Mete Firidin
Hz. Musa'nın Kanatları ve Yaşadığı Dönem
4.06.2017
7230 Okunma, 0 Yorum

Hz. Musa'nın Kanatları

ve

Yaşadığı Dönem

 

       Hz. Musa'nın ne zaman yaşadığı, onun zamanındaki firavunun kim olduğu daima büyük merak konusu olmuştur. Bu konuda net bir bilgi bulunmadığından çok çeşitli tahminler mevcuttur. Yahudiler ve Hristiyanlar ellerinde bulunan muharref kitaplarla bu konu üzerine çok çalışmışlardır. Halen de çalışmaktalardır. Hatta muharref kitaplarını doğru çıkarmak için tarihi gerçekleri ellerinden geldiğince çarpıtmışlardır.

Müslümanların çoğu ise Kuran’daki bilgileri araştırmadan, düşünmeden, hemen muharref Tevrat’tan aktarılan bir takım bilgilerle Hz. Musa’nın yaşadığı dönemi M.Ö. 1200-1400 gibi kabul etmişlerdir. Bu ise tarihi gerçeklerle örtüşmemektedir. Oysa Kuran’da anlatılanları ve tarihi bilgilerimizi bir araya getirdiğimizde, Musa’nın yaşadığı tarihi tamamen doğru olarak saptayabiliriz. Böylece Kuran’ın gerçeklerin kitabı olduğu gittikçe daha da ortaya çıkmakta ve tarih bilimcilere, Yahudilere, Hristiyanlara da yardım edilmiş olmaktadır. Çünkü Antik Mısır tarihi ile ilgili birçok bilgi bulunmasına karşın birçok hadisenin ve Mısır krallarının doğru kronolojik sıralaması bilinememektedir. Bunun en büyük sebeplerinden biri de Antik Mısır geleneğinde, kendi aleyhlerine olan olayların asla resmi olarak yazılmamış olmasındandır. Kötü olarak bildikleri olayları tarihlerinde ört bas etmeye çalışmışlardır. Bu nedenle Hz. Musa ve dönemin firavunu ile ilgili olayları resmi kayıtlarına almamışlardır. Böylece bazı insanlar Hz. Musa’nın tarihte gerçekten hiç var olmadığını iddia etmişlerdir.  Bu konuda herkes Kuran’a muhtaçtır. Neden diyeceksiniz? Çünkü gerçek, muharref kitaplardan bilinen klasik bilginin ötesindedir. Şimdiye kadar bildiklerinizin çoğunu unutun. Bunu ilerleyen sayfalarda öğreneceğiz.

Musa kelimesi, Antik Mısır dilinde değerlendirildiğinde “Suyun çocuğu, Nil’in çocuğu” anlamında iken, İbranice ise “ sudan çekip alınan” olarak değerlendirilmiştir. Kuran’da ise mim.wav.sin kelime kökünden geldiği görülmektedir. Bu kökün anlamı tıraş etmek demektir. Elmas kelimesinin de bu kökten türediği yazılmıştır. Elmaslar tıraş edilerek şekil verilir. Benim düşüncem “musa” kelimesinin anlamı “Tıraşlanmış, yontulmuş olan değerli, özünde değerli olanın tıraşlanıp yetiştirilerek daha değerli olan dönüştürülmüş ” demektir. Zaten Kuran’da da Allah Musa’ya “Seni kendim için yetiştirdim” demektedir.

Hz. Musa’nın gerçekten yaşadığı dönemi saptayabilmek için Kuran’da konu ile ilgili ayetleri, tarihi bilgiler ışığında anlamaya çalışalım.

 

Araf suresi 133.ayet: Bunun üzerine, biz de birbirinden ayrı ayetler olarak başlarına tufan, çekirge, haşerat, kurbağalar ve kan gönderdik. Yine de büyüklük taslayıp ağır suçlar işleyenler oldular.

Tarihte, Eski Mısır’da böyle bir olay mevcut mudur? Hangi tarihler arasında olmuştur? Olmuşsa demek ki Musa bu tarihten hemen önce yaşamış olmalıdır.

İpuwer Papirüs (İpuwer’in Uyarıları) denen ve şimdi Hollanda’da bir müzede bulunan Eski Mısır’a ait bir papirüste buna benzer bilgiler mevcuttur. Kullanılan dilden bu papirüsü yazanın olaya şahit olduğu anlaşılmaktadır. Tarihlendirme çalışması sonunda bu papirüsün MÖ 1850-1450 yıllarına ait olduğu kanaatine varılmıştır. Çünkü İpuwer ismi Antik Mısır’ın MÖ 1850- 1450 yıllarına ait tipik bir isimdir. Ayrıca bu papirüste volkanik patlamayı düşündürecek ifadeler de mevcuttur. Bu bilgileri araştırıldığında karşımıza Thera volkanik patlaması çıkmaktadır. Daha sonra değineceğimiz gibi Thera patlaması da bu tarihler arasında gerçekleşmiştir.1,3,19,20

Bu belgeye göre Musa genel olarak MÖ 1850- 1450 tarihler içinde yaşamış olmalıdır.

 

Araf suresi 137:

Ve o zayıf görülen kavmi de elverişli kıldığımız ülkenin doğusuna ve batısına mirasçı yaptık. Ve böylece rabbinin, İsrailoğulları’na olan o güzel vaadi, sabırları sebebiyle gerçekleşti. Firavun ile toplumunun uygulama ve temel oluşumlarının ardını kestik.

Eski Mısır’da yaşayan “Zayıf görülenler” ülkeye hâkim olmuştur. Firavun yönetimi sekteye uğramıştır.

 

Araf suresi 138. ayet:

İsrailoğulları’nı denizden geçirdik, orada kendilerine mahsus birtakım putlara tapan bir topluma ulaştılar. Bunun üzerine: Ey Musa! Onların tanrıları olduğu gibi, sen de bizim için bir tanrı yap! Dediler. Musa: Gerçekten siz cahil bir toplumsunuz, dedi.

Ülkeye zayıf görülenler hâkim olurken İsrailoğulları denizden geçip gitmektedir. Geride kalıp Mısır’a mirasçı olanlar da kimlerdir?

Yunus suresi 83. Ayet:

Firavun ve ileri gelenleri onlara işkence yapar korkusundan dolayı Musa’ya, kendi toplumundan, genç nesilden başka kimse iman etmedi. Kesinlikle Firavun orada çok üstün idi ve o kesinlikle aşırıya kaçanlardandı.

Aslında Mısır’da bulunan İsrailoğulları’nın hepsi Musa’ya iman etmemiştir. Bu nedenle İsrailoğulları’nın ancak gençlerden oluşan bir kısmı Musa ile denizi geçip gitmiştir.

Yukarıdaki ayetlerden İsrailoğulları’nın Mısır’dan çıktıktan sonra Mısır’a yerli halk olan Mısırlılar’dan başka birilerinin hâkim olduğu anlaşılmaktadır. Ayetlerden ezilen halkın o memleketin doğularına ve batılarına mirasçı olduklarını fakat bazı İsrailoğulları’nın denizden geçirilip başka bir memlekete geldiklerini anlıyoruz. Mısır’a mirasçı olanlar Musa ile gitmeyen İsrailoğulları ve diğer Hiksoslar dır.

Hiksoslar kimlerdir?

Hiksoslar  MÖ 1800’ yıllarından sonra Mısır’a gelmeye başlayan ve MÖ 1650-1530 yılları arasında Mısır deltasını ele geçiren ve orada feodal krallıklar kuran Sami ırkına ait topluluklardır. Bu insanlar daha önce Mısırlı firavunların emrinde çalışan işçiler olmasına rağmen, firavunların iktidarları zayıflayınca kendi krallıklarını kurmuşlar ve deltada 130 yıl boyunca feodal beylikler olarak hükümran olmuşlardır. İleride de göreceğimiz gibi Kuran’da bu hükümranlıklardan bahsedilmektedir. Öyleyse Musa başlangıçta bunlarla birlikte yaşamış ve sonrasında ülke, belli bir süre neredeyse tamamen bu insanların egemenliğine geçmiştir.

Şuara 17-18: Hemen Firavun’a varın. Ardından ikiniz deyin ki: Kesinlikle biz Âlemlerin Rabbi’nden resulüz (Bazı işleri gerçekleştirmek için gönderilmiş görevlileriz). İsrailoğlularını bizimle göndermen için.

Araf suresi 109-110: Firavun toplumunun ileri gelenleri, «Kesinlikle bu bilgin bir sihirbazdır, sizi memleketinizden çıkarmak istiyor» dediler. Firavun: «Ne buyurursunuz?» dedi.

Taha 47: Hemen gidin de Firavun’a deyin ki: Biz rabbinin (sana gönderilen) elçileriyiz. Artık İsrailoğulları’nı bizimle gönder, onlara azap etme; biz sana rabbinden bir ayet ile geldik. Selam doğru yolda gidenleredir.

 

Kasas 76: Karun Musa’nın toplumundandı. Böylece onlara baskı ile zulüm yaptı. Biz, ona anahtarlarını güçlü bir topluluğun zor taşıdığı hazineler vermiştik. O zaman toplumu ona şöyle demişti: Şımarma, çünkü Allah şımarıkları sevmez.

Yukarıdaki ayetlerden Musa’nın İsrailoğulları’nı kendisi ile beraber göndermesini istediği anlaşılmaktadır. Ama Mısırlı ileri gelenlerin kendisi ile gelmelerini istememektedir. Oysa Firavun’un yanındakiler “Sizi yerinizden yurdunuzdan etmek istiyor” diyerek bir takım İsrailoğulları’na öğüt vermekteler. Öğüt verilenler İsrailoğulları’ndan olan beyler veya ayrıcalıklar edinmiş olanlardır. Karun da bu Hiksoslar’dan biridir. Bu durum yani Hiksos hâkimiyetinin kısmen de olsa Musa zamanında mevcut olduğunu göstermektedir. Firavun Sobekhotep IV’ün hükümranlık yıllarında hüküm süren Hiksoslar’ın 2. Kralının isminin de Khyan, Khian veya Khayan olması da ilgi çekicidir. Bu isim Karun ismine çok benzemektedir. Yani yerleri ve yurtları olan İsrailoğulları’ndan feodal bir beydir. Hiksoslar’ın tarihi bu ayetlerle uyumludur.

 

Araf 134:

وَلَمَّا وَقَعَ عَلَيْهِمُ الرِّجْزُ قَالُوا يَامُوسَى ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَ لَئِنْ كَشَفْتَ عَنَّا الرِّجْزَ لَنُؤْمِنَنَّ لَكَ وَلَنُرْسِلَنَّ مَعَكَ بَنِي إِسْرَائِيلَ (134)

Toz başlarına çökünce, «Ey Musa! Rabbine, sana verdiği ahde göre bizim için yalvar. Bizden azabı kaldırırsan sana, mutlaka, inanacağız ve İsrailoğulları’nı seninle beraber göndereceğiz» dediler.

Araf 135:

فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الرِّجْزَ إِلَى أَجَلٍ هُمْ بَالِغُوهُ إِذَا هُمْ يَنْكُثُونَ

Onlardan, kurtulduklarını düşündükleri belli bir zamana kadar malum tozu giderdiğimizde sözlerinden dönüyorlardı.

Ayetin orijinalinde geçen” ricz” kelimesi kir, toz anlamlarına gelmektedir. Ayetlerde Ricz kelimesi maarifedir. Yani bilindik bir tür tozu ifade etmektedir Yani başlarına iyi bilinen, özellikli bir toz yağmıştır. Sıradan bir toz değildir.

Zuhruf 49-50:

وَقَالُوا يَاأَيُّهَا السَّاحِرُ ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَ إِنَّنَا لَمُهْتَدُونَ (49) فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الْعَذَابَ إِذَا هُمْ يَنْكُثُونَ (50)

Ve dediler ki: Ey sihirbaz, sende olan ahdi adına bizim için rabbine dua et. Kesinlikle biz doğru yola rehberlik edilenleriz. Hemen ardından onlardan azabı giderdiğimizde o zaman sözlerinden dönüyorlardı.

 

Firavun ve halkının üzerine tekrar tekrar bilinen özel bir toz yağmıştır. Bu toz onlara çok zarar verdiği için Musa’ya gidip “Rabbin bu tozu kaldırsın” demişlerdir. Bu durum bize Musa halen Mısır’dayken toz yağmaya başladığının göstermektedir. Gökten toz yağması ancak toz fırtınalarından ve volkanik patlamalardan sonra olmaktadır. Bu ayette ise toz azabının kalkması ile döneklik yaptıklarını öğreniyoruz. Ayet toz yağmasının çok kez olduğunu düşündürmektedir. Bu ancak bir seri volkanik patlamayla olabilir. Demek ki volkanik patlamaların ilk birkaç yılında Musa Mısır’da bulunmaktadır.

2

2

Günümüzde, bir volkanik patlama sonrası çevreyi kaplayan volkanik toz.

Peki, Thera volkanik patlamaları zamanı hangi tarihlere denk gelmektedir?

Tarihteki büyük volkanik patlamalardan biri de Girit’te ki Minos uygarlığını yok eden Thera patlamasıdır. Bu patlamanın tarihi MÖ 1646-1570’dir ve seri patlamaları ifade etmektedir. 1628-1618 tarihleri ise iklim değişikliklerinin belirginleştiği ve Kuzey Yarım kürede yaz aylarında bile don olduğu tarihlere denk gelmektedir. Bu bilgileri Çin kaynaklarından, kutup buzul tabakaları ve ağaç gelişimi ile tarih belirleme araştırmalarından biliyoruz.3 Bu durumda Musa’nın peygamber olarak Mısır’da bulunmaya başladığı tarih MÖ 1640 yılları olmalıdır. Çünkü Thera patlamaları MÖ 1646 yıllarında başlamıştır.

 

Yukarıdaki resimde de görüldüğü gibi Thera (Santorini) volkanik patlamasının etki alanı içinde Antik Mısır, Anadolu ve Kudüs şehri de bulunmaktadır.

Bakara 57:

وَظَلَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْغَمَامَ وَأَنْزَلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوَى كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَمَا ظَلَمُونَا وَلَكِنْ كَانُوا أَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ (57)

Toz bulutu ile sizi gölgelendirdik, çöl türüfü ve bıldırcın indirdik, «Verdiğimiz rızıkların iyi ve güzel olanlarından yiyin» dedik. Onlar bize değil, fakat kendilerine yazık ediyorlardı.

Bu ayetten ise Musa ve İsrailoğulları’nın Mısır’dan çıktıktan sonra Arabistan çöllerinde bulundukları bir dönemden bahsedilmektedir. Bu dönemde toz bulutu onları yakıcı güneş ışınlarından korumaktadır. Çöldeki iklimi daha serin, bahar aylarındaki gibi kılmaktadır. Ayrıca sadece serin bahar aylarında yetişen çöl türüfü (Hakkında daha sonra ayrıntılı bilgi verilecektir), serin ve yağışlı hava nedeni ile çok bol, yıllarca yetişebilmektedir. Göç eden bıldırcınlar iklim değişikliği nedeni ile çok daha sık yer değiştirmektedir. Sıcak toz bulutu nedeni ile de yere düşmektelerdir. Bu da bize bu dönemin MÖ 1628 civarında bir dönem olduğunu düşündürmektedir. Çünkü Thera volkanik patlaması nedeniyle dünya iklimi değişmiş, çöller ılıman bir özellik kazanmıştır. Öyleyse Mısır’dan çıkış zamanı MÖ 1628’ den hemen önce veya hemen sonra olmalıdır. Çin kaynaklarında bu yıllarda yaz aylarında don olaylarının olduğuna dair kayıtlar vardır.3

 

Bakara 57. Ayet: Ve üstünüze toz bulutunu gölge yaptık ve size ihsan ettiğimiz hoş rızıklardan yiyin diye üzerinize çöl mantarı ve bıldırcın indirdik. Onlar, bize zulmetmediler, lakin kendi nefislerine zulmediyorlardı.

Bakara 58. Ayet:

وَإِذْ قُلْنَا ادْخُلُوا هَذِهِ الْقَرْيَةَ فَكُلُوا مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ رَغَدًا وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّدًا وَقُولُوا حِطَّةٌ نَغْفِرْ لَكُمْ خَطَايَاكُمْ وَسَنَزِيدُ الْمُحْسِنِينَ (58)

 O zaman biz dedik ki “Bu kasabaya girin, gerekli gördüğünüz her yerden bol bol tüketiniz ve itaatkâr olarak ana kapıya giriniz ve “Hititli” deyiniz. Hatalarınızı biz hoş görürüz. Güzel davrananların da artıracağız”.

Bakara 59. Ayet:

فَبَدَّلَ الَّذِينَ ظَلَمُوا قَوْلًا غَيْرَ الَّذِي قِيلَ لَهُمْ فَأَنْزَلْنَا عَلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا رِجْزًا مِنَ السَّمَاءِ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ (59)

 

 Devamında, nefislerine zulmedenler, sözü kendilerine söylenilenden başkasına değiştirdiler. Biz de zulmeden kimselerin üzerine yoldan çıkmaları sebebiyle gökten toz indirdik.

Bakara 59. ayetten ise İsrailoğulları Kudüs şehri yakınlarında bu günkü Filistin’de bulundukları sırada yine başlarına kül yağdığını göstermektedir. Daha sonra da değinileceği gibi bunun öncesinde Bakara suresi 58. Ayette Kudüs şehrine girip yerleşmeleri istenmiştir. Tarih MÖ 1620-1600’ler olmalıdır. Yani bu tarih de İsrailoğulları Girit adasının doğusunda bulunduklarından Thera volkanının nispeten sonraki püskürmelerinin tozu başlarına yağmış olmalıdır. Bunu nasıl anlıyoruz?

 

Bakara 58. Ayet: O zaman biz dedik ki “Bu kasabaya girin, gerekli gördüğünüz her yerden bol bol tüketiniz ve itaatkâr olarak ana kapıya giriniz ve “Hititli” deyiniz. Hatalarınızı biz hoş görürüz. Güzel davrananların da artıracağız”.

Bakara 58. ayette geçen “Hıtta” kelimesi Hititli demektir.4 Birçok mealde yanlış olarak “Hıtta” kelimesi “bağışlanma” olarak çevrilmektedir. Oysa aynı ayette zaten gafur kelimesi geçmektedir. Gafur kelimesi hoş görmek demektir. Bağışlama kelimesinin ise Kuran’daki karşılığı bildiğimiz “af, affetmek” kelimesidir. Araştırıp anlamayınca zanni bir anlam vermişlerdir. Oysa zan gerçekten yana bir şey ifade etmez.

Hitit kelimesinin menşei Tevrat kaynaklıdır. Aslı İbranice htt harfleridir.  Okunuşu Hıtta, Hatti veya Hitit dir. MS 1900’lü yılların başında Çorum ilimizde bulunan Hitit tabletleri okunmaya başlanınca Tevrat’ta  zikredilen "Heth" ve "Hittim" kelimesinden, aynı halk olduğu düşünülüp adlandırma yapılmıştır. Yani Hititlerin isim babası Tevrat’tır. Tevrat’ta Kuran gibi Semitik (hemen hemen aynı) bir dille yazılmıştır.

          Eski Mısırlılar ise Hititlere Kheta veya Hetta demişlerdir. Hitit krallarına da Hetta-sira demişlerdir. Musa ve yanındakiler de Hititleri Kheta veya Hetta olarak bilmektelerdir. Eski Mısır yazısının çözümü Jean-Françoise Champollion tarafından 1824 yılında rozetta taşının tercümesi ile gerçekleşmiştir. Hititler ve eski Mısırlılar arasında yapılan Kadeş antlaşmasında Hititler’den Kheta veya hetta olarak bahsedilmektedir.4

          Bu gün Hititler diye bildiğimiz toplum Hattiler’den sonra Anadolu’ya yerleşmiş olan Nessiler’dir. Çünkü Hititler Anadolu ya yerleşmeden önce Orta Anadolu’da yaşayan halk kendilerine Hatti olarak adlandırmışlardır. Hattiler bu günkü Kafkas dillerine benzer eklemeli bir dil olan Hatti dilini konuşmuşlardır. Bu dil özellikle Adige diline benzemektedir. Fakat daha sonra kendilerine Nesseli diyen Hititler Anadolu’ya yerleşince Nessece (Hint-Avrupa dil ailesinden) Anadolu’nun hâkim dili olmuştur. Hititler de kendilerini başka uluslara Hatti yani Anadolulu olarak tanıtmaya devam etmişlerdir. O zamanın diğer ulusları da onları Hatti olarak tanımışlardır.

