Hz. Âdem’in Annesi
Önsöz
İnsan türünün yaradılışı konusunda toplumların kafası karışmıştır. Doğru olan evrim midir? Yoksa yaradılış efsaneleri mi? Bu kitap gerçeğin arayışında olan insanları bilgilendirmek amacıyla yazılmıştır. Bilimsel verilerle Kuran’da yazılanlar ön yargısız olarak karşılaştırılmıştır. Elde edilen sonuçlar şaşırtıcıdır. Bilinen klasik düşüncenin ve evrim kabulünün dışındadır.
Dr. Mete Firidin
Hz. Âdem’in Annesi
Giriş
Günümüzde insanlar genel olarak ikiye ayrılmıştır. Birinci grup evrime inanıp yaradılışı inkâr edenler, ikinci grup yaradılışa inanıp evrimi inkâr edenlerdir. Ben bunlardan biri değilim. Bir tıp doktoru ve Kuran talebesi olarak olayı incelemek ve düşünce sahibi olmak kısmet oldu. Öncelikle size evrim hakkındaki düşüncemi anlatmak istiyorum.
Evrim Teorisi
Dünyadaki bütün canlılar doğal seçim ve uyum sonucu kendiliğinden ve rastgele mi çeşitlenmiştir? Evrim teorisine göre ortama uyum sağlayamayan canlılar yok olmuş, ortama uyum sağlayabilenler ise yaşayarak neslini devam ettirmiştir. Buna doğal seleksiyon denir. Bunun sonucunda yaşayanların üstünlükleri, genleri ile diğer nesillere aktarılmıştır. Buna da adaptasyon denir.
Değişimler canlının bilgisayar programları yazılımı gibi olan genlerinde olmaktadır. Bu değişime mutasyon denir. Mutasyonlar zamanla türden türe birikerek çok yeni türleri oluşturmaktadır. Fakat canlılar doğal üreme şartlarında bile değişime, çeşitliliğe programlanmıştır. Eşeyli üreme sadece bu amaçla vardır. Aynı anne- babaya sahip bütün çocuklar bile çok farklıdır.
Hadi evrimi rastgele oldu diye kabul edelim. Oysa Dünya gezegeni yaşam için Güneş sisteminde gerekli uygun konumdadır. Su maddesel yaşam için olmazsa olmazlardandır. Eğer Dünya Güneş’e daha yakın olsa su daima buhar halinde olacaktır. Veya Güneş’e daha uzak konumda olsa su daima buz halinde olacaktır. Güneş sistemi galaksimizde uygun konumdadır. Dünya kütle olarak uygun kütlededir. Daha küçük olsa atmosferi kendi üzerinde tutacak çekim gücüne sahip olamayacaktır. Daha büyük olsa canlıların hareketini çok sınırlayacaktır. Güneş'e göre dönme eyleminde de uygun konumdadır. Yani kutuplardan herhangi biri sürekli Güneş'e dönük olsaydı Dünya döndüğü halde sürekli bir taraf ışığa maruz kalacak, ısınacak, bir taraf soğuk kalacak ve hayat olmayacaktı. Yine ekseni tam dik olarak kalsa mevsimler olmayacak, bazı yerler hep sıcak kalırken diğer yerler hep soğuk kalacaktır. Oysa bu eğiklik kutuplarda sırayla ısınma ve soğumaya sebep olarak mevsimlerin oluşmasına olanak sağlamaktadır. Bütün bu özellikler yeryüzünde canlıların çeşitlenmesine neden olması içindir.
Hayatın oluşması için en gerekli maddelerden birisi sudur. Dünya yüzeyinin % 71’i sudan oluşur. Oysa bizim Güneş sistemimizdeki diğer gezegen yüzelerinde Dünya’dakinin binde biri oranı kadar su yoktur. Eğer suyun mevcudiyeti tesadüfi olsaydı Mars’ta, Venüs’te hatta Ay’da Dünya’ya yakın oranda su bulunması gerekirdi. Sanki su Dünya’ya özellikle getirilmiştir!
İyi ki Ay var. Ay olmasa idi, yeryüzü meteor saldırılarına açık olacaktı. Ay meteor saldırılarını çok büyük oranda engellemektedir. Ay’ın diğer çok önemli bir fonksiyonu da Dünya’nın salınım hareketini sınırlayıp dengede tutmasıdır. Ayın bu fonksiyonu olmasaydı Dünya sarhoş insanlar gibi salınacak ve çok düzensiz günlük ısınma ve soğumalar olacaktı. Bir gün yaz, bir gün sonra kış olacak ve bir saat sonra gündüz, bir saat sonra gece olacaktı. Yani hiçbir düzen, mevsim, gece, gündüz tutarlılığı olmayacaktı.
Dünya’da bulunan milyonlarca çeşitte mükemmel fotosentez yapabilen, uçabilen, yüzebilen, yürüyebilen hatta konuşabilen, düşünebilen, sevebilen, merhamet edebilen, Dünya’yı şekillendirebilen canlılar mevcuttur. Kısacası ne yapmasını ve ne yapmamasını gerektiğini bilen canlılarla doludur. Ayrıca bütün canlılar birbirine bağımlı ve denge içinde olan ekosistem şekline gelmiştir. Her bir canlı sistemin devamı için gereklidir. Yani bir diğerine besin sağlar, onun atıklarını bertaraf eder. Yeniden kullanılır düzeye getirir. Mesela bitkiler oksijen üretir, bunun sayesinde hayvanlar oksijene sahip olur. Hayvanlar karbondioksit üretir. Bitkiler karbondioksiti şekere çevirir. Böylece hayvanlar için zehirli olan karbondioksit faydalı şekilde azaltılmış olur. Hayvanların ürettiği diğer artıklar mikroorganizmalar tarafından parçalanır ve bitkilerin kullanabileceği hammaddeye dönüştürülür. Bu sistemdeki her canlı olmazsa olmazlardandır. Otomatik sistemler gibi bu yaşam ahenk içinde sürüp gitmektedir. Demek ki her şey bir hesaba göre programlanmıştır.
Doğada genel bir kural vardır. Her şey zamanla yıpranır ve yok olur. Mesela kocaman bir dağ veya bina veya alet, edevat zamanla eskir, yıpranır ve yok olur. Canlılar da yaşlanır, yıpranır ve nihayetinde ölür. Her madde yüksek enerjiden alçak enerjiye doğru akar. Madde karmaşık ve organize olandan basit olana doğru davranır. Fakat canlılık bunun tersini yapabilmek için üremeyi kullanır. Canlılık varlığını herhangi bir üreme şeklini kullanarak kendini yeniler ve devam ettirilir. Üreme canlılığın en temel ilkesidir. Çok çok yüksek bilgi ve marifet gerektirir. Her aşaması büyük bilgi birikimi ve tecrübe içerir. Mesela insanda 23 çift kromozom (genler topluluğu) vardır. Bunların yarısı anneden yarısı babadan gelir. Her bir gende de on binlerce DNA dizilimi yani yazılımı mevcuttur. Üreme hücreleri oluşurken bu genler her bir hücreye eşit sayıda ve fakat değişik özellikler içeren yazılımlar olarak kopya edilir. Her bir yazılım diğerinin çalışmasını destekler, asla programı bozmaz. En ufak bir bozukluk varsa bu bir hastalığa veya sakatlığa neden olur. İnsanda bu tip bozuk hücrelerin birleşmesi ile oluşan canlı taslağı gebeliğin ilk 3 ayında düşük şeklinde elimine edilir. Kromozomların eşit şekilde dağıtılmasında eğer bir aksaklık olur ve yavruya bir kromozom, kromozom parçası fazladan gitse sakat, zekâ geriliği olan, birçok hastalığa sahip çocuklar meydana gelir. Örneğin Down sendromu. Yahut eksik bir parça kromozom gelmiş olsa yine hastalıklı ve sakat, hayatını idame ettiremeyecek nesiller meydana gelir.
İnsanda anomali (doğuştan sakatlık) oranı % 2’dir. Yani doğan bebeklerin %98 i sağlıklı doğmaktadır. Eğer bu oran tersine olsaydı tesadüfi bir hayattan söz edilebilirdi. Fakat hayat bilinçli olarak % 98 gibi sağlıklı doğuma programlanmıştır. Tesadüfi olan bir yaşam, topluluk oluştursa bile % 98 sakat doğum ile o toplum ve canlı türü hemen yok olacaktır.
Fakat evrim teorisi adaptasyonun genlere nasıl aktarıldığını açıklayamaz. İlk canlının nasıl yaratıldığını da açıklayamaz. Sadece canlıların yapı taşını oluşturan aminoasitlerin dünya şartlarında bulunabileceğini ispatlar. Canlılığın gerçek özelliği olan neslini sürdürmeyi sağlayan DNA’nın oluşumunun yanına bile yaklaşamaz. Oysa canlının canlılığını sağlayan ve bu bilgileri diğer nesillere aktaran DNA’dır. Yani bugünkü bilgilerimizle bilgisayar yazılımıdır.
Canlılarda binlerce gen bulunur. Bu genler bilgisayardaki işlemcilere benzer ve her birinin ayrı ve karmaşık yazılımı yani DNA dizilimi mevcuttur. Ayrıca bu genler kendi aralarında bir başka üst yazılım bilgilerine de sahiptir. Kısacası Windows programları gibi programları da içerirler. Böylece duygu ve düşünce gibi soyut şeyleri bile oluşturabilecek düzeyde çok karmaşık bir yazılımları vardır.
Bu yazılımdaki en küçük harf hataları bile (mutasyon) programların çalışmasını engelleyen ölümcül hastalıklara neden olabilir. Kanser, lösemi ve bütün genetik hastalıklar mutasyonlar nedeni ile oluşur. Sadece bağışıklık sistemi antikor oluşturmak için bilinçli şekilde mutasyonu kullanır. Buradaki tesadüf bile canlının yararına olmak üzere programlanmıştır. Kısacası canlıların her biri DNA’lar ile programlanmıştır, mükemmel zekâ ve bilgiye sahip programcı tarafından yazılmıştır.
Evrimcilerin mantık hatası sanırım şöyle başlamaktadır. Bulunduğunuz yerdeki eşyaları basitten karmaşık olana doğru sıralarsanız ve bunların nasıl oluştuğunu düşünürseniz bunların oluşumundaki zekâ ve gücü görmemezlikten gelirseniz şöyle düşünebilirsiniz: “Terlikten ayakkabı, ondan sandalye, ondan masa, ondan radyo, ondan televizyon ve ondan da bilgisayar oluştu” diyebilirsiniz. Ama nasıl diye sorarlarsa “zamanla” diye cevap verebilirsiniz. Hâlbuki hepsinin arkasında insan zekâ ve teknolojisi vardır.
Evrimciler eski fosilleri evrimsel, tesadüfi yaratılmanın kanıtları sayarlar: Biliyoruz ki bugün var olan canlılar ve bütün elektronik aletler aynı atomlardan oluşmuştur. Canlılar hele hele insan bugünkü elektronik aletlerden milyonlarca kez daha karmaşık ve organizedir. Hayat madem tesadüfidir, neden hiç elektronik eşya tarzı fosiller de bulamıyoruz? Ya da düşünün, bundan 200 milyon yıl öncesine ait bir hesap makinesi bulsak, bunu geçin, abaküs bulsak, bunun tesadüfi olduğunu düşünür müyüz? Tabi ki hayır, çünkü anlarız ki bu bir zekâ ve teknoloji ürünüdür.
Teknolojik ürünler birbirine benzer. Benzer yazılım, benzer parçalar içerir. Bir bilgisayar diğerine % 99 oranında benzer fakat bazısının özellikleri daha da üstündür. Bu birinin diğerinden tesadüfen evirildiğini göstermez. Biliriz ki hepsinin arkasında insan zekâsı ve teknolojisi vardır.
İnsan genetik olarak % 50 oranında koyuna, % 60 oranında ineğe, % 95 oranında domuza, % 98 oranında maymunlara benzeyebilir. Bu oran bunlardan tesadüfen evirildiğini göstermez. Sadece aynı şartlarda aynı bilgi ve teknolojinin ürünü olduğunu gösterir.
Gelelim insan maymun ilişkisine. Yeryüzünde yaşayan bütün canlılar birbirine az çok benzemek zorundadır. Çünkü nihayet aynı ekosistem içinde yaşamaktalardır. Bu nedenle birçok yapısal ve genetik benzerliklerin olması gerekir. Mesela insanda bulunan bir gen bir mikropta da vardır. Çünkü ikisi de şekeri kullanmalı, ikisi de proteinleri kullanmalıdır. Yani aynı dünyada nimetlenip üremektelerdir.
Maymunlarda insana benzemektelerdir. Çünkü aynı dünyada yaşamaktalardır. Aynı yiyecekleri yemektelerdir, benzer şartlara maruz kalmaktalardır ve aynı ekosistemin parçalarıdır. İlginç şekilde aynı kan grubunu bile paylaşabilirler. Mesela goriller genellikle B kan grubu taşırlar nadiren O grubudur. Asla A grubu değillerdir. Şempanzeler genellikle A grubudur. Nadiren O grubudur. Asla B grubu değillerdir. Orangutanlarda bu gruplar yoktur ve hepsi O grubudur. İnsanda ise A grubu, B grubu, O grubu ve AB grubu vardır. Bu durumda ya ortak atadan gelmektelerdir. Ya da maymunlar insanlardan türemiştir. Asla insan bir maymun türünden türemiş olamaz. Çünkü bu durumda insanda da sadece A veya sadece B grubu ya da hiç olmaması gerekirdi. Fakat şunu diyebiliriz ki maymunlar insandan türemiştir ya da insanın atasından türemiştir. Hatta goriller insandan türemiş bir kol, şempanzeler de diğer bir koldur…
Evren’de ve Dünya’mızda bir değişim ve bir gelişim olmuştur, olmaktadır, olacaktır. Fakat bu bir zekâ ve kudret ile vardır. Bazıları diyecektir ki: “Bütün var oluş bir ihtimaller toplamıdır”. O zaman şu soruyu sormak gerekir: “ Varoluşun bütün ihtimallerini evreni var olacak şekilde bir arada bulunduran kimdir?”. Kısacası bütün hayat değişimi de içeren çok büyük ve harika bir bilgisayar oyunudur. Kaderimiz oyunun yazılımının içindedir. Cüzi irademiz oyun içinde kullandığımız yetenek, çaba ve yaklaşımlarımızdır. Bütün övgüler Allah’adır.
İnsanlığın Yaratılışı
İnsanlık tarihinin başlangıcı bize daima bir adamdan ve bir kadından türediğimiz şeklinde anlatılmıştır. Bu, yaratılış mitoloji olarak Sümer, Akad, Yahudi, Hıristiyan ve diğer dinlerde bulunan bir mitolojidir. “İnsanlar çamurdan yaratılmış bir adam ve ondan yaratılmış karısından türemişlerdir”. Hatta çocukları da ensest bir durum ile evlenip çoğalmışlardır. Bu, hemen hemen bütün yaratılış mitolojilerinde aynıdır. Hatta İslam dünyasındaki mitolojilerde bile böyledir. Oysa Kuran’da böyle bir anlatım yoktur. Ne yazık ki İslam dünyası bu mitolojileri diğer bozulmuş dinlerden edinmişlerdir. Kuran’ı göz ardı etmişler, hatta Kuran’da anlatılanı, zorlayarak dışardan edindikleri uydurma bilgilere uyarlamaya çalışmışlardır.
Öte yandan bilimsel veriler ve bilimsel düşünce ise olayın çok daha farklı olduğunu keşfetmeye başlamıştır. Bu durum insanları kutsal kitapların uydurma ve mitolojik olduğunu düşünmeye sevk etmiştir. Bu düşünce aslında kısmen doğrudur. Fakat Kuran için bu geçerli değildir. Çünkü Kuran doğru ve objektif bakış açısı ile bütün insanların yaratılış evresini anlatmaktadır. Bununla birlikte bilimi bilen Kuran’ı bilmemekte, Kuran’ı bilen bilimden habersizdir. Birçok insan dinleri araştırırken Kuran’ın orijinalini öğrenip araştırmamakta ve bilimi bilmeyen, eskilerin bilgisizce uydurulmuş mitolojik zorlamalarına kutsallık atfederek sadık kalan, günümüz ilahiyatçı hocaların meallerini doğru kabul ederek hata yapmaktalardır.
Oysa hepimizin bildiği fakat yaratılışı tesadüf olarak kabul edenlerin inanmadığı Âdem ile Havva hikâyesinin gerçek olduğu bilimsel açıdan ispatlanmıştır. Fakat bu olay kafalara kazınmış olduğu gibi görünmemektedir. Kuran'da Âdem ve eşi bilinen klasik bilgiden farklı olarak anlatılmaktadır. Kuran'da Havva kelimesi geçmemektedir. Âdem’in eşinden bahsedilmektedir. Ayrıntıya girildiğinde bugünkü insan erkek türünün bir dişi soyundan türetildiği ve hatta dişi türünün de o dişiden devam edip türetildiği sonucu çıkmaktadır.
Bu amaçla Kuran’da bazı ayetleri inceleyelim.
Ali İmran suresi 33. Ayet:
إِنَّ اللَّهَ اصْطَفَى آدَمَ وَنُوحًا وَآلَ إِبْرَاهِيمَ وَآلَ عِمْرَانَ عَلَى الْعَالَمِينَ (33)
İnnallâhestafâ âdeme ve nûhan ve âle ibrâhîme ve âle imrâne alel âlemîn(âlemîne).
Kesinlikle, Allah Âdem’i, Nuh’u, İbrahim soyunu ve İmran soyunu âlemler üzerine eleyerek seçti.
Âdem peygamber de âlemlerden elenip seçildiğinden dolayı, onun varlığında başka insan âlemleri de olmalıdır.
Enbiya suresi 30. Ayet:
أَوَلَمْ يَرَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَاءِ كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ أَفَلَا يُؤْمِنُونَ (30)
E ve lem yerallezîne keferû ennes semâvâti vel arda kânetâ ratkan fe fetaknâhuma, ve cealnâ minel mâi kulle şey’in hayy(hayyin), e fe lâ yu’minûn(yu’minûne).
İnkâr edenler, gökler ve yer yapışıkken onları ayrıklaştırdığımızı ve bütün canlıları sudan meydana getirdiğimizi görmezler mi? İnanmıyorlar mı?
Bütün canlılar sudan yaratılmış ise Âdem de sudan yaratılmıştır.
Nuh suresi 14. Ayet:
وَقَدْ خَلَقَكُمْ أَطْوَارًا (14)
Ve kad halakakum etvârâ(etvâran).
