Tevbe Sûresi-54
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
***
أَوَلَا يَرَوْنَ أَنَّهُمْ يُفْتَنُونَ فِي كُلِّ عَامٍ مَرَّةً أَوْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ لَا يَتُوبُونَ وَلَا هُمْ يَذَّكَّرُونَ (126) وَإِذَا مَا أُنْزِلَتْ سُورَةٌ نَظَرَ بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ هَلْ يَرَاكُمْ مِنْ أَحَدٍ ثُمَّ انْصَرَفُوا صَرَفَ اللَّهُ قُلُوبَهُمْ بِأَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَفْقَهُونَ (127)
***
أَوَلَا يَرَوْنَ أَنَّهُمْ يُفْتَنُونَ فِي كُلِّ عَامٍ مَرَّةً أَوْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ لَا يَتُوبُونَ وَلَا هُمْ يَذَّكَّرُونَ (126)
(EaVaLAv YaRaVNa EanNaHuM YuFTaNUvNa FIy KulLi GAvMın MarRaTan EaV MarRaTaYNı ÇümMa LAv YaTUvBUvNa VAv LAv HuM YaüÜakKaRUvNa)
“Her sene merraten veya merrateyni fitne olunduklarını rey etmiyorlar mı? Sonra tevbe etmeyecekler ve tezekkür de etmeyecekler.”
Kur’an’ın cümleleri sıradan cümleler değildir. “Görmüyorlar mı / görmeyecekler mi” ifadesiyle başlıyor ve “fitne olunduklarını” değil “olunacaklarını” söylüyor. Olmadan nasıl görülecek? “Yuftanûna” yerine “Futinû” olması gerekirdi.
Demek ki burada bir olay anlatılmıyor, bir sosyal kanun konuyor. İleride hep böyle olacaktır. Bunu görmeleri ve bundan ders almaları gerekir.
“Yeravne”deki zamir nereye gidiyor, kimler göremiyor, kimler görmeyecek?
Sûrenin inzali “Adil Düzen”in, ortaya çıkmasıdır, insanlığa inkâr edemeyecekleri gerçekleri göstermesidir.
Yirminci yüzyılın ikinci yarısında öyle gelişmeler olmuş ki dünya yepyeni ilmî sonuçlara varmıştır. Önce kâinatın genişlemekte olduğu ispatlanmış ve ömrü hesaplanmış, 13,7 milyar yıl yaşında olduğu tesbit edilmiştir. Böylece kıdem nazariyesi tarihi hatıra olarak kalmıştır. Bunun dışında canlılarda DNA’lar keşfedilmiş ve hayat dili okunmuştur. Kendiliğinden verimin de savunulacak tarafı kalmamıştır. Çok daha önemli gelişmeler de olmuştur. İhtimaliyat hesabı bulunmuş, bu sayede birçok şeyler tanımlanır olmuş ve tarihlenmiştir. Dolayısıyla -örnek olarak- Kur’an’ın ilâhi söz olup olmadığını çok basit usullerle test etmek mümkün olmuştur. Tevrat ve Kur’an’da anlatılan kıssaların tarihi kaynakları ortaya çıkmıştır. Böylece sûreler peş peşe gelmiş ve insanlık ilimde aydınlanmıştır.
Bununla beraber insanlığın bu açık ispatlar ve deliller karşısında teslim olması ve çözümleri Kur’an’da araması gerekmez mi?
Hayır!
Öyle olmamış, tüm açıklamalara ve aydınlatmalara rağmen insanlık karanlık uygulamalara devam etmektedir. İnsanlık bir taraftan açık sûrelerle karşılaşmakta, diğer taraftan sıkıntılar ve krizler de sürüp gitmektedir. Gerek insanlıkta gerekse Türkiye’de olan olaylar insanlığı hep sıkıntıya sokmaktadır.
Sûrelerin inmesi Akevler’de başlamıştır. Erbakan ve Gülen cemaatlerinde bunlar tamamen açıklığa kavuşmuştur. Her iki cemaat da Kur’an’a inanmaktadır. Her iki cemaat da çözümlerin Kur’an’da olduğunu bilmektedir. Her iki cemaat da bu işin Akevler usulü ile çözüleceğini gözleri ile görmüştür. Buna rağmen bu sûreler kimsenin imanını artırmamış ve hepsi yine reyb içinde tereddüt etmektedir.