Hitit devleti oldukça karışık toplumları içermekteydi. Din konusunda oldukça özgürlükçülerdi. Bu nedenle  ülkeleri  ile “ Bin tanrılı ülke” diye öğünürlerdir. Hititler kendi döneminde toplumsal sınıf ayırımı bakımından o dönemin en az ayırımcı olan  milletti ve kendilerine özgü bir hukuk devletidir. Kendilerine sığınan kavimleri haraç vermek veya devlete asker göndermek karşılığında inançları konusunda serbest bırakırlardı. Hititler kendilerine iltica edenleri diğer ülkelere iade etmezlermiş. Fakat Kadeş antlaşmasında iade edeceklerine dair bir madde bulunmaktadır. Kadeş antlaşması Hz. Musa zamanından  çok sonraları yapılmıştır. Bazı kaynaklara göre MÖ 1285 bazı kaynaklara göre ise MÖ 1296 yılında yapılan Kadeş Savaşı sonunda Mısır Firavunu II. Ramses ile Hitit Kralı III. Hattuşili arasında imzalanmış barış antlaşmasıdır.5

Hitit Kent yapıları tapınak etrafında yapılmıştır. İç ve dış surlar ile çevrilmiştir. Kentin en az birkaç ana giriş kapısı ve yayalar için birçok küçük kapısı vardır. Ana kapılar aslan veya tanrı kabartmaları ile süslenmiştir.

Hititlerde kent kapılarının çok özel bir anlamı vardır. Ana kapıları ancak asiller ve saygın kişiler kullanabilirdi. Barış zamanlarında bu ana kapılar agora (toplantı yeri) gibi kullanılırdı. İhtiyarlar meclisi burada toplanır, ticari anlaşmalar burada yapılır. Bilgilendirme işlemleri halkın önünde burada yapılırdı. Yani Osmanlıdaki Bâb-ı Âli tanımına uymaktadır. Kısacası devlet kapısı demektir.

Bakara 58. Ayette “Bu kasabaya girin, gerekli gördüğünüz her yerden bol bol tüketiniz ve itaatkâr olarak ana kapıya giriniz” denmektedir. Oysa ayetin başında “şehre giriniz” denmektedir. Sonrasında ise “kapıdan giriniz” denmektedir. Şehre girdik. Kapıdan nasıl gireceğiz? Tuhaf geldi! Ama aslında “Ayetten el bab” yani malum, bilindik o kapıdan girin denmektedir. Bu kapı şehrin ana giriş kapısıdır ve devletle görüşme, antlaşama yapma yeridir. Kısacası “Hititlerle anlaşmaya gidin” denmektedir.

Hititlerin Filistin bölgesini işgali ise Hitit kralı 1. Mürşili (M.Ö. 1620- 1590) tarafından gerçekleştirilmiştir.6 William Broad Hitit kralı 1. Mürşili’nin Filistin’e kadar inmesinin Thera patlamasının Anadolu tarımı üzerindeki olumsuz etkisine bağlı olduğunu belirtmektedir.3,7 İklim değişikliğini hatırlayınız.

Bakara 58. Ayette Mısır’dan kaçan İsrailoğulları’nın Musa önderliğinde Filistin’de bulunan Kadeş veya Kudüs şehrine geldiklerinde, buranın Hitit işgali altında olduğunu anlıyoruz. Bu durum tarihi bilgilerle uyuşmaktadır. Allah İsrailoğulları’na Hititler ile özerklik anlaşması yapmalarını önermiştir. Fakat İsrailoğulları Musa’ya karşı çıkarak bu anlaşmayı kabul etmemişlerdir. Bu ayet ve tarihi bilgilerden de Hz. Musa’nın MÖ 1620-1600’ler civarında Kudüs şehri yakınlarında olduğunu anlıyoruz. Bu tarih yine Thera volkanik patlaması ve toz yağması ile de uyumludur.
Bu arada şunu da belirtmek gerekir. Muharref Tevrat’ta Yaratılış bölümünde İbrahim peygamberden bahsedilmektedir. Ve bu bölümde İbrahim peygamber Hititliler ile konuşmaktadır. Oysa yine Tevrat âlimlerince İbrahim’in MÖ 2000 yıllarında yaşadığı iddiası vardır. Hititler ise tarih sahnesine MÖ 1700 yıllarından sonra çıkmışlardır. Bu durumda İbrahim asla Hititlerle bir diyaloğa girmiş olamaz. Kuran bu diyaloğun Musa ile olduğunu vermektedir. Ayrıca benim tespitlerime göre İbrahim MÖ 2900 yıllarında yaşamıştır.

 Bu durumda, geriye doğru gidersek Musa’nın Mısır’dan bir gurup İsrailoğulları ile çıkmadan önceki tarih nedir, Firavun kimdir? Saptayabilir miyiz?

Tarihi kaynaklardan en dikkati çekici olan Artapanus (Artapanus of Alexandria )’un Musa hakkında yazdıkları bilgilerdir. Artapanus MÖ 300’lerde Mısır’da yaşamış bir Yahudi tarihçidir. Artapanus’un verdiği bilgilere göre Musa MÖ 1700’lerde doğmuştur. Yine Artapanus’a göre Musa’nın doğduğu dönemdeki firavun Chaneferre (Khaneferre Sobekhotep IV) dir.8 Bu firavun on yıl hüküm sürmüştür.

Yahudi kaynaklarında Musa’nın Mısır’dan çıkış esnasında 80 yaşında olduğu söylenmektedir. Bu da Mısır’dan çıkış tarihinin MÖ 1620-1630 tarihleri arasında olması gerektiğini düşündürmektedir. Bu bilgi de Musa’nın Mısırdan İsrailoğulları ile çıkışı zamanındaki firavunun Sekhemre Seusertawy Sobekhotep VIII olduğunu göstermektedir. Çünkü bu firavun MÖ 1645-1629 yılları arasında firavunluk yapmıştır. Artapanus’un dediği gibi Musa’nın Mısır’dan çıkışında Sobekhotep IV iktidarda olsaydı Thera patlaması ile aynı zamanda olmayacaktı. Çünkü Sobekhotep IV’ün iktidarı Thera patlamasından daha öncedir. Ayrıca Hititler’in Kudüs yöresini işgal etmesinden önceki bir zamana denk gelecekti. Öyleyse Artapanus’un Musa’nın Mısır’dan İsrailoğulları ile çıktığı zamandaki Firavun tahmini yanlıştır.

Tarihi diğer bir bilgi de şudur: Yahudi kaynaklarında Musa’nın annesinin ismi Jochebed olarak geçmektedir. Fakat eski bazı Talmud rahiplerine göre Musa’nın annesinin ismi Shiphrah’tır. Şifrah ismi MÖ 1740-1700’lerde Firavunluk yapmış olan Sobekhotep III dönemine ait esirler listesinde saptanmıştır.9

Musa’nın doğduğu ve Mısır’dan İsrailoğulları ile birlikte topluca çıktığı dönemindeki firavunun hangi kişi olduğunu düşündüren diğer bilgiler de şunlardır:

Yunus 92. Ayet:

فَالْيَوْمَ نُنَجِّيكَ بِبَدَنِكَ لِتَكُونَ لِمَنْ خَلْفَكَ آيَةً وَإِنَّ كَثِيرًا مِنَ النَّاسِ عَنْ آيَاتِنَا لَغَافِلُونَ

Fel yevme nuneccîke bi bedenike li tekûne limen halfeke âyeten, ve inne kesîren minen nâsi an âyâtinâ le gâfilûn (gâfilûne).

Sonraki gün seni sunağın ile arkandan gelen halifelerine, bir ayet olması için çok kez açığa çıkaracağız. Kesinlikle, insanların birçoğu ayetlerimizden mutlaka gafillerdir.

Bütün meallerde, ayette geçen “bedenike” kelimesi “senin cesedin, senin vücudun” olarak çevrilmektedir. Kuran’da ayrıca dört kez “cesed” kelimesi geçmektedir. Hepsinde de vücut, heykel anlamındadır. Maide suresinde 31. Ayette ise “sewet” kelimesi çürümekte olan ceset olarak kullanılmıştır. “Nuneccike” kelimesi ise kurtaracağız olarak çevrilmektedir. İkisi de yanlıştır. Doğrusu verdiğim mealdeki gibidir.


Neden?

Ayette geçen    فَالْيَوْمَ, “felyevme” kelimesi “bugün ve sonraki günler” anlamındadır. Ayette geçen  نُنَجِّيكَ, “nuneccike” ise kelimesi ise “seni kurtaracağız” olarak çevrilmektedir. Oysa “neccike” kelimesi tefil babındadır. NCW kökü burada kurtarmak olarak alınırsa tefil babından dolayı “seni çok çok, tekrar tekrar kurtaracağız” anlamı ortaya çıkmaktadır. Bu durum biraz tuhaftır. Ölen adam sonraki günler, gövdesi ile nasıl tekrar tekrar kurtarılır? Ayetlerden bu Firavunun kesin olarak boğulduğunu da biliyoruz. Ayrıca boğulması kararlaştırılan kişi neden tekrar tekrar kurtarılsın? Aslında NCW kökünün anlamı “bir şeyi bir şeyin içinden çıkararak ortaya koymak, ayırarak uzaklaştırmak, kaçırmak, açığa çıkarmak” demektir. Bu kök anlamdan gelişmiş, başka anlamlar türemiştir. Bunlar kurtarmak, temizlemek, özgür olmaktır. Kısacası ayette geçen “nuneccike” kelimesi “seni bedeninle tekrar tekrar bir yerden açığa çıkaracağız, ifşa edeceğiz” demektir. Yani bir şeyin veya bir durumun içinden tekrar tekrar çıkıp ortaya konan için “neccey” kelimesi kullanılır.

Beden kelimesi ise bildiğinizden çok farklıdır.  Nasıl?

İkinci kelimemiz ise بِبَدَنِكَ, “bibedenike” kelimesidir. Kuran’da bdn kök kelimesi iki kez geçmektedir. Birincisi yukardaki Yunus suresi 92. Ayettir. İkincisi Hacc suresi 36. Ayetteki budun kelimesidir. Bu iki ayette kullanılan beden ve budn kelimeleri aslında aynı anlamdadır. Çünkü budn kelimesi beden kelimesinin çoğuludur. Budn kelimesinin Türkçesi bedenler anlamına gelmektedir. El budn olduğuna göre daha da özel anlam kazanmış, kök anlam ile bağlantılı yeni bir anlam kazanmış demektir.

Hacc Süresi 36. Ayettir:

وَالْبُدْنَ جَعَلْنَاهَا لَكُمْ مِنْ شَعَائِرِ اللَّهِ لَكُمْ فِيهَا خَيْرٌ فَاذْكُرُوا اسْمَ اللَّهِ عَلَيْهَا صَوَافَّ فَإِذَا وَجَبَتْ جُنُوبُهَا فَكُلُوا مِنْهَا وَأَطْعِمُوا الْقَانِعَ وَالْمُعْتَرَّ كَذَلِكَ سَخَّرْنَاهَا لَكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ (36)

Vel budne cealnâhâ lekum min şeâirillâhi lekum fîhâ hayrun, fezkurûsmallâhi aleyhâ savâff(savâffe), fe izâ vecebet cunûbuhâ fe kulû minhâ ve at’ımûl kânia vel mu’terra, kezâlike sahharnâhâ lekum leallekum teşkurûne (teşkurûne).

“Ve kurbanlık deve ve sığırları Allah’ın size olan iyileştirme unsuru kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Bağlı halde keserken üzerlerine Allah’ın adını anın. Yan üstü düşüp ölünce onlardan yiyin, isteyene de istemeyene de verin. Şükredebilesiniz diye onları böylece sizin buyruğunuza verdik”.

Buradaki  وَالْبُدْنَ “velbudn” kelimesi “kurbanlıklar, büyük baş hayvanlar” olarak çevrilmektedir. Bu ayette budn kelimesi çoğuldur. Tekili ise beden dir. Oysa BDN kökünün Arapçadaki anlamı, ağırlaştırmak, sunak, sunmak, besleyerek bakmak, ilgilenerek büyütmek demektir. Bu ayetteki gerçek anlamı “sunuluklar, sunak hayvanları” demektir. Bu durumda Hac suresi 36. Ayetin meali şöyle olmalıdır:

“Ve sunak (kurban) hayvanlarını Allah’ın size olan iyileştirme unsuru kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Bağlı halde keserken üzerlerine Allah’ın adını anın. Yan üstü düşüp ölünce onlardan yiyin, isteyene de istemeyene de verin. Şükredebilesiniz diye onları böylece sizin buyruğunuza verdik”.

İbranicede beden kelimesi “form, figür” anlamına gelmektedir. Bu anlam stele tanımı ile uyuşmaktadır. Stele figürler, kitabeler içeren kişiye özel dikili ağır anıtsal taşlardır. Antik Mısır’da steleler mezarların üzerine dikilen ve ölünün ruhunun bu yaşam ve diğer yaşam arasında kapı görevi gören yapılar olarak inanılmıştır. Yani bir çeşit vücuttur. Bu stele yani kitabelere sunularda bulunulurmuş. Günümüzdeki mezar kitabeleri ve türbelere benzemektedir.

Antik Mısır dilinde wdn kelimesi sunak, ağırlaşmak,  büyükleştirmek, kraliyet itibar kaydı” anlamındadır. Stele yani Türkçesi anıt kitabesinin Antik Mısır’daki genel adı ise wd dir.10,11

Dikkat ederseniz Arapçadaki BDN ve Antik Mısır dilindeki WDN kökleri aynı anlama gelmektedir. Benzer anlam Türkçede de kullanılmaktadır. Mesela önemli bir misafir geldiğinde “ağırlamak, ağırladık” gibi kelimeler kullanırız. Bu kelime onlara “sunuda bulunduk, sunduk, hizmet ettik” anlamlarındadır. Arapçadaki BDN ve Antik Mısır’daki WDN kelimeleri de sunmak, sunak, hizmet etmek, ağırlamak gibi benzer anlamalara gelmektedir. Antik Mısır dili Hamitik, Arap dili ise Semitik dil ailesindendir. Bu iki aile birbiri ile yakın akrabadır.

 

Yukarıdaki tabloda Eski Mısır dilinde WDN kelimesinin İngilizce olarak anlamları yazmaktadır.

Kısacası “beden” kelimesinin Yunus suresi 92. Ayetteki anlamı ise “sunak (altar), stele (mezar kitabesi) anlamındadır. Eski Mısır da sunak olarak da kullanılan stele yani anıtsal kitabelere verilen isim ise “wdn” dir. Hamitik ve Semitik dillerde “w” ve “b” harfleri birbirine değişebilir.

Aslında bu ayet firavunun sunak stelesi ile tekrar tekrar açığa çıkarılıp ifşa edileceğini anlatmaktadır. Bu kitapla da aynı şey tekrar gerçekleşmiştir. Sanıldığı gibi deniz kenarlarında bulunan mumyalar veya müzelerde sergilenen mumyalar, Musa peygamber ile mücadele eden ve sonunda suda boğulan firavun değillerdir.

Yunus suresi 92. Ayette “senin haleflerine, senin arkandan gelenlere bir ayet olması için” ifadesi vardır. Burada “senden sonra firavun olanlara” denmektedir. Peki, kendinden sonra gelen Mısır toplumu ve firavunlara ibret olan bir firavun var mıdır?

Evet vardır.

Bu firavunda Sekhemre Seusertawy Sobekhotep VIII’ dir. Çünkü Karnak’ta ki Yaratıcı Tanrı Atum-Amon’a adanmış, Amenhotep III (MÖ 1386-1349) tarafından onarılmış tapınak kulesinin zemininin içinde, dolgu malzemesi olarak kullanılmış bir stele bulunmuştur. Bu stele Sekhemre Seusertawy Sobekhotep VIII’ e aittir. Bu stelede bu firavunun hükümdarlığının 4. yılında, kendini Antik Mısır yaratılış mitolojisindeki Yaratıcı Tanrı Atum’un selden ortaya çıkması gibi bir tören yaptığı ve bunu bir stele haline getirdiği anlaşılmaktadır. Yani kendini Yaratıcı Tanrı Atum ile bir tutmaktadır (The Inundation Stela of Sebekhotpe VIII, Egyptian story of the creation Heliopolis, Thebes).12 Oysa antik Mısır’da firavunlar yalnızca Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi olarak kabul edilmektelerdir. Bulunan bu stelenin daha sonra bir yapıda, parçalar halinde dolgu malzemesi olarak kullanıldığı saptanmıştır.12 Yani bu firavundan sonraki firavunlar, kendini Yaratıcı Tanrı’yla bir tutan bu firavunun stelesini parçalayıp yapıda dolgu malzemesi olarak kullanmışlardır. Bu bulgu kendinden sonra gelen firavunların Sekhemre Seusertawy Sobekhotep VIII’ sevmedikleri ve saygı duymadıkları, ona ait belgeleri yok etmeye çalıştıkları anlamına gelmektedir. Üstelik bu stele kalıntıları Yaratıcı Tanrı’ya adanmış bir tapınağın zemininde dolgu malzemesi olarak kullanılmıştır. Bundan sonra da kendini Atum-Amon-Ra gibi ilan eden bir firavun da bilinmemektedir.

 

Sekhemre Seusertawy Sobekhotep VIII’in sunak kabarmasının çizimi. Burada kendini Mısır dininde Yaratıcı’yı simgeleyen çift dallı, tüylü başlık ile resmetmiştir.

 Bu durumu aşağıdaki ayetlerden de anlayabiliriz.

Kasas 38:

Firavun dedi: “Ey ileri gelenler! Sizin benden başka bir tanrınız olduğunu bilmiyorum. Ey Hâmân, benim için çamur üzerine ateş yak, bana bir kule kıl ki Musa’nın ilâhına yükselebileyim; Kesinlikle ben sanıyorum ki o mutlaka yalan söyleyenlerdendir”.

Naziat 24:

(Firavun) «Sizin en yüce rabbiniz benim» dedi.

Naziat 17:

«Firavun’a git; kesinlikle o haddi aşmıştır».

Taha 24:

«Firavun’a git, kesinlikle o haddi aşmıştır».

Duhan 24:

Denizi açık halde bırak. Çünkü onlar suda boğulacak bir ordudur.

Duhan suresi 24. Ayette neden “Çünkü onlar suda boğulacak bir ordudur” denmektedir? Oysa Musa’nın asası birçok mucizeyi kolayca gerçekleştirebilmektedir. Musa asası ile Firavun’un kafasına vursa veya müdahale etse Firavun hemencecik orada geberebilir. Ama böyle yapılmayıp suda boğulması planlanmıştır? Çünkü bu firavun kendini Mısır dinindeki Yaratıcı Tanrı yani Allah ile bir tutmuş ve mitolojilerindeki gibi kendini sudan çıkan Yaratıcı Tanrı olarak göstermiştir. İsrailoğulları’na işkence eden firavunlar bu firavundan öncede vardır. Fakat onların hesabı hemen bu şekilde yani suda boğularak olmamıştır. Fakat Sobekhotep VIII’in ölümü özellikle suda boğularak olmuştur. Bu bilgi Firavun’un neden başka yollardan öldürülmediğini, neden boğularak öldürüldüğünü açıklamaktadır. Çünkü antik Mısır dininde Yaratıcı Tanrı Atum veya Amon sudan çıkarak kendini yaratmıştır. Daha sonra ise diğer her şeyi ve kutsal olanları yaratmıştır. Sekhemre Seusertawy Sobekhotep VIII ise stelesinden de anlaşıldığı gibi kendini Yaratıcı Tanrı’nın yerine koymuştur.

Kuran’da Hz. Yusuf dönemindeki devlet başkanına “melik” denmektedir. Melik kral demektir. Antik Mısır'da ise Musa'dan önceki zamanlarda "nesu" yani kral kelimesi kullanılmıştır. Oysa Musa zamanındaki Mısır devlet başkanına firavun denmektedir. Firavun kelimesi ikinci geçiş döneminden sonra kullanılmaya başlanmıştır.

Firavun kelimesi Arapça “f,r,ayn” kelimelerinden türemiştir. Fra kelimesi, en asil, en yüksek, en tepede olan ağacın dalları, en önce olan, birinci anlamlarına gelmektedir.  İbranice’de ise forah; dal, süsleme anlamlarına gelmektedir. Sanırım kafaya uygulanan dallar ile yapılan bir süslemedir. Arapçada firavun kelimesi “iki dallı, iki zirveli, iki öncelikli, iki yönlü asil gibi anlamlara gelmektedir. Daha sonra Arap toplumunda firavun kelimesi kendini çok beğenmiş anlamında kullanılır olmuştur.