Ve O sizi aşama aşama biçimlendirmiştir.
Burada geçmiş zaman kullanılmıştır. İnsanlığın aşama aşama biçimlendirildiği anlatılmaktadır. Bir evrimsel süreçten bahsedilmektedir. Eğer ayette “O sizi aşama aşa biçimlendirmektedir” denmiş olsaydı, o zaman embriyolojik (anne karnındaki) biçimlendirme olarak anlayabilirdik.
Nuh suresi 17. Ayet:
وَاللَّهُ أَنْبَتَكُمْ مِنَ الْأَرْضِ نَبَاتًا (17)
Vallâhu enbetekum minel ardı nebâtâ(nebâten).
Ve Allah’tır sizi yeryüzünden bitki olarak bitiren.
Demek ki insanın bitki gibi yetiştiği bir geçmişi, aşaması vardır.
Secde suresi 7-8-9. Ayetler:
الَّذِي أَحْسَنَ كُلَّ شَيْءٍ خَلَقَهُ وَبَدَأَ خَلْقَ الْإِنْسَانِ مِنْ طِينٍ (7) ثُمَّ جَعَلَ نَسْلَهُ مِنْ سُلَالَةٍ مِنْ مَاءٍ مَهِينٍ (8) ثُمَّ سَوَّاهُ وَنَفَخَ فِيهِ مِنْ رُوحِهِ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَا تَشْكُرُونَ (9)
Ellezî ahsene kulle şey’in halakahu ve bedee halkal insâni min tîn(tînin). Summe ceale neslehu min sulâletin min mâin mehîn(mehînin). Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâra vel ef’idete, kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Ki O, biçimlendirdiği her şeyi en güzel yapan ve insanı biçimlendirmeye çamurdan başlayandır. Sonra onun soyunu, değersiz bir sıvıdan olan süzüntüden kıldı. Sonra onu belli bir düzeye getirdi ve ona ruhundan üfledi. Ve sizin için işittiğini kavrama, gördüğünü anlama yeteneği ve gönüller kıldı. Şükretmeniz ne kadar az!
Bu ayetlerde insanın evrimsel biçimlendirilmesinin bir özeti vardır. İnsanın biçimlendirilmesine çamurdan başlanmıştır. Sonra onu eşeyli üreyen haline getirmiştir. Sonra onu insan haline getirmiştir. Sonra ruhundan üflediği bir insan, Âdem-oğlu haline getirip işittiğini kavrama, gördüğünü anlama yeteneği ve duygusal olan insanlar kılmıştır.
Bakara suresi 30. Ayette:
وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الْأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُوا أَتَجْعَلُ فِيهَا مَنْ يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاءَ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ (30)
Ve iz kâle rabbuke lil melâiketi innî câilun fîl ardı halîfeten, kâlû e tec’alu fîhâ men yufsidu fîhâ ve yesfikud dimâe, ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek(leke), kâle innî a’lemu mâ lâ tâ’lemûn(tâ’lemûne).
O zaman Rabbin meleklere «Kesinlikle Ben yeryüzünde bir halife kılanım.» demişti; melekler, «Orada bozgunculuk yapacak, kanlar akıtacak birini mi kılacaksın? Oysa biz överek senin ilintisiz egemenliğini vurguluyoruz ve seni devamlı takdis ediyoruz» dediler; Allah «Kesinlikle ben sizin bilmediklerinizi bilirim» dedi.
Bu ayetten anlaşıldığına göre melekler yeryüzünde “kan akıtacak” olan canlıyı nereden bilmektedir? Demek ki yeryüzünde bu konuşma geçtiğinde insanlar bulunuyor olmalıdır. Ayrıca “kılanım” ve “kılacaksın” kelimeleri geçmektedir. Kılma kelimesi mevcut olandan atama demektir. Bu durumda yine yeryüzünde halife kılınmadan önce insanların var olması gerekmektedir.
Ali İmran suresi 59. Ayette:
إِنَّ مَثَلَ عِيسَى عِنْدَ اللَّهِ كَمَثَلِ آدَمَ خَلَقَهُ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ قَالَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ (59)
İnne mesele îsâ indallâhi ke meseli âdem(âdeme), halakahu min turâbin summe kâle lehu kun fe yekûn(yekûnu).
Kesinlikle Allah katında İsa’nın benzerliği, Âdem’in benzerliği gibidir. Allah onu topraktan biçimlendirdi. Sonra ona; ol dedi, ardından var oldu.
Ali İmran suresi 59. da " Allah onu topraktan biçimlendirdi. Sonra ona; ol dedi, ardından var oldu " denmektedir. Bu cümledeki “ona” kelimesi üzerinde durmak gerekir. “Âdem’i” denmeyip ve “İsa’yı” denmeyip, “onu” denmektedir. O kimdir? Âdem midir? İsa mıdır? Kuran Allah kelamıdır. Hata, eksiklik olmaz ve her kelimesinde, her gramer bilgisinde hikmetler vardır. Bu durumda “onu” ifadesi hem Âdem’i hem de İsa’yı ifade etmektedir. Burada “onu” ifadesini yalnızca Âdem veya yalnızca İsa olarak anlayamazsınız. Anlarsanız objektifliğinizi kaybetmişsiniz demektir. Burada anlıyoruz ki genel bir anlatım vardır. Oysa sizin de bildiğiniz gibi başka ayetlerde İsa'nın Meryem'den doğduğu açıklanmaktadır. Yani İsa için de “ol” denmiş ve topraktan yaratılmıştır. Topraktan yaratılmış olma, bir anneden doğmadığı anlamına gelmemektedir. Hiçbir insan Allah’ın “ol” emri olmadan da olamaz. “Ol”anlar annesinden doğar. Hepimiz topraktan yaratıldık ve “ol” emrinden sonra var olduk. Aynı zamanda anamızdan doğduk. Ayet burada İsa’nın yaratılışını özellikle Âdem’in yaradılışına benzetmektedir. Bu durumda Kuran’daki bu ayete göre mutlaka Âdem’in de bir annesi olmalıdır.
Hacc suresi 5. Ayet:
يَاأَيُّهَا النَّاسُ إِنْ كُنْتُمْ فِي رَيْبٍ مِنَ الْبَعْثِ فَإِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ مِنْ عَلَقَةٍ ثُمَّ مِنْ مُضْغَةٍ مُخَلَّقَةٍ وَغَيْرِ مُخَلَّقَةٍ لِنُبَيِّنَ لَكُمْ وَنُقِرُّ فِي الْأَرْحَامِ مَا نَشَاءُ إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى ثُمَّ نُخْرِجُكُمْ طِفْلًا ثُمَّ لِتَبْلُغُوا أَشُدَّكُمْ وَمِنْكُمْ مَنْ يُتَوَفَّى وَمِنْكُمْ مَنْ يُرَدُّ إِلَى أَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْلَا يَعْلَمَ مِنْ بَعْدِ عِلْمٍ شَيْئًا وَتَرَى الْأَرْضَ هَامِدَةً فَإِذَا أَنْزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَاءَ اهْتَزَّتْ وَرَبَتْ وَأَنْبَتَتْ مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَهِيجٍ (5)
Yâ eyyuhân nâsu in kuntum fî raybin minel ba’si fe innâ halaknâkum min turâbin summe min nutfetin summe min alakatin summe min mudgatin muhallekatin ve gayri muhallekatin li nubeyyine lekum, ve nukırru fîl erhâmi mâ neşâu ilâ ecelin musemmen summe nuhricukum tıflen summe li teblugû eşuddekum ve minkum men yuteveffâ ve minkum men yuraddu ilâ erzelil umuri li keylâ ya’leme min ba’di ilmin şey’â(şey’an), ve terâl arda hâmideten fe izâ enzelnâ aleyhâl mâehtezzet ve rabet ve enbetet min kulli zevcin behîc(behîcin).
Ey insanlar! Öldükten sonra tekrar dirilmekten çelişki içindeyseniz ki: Kesinlikle biz, size gösterip açıklamak için, sizi topraktan, sonra salgıdan, sonra zigottan, sonra biçimlendirilen (embriyo) ve biçimlendirme dışı olan (plasenta vs.) bir parça etten (blastokist) şekillendirdik. Uygun gördüğümüzü belli bir süreye kadar rahimlerde kararlı kılarız; sonra sizi bebek olarak çıkartırız ki sonra en güçlü çağınıza ulaşmanız için. Ve kiminiz öldürülür ve kiminiz de ömrünün en fena zamanına ulaştırılır ki, bilirken bir şey bilmez gibi olması için. Yeryüzünü görürsün ki kupkurudur; Biz ona su indirir indirmez harekete geçer, kabarır her güzel bitki çiftlerinden bitirir.
Bu ayette ise insanın anne karnındaki yaradılışı anlatılmaktadır.
Şimdi ise bilimsel, genetik, arkeolojik bilgilerin değerlendirilmesi sonucunda ulaşılan sonuçlara bakalım:
Y kromozom Âdem (ya da Y kromozom Âdem’i) bugün yaşayan tüm insanların baba soyundan en yakın ortak atası, yani hepimizin atasıdır. Bugün yaşayan tüm erkekler Y kromozomlarının bu adamdan miras aldıkları için kendisine bilim dünyasında Y kromozomlu Âdem ya da Y kromozom Âdem’i denir. Yaklaşık olarak 60.000 ila 90.000 yıl önce yasamıştır. Kendisi ilk Homo sapiens değildir. Erkek nesildaşları arasında soyunu oğuldan oğula bugüne kadar ulaştırabilmiş tek erkektir. Y kromozomu Âdem’inin yaşadığı dönemde başka birçok insan türü erkeği de yaşamıştır. Fakat on binlerce yıl içinde sadece bu adamın Y kromozomu genleri günümüze gelmiştir. Diğer erkeklerin Y kromozomu genleri çok daha eski yıllara kadar gitmektedir. Oysa bu adamın Y kromozom genleri hesaplamalara göre diğerlerinden çok farklı yeni bir gendir. Bu durum, bu adamın babasının bir uzaylı olduğunu veya yeni bir sürüm olarak yaratıldığını düşündürmektedir.
Mitokondriyal Havva
Mitokondriyal Havva da bilim dünyasında Y kromozom Adem’in dişi muadilidir. O da büyük çoğunluğumuzun anne soyundan en yakın ortak atasıdır (daha doğrusu büyük büyük ananesidir). Bugün yasayan insanların büyük çoğunluğu (%95) mitokondriyal DNA'larını bu kadından miras aldıkları için kendisine bu isim verilmiştir. Günümüzden yaklaşık 200.000 yıl önce yaşamıştır. Fakat bundan daha eski yaklaşık 2 milyon yıl önce yaşamış olan bir kadın (Homo habilis) ise bu günkü bütün insanların (%100) anne atasıdır (Bu konu ileride daha ayrıntılı anlatılacaktır).
İnsanoğlunun Afrika’dan başlayan saptanabilen göç haritası
Yakında bu haritanın merkezine Cebel-i Rahme’yi yerleştirirlerse şaşırmamak gerekir. Arafat Mekke’nin 21 km doğusunda Taif yolu üzerinde olup düz bir alandır. Etrafı dağlarla çevrili olup Hz. Âdem ve eşinin cennetten çıkarıldıktan sonra buluştukları tepe olarak anlatılan Cebel-ür Rahme buradadır. Bu arada şunu belirtmek gerekir: Âdem’in yaratılıp girip yerleştiği cennet Dünya’da, yüksekçe bir tepede bulunan bir yerdir. Kuran’da cennet kelimesi bahçe anlamında kullanılmıştır. Fakat göklerde bulunan cennet yani bahçe farklı gezegenlerde olmalıdır. Benim düşüncem Âdem peygamberin girdiği bahçenin Arafat vadisinde olduğudur. Şimdi çöl olan bu bölgelerin günümüzden binlerce yıl önce yani son buz çağı döneminden önce yeşillik bahçeler halinde olduğu düşünülmektedir (Kıta hareketleri ve global mevsimsel değişiklikler nedeni ile). Âdemoğlunun bu bölgeden Dünya’nın diğer yerlerine yayılması muhtemeldir.
Bazı ayetlerde insanın yaradılışı hakkındaki bilgilere bakmaya devam edelim:
İnsan suresi 1. Ayet:
هَلْ أَتَى عَلَى الْإِنْسَانِ حِينٌ مِنَ الدَّهْرِ لَمْ يَكُنْ شَيْئًا مَذْكُورًا (1)
Hel etâ alâl insâni hînun mined dehri lem yekun şey’en mezkûrâ(mezkûran).
İnsan anılmaya değer bir şey değilken üzerinden çağdan bir süre geçmedi mi?
Kuran hariç bütün kutsal kitaplarda (bozulmuş) ilk bahsedilen insan Âdem dir. Bu kültürel bilgi olarak da böyledir. Oysa bu ayette “İnsan anılmaya değer bir şey değilken üzerinden çağdan bir süre geçmedi mi?” denmektedir. Bu ayette insanın var olup bahsedilmeye değer olmadığı bir dönem olduğu belirtilmektedir. İlk bilinen, bahsedilen, anılan insan Âdem ve akabinde eşi Havva’dır. Bu durumda bu ayete göre Âdem’den çağlar öncesinden itibaren insanların var olması gerekmektedir.
Demek ki Âdem’den önce de uzun süreler boyunca insanlar vardır. Fakat bahse değer değillerdir. Çünkü ayette “İnsan anılmaya değer bir şey değilken” denmektedir. Âdem ilk bahsedilen insan olduğundan sanki ilk insanmış gibi algılanmaktadır. Oysa Âdem ilk insan halifedir, ilk bahse değer insandır. Kuran’da Âdem’in ilk insan olduğuna dair bir bilgi de yoktur. Şimdi Havva’yı soracaksınız! Havva kelimesi Kuran’da yoktur. Bu bize israiliyyattan geçmiştir. Havva kelimesinin semitik anlamı ise “yaşayan birisi, önceden var olan birisi” demektir. Kuran, yukarıdaki ayetten de anlayacağınız gibi Âdem’den önceki insanlara “anılmaya değer bir şey değil” demektedir. Bu sıfatlandırma nedeni ile Kuran’da Âdem’in karısının ismi, annesinin ismi ve hepsinin atası olan ve 2 milyon yıl önce yaşamış homo habilis dişisinin özel isimleri yoktur. Belki de bu insan topluluklarında bir birlerine hitap ettikleri bir isimleri bile yoktur.
Yine İnsan suresi 2. Ayette:
إِنَّا خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ أَمْشَاجٍ نَبْتَلِيهِ فَجَعَلْنَاهُ سَمِيعًا بَصِيرًا (2)
İnnâ halaknâl insâne min nutfetin emşâcin nebtelîhi fe cealnâhu semîan basîrâ(basîran).
Kesinlikle biz insanı (türünü) çok ikil karışım yapabilen (kromozomlar içeren) bir salgıdan biçimlendirdik. Onu sınarız. Böylece onu işittiğini ve gördüğünü anlayabilen kıldık.
" Kesinlikle biz insanı (türünü) çok ikil karışım özellikli (kromozomlar içeren) bir salgıdan biçimlendirdik" denmektedir. Âdem de insandır. Öyleyse Âdem de bir salgı yani sperm veya ovumdan yaratılmış olmalıdır. Bu da Âdem’in İsa gibi bir annenin salgısından, yumurtasından (ovumdan) yaratıldığını ve doğurulduğunu desteklemektedir. Aşağıda Elmalılı Hamdi Yazır’ın tefsirinde görüldüğü gibi bu sadece benim yorumum değildir:
“2. Çünkü biz insanı şöyle yarattık: Yani, o kendi kendine, kendi keyfine göre olmadı, basit ve sınırlı bir mertebede boş ve manasız olarak kalmak için de yaratılmadı. Şu şekilde yaratıldı bir nutfeden. Rağıb'ın açıkladığı üzere nutfe, esasen saf suya denir. Erkeğin suyuna da nutfe denilmiştir. Örfte nutfe ile meni eş anlamlı gibi sayılmıştır. Fakat Kıyâme sûresinin sonunda da geçtiği gibi Kur’an’da "Dökülen meniden bu nutfe."(Kıyâmet, 75/37) buyrularak nutfenin meniden bir parça olduğu ifade edilmiştir. "Sahih-i Müslim"de rivayet olunduğu üzere "Suyun hepsinden çocuk olmaz." hadis-i şerifinde de bir bütünün her parçası kastedilerek "Bir suyun her bir parçasından" buyrulmamış, bir parçası kastedilerek "suyun tamamından" buyrulmuş olmasından çocuğun meydana geldiği o suyun, suyun toplamı olan bütün meni değil, onun bir parçasından ibaret olduğu anlatılmış bulunduğundan nutfe, meniden bir cüz olan saf tohumun adı olduğu anlaşılır. Sonra insan cinsinin bir nutfeden yaratılmış olmasının görünen mânâsı, Âdem'in de bir nutfeden yaratılmış olduğunu ifade eder.
Ancak şu var ki bu, nutfenin bir insandan gelmemiş olmasını gerektirir. "hülasadan"(Müminun, 23/12), "çamurdan"(En'âm, 6/2) âyetlerinden maksat da bu olmalıdır. Gerçi "Onu topraktan yarattı."(Âl-i İmran, 3/59) âyeti ile Âdem'in bundan istisna edilmiş olduğu neticesine varılabilir. Fakat "Çamur hülasasından"(Müminun, 23/12), "Sonra da ona ol dedi, o da oluverdi."(Âl-i İmran, 3/59) gibi diğer âyetler topraktan ve çamurdan yaratılışın başlangıç itibariyle olduğunu gösterdiği gibi, "sizi çamurdan yarattı"(En'âm, 6/2), "sizi topraktan yarattı"(Rum, 30/20) gibi genel olarak herkese hitap eden âyetler de başlangıç bakımından bunların bütün insanlar hakkında doğru olduğunu anlattığından Âdem'in insandan gelmeyen bir nutfeden yaratılmış olmasıyla çelişkili olmayacağı cihetle "Allah insanı, ateşle pişmiş gibi kupkuru bir çamurdan yarattı."(Rahmân, 55/14) âyetinde olduğu gibi burada da cinsin başlangıcı şeklinde gelen "bir nutfeden" denilmesinden hiçbir insanın istisna edilmemesi daha açıktır.”
Bu arada, İnsan suresi 2. Ayette geçen “emşac” kelimesi üzerinde durmak istiyorum. Çünkü mealde emşac kelimesine “kromozomlar” anlamı verdim. Neden mi?
İnsan suresi 2. Ayet:
إِنَّا خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ أَمْشَاجٍ نَبْتَلِيهِ فَجَعَلْنَاهُ سَمِيعًا بَصِيرًا
İnnâ halaknel insâne min nutfetin emşâcin nebtelîhi fe cealnâhu semîan basîrâ(basîren).