AK Parti’nin tek başına iktidarı ve Cemaat’in başarıları onları gururlandırmış ve “Adil Düzen”i yani İslâm düzenini unutur olmuşlardır. Onlar mevcut düzende başarı elde etmişler, zalim düzeni değiştirmelerine gerek kalmamıştır. 1960’larda inzal olunan sûreler bunları baştan harekete geçirmiş, ondan sonra da mevcut düzenle işbirliği içine girmişlerdir.
Bu durum Akevler’de de kendisini göstermiştir. Mevcut iktidar Akevler’e hiçbir katkıda bulunmamıştır. Akevler de sıkıntıları geçmişe bırakmış, artık çalışıp yenilik yapma ihtiyacını duymaz olmuştur.
Şimdi konuyu yeniden ele alıp incelememiz gerekmektedir.
2000’li yıllarda dünyada neler oldu, Türkiye’de neler oldu, Akevler’de neler oldu?
Kur’an bunu haber veriyor, senede bir veya iki defa fitne olunduğunu bildiriyor.
On iki sene içinde fitne olmadı mı? Kaç fitne oldu?
İşte Kur’an bu fitnenin üzerine dikkatimizi çekmektedir.
Evet, sûreler değerlendirilmelidir. Değerlendirilmezse fitneler devam eder demektir.
Bizim söylediklerimize mukabil “Adil Düzen”e karşı söz söyleyenler çoktur. Kimileri bizi yendiklerini sanıyorlar. Evet, cemaatimizi bizden kopardılar. Cemaat irtidat etti, İslâm düzeni kaygısı kalmadı, nasılsa mevcut düzende sorunları çözüyorlar! Millî Görüşçülerin bir kısmı irtidat etti, küfür cephesine katıldı, böylece anayasa ekseriyeti ile iktidar oldular.
İlk bakışta bu durum bizim Adil Düzen çalışanlarının mağlubiyeti sanılır.
Tam tersine; dünyadan sosyalizm gitmedi mi, dünyadan ateizm gitmedi mi? Türkiye’de AK Parti anayasa ekseriyetiyle iktidar olmadı mı? CHP teslim bayrağını çekip Ekmeleddin İhsanoğlu’nu cumhurbaşkanı adayı yapmadı mı?
Eskiden dindar olmak suç sayılıyordu.
Şimdi dinsiz olmak artık statü sayılmaz hâle geldi.
Bu âyetteki işkal buradaki zamirle ilgilidir. Kimdir bunlar, açıkça ifade edilemiyor.
AK Parti ve Cemaat’in hak yolda olmadıklarını kanıtlayacak en önemli husus, on iki yıllık iktidarda fitne oldu mu, olmadı mı? Akevler’in durumu ne oldu? Millî Görüş’ün durumu ne oldu? Nur şakirtlerinin durumu ne oldu?
Kur’an “görmüyorlar mı” deyip soruyor. Ama ondan sonra ne olacağı hakkında bir bilgi vermiyor. Bunun anlamı şudur. Sûre nâzil olduğu zaman sûreye kulak verenler olmazsa bir felaket olmayacak, insanlar buna dayanarak cehennem doldurulmayacak ama fitne devam edecektir.
Bugün dünyada fitne var mıdır? Bu fitne hangi sûrelerin değerlendirilmesinden dolayı oluşmaktadır. İnsanlık bunun üzerinde durmalı, sûreleri değerlendirip sorunları çözmelidir. Yoksa fitne devam edecektir. Her sene bir veya iki defa fitne ile karşı karşıya olacağız.
Türkiye’de de durum budur. Nâzil olan sûreler değerlendirilmeli ve günümüzün sorunlarına cevap aranmalıdır. Sûreler değerlendirilmezse fitne de devam eder. Türkiye’nin başı dertten kurtulamaz. Şimdi AK Parti ikiye ayrılma dönemine girmiştir. Erdoğan’ın yiyiciler ekibi ile Gül’ün yiyiciler ekibi birbirleri ile çatışma kampına girmek üzeredir. Erdoğan gider de Gül gelirse kendileri artık ülkeyi soymaya devam edemeyecekler, karşı takım ganimete konacaktır. Ne Gül ve Cemaat, ne Erdoğan ve Cemaat haram yemezler, kamu mallarını paylaşmazlar. Ama her iki kadro içinde çöreklenmiş yiyiciler şimdi birbirleri ile savaş açmak üzeredirler.
