Kıyamet Suresi 16. Ayet ve Hadisler
Kıyamet suresi 16. Ayetin meali genellikle şu şekilde verilmektedir:
Kıyamet 16:
لَا تُحَرِّكْ بِهِ لِسَانَكَ لِتَعْجَلَ بِهِ (16)
Onu hemen okumak için dilini depretme [16].
Oysa bu meallendirme çok yanlıştır. Çünkü bu ayette “onu çabuklaştırmak için onu dilinle tahrik etme” denektedir. Fakat “o” nedir. Sonraki ayetlerden iki türlü “o’nun” bulunduğu anlaşılmaktadır.
Kıyamet 17-19:
إِنَّ عَلَيْنَا جَمْعَهُ وَقُرْآنَهُ (17) فَإِذَا قَرَأْنَاهُ فَاتَّبِعْ قُرْآنَهُ (18) ثُمَّ إِنَّ عَلَيْنَا بَيَانَهُ (19)
Kesinlikle üzerimizedir onun bir araya getirilip toplanması ve okutulması (17). Biz onu okuduğumuzda onun okunuşuna tabi ol. Sonra kesinlikle üzerimizedir onun açıklanması.
Anlaşılacağı gibi kıyamet 16. Ayetteki “onu dilinle tahrik etme” cümlesindeki “o”nun Kuran olduğu anlaşılmaktadır. Yine ayetteki “onu çabuklaştırmak için” cümlesindeki “o”nun ise “onun okunuşu”, “onun toplanması” ve “onun beyanı” olduğu anlaşılmaktadır.
Yani Kuran’ın toplanması, kıraati ve beyanı için dilinle, lisanınla acele etme, o işlerin yapılması bize aittir, merak etme denmektedir.
Zaten peygamberden sonra yaşananlar da bu olayı, bu ayeti açıklamaktadır. Kuran’ın okunuşunun yani 10 çeşit kıraatinin ortaya çıkması peygamberin zamanında başlamıştır. Bir kitap haline getirilmesi yine peygamberin vefatından sonra olmuştur. Harflerin okunuşu için kitaba konan işaretler ise peygamberden çok sonraları olmuştur. Açıklanması ise halen devam etmektedir. Kıyamete kadar da devam edecektir.
Bu ayetlerden şu da açıkça anlaşılmaktadır. Hz. Muhammed’e dili ile Kuran tefsiri yapması yasaklanmıştır. Çünkü ayette ““onu çabuklaştırmak için onu dilinle tahrik etme” denmektedir. Tahrik kelimesin kökü HRK dir. Bir şeyi harekete sevk etmek, ajite etmek, hareket için uyarmak demektir. Tahrik ise kışkırtmak demektir. Lisan kelimesi ağızdaki dil anlamına geldiği gibi, konuşma dili anlamına da gelmektedir.
Hz. Peygambere lisanı ile tefsir yapmak yasaklanmış olduğu için sahabelere Kuran’da bulunan ayetleri sünnetleri ile tefsir etmiştir. Yani uygulamalarını göstermiştir. Çünkü özellikle bu uygulamaları kendisi de Kuran’a göre yapmak zorundadır. Zaten bu davranışı birçok rivayetlerden de anlayabiliyoruz. Aşağıda buna iki örnek vermek için alıntı yapılmıştır.
“ 1) Abdullah bin Şakik (Rahmetullahi Aleyh) şöyle dedi:
“Bir gün Abdullah ibni Abbas (Radiyallahu Anhuma) ikindiden sonra güneş batıp yıldızlar ortaya çıkana kadar yani akşam namazının vakti çıkana kadar bize hitap etti.
İnsanlar:
−Namaz! Namaz! demeye başladılar.
Derken Temim oğullarından biri onun yanına gelip:
−Namaz! Namaz! demeye başladı.
Bunun üzerine Abdullah ibni Abbas (Radiyallahu Anhuma) o adama:
−Ey anasız kalasıca! Sünneti bana mı öğretiyorsun? dedikten sonra:
−Ben Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı cem ederken yani birleştirerek namaz kılarken gördüm, dedi.
Abdullah bin Şakik (Rahmetullahi Aleyh) dedi ki:
−Bu sözden dolayı göğsümde bir şeyler hissettim ve akabinde Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh)’a gelip bunu sordum.
O da Abdullah ibni Abbas (Radiyallahu Anhuma)’ın sözünü doğruladı.”
Müslim 705/57
2) Abdullah ibni Abbas (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi:
“Ben Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile beraber öğle ile ikindiyi cem ederek sekiz rekat, akşam ile yatsıyı cem ederek yedi rekat olarak kıldım.”
Buhari 1118, 1174, Müslim 705/55, Nesei 603
3) Abdullah ibni Abbas (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) korku, yolculuk ve yağmur yokken, Medine’de öğle ile ikindi namazını birleştirerek 8 rekât, akşam ile yatsı namazını birleştirerek 7 rekât olarak kıldırdı dedi.
Hadisin ravisi Veki:
Abdullah ibni Abbas (Radiyallahu Anhuma)’ya:
−Onu niçin yaptı? dedim.
Abdullah ibni Abbas (Radiyallahu Anhuma):
−Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ümmetine sıkıntı ve zorluk vermemek için yaptı, dedi.”