Firavun kelimesinin antik Mısır dilindeki karşılığı P(f)RAA sesleri ile ifade edilmektedir. Anlamının ise “Büyük Saray, yer, zemin ve kolon” anlamında olduğun ileri sürülmektedir. Bu kelimenin Akadça “parşu” kelimesi ile aynı anlamda olduğunu düşünüyorum. Çünkü Akadça “parşu” kolon ve “parsau” kozmos, kozmik yönetici anlamlarına gelmektedir. Bu kelimenin Kuran’daki karşılığı “arş” kelimesidir.

Mısır dininde yalnızca Yaratıcı Tanrı’nın tepesinde iki adet devekuşu tüyü vardır. Bu tüyler ezel ve ebedi olmayı ifade etmektedir.

 

 Yaratıcı Tanrı Atum iki tüylü başlığı ile resmedilmiştir.

Musa peygamberin döneminde Kral Sekhemre Seusertawy Sobekhotep VIII kendini Yaratıcı Tanrı ile eşit görmüş ve Firavun (en yüce kozmik yönetici) ismini kullanmıştır. Daha sonraki krallar Sobekhotep VIII akıbetini bildiklerinden bu ismi Tanrı’nın yeryüzündeki oğlu olarak tevil edip anlamlandırmışlardır.

Bu ayette dikkati çeken ve Musa’yı yalanlayan azgın firavunun Sobekhotep VIII olduğunu gösteren diğer bir nokta da ayetteki “Halifelerine bir ayet olsun diye” cümlesidir. Bu cümle Firavun’dan sonra gelen diğer firavunları anımsattığı gibi daha sonraki yıllarda firavunluk yapan ve kendini Tanrı gibi gören insanları da hatırlatmaktadır.

Mısır tarihinde firavun Sobekhotep VIII den sonra bu ayete delil olabilecek bir bulgu daha var mıdır? Evet, böyle düşündürecek bir bulgu daha vardır.

Bütün Antik Mısır kralları yani firavunlar, kendilerini Yaratıcı Tanrı’nın halifesi gibi gösteren başlıklar giymişlerdir. Fakat Firavun Sobekhotep VIII ise kendini Yaratıcı Tanrı Amon-Ra gibi görmüş ve kendini Amon-Ra’nın resmedildiği şekilde başlığında iki adet tüy ve Mısır yaratılış mitolojisinde olduğu gibi taşkından çıkan Tanrı Amon-Ra gibi tanıtmıştır. Daha sonra ise ibret olsun diye Allah tarafından su taşkınında boğulmuştur (Atum, Amon, Amon-Ra hepsi Yaratıcı Tanrı’yı ifade etmektedir).

Bu olay, Sobekhotep VIII’den sonra gelen firavunlara gerçekten ibret olmuş mudur?

Firavun Sobekhotep VIII’den sonra firavun olan (MÖ 1629-1628) Neferhotep III ise yeni bir başlık olarak khepresh başlığı takmıştır. Khepresh başlığı eski krallık üçüncü hanedanlık kralı Djoser zamanında kullanılan Cap başlığına benzemekle beraber Mısır tarihinde ilk kez firavun Sobekhotep VIII’in halifesi olan Neferhotep III zamanında kullanılmaya başlamış, daha sonraki yıllarda tamamen yaygınlaşmıştır. Bu başlığın özelliği mavi renk ile gök ve denizi hatırlatması ve yine firavunların Yaratıcı Tanrı’nın halifesi olduğunu ifade etmesidir. Diğer bir özelliği ise adının savaş başlığı olmasıdır. Başlıkta bulunan Ureus yılanı ise Yaratıcı Tanrı Amun-Ra’nın otoritesini hatırlatmaktadır.15

 

 

Yukarıda ilk kez Neferhotep III’ün giydiği khepresh başlığı gösterilmiştir.

Firavun Sobekhotep VIII’in yaptıkları, sonra gelen firavunlar için bir ayet, uyarı olmuştur. Bundan sonra hiçbir firavun tanrılık iddiasında da bulunmamıştır. Bunu hatırlamak için sürekli Khepresh başlığı kullanmışlardır.15

Kısacası Sobekhotep VIII kendini kozmosun yaratıcısı ve yöneticisi olan Yaratıcı Tanrı Amon ile bir tutmuş fakat gazaba uğramıştır, Mısır mitolojisinde olduğu gibi sudan çıkıp kendini yarattığını iddia ettiği için suda boğularak can vermiştir. Bu firavundan sonraki firavunlar bu olayı ibret alarak kendilerini Yaratıcı Tanrı değil, onun manevi oğlu gibi olduklarını ifade etmişler ve khepresh başlığı takmışlardır. Sobekhotep VIII’in anıtsal stelesini de kırıp, Yaratıcı Tanrı Amon-Ra tapınağının zeminine dolgu malzemesi yapmışlardır.

 Musa ona Yaratıcı Tanrı’nın peygamberleri olan Wadjet (Kobra yılanı) ve Nekhbet (Akbaba) (ki firavunların velisi sayılırlar) şeklinde geldiğinde itaat etmemiştir. Çünkü kendini yaratıcı tanrı Atum veya diğer adıyla Amon-Ra gibi görmektedir. İşte bu nedenle özellikle ibret için suda boğularak öldürülmüştür.

 

 

Musa’yı veled edinen Firavun kimdir?

Daha önce Hz. Musa ve İsrailoğulları’nın göç etmesini engellemek isteyen, sonunda da denizde boğulan firavunun Sobekhotep VIII olduğunu anlatmaya çalışmıştım. Bu iddiayı bilimsel ve tarihi bilgilere dayanarak yapmıştım. Oysa Musa peygamberin hayatında en azından bir tane daha firavun (kral) vardır. O da Musa peygamberi evlat edinip sarayında büyüten firavundur.

Taha 39:

أَنِ اقْذِفِيهِ فِي التَّابُوتِ فَاقْذِفِيهِ فِي الْيَمِّ فَلْيُلْقِهِ الْيَمُّ بِالسَّاحِلِ يَأْخُذْهُ عَدُوٌّ لِي وَعَدُوٌّ لَهُ وَأَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِنِّي وَلِتُصْنَعَ عَلَى عَيْنِي (39)

«Onu (Musa’yı) tabut içine bırak, onu da akıntıya bırak. Akıntı da onu sahilde sergilesin. Onu, hem bana düşman, hem ona düşman olan biri alsın.» Bir de benim gözetimim altında yetiştirilmen için, üzerine benden bir muhabbet sergiledim.

Ayette “Onu hem bana düşman, hem ona düşman olan biri alsın” denmektedir. Bu ayetten “Ona düşman” tanımı ile Musa’ya ve İsrailoğulları’na düşman olan bir kişi anlaşılmaktadır. Tarihi bilgilerimiz bu düşmanlığın MÖ 1800’ler de başladığını düşündürmektedir. Çünkü Hiksoslar’ın Mısır’a gelmeye başladığı tarih bu tarihten sonradır. Fakat bu tarihten sonra yaşamış birçok Mısır kralı vardır. Fakat ayette “Bana da düşman” tanımlaması bu kralın Yaratıcı Tanrı’ya da düşman olduğunu göstermektedir.

Eski Tarihçiler den Artapanus Musa zamanında yaşayan kralın (firavunun) Khaneferre Sobekhotep IV olduğunu öne sürmüştür. Sobekhotep IV’ün MÖ 1658- 1648’yıllarında hükümdar olduğu tahmin edilmektedir. Oysa tahmin ettiğimiz ve denizde boğulan firavun ise Sobekhotep VIII’ dir. Sobekhotep VIII ise MÖ 1646- 1629 yıllarında hüküm sürmüştür. Bütün bulgular boğulan firavunun Sobekhotep VIII olduğunu düşündürmektedir. Öyleyse “Musa Mısır’dan çıktığında seksen yaşındaydı” sözü doğru kabul edilirse, Musa’nın doğum tarihi MÖ 1709 civarında olmalıdır.

MÖ 1700 yılları civarında krallık yapmış ve Tanrı’ya düşman bir Mısır kralı var mıdır?

Bu soruya cevap olacak bir hükümdar vardır. Bu hükümdarın adı ise Haankhef dir. Haankhef orta sınıf bir askeri aileden gelmiş ve hükümdarlığı Sobekhotep III’ den gasp etmiş bir kraldır. (Hükümdarlığı konusunda şüpheler vardır. Oysa oğullarının firavunluğu kesindir). MÖ 1700 yıllarında Teb şehrinde hükümdar olmuştur. Kendini daima “Tanrı’nın babası” olarak adlandırmıştır. Haankhef’in üç oğlu vardır. Bunlar Neferhotep I, Sihathor, ve Sobekhotep IV’ dür. Haankhef daima “Tanrı’nın babası” sıfatı ile kayıtlara geçmişken, karısı Kemi ise daima “Kralların annesi” olarak kayıtlara geçmiştir. Bu bulgu bana Taha suresi 39. Ayetteki “ Bana da düşman, ona da düşman” tanımlamasını düşündürmektedir. Haankhef’in firavunluğu şüphelidir. Belki de bu nedenle ayette “firavun denmeyip “birisi” denmiş olabilir. Ama karısı için “firavunun karısı” denmektedir. Bu bana Sobekhotep III’den iktidarı gasp ederken, onun karısını da karısı yapmış olabileceğini düşündürmektedir. Tarihi belgelerde firavunun karısı Kemi’nin daima oğulları ile birlikte bahsedilmesine rağmen kocasından bahsedilmemiştir. Sanırım Kemi kocasını ya da 2. Kocasını pek sevmemektedir.

 

Şuara 18:

قَالَ أَلَمْ نُرَبِّكَ فِينَا وَلِيدًا وَلَبِثْتَ فِينَا مِنْ عُمُرِكَ سِنِينَ (18)

Firavun dedi ki: «Biz seni çocukken yanımıza alarak büyütmedik mi? Ömrünün birçok yılını aramızda geçirmedin mi?».

Bu ayette suda boğulacak olan Sobekhotep VIII Musa’ya hitap etmektedir. Bu hitap Sobekhotep VIII’in Haankhef’in ailesinin devamı (torunu) olduğunu düşündürmektedir. Aslında Haankhef’in üç oğlundan Neferhotep I ve Sobekhotep IV’ün hükümdarlıkları çok iyi bilinmektedir. Oldukça güçlü iktidarlardır. Sobekhotep IV zamanında oldukça aktif bina ve kanal çalışmaları yapılmıştır. Sobekhotep IV’ün Hiksos kralı Khyan (Karun) ile sıkı bağlantısı olduğu da bilinmektedir. Fakat Haankhef’in diğer oğlu olan Sihathor hakkında pek bir bilgi yoktur. Kardeşi Neferhotep I ile birlikte bir yıldan az hükümdar olduğu ve erkenden öldüğü yazılmaktadır. Dikkat çekici bir durumdur. Çünkü Sihathor Mısır dilinde Hathor’un oğlu demektir. Hathor ise kutsal inek, buzağı tanrı demektir. Bu düşünce bana Taha suresi 88. Ayeti hatırlatmıştır.

Taha suresi 88. Ayet meali:

Böylece onlara böğüren buzağı heykeli çıkardı. « Bu, sizin ilahınız ve Musa’nın ilahı fakat o unuttu» dediler.

Buzağı Tanrı Hathor hem Mısırlılar’ın hem de Hiksoslar’ın yaygın olarak tapındıkları bir tanrıdır. Samanyolu galaksisini ifade eder ve inek şeklinde tasvir edilir. Acaba Hükümdar Haankhef’in oğlu (evlatlığı) Sihathor Musa peygamber midir? Bence muhtemeldir. Bu arada hemen şu ayeti hatırlamak gerekir:

Kasas suresi 9. Ayet: Firavunun karısı onlar şuurunda değillerken dedi ki: Onu benim ve senin için gözde tut. Öldürmeyin onu, bize yararı olabilir veya onu evlat ediniriz.

Kısaca özetlemek gerekirse: Hz. Musa MÖ 1709’lar civarında doğmuş. Firavun Haankhef ve karısı Kemi tarafından evlatlık edinilmiştir. Diğer oğulları Neferhotep I ve Sobekhotep IV ile birlikte büyütülmüş, başarılı bir prens olmuştur. Fakat bir adam öldürmesi ve aslında İsrailoğulları’ndan olması nedeni ile Mısır’dan kaçmak zorunda kalmıştır. Haankhef’in torunu Sobekhotep VIII zamanında Mısır’a peygamber olarak geri dönmüştür.

Bu arada Musa’nın bebekken neden Nil nehrine sandık içinde bırakıldığından da bahsetmek gerekir. Bu efsanenin benzeri MÖ 2300 yıllarında Mezopotamya’da hüküm sürmüş Akad kralı Büyük Sargon için de tabletlere geçirilmiştir. Fakat tabletlerin en eskisi MÖ 900 yıllarından öteye geçememektedir. Bu tarih de Musa’dan çok çok sonralara denk gelmektedir. Sanki Akadlar’ın devamı olan Asurlar Musa’nın hikâyesinden etkilenip Büyük Sargon için böyle bir hikâye yazmışlar gibi görünmektedir. Eğer MÖ 1709 yıllarından daha eski bir tablette Büyük Sargon’a ait aynı efsane bulunursa bu bize şunu düşündürmelidir: Antik Mısır MÖ 2200 yıllarında Büyük Sargon’un torunu Akad kralı Naram Sin tarafından feth edilmiş ve 6. Hanedanlık onun tarafından kurulmuştur. Bu bilgi de bize sonraki Mısır hanedanlıklarının ve krallarının Büyük Sargon efsanesinden haberdar olduğunu düşündürecektir. Böylece şu sorunun cevabı olacaktır: Allah bebek Musa’yı başka değil de neden nehirden kıyıya vuran sandıkta bir çocuk olarak Haankhef ve karısının karşısına çıkarmıştır?

 

 

Musa’nın Nil Yolculuğu

Kehf suresinde geçen Hz. Musa ve Hızır ile ilgili ayetler yüzlerce yıldır insanların ilgisini çekmiştir. Acaba bu olay nerede gerçekleşmiştir? Balığın canlanması yani ab-ı hayat suyu gerçek midir?

Bu konuyu anlayabilmek için Kuran’ın özellikle bazı ayetlerini iyice anlamaya çalışmak ve birçok tarihi, etimolojik ve coğrafi bilgiyi bilmek gerekir.

Kuran’da “Hızır” Kıssası:

 Kehf suresi:

60. Ayet: Ve o zaman Musa emir erine dedi ki: İki denizin birleşme yerine ulaşıncaya kadar vazgeçmeyeceğim veya yapabildiğim kadar ilerlerim.

61. Ayet: İkisi, ikisinin arasının birleştiği yere ulaşınca, ikisinin balıklarını unutmuşlardı ki balık denizin içinde çağlayarak yol edindi.

62. Ayet: Zor yeri geçtiklerinde emir erine dedi ki: «Yemeğimizi getir bize, seferlerimizden bunda gerçekten yorulmuşuz.».

63. Ayet: Dedi ki: «Gördün mü, kayaya sığındığımızda, ben balığı unutmuş oldum. Onu hatırlamamı Şeytan’dan başkası bana unutturmadı; o da şaşılacak tarzda denizde kendi yolunu tuttu ».

64. Ayet: Dedi ki: «Bizim de aradığımız buydu.» Böylelikle ikisi izleri üzerinde geriye doğru gittiler.

65. Ayet: Devamında kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş ve tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.

66. Ayet: Musa ona dedi ki: « Sana öğretilen olgunluk ilminden bana öğretmen için sana tabi olabilir miyim?».

67. Ayet: Dedi ki: Kesinlikle sen benimle beraberliğe sabredemezsin.

68. Ayet: Haberlerini tamamen bilip anlamadığına nasıl sabredersin?

69. Ayet: Musa: «İnşallah beni sabırlı bulacaksın ve senin hiçbir işine karşı gelmeyeceğim» dedi.

70. Ayet: Dedi ki: «Eğer bana uyacak olursan, hiç bir şey hakkında bana soru sorma, ben sana bahsedinceye kadar ».

71. Ayet: Devamında ayrıştılar. Nihayet bir gemiye bindiklerinde; o, bu gemiyi deliverdi.

72. Ayet: Musa: Gemiyi içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu şaşılacak kötü bir iş yaptın, dedi.

73. Ayet: Dedi ki: «Sen benimle asla sabredemezsin, demedim mi?».

74. Ayet: (Musa:) «Beni, unuttuğumdan dolayı suçlama ve bu işimden dolayı bana bulaşma» dedi.

75. Ayet: Devamında bir erkek çocuk ile karşılaşıncaya kadar ayrıştılar. Hemen onu öldürdü. (Musa) Dedi ki: « Bir cana karşılık olmaksızın, sorunsuz bir kişiyi mi öldürdün? Hoş olmayan bir şeyde bulunmuş oldun ».

76. Ayet: “Ben, sana; benimle birlikte olmaya sabredemezsin, demedim mi?” Dedi.

77. Ayet: “Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam; Böylece benimle birliktelik etme. Benim tarafımdan özre ulaşmış oldun” dedi.

78. Ayet: Kasaba ehline gelinceye kadar ayrıştılar. Kasaba ehlinden yiyecek istediler. Onlar ikisini konuk etmekten kaçındılar. Devamında ikisi orada yıkılmayı isteyen bir duvar buldular. Hemen o onu yapısal ve fonksiyonel olarak düzelti. Dedi ki: Eğer uygun görseydin bunun üzerinden ücret edinirdin.

79. Ayet: Dedi ki: “İşte bu, seninle benim aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana o sabredemediğin şeylerin yorumunu haber vereceğim”.

80. Ayet: «Gemi, denizde çalışan birkaç yoksula aitti; onu kusurlu kılmak istedim, çünkü peşlerinde her sağlam gemiye zorla el koyan bir hükümdar vardı ».

81. Ayet: “Oğlana gelince; onun ana babası inanmış kimselerdi. Çocuğun onları azgınlığa ve küfre bulaştırmasından çekindik”.

82. Ayet: Rab’larının o çocuk yerine daha sorunsuz ve merhamete daha yakın bir çocuk vermesini istedik.

83. Ayet: «Duvar ise, şehirde iki yetim erkek çocuğa aitti. Duvarın altında onlar için bir hazine vardı; babaları da iyi bir kimseydi. Rabbin onların erginlik çağına ulaşmasını ve rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarmalarını istedi. Ben bunları kendiliğimden yapmadım. İşte sabredemediğin işlerin içyüzleri budur ».

Musa’nın doğduğu zamanlarda, firavunların Mısır’da yaşayan İsrailoğulları’nın nüfuzunu azaltmak için erkek çocuklarını öldürmeleri nedeni ile Musa, annesi tarafından bir sandık içinde Nil Nehri’nin akıntısına bırakılmıştır. Daha sonra firavunun karısı tarafından bulunmuş ve evlat edinilmiştir. Böylece Musa bir prens ve komutan olarak yetiştirilmiştir.

   Kasas suresi 14. ayet: "Musa erginlik çağına gelip olgunlaşınca, ona hikmet ve ilim verdik. İyi davrananları böyle ödüllendiririz.”

Ayetinden de anlaşıldığı gibi Musa daha gençliğinde, peygamber olmadan çok önce oldukça bilgili bir insandır.

   Taha suresi 41. ayet: "(Musa) Ben seni kendim için yetiştirdim.”

Ayetinden de anlaşıldığı gibi Musa’nın Allah tarafından bir eğitilip yetiştirilme dönemi vardır. Kısacası Musa Allah tarafından birçok olaya maruz bırakılmış ve yetiştirilmiştir. Kemale erdirilmiştir. Bu yetiştirilme derslerinin sonuncularından biri de bir kaza sonucu birisini öldürmesi ve başka bir ülkeye kaçmak zorunda kalmasıdır. Bu hadiseden çok önce muhtemelen Musa kendisinden daha bilgili birilerinin olup olmadığını düşünmüştür. Bir şekilde kendisinden daha bilgili birisini nerede bulabileceği gösterilmiş veya söylenmiştir. Yoksa önceden iddia edildiği gibi Musa peygamber olduktan sonra “Benden daha bilgilisi var mı?” diye sormuş olamaz. Çünkü peygamber olmuş olan birisi kemale ermiştir ve böyle bir kibirlenme içine giremez. Yine de bu macera Musa’nın yetiştirilmesi için verilen bir derstir. Her durumda Musa halen yetiştirilmektedir. Bu nedenle henüz peygamber değildir.

