İnşallah ne demek?
Ş-y-e kökü (شيء ) Kuran’da toplam 519 kez geçmektedir. Kuran çevirilerinde isim olarak doğru çevrilirken fiil olarak her zaman yanlış çevrilmektedir.
Bütün çevirilerde bu kökün fiil anlamı “istemek, izin vermek” olarak çevrilmektedir. Bu düşünce tamamen yanlıştır. Çünkü Kuran’da bu anlamları ifade eden kelimeler zaten, ayrıca vardır. Ayn-w-n kökünden olan istewn kelimesi istemek, dilemek demektir. Elif-z-n (ءذن)kökünden olan İstezane kelimesi izin istemek demektir. İstemek kelimesine benzer kelimeler de vardır. Ayn-r-dat kökü ilgi göstermek, ilgi sunmak demektir. Ha-re-sad kökü hırs yapmak demektir. M-n-y kökünden temenni ise olmayacak şeyler istemek demektir. Ha-b-b kökü ise hoşlanmak, sempati duymak demektir. Wdd kökü ise sevmek, tutkun olmak demektir.
Kuranda ş-y-e kökünden türeyen fiil ile en çok karıştırılan kelime ise irade (رود ) kelimesidir. Bu kelime gerçek anlamda bir şeyin olmasını ya da olmamasını istemek ve gerçekleştirmek demektir. Bütün meallerde bu anlam ş-y-e kökünün anlamı da olarak çevrilmektedir. Bu da Kuran’ın Bazı ayetlerinin anlaşılmasını imkânsız kılmaktadır.
Bazıları şey kelimesinin sadece maddi eşyayı ifade ettiğini düşünür. Oysa şey kelimesi her türlü kavram için kullanılır. Şey sadece eşya demek değildir. Her türlü soyut kavram da bir şeydir. Yani yaratılmış her şey ve kavram bir şeydir. Tanımlanan ya da tanımlanmayan her kavram da bir şeydir. Zaman kavramı da, sevgi, nefret gibi kavramlar da bir şeydir.
Bütün sorun şey kelimesinin fiil halinin anlamındadır. Bir şey yapmak, kullandığımız bir kelimedir. Gerçek anlamı aslında nedir?
Eski Arapça lügatler dikkatlice okunduğunda şey yapmak yani şae, yeşae fillerinin ne demek olduğu anlaşılacaktır.
Bu kökün anlamının bir şeyin olmasının ya da olmamasının, mevcut olmasının kararı olduğu anlaşılacaktır. ‘Bir kavram ya da madde var olmalı mıdır ; yoksa olmamalı mıdır?’ sorusunun cevabıdır. Kısacası gerekli midir? Sorusunun da cevabıdır. Şey isim olarak var olan, mevcut olan demektir. Eşya ise var olması gereken, lazım olan demektir. Yani şae kelimesi “gerekli görmüş olmak, gerekli saymak, gerekmiş”, yeşae kelimesi “ gerekli görüyor olmak, gereken” demektir. Teşae ise gerekli kılmak, saymak demektir.
Bu durumda Kuran’da geçen ş-y-e kökünün fiil olarak geçtiği bazı ayetleri şöyle çevirmemiz gerekir:
Araf 156:
وَاكْتُبْ لَنَا فِي هَذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْآخِرَةِ إِنَّا هُدْنَا إِلَيْكَ قَالَ عَذَابِي أُصِيبُ بِهِ مَنْ أَشَاءُ وَرَحْمَتِي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ فَسَأَكْتُبُهَا لِلَّذِينَ يَتَّقُونَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَالَّذِينَ هُمْ بِآيَاتِنَا يُؤْمِنُونَ (156)
«Ve bize hem bu dünyada bir iyilik yaz, hem de ahret de. Biz gerçekten de tevbe edip senin hidayetine döndük.» Buyurdu ki, azabım var, onu gerekli gördüğüme isabet ettiririm, rahmetim de vardır, o ise her şeyi kaplamış ve kuşatmıştır. Onu da özellikle korunanlara, zekatını verenlere ve ayetlerimize inananlara mahsus kılacağım.[156].
Ali İmran 26:
قُلِ اللَّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَنْ تَشَاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَاءُ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَاءُ بِيَدِكَ الْخَيْرُ إِنَّكَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ (26)
De ki: «Mülkün sahibi olan Allah’ım! Mülkü gerekli gördüğüne verirsin; gerekli gördüğünden çekip alırsın; gerekli gördüğünü aziz kılar, gerekli gördüğünü alçaltırsın; iyilik elindedir. Doğrusu Sen, her şeye Kadir’sin [26].
İnsan 30:
وَمَا تَشَاءُونَ إِلَّا أَنْ يَشَاءَ اللَّهُ إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلِيمًا حَكِيمًا (30)
Allah gerekli görmedikçe siz gerekeni yapamazsınız. Doğrusu Allah, bilendir, Hakim’dir [30].
Kehf 77:
فَانْطَلَقَا حَتَّى إِذَا أَتَيَا أَهْلَ قَرْيَةٍ اسْتَطْعَمَا أَهْلَهَا فَأَبَوْا أَنْ يُضَيِّفُوهُمَا فَوَجَدَا فِيهَا جِدَارًا يُرِيدُ أَنْ يَنْقَضَّ فَأَقَامَهُ قَالَ لَوْ شِئْتَ لَاتَّخَذْتَ عَلَيْهِ أَجْرًا (77)
Yine yola koyuldular; sonunda vardıkları bir kasaba halkından yiyecek istediler. Kasaba halkı, bu ikisini misafir etmek istemedi. İkisi, şehrin içinde yıkılmağa yüz tutan bir duvar gördüler, Musa’nın arkadaşı onu doğrultuverdi; Musa: «Gerekli görseydin buna karşı bir ücret alabilirdin» dedi [77].