Aşağıda çeşitli mealciler tarafından verilen meallerden örnekler verilmiştir.
Biz insanı katışık bir nutfeden yaratmışızdır; onu deneriz; bu yüzden, onun işitmesini ve görmesini sağlamışızdır.[2]
Gerçek şu ki, biz insanı katışık bir nutfeden (erkek ve kadının dölünden) yarattık; onu imtihan edelim diye, kendisini işitir ve görür kıldık.[2]
Çünkü biz yarattık o insanı bir takım katgılarla mezcedilmiş (emşac) bir nutfeden, evire çevire mübtelâ kılmak üzerede onu bir semî’ basîr yaptık[2]
Görüldüğü gibi “emşac kelimesine “katışık veya karışık” anlamları verilmiştir. Bu anlam kısmen doğrudur. Hatta bazıları “erkek ve dişi dölünden” anlamlarını vermişlerdir. Bu tanımlama tamamen doğrudur. Fakat dil bilimi açısından tam desteği yoktur, net de değildir.
Arapça lügatlerde “emşac” kelimesinin kökünü oluşturan “mşc” kökü tanımlanırken “iki farklı renkten eğrilmiş ip” benzetmesi verilmiştir. Yaptığım araştırmada şu bilgilere ulaştım: Akkadça “maşu” kelimesi ikiz anlamına ve özellikle biri kız biri erkek olan ikiz anlamına gelmektedir. C, “ج”, cim harfi ise Proto- semitik dilde (Arapça’nın atası) “toplanmak” anlamına gelmektedir. Mesela cami, cem, cuma…
Kısacası “mşc” kelimesi “ Aynı türden fakat farklı renk veya cinsiyette olan iki şeyin bir arada olması, birleşmesi, karışması, çiftleşmesi, yani ikil kombinasyon yapması anlamına gelmektedir. Emşac kelimesi mşc kökünün çoğulu olduğundan çok kez çiftleşme, çiftler oluşturma, çok kez ikil kombinasyon oluşturma özelliği anlamına gelmektedir. Sıfat olduğundan çok kez çiftler oluşturma özelliği olan nutfe (salgı, sperm veya ovum) anlamına gelmektedir. Her iki salgıda (nutfede) bulunan kromozomlar iki nutfe birleşince ikil gruplar oluşturur. Böylece 23 çift kromozom oluşur. Bu yalnızca üreme organlarından salınan salgıya has bir hücre özelliğidir.
Yukarıda kromozomlar gösterilmiştir. 1 numaralı kromozomun biri anne salgısı olan yumurtadan, diğeri baba salgısı olan spermden gelir ve yumurta ve sperm birleşip karışınca bu kromozomlar ikili guruplar oluştururlar. Nutfe kelimesi bir amaçla atılan, boşaltılan sıvı yani salgı anlamındadır. Erkekte sperma, kadında ise her ay üretilen ovum dur. Nutfetin emşacin tanımlaması, çok olarak ikil karışım yapma özelliği olan salgı demektir ve kromozomları ifade eder.
Bu durumda meal şu şekilde daha doğru olacaktır:
Kesinlikle biz insanı (türünü) çok ikil karışım yapabilen (kromozomlar içeren) bir salgıdan biçimlendirdik. Onu sınarız. Böylece onu işittiğini ve gördüğünü anlayabilen kıldık.
Kuru Çamurdan Yaratılma?
Hicr 26. Ayet:
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ (26)
Ve le kad halaknel insâne min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).
Biz insanı karşılıklı dizilip ilişkilendirilmiş olan art arda döşenmişten biçimlendirmişiz (DNA).
Oysa bütün meallerde ayet aşağıda görüldüğü gibi çevrilmektedir:
Andolsun ki biz insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık.[26]
Kuru çamur mu? Islak balçık mı? Ayette “mesnun hamein’den olan salsaldan” yarattık deniyor. Mesnun ikil karşılıklı dizilme demektir. Bu ayette çamur, kuru, şekillenme, balçık kelimeleri geçmemektedir. Oysa Kuran’da çamur “tin” demektir. Burada hamein deniyor. Buradaki kelimenin kökü hmw (ha, mim, vav) dir ve iki şey arasındaki akrabalık ve yakın ilişkiyi, bağlantıyı ifade eder. Oysa çamurlu, is, isli, kömür, ısıl işleme tutulmuş anlamına gelen kelimenin kökü ise hmm (ha, mim, mim; hamam) dir. Zaten çeviri anlam olarak, karşılıklı ikil kelimesi ile de uyuşmamaktadır.
Salsal kelimesi: Semitik dilde Sl (sad, lam) kökü şıngırdamak demektir. Slsl kökü hem Arapçada, hem de İbranicede tekrarlayan sesler ve şeyler için (titremek) kullanılır. Bu nedenle Arapça lügatlerde tekrarlayan ardışık sesleri tanımlamak olarak da belirtilir. Salsal kelimesi aynı zamanda çıngırak demektir. Ardışık ses ve hareketi ifade etmektedir. Bunun karşılığı bizde “tıkır tıkır etmek, tın tın etmek, çınlamak olarak ifade edilmektedir. Aşağıda Akadça kaynaklarda Salalu kelimesinin anlamı verilmiştir.
Akadça salalu kelimesi de tekrarlayan, dönen hareketi ifade etmektedir. İpin kıvrılması da bu kelime ile ifade edilmiştir.
Aslında Arapçada kelimenin tam anlamı ardışık olan şeyleri tanımlamak için kullanılmaktadır. Yine Arapçada salsal kelimesi akıntılı suyun kalan girdabını tanımlamak için de kullanılır. Kısacası salsal kelimesinin Türkçe karşılığı “ardışık davranışı veya ardışık olan” demektir. Türkçede buna benzeyen kelime sallanmaktır. Sallanmakta ardışık bir hareketi ifade etmektedir.
Salsal kelimesinin semitik dildeki diğer anlamı ise çıngırak demektir. Aşağıda art arda dizilmişten oluşan antik bir salsal, çıngırak şekli verilmiştir.
Ayrıca ayette insanların bundan yaratıldığı anlatılmaktadır. Âdem’in yaratılmasından bahsedilmemektedir. Bu ayet indiği zaman da insanlar annelerinden doğmaktalardır. Kimse tıntın eden pişmiş çamurdan yaratılmamaktadır. Daha sonra yanlış olarak bu Âdem’in yaratılışı olarak “pişmiş çamurdan” yaratılmaya dönüştürülmüştür. Muhtemel sebebi semitik dilde silaa (sad,lam,ayn) kelimesinin çömlekçi çamuru manasında olmasındandır.
Hicr 28:
وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَرًا مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ (28)
Ve iz kâle rabbuke lil melâiketi innî hâlikun beşeren min salsâlin min hamein mesnûn (mesnûnin).
Ve o zaman Rabbin meleklere demişti ki: Kesinlikle ben karşılıklı dizilip ilişkilendirilmiş olan art arda döşenmişten beşer şekillendirenim.
Ayette mesnun hamein’den olan salsaldan yarattık deniyor. Mesnun ikil karşılıklı dizilme demektir. Hamain yakın ilişkili, ilintili, aralarında akrabalık bağı bulunan demektir. Yani “aralarında yakın ilişki olan ikil karşılıklı ardışık dizilmişten yarattık” deniyor. Ayette çamur kelimesi geçmiyor.
Hicr suresi 33. Ayet:
قَالَ لَمْ أَكُنْ لِأَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ (33)
Kâle lem ekun li escude li beşerin halaktehu min salsâlin min hamein mesnûn (mesnûnin).
Dedi ki: «Benim için, karşılıklı dizilip ilişkilendirilmiş olan art arda döşenmişten biçimlendirdiğin beşer için secde etmek olmaz».
Bildiğimiz gibi DNA sarmalı karşılıklı olan sitozin-guanin ve adenin-timin ikil gurubu oluşturan art arda dizilenden oluşur. Sitozin ile guanin ve adenin ile timin arasında yakın bir ilişki, bağ vardır. Ve DNA’da bu asla değişmez sitozinin eşi guanindir. Timinin eşi ise daima adenindir.
DNA yapısı
Rahman suresi 14. Ayet:
خَلَقَ الْإِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ كَالْفَخَّارِ (14
Halakal insâne min salsâlin kel fehhâr(fehhâri).
İnsanı çömlekçi gibi davranan ardışık dizilenden biçimlendirdi.
Burada ise fehhar gibi salsal dan biçimlendirdik deniyor. Akadça fehhar çömlekçi veya çömlekçi çarkı (tornası) demektir. DNA çamura, sulanmış toprağa biçim vermektedir. Yani biz çamur hammaddesinden yaratılırken biçimimiz DNA tarafından verilmektedir. Çömlekçi de çamura biçim verendir. Çömlekçi tornası ise dönerek çamura şekil verilmesine katkıda bulunur. Bu da DNA’nın helezonik yapı ve davranışını vurgulamaktadır.
Oysa siz bu ayetin mealini şu şekilde görürsünüz: Allah insanı, pişmiş bir çamura benzeyen bir balçıktan yarattı.[14]???
Bu ayetten sonra şunu da belirtmek isterim: Kuran eski kitaplarda bulunan bilgileri, kavramları düzeltir. Rahman suresi 14. Ayette DNA örneği verilirken neden bir çömlekçi çarkı benzetmesi yapılmıştır? Acaba başka bir bilgiyi de mi düzeltmektedir? Benim aklıma şu gelmektedir:
Khnum Antik Mısır’da bir tanrıdır. İnsanları çömlekçi çarkında çamurdan yaratmaktadır.
Bu bilgiden anlıyoruz ki: Yaratılış ayetleri bizden önceki toplumlara da gönderildi ve bir şekilde yorumlandı. Bizimkilerin Âdem’in pişmiş çamurdan yaratılma gibi yorumlamasına benzer birtakım tefsirler ve yanlışlıklar oluşturuldu. Kısacası Rahman suresi 14. Ayet gibi ellerinde bir ayet vardı ve bununla bir zaman sonra Khnum gibi bir efsane yaratıldı.
İnsanın yaratılışı ile ilgili diğer ayetlere devam edelim.
Yusuf suresi 109. Ayet:
وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ إِلَّا رِجَالًا نُوحِي إِلَيْهِمْ مِنْ أَهْلِ الْقُرَى أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَلَدَارُ الْآخِرَةِ خَيْرٌ لِلَّذِينَ اتَّقَوْا أَفَلَا تَعْقِلُونَ (109)
Ve mâ erselnâ min kablike illâ ricâlen nûhî ileyhim min ehlil kurâ, e fe lem yesîrû fîl ardı fe yanzurû keyfe kâne âkıbetullezîne min kablihim, ve le dârul âhırati hayrun lillezînettekav, e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).
Senden önce gönderdiğimiz (resul) de o memleketlerin halkındandı, onlar da kendilerine vahiy verdiğimiz birtakım erkeklerden başkası değillerdi. Şimdi o yerlerde gezip görmediler mi? Kendilerinden önce gelip geçenlerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bir baksalar ya! Elbette ahiret yurdu gereğini yapanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı başınıza toplamayacak mısınız?
Bu ayetten de anlaşılacağı gibi bütün peygamberler bir topluma veya kasabaya gelmiştir. Âdem de peygamberdir. O da bir topluluğa peygamber olmuştur.
Taha suresi 123. Ayette:
قَالَ اهْبِطَا مِنْهَا جَمِيعًا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ فَإِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنِّي هُدًى فَمَنِ اتَّبَعَ هُدَايَ فَلَا يَضِلُّ وَلَا يَشْقَى (123)
Kâlehbitâ minhâ cemîan ba’dukum li ba’dın aduvvun, fe immâ ye’tiyennekum minnî huden fe menittebea hudâye fe lâ yadıllu ve lâ yeşkâ.
Dedi: «Birbirinize düşman olmak üzere ikiniz topluca oradan inin. Size benden bir yol gösterici geldiği durumda; kim benim hidayetime uyarsa artık o şaşırıp sapmaz ve başı derde girmez ».
Cennetten çıkarılırken "ikiniz, topluca oradan inin" denmektedir. Bu da onların kalabalık bir topluluk olduğunun başka bir delidir.
Kısacası genetik veriler bu günkü insanların erkek atasının bir tek erkek olduğunu, Hz. Âdem’in babasız yaratıldığını desteklemektedir. Eğer kendinden önce var olan bir babadan olsaydı. Bugünkü erkeklerinde genetik geçmişleri, dişilerle aynı geçmişe uzanacaktı. Oysa dişi nesil (mitokondriyal DNA) erkekten (Y DNA’dan) çok daha eskidir.
İbn-i Meysem, Nehc-ül Belağa şerhinde İmam Sadık'tan (a.s) bu anlamı içeren bir rivayet nakletmiştir. (c.1, s.173) Bu rivayeti Şeyh Saduk da el-Hisal adlı eserinde nakletmiştir. (c.2, s.652, h:54)
El-Hisal adlı eserde İmam Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet edilir: "Yüce Allah on iki bin âlem yarattı. Bu âlemlerin her biri yedi gök ile yedi yerin bütününden büyüktür. Bu âlemlerin hiçbiri kendilerininki dışında bir âlemin olmadığı görüşündedir." (c.2, s.639, h:14)
Yine aynı eserde İmam Bâkır'dan (a.s) şöyle rivayet edilir: "Yüce Allah yeryüzünde başlangıcından beri Hz. Âdem'in soyu dışında yedi âlem yarattı. Bu âlemleri yerin yüzeyinden meydana çıkardı. Onları birbiri arkasından yeryüzünde kendi âlemleri ile birlikte yerleştirdi. Sonra yüce Allah insanın babası olan Hz. Âdem'i yarattı ve ondan onun soyunu meydana getirdi..." (c.2,s.358, h:45) et-Tevhid adlı eserde, İmam Sadık'ın (a.s) bir hadiste raviye hitaben şöyle dediği rivayet edilir: "Herhâlde sen Allah'ın sizden başka insan topluluğu yaratmadığını düşünüyorsun? Evet. Vallahi, Allah bir milyon Âdem yarattı. Sizler bu Âdemlerin sonuncusunun soyunun parçasısınız." (Burada günümüzden 1200 yıl önce Human genom projesinin sonucu özetlenmektedir. Bu nasıl olabilir ki?)
"Ondan (o tek nefisten) eşini de yarattı" cümlesinin orijinalindeki "zevc" kelimesini, Ragıp el-İsfahanî şöyle açıklıyor: "Eşleşen canlıların erkek ve dişi çiftlerinin her birine "zevc" denir. Canlı ve cansız varlıkların çiftlerinin her birine de "zevc" (eş) denir. Ayakkabı ve terlik gibi [her biri hakkında bu ötekisinin eşidir, denilir]. Benzer ya da zıt olarak birbirinin eşi olan varlıkların her birine de "zevc" denir... "Zevce" kelimesi fasih kullanışlı bir kelime değildir. Dolayısıyla kadını ifade ederken de "zevc" kelimesi kullanılır.
Yukarıdaki bilgilerden de anlaşılacağı gibi ilk yaratılanın Âdem olduğuna dair kesin bir bilgi yoktur. Oysa bilimsel verilere göre bugün yeryüzünde bulunan insan türünün en eskisi atası bir dişidir. Ve Âdem’den yaklaşık 2 milyon yıl önce yaratılmıştır. Âdem’in eşinin, Âdem’in annesinin ve Âdem zamanında ve Âdem öncesinde yaşamış bütün erkek ve kadınların ana-atasıdır. Kendi zamanında yaşayan ve üremesini sağlayan mutlak bir erkek nesli de vardır. Fakat bu erkek nesil sonradan farklılaşsa da Âdem’den sonraki çağlarda yok olmuştur. Farklılaşan fakat zamanla yok olan bu insan erkeği türleri Homo sapiens, Neandertal, Denisov ve diğer insan türlerinin de erkeğini içerir.
Yukarıdaki ayetlerden şunu söyleyebiliriz: Âdem bir kadından İsa gibi mucizevi şekilde yaratıldığında eşi olacak kadın ve diğer kadınlar ve erkekler zaten mevcut durumdadır. Daha sonra bu dişilerden bir veya birkaçı ile eşleşmiş olmalıdır. Onların çocukları da diğer başka dişiler ile eşleşmiştir. Böylece kardeşler arası eşleşmenin de olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Muhtemelen, Âdem yaratıldığında eşinin zaten var olan bir kadın neslinden olması nedeniyle Tevrat’ta Âdem’in eşine havva (Havva değil) (yaşayan birisi, önceden var olan birisi) denmiştir. Fakat sonra bu veri, özel isimmiş gibi algılanmış olmalıdır.
Doğum Yapan Bakire Mitolojisi
Bu mitolojik karakter hemen hemen bütün eski toplumlarda vardır. Bir mitoloji olsa da tarihi bir gerçektir. Bakire bir kız, hiçbir erkeğin katkısı olmadan, üstün yetenekleri olan bir erkek çocuk doğurur. Bu çocuk bazı kültürlerde tanrısal, bazı kültürlerde peygamber, bazı kültürlerde ise kahramandır.
Bu mitoloji Akadlarda, Asurlularda, Eski Mısır’da, Eski Yunan’da, Budizmde, Hinduizmde, Mecusilerde, Orta Asya kavimlerinde, Çin’de ve bu günkü Yahudilikte, Hıristiyanlıkta ve İslam’da da vardır. Hatta Haitili kabileler ve Amerikan yerlilerinde de vardır. Aynen tufan mitolojisi gibi birbiri ile ilişkileri olmayan toplumlarda da bakire doğum mitolojisi vardır.
Peki, neden bütün toplumlarda vardır? Eğer bu mitoloji eski Mezopotamya kaynaklı olsa idi, sadece Avrasya ve Afrika’da bulunurdu. Fakat on binlerce yıldır eski dünya ile bağlantısı olmayan Haiti ve Amerika’da bulunması nasıl açıklanabilir? Öyleyse bu mitolojik olay bütün insanlığın ortak atasında, ortak kültüründe bulunmalıdır.
Human genom projesini incelediğimizde şu bilgileri bulabiliriz: İnsanın ana atasının geçmişi en az 200 bin yıl önceye dayanır fakat baba atasının geçmişi 60-90 bin yıl öncesine dayanır. Yani İnsanlar yeryüzünde en az 200 bin yıldır erkekli ve kadınlı olarak varlardır. Fakat 60 bin yıl önce o toplumda bakire bir kadın, o toplumun erkelerinden tamamen farklı (genetik ve düşünsel olarak) bir erkek çocuk dünyaya getirmiştir. İşte o erkek çocuk Hz. Âdem’dir. Bu nedenle bir birinden çok önceleri izole olmuş insan topluluklarında böyle bir mitoloji mevcuttur. Hepsi bu efsaneyi yani en eski atalarının olayını efsaneleştirmişlerdir.