Yukarıda da anlattığım gibi Musa’nın “Hızır” ile karşılaşması peygamberliğinden önce olmuş bir hadisedir diye düşünmekteyim. Hızır diye yazdım ama aslında Kuran’da Hızır diye bir kelime geçmemektedir. Merhamet ve ilim verilmiş, salih bir kuldan bahsedilmektedir. Fakat halk arasında “Hızır” dendiğinden ben de öylece bahsedeceğim.

Bu kanımı destekleyecek tarihi bilgiler mevcuttur.

Artapanus milattan önce İskenderiye’de 2-3. yüzyıllarda yaşamış Yahudi bir âlimdir. Artapanus’un verdiği bilgilere göre Musa Eski Mısır’da 13. Hanedanlık döneminde yaşamış bir prenstir. Bu dönemde Nubia (bugünkü Sudan) seferine katılmıştır.21 Ayrıca Tevrat’ta Musa’nın Nubialı (Sudan) bir kadınla Mısır’da iken evli olduğu da yazmaktadır (Çölde sayım 12:1). Demek ki Musa Nil nehrinin ayrıntılarını ve Nubia’yı iyi bilmektedir.

Musa’nın yaşadığı zaman, kabaca önceki verilerden de anlaşıldığı gibi MÖ 1700-1600 dür. Bu durumda Hz. Musa’nın gençlik dönemi MÖ 1700-1660 yılları arasında olmalıdır. Bu dönemde Hz. Musa’nın evlat edinilmiş te olsa bir prens, komutan olduğunu unutmamak gerekir ve yanında mutlaka emir eri olmalıdır.

Peki, Musa ve “Hızır’ın” karşılaştığı yer neresi olabilir?

Bunu anlayabilmek için Kehf Suresi 60-64. Ayetleri analiz edip coğrafi bilgilerle karşılaştırmak gerekir.

Kehf suresi 60. Ayet: Ve o zaman Musa emir erine dedi ki: İki denizin birleşme yerine ulaşıncaya kadar vazgeçmeyeceğim veya yapabildiğim kadar ilerlerim.

Demek ki Musa’nın buluşma yeri iki denizin birleştiği yere yakındır. Bu ayette geçen deniz kelimesi “BaHR” dir. Deniz, göl, geniş akarsu yani nehir gibi "derin su" anlamlarına gelmektedir. Ayetten Musa’nın istediği yere varabilmesi için iki seçeneğinin olduğu bunlardan birinin karayolu olduğu, diğerinin ise suyolu ulaşımı ile daha kolay gerçekleştirilebileceği anlaşılmaktadır.

Yine ayetten bu dönem Hz. Musa’nın bir peygamber olmadığı açıktır. Çünkü “gidebildiğim kadar gideceğim” demektedir. Bir peygamber bu kadar serbest olamaz, başına buyruk olamaz. Hele İsrailoğulları gibi asi bir ümmeti varsa. Tur dağına kırk günlüğüne gittiği dönemi hatırlayın.

Kehf suresi 61. Ayet: İkisi, ikisinin arasının birleştiği yere ulaşınca, ikisinin balıklarını unutmuşlardı ki balık denizin içinde çağlayarak yol edindi.

Bu ayette geçen ikisinin bir biri ile birleştiği yani “mecmea” olduğu yere vardıklarında balıklarını unutmuşlardı. Yani Musa ve Hızır’ın buluşma yerlerini unutarak geçtiler. Burada bir önceki ayette olduğu gibi deniz kelimesi yoktur. İkisinin arasının birleştiği yer vardır. Bu Musa ve Hızır’ın birleşme yeri anlamına gelmektedir: Ayetin sonundaki “serab” kelimesi ise oynak belirsiz görüntü anlamına geldiği gibi “çağlamak, çağlayan” da demektir.22 Yoksa ölü balığın canlanması söz konusu değildir. Serap gibi, olmadığı halde canlı görünerek, sanki canlıymış gibi çağlayanda sürüklenip gitmiştir. Burada serap görmek ve çağlayanda giden ölü balık görüntüsü arasında büyük benzerlik vurgulanmaktadır.

Çağlayan kelimesi bize Nil nehrindeki çağlayanları düşündürmektedir. Ve özellikle iki denizin birleştiği yerin hemen öncesindeki çağlayanı düşündürmektedir. Çünkü Musa “iki denizin birleştiği yere kadar gideceğim” demiştir. Öyleyse buluşma yeri iki denizin birleştiği yerin hemen öncesindeki çağlayan olmalıdır. Nil nehrinde böyle bir çağlayan var mıdır?

 

Kehf suresi 62. ayet: Zor yeri geçtiklerinde emir erine dedi ki: “Yemeğimizi getir bize, seferlerimizden bunda gerçekten yorulmuşuz”.

Kayalık bölgeyi geçip, balıklarını da orada unuttuktan sonra Musa’nın “Seferlerimizden bunda gerçekten yorulmuşuz” demesi daha önce de birkaç defa kayalık alan gibi bölgelerden geçtiklerini fakat bu sonuncu kayalığın en zor bölge olduğunu anlatmaktadır. Kayalık bir bölgede, en zor geçilen ve iki denizin birleştiği yerin hemen aşağısında olan bir çağlayan vurgulanmaktadır. Üstelik öncesinde de en az üç tane daha çağlayan olmalıdır. Musa “seferlerimizden” diyerek çoğul kullanmıştır. Arapçada çoğul en az üç tane olan için kullanılır.

Kehf suresi 63. ayet: Emir eri dedi ki: «Gördün mü, kayalığa sığındığımızda, ben balığı unutmuş oldum. Onu hatırlamamı şeytan’dan başkası bana unutturmadı; o da şaşılacak tarzda denizde kendi yolunu tuttu.

Burada ise son kayalığa vardıklarında sandallarını terk etmek zorunda kaldıkları ve bu esnada balığın da suya düşmüş olduğu anlaşılmaktadır. Balık çağlayanın akıntısında bata çıka akıp gitmiştir. Kayalıktan iki nehrin birleştiği yere kadar yürüyerek gitmek zorunda kalmışlardır. Emir eri “ölü balığın canlı gibi çağlayanda yol almasını” Musa’ya söylemeyi unutmuştur. Aslında aradıkları bölge kayalık ve çağlayan olan bu bölgedir.

Kehf suresi 64. ayet: Mûsâ: “İşte aradığımız bu idi” dedi. Bunun üzerine tekrar izlerini takip ederek gerisingeri döndüler.

Yine bu ayette de karadan yürüyerek geldiklerini ve yürürken ayak izi bıraktıklarını yani muhtemelen kumluk (sahil, çöl) bir araziden geldikleri anlaşılıyor. Buluşma yeri olan kayalık çağlayan bölgesine geri dönüyorlar.

Kehf suresi 65. ayet: Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, kendisine tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.

Yukarıda Musa’nın genç bir prens iken Yukarı Mısır’ın güneyinde olan Nubia yani bugünkü Sudan’ın başkenti Hartum’a kadar askeri bir sefer ile gitmiş olduğuna dair tarihi bilgilerin olduğunu anlatmıştım. Bu nedenle Musa bu bölgelere yabancı değildir.

Muhtemelen bir rüya üzerine yardımcısı ile Nil nehrinde yolculuğa çıkmıştır. Amacı kendisinden daha bilgili olan kişi ile “ölü balığın canlı gibi göründüğü çağlayan yanında ” buluşmaktır. Bu amaçla bir sandal ile yola çıkmış, Güneye doğru ilerleyerek Nil nehrinde bulunan altı adet çağlayanın beşini geçip, altıncı ve geçmesi en zor olan son çağlayanda sandallarını terk etmek zorunda kalmışlar ve kayalığa çıkıp yollarına yürüyerek devam etmişlerdir. Bu arada buluşma yerini de unutarak ve fark etmeyerek geçmişlerdir. Çağlayanda yaşadıkları mücadele onlara asıl amaçlarını unutturmuştur.

Nil nehrindeki 6. ve geçilmesi en zor çağlayan Sabaluka çağlayanı.

Sabaluka kayalığı ve çağlayanının uydu fotoğrafı

Çünkü 6. çağlayan akıntının en kuvvetli olduğu en dar olan çağlayandır. Aslında aradıkları yer de burasıdır. Bu çağlayanın ismi “Sabaluka” çağlayanıdır. İlginçtir ki Türkçede balık kelimesini hatırlatmaktadır. Ne hikmetse kıssada da balıktan bahsedilmektedir. Sabaluka “çağlayan” anlamında  kullanılmaktadır. Fakat Arapça da al sabalouga geçit demektir. Berberi dilinde ise "samak" balık demektir. Sabaluka kelimesi "samak" kelimesinden geliyor olabilir. Çünkü bu bölge halkı berberi kökenlidir ve balık yiyenler olarak bilinirler.14 Bu çağlayan çok büyük bir kayalık bölgenin ortasından akmaktadır. Kayalık bölgenin de adı Sabaluka kayalığıdır. Jeolojik olarak etrafına göre farklı bir yerdir. Genç bir oluşumdur. Magmanın yeryüzüne itilmesi ile oluşmuştur (sabaloka igneous complex).

Musa ve Hızır’ın buluşma yeri olarak özellikle bu bölgenin seçilmesinin jeolojik açıdan bir önemi var mıdır? Sanırım suyun kayayı delip geçtiği yer olarak bir önemi vardır. Ama bu kayalığın jeolojide de özel bir yeri olduğu kesindir.

Musa ve genç yardımcısı bu bölgeden geçtikten sonra kumluk bir kıyıdan ilerleyerek iki büyük akarsuyun birleştiği bölgeye yani Beyaz Nil ve Mavi Nil’in birleştikleri bölgeye gelmişlerdir. Burada balıklarını unuttuklarını anlamışlar ve buluşma yerlerinin, balıklarını unuttukları kayalık bölge olduğunu hatırlamışlar, tekrar kumluk bölgedeki kendi ayak izlerini takip ederek gerisin geriye kayalık bölgeye gelmişler ve “Hızır” ile buluşmuşlardır. Tarihi verilerden iki nehrin birleştiği yerin Sabaluka kayalığına bu günkü yerinden çok daha yakın olduğu anlaşılmaktadır.23

İlginçtir ki bu kayalık bölge insanlarının lakapları balık yiyenlerdir. Antik gezginler (The Periplus of the Erythraean Sea) ve Eski Mısırlılar burada bulunan tarihi Meroe şehri insanları için “Balık yiyenler” ismini kullanmışlardır. Bu bölge dışındakilerin ise lakapları “Av hayvanı yiyenler” veya “İnek yiyenler” olarak adlandırılmıştır. Musa’nın ve emir erinin yiyecekleri de balıktır.

Sixth cataract: Altıncı çağlayan Sabaluka’dır.

Özet olarak, Musa Nil nehrinde sandalla balık-yiyenler ülkesine bir yolculuk yapmıştır. Birçok çağlayan geçmiş fakat en zor çağlayan olan 6. çağlayan Sabaluka da sandallarını terk edip kayalığa çıkmak zorunda kalmışlar, bu esnada balıklarını da çağlayana düşürmüşlerdir. Balık çağlayanda bir serap gibi bata çıka, sanki canlıymış gibi hareket ederek yolunu tutup gitmiştir. Bu esnada yardımcısı balığın nehre düştüğünü Musa’ya bildirmeyi unutmuş ve yola devam etmişlerdir. İki denizin yani Beyaz Nil ve Mavi Nil’in birleştiği yere geldiklerinde yardımcısı balığın 6. çağlayan Sabaluka da nehre düşüp akıntı ile sanki canlıymış gibi yüzüp sürüklendiğini söylemiştir. Bu nedenle gerisin geriye kendi izlerini takip ederek tekrar 6. çağlayana geri gelmişler ve buluşma gerçekleşmiştir.

Bu bilgilerden sonra şu gerçeği söyleyebiliriz.  Musa ve Hızır’ın buluştukları yer bu gün için Mavi Nil ve Beyaz Nil’in birleştikleri yerin 80 km kuzeyinde “Balık Yiyenlerin” ülkesinde bulunan Sabaluka kayalıklarıdır. Ab-ı Hayat suyu diye bir şey de yoktur. Eğer olsaydı bunu sanırım ilk önce Musa ve yardımcısı içmiş olurlardı. Musa sonradan öldüğüne göre bu iddia gerçek dışı bir uydurmadır.

Bu arada Musa ve Hızır’ın yaşadıkları olayların kısa bir yorumunu yapmak gerekmektedir.

Bazı kişiler Kehf suresinde bulunan ve Hızır’ın bir erkek çocuğu öldürmesi hadisesini müşküllerden kabul ederler. Oysa bu suredeki Hızır’ın üç hadisesi de yalnızca bazı insanların sahip olduğu derin bilgiyi ve merhameti anlatmaktadır.

Kehf 65. Ayetini iyi kavrayamadıkları için bu kıssada müşkül olduğunu düşünmektelerdir.  Mealden anlaşıldığı gibi Hızır’a merhamet ve ilim verilmiştir. Olay derin ilme dayanan merhamet olayıdır. Üç olayda da merhamet vardır, Fakat sebebi bilinmeyen olaylar başlangıçta sanki zulümmüş gibi görünmektedir. Dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta da olayların hep salih insanlar lehine gerçekleşmesidir. Yapılan iyiliklerin üçü de şahsi yani kişisel iyiliklerdir. Toplumsal değildir. Oysa peygamberler toplumlara hitap ederler. Şeriat da toplumsal kurallardır. Bu nedenle "Hızır" peygamber değil, özellikli bir kişidir.

İkinci hadisede geçen ve masum bir çocuğun öldürülmesi olayı ise başlangıçta Musa’nın da itiraz ettiği gibi korkunç bir olay gibi görünmektedir. Bunun nedeni olayın iç yüzünü bilmemekten ileri gelmektedir. Hatta bazı insanlar olayın iç yüzünü öğrendikten sonra dahi olayı hala kabul edilemez bulmaktalardır. Çocuğun genç yaşta öldürülmesi çocuk açısından kötü gibi kabul edilebilir. Fakat gerçek hayatın ahiret hayatı olduğunu kavrayan birisi, öldürülme olayının nedenini öğrendikten sonra buna itiraz edemez. Sonuçta Musa’da sebebi öğrenince daha fazla itiraz etmemiştir. Bu kıssada müşkül olduğunu düşünenler bu noktaya dikkat etmelilerdir.

Ayrıca hepimizin bildiği gibi birçok insan öldürülmeyi hak edecek birçok suç işlemektedir. Birçok katil kanunen suçunun ispat edilememesi nedeni ile cezasız kalmakta ve suç işlemeye devam etmektedir. Salih insanlar ise en küçük bir suçun cezasını görebilmektelerdir. Yine birçok aile zalim olan çocuklarından kurtulmak için dua etmektelerdir. Aslında ahiret hayatına iman eden biri için çocuğun öldürülmesi kötü bir olay değildir. Çocuk dinen masum kabul edildiği bir dönemde ve işleyeceği suçları fiilen gerçekleştirmeden ölmüştür. Bu nedenle onun için ahrette bir ceza gerçekleşmeyecektir. Bu durum çocuk için bir rahmettir. Ailesi ise dünya hayatında kötü bir çocuk azabından ve isyan edip cehennemlik olmaktan kurtulmuştur. Bu da bir rahmettir.

Bu kıssadan çıkarmamız gereken sonuç nedir? Ne değildir?

Her önüne gelen “Ben Hızır gibi şu kişiyi öldürebilirim”  diyebilir mi? Hayır, çünkü o kişi Allah’ın kanunlarından olmadığı halde bunu gerçekleştirirse onu kanundan kimse koruyamaz. Yani böyle bir savunma hukuken kabul edilemez. Ahret günü ise Allah’ın cezasından hiç kimse koruyamaz. Oysa “Hızır” ayette söyle demektedir:

Kehf suresi 80. Ayet: “Oğlana gelince; onun ana babası inanmış kimselerdi. Çocuğun onları azgınlığa ve küfre bulaştırmasından çekindik”.

Görüldüğü gibi Hızır’ın uygulaması kendi kararı değildir. Çünkü ayette “Biz çekindik” demektedir. Allah’ın emri de değildir. Çünkü “Biz endişe ettik” demektedir. Allah endişe etmez. Bu karar kendisinin de içinde bulunduğu bir kurulun kararıdır. Yani bu konuda merhametli ve ilim sahibi bir kurul karar almış ve Hızır bu kararı uygulamıştır.

Bir veya birkaç kişinin hayatı tehlikeye girdiğinde mecbur kalınırsa bazılarını feda etmek hukuken kabul edilebilir. Mesela doğum esnasında annenin hayatını tehlikeye soktuğuna kesin olarak karar verdiğimizde bebeği feda edebiliriz. Bu zaten uygulanmak zorunda kalınan bir durumdur. Eğer bir kişiyi kurtarırken ikisinin de ölümüne sebep olunacağı kesin biliniyorsa, kurtulacak olan kurtarılır, diğeri mecburen feda edilebilir. Şeriaten bir kadının ziynet yerlerine bir başka erkek bakamaz, dokunamaz fakat doktor tanı ve tedavi amacıyla bunu gerçekleştirebilir. Ülkenin kurtuluşu için birçok asker şehit olmaya gönderilebilir.  Adaletin sağlanması için birçok polis şehit olabilir. Veya halk içinde bir canlı bomda patlatılacağı istihbaratı alınırsa, bunu yapacak teröristler suç gerçekleşmeden öldürülebilir. Oysa şeriatta suç işlemeyen birisine asla ceza verilemez. Bombayı patlatacak teröristin bombayı patlatması beklenir. Bu ise mantıklı değildir. Suç işlenmemiş olsa bile yetkili kurumlar olay gerçekleşmeden potansiyel suçluları öldürme yetkisine sahiplerdir. Tecavüze uğramış ve hamile kalmış bir kadın için de bu bakış açısıyla kürtaj yapmak uygun görünmektedir. Bu durumda şu soruyu sorabilirsiniz; Masum çocuğun suçu nedir? Ben de o zaman size “Masum kadının suçu nedir? Onu nefret ettiği bir adamın çocuğunu doğurmaya nasıl mahkûm edebiliyorsunuz?” diye sorabilirim. Ardından “Çocuğun kürtajla alınmasının günahını kim yüklenecek” diye de sorabilirsiniz. Bu durumda ben de size “Tecavüzü gerçekleştiren yüklenecek” diyebilirim.

Kısacası daha yüce ve büyük amaçlar için başka insanlar feda edilebilir. Yapılan bu fedakârlık hem kalanlar hem de şehit olanlar için daha hayırlıdır. Bu yaklaşımlar bilimsel kararlardır. Duygusal yaklaşımlar değildir. Derin bilgi ve merhamet gerektirir.

 

Sabaluka kayalıkları: Musa ve Hızır’ın karşılaştıkları yer. Nil nehri kayalığın içinden akmaktadır. Burada kayalık sert şeriat kurallarını simgelemektedir. Su ise merhameti simgelemektedir. Merhamet şeriatı gerektiğinde delip geçebilmektedir.

Yukarıda Musa ve Hızır’ın buluştukları yer olan Sabaluka kayalıklarının özelliği gibi, derin bilgi ve merhamet şeriat kayasını delip geçebilir. Bu merhamet ve bilgelik çağlayanını aşmak her insanın katlanabileceği bir iş değildir. Ancak Allah’ın derin bilgi ve merhamet verdiği kişiler bu çağlayanı aşabilirler. Bu vasıflara sahip olmayanlar ise çağlayanı terk edip şeriatın sert kayalıklarına sığınırlar. Kısacası salih insanların lehine olacaksa kurallar gereğinde yumuşatılabilir. Bu kıssa aynı zamanda merhametli bir derin devlete cevaz vermekte gibi görünmektedir.

 

 

Musa Medyen’e kaçıyor. Medyen neresidir? Kat kat Kutsal Vadi neresidir?

Tevrat’ta ve Kuran’da Hz. Musa’nın Mısır’dan, kazayla bir adam öldürmesinden sonra Medyen’e kaçtığı yazmaktadır. Daha sonra bu bölgeden başka bir yere giderken kat kat kutsal bir vadide peygamberlik verilmiştir.