Araf 176:
وَلَوْ شِئْنَا لَرَفَعْنَاهُ بِهَا وَلَكِنَّهُ أَخْلَدَ إِلَى الْأَرْضِ وَاتَّبَعَ هَوَاهُ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ الْكَلْبِ إِنْ تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ أَوْ تَتْرُكْهُ يَلْهَثْ ذَلِكَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا فَاقْصُصِ الْقَصَصَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ (176)
Gerekli görseydik, onu ayetlerimizle üstün kılardık; fakat o, dünyaya meyletti ve hevesine uydu. Durumu, üstüne varsan da, kendi haline bıraksan da, dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte ayetlerimizi yalan sayan kimselerin hali böyledir. Sen onlara bu kıssayı anlat, belki üzerinde düşünürler [176].
Bakara 20:
يَكَادُ الْبَرْقُ يَخْطَفُ أَبْصَارَهُمْ كُلَّمَا أَضَاءَ لَهُمْ مَشَوْا فِيهِ وَإِذَا أَظْلَمَ عَلَيْهِمْ قَامُوا وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَأَبْصَارِهِمْ إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ (20)
Şimşeğin çakması neredeyse gözlerini alır; onları aydınlattıkça ışığında yürürler ve üzerlerine karanlık basınca durakalırlar. Allah gerekli görür ise kesinlikle işitme ve görmelerini giderirdi. Doğrusu Allah her şeye Kadir’dir [20].
Enam 83:
وَتِلْكَ حُجَّتُنَا آتَيْنَاهَا إِبْرَاهِيمَ عَلَى قَوْمِهِ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَاءُ إِنَّ رَبَّكَ حَكِيمٌ عَلِيمٌ (83)
Bu, İbrahim’e, milletine karşı verdiğimiz hüccetimizdir. Gerekli gördüklerimizin derecelerini yükseltiriz. Doğrusu Rabbin Hakim’dir, Bilen’dir [83].
Enam 39:
وَالَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا صُمٌّ وَبُكْمٌ فِي الظُّلُمَاتِ مَنْ يَشَأِ اللَّهُ يُضْلِلْهُ وَمَنْ يَشَأْ يَجْعَلْهُ عَلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ (39)
Ayetlerimizi yalanlayanlar karanlıklarda kalmış sağır ve dilsizlerdir. Allah kimi gerekli sayarsa onu saptırır ve kimi gerekli sayarsa onu doğru yola koyar [39].
Nisa 133:
إِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ أَيُّهَا النَّاسُ وَيَأْتِ بِآخَرِينَ وَكَانَ اللَّهُ عَلَى ذَلِكَ قَدِيرًا (133)
Ey İnsanlar! Allah gerekli görürse sizi yok eder, başkalarını getirir, O, buna Kadir’dir[133].
Enam 80:
وَحَاجَّهُ قَوْمُهُ قَالَ أَتُحَاجُّونِّي فِي اللَّهِ وَقَدْ هَدَانِ وَلَا أَخَافُ مَا تُشْرِكُونَ بِهِ إِلَّا أَنْ يَشَاءَ رَبِّي شَيْئًا وَسِعَ رَبِّي كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًا أَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ (80)
Milleti onunla tartışmaya girişti. «Beni doğru yola eriştirmişken, Allah hakkında benimle mi tartışıyorsunuz? O’na ortak koştuklarınızdan rabbimin gerekli görüyor olanları dışında korkmuyorum. Rabbim ilimce her şeyi kuşatmıştır; hala öğüt kabul zikr etmez misiniz?» dedi [80].
Bakara 90:
بِئْسَمَا اشْتَرَوْا بِهِ أَنْفُسَهُمْ أَنْ يَكْفُرُوا بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ بَغْيًا أَنْ يُنَزِّلَ اللَّهُ مِنْ فَضْلِهِ عَلَى مَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ فَبَاءُوا بِغَضَبٍ عَلَى غَضَبٍ وَلِلْكَافِرِينَ عَذَابٌ مُهِينٌ (90)
Allah’ın kullarından gerekli gördüklerine, bol ihsanından indirmesini çekemeyerek, Allah’ın indirdiğini inkâr etmekle, kendilerini ne kötü bir şey karşılığında sattılar. Bu yüzden gazab üstüne gazaba uğradılar. Kâfirlere alçaltıcı bir azap vardır [90].
Nahl 31:
جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ لَهُمْ فِيهَا مَا يَشَاءُونَ كَذَلِكَ يَجْزِي اللَّهُ الْمُتَّقِينَ (31)
İçlerinden ırmaklar akan Adn cennetlerine girerler. Orada, onlar neyi gerekli görmüşlerse kendilerine verilir. Allah sakınanları böylece mükâfatlandırır [31].
Bu durumda “İnşallah” demek: Allah gerekli görürse, var olmasını isterse demektir. Biz bir şey istediğimizde eğer Allah o durumun ya da olasılığın veya varlığın mevcut olmasını, ihtimaller arasında gerekli olmasını istiyor ise yani gerekli görüyorsa o şeyin var olması mümkün olabilir. Eğer Allah o şeyin varlığını gereksiz görüyorsa onu mevcut kılmaz, olasılıklar arasında var etmez. Demektir.
Doğrusunu Allah bilir.