Ali İmran 59:
إِنَّ مَثَلَ عِيسَى عِندَ اللّهِ كَمَثَلِ آدَمَ خَلَقَهُ مِن تُرَابٍ ثِمَّ قَالَ لَهُ كُن فَيَكُونُ
İnne mesele îsâ indallâhi ke meseli âdem(âdeme), halakahu min turâbin summe kâle lehu kun fe yekûn(yekûnu).
Kesinlikle Allah katında İsa’nın benzerliği, Âdem’in benzerliği gibidir. Allah onu topraktan biçimlendirdi. Sonra ona; ol dedi, ardından var oldu.
Yukarıdaki ayette Hz. İsa’nın yaradılışının Hz. Âdem gibi olduğunu anlıyoruz. Hepimiz biliyoruz ki: Hz. İsa bakire Meryem’den mucize olarak doğmuştur. Demek ki Hz. Âdem de bakire bir kızdan mucizevi şekilde doğmuştur. Bilimsel genetik veriler de bunu ispatlamaktadır. Eğer İnsanın baba atasının tarihi, ana atasının tarihi ile aynı olsaydı, böyle bir yorumda bulunamazdık. Oysa Âdemoğlunun geçmişi 60 bin yıl önceye dayanmaktadır. Eğer Âdem’in babası o zaman ki herhangi bir erkek olsa idi. O zaman Âdem’in ve Âdemoğullarının geçmişi en az 200 bin yıl öncesine dayanacaktır.
Bütün bu bilgilerden sonra şu bilgiyi söyleyebiliriz: Bütün antik bakire doğum mitolojilerinin asıl kaynağı Hz. Âdem’in mucizevi doğumudur. Hz. İsa'nın doğumu bunun sadece bir tekrarıdır. Ayrıca bu ayet ve Human genom projesi sonuçlarının kesişmesi Hz. Meryem’in masumiyetinin delilidir.
Ayrıca Sümer yaratılış efsanesinde insanlar “yeteneksiz eleman” anlamına gelen Kingu’nun kanından türetilmiştir. Muhtemelen bu efsanedeki Kingu Âdem’in yaratıldığı kadın ve onların babaları olan insanları ifade etmektedir. Yani Kingu efsanesi Adem’in içinde doğduğu Homo sapiens toplumunu ifade etmektedir.
Çin yaratılış efsanesinde ise ilk insan olan Pan Gu kıllarla kaplı biridir, elinde de daima bir çekiç vardır. Bu figür ilkel insanı düşündürmektedir. Yine başka bir Çin yaratılış mitolojisinde Nu Wa insanları yaratan dişi bir tanrıçadır. Bu tanrıça da Homo habilis dişisini ifade ediyor olabilir. Bütün efsanelerin altında mutlaka bir gerçeklik vardır. Fakat bu gerçeklik toplumlara ulaşan kutsal kaynaklardan gelmiş olsa da zaman içinde yozlaşmış ve efsane (mitoloji) halini almıştır.
Kaburga Meselesi
Hepimizin bildiği gibi muharref Tevrat’ın Yaratılış bölümünde (2:22) Havva’nın Âdem’in kaburga kemiğinden yaratıldığı yazmaktadır. Birçok İslam âlimi de bu bilgiyi doğru kabul edip birçok tefsirler yazmışlardır.
Önce bu tefsirin nasıl bir yanlışlıktan doğabileceğini görelim: Aşağıdaki tabloda bugünkü bozulmuş Tevrat’ın yaratılış bölümünde kaburga kelimesi, İngilizce “rib” İbranice “şela” olarak verilmiştir.
Şela kelimesi kaburga olarak değerlendirilmiş ve bütün tefsirler ( Yahudi, Hıristiyan, İslam) hep aynı şekilde yanlış olarak devam etmiştir. Bu arada şela kelimesinin salsal kelimesine de benzerliğine dikkat çekmek isterim. Kaburga meselesi yazım hatasının bir ürünü de olabilir. Çünkü kaburgalar artarda dizilmiştir. Salsal kelimesi de art arda dizilmiş demektir.
Bunu nereden anlıyoruz? Bilindiği gibi Akadça Arapça, İbranice ve Aramicenin atasıdır. Bu üç dilde Akadçadan türemiştir. Akadça kaburga “şilu” demektir. Yine Akadça da “şillu” gölge, koruma, himaye anlamına gelmektedir.
Aşağıda Amerika Birleşik Devletleri Pensilvanya üniversitesinin hazırladığı Sümerce-Akadça-İngilizce sözlükten örnekler verilmiştir (paralelle bir ilgisi yoktur).
Bu bilgilerden sonra orijinal Tevrat’ın bu ayetini şu şekilde çevirebiliriz: Allah kadını Âdem’in himayesinde yarattı. Bu çeviriyi destekleyen en önemli delil ise Kuran dır. Kuran'da Havva ve kaburga kelimeleri yoktur. Fakat "Kavvam" kelimesi vardır.
Nisa suresi 34. Ayet:
الرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَاءِ بِمَا فَضَّلَ اللَّهُ بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ وَبِمَا أَنْفَقُوا مِنْ أَمْوَالِهِمْ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللَّهُ وَاللَّاتِي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّ فَإِنْ أَطَعْنَكُمْ فَلَا تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ سَبِيلًا إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلِيًّا كَبِيرًا (34)
Er ricâlu kavvâmûne alân nisâi bi mâ faddalallâhu ba’dahum alâ ba’dın ve bi mâ enfekû min emvâlihim. Fes sâlihâtu kânitâtun hâfizâtun lil gaybi bi mâ hafizallâh(hafizallâhu). Vellâtî tehâfûne nuşûzehunne fe ızûhunne vahcurûhunn (vahcurûhunne) fîl medâcıı vadrıbûhunne, fe in ata’nekum fe lâ tebgû aleyhinne sebîlâ(sebîlen). İnnallâhe kâne aliyyen kebîrâ(kebîran).
Allah’ın kimini kimine üstün kılmasından ötürü ve erkeklerin, mallarından sarf etmelerinden dolayı erkekler kadınlar üzerine yöneticilerdir. İyi kadınlar, gönülden boyun eğenler ve Allah’ın korunması sebebiyle gizli olanı, koruyanlardır. Serkeşlik etmelerinden endişelendiğiniz kadınlara öğüt verin, yataklarında onları yalnız bırakın, nihayet uzaklaştırın. Size itaat ediyorlarsa aleyhlerine yol aramayın. Kesinlikle Allah yücedir, çok saygındır.
Bu ayetten anlaşıldığı gibi kocalar kadınları üzerinde yönetici ve koruyuculardır yani kadınlar erkeğin himayesinde yaratılmıştır. Kaburgasından yaratılmamıştır. Bu nedenle cennet bahçesinde Allah tarafından Âdem’e yapılan bütün hitaplarda birincil sorumluluk yükleme Âdem’e dir.
Mesela:
Bakara suresi 35. Ayet:
وَقُلْنَا يَاآدَمُ اسْكُنْ أَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلَا مِنْهَا رَغَدًا حَيْثُ شِئْتُمَا وَلَا تَقْرَبَا هَذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِمِينَ (35)
«Ey Âdem! Eşin ve sen cennette kal, orada olandan istediğiniz yerden bol bol yiyin, yalnız şu çok yıllık bitkiye yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz» dedik.
Ve kulnâ yâ âdemuskun ente ve zevcukel cennete ve kulâ minhâ ragaden haysu şi’tumâ ve lâ takrabâ hâzihiş şecerete fe tekûnâ minez zâlimîn(zâlimîne).
Bu ayette hitap Âdem’e dir. Âdem’in ağaca yaklaşmaması istenmektedir. Aynı zamanda eşinin de yaklaşmaması istenmektedir. Bu sorumluluk da Âdem’e verilmektedir. Yani “Ağaca yaklaşma, eşinin de yaklaşmasını önle, eşine de sahip ol, onun da yaklaşmasını engelle” denmektedir.
Âdem’in eşine sorumluluk yüklenmemesinin nedeni kadın olması değil, ruh üflenmemiş, sorumluluk taşıyamayacak, Âdem öncesi insanlardan olması sebebiyledir.
Taha suresi 115. Ayet:
وَلَقَدْ عَهِدْنَا إِلَى آدَمَ مِنْ قَبْلُ فَنَسِيَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُ عَزْمًا (115)
Ve lekad ahidnâ ilâ âdeme min kablu fe nesîye ve lem necid lehu azmâ(azmen).
Daha önce Âdem’le sözleşmiştik, hemen unuttu; onu asla azimli bulmadık.
Bu ayetlerden irade sahibi ve soyut zekâsı yüksek yaratılan Âdem bu kararlılığı gösterememiştir. Bunun nedeni belki de daha önceki kaynaklarda iddia edildiği gibi Havva’nın bu kararlılığa engel olup yasak ağaca yaklaşmayı teşvik etmesi olabilir!
Çünkü Âdem Homo sapiens’den tesviye edilmiş, irade sahibi, soyut düşünce yeteneği yüksek, iyi ve kötüyü ayırabilecek nitelikte bir insandır. Oysa eşi olan Havva normal bir Homo sapiensdir. İradesi ve soyut düşünce yeteneği çok sınırlıdır. Şeytanın vesvesesine inanıp ağaca yaklaşma konusunda Âdem’in kandırılmasına yardımcı olmuş etmiş olabilir. Bugünkü kadınlar ise ademizasyonun tamamlanması gerçekleştiğinden erkekler kadar irade ve soyut düşünce sahibilerdir. Ademizasyonun tamamlanması demek, Âdem’de bulunan genlerin zaman içinde kız torunlarına da tamamen aktarılmış olması demektir.
Homo Habilis Havva!
Bazı bilgileri tekrarlamakta fayda var: İslam inancına birçok Yahudi uydurması asılsız bilgiler karışmıştır. Bunlardan bir kaçı da: İlk yaratılan insanın Âdem olduğu, Âdem’in çamurdan bir heykelin yaratılması gibi yaratıldığı ve Havva’nın Âdem’in kaburgasından yaratıldığı gibi tamamen asılsız uydurmalardır. Kuran’ın bu uydurmalar ile hiçbir ilgisi yoktur. Hatta Kuran’da Havva kelimesi dahi geçmez. Kaburgadan yaratılma diye bir şey de yoktur. Kuran’ın anlatımı tamamen bilimsel ve mucizevidir. Ayetleri okuduğunuzda “bu cümleleri yalnız Allah kurabilir” dersiniz. Cümleler o kadar mükemmeldir ki her devrin insanları mutlaka o zamanın bilimsel bilgisine göre doğru bir sonuç çıkarabilir. Fakat günümüzde ayrıntıları araştıran ayrıntıyı da keşfedebilir.
Şimdi insanın yaradılışı ile ilgili diğer ayetleri daha ayrıntılı olarak inceleyelim.
Nisa suresi 1. Ayet:
يَاأَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالًا كَثِيرًا وَنِسَاءً وَاتَّقُوا اللَّهَ الَّذِي تَسَاءَلُونَ بِهِ وَالْأَرْحَامَ إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيبًا (1)
Yâ eyyuhân nâsuttekû rabbekumullezî halakakum min nefsin vâhidetin ve halaka minhâ zevcehâ ve besse minhumâ ricâlen kesîran ve nisââ(nisâen), vettekûllâhellezî tesâelûne bihî vel erhâm(erhâme). İnnallâhe kâne aleykum rakîbâ(rakîben).
Ey İnsanlar! Sizi bir tek dişi nefisten biçimlendiren, ondan eşini (erkek) var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın biçimlendiren Rabbinizi önemseyin. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’ın ve akrabanın haklarını göz önüne alıp önemseyin. Kesinlikle Allah hepinizin üzerinde gözetmendir.
Bu ayette geçen “Nefsin vahide(tin), tek nefis” tanımı insan (benlik, kişilik) olarak düşünüldüğünde, ilk yaratılan daima Hz. Âdem’miş gibi kabul edilir! “Tek nefis” ile onun eşinin de, hep aynı zamanda var olduğu düşünülür. Oysa ayette insan türünden bahsedilmektedir. Türün erkeğinin yaratılması türün ilk dişisinin soyundandır.
Surenin adı olan nisa, kadın yani insan türünün dişisi demektir. Bu ayet Nisa suresinin birinci ayetidir. Bunda bir hikmet olmalıdır! Bu hikmet bana İnsan suresi birinci ayeti çağrıştırmaktadır: İnsan anılmaya değer bir şey değilken üzerinden çağdan bir süre geçmedi mi? Bu ayetten ilk insanın Âdem olmadığı, ondan önce de insanların uzun zamandır var olduğunu anlaşılmaktadır. Çünkü ilk anılan, bilinen, hatırlanan insan Âdem dir. Öyleyse ondan önce uzun çağlar boyu devam eden bir insanlık var olmalı demektir.
Arapçada kelimeler erkek ve dişil olarak ayrılır. Nisa suresi 1. Ayette geçen nefs kelimesi dişil bir kelimedir. Sonrasında ise “halaqa minha zevceha” denmektedir. Bu gramersel olarak “Bir dişiden dişinin eşini biçimlendirdi” demektir. Yobaz kesimler bu anlatımı “nefs” kelimesinin dişi kelime olmasına bağlayarak, ilk yaratılan insanın Âdem olduğunu ilkel inançlarına uydurmak için çabalarlar. Eğer bu anlatım onların anladığı şekilde ise güzel bir anlatım değildir. Allah kelamına yakışmaz. Çünkü erkek için dişil zamir ve dişinin eşi için ise yine dişil zamir kullanılmış olacaktır. Belli ki bu zorlamadan başka bir şey değildir. Oysa Allah burada “nefsin vahidetin” kelimesi yerine “ Âdem’den, erkekten (zekerden), adamdan (raculden) yarattı” diyebilirdi! Zaten ayetin devamında özellikle “besse hüma racale kesiren ve nisaen” yani “ikisinden çok adamlar ve kadınlar yaydı” denmektedir. Bu “nefsin vahidetin” tanımı Kuran’da çok kez kullanılmasına rağmen “Bir adamdan, bir erkekten, Âdem’den yarattık” cümlesi yoktur. Kısacası günümüz insanlarının kaynağı bir kadın ve onun soyundan biçimlendirilen bir erkektir. Yani bugün var olan insan türünün tarihsel açıdan önce yaratılanı insan türünün dişisidir. Kıdemli olan insan türünün dişisidir. Burada insan türünden bahsedilmektedir. “Eşini yarattı” derken bir çiften değil, bugünkü insan türünü oluşturan erkek ve dişiden bahsedilmektedir. Ayette “Ey insanlar” denmektedir. Oysa gerçekte bütün insanların anne babası kardeşler hariç farklı insanlardır. Hepimiz bu insanların direkt olarak çocukları değiliz. Sadece onların soyundan gelmekteyiz. Bu da bahsedilenin insan soyu olduğunu göstermektedir.
Nisa suresi 1. Ayette geçen “Ey İnsanlar! Sizi bir tek dişi nefisten biçimlendiren, ondan eşini (erkek) var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın biçimlendiren Rabbinizi önemseyin” cümlesini ön yargısız bir şekilde, israiliyattan uzak olarak biraz daha irdeleyelim:
"Ondan (o tek nefisten) eşini de yarattı." ifadesinin zahirinden anlaşılan anlama gelince, bu cümle şunu açıklıyor: O tek kişinin eşi benzerlik anlamında onun türündendir. Yeryüzüne dağılmış olan şu fertlerin hepsi birbirinin benzeri ve tıpkısı olan iki ferde dayanır. O hâlde, ayetin orijinalinde geçen "minha=ondan" kelimesindeki "min" edatı, "nuşuiyye" [=bir şeyin türediği kökü ve kaynağı belirtme] anlamı taşır ve bu ayet ile şu ayetler arasında içerik birliği vardır: "Onun ayetlerinden biri de yanlarında huzur ve sükûn bulmanız için size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranıza sevgi ve şefkat koymasıdır..." (Rum, 21) "Allah size kendi nefislerinizden eşler yarattı ve bu eşlerinizden size çocuklar ve torunlar yarattı." (Nahl, 72) "Allah göklerin ve yeryüzünün yoktan var edicisidir. O sizin için kendi türünüzden eşler ve hayvanlardan da çiftler yarattı ve bu düzen içinde çoğalmanızı sağladı..." (Şûrâ, 11) Söz konusu ayetin bir benzeri de şu ayettir: "Biz her şeyi çiftler hâlinde yarattık" (Zâriyat 49).
Buradaki minha kelimesi de dişildir. Yani dişi olandan bir eş (erkek) yaratılmıştır. Bu dişilliği hemen nefis kelimesinin dişil oluşuna bağlayacaklar vardır. Fakat bu onun dişil oluşunu değiştirmez ve daima dişillik lehinedir. Nefis kelimesine bağlansa da dişillik lehine bir bulgudur. Oysa “nefsin vahidetin” tanımlamasının erkek olduğuna dair hiçbir bulgu yoktur. Ayrıca Kuran’da “tek nefis” kelimesinin karşılığı olarak “Âdem’in olduğuna dair bir delil de yoktur. Oysa “tek nefis”in karşılığının bir nisa yani bir dişi olduğuna dair bilgi mevcuttur. Bu bilgi Al-i İmran 59. Ayettir: “Kesinlikle Allah katında İsa’nın (yaratılışındaki) benzerliği, Âdem’in benzerliği gibidir; onu topraktan yarattı, sonra ona «ol!» dedi, o da var oluverdi”.
Bu benzerliğe göre “nefsin vahidetin” bir dişi olmalıdır. Hepimiz teorik olarak Hz. İsa’nın nasıl yaratıldığını yani “ol” denip oluştuğunu biliyoruz. İsa bir kadının rahminde olmuştur (oluşmuştur). Yani bakire bir kadından mucizevi şekilde topraktan (ham madde olarak) yaratılmıştır. Âdem’de bir kadından mucizevi bir şekilde yaratılmıştır. Âdem’in babasız yaratıldığı (yaklaşık 60 bin yıl önce) Human Genom Projesi ile bilimsel olarak gösterilmiştir (Y kromozomu Âdem’i). Fakat Mitokondrial DNA çalışmaları Âdem’in annesinin soyunun en az 200 bin yıllık bir geçmişinin olduğunu da göstermiştir (Mitokondrial Havva).