Yukarıdaki harita M.S. 2. Yüzyılda yaşamış Yunan asıllı Mısırlı Klaudyos Batlamyus’ ait Arabistan haritasıdır.24

Bu haritanın kuzey- batı kesimi Tevrat’ta Musa’nın kaçtığı bölge, Midyan olarak tanımlanmaktadır. Kuran’da ise Musa Medyen’e kaçmıştır. Burada ise bir adamla 8-10 hac dönemi hizmet etmek karşılığında, onun kızı ile evlenme antlaşması yapar. Medyen, Midyan ve Medine kelimeleri hep aynı anlamdadır, “Din yeri” anlamına gelmektedir.

Medine şehri Medyen diye tanımlanan bölgede yer almaktadır. Medine şehrinin Hz. Muhammed’den önceki ismi Yesrib’tir. Daha sonra ismi Hz. Muhammed tarafından Medine olarak değiştirilmiştir!

Fakat yukarıdaki tarihi harita incelendiğinde bu günkü Medine şehrinin yerinde Latrippa şehrinin olduğu görünecektir. Latrippa kelimesi Eski Yunancadan Latinceye geçmiş bir kelimedir. Latria kelimesi tapınmak, inanmak, iman etmek anlamındadır. Oppi kelimesi ise kasaba, şehir demektir. Bu durumda Latrippa “Tapınma, iman etme şehri” anlamına gelmektedir. Hz. Muhammed şehrin Latince ismini eski orijinal haline çevirmiştir. Çünkü Yesrib Latrippa’dan dönüşmüştür.

Ayrıca haritada Medine’nin güneyinde Macoraba şehri görünmektedir. Macoroba şehri ise Mekke şehridir. Mekke şehri ismini Kâbe’nin bulunduğu vadi olan Bekke (ağlama vadisi) den almıştır. Romalılar ise bu yerleri kendi dillerinde benzer anlam taşıyan kelimeler ile isimlendirmişlerdir.

 Macoroba Yunanca Macaria’dan türetilmiştir. Macaria kutsanmış, korunmuş demektir. Muhtemelen kelimenin Latince orijinal hali Macariappa olmalıdır. Yani kutsanmış şehir anlamındadır.

Bazı Hıristiyan misyonerler İsa’dan önce Mekke şehrinin var olmadığını iddia etmişlerdir. Oysa Asur kayıtlarında şu bilgi vardır: ( Limmu lists) “MÖ 716 yılında kâtip Tab-sil-Eshara Mekke’de kalede devlet görevlisidir”.

Dahası, aslında Mekke Yahudi ve Hristiyanların daima aradıkları fakat asla bulamadıkları Siyon dağlık bölgesidir.

Bilindiği gibi Siyon dağı Yahudi ve Hıristiyanlarca kutsal kabul edilen güya Kudüs’te bulunan bir tepedir. Ziyaret edilen kutsal bir yerdir.  Kudüs’teki tepeye sonradan bu ad verilmiştir. Çünkü İsrail (Yakup) oğulları Hz. Musa'dan sonra Kudüs şehrine sahip olup, orada yaşamaya başlamışlardır. Hz Yakup’un diğer isminin İsrail olduğunu biliyoruz. Kuran'da İsra suresinde bahsedilen ve Mescidi Haram ve Mescidi Aksa arasında gizli gece yürüyüşü (isra) yaptırılan da Hz. Yakup dur.

Aşağıda Tevrat'tan alıntıdan da anlaşılacağı gibi Siyon'da Allah'ın evi, Beytullah bulunduğu ve buraya ziyaretler, hac yapıldığını anlıyoruz. Orada Allah'a hamd (övgü) yapılmaktadır.

Mezmurlar 84:

1Ey Her Şeye Egemen RAB,
Ne kadar severim konutunu!

2 Canım senin avlularını özlüyor,
İçim çekiyor,
Yüreğim, bütün varlığım
Sana, yaşayan Tanrıya sevinçle haykırıyor.

3 Kuşlar bile bir yuva,
Kırlangıç, yavrularını koyacak bir yer buldu
Senin sunaklarının yanında,
Ey Her Şeye Egemen RAB, Kralım ve Tanrım!

4 Ne mutlu senin evinde oturanlara,
Seni sürekli överler! |iSela

5 Ne mutlu gücünü senden alan insana!
Aklı hep Siyon’u ziyaret etmekte.

6 Baka (Bekke) Vadisinden geçerken,
Pınar başına çevirirler orayı,
İlk yağmurlar orayı berekete boğar.

7 Gittikçe güçlenir,
Siyon’da Tanrının huzuruna çıkarlar.

8 Ya RAB, Her Şeye Egemen Tanrı, duamı dinle,
Kulak ver, ey Yakup’un Tanrısı! |iSela

9 Ey Tanrı, kalkanımıza bak,
Mesh ettiğin krala lütfet!

10 Senin avlularında bir gün,
Başka yerdeki bin günden iyidir;
Kötülerin çadırında yaşamaktansa,
Tanrımın evinin eşiğinde durmayı yeğlerim.

11 Çünkü RAB Tanrı bir güneş, bir kalkandır.
Lütuf ve yücelik sağlar;
Dürüstçe yaşayanlardan hiçbir iyiliği esirgemez.

12 Ey Her Şeye Egemen RAB,
Ne mutlu sana güvenen insana!

Ayrıca Tevrat ve İncil’de ki başka diğer bölümlere baktığımızda benzer bir durum görüyoruz.

Mez.74: 2 Anımsa geçmişte sahiplendiğin topluluğu, Kendi halkın olsun diye kurtardığın oymağı Ve üzerine konut kurduğun Siyon Dağı'nı.

Mez.78: 68 Ancak Yahuda oymağını,  Sevdiği Siyon Dağı'nı seçti

Mik.4: 2 Birçok ulus gelecek, "Haydi, RAB'bin Dağı'na, Yakup'un Tanrısının Tapınağı'na çıkalım" diyecekler, "O bize kendi yolunu öğretsin, Biz de O'nun yolundan gidelim. Çünkü yasa Siyon'dan, RAB'bin sözü Yeruşalim'den çıkacak."

 Yukarıdaki bölümlerden de anlaşıldığı gibi Yakup’un tanrısının tapınağından ve evinden bahsedilmektedir. Hâlbuki Hz. Yakup Kudüs'ü ziyaret etmiş fakat orada bir tapınak kurmamıştır. Hatta orada sosyal anlamda yaşamamıştır. Tevrat tan bedevi bir hayat yaşadığını anlıyoruz.

   

Solda Siyon yıldızı ve piramidin tepesinde "Rabbin bakan gözü", sağda resimde ise Hindu heksagamı görülmektedir. Bu heksagamın ortasında altıgen yıldız ve ortasında “Tanrı” oturmaktadır (Subhanallah).  

Hepimiz biliyoruz: Yahudi dini ulusal bir dindir? Fakat Mezmurlar’da birçok ulusun da Siyon a  geleceğinden bahsediyor. Yani bütün uluslara açık bir yer ki bu da bize Müslümanların haccını hatırlatıyor.

Yeruşalim şehri konusunda da Yahudi ve Hıristiyanlar’ın kafaları karışmış durumdadır. Burada bahsedilen Selam şehri de yine mescidi haram civarıdır. Çünkü biliyoruz ki Kâbe civarında kan dökülmez, kavga edilmez. Yani burası “selam” yani barış yani şalom şehridir. Hepimiz biliyoruz ki rabbin yasası, yani Kuran Mekke den çıkmıştır.

 Yine Ehli Kitab’ın kafasının karışıklığını aşağıdaki bölümden de anlıyoruz. Tevrat ta birçok yerde Hz. Hacer in Sina’da ki Bekke vadisine bırakıldığını okuyoruz. Fakat İncil'deki şu bölümde tezat olarak Hz. Hacer hakkında "Arabistan’daki Sina dağındadır" diye bahsedilmektedir.

Gal.4: 24 Burada bir benzetme vardır. Bu kadınlar iki antlaşmayı simgelemektedir. Biri Sina Dağı'ndandır, köle olacak çocuklar doğurur. Bu Hacer'dir.

Gal.4: 25 Hacer, Arabistan'daki Sina Dağı'nı simgeler. Şimdiki Yeruşalim ‘in karşılığıdır. Çünkü çocuklarıyla birlikte kölelik etmektedir.

 İncil'de ki bir bölümde Hacerül Esvedi anımsatan bir bölümde aşağıda verilmiştir.

1.Pe.2: 6 Çünkü Kutsal Yazı’da şöyle deniyor: "İşte, Siyon'a bir taş, seçkin, değerli bir köşe taşı koyuyorum. O'na iman eden hiç utandırılmayacak."

Hz. İbrahim’e Allah tarafından vaad edilmiş topraklar bugün zaten Hz. İbrahim’in milletine aittir. Yani Müslümanlara aittir. Hz İsmail de Hz. İbrahim’in oğludur.

Siyon benzeri kutsal dağ sadece Yahudi ve Hıristiyanlar da yoktur. Altay Türklerinde (Meru ve Si-yoni dağı), Amerikan Kızılderililerin de, Hindular da, vs. da vardır. Bu da Tanrı’nın evinin olduğu kutsal dağ mitolojisinin kaynağının ortak bir geçmişe dayandığını göstermektedir. İşte bu ortak geçmişin özünde dünyanın en eski mabedi olan Kâbe vardır.

Burada ayrıca Siyon yıldızı veya Davud yıldızı olarak bilinen şekilden de bahsetmek gerekir. Bu yıldız iç içe geçmiş iki üçgenden meydana gelmiştir. Yani altı köşesi vardır. Bu şekil kutsal yer olan Siyon’u simgelemektedir.

Yine Yahudi inancına göre Tetrakrammaton olarak bilinen YHWH (Yahveh) Tanrı’nın isminin dörtlü kısa yazılımının hegzagramla ifade edildiği kesinlik kazanmaktadır. Talmud’ta verilen bilgilere göre, kötü ruhları kontrol etmek amacıyla Kral Süleyman’a verilen sihirli yüzük üzerinde Tanrı’nın en kutsal ismi olan YHVH isminin (Tetrakrammaton) tek tek işlenmiş olduğu ifade edilir. Masonlar, Yahudiler ve hatta Mimar Sinan tarafından da önem verilen bir şekildir. Siyon  yıldızı   yine birçok kadim halklar tarafından bilinmektedir. Hatta Göktürk alfabesinin bir harfidir.

Bekke yani ağlama vadisinin etrafı dağlarla çevrilidir. Tam göbeğinde de Kâbe bulunmaktadır. Bu altı köşe Bekke’nin etrafındaki dağları, merkezide Kâbe’yi simgelemektedir. Bekke vadisi, Türkçe anlamı ile ağlama vadisi demektir. Bu vadinin etrafında, sonradan gelişen şehrin ismi Mekke’dir.

 

Tur dağı!

Kuran’da ve Tevrat’ta Tur dağı olarak anlatılan yerin neresi olduğunu siz de merak etmişsinizdir. Acaba Sina Yarımadası’nda mı? Yoksa başka bir yerde mi? Bununla ilgili birçok fikir mevcuttur ve bu fikirlerin hiç biri Kuran kaynaklı değildir. Şimdi bazı ayetlere dikkat edelim.

 

Taha suresi 10. Ayet: Hani bir ateş görmüştü de, ehline şöyle demişti: «Bekleyin, kesinlikle ben bir ateş algıladım; umulur ki size ondan bir kor getiririm ya da ateşin yanında bir yol-gösterici bulurum ».

Taha suresi 11. Ayet: Ateşin yanına gelince; seslenildi: Ya Musa!

Taha suresi 12. Ayet: Kesinlikle ben, ben senin rabbinim, iki ayakkabını soyun, kesinlikle sen kat kat kutsallaştırılmış vadidesin.

Kasas suresi 29. Ayet: Musa sürenin sonlanmasını yerine getirdiğinde ev halkı ile yolculuğa başladı. Tur’un yanında bir ateş algıladı. Ehline “bekleyin” dedi. Kesinlikle ben bir ateş algıladım. Size ondan bir haber veya ısınabilmeniz için ateşten bir kor getirebilirim.

Kasas suresi 30. Ayet: Hemen ardından oraya vardığında vadinin güney kenarındaki ağaçlandırılmış parsel içinden seslenildi: Ya Musa kesinlikle ben, Âlemlerin Rabbi Allah benim.

Bu Kuran ayetlerinden Tur’un Kutsal Tuva Vadisinde bulunan bir yer olduğu anlaşılmaktadır. Tuva “birçok kez, kat kat” anlamına gelmektedir. Tur birçok kez kutsal olan bir vadide bir yerdir. Bu yerin bir yamacı da vardır. Öyleyse bir tepecik olmalıdır. Eğer dağ olsaydı vadiye sığmaz veya kendisi bir vadi oluştururdu.

Hz. Musa’nın Mısır’da kaza ile bir adamı öldürüp sonra Medyen yöresine kaçtığı bilgisi Tevrat’ta ve Kuran’da mevcuttur. Medyen’in kuzey-batı Arabistan olduğu bilinmektedir. Bu bölge bizim Hicaz olarak bildiğimiz bölgedir.

Kuran okurken Kasas suresi 27. Ayette bir şey dikkatimi çekti!

 Bu ayetin meali daima şu şekilde yapılmıştır: Kızların babası: «Bana sekiz yıl çalışmana karşılık bu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan o senden bir lütuf olur. Ama sana ağırlık vermek istemem. İnşallah beni iyi kimselerden bulacaksın» dedi.[27]

 Fakat ayetin orijinal halinin Latin harfleri ile yazımı şöyledir:

Kâle innî urîdu en unkihake ihdebneteyye hâteyni alâ en te’curenî semâniye hicec (hicecin), fe in etmemte aşran fe min indik(indike), ve mâ urîdu en eşukka aleyk(aleyke), setecidunî in şâallâhu mines sâlihîn(sâlihîne).

Burada geçen ve yıl anlamı verilen kelime “hicec” kelimesidir. Oysa hicec kelimesi İbranicede “dini festival, period”; Arapçada bizim bildiğimiz “hac” anlamına gelmektedir. Kuran’da yıl için sene, tarihi yıllar için aam kelimesi kullanılmaktadır. Oysa burada hac olarak verilmiştir.

Daha doğru meal şöyle olmalıdır:

: Kızların babası: «Bana sekiz hac dönemi çalışmana karşılık bu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer on hac dönemine tamamlarsan o senden bir lütuf olur. Ama sana ağırlık vermek istemem. İnşallah beni iyi kimselerden bulacaksın».

Bu ayetten bu bölgenin insanlarının hac yaptıklarını ve yılları hac dönemine göre saydıklarını anlıyoruz. Medyen kelimesi aynen Medine kelimesine benzemektedir. Din yeri ve şehir anlamına gelmektedir. İslam’dan önce de Müşrik Arapların hac yaptıkları bilinmektedir. Bu hac geleneği Hz. İbrahim’den sonra bu bölge insanları tarafından da devam ettirilmiş ve İslam öncesi döneme kadar gelmiştir.

Kasas suresinin 28. ve 29. iki ayetinde ise mealen şöyle denmektedir:

Musa dedi ki: O seninle benim aramdadır. Bu iki sondan hangisini yerine gelirse artık bana karşı düşmanlık yok. Söylediklerimize Allah vekildir.

Musa sürenin sonlanmasını yerine getirdiğinde ev halkı ile yolculuğa başladı. Tur’un yanında bir ateş algıladı. Ehline “bekleyin” dedi. Kesinlikle ben bir ateş algıladım. Size ondan bir haber veya ısınabilmeniz için ateşten bir kor getirebilirim.

Burada merak uyandıran bir şey vardır: Musa acaba nereye seyahat etmiş olabilir? Muharref Tevrat’ta “Mısıra yola çıktı” denmektedir. Oysa Kuran’daki başka ayetlerden Musa’nın Mısıra gitmeyeceği aşikârdır.

Mesela Kasas suresi 33. Ayet: Musa: «Rabbim! Doğrusu ben onlardan bir cana kıydım. Beni öldürmelerinden korkarım”. Demektedir.

Bu durumda Musa ailesi ile birlikte başka nereye yolculuk yapmış olabilir? Zoru, derdi nedir de bir yolculuğa çıkmaktadır? Çok anlamlı bir sebebi olmalıdır.

Önceki ayetlerde hac bahsi geçmiştir. Bu bir hatırlatmadır. Aksi takdirde “Bana 8 ya da 10 sene çalışırsın” denirdi. Musa zamanında da o bölgede hac yapılmaya devam edilmektedir. Musa’da İbrahim soyundandır, bir müslümandır. Borcu olan süre de tamamlanmıştır.  

Ali İmran suresi: 97: "Onda apaçık deliller, Makam-ı İbrahim vardır. Oraya kim girerse, güven içinde olur. Yolculuğuna gücü yetenlerin haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır".

Benim düşüncem, borcu bitince Musa çoluk çocuğu ile hacca gitmiştir. İbrahim soyundan olan bir peygamberin Allah’ın hakkını ödememiş olması düşünülebilecek bir şey değildir.

Kasas suresi 29. Ayet: Musa sürenin sonlanmasını yerine getirdiğinde ev halkı ile yolculuğa başladı. İşte o Tur’un yanında bir ateş algıladı. Ehline “bekleyin” dedi. Kesinlikle ben bir ateş algıladım. Size ondan bir haber veya ısınabilmeniz için ateşten bir kor getirebilirim.

Bu ayette El Tur (Ettur) denilmektedir. Bu Tur’un marife olması bilindik özel bir şey olduğu anlamına gelmektedir. Bu nedenle “işte o Tur” diye çevrilmiştir.

Tur ne demektir? El Tur kelimesi ne anlama gelmektedir?

Eski âlimler Tur kelimesine dağ anlamı vermişlerdir. Oysa Kuran’da dağ kelimesi “cebel” dir. Tur veya aslına uygun olarak Aramice sur dağ demektir.

Semitik etimolojik araştırmalar sonunda şu bilgilere ulaştım.

Arapça swr kökü dağ, atlama, sıçrama, atılım anlamlarına gelmektedir. Bu anlam İslam âlimlerinin Tur kelimesini dağ ile adlandırmasından dolayıdır. Oysa atlamak, sıçramak anlamları ile birlikte olduğuna göre tepecik anlamı olması daha uygundur.18 Proto-semitik: tvr; Arapça: trr kökü ise yırtmak, kesmek anlamındadır.25 Y(ğ)wr kökü Arapça da sert, kayalık, engebeli arazi demektir. Proto-semitik dilde gir: çakıl, har: dağ, tepe; qur: yontma taş, qir: duvar, ir: kasaba qatar: tütsü sunusu demektir. Akadça puru: kurban etmek. Turu, itru, itarru, taru, turu: getirmek, vermek, sunmak demektir. Taranu ise çatı, gölgelik anlamına gelmektedir.

Kısacası Tur kelimesinin anlamı yüksekçe, kayalık, kurban kesilen yer, sunak demektir.

Ayrıca tarihi bilgilere göz attığımızda farklı kıtalardaki insanların bile aynı tarz sunaklar yaptıklarını görürüz. Mesela Mayalar sunak olarak piramitleri kullanmışlardır. İnka’lar dağları, Sümerler ise zigguratların (yüksek yer demektir) üstlerini kullanmışlardır. Anadolu’da da yüksek kayalıklar ziyaret yerleri olarak kabul edilmiş ve adaklar kesilmiştir, kesilmektedir. Yani sunakların bütün dünyada benzeşen en büyük ortak yanı yüksek ve kayalık olmasıdır.

