasında bulunan üreme aygıtlarından kinâye olur. Aynı zamanda sulb erkeğe, terâib de kadına işaret olarak aralarının birleşmesinden kinâye olmak da sulbün erkek, sinenin kadın hakkında daha meşhur ve açık olması itibarıyla herkes tarafından bilinmiş olmaya daha yakındır. Gerçi "çıkan" kelimesi "ma-i dâfik" (atan su)in sıfatı olmak daha yakın bulunduğu için, altında gizli olan "o" zamirinin bunun yerini tutmuş olacağına nazaran dâfık kelimesinden açıkça erkeğin suyu anlaşılabileceği gibi; "sulb ve terâib arasından" ifadesinden de ilk akla gelen erkeğin sulbü ile erkeğin göğüs kemikleri arası olur ise de birleşme halinde erkek ve kadından her birinin sulb ve teraibi arasına, yahut sulb erkeğe teraib kadına ait olarak ikisinin de sebep oluşuna işaret olmak daha uygundur. Çünkü bu şekilde bu vasfın faydası daha kapsamlı ol ur.
Tefsircilerin burada başlıca iki görüşü vardır:
BİRİSİ, ilk söylediğimiz gibi "atan su" erkeğin suyu, "sulb ve terâib arası" da erkeğin sulbü ve göğüs kemikleri arası olmaktır. Bununla bu işte kadın yönü yok sayılmış değil, ancak açıkça ifade edilmeyip "Allah onu hangi şeyden yarattı? Bir erlik suyundan, onu yarattı."(Abese, 80/18-19) âyetinde olduğu gibi en önemli olanına işaretle yetinilmiş olur.
İKİNCİSİ, erkeğin sulbünden ve kadının göğüs kemiklerinden, yahut ikisinin
de sulb ve göğüs kemikleri arasından çıkan iki suyun toplamına işaret olmaktır. Çünkü tâ Al-i İmran Sûresi'nin başında geçtiği üzere Hz. Peygamber (s.a.v.) 'den "Erkek ve kadından hangisinin suyu -kuvvetçe- üstün gelirse çocuk daha çok ona benzer." diye rivayet olunduğuna göre çocuk, erkekle kadın suyunun birleşmesinden meydana gelir.
Bu tefsir 1926 yllarında yazılmıştır. Zamanına göre çok güzel ve kapsamlı bir tefsirdir. Fakat bu günkü bilgiler ile yenilenmelidir.



Ben bir doktor ve embryoloji (rahimde insanın oluşumunu inceleyen bilim dalı) bilen birisi olarak bu ayeti şu şekilde yorumluyorum:
Hadislerden erkeğin ve kadının suyunun olduğunu ve bununla da aslında sperm ve ovumun kast edildiğini biliyoruz.
İnsan kadın ve erkekten gelen sıvılarda bulunan yarım iki hücrenin birleşmesi ile oluşur. Kadındaki hücrenin kaynağı ovaryumlar (yumurtalıklar) dır. Erkekteki hücrenin kaynağı testisler (yumurtalar) dir. Rahimdeki hayatta testis ve yumurtaların oluşum yeri böbreklerin üst yanıdır.
Özellikle insanlarda testisler ve yumurtalıklar bilinen yerlerinde gelişmez. Geliştikleri yer Böbreklerin hemen yanıdır. Doğuma yakın bir zamanda göç ederek bilinen yerlerine gelirler.
Embriyonik hayatta, testisler ve yumurtalıklar böbreklere yakın gonadal kabartılardan geliştikten sonra erkeklerde inguinal kanaldan (kasık kanalı) geçerek skrotuma inerler. Kadınlarda ise kasıkların biraz üstünde kalırlar. Bu iniş yolundaki herhangi bir sorunda, testis embriyolojik iniş yolunun herhangi bir yerinde takılıp kalabilir. İnmemiş testis dediğimiz durum oluşur.Halk dilinde buna yumurtaları yukarıda kalmış denir.
Testislerin ve yumurtalıkların doğuma yakın zamanlarda insan vucudundaki yeri böbreklerin yanıdır. Doğuma doğru bu yumurta ve testisler normalde bulundukları yerlerine göç ederler. Yani yumurtalıklar bayanlarda kasığa iner. Testislerde erkeklerde torba dediğimiz (scrotum) yere inerler.
Testislerin de Ovaryumların da asıl oluşum yerleri kaburgalar ve omurgalar arasındadır. Testisler ve yumurtalıklar da doğumdan önce yine burada bulunmaktadır.
Demek ki Allah bize burada embriyolojik bir bilgi vermektedir.