Müslim 705/50, 54, Buhari 612, Nesei 601, 602, Ebu Davud 1210, 1211, Tirmizi 187
4) Cabir bin Zeyd (Rahmetullahi Aleyh) şöyle dedi:
“Abdullah ibni Abbas (Radiyallahu Anhuma), Basra’da meşgul olduğu bir günde, öğle ile ikindiyi beraber cem ederek kıldı ve aralarında sünnet kılmadı. Akşam ile yatsıyı da beraber cem ederek kıldı ve aralarında sünnet kılmadı.
Abdullah ibni Abbas (Radiyallahu Anhuma):
−Medine’de, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile beraber öğle ile ikindiyi cem ederek sekiz rekat kıldığını ve aralarında sünnet kılmadığını söyledi. (Hadisler.com)
Yukarıdaki alıntıda namazların nasıl cem yapıldığından bahsedilmektedir. Oysa Hz. Peygambere ait “ Gerektiğinde şu ayete göre öğle namazı ile ikindiyi birleştirin, gerektiğinde akşam ve yatsı namazlarını birleştirin” şeklinde bir hadis nakledilmemiştir. Çünkü böyle bir şekilde hadis yoktur.
“Rivayete göre, bir gün Hz. Ömer (ra) cuma hutbesini okurken, Resulullah (a.s.m)’ı ve Hz. Ebu Bekir (ra)’i andıktan sonra şunları söyledi:
“Ben, benden sonraya yanımda “Kelale” meselesinden daha önemli bir mesele bırakmıyorum. Resulullah (a.s.m)’a hiçbir konuda “Kelale” kadar müracaatta bulunmadım. O da bana hiçbir konuda, bu konudaki kadar sert davranmamıştı. Hatta -bir keresinde- parmaklarıyla göğsüme vurarak ‘Ya Ömer! Nisa Suresi'nin son ayeti sana yetmiyor mu?’ dedi.” (Hz. Ömer daha sonra şunları söyledi:) “Eğer ben yaşarsam / fırsat bulursam, bu konuda öyle bir hüküm ortaya koyacağım ki, Kur’an’ı okuyanlar da okumayanlar da / onu bilenler de bilmeyenler de bu konuda artık onunla hüküm verirler.”(Müslim, Faraiz,9).
Teyemmümle ilgili hadisin özeti ise şöyledir:
Bir adam Hz. Ömer (ra)’e gelip “cünüp olduğunu, ancak yıkanmak için su bulamadığını” söyledi. Orada bulunan Hz. Ammar b. Yasîr Hz. Ömer’e hitaben “Sen hatırlamıyor musun; benle sen birlikte bir seferde bulunuyorduk. (Cünüp olduk, su olmadığı için) sen namaz kılmadın. Fakat ben kuvvetlice toprağa süründüm ve namaz kıldım. Daha sonra bu hususu Resulullah (a.s.m)’a arz ettim. Bana “Şöyle yapsaydın yeterli olacaktı.” dedi ve -bunu göstermek için de- iki elini (avuçlarını) toprağa vurdu, sonra kaldırıp üfledi ve onlarla yüzünü ve ellerini meshetti.”(Buharî, Vudu’, 4, 5).
Sahabeler -genel bir prensip olarak- çözülmesi gereken bir problem olarak önlerine gelmediği sürece herhangi bir meseleyi farazi olarak ele alıp üzerinde durmayı -lüzumsuz yere- bir zaman israfı olarak telakki ediyorlardı. Onun için zaman içerisinde ortaya çıkan sorunların çözümünü -hayatayken- Hz. Peygamber (a.s.m)’e soruyorlardı. Onun vefatından sonra ise, Hz. Muhammed (a.s.m)’in yerine Kur’an ve sünnetten soruyorlardı.
Yeni teşekkül etmiş -cihanşümul- bir dinin bütün meselelerinin bir anda kavranmasına imkân olmadığı ortadadır. Bundan Hz. Ömer (ra) de müstesna değildir.
Öyle anlaşılıyor ki, Hz. Ömer (ra) özellikle "Kelale" konusundaki kanaatini tam pekiştirip, işin inceliğini iyice kafasına yerleştirdikten sonra, insanlar arasında hükmünü yaygınlaştırmak istiyordu. Bu, onun bu konuyu hiç bilmediğini değil, ilahî hükümler konusundaki hassasiyetini göstermektedir.
Hz. Peygamber (a.s.m)’in “Nisa Suresi'nin son ayeti sana yetmiyor mu?" buyurması, hükümlerin Kur’an’dan istinbat edilmesine / çıkarsama yapılmasına bir teşviktir.
Not supported field expression!.”
Yukarıda da görüldüğü gibi Hz. Peygamber “kelale” kelimesini Hz. Ömer’e açıklamamıştır. O’nu Kuran üzerinde araştırmaya ve düşünmeye sevk etmiştir. Oysa kendisi abdest alırken “başınızı mesh edin” ayetini etimolojik kökene tam uyarak uygulamıştır. Bu da peygamberin kelimelerin ne anlama geldiğini tam olarak bildiğini fakat bunu ancak sünnet olarak gösterdiğini ve lisanı ile açıklama yapmadığını açıklamaktadır.
Sonuç olarak sünnetler ibadet konusunda Kuran tefsiri yapabilmek için paha biçilmez değerdedir. Fakat günümüzde ve ilerideki uygulamalar Kuran’ın zaman içindeki tefsirine bırakılmıştır. Kısacası Kuran üzerinde yaptırılan beyanlar Mümin ve Müslümanların ilerideki davranış, uygulama ve yaşayışlarını belirlemelidir.