Tevrat’a göre Musa'nın Kitap aldığı dağ “horeb” dır. Hor kayalık, tepe, dağ, dağlık verimsiz alan anlamına gelir. Tevrat'a göre Hz. İbrahim'in İshak'ı kurban etmek üzere götürdüğü mekân Moriya (Moriyya, Möriyâh, Moriah) diyarıdır. Moriah kelimesinin gerek etimolojisi gerekse nereye delâlet ettiği tam olarak bilinmemektedir. Bir yoruma göre Moriah, "uzaktan görülebilen" yani "yüksek yer" demektir. Onkelos targumunda Moriah diyarı "ibadet, tapınma yeri" olarak çevrilmiştir. Talmud bilginleri Moriah'ı mür dağı ile alâkalandırmışlardır. Mür bitkisi Filistin'de bulunmamaktaydı ve Arabistan'dan getiriliyordu. Şu halde Moriah diyarı diye adlandırılan yer mür diyarı yani Arabistan olabilir.
Yahudi geleneği kurban yeri olan Moriah diyarını, Moriah dağı veya Kudüs'teki tapınak tepesiyle aynîleştirmektedir. Fakat bu geç döneme ait bir gelenektir. Ahd-i Atîk'te bir de Moriya dağı vardır. Hz. Süleyman'ın mabedi inşa ettiği bu tepe, tarihçi Josephus'un nakline göre İshak'ın kurban edilmek istendiği Moriah diyarının dağı ile aynıdır. Onkelos targu-mu, Tekvîn'in (22/14) açıklamasında Hz. İbrahim'in oğluna gelecek nesillerin buraya ibadete geleceklerini söylediğini nakleder. Çünkü bizzat İbrahim orada Yehova'ya ibadet etmiştir. Kudüs targumu ise İbrahim'in, oğlu İshak'ı kurban etmek istediği o yerden "Yehova'nın sunağının, evinin dağı" diye bahseder. Ancak Kitâb-ı Mukaddeste ne Davud'un yaptığı mezbah [518] ne Hz. Süleyman'ın mabedi inşasında [519] ne esaret sonrasında mabedin ikinci yapılışı ne de mabedin Makkabîler döneminde temizlenişinde İbrahim'in İshak'ı kurban etme hadisesine ve bu işin aynı yerde olduğuna temas edilir. Ayrıca gerek peygamberler gerekse İbrânîler'e Mektup'un yazarı ve diğer yazarlar, ataları İbrahim'in oğlunu kurban ettiği yerle kendi ibadet mekânları arasındaki bu bağı zikretmemişlerdir
16.(Bu arada maru Akadça zürriyet, oğul demektir).

Yahudi geleneklerine göre kurban kesilen sunağın (mezbah) en eski adı terumah tır. Terumah İbranicede hediye, kurban anlamına gelmektedir. Bu sunağın en eski belirgin özelliği yüksekçe olan, üzeri düz kayalıktır. Yahudi ansiklopedisi bu terumah sunağı için nedense Mekke’deki bazı yerleri örnek göstermektedir.

 Cahiliye döneminde Araplar, Recep ayında putlara kurban keser ve bunlara atire derlerdi. Îbnü'l-Kelbî, Arapların dikili taşların ve putların yanında kestikleri koyunlara el-Atair dediklerini, el-Ati-re'nin "Boğazlanmış" anlamına geldiğini, kurban kestikleri yere de "El-Itr" (Sunak) dediklerini kaydetmektedir.17

İngilizce ve diğer bütün batı dillerinde sunak anlamına gelen kelime “altar” dır. Bu kelimenin El İtr kelimesinden kökenlendiğini düşünüyorum. El İtr olarak bize gelen sunak kelimesinin ise El Tur (Ettur) kelimesinin zaman içinde değişmiş hali olduğuna inanıyorum. Türkçede kullanılan türbe kelimesi de bu İtr kelimesi ile ilgili olabilir.

Kısacası Kuran’da geçen tur kelimesi dağlık taşlık arazi ve sıçrama, basamak anlamlarına gelmektedir. El Tur kelimesi genel olarak sunak anlamına gelmektedir. Fakat Kuran’da geçen özel anlamı ise benim kanaatime göre Arafat Vadisi’nin ortasında bulunan Cebel-i Rahme tepesidir. Çünkü Hz. İbrahim oğlu İsmail’i burada bulunan granit taşlardan oluşmuş Cebel-i Rahme’de kurban etme girişiminde bulunmuştur. Defalarca kutsal olan Tuva Vadisi de Arafat Vadisi dir.

 

Bu tepe Yahudi kaynaklarında bulunan sunak (terumah) tanımına tıpatıp uymaktadır.

İslami kaynaklarda da Hz. İbrahim’in oğlunu yani İsmail’i burada kurban etmeye giriştiği yazmaktadır. Yani Hz. İbrahim’in kutsal sunağı El Tur burasıdır. Bu nedenle Hz. Musa’nın kısasında anlatılan ve Allah ile konuştuğu yer burasıdır. Daha sonra Tevrat levhalarını aldığı yer de burasıdır.

Hz. Musa hac esnasında Müzdelife’den gecelerken Arafat Vadisi’nde Cebel-i Rahme’nin yanında bir ateş görmüştür.

Ayrıca bu düşüncemi destekleyen başka ayetler de vardır. Mesela:

Kasas suresi 44-45-46. Ayetler:

 Ve Musa’ya o işi yerine getirdiğimizde, sen batı yanında değildin ve sen şahit olanlardan da değildin.

Bilakis biz nice nesiller inşa ettik ve onların üzerinden ömür aştı. Sen onlara ayetlerimizi okuyarak, Medyen halkı arasında bulunanlardan da değildin ve aksine resul gönderen biz olduk.

Biz seslendiğimizde sen Tur’un yanında da değildin. Anlayabilsinler diye senden önce uyarıcı gelmemiş topluma rabbinden rahmet olarak uyarman için.

Anlaşıldığı gibi Hz. Muhammed’e Allah “ Musa’ya emrimizi vahiy ettiğimiz sırada sen batı yanında değildin” demektedir. Burada belirgin olarak bir lokalizasyon gösterilmektedir. Mekke şehri Arafat ve Cebeli Rahme’nin batısında yer almaktadır. Hz. Peygamber bu şehirde doğmuş, bu şehirde büyümüş, bu şehirde peygamber olmuş ve yine bu şehri feth etmiştir.

Ayrıca Yahudi ve Masonlar tarafından kullanılan ve Tur dağını simgeleyen resimler bana “Dağlık bölgedeki kutsal tepeyi” hatırlatmaktadır.

                    

Araf suresi 171. Ayet: O zaman biz, o dağı üzerlerine gölgelik gibi uzattık da üzerlerine düşüyor zannettikleri bir sırada demiştik ki; «Size verdiğimiz kitabı kuvvetle tutun ve içindekini iyice hatırlayın ki, önemseyip gereğini yapabilesiniz ».

Yukarıda Arafat Vadisi’nde bulunan Cebel-i Rahme Tepesi ve Masonik simge arasındaki benzerlik dikkat çekicidir. Benim düşüncem Yahudiler’in tepesine kaldırılan El Tur bu tepedir. Çünkü Masonik semboller Tevrat kökenlidir.

 El Tur’un Hz. İbrahim’in sunağı ve Musa’nın dağı olması yanında belki de en eski özelliği Hz. Âdem’in iki oğlunun kurban sunduğu yer olması olabilir.

Maide suresi 27. Ayet meali:

Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, “Seni mutlaka öldüreceğim” demişti. Öteki, “Allah, ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder” demişti.

Bütün dünyadaki insanların hep benzer şekilde kurban sunakları hazırlamasının sebebi bu tepe olabilir. Bütün sunaklar Arafat Vadisi’ndeki Cebeli Rahme’nin bir benzeri şeklinde yapılmıştır. Yani ortak atadan kalan kültürel bir mirastır.

Tuva Vadisi yani defalarca kutsanmış vadi denmesinin birinci nedeni: Âdem’in kurbanı kabul edilen oğlu Habil” den dolayı olabilir. Başka bir kez kutsanmış olması ise Hz. İbrahim’in kurbanının kabul edilmesi olabilir. Diğer bir kutsallığı da Musa’ya hitap edilen yer olmasıdır. Ayrıca kutsallık halen her hac zamanı da tekrar tekrar oluşmaktadır. Yani güzel ahlakın başladığı ve tamamlandığı yer burasıdır. Âdem peygamber ile burada başlamış ve Muhammed peygamber ile yine burada tamamlanmıştır. Âdem ve Havva’nın buluştuğu ve Hz. Muhammed’in Veda Hutbesini okuduğu yer de burasıdır.

 

Musa’nın Firavun’a peygamber olarak dönüşü

Hz. Musa’nın Firavun’a peygamber olarak gitmesi ve ilk karşılaşmada iki delil göstermesi birçok insan tarafından bilinir. Musa neden bu iki delil ile Firavun ve ileri gelenlerine gitmiştir? Bu delillerin önemi nedir?

Birinci delil Musa’nın asasının bir yılana dönüşmesidir. Asa neden yılana dönüşmektedir? Neden başka bir hayvana, aslana, kaplana veya başka bir yaratığa dönüşmemiştir?

İkinci delil ise bembeyaz bir eldir. Oysa ikinci delil sadece “bembeyaz el“ değildir. Bu konudan bahseden ayetlerde aslında Musa’nın kanadından da bahsedilmektedir. Bu, muhtemelen tefsircilerin yetersiz bilgiye sahip olması nedeni ile göz ardı edilmiş bir Kur’an bilgisidir. Meallerde “kanat” kelimesine bir anlam verilemediğinden, genellikle “kol” olarak anlatılmıştır. Hâlbuki aynı cümle içinde "yedeke" yani “senin elin kolun” kelimesi geçmektedir. Bu nedenle "cenah" kelimesine kol anlamı verilemez. Bazıları cenah kelimesine "yan" anlamı vermeye çalışırlar, oysa cümlede "cenahını kendine çek" denmektedir. Bir insan yanını kendine çekemez. Bu nedenle buradaki kelimenin anlamı "kanat" tır. Zaten Kuran’daki diğer ayetlerde geçen “cenah” kelimesi de hep kanat anlamında kullanılmıştır. Nedense bu ayete gelince mealcilerin çoğu bu kelimeye zorlayarak “el” anlamı vermişlerdir.

Tevrat’ta ise Çıkış bölümünde 4. kısımda “Musa elini koynundan çıkardı cüzamlı, kar gibiydi” denmektedir.  Oysa hiçbir cüzamlının eli beyaz değildir. Yalnızca deformedir. Kar kelimesi cüzam kelimesine uymamaktadır. Yani tefsir yanlıştır. Muhtemelen kelime yanlış çevrilmiştir. Aslında çeviri “Kar gibi bembeyaz lekesiz” olmalıdır. “Cüzamlı” kelimesi Tevrat’ta “masara” olarak geçmektedir. Sara kelimesi yine Tevrat’ta  “iz” olarak kullanılmaktadır. Masara kelimesi ma olumsuzluk eki ile  “izsiz” anlamına gelmektedir. Masara kelimesinin Akadça karşılığı ise  “asare” dir ve tertemiz  anlamına gelmektedir. Asare = Masara dır.

Ayrıca Tevrat Çıkış bölümü 7:1’de Allah Musa'ya: "Seni Firavunun ilahı gibi yaptım" demektedir. Ne demektir ilahı gibi yapmak? Bu cümle Kuran’da iyice açıklanmıştır.

Aşağıda Kasas ve Taha suresinde konu ile ilgili ayetlerin meali verilmiştir.

 

Kasas 30: Hemen ardından oraya vardığında vadinin güney kenarındaki ağaçlandırılmış parsel içinden seslenildi: Ya Musa kesinlikle ben, Âlemlerin Rabbi Allah benim.

Kasas 31: Ve diye: Asanı sergile. Böylece onun canlı bir yılan gibi kımıldadığını görünce, asla ardına bakmadan geriye döndü. “Ya Musa yaklaş ve korkma, kesinlikle sen güvende olanlardansın”.

 

Kasas 32: Elini yakanın içine işle. Kusursuz olarak bembeyaz çıkar. Ve korkulup çekinilen kanadını kendine çek. Böylece o ikisi Firavun ve ileri gelenleri için rabbinden iki delildir. Kesinlikle onlar yoldan çıkmış bir toplum oldular.

Taha 22. Ayet: “Elini kanadına doğru sok; diğer bir ayet olarak kusursuz, bembeyaz çıkar”.

Musa, şimdiye kadar anladığımız manada olan bu iki delil ile Firavun ve ileri gelenlerine gitmiş olsaydı hemen öldürülürdü. Oysa inanmasalar da Musa’dan çekinmişler, öldürülmeye kalkmayıp bir sınava tabi tutulmaya layık görülmüşlerdir. Neden?

Hud süresi 96. Ayet: Musa’yı da ayetlerimizle ve apaçık bir otoriter yetki ile gönderdik.

Araf suresi 104. Ayet: Musa, « Ey Firavun! Ben Âlemlerin Rabbi’nden belli görevleri yapmakla görevlendirilmiş elçiyim (resulüm)”.

Araf suresi 105. Ayet: “Benim üzerimde olan gerçek, Allah üzerine gerçek olandan başka söylememektir. Size rabbinizden belgelerle gelmiş bulunuyorum ki İsrailoğulları’nı benimle beraber gönder” dedi.

Araf suresi 106. Ayet: (Firavun) Dedi ki: Eğer doğru sözlülerden isen, bir ayet getirmişsen hemen onu ortaya koy.

Araf suresi 107. Ayet: Hemen asasını sergiledi. O an apaçık kobra yılanı (Wadjet) oldu.

Araf suresi 108. Ayet: Elini çıkardı, hemen o, dikkatle seyredenlere lekesiz, bembeyaz oldu (Shen).

Yukarıdaki ayetlerde Musa bir peygamber olduğunu ve bir görevle gönderildiğini söylemiştir. Bunun üzerine Firavun Musa’dan belgesini göstermesini istemiştir. Çünkü Musa’nın peygamber olarak gelmesi Firavun’un üzerinde otorite olduğu anlamına gelmektedir. Yani bundan sonra Firavun Musa’nın emrine girmek zorunda kalacaktır. Demek ki Firavun ve ileri gelenlerini korkutan veya tereddütte sevk eden bu iki ayet çok önemli ve dikkat çekici olmalıdır. Firavun’un ve adamlarının da çok iyi bildiği ilahi bir delil olmalıdır.

Aslında Musa’nın Firavuna gösterdiği iki mucize içerik olarak sıradan iki sihir değildir. Çok büyük anlamlar içeren, Firavun’u Musa’nın peygamberliğine inanmak zorunda bırakacak, Firavun’u Musa’nın otoritesi altına girmeye mecbur kılacak nitelikte iki delildir. Bunu anlayabilmek için eski Mısır dini inançlarından bazı önemli kavramı bilmek gerekir.

Birincisi “Wadjet” , ikincisi “Nekhbet” dir.

Antik Mısır dinine göre Firavun Yaratıcı Tanrı  Ra’nın yeryüzündeki temsilcisiydi ve onun manevi oğlu gibi görülürdü. Wadjet ve Nekhbet ise Tanrı Ra’nın iki vekili sayılır ve gazaplarından korkulurdu. Bizim anladığımız anlamda iki peygamberiydi.

Firavun’un iktidarını simgeleyen Kutsal Kobra ve Kutsal Akbaba Firavun’un alnındadır. Gördüğünüz gibi bu orijinal bir Firavun heykelidir. Firavun alnında bir kobra yılanı ve akbaba ile gösterilmiştir.

Wadjet: Saldırıya geçmiş kobra yılanı şeklindedir. Antik Mısır tarihinde Aşağı Mısır’ın koruyucu tanrısıdır (Resul). Firavun’un, ülkenin ve diğer tanrıların koruyucusudur.  Tanrı Ra’nın vekilidir. En eski tanrılardan biridir. Firavun’un üzerinde otorite ve velisidir. Peygamberlik ve kehanet tanrısıdır. Aşağı Mısır Firavunları, Firavunluk ve iktidarlarını simgeleyen saldırıya geçmiş kobra yılanı amblemi olan kırmızı bir başlık takarlardı. Wadjet’i anmak için 21 Nisanda yıllık bayram kutlanırdı.

Nekhbet: Beyaz akbabadır. Bir kanadı heybetli şekilde yukarı kalkmış ve bir kanadı aşağı sarkmış şekilde resmedilir. Pençesinde veya göğsünde Ankh veya Shen taşır. Her iki şekilde ahiret ve sonsuz kudreti simgeler. Nekhbet Yukarı Mısır’ın en eski Koruyucu tanrısıdır (Resul). Tanrı Ra’nın vekilidir. Firavunun üzerinde otorite ve velisidir. Peygamberlik ve kehanet tanrısıdır. Yukarı Mısır Firavunları, firavunluk ve iktidarlarını simgeleyen beyaz akbaba şekli taşıyan başlıklar giyerlerdi.

              

          Solda Nekhbet, ortada Yaratıcı Tanrı Ra’nın gözü, sağda Wadjet.

 

Yukarıdaki resimlerde Nekhbet’in sağ kanadı aşağıda ve sol kanadı haşmetli şekilde havaya kalkmış olarak görülmektedir. Pençesinde Shen taşımaktadır. Bazen de Ankh.

Kasas 32: Elini yakanın içine işle. Kusursuz olarak bembeyaz çıkar. Ve korkulup çekinilen kanadını kendine çek. Böylece o ikisi firavun ve ileri gelenleri için rabbinden iki delildir. Kesinlikle onlar yoldan çıkmış bir toplum oldular.

Taha 22. Ayet: “Elini kanadına doğru sok; diğer bir ayet olarak kusursuz, bembeyaz çıkar”.

Yukarıdaki iki ayette dikkat çeken bir nokta vardır. Kasas suresi 32 ayette “Elini yakanın içine işle” denirken, Taha suresi 22. Ayette ise “Elini kanadına doğru sok” denmektedir. Bu bize yaka yapan bir kanat olduğunu göstermektedir.

Yukarıdaki resimde Nekhbet (akbaba) göğsünde bembeyaz lekesiz shen halkası taşımaktadır. Nekhbet’in bir kanadı yukarı kalkmış ve bir kanadı yaka yapacak tarzda iniktir.


Shen halkası: Başı ve sonu olmayan yuvarlak halka. Sonsuz kudreti simgeler. Güneş diski bu dairenin içinde bulunur. Shen aynı zamanda korunmanın sembolüdür. Bazı tanrıların başının üzerinde bulunduğu görülebilir. Firavunlar korunmak için başlarının üzerinde bulundururlar. Shen kelimesinin anlamı kuşatmaktan gelir.

İşte Musa’nın çıkardığı bembeyaz lekesiz el, shen halkasını temsil etmektedir. Yukarıdaki resimde olduğu gibi Musa sağ kanadının altından elini shen halkası şeklinde bembeyaz, lekesiz olarak çıkarmıştır.

Ankh
Sonsuz yaşamın simgesi. Tanrılar genelde ankhı birinin dudaklarına doğru tutarken görülürler. Bu hayatın nefesini simgeler. Öteki dünyada ihtiyaç duyulacak nefesi.

El hiyeroglifi etkinliği veya birisinin eli ile etkinliği simgelemektedir. Beyaz renk ise gücün ve saflığın simgesidir. Bu nedenle Firavunlar ve tanrılar beyaz giyinmiş olarak resmedilirlerdi. Bir elinde asa olan kişi şekli ise tanrısal otoriteyi gösterirdi.

Antik devirlerde her iki Mısır birleşince tek bir firavun tarafından yönetilmeye başlandı. Bu firavunlar iktidarlarını gösteren hem kırmızı hem de beyaz olan başlıklar takmaya başladılar ve başlığın üzerine Kobra yılanı ve Akbaba sembollerini birlikte yerleştirdiler. Böylece birleşik Mısır’ın koruyucu ve kâhin iki adet peygamberi oldu. Bu her iki simge de firavunun ülkesindeki kutsallığını ve otoriter iktidarını temsil etmeye başladı. Aynı zamanda firavunun iki velisi olmaya devam ettiler. Her ikisi de dişil adlandırmaya rağmen babaların babası ve annelerin annesidirler. Büyük velilerdir. Aslında cinsiyetleri yoktur.

Musa bir elinde asası ile Firavun ve ahalisinin yanına kutsal otoriter kişi olarak gelmiş ve ilk önce asasını sergilemiş, “Wadjet” sıfatını göstermiştir. Daha sonra kanatları oluşmuş ve elinin beyaz çıkması ile sonsuz tanrısal güce sahip “Nekhbet” sıfatını göstermiştir. Bu mucizeler O’nun Antik Mısır dinine göre gerçek bir peygamber olduğunu ispatlamıştır. Fakat Firavun ve ileri gelenleri yine de “Bu bilgili bir sihirbazdır” demişlerdir. Fakat Musa’yı ve Harun’u sınamak için bütün sihirbazları çağırıp yarışma düzenlemişler ve bu yarışmanın ne zaman olması gerektiğini Musa’ya sormuşlar, O’da: Taha 59. Ayet: Mûsâ: Buluşma zamanımız, bayram günü, şenliğin yapılacağı kuşluk vaktinde, insanların bir araya gelip toplandığı zaman olsun.' demiştir. Yani Wadjet bayramı olan 21 Nisan tarihini söylemiştir.