Bu bilgilerden sonra Nisa suresi 1. Ayette geçen “bir nefsin” bir kadın olduğunu düşünmek daha doğru olacaktır. Aslında nefsin vahidetin "bir türün bir dişi bireyi" anlamına gelmektedir. Yani binlerce yıldır var olan Homo türü bir kadından 60 bin yıl önce Âdem tesviye ile yaratılmıştır. Tesviye demek var olan bir şeyi daha iyi hale getirmek demektir.
Önceki bölümlerde Âdem’den önce binlerce yıldır, çok miktarda, insanlar olduğunu ve Âdem’in de bir insan dişisinden doğduğunu anlatmıştım. Bu durumda Nisa suresi 1. Ayette geçen ve “nefsin vahidetin” olarak bahsedilen dişi ile Âdem aynı zamanda var olmuş olamaz. Âdem “nefsin vahidetin” dişisinden türetilmiş olmalıdır. Çünkü İnsan süresinde belirtildiği gibi Âdem’den önce insanlar vardır. İlk insan olarak belirlenen “nefsin vahidetin” bütün insanların atası olmalı ki Âdem’den önce insanlık var olabilsin.
Konuyla ilgili diğer bazı ayetlere kısaca bakalım:
Enam suresi 98. Ayet:
وَهُوَ الَّذِي أَنْشَأَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍفَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌ قَدْ فَصَّلْنَا الْآيَاتِ لِقَوْمٍ يَفْقَهُونَ (98)
Ve huvellezî enşeekum min nefsin vâhıdetin fe mustekarrun ve mustevdaun, kad fassalnâl âyâti li kavmin yefkahûn(yefkahûne).
Ve O’dur ki; sizi bir tek dişi nefisten inşa etmiş olan. Sonra bir karar yeri, bir de emanet yeri vardır. Ayetlerimizi, anlayan bir toplum için uzun uzadıya açıklamışız.
Bu ayette de bir tek nefis kelimesi yine tür anlamında kullanılmaktadır. Her insanın kendi anne babası vardır. Ayrıca bu ayette Nisa suresi 1. Ayette olduğu gibi “halaqa” biçimlendirdik denmiyor da “inşa ettik” deniyor. İnşa etmek farklı yerlerden farklı malzemeleri getirip, birleştirip bir şey yapmaktır. Yani farklı insan türleri bir araya getirilip, karıştırılmış ve insanlık oluşturulmuş demektir. Bu çok ilginç bir ifadedir. Üstelik yine “nefsin vahidetinden, tek nefisten” deniyor. Yani nefsin vahidetin, tek nefis olan dişi, farklı gruplardan gelen bu insanların da ortak atası olmalıdır!
Araf suresi 189. Ayet:
هُوَ الَّذِي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَجَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا لِيَسْكُنَ إِلَيْهَا فَلَمَّا تَغَشَّاهَا حَمَلَتْ حَمْلًا خَفِيفًا فَمَرَّتْ بِهِ فَلَمَّا أَثْقَلَتْ دَعَوَا اللَّهَ رَبَّهُمَا لَئِنْ آتَيْتَنَا صَالِحًا لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِرِينَ (189)
Huvellezî halakakum min nefsin vâhıdetin ve ceale minhâ zevcehâ li yeskune ileyhâ, fe lemmâ tegaşşâhâ hamelet hamlen hafîfen fe merret bihî, fe lemmâ eskalet deavâllâhe rabbehumâ le in âteytenâ sâlihan le nekûnenne mineş şâkirîn(şâkirîne).
Sizi bir tek dişi nefisten biçimlendiren, onunla sükûnet bulsun diye eşini de o dişiden kılan Allah’tır. O erkek, eşini kucaklayıp sarılınca, eşi hafif bir yük yüklendi. Bir müddet böyle geçti. Kütlelendiğinde ikisi birden Rableri olan Allah’a şöyle dua ettiler: «Eğer bize salih bir evlat verirsen, biz muhakkak şükredenlerden olacağız ».
Bu ayete de bir tek nefis kelimesi tür anlamında kullanılmaktadır. Her insanın kendi anne babası vardır. Eşlerimiz de kardeşlerimiz değildir. Ayrıca ayette “ceale minha zevceha” yani “Nefsin vahidetin” den onun eşi olan erkek türü kıldı” denmektedir. Kılmak var olan soydan biçimlendirilip üretildi demektir. Yani günümüzün erkek soyu nefsin vahidetin dişisinden türetilmiş demektir.
Zümer suresi 6. Ayet:
خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ ثُمَّ جَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَأَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ الْأَنْعَامِ ثَمَانِيَةَ أَزْوَاجٍ يَخْلُقُكُمْ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ خَلْقًا مِنْ بَعْدِ خَلْقٍ فِي ظُلُمَاتٍ ثَلَاثٍ ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ فَأَنَّى تُصْرَفُونَ
Halakakum min nefsin vâhıdetin summe ceale minhâ zevcehâ ve enzele lekum minel en’âmi semâniyete ezvâcin, yahlukukum fî butûni ummehâtikum halkan min ba’di halkın fî zulumâtin selâsin, zâlikumullâhu rabbukum lehul mulku, lâ ilâhe illâ huve, fe ennâ tusrafûn(tusrafûne).
Sizi bir kişiden (dişi) biçimlendirdi. Sonra o dişiden, o dişinin eşini (erkeği) kıldı. Ve sizin için sekiz çift nimet hayvanından indirdi. Sizi annelerinizin karınları içindeki üç belirsizlik içinde biçimden biçime biçimlendirir. Nasıl da çevriliyorsunuz?
Türün dişisinden çok sonra erkeği (Âdem) yaratılmıştır. Çünkü “sümme ceale minha”, yani “sonra ondan onun eşini kıldı” denmektedir. Sümme uzun bir sureyi, aralığı ifade eden Arapça bir kelimedir. Yani günümüz insan türünün, dişisinin yaratılmasından çok sonraları türün erkeği yaratılmış demektir.
Hucurat suresi 13. Ayet:
يَاأَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَأُنْثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ (13)
Yâ eyyuhân nâsu innâ halaknâkum min zekerin ve unsâ ve cealnâkum şuûben ve kabâile li teârafû, inne ekramekum indallâhi etkâkum, innallâhe alîmun habîr(habîrun).
Ey insanlar kesinlikle biz sizi bir erkek ve bir kadından biçimlendirdik. Tanışmanız için dallar ve kabileler kıldık. Kesinlikle Allah yanında en cömert olanınız en çok önemseyeninizdir. Kesinlikle Allah bilendir, hâkimdir.
Bu ayete de bir erkek türü ve dişi türünden üretildiğimiz anlatılmaktadır. Her insanın kendi anne babası vardır. Burada ilk bakışta sanki diğer ayetlerle çelişki varmış gibi görünmektedir. Çünkü önceki ayetlerde “sizi bir tek nefisten yarattık” deniyor. Bu ayette ise “bir erkek ve bir dişiden gelen bir türden yarattık” deniyor. Yani “iki nefisten yarattık” deniyor! Tutarsızlık varmış gibi görünüyor! Acaba iki ifade de doğru olabilir mi? Nasıl? Bunu aşağıda verilecek bilimsel araştırmalardan edinilen bilgilerden öğreneceğiz. Burada yine bir erkek ve bir dişi, türü ifade etmektedir. Yine herkesin anne babası, soyu sopu farlıdır. Öyleyse bütün insanların türetildiği erkek ve dişi kastedilmiştir. Ayrıca bu ayette geçen “bir erkek ve bir dişi” kelimeleri Zümer suresi 6. Ayetteki “Sizi bir kişiden (dişi) biçimlendirdi. Sonra o dişiden, o dişinin eşini (erkeği) kıldı” cümlesindeki kelimelerle eşleştirilir ise nefsin vahidetine (bir dişi nefis) karşılık ünsa ve zeker kelimesine karşılık zevceha (o dişinin eşi) kelimeleri tamamen uyum içinde olacaktır. Burada yoruma yer kalmamaktadır ki türün dişisi önce vardır.
Aşağıdaki bilimsel Nature dergisinden alınmış tabloda bugünkü genetik araştırmalar sonucu insan soyunun mitokondriyal DNA ya dayanarak çıkarılmış anne soyu şematize edilmiştir.
Şemada görüldüğü gibi insanın ilk dişi atası (Homo habilis) tek kişiden gelmektedir. Sonra bundan iki dişi türü daha oluşturulmuştur. Daha sonra üst kolda tekrar ikiye ayrılma oluşturulmuştur. En üstteki kol Afrikalı kadınların atası, altındaki kol ise üçe ayrılmıştır. Kollar arasında çiftleşme sonunda melezleşmelerin olduğu görülmektedir. Bu şemada görünen ilk kol Homo habilis dir ve Kuran’da Nefsin Vahidetin olarak belirtilmektedir.
Aşağıdaki şemada ise mitokondriyal DNA (dişi) şemasının üzerine erkek genetik geçmişini ifade eden Y kromozom DNA köken bilgisi eklenmiştir.
Şemada görüldüğü gibi günümüz insanının ilk insan olarak yaratılıp var olanı (bir insanımsıdan) Homo habilis yani Kuran’da “Nefsin vahidetin” olarak geçen dişidir. Bu olay yaklaşık iki milyon yıl önce gerçekleşmiştir. Erkekli ve dişili olarak yaşamışlardır. Bunlardan diğer Homo (İnsan) türleri, Homo sapiens, Neandertal, Denisov ve diğer insan türleri geliştirilmiştir. Yaklaşık olarak günümüzden 60-90 bin yıl önce aynen Hz. İsa’nın yaratılması gibi Homo sapiens toplumunda yaşayan bir bakire kadın mucizevi şekilde bir erkek çocuk doğurmuştur. Bu çocuk Hz. Âdem’dir. Bu nedenle bütün insan topluluklarında bakire doğum yapan kadın mitolojisi vardır. İsa’nın doğum olayı ise bu olayın sadece bir tekrarıdır. Görüldüğü gibi ayetlerde anlatılanlar tam yerine oturmaktadır. Bugünkü insanlık bir dişi nefisten yaratılmıştır (Nisa suresi 1. Ayet, Enam suresi 98. Ayet, Araf 189. Ayet, Zümer 6. Ayetlere göre). O nefisten onun yani insanlığın dişisinin erkeği kılınmıştır (Araf 189. Ayet, Zümer 6. Ayet). İnsanlığın erkek türü büyük büyük annesi olan bir kadının soyundan çok sonraları türetilmiştir (Zumer 6. Ayet). Bugünkü insan türü önceden farklılaştırılmış fakat anne atası aynı olan farklı insan türlerinin karışımı ile inşa edilmiştir (Enam 98. Ayet). Yine bugünkü insanlık bir erkek ve bir kadının soyundan gelmektedir (Yukardaki ayetler ve Hucurat 13. Ayet). Fakat erkek yine bu kadının soyundan türetilmiştir ki aslında tek bir nefisten gelmektedir. Bu ayetler ve yukarıda verilen tablo tıpatıp uyum içindedir.
Homo sapiensten tesviye edilerek yaratılan Âdem yine tesviye edilmemiş bir Homo sapiens olan başka bir dişi ile (homo sapiens, kromanyon Havva) eşleşmiş ve çocukları olmuştur. Bu çocuklar ise diğer tesviye edilmemiş Homo sapiensler ile eşleşmişlerdir. Böylece genler sonraki nesillere aktarılarak ademizasyon binlerce yıl içinde gerçekleşmiştir.
Buraya kadar olanı özetlersek: Homo sapiens türü, Homo habilis türü bir kadından türemiştir. Âdem de Homo sapiens soyundan türetilmiştir. Âdem’in eşi olan Homo sapiens Havva da Homo habilis kadının soyundan gelen bir Homo sapiens dişisidir. Âdemin anne tarafından kuzenidir.
Bugünkü insanların yaklaşık %95’i Âdem ve Homo sapiens dişisi olan Havva’dan gelmektedir. Peki, geri kalan yaklaşık %5 hangi soyun devamıdır? Bu soyun da baba tarafı Âdem dir. Fakat anne soyu Neandertal, Denisov ve diğer insan türlerinin dişileridir. Neandertal ve Denisov insanlarının dişilerinin anne atası olan “tek nefis” aynı zamanda da Homo sapiens’in de anne atası kadındır. Bu anne ataya bilim dilinde Homo habilis dişisi denmektedir. Âdem ve kromanyon Havva’nı çocukları Asya ve Avrupa’ya yayılmış, Neandertal dişisi ve Denisov dişileri ile çiftleşmiştir. Onların erkek neslinin tükenmesine neden olmuşlardır. Ayrıca ademize olmamış Homo sapiens türü dişileri Neandertal erkeği ile çiftleşmiş ve melezler oluşmuştur. Daha sonra bu melezler ademizasyona uğrayıp günümüze kadar gelmiştir.
Tevrat’ta yaradılış bölümü 6:2’de ve Sümer mitolojisinde (Annunaki) yer alan Tanrı oğullarının insan kızları ile evlenmesi efsanesi buradan kaynaklanıyor olmalıdır. Bu insanlara Tevrat’ta Nefiller denmektedir. Nefiller’den kötü insanlar olarak bahsedilmektedir. Tabi ki kötü olmalılardır. Kuran’da bu insanlar için melekler “kan dökecek ve fesat çıkaracak” olarak bahsetmektelerdir. Çünkü bu insanlarda tanrısal ruh yani “ahlak, vicdan” kavramı yoktur. Âdem’in neslinden olan erkeklerin (peygamber nesli) diğer Homo sapiens, Neandertal veya Denisov türünün dişileri ile çiftleşmesinin bir anlatımıdır. Âdem’in neslinin yaygınlaşıp diğer türlerin yerini almasına ben ademizasyon diyorum. Bu olay on binlerce yılda gerçekleşmiştir. Ademizasyon tanrısal ruh taşıyan yani entelektüel akıl sahibi, ahlaklı, iyi ve kötüyü ayırma yeteneği olan, adalet, vicdan kavramı bulunan insanlaşmadır.
Bir Homo habilis dişisi (yetenekli insan demektir, bir türün bir dişi bireyi) Âdem’in ve bu günkü bütün insanların anne atasıdır. Bugünkü bütün insanların baba atası ise yalnızca Hz. Âdem dir. Âdem’in soyu dışındaki bütün erkek türleri, Âdem’den sonraki zamanda, zaman içinde yok olup gitmişler; sadece Âdem’in soyu devam etmiştir (Y-DNA sonuçlarına göre). Bu günkü mavi gözlü ve kızıl saçlı Avrupalıların anne atası Neandertal melezleridir. Hepimiz Homo habilis soyundan olan dişiden yaratılıp doğmuş olan Âdem’in evladı olan insanlarız. Fakat birçok tutucu dindar birçok ayeti ve bilimsel veriyi inkâr edip, kardeşler arası ensest ilişki gibi iğrenç bir iddiayı savunmaya devam edeceklerdir. Oysa ilk peygamber olan Âdem ve çocukları halife olarak yaratılmış ahlak, vicdan gibi soyut kavramları olan şerefli mahlûklardır.
Sonuç olarak bugünkü insanlar tek bir dişiden yani bir Homo habilis dişisinden türetilmiştir. Anne tarafı bu kişiden gelmektedir. Baba tarafı da bu kişiden gelmektedir. Fakat baba tarafı temelde bu kişiden gelmekle birlikte, bu kişi soyundan tesviye ile türetilmiş bir erkektir. Bugünkü insanların atası olan türün ilk erkek ve ilk kadın kişileri farklı zamanlarda yaşamıştır. Erkek olan dişinin soyundan gelmektedir. Bir tek Âdem olmasına rağmen birçok Havva’lar vardır. Hepimiz insanlar olarak "Bir türün bir dişi bireyinden" gelmekteyiz. Yani hepimiz akrabayız.
Homo habilis’ den türetilen Neandertal insanı ve Homo sapiens arasındaki rekabette neden Neandertal insanı kaybetmiştir? Oysa yapılan arkeolojik çalışmalarda Neandertal insanının beyin büyüklüğü ortalama 1500-1600 cm3 olarak saptanmıştır. Oysa Homo sapiens’in beyin hacmi ortalama 1350-1400 cm3dür. Günümüz insanının ise ortalama 1100-1300 cm3dür. Bu durumda daha büyük beyinli olan Neandertal insanı, daha büyük beyinli olduğuna göre daha zeki olmalıdır. Daha zeki olan insan daha az zeki olana üstün gelmelidir. Ama tam tersi olmuştur. Neden? Çünkü aslında daha zeki olan Homo sapiens gibi gözükmektedir. Dahası daha zeki olan ve diğerlerini tüketen Homo sapiens değildir, Homo sapiensten türeyen günümüz insanı olan Homo sapiens sapiens yani âdemoğludur. Âdemoğlu yani Homo sapiens sapiens nasıl diğerlerini elemeyi başarmıştır. Daha mı zekidir? Evet. Çünkü insan zekâsı, düşünebilme kabiliyeti bildiği kelime sayısı ile doğru orantılıdır. Şimdi aşağıdaki ayete dikkat edelim:
Bakara suresi 31. Ayet:
وَعَلَّمَ آدَمَ الْأَسْمَاءَ كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلَائِكَةِ فَقَالَ أَنْبِئُونِي بِأَسْمَاءِ هَؤُلَاءِ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ (31)
Ve alleme âdemel esmâe kullehâ summe aradahum alel melâiketi fe kâle enbiûnî bi esmâi hâulâi in kuntum sadikîn(sadikîne).
Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: «Eğer doğru sözlüler iseniz, bunları bana isimleriyle haber verin» dedi.
Ayette “Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti” denmektedir. Yani Âdem’e bütün kelimeler ve tanımlamalar öğretilmiştir. Allah’ın ruhundan üflenen de bu fonksiyondur. Bu öğretilme işleminden sonra Âdem yeryüzündeki en zeki ve soyut düşünebilme, kelimelerle ifade edebilme ve aktarabilme yeteneği olan insan haline gelmiştir. Bu ona beyninin daha küçük olmasına rağmen, Neandertal insanından daha zeki olma imkânı vermiştir. Bu durum aynı zamanda zekâsını ve kültürel birikimini kendi nesillerine kelimeler yoluyla aktarma imkânı da vermiştir. Bu da Âdemoğlunun diğer insan türlerine üstün gelmesini ve kültür, uygarlık geliştirebilmesini sağlamıştır. Muhtemelen Neandertal ve diğer insan türlerinin de basit bir dili vardır. Fakat bu Âdemoğluna göre çok sınırlı bir yetenektir. Bu dil sadece var olanı ifade etme şeklindedir. Geçmişi ve geleceği ifade etme, isimlendirme yapma, tanımlama yoktur.