Her iki tarafın günahı nedir?
Başarıya ulaştıktan sonra Akevler’i yani “Adil Düzen”i unutup mevcut “zalim düzen” ile birleşerek keyif çatanlara yataklık etmektedirler. Kendileri çalmıyor ama çalanlara da ses çıkarmıyorlar. Rüşvetle, yolsuzlukla, bürokratik zulümle mücadeleyi bırakmışlardır.
Bugün polis ile AK Parti arasında gerginlik vardır. Yarın iki taraf da perişan olacağını anlayacak, yine anlaşacak ve ülkeyi yağmalamaya devam edeceklerdir. Bu da her sene içinde bir veya iki defa fitneye uğramamıza sebep olacaktır.
Bu iki cemaatin oluşmasında Akevler büyük özveri ile çalıştı, zulme uğradı.
Şimdi AK Parti iki kampa ayrılmak üzeredir. Her ikisi de senin sömürenlerin mi yesin, onun sömürenleri mi yesin davası içindedirler.
Akevler’de durum nedir?
Bazı Akevler çalışanları Akevler’i terk edip başarılı gibi görülenlerin yanına koştular. Akevler birkaç garibana kaldı. Cuma Sûresi’ndeki “terakûke kaima” ifadesi ile bomboş kaldı. Gitmek yetmedi. Akevler’i dağıtma isteklerine de boyun eğmektedirler...
Akevler III. binyıl uygarlığını getirmek üzere oluşmuş bir topluluktur. Bu sebepledir ki korunmaktadır. Onun başına da pek çok fitne gelmiştir; gelmektedir. Ne var ki fitne sahipleri Akevler’i ele geçirmekle değil de Akevler’in yok edilmesine çalışmaktadırlar...
Akevler sûrelere kulak vermeye devam edecektir... Akevler sûrelerin gereklerini yapmaya devam edecek, geçmişte olduğu gibi gelecekte de zafere ulaşacaktır...
Ne var ki gelecekte elde edilen zafere sermaye el koyamayacak, artık sözde başarı odakları onun yanında olmayacak, çünkü gelecekte sermayeyi yenmiş ve dünyayı sömürüden kurtarmış olacaktır.
Krizler doğunca halk çözümleri arayacak ve bunları yalnız Kur’an’da bulacağı için fevc fevc Allah’ın düzenine duhul edeceklerdir. Hak gelecek, bâtıl zail olacaktır. Bugün buna inananlar parmak sayısı kadar az olabilir ama Kur’an bunları haber vermektedir.
Biz yeni kooperatif kurmakla meşgulüz... Bürokratlar eskiden olduğu gibi engellemeye devam ediyorlar... Çünkü bizim atadıklarımız ne yapacaklarını bilmiyorlar, eski atananlar da hainliklerine devam ediyorlar... Ama onlar emekli oluyor, onlar yaşlanıp gidiyorlar... Paralel yapı içinde yer almayanlar ise denetimlerini artırıyorlar... Sorunlar çözülmeye başlanacaktır...
Tevbe etmiyor, tezekkür etmiyorlar.
Bir sûre nâzil olduğu zaman insanlar ikiye ayrılmaktadır. Birileri imanını artırmakta ve heyecanla “Adil Düzen” çalışmalarına devam etmektedirler. Öbürleri ise uğradıkları fitnelere rağmen aldırış etmeyip bir türlü yola gelmemektedirler.
Özal’ın başbakan olmasından sonra Akevler’in desteklediği kimseler hep iktidar olmuşlardır. 28 Şubat da hiçbir hasara uğramadan atlatılmıştır. Kendisine yapılan zulümlere sabretmiş, sonunda onlara rahmet olmuştur. Biraz daha sabretme durumundayız.
أَوَلَا يَرَوْنَ
(EaVa LAv YaRaVNa)
“Görmeyecekler mi?”