 Fakat Musa’nın asası (Wadjet) bütün sihirbazların numaralarını yutunca, bunun bir sihirbazlık numarası olmadığını, kesin iki mucize olduğunu anlamışlardır. Sihirbazlar o dönemin en uyanık insanlarıdır. Bütün sihirbazlar ve Firavun’un adamlarından bir kısmı iman etmişlerdir. Firavun ise denizin akıntısında boğuluncaya kadar inadından ve otoritesinden vazgeçmemiştir.

 

Bu arada yeri gelmişken Kuran’da “subanun” olarak geçen kelime hakkında da bilgi vermek isterim.

Kuran’da Musa peygamberin asasının yılan şekline geldiği yazmaktadır. Peki, bu yılan ne çeşit bir yılandır? Bu yılanın bir kobra yılanı (Wadjet) olduğunu yukarıda açıklamıştım.

Kuran’da Musa’nın asasının dönüştüğü yılan türü ile ilgili iki ayet vardır. Bunlar:

Araf suresi 107. Ayet:

فَأَلْقَى عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُبِينٌ

Musa, asasını yere atar atmaz apaçık bir yılan (ejderha) oluverdi.

Şuara suresi 32. ayet:

فَأَلْقَى عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُبِينٌ

Musa, asasını yere atar atmaz apaçık bir yılan (ejderha) oluverdi.

Yukarıda görüldüğü gibi ayette geçen “su’banün” kelimesi genellikle ejderha veya yılan olarak çevrilmektedir. Bu kelimenin kökü Se (ث), ayn (ع), b(ب) dir. Oysa Lisanül Arap gibi kaynaklar iyi incelendiğinde “seab” kelimesinin kürek çekmek anlamına geldiği anlaşılacaktır. Arapçada “sayb” kelimesi ise kısa deniz küreği anlamına gelmektedir. Öyleyse “subanun” kelimesi hangi yılanı ifade etmektedir?

Aşağıda tahtadan yapılmış, MÖ 6200 yılına ait bir deniz kürek örneği ve günümüze ait bir deniz kürek resmi verilmiştir.

 

Küreklere dikkat ettikten sonra yukarıdaki kobra yılanı resimlerine dikkat ediniz. Resimlerden de açıkça görüldüğü gibi kobra yılanları deniz küreğine çok benzemektedir. Muhtemelen Araplar da bu yılanı küreğe benzeterek kürek şeklinde olan yılan anlamında “kürek yılanı”, “suban” adlandırmasını yapmışlardır. Kısaca suban kobra yılanı demektir.

Doğru meal: Musa, asasını sergiler sergilemez o apaçık bir kobra yılanı oluverdi.

 

Kudret Helvası Menne ve bıldırcınlar

Tevrat ve Kuran’da Allah’ın Hz. Musa ve İsrailoğulları’na çölde, gökten kudret helvası ve bıldırcın indirdiği yazmaktadır. Bıldırcın hepimizin bildiği eti lezzetli ve faydalı bir göçmen kuştur. Kudret helvası nedir? Bu konuda birçok iddia ortaya atılmıştır. Yahudi ve Hıristiyanlar bunu “göksel ekmek” olarak isimlendirmişlerdir. Müslümanlar ise çok farklı iddialar ortaya atmışlardır. Fakat genel kabul bunun bir helva olduğu kanaatidir!

Konuyu araştırmak için önce Tevrat’ta geçen “kudret helvası” ile ilgili bölümlere bakalım. Muharref Tevrat’ta bizim “kudret helvası” dediğimiz kelime man, manna (kelime kökü man ) olarak geçmektedir. Çevirisini ise bir çeşit ekmek olarak yapmaktadırlar. Son zamanlarda ekmek anlamının yanlış olduğunu manna kelimesinin “bu nedir” anlamına geldiğini iddia edenler de olmuştur. Bunlarda Kuran’dan habersiz olanlardır.

Tevrat’ta Manna geçen bölümler şunlardır:

Mısırdan çıkış 16: Man ve Bıldırcın

Bütün İsrail topluluğu Elim’den ayrıldı. Mısır’dan çıktıktan sonra ikinci ayın on beşinci günü Elim ile Sina arasındaki Sin Çölü’ne vardılar.

Çölde hepsi Musa’yla Harun’a yakınmaya başladı.

 “Keşke RAB bizi Mısır’dayken öldürseydi” dediler, “Hiç değilse orada et kazanlarının başına oturur, doyasıya yerdik. Ama siz bütün topluluğu açlıktan öldürmek için bizi bu çöle getirdiniz.”

RAB Musa’ya, “Size gökten ekmek yağdıracağım” dedi, “Halk her gün gidip günlük ekmeğini toplayacak. Böylece onları sınayacağım: Benim yasama göre yaşıyorlar mı, yaşamıyorlar mı, göreceğim.

Altıncı gün her gün topladıklarının iki katını toplayıp hazırlayacaklar.”

Musa’yla Harun İsraillilere, “Bu akşam sizi Mısır’dan RAB’bin çıkardığını bileceksiniz” dediler,

 “Sabah da RAB’bin görkemini göreceksiniz. Çünkü RAB kendisine söylendiğinizi duydu. Biz kimiz ki, bize söyleniyorsunuz?”

Sonra Musa, “Akşam size yemek için et, sabah da dilediğiniz kadar ekmek verilince, RAB’bin görkemini göreceksiniz” dedi, “Çünkü RAB kendisine söylendiğinizi duydu. Biz kimiz ki? Siz bize değil, RAB’be söyleniyorsunuz.”

Musa Harun’a, “Bütün İsrail topluluğuna söyle, RAB’bin huzuruna gelsinler” dedi, “Çünkü RAB söylendiklerini duydu.”

Harun İsrail topluluğuna bunları anlatırken, çöle doğru baktılar. RAB’bin görkemi bulutta görünüyordu.

RAB Musa’ya şöyle dedi:

 “İsrailliler ’in yakınmalarını duydum. Onlara de ki, ‘Akşamüstü et yiyeceksiniz, sabah da ekmekle karnınızı doyuracaksınız. O zaman bileceksiniz ki, Tanrınız RAB benim.’ ”

Akşam bıldırcınlar geldi, ordugâhı sardı. Sabah ordugâhın çevresini çiy kaplamıştı.

Çiy eriyince, toprakta, çölün yüzeyinde kırağıya benzer ince pulcuklar göründü.

Bunu görünce İsrailliler birbirlerine, “Bu da ne?” diye sordular. Çünkü ne olduğunu anlayamamışlardı. Musa, “RAB ’bin size yemek için verdiği ekmektir bu” dedi,

 “RAB ‘bin buyruğu şudur: ‘Herkes yiyeceği kadar toplasın. Çadırınızdaki her kişi için birer omer alın.’ ”

İsrailliler söyleneni yaptılar. Kimi çok, kimi az topladı.

Omerle ölçtüklerinde, çok toplayanın fazlası, az toplayanın da eksiği yoktu. Herkes yiyeceği kadar toplamıştı.

Musa onlara, “Kimse sabaha bir parça bile bırakmasın” dedi.

Ama bazıları ona aldırmayıp sabaha bıraktılar. Bıraktıkları kurtlanıp kokmaya başlayınca Musa onlara öfkelendi.

Her sabah herkes yiyeceği kadar topluyordu. Güneş ortalığı ısıtınca, yerde kalanlar eriyordu.

Altıncı gün kişi başına iki omer, yani iki kat topladılar. Topluluğun önderleri gelip durumu Musa’ya bildirdiler.

Musa, “RAB’bin buyruğu şudur” dedi, “ ‘Yarın dinlenme günü, RAB için kutsal Şabat Günü’dür. Pişireceğinizi pişirin, haşlayacağınızı haşlayın. Artakalanı bir kenara koyun, sabaha kalsın.’ ”

Musa’nın buyurduğu gibi artakalanı sabaha bıraktılar. Ne koktu, ne kurtlandı.

Musa, “Artakalanı bugün yiyin” dedi, “Çünkü bugün RAB için Şabat Günü’dür. Bugün dışarda ekmek bulamayacaksınız.

Altı gün ekmek toplayacaksınız, ama yedinci gün olan Şabat Günü ekmek bulunmayacak.”

Yedinci gün bazıları ekmek toplamak için dışarı çıktı, ama hiçbir şey bulamadılar.

RAB Musa’ya, “Ne zamana dek buyruklarıma ve yasalarıma uymayı reddedeceksiniz?” dedi,

 “Size Şabat Günü’nü verdim. Bunun için altıncı gün size iki günlük ekmek veriyorum. Yedinci gün herkes neredeyse orada kalsın, dışarı çıkmasın.”

Böylece halk yedinci gün dinlendi.

İsrailliler o ekmeğe man adını verdiler. Kişniş tohumu gibi beyazımsı, tadı ballı yufka gibiydi.

Musa, “RAB’bin buyruğu şudur” dedi, “ ‘Mısır’dan sizi çıkardığımda, gelecek kuşakların çölde size yedirdiğim ekmeği görmesi için, bir omer saklansın.’ ”

Musa Harun’a, “Bir testi al, içine bir omer man doldur” dedi, “Gelecek kuşaklar için saklanmak üzere onu RAB’bin huzuruna koy.”

RAB’bin Musa’ya buyurduğu gibi Harun manı saklanmak üzere Antlaşma Levhalarının önüne koydu.

İsrailliler yerleştikleri Kenan topraklarına varıncaya dek kırk yıl man yediler.

 

Çölde Sayım 11:

Halk çektiği sıkıntılardan ötürü yakınmaya başladı. RAB bunu duyunca öfkelendi, aralarına ateşini göndererek ordugâhın kenarlarını yakıp yok etti.

Halk Musa’ya yalvardı. Musa RAB’be yakarınca ateş söndü.

Bu nedenle oraya Tavera adı verildi. Çünkü RAB’bin gönderdiği ateş onların arasında yanmıştı.

Derken, halkın arasındaki yabancılar başka yiyeceklere özlem duymaya başladılar. İsrailliler de yine ağlayarak, “Keşke yiyecek biraz et olsaydı!” dediler,

“Mısır’da parasız yediğimiz balıkları, salatalıkları, karpuzları, pırasaları, soğanları, sarımsakları anımsıyoruz.

Şimdiyse yemek yeme isteğimizi yitirdik. Bu mandan başka hiçbir şey gördüğümüz yok.”

Man kişniş tohumuna benzerdi, görünüşü de reçine gibiydi.

Halk çıkıp onu toplar, değirmende öğütür ya da havanda döverdi. Çömlekte haşlayıp pide yaparlardı. Tadı zeytinyağında pişirilmiş yiyeceklere benzerdi.

Gece ordugâha çiy düşerken, man da birlikte düşerdi.

 

 

Kuran’da ise kudret helvasından bahseden üç ayet vardır. Bu ayetlerde “kudret helvası” denen kelime ise menne dir. Bu ayetler şunlardır.

 

Bakara suresi 57. Ayet:

وَظَلَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْغَمَامَ وَأَنْزَلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوَى كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَمَا ظَلَمُونَا وَلَكِنْ كَانُوا أَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ

Ve zallelnâ aleykumul gamâme ve enzelnâ aleykumul menne ves selvâ kulû min tayyibâti mâ razaknâkum ve mâ zalemûnâ ve lâkin kânû enfusehum yazlimûn (yazlimûne).

Ve üstünüze toz bulutunu gölge yaptık ve size ihsan ettiğimiz hoş rızıklardan yiyin diye üzerinize çöl mantarı ve bıldırcın indirdik. Onlar, bize zulmetmediler, lakin kendi nefislerine zulmediyorlardı.

Araf suresi 160. ayet:

وَقَطَّعْنَاهُمُ اثْنَتَيْ عَشْرَةَ أَسْبَاطًا أُمَمًا وَأَوْحَيْنَا إِلَى مُوسَى إِذِ اسْتَسْقَاهُ قَوْمُهُ أَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَ فَانْبَجَسَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْنًا قَدْ عَلِمَ كُلُّ أُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْ وَظَلَّلْنَا عَلَيْهِمُ الْغَمَامَ وَأَنْزَلْنَا عَلَيْهِمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوَى كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَمَا ظَلَمُونَا وَلَكِنْ كَانُوا أَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ

Ve katta’nâhumusnetey aşrete esbâtan umemâ(umemen), ve evhaynâ ilâ mûsâ izisteskâhu kavmuhu enıdrıb bi asâkel hacer(hacere), fenbeceset minhusnetâ aşrete aynâ(aynen), kad alime kullu unâsin meşrebehum, ve zallelnâ aleyhimul gamame ve enzelnâ aleyhimul menne ves selvâ, kulû min tayyibâti mâ rezaknâkum, ve mâ zâlemûnâ ve lâkin kânû enfusehum yazlimûn (yazlimûne).

 

Biz İsrailoğulları’nı oymaklar halinde on iki ümmete ayırdık. Toplumu Musa’dan su isteyince ona: «Asanla taşa vur» diye bildirdik; ondan on iki pınar fışkırdı. Herkes içeceği yeri bilmişti. Malum toz bulutuyla üzerlerine gölge yaptık. Onlara menne ve bıldırcın indirdik, «Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin» dedik. Onlar, bize değil kendilerine zulmediyorlardı.

Taha 80. Ayet:

يَابَنِي إِسْرَائِيلَ قَدْ أَنْجَيْنَاكُمْ مِنْ عَدُوِّكُمْ وَوَاعَدْنَاكُمْ جَانِبَ الطُّورِ الْأَيْمَنَ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوَى

Yâ benî isrâîle kad enceynâkum min aduvvikum ve vâadnâkum cânibet tûril eymene ve nezzelnâ aleykumul menne ves selvâ.

 

Ey İsrailoğulları, sizi düşmanlarınızdan kurtarmıştık. Ve Tur’un güney yanında sizinle vaatleşmiştik. Ve üzerinize menne ve bıldırcın indirmiştik.

Bakara 57 ve Araf 160. Ayetlerde Kudret helvası ve bıldırcın kelimesi gölge yapan toz bulutu gammam ile birlikte geçmektedir (ve zallelnâ aleyhimul gamame ve enzelnâ aleyhimul menne ves selvâ: Toz bulutunu üzerlerine gölge yaptık, onlara kudret helvası ve bıldırcın indirdik).

Her iki ayette gölge yapan toz bulutu ile bıldırcın kelimesi birlikte geçmektedir. Bıldırcın bulutlu ve yağışlı havalarda yere inmektedir. Fakat kudret helvasının toz bulutu ile ne gibi bir ilişkisi olabilir?

Bu ilişkiyi anlayabilmek için bazı ayet ve hadislerden haberdar olmak gerekir.

Birincisi bir hadis (Gerçek hadis olduğu ne kadar doğru? Bilmiyorum.):

 «Mantar kudret helvâsındandır ve onun suyu göz için şifâdır». Bu hadîsi İmâm Ahmed, Süfyân İbn Uyeyne kanalıyla Abdülmelik'ten rivayet etmiştir. Hadîsçiler topluluğu kitaplarında bu hadîse yer verirler. Ancak Ebu Dâvûd yer vermez. Tirmizî bunun hasen ve sahîh olduğunu söyler. Buhârî, Müslim, Neseî de Hakem'in rivâyetiyle... Amr İbn Hâris'den aynı hadîsi naklederler.

 İkinci ise bazı ayetlerdir:

Bakara suresi 59. ayet:

فَبَدَّلَ الَّذِينَ ظَلَمُوا قَوْلًا غَيْرَ الَّذِي قِيلَ لَهُمْ فَأَنْزَلْنَا عَلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا رِجْزًا مِنَ السَّمَاءِ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ

Ama zulmedenler (İsrailoğulları’ndan bir kısmı), kendilerine söylenmiş olan sözü başka sözle değiştirdiler. Biz de, zalimlere, yoldan çıkmalarından dolayı gökten üzerlerine toz indirdik.

 

Araf suresi 134-135. ayetler:

وَلَمَّا وَقَعَ عَلَيْهِمُ الرِّجْزُ قَالُوا يَامُوسَى ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَ لَئِنْ كَشَفْتَ عَنَّا الرِّجْزَ لَنُؤْمِنَنَّ لَكَ وَلَنُرْسِلَنَّ مَعَكَ بَنِي إِسْرَائِيلَ (134) فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الرِّجْزَ إِلَى أَجَلٍ هُمْ بَالِغُوهُ إِذَا هُمْ يَنْكُثُونَ (135)

Malum toz üzerlerine gerçekleşince, «Ey Musa! Rabbine, sana verdiği ahde göre bizim için yalvar. Bizden bu tozu kaldırırsan mutlaka sana inanacağız ve İsrailoğulları’nı seninle beraber göndereceğiz» dediler.

Onlardan kurtulduklarını düşündükleri belli bir zamana kadar malum tozu giderdiğimizde sözlerinden dönüyorlardı.

Bu ayetlerden anlaşıldığı gibi Musa zamanında Mısırlılar’ın üzerine çok kez ve daha sonrada İsrailoğulları’nın başlarına bir kez toz indirilmiştir. Özellikle belirtmek isterim ki yağdırıldı denmemekte indirildi denmektedir. Mevcut olan fakat gökte duran bir toz, indirilmeden durmaktayken daha sonra indirilmiştir. Bu bilgi toz bulutu anlamına gelen gamam kelimesi ve gölge yapıldığı açıklaması ile düşünüldüğünde gökte yaygın bir toz bulutunun varlığının uzun süre devam ettiği anlaşılacaktır.

Toz ve toz bulutunun kudret helvası veya mantar ile ne gibi bir bağlantısı olabilir?

Daha önce de bahsettiğim gibi, tarihi bir araştırma yapıldığında karşımıza Girit adasının hemen kuzeyinde bulunan Santorini (Thera ) adasında MÖ 1645 yıllarında başlayan fakat 1628 yılında meydana gelen, kaydedilmiş en büyük patlamalardan biri olan (Minoan eruption) volkanik patlaması çıkmaktadır. Bu patlamanın yaşı ve neden olduğu sonuçlar ağaç halkaları, Çin kaynakları, karbon testi gibi bilimsel yöntemlerle saptanmıştır.

En büyük patlama M Ö 1628 yılında gerçekleşmiştir. Fakat öncül patlamalar yaklaşık MÖ 1645 yıllarında başlamış ve patlamalar MÖ 1570 yıllarına kadar sürmüştür.  Özellikle Kuzey yarım kürede çok belirgin iklimsel soğumalara neden olmuştur. Bunun sonucunda bütün dünyada açlık, kıtlık yılları oluşmuştur. Çin tarihi kayıtlarında bu dönemde temmuz ayında don ve kırağıdan, soluk Güneş’ten ve sarı bir sisten (gamam), kıtlıklardan bahsedilmektedir. Eski Mısır kaynaklarında bu dönemde yoğun yağışlı fırtınaların olduğu kaydedilmiştir. Ayetlerden Musa’nın bu dönemlerde yaşadığı ve İsrailoğulları’nı bu dönemde Arabistan yarım adasına götürdüğü anlaşılmaktadır.

Mantarlar özellikle serin, loş ve nemli ortamları severler ve ürerler. Bu nedenle çoğu mantar ilk ve sonbahar aylarında ortaya çıkmaktadır. Çölde özellikle Arabistan çöllerinde bulunan bir mantar türünün adı çöl türüfü dür (desert truffle). Bu mantar türü çöllerde besin açısından çok yetersiz ortamlarda üreyen bir mantar türüdür. Bedeviler Mart, Nisan aylarında çölde bu mantarı binlerce yıldır toplayıp yemektelerdir. Araplar bu mantarların özellikle bol yıldırımlı fırtınalardan sonra çok daha fazla oluştuğunu belirtmektelerdir. Bu da mantar sporlarının gökten yağmurlarla toprağa indiğini ve azot açısından zengin yağmur suyu ile beslendiğini düşündürmektedir. Besin ve lezzet açısından çok zengin olan bu mantarlar önemli bir besin kaynağıdır.   

 

 

 Çöl Türüfü (Desert Truffle)

Amerikalıların yaptığı araştırmalara göre bu mantarlar (Tirmania nivea) %20-27 protein, %3-8 yağ, %7-13 lif, %60 karbonhidrat, bol miktarda potasyum ve orta derecede demir içermektedir. Ayrıca hiçbir zehirli madde de içermemektedir (Food and Agriculture Organization (FAO) of the United Nations). Bu mantarların özellikle gece ortaya çıkması ve güneş ışınlarına maruz kaldığında sümüksü bir hal alması, Arapların bu mantarı süt ve balla karıştırarak yemesi veya ızgara yapması Tevrat’ta anlatılan manna’ya çok benzemektedir. Ayrıca güçlü anti mikrobik etkisinin olması hadiste anlatılan mantara uymaktadır.