Fakat biliyoruz ki Neandertal türü yok olmadan önce Âdemoğlu ve Neandertal türü arasında çiftleşmeler olmuştur. Sonuçta melez türler ortaya çıkmıştır. Bunu kutsal metinlerdeki efsanelerden ve genetik araştırmalardan bilmekteyiz. Özellikle Avrupa’da mavi gözlü ve kızıl saçlı insanların Neandertal geni de taşıdıkları bilinmektedir. Bu bilgi bana günümüzde Âdemoğlu gibi kelime kapasitesi çok çok yüksek fakat Neandertal insanı gibi büyük beyinlere sahip melezlerin bulunduğunu hatta bunların normal Âdemoğlundan daha zeki olabileceklerini düşündürmektedir.
Aşağıda Neandertal insanı ve günümüz insanı (ademoğlu) beyin özellikleri verilmiştir.
Sıçramalı Evrim
Klasik evrim teorisi canlıların evrimin sürekli ve gittikçe artan şekilde olduğunu iddia etmektedir. Oysa ara formların bulunamayışı ve arkeolojik bulgulardan elde edilen bilgiler uzun bir durgunluk döneminden sonra aniden çok farklı ve çeşitli canlıların oluştuğunu göstermektedir. Bu nedenle sıçramalı evrim teorisi ortaya atılmıştır.
1972 yılında paleontolog Niles Eldredge ve Stephen Jay Gould bir dönüm noktası olan çalışmalarını yayınlayarak bu teoriyi geliştirmişler ve buna sıçramalı evrim ismini koymuşlardır. Onların bu çalışması Ernst Mayr'ın coğrafi türleşme teorisi, Isador Michael Lerner'in gelişimsel ve genetik homeostazi (dengeleşim) teorisi ve bunların yanı sıra kendi deneysel araştırmaları üzerine kurulmuştur. Eldredge ve Gould, çoğunlukla Charles Darwin'e atfedilen kademeli aşama ve kademelerin fosil kayıtlarda pratik olarak görülmediklerini ve fosil türlerin evrim tarihleri boyunca durağan bir durgunluk döneminin hâkim olduğunu öne sürmüşlerdir.
Kuran’a Göre Evrim Şekli ve Gerçekleştirme Nasıldır?
Yukarıda ön bilgi olarak sıçramalı evrim hakkında kısaca bilgi verilmiştir. Çünkü Kuran’da anlatılan yaratılış da sıçramalı evrime benzemektedir. Aradaki fark Kuran’da evrimi sıçratan biri vardır. Nasıl?
Sad suresi 75. Ayet:
قَالَ يَاإِبْلِيسُ مَا مَنَعَكَ أَنْ تَسْجُدَ لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّ أَسْتَكْبَرْتَ أَمْ كُنْتَ مِنَ الْعَالِينَ
Kâle yâ iblîsu mâ meneake en tescude limâ halaktu bi yedeyye, estekberte em kunte minel âlîn(âlîne).
Dedi ki: Ya İblis, iki elimle biçimlendirdiğim için seni secde etmekten men eden nedir? Kibirlendin mi? Yoksa o üstün (elalin) olanlardan mı oldun?
Ayette Âdem’in yaratılıp, Allah’ın ruhundan üflemesinden sonra meleklerin secde etmesi fakat İblis’in secde etmemesi anlatılmaktadır. Bu ayette benim dikkatini çeken iki kısım vardır. Birincisi “iki elimle” ifadesidir; ikincisi ise “Elalilerden mi oldun?” ifadesidir.
İkincisini yani Elaliler (üstün olanlar) Elruh’u (Ruhül Kudüs, Cibril, Cebrail, Ruhul Emin) da kapsamaktadır. Bunu nereden çıkarıyorum? Aşağıdaki ayetlerden bu anlaşılacaktır.
Bakara suresi 34. Ayet:
وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ أَبَى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِرِينَ
Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), ebâ vestekbere ve kâne minel kâfirîn(kâfirîne).
Ve meleklere, «Âdem’e secde edin» dediğimizde, İblis müstesna hepsi secde ettiler, o ise kaçındı, büyüklük tasladı ve inkâr edenlerden oldu.[34]
Bu ayette “biz” “Âdem’e secde edin demiştik” ifadesi mevcuttur. Bu şu anlama gelmektedir. Meleklere secde etmeleri emri Elaliler tarafından iletilmiştir. Elalilere secde emredilmemiştir. Sad suresi 75. Ayette İblis’in secde etmemesi nedeni ile söylenen “Elalilerden misin?” sorusu. İblis’in Elalilerden olmadığını ortaya çıkarmaktadır.
Burada şunu belirtmek gerekir. Allah bir şeyi direkt değil, Elaliler melekler veya başka yaratıklar aracılığı ile yapıyorsa “biz” zamirini kullanır. El Ruh da “biz” zamirinin içinde yer alır. Elaliler Yahudi ve Hıristiyan kültüründe Arş melekleri olarak bilinir.
Diğer ifade ise “iki elimle” ifadesidir. Tabi ki Allah bütün eksikliklerden münezzehtir. Yani bizim gibi iki eli olmaktan da münezzehtir. El yaratılmış bir şeydir. Peki, öyleyse bu iki el nedir?
Kuran’da ve Semitik dillerde “yed” kelimesi el-kol anlamına geldiği gibi destek ve kuvvet anlamına da gelmektedir. Bizde de “bir elver, bir el atıver” gibi kullanılır.
Fetih suresi 10. Ayet:
إِنَّ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ إِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللَّهَ يَدُ اللَّهِ فَوْقَ أَيْدِيهِمْ فَمَنْ نَكَثَ فَإِنَّمَا يَنْكُثُ عَلَى نَفْسِهِ وَمَنْ أَوْفَى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللَّهَ فَسَيُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا (10)
İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsihî, ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecran azîmâ(azîmen).
Kesinlikle seninle biatlaşanlar kesin olarak Allah ile biatlaşırlar. Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir. Artık kesin olarak kim çözerse kendi aleyhinedir. Ve kim üzerindeki, Allah’a verdiği sözü yerine getir ise ona büyük bir karşılık verecektir.
Bunu daha iyi anlayabilmek için başka bazı ayetlere bakmak gerekir. “iki el” ifadesinin geçtiği ayet (Sad 75.) Âdem’in yaratılmasını ifade etmektedir. Başka bir ayette ise Âdem’in yaratılması İsa peygamberin yaratılmasına benzetilmektedir.
Ali İmran suresi 59. Ayet:
إِنَّ مَثَلَ عِيسَى عِنْدَ اللَّهِ كَمَثَلِ آدَمَ خَلَقَهُ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ قَالَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
İnne mesele îsâ indallâhi ke meseli âdem(âdeme), halakahu min turâbin summe kâle lehu kun fe yekûn(yekûnu).
Kesinlikle Allah katında İsa’nın benzerliği, Âdem’in benzerliği gibidir. Allah onu topraktan biçimlendirdi. Sonra ona; ol dedi, hemen var oldu.
İsa’nın yaratılmasından yola çıkarak Âdem’in de nasıl yaratıldığını anlayabiliriz. İsa nasıl yaratılmıştır?
Meryem suresi 17. Ayet:
فَاتَّخَذَتْ مِنْ دُونِهِمْ حِجَابًا فَأَرْسَلْنَا إِلَيْهَا رُوحَنَا فَتَمَثَّلَ لَهَا بَشَرًا سَوِيًّا
Fettehazet min dûnihim hicâben fe erselnâ ileyhâ rûhanâ fe temessele lehâ beşeren seviyyâ(seviyyen).
Hemen sonra ehlinden başkası için bir perde edindi. Böylece ona ruhumuzdan gönderdik. Hemen ona bir beşer seviyesinde temsil etti.
Maide suresi 110. Ayet:
إِذْ قَالَ اللَّهُ يَاعِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ اذْكُرْ نِعْمَتِي عَلَيْكَ وَعَلَى وَالِدَتِكَ إِذْ أَيَّدْتُكَ بِرُوحِ الْقُدُسِ تُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلًا وَإِذْ عَلَّمْتُكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرَاةَ وَالْإِنْجِيلَ وَإِذْ تَخْلُقُ مِنَ الطِّينِ كَهَيْئَةِ الطَّيْرِ بِإِذْنِي فَتَنْفُخُ فِيهَا فَتَكُونُ طَيْرًا بِإِذْنِي وَتُبْرِئُ الْأَكْمَهَ وَالْأَبْرَصَ بِإِذْنِي وَإِذْ تُخْرِجُ الْمَوْتَى بِإِذْنِي وَإِذْ كَفَفْتُ بَنِي إِسْرَائِيلَ عَنْكَ إِذْ جِئْتَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ إِنْ هَذَا إِلَّا سِحْرٌ مُبِينٌ (110)
İz kâlellâhu yâ îsâbne meryemezkur ni’metî aleyke ve alâ vâlidetike iz eyyedtuke bi rûhil kudusi tukellimun nâse fîl mehdi ve kehlâ(kehlen), ve iz allemtukel kitâbe vel hikmete vet tevrâte vel incîl(incîle), ve iz tahluku minet tîni ke hey’etit tayri bi iznî fe tenfuhu fîhâ fe tekûnu tayran bi iznî ve tubriul ekmehe vel ebrasa bi iznî, ve iz tuhricul mevtâ bi iznî, ve iz kefeftu benî isrâîle anke iz ci’tehum bil beyyinâti fe kâlellezîne keferû minhum in hâzâ illâ sihrun mubîn(mubînun).
Hani Allah o zaman demişti: «Ey Meryem oğlu İsa! Senin ve annenin üzerindeki nimetimi hatırla! Hani seni Ruhül Kudüs ile desteklemiştim; (bu sayede) sen beşikte iken de yetişkin çağında da insanları konuşturuyordun. Hani sana kitabı, hikmeti, Tevrat ve İncil’i öğretmiştim. Ve hani benim iznimle çamurdan, kuş şeklinde bir şey yapıyordun da ona üflüyordun, hemen benim iznimle o bir uçan oluyordu. Ve yine benim iznimle anadan doğma körü ve alacalıyı iyileştiriyordun. Ve ölüleri benim iznimle çıkarıyordun. Ve hani İsrailoğullarını engellemiştim; kendilerine apaçık deliller getirdiğin zaman onlardan inkâr edenler, «Bu, apaçık bir sihirden başka bir şey değildir» demişlerdi.
Yukarıdaki ayetlerden İsa’nın yaratılması Ruhül Kudüs (Cebrail) aracılığı ile olduğu anlaşılmaktadır.
Ayrıca İsa peygambere destek ile ilgili ayetlerde de ءيد kelimesi (eyed: destek olmak) kelimesi geçmektedir.
Bakara suresi 87. Ayet:
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَقَفَّيْنَا مِنْ بَعْدِهِ بِالرُّسُلِ وَآتَيْنَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَأَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِ أَفَكُلَّمَا جَاءَكُمْ رَسُولٌ بِمَا لَا تَهْوَى أَنْفُسُكُمُ اسْتَكْبَرْتُمْ فَفَرِيقًا كَذَّبْتُمْ وَفَرِيقًا تَقْتُلُونَ
Ve lekad âteynâ mûsâl kitâbe ve kaffeynâ min ba’dihî bir rusuli ve âteynâ îsâbne meryemel beyyinâti ve eyyednâhu bi rûhil kudus(kudusi), e fe kullemâ câekum resûlun bimâ lâ tehvâ enfusukumustekbertum, fe ferîkan kezzebtum ve ferîkan taktulûn(taktulûne).
Mutlaka Musa’ya kitap vermiştik, ondan sonra ard arda resuller gönderdik. Meryem oğlu İsa’ya belgeler verdik, onu Ruhul Kudüs ile destekledik. Size bir resul nefsinizin hoşlanmadığı bir şey getirdikçe, büyüklük taslayarak, bir kısmını yalancı sayıp, bir kısmını öldürür müsünüz?
Bakara suresi 253. Ayet:
تِلْكَ الرُّسُلُ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ مِنْهُمْ مَنْ كَلَّمَ اللَّهُ وَرَفَعَ بَعْضَهُمْ دَرَجَاتٍ وَآتَيْنَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَأَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِ وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ مَا اقْتَتَلَ الَّذِينَ مِنْ بَعْدِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَلَكِنِ اخْتَلَفُوا فَمِنْهُمْ مَنْ آمَنَ وَمِنْهُمْ مَنْ كَفَرَ وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ مَا اقْتَتَلُوا وَلَكِنَّ اللَّهَ يَفْعَلُ مَا يُرِيدُ
Tilker rusulu faddalnâ ba’dahum alâ ba’d(ba’din), minhum men kellemallâhu ve rafea ba’dahum derecât(derecâtin), ve âteynâ îsâbne meryemel beyyinâti ve eyyednâhu bi rûhıl kudus(rûhıl kudusi), ve lev şâallâhu maktetelellezîne min ba’dihim min ba’di mâ câethumul beyyinâtu ve lâkinihtelefû fe minhum men âmene ve minhum men kefer(kefere), ve lev şâallâhu maktetelû ve lâkinnallâhe yef’alu mâ yurîd(yurîdu).
İşte bu resulleri bir kısmını diğerlerinden fazlalıklı kıldık. Onlardan Allah’ın bazılarından konuştuğu, bazılarından da derecelerle yükselttikleri vardır. Meryem oğlu İsa’ya belgeler verdik, onu Ruhul Kudüs’le destekledik. Allah gerekli bulsaydı, belgeler kendilerine geldikten sonra, onların ardından birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat ayrılığa düştüler, kimi inandı, kimi inkâr etti. Allah gerekli görseydi birbirlerini öldürmezlerdi, lakin Allah istediğini yapar.
Maide suresi 110. Ayet:
إِذْ قَالَ اللَّهُ يَاعِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ اذْكُرْ نِعْمَتِي عَلَيْكَ وَعَلَى وَالِدَتِكَ إِذْ أَيَّدْتُكَ بِرُوحِ الْقُدُسِ تُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلًا وَإِذْ عَلَّمْتُكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرَاةَ وَالْإِنْجِيلَ وَإِذْ تَخْلُقُ مِنَ الطِّينِ كَهَيْئَةِ الطَّيْرِ بِإِذْنِي فَتَنْفُخُ فِيهَا فَتَكُونُ طَيْرًا بِإِذْنِي وَتُبْرِئُ الْأَكْمَهَ وَالْأَبْرَصَ بِإِذْنِي وَإِذْ تُخْرِجُ الْمَوْتَى بِإِذْنِي وَإِذْ كَفَفْتُ بَنِي إِسْرَائِيلَ عَنْكَ إِذْ جِئْتَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ إِنْ هَذَا إِلَّا سِحْرٌ مُبِينٌ
İz kâlellâhu yâ îsâbne meryemezkur ni’metî aleyke ve alâ vâlidetike iz eyyedtuke bi rûhil kudusi tukellimun nâse fîl mehdi ve kehlâ(kehlen), ve iz allemtukel kitâbe vel hikmete vet tevrâte vel incîl(incîle), ve iz tahluku minet tîni ke hey’etit tayri bi iznî fe tenfuhu fîhâ fe tekûnu tayran bi iznî ve tubriul ekmehe vel ebrasa bi iznî, ve iz tuhricul mevtâ bi iznî, ve iz kefeftu benî isrâîle anke iz ci’tehum bil beyyinâti fe kâlellezîne keferû minhum in hâzâ illâ sihrun mubîn(mubînun).
Hani Allah o zaman demişti: «Ey Meryem oğlu İsa! Senin ve annenin üzerindeki nimetimi hatırla! Hani seni Ruhül Kudüs ile desteklemiştim; (bu sayede) sen beşikte iken de yetişkin çağında da insanları konuşturuyordun. Hani sana kitabı, hikmeti, Tevrat ve İncil’i öğretmiştim. Ve hani Benim iznimle çamurdan, kuş şeklinde bir şey yapıyordun da ona üflüyordun, hemen benim iznimle o bir uçan oluyordu. Ve yine benim iznimle anadan doğma körü ve alacalıyı iyileştiriyordun. Ve ölüleri benim iznimle çıkarıyordun. Ve hani İsrailoğullarını engellemiştim; kendilerine apaçık deliller getirdiğin zaman onlardan inkâr edenler, «Bu, apaçık bir sihirden başka bir şey değildir» demişlerdi.
Anlaşıldığı gibi Allah’ın “iki elimle yaratığım” dediği elin biri Ruhul Kudüs (Cebrail) dür. Çünkü Allah Ali İmran 59 da İsa içinde, Âdem içinde “ol” emrini kullanmıştır. Fakat Meryem 17. Ayette İsa’yı yaratmak için Ruhül Kudüs’ün gönderildiği aşikârdır. Bu el kudret elidir; Kudret desteğidir. Böylece yeni bir özel insan, canlı yaratılmıştır. Sıçrama yapılmıştır. Bu sıçrama Âdem’in yaratılması için de geçerlidir. İlk Homo habilis dişisinin de bir insanımsıdan yaratılmasında da geçerlidir. Yani bütün ortak atalardan yeni türlerin türetilmesi, sıçramalı evrimin oluşturulması Cebrail’in görevidir.
İkinci el nedir?
Bakara suresi 98. Ayet:
مَنْ كَانَ عَدُوًّا لِلَّهِ وَمَلَائِكَتِهِ وَرُسُلِهِ وَجِبْرِيلَ وَمِيكَالَ فَإِنَّ اللَّهَ عَدُوٌّ لِلْكَافِرِينَ
Men kâne aduvven lillâhi ve melâiketihî ve rusulihî ve cibrîle ve mîkâle fe innallâhe aduvvun lil kâfirîn(kâfirîne).
Kim Allah’a, meleklerine, resullerine, Cibril’e ve Mikail’e düşman olur ise, kesinlikle Allah inkâr edenlerin düşmanıdır.
Mikail ise tabiat olaylarını idare eden Elalilerdendir. O halde Âdem peygamberi yaratan Allah’ın bir eli kullarından Cebrail diğer eli doğa olaylarını gerçekleştiren kullarından Mikail’dir. Bir el Cebrail aracılığı ile müdahaleyi gerçekleştirir. İkinci el Mikail ile doğal dediğimiz unsurları, Hz. Meryem’in doğal fizyolojisini gerçekleştirir. Yani Tabiatın doğal işleyişinden Mikail, müdahale işlerinden Cebrail sorumludur.