Arapçada mazi ve muzari olmak üzere iki fiil çekimi vardır. Hâl, gelecek veya mişli geçmiş kipleri yoktur. Bunlar harflerle ifade edilir. “Ma yeravne” deseniz, görmüyorlar mı manası verilir. “La yeravne” derseniz, görmeyecekler manası verilir.
Görmeyecekler mi? Görecekler denmektedir. Yani sûreden yararlanmayanların, kalblerinde marazı olanların başına neler geleceğini ifade etmektedir. “Görmeyecekler mi?” diyerek geleceklerini teyit etmektedir. Bunlar kalblerinde marazı olanlardır.
Acaba Akevler’dekilerin kalblerinde de maraz var mıdır yok mudur; onu düşünmemiz gerekir. Kuruluşta büyük savaşta iken şimdi herhangi bir fitneye maruz kalmıyoruz. Kalsak bile öyle periyodik değildir. Yılda bir veya iki defa böyle bir fitneye düşmüyoruz.
Bazı iyi işler yapmak istiyoruz ama bürokratik engeller devam ediyor... İstiklâl Savaşı’nda kaybedilen haklar ekalliyetlere iade ediliyor da bizim 50 milyon dolar değerindeki arazimiz hâlâ gasp hâlinde. Üç defa imar yaptırmışız; sit alanı, tarihi alan deyip iptal etmişler. Şimdi de burası imarlı değil deyip değerin onda biri ile istimlâk ediyorlar. Basın/medya ambargosuna devam ediyor, Akevler’in ve “Adil Düzen”in görüşleri basında yer almıyor. Hâlâ bir yerlerde çizilen kırmızıçizgi bize karşı işletilmektedir. Biz ise çalışmalarımıza devam ediyoruz. Biz Allah’a inanıyoruz. Zalimler belki cehenneme gitmeyecektir. Allah onları affedebilir. Ama bize yapılan zulmün kat kat ecrini alacağız. O halde biz mazlum olduğumuz için şükrediyoruz. Ya zalim olsaydık, halimiz ne olurdu. Biz iktidarın nimetlerinden uzak tutulduk. Allah bizi korudu. Bundan dolayı binlerce defa hamd etmeliyiz.
أَنَّهُمْ يُفْتَنُونَ
(EanNaHuM YuFTaNUvNa)
“Onlar fitne olunuyorlar”
“Fitne” madenleri curuflardan ayırmak için ısıtmak demektir. Fitne her zaman azap için gelmez, fitne eğitmek için de gelir. Bu sayede insanlar uyarılmış olur ve onlar kötü durumdan kurtulurlar, kurtarılırlar. O halde fitne demek verilen eziyet demek değildir. Her olay bir fitnedir, imtihandır, ayıklama aracıdır. Olgunlaşma için gereklidir. Korunmak için gereklidir. Bu sebepledir ki fitnenin olması kötülüğü ifade etmeyebilir.
Bizim de böyle sıkıntılı günlerimiz olacaktır. O sayede hakka doğru yol alacağız. Onlar gibi olmayacağız.
فِي كُلِّ عَامٍ
(FIy KulLi GAvMın)
“Her âm/sene”
“Her sene” demeyip “her âm” ifadesini kullanmıştır. Âm ve sene üzerinde çalışmalarımız devam etmektedir, “elfe sinine illâ hamsîne âmen” denmiştir. “Sene”den “âm”ı istisna etmiştir. Seneyi aralık, âmı da tarih olarak anlarsak, bu fitnenin tarihin doğal akışı içinde olduğunu, nasıl gece ile gündüz varsa, kış ile yaz varsa, benzer şekilde uygarlaşmada da böyle periyotlar vardır. Bu periyotlar sayesinde topluluk yaşamakta ve uygarlaşmaktadır.
Biz buna dayanarak insanlığın tarih boyunca gelişmesini ekonomide, yönetimde, ilimde ve dinde devir olarak ele alıp sıraladık. Arif Ersoy’un ve Süleyman Akdemir’in akademik tezleri bu çalışma üzerine yapılmıştır. Necmettin Erbakan bunları değerlendirerek “Adil Düzen” içinde dünyaya anlattı.