Ülkemiz Türkiye’de de türüf mantarı türleri bulunmaktadır. Domalan veya keme adında olan bu mantarlara “kudret helvası” da denmektedir. Bu isimlendirme tarihi bir gerçeklikten kaynaklanıyor olabilir!

Tevrat’ta İsrailoğulları’nın 40 yıl bununla beslendikleri yazmaktadır. Kuran’da ise şu ayet vardır.

Bakara 61. Ayet: «Ey Musa! Bir çeşit yemeğe dayanamayacağız, bizim için rabbine yalvar, bize, yerin bitirdiği sebze, hıyar, sarımsak, mercimek ve soğan yetiştirsin» demiştiniz de, «Hayırlı olanı daha düşük şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz? Bir şehre inin, kesinlikle orada istediğiniz vardır» demişti. Onlara yoksulluk ve düşkünlük damgası vuruldu, Allah’ın gazabına uğradılar. Bu, Allah’ın ayetlerini inkâr etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmelerindendi; bu, karşı gelmeleri ve taşkınlık yapmalarındandı.[61]

Bu ayetten de anlaşılıyor ki uzun süre bu mantardan yemişlerdir. Bu mümkün olabilir mi?

Araplar günümüzde bu mantarı sadece ilkbahar aylarında toplayabilmektelerdir. Yaz sıcakları başlayınca mantar sezonu da bitmektedir. Minoan volkanik patlamasını ve bu patlama ile oluşan toz bulutlarının yaratığı iklim değişikliği düşünüldüğünde bu türüf mantarının üreyip çoğalmasının yıl boyunca ve yıllarca sürebileceği de anlaşılmaktadır. Çünkü bu iklim değişikliği ve onun getirmiş olduğu serin ve yağışlı dönem on yıllarca devam etmiştir. Bu uygun şartlarda mantar yıl boyunca, on yıllarca çoğalmaya devam etmiştir. İsrailoğulları da çölde bununla beslenmeye devam etmişlerdir. Fakat Allah’ın onlara nimet olarak verdiği bu kaliteli besinden bıkmışlar Musa’dan soğan, sarımsak gibi başka besinler talep etmişlerdir. Böylece nankörlük ederek kendilerine zulüm etmişlerdir.

Menne kelimesinin kökü Kuran’da “minnet, saymak, hesaba katmak” olarak ta kullanılmıştır. Buradan kelimenin kökünün “hesaba katılan büyük iyilik” olduğu anlaşılmaktadır. Menne kelimesi anlamının “hesaba katılan iyilik, değeri bilinmesi gereken iyilik” olması gerektiğini düşünüyorum. İsrailoğulları bu yiyeceğin kadrini bilememişler ve kendilerine zulüm etmişlerdir. Üstelik dünyanın geri kalanı mahrum bırakılırken onlara ayrıcalık sağlanmıştır.

Kısacası “kudret helvası” denen Kuran’da menne veya muharref Tevrat’ta manna olarak geçen değerli yiyecek bir türüf mantarı olan Tirmania nivea (çöl türüfü) dır.

Doğrusunu Allah bilir.

 

Kaynaklar

  1. Wikipedia contributors. "Ipuwer Papyrus." Wikipedia, The Free Encyclopedia. Wikipedia, The Free Encyclopedia, 11 Apr. 2016. Web. 1 May. 2016.
  2. “Ash from volcanic eruption in Chile covers town 18 miles away,” The Telegraph. Telegraph Media Group Limited. 4 May 2016. Web.
  3. Wikipedia contributors. "Minoan eruption." Wikipedia, The Free Encyclopedia. Wikipedia, The Free Encyclopedia, 25 Apr. 2016. Web. 1 May. 2016.
  4. “The peace treaty between Ramses II and Hattusili III,” Reshafim. Reshafim. 4 ay 2016. Web.
  5. "Kadeş Antlaşması." Vikipedi, Özgür Ansiklopedi. 13 Şub 2016, 18:32 UTC. 1 May 2016, 15:39 <//tr.wikipedia.org/w/index.php?title=Kade%C5%9F_Antla%C5%9Fmas%C4%B1&oldid=16663518>.
  6. "I. Murşili." Vikipedi, Özgür Ansiklopedi. 12 Eyl 2015, 14:57 UTC. 1 May 2016, 15:42 <//tr.wikipedia.org/w/index.php?title=I._Mur%C5%9Fili&oldid=16072589>.
  7. Wikipedia contributors. "Mursili I." Wikipedia, The Free Encyclopedia. Wikipedia, The Free Encyclopedia, 6 Feb. 2016. Web. 1 May. 2016.
  8. “Biblical Moses Life and Times: A Renaissance in learning,” Lexiline. ISandIS Network. 4 May 2016. Web.
  9. Wikipedia contributors. "Shiphrah." Wikipedia, The Free Encyclopedia. Wikipedia, The Free Encyclopedia, 18 Apr. 2016. Web. 1 May. 2016.
  10. Ancient Egypt and Archaeology Web Site, ancient-egypt. Web.
  11. “The Stelae of Ancient Egypt,” Jimmy Dunn. Touregypt. Tour Egypt. 4 May 2016. Web.
  12. Wikipedia contributors. "Sobekhotep VIII." Wikipedia, The Free Encyclopedia. Wikipedia, The Free Encyclopedia, 18 Apr. 2016. Web. 1 May. 2016.
  13. General History of Africa: Methodology and African prehistory. Jacqueline Ki-Zerbo, Unesco. University of California Press, 1981. Print.
  14. Wikipedia contributors. "Periplus of the Erythraean Sea." Wikipedia, The Free Encyclopedia. Wikipedia, The Free Encyclopedia, 27 Apr. 2016. Web. 1 May. 2016.
  15. Wikipedia contributors. "Khepresh." Wikipedia, The Free Encyclopedia. Wikipedia, The Free Encyclopedia, 8 Mar. 2016. Web. 2 May. 2016.
  16. DİA, İslam Ansiklopedisi, Ömer Faruk Harman. cilt: 23; sayfa: 80. 4 May 2016. Web.
  17. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm ansiklopedisi, 11. Cilt. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi Genel Müdürlüğü. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi Genel Müdürlüğü, 1995. Print.
  18. “Semitic etymology: Query result.” Starling. StarLing database server. 4 May 2016. Web.
  19. “Debunking ‘The Exodus Decoded’,” Biblearchaeology. Associates for Biblical Research. 4 May 2016. Web.
  20. “The admonitions of Ipuwer,” Reshafim. Reshafim. 4 May 2016. Web.
  21. Achad-Ankh-Quest. Lia D. Xulon Press, 2012. Print.
  22.  Leslau, Wolf. Comparative Dictionary of Ge’ez. Wiesbaden: Harrassowitz verlag. 2006.print.
  23. Methodology and African Prehistory. Joseph Ki-Zerbo. UNESCO, 1981. Print.
  24. Asiae Tabula VI: Arabiam Felicem, Carmaniam Ac Sinum Persicum. Ptolemy, 2nd century. 1578 CE. Image. Web.
  25. Semitic etymology: Query result.” Pg. 26. Starling. StarLing database server. 4 May 2016. Web.

 

 

 

 

 






Çok Okunan Makaleler
Mete Firidin
Hz. Musa Ne Zaman Yaşadı?
12.05.2011 122122 Okunma
11 Yorum 07.04.2020 15:05
Mete Firidin
Kudret Helvası Menne
13.11.2013 117421 Okunma
4 Yorum 15.11.2013 03:46
Mete Firidin
Hz. Nuh, İbrahim, Yusuf ve Musa Kronolojisi
5.04.2015 113683 Okunma
10 Yorum 12.01.2020 16:47
Mete Firidin
Hurufu Mukatta
9.04.2011 92189 Okunma
7 Yorum 25.03.2020 18:55
Mete Firidin
Hz. İbrahim Ne Zaman Yaşadı?
28.02.2011 85272 Okunma
4 Yorum 25.03.2020 18:59
Mete Firidin
Estetik Ameliyat ve Nisa Suresi 119. Ayet
3.10.2014 78627 Okunma
1 Yorum 03.10.2014 20:39
Mete Firidin
Petra Yalanı
28.04.2015 72588 Okunma
9 Yorum 02.05.2015 13:07
Mete Firidin
Salat Kelimesinin Kökeni
26.02.2012 68754 Okunma
10 Yorum 03.06.2020 00:23
Mete Firidin
Kuran'da Kölelik
27.12.2013 64767 Okunma
86 Yorum 08.01.2014 17:16
Mete Firidin
Bekke Ve Mekke
27.01.2011 57577 Okunma
9 Yorum 25.03.2020 19:30
Mete Firidin
Hz. Lut’un Kızları
7.06.2011 40101 Okunma
4 Yorum 01.02.2020 21:22
Mete Firidin
El Tur ve Tur-i Sina?
24.03.2013 39904 Okunma
21 Yorum 23.06.2021 12:46
Mete Firidin
Lâ mevcûde illâ Hû???
18.12.2010 36195 Okunma
1 Yorum 25.12.2010 15:11
Mete Firidin
Amen ve Senetin
15.11.2012 36032 Okunma
31 Yorum 30.11.2012 13:47
Mete Firidin
Lut Kavmi Homoseksüel Değildi!
3.08.2014 34295 Okunma
15 Yorum 03.12.2017 03:35
Mete Firidin
Kabe Kavseyni Ev Edna
15.06.2012 33202 Okunma
1 Yorum 22.05.2018 01:32
Mete Firidin
Nuh’un Üvey Oğlu!
25.10.2015 32415 Okunma
28 Yorum 12.01.2020 17:30
Mete Firidin
Homohabilis Havva ve Havvalar
20.04.2012 31234 Okunma
27 Yorum 15.04.2020 09:47
Mete Firidin
Adem'in ve Havva'nın Hatası
2.03.2014 31127 Okunma
34 Yorum 10.03.2014 00:48
Mete Firidin
Nutfetin Emşâcin (99)
14.05.2013 30146 Okunma
24 Yorum 17.05.2013 15:16
Mete Firidin
İbni Arabi ve Araf 175-176. Ayetler
16.11.2011 29753 Okunma
9 Yorum 19.11.2011 17:29
Mete Firidin
Miras ve Kelale Ayetleri
13.02.2014 29157 Okunma
53 Yorum 28.02.2014 13:04
Mete Firidin
Hz. İbrahim’in Atası ve Nemrut
19.04.2015 28988 Okunma
1 Yorum 20.04.2015 20:48
Mete Firidin
Allah Celle Celalühü Ne Demektir?
30.11.2014 28764 Okunma
1 Yorum 01.12.2014 08:16
Mete Firidin
Kevkeb
10.08.2011 27791 Okunma
1 Yorum 28.08.2012 12:03
Mete Firidin
Enam Suresi 145. Ayet Ve Haram Yiyecekler!
31.12.2017 27597 Okunma
Mete Firidin
İçki Haram mı?
25.05.2015 26181 Okunma
13 Yorum 12.01.2020 17:25
Mete Firidin
Kuran’da Namaz Vakitleri
28.12.2014 25894 Okunma
Mete Firidin
Hz. Yunus ve Ambergris
12.12.2012 25475 Okunma
2 Yorum 13.12.2012 13:23
Mete Firidin
Nuh’un Gemisi ve Cudii
12.01.2014 25179 Okunma
45 Yorum 05.02.2016 23:06
Mete Firidin
Kuran'da Tecavüzün Cezası
18.02.2015 24567 Okunma
2 Yorum 21.02.2015 17:19
Mete Firidin
Hz. İsa’nın Doğum Günü
2.01.2015 24099 Okunma
Mete Firidin
Hz. Adem’in Kaburgası
25.04.2012 23729 Okunma
59 Yorum 28.04.2012 13:42
Mete Firidin
İmhotep Hz.Yusuf mu?
27.10.2011 22941 Okunma
3 Yorum 05.11.2019 07:59
Mete Firidin
Hz. Musa ve Hızır'ın Buluştukları Yer
16.03.2012 22404 Okunma
10 Yorum 17.03.2012 10:03
Mete Firidin
Yecüc ve Mecüc
27.02.2010 21849 Okunma
2 Yorum 10.06.2010 15:12
Mete Firidin
Cennetteki Khamr
28.05.2015 21720 Okunma
17 Yorum 29.05.2015 19:00
Mete Firidin
Şeriata Göre Kadınların Dövülebilmesi?
16.03.2014 21440 Okunma
18 Yorum 20.03.2019 10:45
Mete Firidin
Hz. İbrahim ve Lisan
23.04.2015 21335 Okunma
1 Yorum 24.04.2015 09:49
Mete Firidin
Ruh ve Ruhun Üflenmesi
11.04.2013 20302 Okunma
8 Yorum 14.04.2013 13:43
Mete Firidin
Hz. Adem'in Annesi
3.06.2017 20251 Okunma
1 Yorum 24.04.2021 16:56
Mete Firidin
Fecr ve İmsak
18.07.2013 20092 Okunma
10 Yorum 20.07.2013 22:19
Mete Firidin
Gavs Ve İkizler Burcu
15.12.2014 19752 Okunma
10 Yorum 14.07.2015 09:59
Mete Firidin
Kuran-ın Gelişmiş Bilimsel Etimolojik Meali
10.05.2018 19261 Okunma
2 Yorum 02.10.2021 23:10
Mete Firidin
Zülkarneyn
26.08.2011 19013 Okunma
10 Yorum 28.04.2020 20:20
Mete Firidin
Kuran'da Zamanın Sonu
30.09.2015 18871 Okunma
11 Yorum 25.10.2015 15:50
Mete Firidin
Bakara 58. Ayet Ve Hititler
17.01.2011 18685 Okunma
Mete Firidin
Hacc Suresi 15. Ayet Ve Deist
23.10.2014 18174 Okunma
Mete Firidin
Hz. Meryem Hermafrodit mi?
12.11.2014 18100 Okunma
2 Yorum 02.10.2021 23:06
Mete Firidin
Hz.İsa’nın Büyüdüğü Yer
8.07.2014 17263 Okunma
Mete Firidin
Naram Sin
25.07.2012 17090 Okunma
5 Yorum 15.10.2020 19:50
Mete Firidin
Tasavvuf
11.05.2010 16860 Okunma
12 Yorum 17.02.2016 17:55
Mete Firidin
Sidr ve Sadr Kelimeleri
11.08.2015 16522 Okunma
7 Yorum 18.08.2015 14:52
Mete Firidin
Adem ile Havva
9.03.2010 15939 Okunma
7 Yorum 23.05.2020 03:49
Mete Firidin
Ayete Göre Kutuplarda Namaz
25.01.2015 15507 Okunma
3 Yorum 16.01.2019 16:40
Mete Firidin
Zülkarneyn'in Doğu Seferi
3.06.2012 15490 Okunma
12 Yorum 19.06.2012 10:13
Mete Firidin
Kutsal Yaşam Ağacı
21.12.2011 15412 Okunma
6 Yorum 25.12.2011 16:12
Mete Firidin
İnşallah ne demek?
6.06.2015 15188 Okunma
1 Yorum 14.07.2019 09:13
Mete Firidin
Hadid Suresi 25. ayet ve Zülkarneyn
25.10.2015 14918 Okunma
4 Yorum 25.10.2015 13:00
Mete Firidin
Siyon Mekke mi?
4.03.2011 14890 Okunma
Mete Firidin
Hz. Musa’nın Kanatları
28.01.2012 14857 Okunma
2 Yorum 19.02.2012 08:24
Mete Firidin
Allah’ın İki Eli
5.12.2013 14765 Okunma
8 Yorum 12.12.2013 07:13
Mete Firidin
Kuran’da Tasavvuf ve Lahid Köklü Kelimeler
8.05.2014 14740 Okunma
18 Yorum 10.05.2014 11:22
Mete Firidin
Necm ve İdbar
3.10.2013 14589 Okunma
8 Yorum 09.10.2013 16:19
Mete Firidin
Musa Peygamberi Evlat Edinen Firavun
13.04.2015 14541 Okunma
Mete Firidin
Talak Suresi 4. Ayet ve Pedofili
11.07.2019 14474 Okunma
13 Yorum 16.07.2019 05:54
Mete Firidin
Hamr ve Humr
12.04.2012 14436 Okunma
14 Yorum 02.05.2012 15:51
Mete Firidin
İki Doğu Ve İki Batı
19.03.2015 14040 Okunma
3 Yorum 22.03.2015 22:01
Mete Firidin
Kuran'dan Hz. İsa ve Meryem Hakkında
29.05.2017 13928 Okunma
Mete Firidin
Meleklerin Hızı
20.11.2013 13897 Okunma
6 Yorum 24.11.2013 19:02
Mete Firidin
Kıyamet Suresi 16. Ayet ve Hadisler
22.03.2015 13785 Okunma
1 Yorum 22.03.2015 21:54
Mete Firidin
Harut ve Marut
6.02.2012 13725 Okunma
8 Yorum 08.02.2012 19:35
Mete Firidin
Şeytan
3.07.2016 13673 Okunma
2 Yorum 04.07.2016 20:17
Mete Firidin
Adet Görmekteyken Kadın Namaz Kılabilir mi?
14.06.2018 13454 Okunma
16 Yorum 17.04.2020 16:27
Mete Firidin
El Hadid ve Besmele
13.01.2013 13235 Okunma
4 Yorum 17.01.2013 08:36
Mete Firidin
Meteorit (Asteroid) Yağmuru
25.08.2013 13200 Okunma
11 Yorum 27.08.2013 15:07
Mete Firidin
Harun’un Kız Kardeşi Miryem
1.09.2013 13196 Okunma
4 Yorum 11.09.2013 07:57
Mete Firidin
Hınzır
12.11.2018 13177 Okunma
19 Yorum 31.01.2021 23:14
Mete Firidin
Nisa 15. Ayet ve Fuhuş
21.07.2015 13157 Okunma
3 Yorum 15.12.2018 16:41
Mete Firidin
Ayağa Mesh Meselesi
12.02.2016 13015 Okunma
6 Yorum 06.07.2016 22:09
Mete Firidin
Neden Buzağıya Taptılar ?
16.03.2011 12940 Okunma
1 Yorum 18.03.2011 09:21
Mete Firidin
Kur'an İncil ve Tevratı Onaylar mı?
11.07.2011 12911 Okunma
1 Yorum 23.07.2011 17:45
Mete Firidin
Bilqıst
23.04.2014 12636 Okunma
13 Yorum 26.04.2014 14:44
Mete Firidin
Ad Kavmi Atlantis Ay
7.03.2011 12580 Okunma
Mete Firidin
İmhotep'in Babası
7.04.2015 12492 Okunma
13 Yorum 03.05.2018 23:12
Mete Firidin
Kuran’da Kalp
29.05.2010 12490 Okunma
1 Yorum 19.02.2012 11:49
Mete Firidin
Hz. İsa'nın Doğduğu Mevsim
31.12.2014 12416 Okunma
1 Yorum 01.01.2015 11:03
Mete Firidin
Musa Ve Firavun Zamanı
31.03.2015 11978 Okunma
Mete Firidin
Cinler ve Kızılötesi Işınlar
7.05.2011 11943 Okunma
Mete Firidin
İrimu (İrem Şehri)
21.10.2012 11922 Okunma
Mete Firidin
The Birthday Of Jesus Christ According to Quran
4.12.2016 11905 Okunma
10 Yorum 30.11.2017 15:56
Mete Firidin
Kuran’da Yağış Kelimeleri
29.11.2013 11858 Okunma
8 Yorum 01.12.2013 18:50
Mete Firidin
Subhân'Allah
23.11.2014 11831 Okunma
2 Yorum 29.11.2014 17:01
Mete Firidin
Fecrin Beyaz ve Karanlık İpliği
29.06.2015 11806 Okunma
2 Yorum 02.07.2015 10:06
Mete Firidin
Nur Suresi 35. Ayet Yenilenmiş Makale
14.07.2012 11455 Okunma
2 Yorum 03.08.2012 18:57
Mete Firidin
Meryem Suresi 26. Ayet
23.02.2011 11382 Okunma
Mete Firidin
Şerr
10.05.2015 11247 Okunma
9 Yorum 19.05.2015 15:59
Mete Firidin
Felek, Hunnes, Kunnes
6.03.2012 11191 Okunma
Mete Firidin
Müslüman
19.12.2013 11180 Okunma
13 Yorum 21.12.2013 10:35
Mete Firidin
Ebabil ve UFO
25.06.2013 11173 Okunma


© 2025 - Akevler