İsa’nın yaratılmasının bir kısmı bize göre doğal yani bir anneden (Hz. Meryem) kaynaklanırken, diğer kısmı Cebrail’in müdahalesi ile mucizevidir. Aynı şekilde Âdem’in yaratılmasında da bir annesinin olması doğal bir olayken, babasız ve Cebrail’in müdahalesi ile hamilelik gelişmesi bir mucizedir. Bu düzeni bütün evrimsel var oluş için tanımlayabiliriz. Evrimde de sıçramaları yapan Cebrail’dir diyebiliriz.
Ruh Meselesi
Ruh kelimesinin kökü Arapça روح , RVH tur. Birçok kişi ruh kelimesi üzerine tartışmanın anlamsız olduğunu savunacaktır. Çünkü İsra suresi 85. Ayette:
وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّي وَمَا أُوتِيتُمْ مِنَ الْعِلْمِ إِلَّا قَلِيلًا (85)
Ve yes’elûneke anir rûhı, kulir rûhu min emri rabbî ve mâ ûtîtum minel ilmi illâ kalîlâ(kalîlen).
“Sana o ruhun ne olduğunu soruyorlar, de ki: «Ruh, Rabbimin emrinden ibarettir. Ve ilimden size verilen ancak azdır” diyecektir. Oysa bu ayette söz edilen ruh El Ruh yani elaliler, arş melekleri hakkındadır. Nekre (belirsiz) olan ruh kelimesi hakkında değildir. Ayrıca Ayette “ilimden size verilen ancak azdır” denmektedir. “Size” yerine “insanlara”, “Âdemoğluna” kelimesi de kullanılmamaktadır. “Sizden başka olanlara verilmiş olabilir, verilecek olabilir” anlamı da çıkmaktadır.
Ruh kelimesi Arap toplumunda Kuran indirilmeden önce de mevcuttur ve kullanılmaktadır. O zaman da bu kelimeye yüklenen bir anlamlar vardır. Kelimenin gerçek anla mı nedir?
Kuran’da 52 ayette bu kökten türetilmiş kelimeler geçmektedir. Bunlar rüzgar: Elrayah ( الرياح) ; El Ruh yani Cebrail ( الروح ) ; esinti, rih ( ريح); koku, ereyhanu ( الرَّيْحَانُ ), Kuran, ruha ( رُوحًا ); rahatlık, revhi ( رَوْحِ ); aktive etmek, turihu ( تُرِيحُونَ) motivasyon, rayeh ( ريحكم ) anlamlarında kullanılmıştır. Ruh kelimesinin asıl, kök anlamı nedir?
Ruh kelimesi Muharref Tevrat’ta da “ruah” olarak bulunmaktadır. M. Tevrat’ta genellikle rüzgâr anlamı verilmiştir. Fakat benim saptayabildiğim üç yerde “akıl” anlamı verilmiştir. Bu yerler M. Tekvin bölümü 26:35; Yeşaya 29:24; Habakkuk 1:11 dir. Eski Arapça kaynaklara bakıldığında ruh kelimesine “algılama, aktiflik” anlamı da verildiği görülmektedir.
Düşünceme göre ruh kelimesi Arapça görme anlamına gelen ray, رُؤْيَة rüyatün yani görmek, görünüm, anlamak kelimesi ve rih, esmek kelimelerinin sentezinden türemiştir. Görünmeyen fakat algılanabilen rüzgâr, koku, rüya gibi özellikleri de fark etmek anlamında, görünmeyeni görmek, idrak etmek, tanımlamak, hayal gücü, akıl etme, soyut düşünce ve duygu anlamı kazanmıştır.
Birçok bilimsel kaynakta da Arapçada ki ruh kelimesinin Yunanca da ki “nous” kelimesi ile eş anlamlı kullanıldığı açıklanmıştır (kaynak: Cyril Glassé, The Concise Encyclopedia of Islam, Third Edition, p. 445; Richard Webster: Living İn Your Soul’s Light kitabının 51.sayfası). Nous kelimesi Yunanca felsefi bir kelimedir. Zihnin en yüksek parçası, entelektüel kavrayış ve sezgisel düşünce yetisini ifade eder.
Ruh kelimesinin zaten bu anlamda olduğu Kuran’da geçen ayetlerden de anlaşılmaktadır. Kısaca anlatırsak: Allah meleklere halife yaratan olduğunu bildirmiş ve melekler insandan halife olmasının uygun olmayacağını bildirmişlerdir. Allah ise “ben sizin bilmediklerinizi bilirim” demiştir. Sonra Âdem’i yaratmış ve ruhundan üflemiş; Ona bütün isimleri öğretmiştir. Sonra meleklere eşyanın isimlerini sormuş fakat melekler bilememiş; meleklerin bilemediğini Âdem bilmiştir. Burada Âdem’in akıl kapasitesinin potansiyel olarak meleklerden üstün olduğu anlaşılmaktadır. Bu üstün özellik Allah’ın Âdem’i tesviye yani iyice düzenleyip bir seviyeye getirmesi ve ona ruhundan eklemesi ile kazanılmıştır. Eklenen kavrama ve öğrenme yeteneği, sağgörü yani selim akıldır.
İbranicede ruh yani ruah kelimesine benzer başka kelimeler de bulunur. Rah şeklindedir. Görünüş, imaj, gözlemek, görmek, anlamak, ayna anlamlarına gelmektedir. Kuran’da bulunan birçok yaradılış ile ilgili ayetler orijinal Tevrat’ta da bulunmaktadır. Kuran musaddıktır. Yani muharref Tevrat’ı düzeltir. “Ruhumdan üfledim” gibi yaradılış ile ilgili ayetler orijinal Tevrat’ta da bulunmalıdır.
Mesela Secde suresi 9. Ayette olan ayetler gibi Tevrat’ta da aynı veya benzer ayetler olmalıdır:
ثُمَّ سَوَّاهُ وَنَفَخَ فِيهِ مِنْ رُوحِهِ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَا تَشْكُرُونَ (9)
Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûne (teşkurûne).
Sonra onu belli bir düzeye getirdi ve ona ruhundan üfledi. Ve sizin için işittiğini kavrama, gördüğünü anlama yeteneği ve gönüller kıldı. Şükretmeniz ne kadar az!
Anlaşıldığı gibi ruhun üflenmesinden sonra insanoğlu “ işittiğini kavrama, gördüğünü anlama yeteneği” kazanmaktadır. Öyleyse üflenen ruh idrak, akıl, şuur kabiliyeti veya bunu sağlayan şeydir. Sanırım Yahudiler buna benzer ayetlerde geçen “ruhumdan” kelimesini “görünümünde” olarak tercüme etmişlerdir. Hıristiyanlar ise bu kelimeyi “benzer” şeklinde tercüme etmişlerdir. Ortaya “ Tanrı insanı kendi görünümünde yarattı” şeklinde gerçek dışı bir iddia çıkmıştır. Bu nedenle Tanrı’yı yaşlı adam şeklinde resim veya temsil olarak göstermişlerdir (Michelangelo'nun 'Creation' ın tablosunda olduğu gibi). Sonra bu sapkın düşünce hadis adı altında İslam dünyasına da sokulmuştur. (İlgilenenler bu sitede ayrıntısını okuyabilirler: ww.mumsema.com/sizden-gelen-sorular/82630-allah-insani-kendi-suretinde-mi-yaratti.html). Tasavvuf ehli ise diğer bir anlamı yani “ayna” benzetmesini alıp çok yanlış olarak kullanmışlardır (İnsan Allah’ın bir yansımasıdır???).
Klasik bilgilerde insana ruh üflenmesinin anne karnındayken olduğu görüşü mevcuttur. Tıbbi müdahale için ruhun ne zaman üflendiği göz önüne alınıp buna göre fetvalar verilmiştir. Halen tartışılmaktadır. Bu tartışmalar yapılırken özellikle şu ayetler yorumlanarak bir zaman saptanmaya çalışılmıştır.
Secde suresi 7-9. Ayetler:
الَّذِي أَحْسَنَ كُلَّ شَيْءٍ خَلَقَهُ وَبَدَأَ خَلْقَ الْإِنْسَانِ مِنْ طِينٍ (7) ثُمَّ جَعَلَ نَسْلَهُ مِنْ سُلَالَةٍ مِنْ مَاءٍ مَهِينٍ (8) ثُمَّ سَوَّاهُ وَنَفَخَ فِيهِ مِنْ رُوحِهِ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَا تَشْكُرُونَ (9)
Ellezî ahsene kulle şey’in halakahu ve bedee halkal insâni min tîn(tînin). Summe ceale neslehu min sulâletin min mâin mehîn(mehînin). Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Ki O, biçimlendirdiği her şeyi en güzel yapan ve insanı biçimlendirmeye çamurdan başlayandır.
Sonra onun soyunu, değersiz bir sıvıdan olan süzüntüden kıldı.
Sonra onu belli bir düzeye getirdi ve ona ruhundan üfledi. Ve sizin için işittiğini kavrama, gördüğünü anlama yeteneği ve gönüller kıldı. Şükretmeniz ne kadar az!
Burada apaçık anlaşılmaktadır ki bu ayetlerde insan türünün planlanmış evrim süreci anlatılmaktadır. Oysa bu ayetler sanki bir kişinin yaratılması gibi anlatılmaya çalışılmaktadır. Oysa insan kelimesi türün adıdır. “Sonra onun soyunu, değersiz bir sıvıdan olan süzüntüden kıldı” cümlesi eşeyli üreme dönemine gelmesini anlatmaktadır. “Sonra onu belli bir düzeye getirdi ve ona ruhundan üfledi” eğer tür olarak alınırsa Adem’in yaratıldığı dönemi ifade eder. Yok, eğer herhangi bir insanın yaradılışı olarak alınırsa “Sonra onu belli bir düzeye getirdi” cümlesinden sonra geldiğinden ruhun üflenmesi ergenlikten sonra oluyor demektir.
Burada insanlığın başlangıçta çamurdan yaratılmaya başlandığı, sonra eşeyli üreme ile devam edilip, zamanla insan şeklini aldığı ve sonra ona ruhundan üfleyerek yani ilahi üstün soyut düşünce, akıl özelliği kazandırıldığı, ona işittiğini anlama, baktığını görme özelliği yani şuur verildiği anlatılmaktadır.
Kulak anlamına gelen ezen, göz anlamına gelen ayn kelimeleri kullanılmamıştır. İşitmek ve basiret kelimeleri kullanılmıştır. İnsanlar işittikleri kelimelerle ve algıladıkları görüntülerle düşünürler. Doğuştan kör olan birisine renkleri anlatamazsınız. Doğuştan sağır olana da notaları anlatamazsınız.
Muminun suresi 12, 13, 14. Ayetler:
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنْ سُلَالَةٍ مِنْ طِينٍ (12) ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً فِي قَرَارٍ مَكِينٍ (13) ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَامًا فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْمًا ثُمَّ أَنْشَأْنَاهُ خَلْقًا آخَرَ فَتَبَارَكَ اللَّهُ أَحْسَنُ الْخَالِقِينَ (14)
Ve lekad halaknal insâne min sulâletin min tîn (tînin). Summe cealnâhu nutfeten fî karârin mekîn(mekînin). Summe halaknen nutfete alakaten fe halaknel alakate mudgaten fe halaknel mudgate ızâmen fe kesevnel izâme lahmen summe enşe'nâhu halkan âhar(âhara), fe tebârekallâhu ahsenul hâlikîn(hâlikîne).
Ve kesinlikle biz insanı, çamur özünden biçimlendirmişizdir. Sonra onu yumurtalık içinde salgı kıldık. Sonra salgıyı eklenmiş olana (zigot) biçimlendirdik, böylece eklenmiş olanı et parçasına (blastokist) biçimlendirdik. Devamında et parçasını kemiklere biçimlendirdik. Ardından kemikleri etle kapladık. Sonra onu diğer bir biçimlendirme ile inşa ettik. Böylece Allah biçimlendirmenin daha iyisini potansiyel kıldı.
III. dönemden sonra insan embriyosu diğer canlılardan ayırt edilmeye başlanıyor.
Burada da açıkça görülüyor ki: İnsanın anne karnında yaradılışı anlatılıyor. Belli bir safhadan sonra insana, insan şeklinin verildiği yani artık bir insan şeklinde belli olduğu açıklanıyor. Halaka kelimesinin şekil olarak yaratılma anlamına geldiği de açıkça anlaşılıyor. Oysa ruh üflenmesinden bahsedilmiyor.
Ruhun üflenmesi ile ilgili ayetleri incelediğimizde farklı bir durum ile karşılaşıyoruz. Mesela:
Hicr suresi 28, 29, 30, 31. Ayetler:
وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلَائِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَرًا مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ (28) فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي فَقَعُوا لَهُ سَاجِدِينَ (29) فَسَجَدَ الْمَلَائِكَةُ كُلُّهُمْ أَجْمَعُونَ (30) إِلَّا إِبْلِيسَ أَبَى أَنْ يَكُونَ مَعَ السَّاجِدِينَ (31)
Ve iz kâle rabbuke lil melâiketi innî hâlikun beşeren min salsâlin min hamein mesnûn (mesnûnin). Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fekaû lehu sâcidîn(sâcidîne). Fe secedel melâiketu kulluhum ecmaûn(ecmaûne). İllâ iblîs(iblîse), ebâ en yekûne meas sâcidîn (sâcidîne).
Ve o zaman Rabbin meleklere demişti ki: Kesinlikle ben karşılıklı dizilip ilişkilendirilmiş olan art arda döşenmişten beşer şekillendirenim. Onu belli bir düzeye getirip ruhumdan içine üflediğimde; hemen onun için secdeye kapanın. Böylece meleklerin hepsi toptan secde ettiler. Yalnızca İblis secde edenlerle beraber olmaktan kaçındı.
Bu ayette geçen “sevveytuhu” “onu iyice düzenledim” kelimesinin kökü “sin, ve, ye” dir. Düzenlemek, ayarlamak, denk, belli bir düzeye getirmek demektir. Burada tefil babında olup iyice düzenlemek, belli bir düzeye tamamlamak anlamına gelmektedir.
Asıl dikkat edilmesi gereken kelime budur. Bu kelime “halaka” yani şekillendirdi kelimesinden sonra gelmektedir. Çünkü bir şey şekil olarak yaratıldıktan sonra onun kalıcı şekli ve işleyişi tamamlanmaktadır. Bununla ilgili birçok örnek vardır. Ayrıca şu soruyu da düşünmek gerekir: Melekler Âdem’e ruh üflendiği zamanı nasıl anlayacak ve secde edecekler?
Mesela:
Secde suresi 4. Ayet:
Allâhullezî halakas semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ fî sitteti eyyâmin summestevâ alel arş(arşi), mâ lekum min dûnihî min veliyyin ve lâ şefîi(şefîin), e fe lâ tetezekkerûn(tetezekkerûne).
Allah’tır gökleri ve yeri ve ikisi arasında olanları altı dönemde biçimlendiren. Sonra en temel yapı ve yönetimi kontrolüne aldı. Sizin için ondan başka veli ve aracı yoktur. Anlamaz mısınız?
Esteva kelimesinin kökü “sin, ve, ye” dir Burada Allah yeri ve gökleri biçimlendirmiş ve sonra onların işleyişini, yönetimini düzenlemiştir. Yani düzenleme biçimlendirme bittikten sonra yapılmaktadır. İnsanın biçimlendirilmesi ergenlik çağının sonuna kadar devam etmektedir. Bu durumda düzenlemenin bitmesi de bu dönem sonunda olmaktadır. Yani ruh bu dönemden sonra üflenmiş ya da üflenmesi tamamlanmış olacaktır.
İnfitar süresi 7. Ayet:
الَّذِي خَلَقَكَ فَسَوَّاكَ فَعَدَلَكَ (7)
Ellezî halakake fe sevvâke fe adelek(adeleke).
O ki seni biçimlendirip bir seviyeye getirdi de dengeledi.
O seni biçimlendirdi belli bir düzeye getirdi, ergenliğin bitti ve gelişimin tamamlandı. Stabil bir duruma getirdi. Ergenlik bitince insan büyümez ve değişmez, büyüme açısından değişmez bir hale gelir.
Kıyamet suresi 37-39. Ayetler:
أَلَمْ يَكُ نُطْفَةً مِنْ مَنِيٍّ يُمْنَى (37) ثُمَّ كَانَ عَلَقَةً فَخَلَقَ فَسَوَّى (38) فَجَعَلَ مِنْهُ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْأُنْثَى (39)
E lem yeku nutfeten min menî yin yumnâ. Summe kâne alakaten fe halaka fe sevvâ. Fe ceale minhuz zevceyniz zekere vel unsâ.
Dışarı atılan meniden salgı olan değil miydi?
Sonra zigot oldu da biçimlendirdi. Böylece belli bir düzeye getirdi.
Böylece ondan erkek ve dişi iki eşi kıldı.
Bu ayetlerden ise sevva yani düzenleme sonunda buluğda erişilen gerçek erillik ve dişillik tanımlanmış ve bunların eş olarak birbirine uygunluğu anlatılmıştır. Oysa bir gebelikte alaq veya döllenmiş nutfenin dişi mi erkek mi olacağı başlangıçta bellidir. Yine ergenliğin bitişine bir vurgu vardır. Sevva kelimesi düzenlenmenin belli bir seviyeye ulaşmasını, tamamlanmasını ifade etmektedir. Ruha üflenme bu dönemden sonradır.
Kasas suresi 14. Ayet:
وَلَمَّا بَلَغَ أَشُدَّهُ وَاسْتَوَى آتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًا وَكَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ (14)
Ve lemmâ belega eşuddehu vestevâ âteynâhu hukmen ve ilmâ (ilmen), ve kezâlike neczîl muhsinîn(muhsinîne).
Ve en zinde çağına ulaştığı ve belli bir düzeye geldiği zaman ona (Musa) hüküm ve ilim verdik. Ve iyi davrananlara onun gibi karşılık veririz.
Burada geçen esteva kelimesi seva kökünden gelip “olgunluğa ulaştığı ve düzenlemesini tamamlayınca ona hüküm ve ilim verdik” deniyor. Demek ki düzenlenme olgunluk çağına kadar devam etmektedir. Burada Musa peygambere ergenliğini tamamladıktan sonra “hüküm ve ilim verdik” denmektedir.