Nasıl çocuk doğup büyüdüğü zaman her yaşta yeni bir duruma gelmekte ise insanlık da böyle gelişmekte, bir uygarlık da öyle doğmakta, yaşamakta ve yaşlanmaktadır.
مَرَّةً أَوْ مَرَّتَيْنِ
(MarRaTan EaV MarRaTaYNı)
“Bir veya iki defa”
Senede bir veya iki defa demek bunun daha fazla olmayacağı anlamına gelmediği gibi bazı senelerde hiç olmayabilir. Bir iki defa fitne olmakta, insanlar sıkıntıya uğramaktadır.
Kur’an’dan önce insanlar vahiy ile bilgilendiriliyor ve o sayede uygarlaşma mümkün oluyordu. Kur’an’la vahiy sona ermiştir. Artık insanlık buluğa ermiştir. Bundan sonraki çözümler akılla yani içtihad ve icmalarla olacaktır.
İnsanlık senede bir veya iki defa fitneye uğratılmakta, attıkları adımlar yanlışsa onlar ikaz edilmekte, böylece vahyin yerine uyarıcılık etkisini yapmaktadır. İnsanlar vahye karşı gösterdikleri davranışı fitneye karşı da göstermektedirler. Bunu değerlendiren müminler olduğu gibi buna karşı çıkan kâfirler veya kalblerinde marazı olanlar da vardır.
Burada üzerinde durmamız gereken husus şudur. Eğer biz Birinci Cihan Savaşı’nı kaybetmişsek, eğer bize inkılâplar dayatılmışsa, eğer Dersim isyanı olmuşsa, eğer bir PKK sorunu varsa; düşmanları suçlayıp onlara kin kusma yerine, bunların Allah’ın fitnesi olduğunu kabul edip eksiğimizi düzeltmemiz gerekecektir.
PKK sorunu henüz çözülememiştir ama çözülmeye doğru yol almıştır. Bu “Adil Düzen” uygulamasının sonucudur. “Adil Düzen” tebliği tüm insanlığı değiştirmiştir. Ülke içindeki PKK dış destekten mahrum olunca uzlaşma cihetine gitmiştir. Millî Görüş’ten gelen siyasetçiler de bunu değerlendirmiş ve bir duraklama dönemine girilmiştir. Sorun hâlâ çözülememişse, bu da bizim “Adil Düzen”i uygulamadaki tereddüdümüz sebebiyledir.
Fitnenin vahyin yerini aldığını ifade ederken “evelem yerav” yerine “evela yerav” denmiş olması sebebiyledir. Çünkü bu âyet nâzil olduğu zaman hâlâ vahiy devam ediyordu. Dolayısıyla bu âyet geleceği haber veriyordu.
Sûrenin icmalar olduğunu da bu ifade teyit etmektedir.
ثُمَّ
(ÇümMa)
“Sonra”
Burada kullanılan “sonra” bu söyleneni görmedileri içindeki gördüklerinden ayırmak içindir. Gördüler ama yine de tevbe etmediler ve yine de tezekkür etmediler denmiş olacaktır.
Menfi bir şeyin sonrası “Fe” gibi vasl olmuş olur. ‘Hastalandı, gelmedi’ dediğinizde, o gün için gelmedi anlamında olur. ‘Hastalandı, ondan sonra gelmedi’ dendiğinde, hiç gelmedi anlamına gelir. Buradaki “sümme/sonra” da, onlar bu yıllık fitnelerden hiçbir zaman ders almadı şeklindedir, almıyorlar demektir, almayacaklar demektir.
Akevler çalışmalarımızda, “Adil Düzen” çalışmalarımızda karşılaştığımız başarısızlığı başkalarının yaptıklarında değil, bizdeki eksiklikte aramalıyız, kendimde aramalıyım...
لَا يَتُوبُونَ
(LAv YaTUvBUvNa)
“Tevbe etmiyorlar”
“Tevbe etme” yanlışı bırakıp doğruya gelme anlamındadır.
Bir fitne ile karşılaştığınızda fitnenin Allah’tan geldiğini bilmemiz ve hatamızı arayıp bulmamız gerekmektedir, o hatadan vazgeçmemiz gerekmektedir.
O hata nedir?
Askerleri hapse doldurmaktır. Düşmanın keyfine uyup gereksiz kanunları ülkemize getirmektir. İdamı kaldırmaktır. Askerleri sivil mahkemelerde muhakeme etmektir.
Erbakan taksimde cami yapmaya kalkıştı, başbakanlıktan oldu. Erdoğan Taksim’de inşaat yapmaya kalkıştı, başına dert geldi. Erdoğan o gün bile uyanmadı. En yakınlardakiler onu haksız görmeye başladı. Bu sebepledir ki bakan çocukları hapse girdi.
İnsanların içinde barışçılar vardır. Onlarla dost olduğunuz zaman sizinle dost olur ihanet etmezler. Ama şunu bilmeniz gerekir, insanlık dostlardan ibaret değildir. Her zaman düşman da olacaktır. Bu sebepledir ki dünyada kimse ordusunu terhis etmiyor.
Demek ki biz bize söylenenleri daima akıl süzgecinden geçirmeliyiz. İsteneni şeriata uygunsa yapacağız. Avrupalılar istedi diye idam kalkmaz, Allah istiyorsa kalkar.
AK Parti o kanunları bu ülkeye getirirken şeriata uygun olup olmadığını tartıştı mı, ülkemize ve ulusumuza uygun olup olmadığını tartıştı mı?
İşte, gelen fitneler bunlardır. Belki de başka bir şeydir. AK Parti’nin bunu bulup tevbe etmesi gerekir.
Bizim de sözleşmemiz onaylanmıyorsa bizde eksiklik var demektir. Çünkü içini okumadan ezbere imzalar attık. Böyle olunca da savunamadık. Başka eksiğimiz de olabilir.
وَلَا هُمْ يَذَّكَّرُونَ (126)
(VAv Lav HuM YaüÜakKaRUvNa)
“Ve onlar tezekkür eder değiller.”
Fiil cümlesinden sonra isim cümlesi gelmiştir. “Yezzekkerûn” “Yetezekkerûn” demektir. Oturup aralarında tezekkür etmiyorlar. Yani başınıza bu geldi, neden geldi deyip oturup görüşmeleri ve müzakere etmiş olmaları gerekirken bunu yapmazlar. Tezekkür etme âdetleri yoktur.
İktidar olmadan önce bizimle çalışan Millî Görüşçüler iktidar olunca onlarla çalışmaya başladılar. İktidarı kaybedince bizimle görüşme tenezzülünde bulundular. AK Partililer ise henüz iktidarı kaybetmedikleri için bizimle konuları görüşmüyorlar...
1969 yılında bağımsız adaylıklarımızı koyduğumuz zaman sonuna kadar birlikte cihat yaptık. İstanbul Bağımsız Milletvekili Adayı olan İzmir Sanayi Bölge Müdürü Ömer Faruk Yeğin ve Aydın Bağımsız Adayı ve İzmir Sanayi Bölge Müdür Yardımcısı ben, seçimden sonra kamu görevimizden kovulduk! Erbakan milletvekili olunca bizi hatırlamadı bile, başkaları ile parti kurdu, bize haber bile vermedi. Biz yine de onu desteklemeye devam ettik...
Akevler’i beraber kurduğumuz Satoğlu ailesi ile AKP iktidar olduktan sonra artık yabancı olduk; bize Akevler’i tasfiye etmemizi tavsiye etmeye başladılar. Oysa asıl tasfiye edilecek olan AK Parti’dir; böyle giderse tasfiye olacaktır. “Adil Düzen”e ve Akevler’e sahip çıkarsa yaşayacaktır. On iki senedir iktidardadırlar. Akevler’le bir gün bile bir konuyu tezekkür etmediler. Millî Görüşçüler de Akevler’i devre dışı tutmak için var güçleri ile çalışmaktadırlar. Bunlar fitnedir ama bunlardan Akevler ders almalıdır. Demek ki bizde bir şey var ki bunlar oluyor. Biz de oturup tezekkür etmiyoruz.
Tezekkür etmemiz için kurduğumuz www.akevler.org sitesinde yazarlarımız birkaç kişiye indi. Onlar da birbirlerini okumaz oldular. Önce kimse bir sayfadan fazla yazı yazmamalıdır. İkincisi de bir kimse en az beş arkadaşının yazısını her hafta mutlaka okumalıdır. Bu husustaki ihmalimiz sitemizin okuyucularını azaltmıştır.