Yine klasik inanışlarda bulunan bir bilgi de şudur: “Âdem çamurdan bir yetişkin olarak, heykel gibi yaratılıp, içine ruh üflenip insan olmuştur” . Bu durumda da Âdem’e ruh üflenmesi zaten yetişkinken olmaktadır. Âdem’in yetişkin olarak yaratıldığı bilgisinin doğru olmadığını Kuran’da bulunan ayetlerden zaten biliyoruz. Hepimiz Kuran’dan da biliyoruz ki İsa bir anneden doğmuş ve çocukluk döneminden sonra bir yetişkin olmuştur. Öyleyse Âdem de bir anneden doğmuş ve bir çocukluk dönemi yaşamıştır. Fakat Âdem’in meleklere isimleri bildirmesi ve cennet bahçesine yerleşmesi hep yetişkinlik döneminde olmuştur. Çünkü Bakara suresi 35. Ayette ve Araf suresi 19. Ayette: Âdem’e “sen ve eşin cennete yerleşin” denmektedir. Eşi olan birisi yetişkin demektir. Meleklere isimleri bildirmesi demek, meleklere Âdem’e Allah’ın ruhundan üflenmesinin tamamlandığının gösterilmesi demektir. Yani ruh üflenmiş secde etme zamanı gelmiştir.
İnsan suresi 1. Ayet:
İnsan anılmaya değer bir şey değilken üzerinden çağdan bir süre geçmedi mi?
Bu ayeti Âdem peygamberin yaratılması ile ilgili olarak ele alırsak: Âdem’in yaratılıp bahse değer bir şey olması için uzun bir çocukluk dönemi geçmiş olması gerekir. Ve ruhun üfürülmesi ile bahse değer bir şey olmuştur. Kuran’da Âdem’in çocukluk bahsi geçmediğine göre çocukken daha ruh üflenmemiştir. Ruh üflendikten sonra bütün isimleri söyleyerek değerli olmuş; melekler secde etmiş ve cennete yerleşmeye hak kazanmıştır. Kuran’da Âdem’den ilk kez bahsedildiğinde yanında eşi vardır. Bu durumda bahse değer oluşu evlendikten sonra olmuş demektir. Bu durum ruha üflenmesinin evlendikten sonra olduğunu göstermektedir.
Bakara suresi 33-35. Ayetler:
قَالَ يَاآدَمُ أَنْبِئْهُمْ بِأَسْمَائِهِمْ فَلَمَّا أَنْبَأَهُمْ بِأَسْمَائِهِمْ قَالَ أَلَمْ أَقُلْ لَكُمْ إِنِّي أَعْلَمُ غَيْبَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ وَأَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا كُنْتُمْ تَكْتُمُونَ (33) وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ أَبَى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِرِينَ (34) وَقُلْنَا يَاآدَمُ اسْكُنْ أَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلَا مِنْهَا رَغَدًا حَيْثُ شِئْتُمَا وَلَا تَقْرَبَا هَذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِمِينَ (35)
Kâle yâ âdemu enbi’hum bi esmâihim, fe lemmâ enbeehum bi esmâihim, kâle e lem ekul lekum innî a’lemu gaybes semâvâti vel ardı ve a’lemu mâ tubdûne ve mâ kuntum tektumûn(tektumûne). Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), ebâ vestekbere ve kâne minel kâfirîn(kâfirîne). Ve kulnâ yâ âdemuskun ente ve zevcukel cennete ve kulâ minhâ ragaden haysu şi’tumâ ve lâ takrabâ hâzihiş şecerete fe tekûnâ minez zâlimîn(zâlimîne).
(Allah): « Ey Âdem, onlara (meleklere), onların isimlerini haber ver.» dedi. Bu emir üzerine Âdem onlara isimleriyle onları haber verince, (Allah): «Ben size, ben göklerin ve yerin bilinmeyenlerini bilirim, sizin açıkladığınızı da, içinizde gizlediğinizi de bilirim» dememiş miydim?» dedi.
Hani biz meleklere «Âdem için secde ediniz» dedik de hemen secde ettiler. Yalnız iblis kaçındı, kendini değerli, büyük gördü ve kâfirlerden oldu.
«Ey Âdem! Eşin ve sen cennette kal, orada olandan istediğiniz yerden bol bol yiyin, yalnız şu çok yıllık bitkiye yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz» dedik.
Şimdi Hicr suresi 28-31. Ayetleri hatırlayalım:
Ve o zaman Rabbin meleklere demişti ki: Kesinlikle ben karşılıklı dizilip ilişkilendirilmiş olan ardışık olandan beşer şekillendirenim. Onu belli bir düzeye getirip ruhumdan içine üflediğimde; hemen onun için secdeye kapanın. Böylece meleklerin hepsi toptan secde ettiler.
Burada açıkça görülüyor ki düzenlenip ardından Allah’ın kendi ruhundan üflemesi yetişkinlik döneminde gerçekleşiyor. Meleklere Âdem ‘e ruhtan üflenmiş olduğu da isimleri bilmesi ile ispatlamış olmaktadır. Bu olay meleklere Adem’e Allah’ın ruhundan üflendiğinin delilidir.
Buna başka bir örnek de Araf suresi 11. Ayet:
وَلَقَدْ خَلَقْنَاكُمْ ثُمَّ صَوَّرْنَاكُمْ ثُمَّ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ لَمْ يَكُنْ مِنَ السَّاجِدِينَ (11)
Ve lekad halaknâkum summe savvernâkum summe kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), lem yekun mines sâcidîn(sâcidîne).
Ve sizi biçimlendirmiştik, sonra size daha çok program yükledik, sonra da meleklere: Âdem için secde edin. Dedik; hepsi secde ettiler, yalnız İblis, secde edenlerden olmadı.
İnsanın yeteneklerinin tamamlanması buluğ çağının sonuna kadardır. Nihai yüz hattı vücut ölçüleri mesela boy, ses, karakter, akıl gelişimi gibi birçok özellik buluğ çağından sonra tamamlanır. Burada “halaknâkum summe savvernâkum” denmektedir. Halaknaküm, sizi biçimlendirdik demektir. Savvernaküm kelimesi ise şizi şekillendirdik şeklinde çevrilmektedir. Sevver kelimesi bir şeyin dışa vurulan ifadesi demektir. Hem şekli ifade eder hem de dışsal davranışı ifadeyi içerir. Bu tanım sevver kelimesinin refleks, program, karakter anlamında olduğunu göstermektedir. Bakara suresi 260. Ayette sur kelimesi “alıştırma, şartlı refleks olarak açıklanmaktadır. Essur yani sura üflenme ifadesi de bu köktendir. Evrenin yıkılışının programsal olan bir durum olduğunu anlatmaktadır. İnsanın zihinsel, karakter programının tamamlanması 25. Yaşa doğrudur.
Şems suresi 7-8. Ayetler:
وَنَفْسٍ وَمَا سَوَّاهَا (7) فَأَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوَاهَا (8)
Ve nefsin ve mâ sevvâhâ. Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.
Ve nefse ve onu belli bir düzeye getirene,
Böylece ona, onun ahlaksızlığını ve onun önemsemesini ilham edene.
Burada sevvaha kelimesi düzenleme demektir. Ardından “kötülük ve kaçınmayı ilham edene” denmektedir. Yani düzenleme ile iyi ve kötü ayırımına (otokontrol) ulaşılmaktadır yani mümeyyiz olunmaktadır. İnsan için bu dönemin tamamlanması 25. Yaş civarındadır.
Kehf suresi 37. Ayet:
قَالَ لَهُ صَاحِبُهُ وَهُوَ يُحَاوِرُهُ أَكَفَرْتَ بِالَّذِي خَلَقَكَ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ سَوَّاكَ رَجُلًا (37)
Kâle lehu sâhıbuhu ve huve yuhâviruhû e keferte billezî halakake min turâbin summe min nutfetin summe sevvâke raculâ(raculen).
Arkadaşı ona odaklanarak dedi ki: Seni topraktan, sonra bir salgıdan biçimlendiren sonra seni bir adam seviyesine ulaştıranı mı inkâr ediyorsun?
Düzenleme olayı (sevvake) adam (yetişkin) oluncaya kadar devam etmektedir.
Zumer suresi 42. Ayet:
اللَّهُ يَتَوَفَّى الْأَنْفُسَ حِينَ مَوْتِهَا وَالَّتِي لَمْ تَمُتْ فِي مَنَامِهَا فَيُمْسِكُ الَّتِي قَضَى عَلَيْهَا الْمَوْتَ وَيُرْسِلُ الْأُخْرَى إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ (42)
Allâhu yeteveffel enfuse hîne mevtihâ velletî lem temut fî menâmihâ, fe yumsikulletî kadâ aleyhâl mevte ve yursilul uhrâ ilâ ecelin musemmâ(musemmen), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Allah’tır ölümü esnasında benliğin (nefsin) tamamını alan ve ölmeyenin uykusunda alan. Kendisine ölüm gerçekleşeni tutar ve diğerini belli bir süreye kadar gönderir. Kesinlikle onda düşünen bir toplum için ayetler vardır.
Apaçık anlaşılıyor. Ölüm esnasında alınan nefis yani benliktir. Ruhtan bahsedilmiyor. Her ne kadar bazı tercümanlar ruh olarak çevirseler de burada alınan nefs (benlik) dir.
Enam suresi 93. Ayet:
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللَّهِ كَذِبًا أَوْ قَالَ أُوحِيَ إِلَيَّ وَلَمْ يُوحَ إِلَيْهِ شَيْءٌ وَمَنْ قَالَ سَأُنْزِلُ مِثْلَ مَا أَنْزَلَ اللَّهُ وَلَوْ تَرَى إِذِ الظَّالِمُونَ فِي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلَائِكَةُ بَاسِطُوا أَيْدِيهِمْ أَخْرِجُوا أَنْفُسَكُمُ الْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنْتُمْ تَقُولُونَ عَلَى اللَّهِ غَيْرَ الْحَقِّ وَكُنْتُمْ عَنْ آيَاتِهِ تَسْتَكْبِرُونَ (93)
Ve men azlemu mimmenifterâ alâllâhi keziben ev kâle ûhıye ileyye ve lem yûha ileyhi şey’un ve men kâle se unzilu misle mâ enzelallâh(enzelallâhu), ve lev terâ iziz zâlimûne fî gamerâtil mevti vel melâiketu bâsitû eydîhim, ahricû enfusekum, el yevme tuczevne azâbel hûni bimâ kuntum tekûlûne alâllâhi gayral hakkı ve kuntum an âyâtihi testekbirûn(testekbirûne).
Allah’a karşı yalan uydurandan veya kendisine bir şey vahiy edilmemişken «Bana vahyolundu, Allah’ın indirdiği gibi ben de indireceğim» diyenden daha zalim kim olabilir? Bu zalimleri, ölümün dalgınlığı içinde, melekler ellerini uzatmış, «Nefislerinizi çıkarın, bugün Allah’a karşı haksız yere söylediklerinizden, O’nun ayetlerine büyüklük taslamanızdan ötürü alçaltıcı azapla cezalandırılacaksınız» derken bir görsen!
Bu ayette de ruhlarınızı verin denmiyor. Nefislerinizi verin deniyor. Açıkça üflenen ruhun, nefsin yani canın içinde, onun bir bölümü, ilavesi olduğu anlaşılıyor.
Bu günkü bilimsel bilgilerimizle biliyoruz ki insana insan olma özelliğini veren beynin prefrontal alanıdır. Alnımızda iki kaşımız arası gibi bir bölgededir. Secdeye gittiğimizde yere değen bölgede yer alır. Bu bölge beynin “Ceo” su yani halifesidir. Algısal analiz, soyut düşünme ve sosyal davranış yetkinlikleriyle ilişkilidir. Prefrontal korteks tüm duyulardan iletilen bilgileri düzenlemekte ve organize etmektedir. Beyin en geç olgunluğa ulaşan kısımlarından biridir.
Prefrontal korteks ile ilişkilendirilen beyin işlevleri:
- Dikkat odaklanması.
- Düşünce düzenlenmesi ve problem çözme yetisi.
- Farklı durumlara göre davranış uyarlanması.
- Planlama ve strateji oluşturma.
- Duyu kontrolü ve haz erteleme.
- Yoğun duyguların kontrolü.
- Uygunsuz davranışların bastırılması ve uygun davranış gösterme.
- Eş zamanlı çoklu bilgilerin işlenmesi.
- Beyinin bu kısmı kişiye yargılama yetisi kazandırmaktadır.
Bu bölgenin tamamen olgunlaşması 25 yaşı civarında gerçekleşmektedir.
Mümeyyizlik yani iyi ile kötüyü ayırma yaşının başlangıcı ortalama 12 yaş tır. Bir insanın tam olarak mümeyyiz olması için en az 25 yaşında olması gerekmektedir. Beyninin prefrontal bölgesi hasar görmüş kişiler utanmaz ve ahlaksız olabilmektelerdir. Bir insanın prefrontal alanına zarar verirseniz o kişiyi vicdansız, ahlaksız yapabilirsiniz. Bu durumda zarar gören prefrontal alan olduğu halde ahlaksız, vicdansız olabilmektedir. Oysa sizin anladığınız anlamda ruh denen şeye bir şey olmamıştır. Bu bilgi bana Âdem’in cennete yerleşirken ve cennette sınanırken niye hep yanında eşi olduğunu açıklamaktadır. Çünkü erişkin yani mümeyyiz olduğu dönemden bahsedilmektedir. Âdem’in isimleri meleklere bildirdiği yaş yani tam mümeyyiz olduğu ve sınandığı yaş 25. yaşı civarı olmalıdır.
Şeytan Âdem’e ve eşine düşman olduğu halde cennet bahçesine girene kadar onlara karşı hiçbir girişimde bulunmamıştır. Çünkü Kuran’da bununla ilgili bir bilgi verilmemektedir. Neden? Çünkü Âdem’e “secde edin” emri ile cennete girme arasında zaman farkı yoktur. Şeytan’ın Âdem’e vesvese vermesi yani secde etmemesi, oradan kovulması hep bu dönemde olmaktadır. Şeytan onları cennetten çıkarmak istemektedir. Çünkü muhtemelen Âdem ve eşinden önce orada yerleşen kendisidir. Çünkü Bakara suresi 30. Ayette Allah “Halife kılanım” demektedir. Bu bilgi hep nedense “kılacağım” gibi anlaşılmaktadır. Demek ki öncesinde halife olan İblis tir. Fakat şimdi oraya halife olan Âdem ve eşi yerleşmiştir.
Âdem bütün isimleri bilmesine karşılık olarak âlim sıfatı ile cennete yerleştirilmiştir. Fakat asıl üstünlük takva yani haramlardan kaçınmak ile olduğu için cennette kalmayı hak edememiştir. Çünkü Şeytan’ın onu kandırması ile Allah’ın yasak ettiği ağaca yaklaşarak haram işlemiş ve takvasını kaybetmiştir.
Bir insanın gerçek anlamda olgunluk değerlendirilmesi ancak tam mümeyyiz olduğunda yapılabilir. Bir çocuk bütün yaptıklarından sorumlu tutulamaz.
Bir sarhoşta bilinç tam değildir. Akıl, vicdan, soyut düşünebilme yeteneği geçici olarak gitmiştir. İnsan suresi 1. Ayette dendiği gibi insan türüne ruh üflenmeden önceki durumunda “anılmaya değer” ve muhatap değildir. Belki de bu nedenle Nisa suresi 43. Ayette “sarhoşken namaza yaklaşmayın” denmektedir. Çünkü bu durumda geçici de olsa Allah’tan üflenmiş bir ruh sahibi değildir.
Bir insanın biyolojik ve kişilik gelişimi 25 yaşlara doğru tamamlanmaktadır. Yani bir insanın düzenlenip içine ilahi ruhtan ilham edilmesi yani tam şuurlu, vicdanlı, soyut düşünce kabiliyeti olan bir kul olması ancak 25 yaşından sonra mümkün olabilir. Bu nedenle Allah’ın ruhundan üflenmesinin tamamlanması ancak bu yaşlardan sonra olabilmektedir. O, da olursa!
Enam suresi 112. Ayet:
وَكَذَلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُوًّا شَيَاطِينَ الْإِنْسِ وَالْجِنِّ يُوحِي بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُورًا وَلَوْ شَاءَ رَبُّكَ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ (112)
Ve kezâlike cealnâ li kulli nebiyyin aduvven şeyâtînel insi vel cinni, yûhî ba’duhum ilâ ba’dın zuhrufel kavli gurûrâ(gurûran), ve lev şâe rabbuke, mâ fealûhu fe zerhum ve mâ yefterûn(yefterûne).
İşte böylece biz, her nebiye insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. Onlardan kimi, kimini aldatmak için süslenmiş sözler vahiy ederler. Eğer Rabbin gerekli görseydi bunu yapamazlardı. Öyleyse onları iftiraları ile baş başa bırak.
Buradan da anlaşıldığı gibi cin ve insan şeytanları da vardır. İnsan şeytanlarına bütün meleklerin secde (itaat) etmesi mümkün değildir. Öğleyse bu şeytan insanlar “düzenleyip ruhumdan üflediğimde ona secde edin” tanımına uygun değildir.
Canlılık, insan olmak ve ilahi ruh taşımak farklı şeylerdir. Sanırım canlılık veren güç ile ilahi ruh kavramları zaman içinde karıştırılmıştır. Bir insan ancak bir insandır. İlahi bir varlık olarak yani Allah’ın ruhundan üflediği insan ise aklıselim, güzel ahlak ve şuur taşıyan, takva sahibi, tövbe edebilen, vicdanlı her anlamda olgun insandır.
Kısacası “ruhumdan üfledim” cümlesinin anlamı “Ona kendimden ilahi akli özellikler ekledim, vicdan ve soyut düşünebilme kapasitesi yükledim” demektir. Ayrıca Kuran' da dikkat edildiğinde "ruhumdan üflemenin" "bütün kelimeleri öğretti" ile aynı anlamda olduğu anlaşılacaktır. İnsanlar kelimelerle düşünür. Bu da Allah'ın insana ayrıntılı düşünebilme yeteneği üflediğini göstermektedir. Nefeh yani üflemek kelimesinin asıl anlamı genişletmek, kapasitesini artırmak demektir. Kapasitesi artırılan ilahi özellik de soyut düşünce yeteneği, vicdan, güzel ahlaktır. Önceki bölümlerde Âdemoğlunun beyninin prefrontal bölgesinin Neandertal prefrontal bölgesinden çok daha gelişmiş olduğu gösterilmiştir. Ruh bu bölge genişletilerek üflenmiştir.
Güzel ahlakın en önemli kısmı ise haramlardan uzak kalmaktır. Eğer insan bunu aklıselim ile gerçekleştirir ise o zaman bütün melekler ona itaat edecektir. Ama şeytan bunu gerçekleştirmemize olanca gücü ile engel olmaya çalışmaktadır. Bunu başarabilmek için bu mücadelede azim sahibi olmak gerekir. Bu da ancak Kuran ve Allah’ın yardımı ile mümkündür.
Doğrusu Allah bilir.