وَإِذَا مَا أُنْزِلَتْ سُورَةٌ نَظَرَ بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ هَلْ يَرَاكُمْ مِنْ أَحَدٍ ثُمَّ انْصَرَفُوا صَرَفَ اللَّهُ قُلُوبَهُمْ بِأَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَفْقَهُونَ (127)
(Va EiÜAv MAv EuNZiLaT SUvRaTun NaJaRa BaGWuHuM EiLAy BAGWın HaL YaRAyKuM MıN EaXaDin ÇümMa iNÖaRaFUv ÖaRaFa elLAvHu QuLUvBaHuM BiEanNaHuM QaVMun LAv YaFQaHUvNa)
“Her sûre nâzil olduğunda birbirlerine nazar ederler. Biri bizi görüyor mu? Sonra insiraf ederler. Allah onların kalblerini sarf etti. Çünkü Onlar fıkh etmeyen bir kavimdir.”
“Bir sûre inzâl olduğunda” ifadesini tekrar etti ve “vav” ile atfetti. Demek ki bu başka bir sûre inzâlidir. “Mâ” harfi getirilmemiş olsaydı bu ikinci inzâli birinci inzâlin benzeri olarak kabul ederdik. Sadece ikinci olduğunu ifade etmiş olurdu. “Mâ” getirilince sûre sayısında her ikisinde ayrı ayrı çokluk vardır. O halde buradaki sûre ikinci tür sûredir.
Sûre demek kesin olarak sabit olan hükümlerdir. İki türlü sûrenin inzâl olduğu belirtilmiş olmaktadır. Bunlardan birinin icma olduğunu daha önce açıklamıştık. İcma içtihatların birleşmesi demektir. İcmanın dışında bir de olayların tesbitidir. “7,5 şiddetinde zelzele oldu” dediğimiz zaman, burada içtihat yoktur, tesbit vardır. Bunu mütevatir haber olarak anlıyoruz. Demek ki bir sûrenin inzâli demek, birinde içtihatlarda ittifakın hâsıl olmasıdır, diğerinde ise haberlerde tevatürün sabit olması gerekir.
İcmalarda hükümler geleceği ilgilendirir, neler yapmamız gerektiğini anlatır. Tevatürde ise geçmişte olanları bize haber verir.
Biz 1960’larda sosyalizmin yıkılıp liberalizm olacağını ve kapitalizmin sosyalizme dönüşeceğini yazdık. Geçen tarım asrı içinde aslında ikisi oldu. Sosyalizm dağıldı, bugün o ülkeler liberalizmle yönetiliyor. ABD’de kamu payı %50’yi aştı, para devlet tekeline geçti, devlet desteği uygulanmaya ve üretici patronlar ekonomiye hâkim olmaya başladı. Bu sosyalizmdir. Kapitalizm, faizci ve finansçı bankerlerin hâkim olduğu sistemdir.
Demek ki Kur’an nâzil olduktan sonra insanlara kesin bilgiyi sağlayan iki araç vardır. Bunlardan biri icmadır. Müçtehitler bağımsız olarak ayrı ayrı içtihad yaparlar. Hepsi aynı sonuca varırsa demek ki içtihad doğrudur. Bu kesin bilgidir. Diğeri ise bir paket alırsınız, bir bakkala gidip tartarsınız. Bakkal sana 5 kilo 400 gramdır derse, değişik bakkallarda yaptırdığınız ölçülerde en az 5 kilo 250 gram, en çok da 5 kilo 800 gram bulmuş ama hepsi birbirlerinden habersiz değişik terazilerde 5 kilo 400 gram bulmuşsa, artık sizin için bunun ağırlığı kesindir. Bunun aksi iddia edilemez.
İşte, bize göre bu ikinci sûre tevatüren sabit olan haber şeklindeki sûredir.
Allah insanlara kesin bilgiye sahip olmaları için iki imkân vermiştir. Müsbet ilim bu demektir. İcma ile sabit olanlara göre yapmamız gerekenler hakkında karar veririz. Topluca hepimiz onlara uymak zorundayız. Ondan sonra da müşahedelerle de olayları tesbit etmemiz gerekir. Gerçekleri görüp hakka teslim olmalıyız.
Gerçekler ortaya çıkınca Sovyetler çökerse… ABD’de reel sermaye finans sermayesini yenerse… Türkiye’nin Millî Görüş kaçkınları yani gömlek çıkaranları da olsalar, anayasa ekseriyetiyle iktidar olurlarsa… Onlar şaşkına döner ve birbirlerine bakarlar; ‘Bizi gören yok mu?’ derler.
Buradaki “siz” sûre nâzil olunca imanlarına imanlarını katan kimselerdir. “Hel yerakum min ehadin” anlamında mana verilebilir, yani bizi gören var mı anlamında olabilir. Ama “Hel” geldiği için burada görünmeleri istenmektedir. Bu sebeple “küm” zamiri müminlere gitmektedir.
Buradaki “görmek” acaba bunlara saldırıp hesapları görecek yok mu derler demektir. Bu takdirde onların gerçekleri görüp siz haklı imişsiniz, Kur’an doğru haber veriyormuş, Sovyetler çöktü, ABD sosyalizme kaydı demeleri gerekirken, sizin mağlubiyetinizi isteyerek kabul etmeyip sarf ediyorlar.
“Sad” harfi ile “Sarim” toplanıp yığılmış meyve, “Serm” meyve veya ekin toplamak demektir. “Sarefe” bir şeyi başka bir şeye çevirmektir.
“İnsiraf etmek” başka şekle dönüşmek demektir. Sonra insiraf ettiler. Buradaki “Sümme” cümlenin biri bizi görüyor mu cümlesinin devamı olmadığını ifade etmesi içindir. Gerçekleri görüp teslim olmaları gerekirken, bu olmadı diyor, yeni projeler içine giriyorlar.
İsrail oğulları -daha önce yaptıkları gibi- Kur’an nâzil olduktan sonra da insanları bölüp aralarına nifak sokarak çatıştırmak ve sonunda bu çatışmadan yararlanarak kendi hükümranlıklarını sağlama usulünü uygularlar. Bu sebeple Medine’den ve Arabistan’dan kovulmuşlardır. Hazreti Ömer sayesinde asıl vatanları olan Kudüs’e taşınmışlardır. Hıristiyanlarla Müslümanları savaştırarak bugünkü uygarlığın oluşmasına imkân vermişlerdir.
1897’de İsviçre’nin Basel kentinde yaptıkları toplantıda dinler arası savaşın dengeyi sağlayamayacağını, rejimler arası dengeye dönüştürelim demişler ve 1960’a kadar ateist bir dünya devleti kurmak istemişlerdir. Yüz milyona varan insan bu uğurda can vermiştir.
Sonunda insanların dinsizleştirilmesinin mümkün olmadığını görünce “şeriat dışı bir dini/düzeni” kabul edip sömürü düzenlerini sürdürmeyi denediler. Bunun da başarısız olduğunu görünce şimdi yeniden değişime gitme durumundadırlar.
Bundan önce dine karşı olmayan bir dünya devleti kurma çabasında idiler. Yetmedi, şimdi dindar bir dünya devleti kurmak istiyorlar. Türkiye’de CHP ve MHP’nin birleştirilmesi ve Ekmeleddin İhsanoğlu’nun cumhurbaşkanı adayı gösterilmesi buna delalet ediyor.
Evet, “Adil Düzen”i kabul edecekler ama bir şartları vardır, sömürü düzenleri de devam etmelidir! Bunun bilincinde olan yalnız Akevler vardır. Millî Görüşçülerin “Adil Düzen”i bırakmaları, AK Parti’nin “Adil Düzen”e karşı olması hep bu insirafın tezahürüdür.
Bugünkü çaba “Adil Düzen”siz yani şeriatsız karikatürize edilen bir İslâm ile sömürülerini sürdürme çabasıdır. Hâlâ gerçekleri kabul edeceklerine, taktiklerini değiştiriyorlar, kılıktan kılığa giriyorlar. Onların insiraf etmeleri demek bu demektir.
Metotları çok açıktır.
1) Önce yokluğa mahkûm ederler, sizden söz etmemeye ve duyurmamaya çalışırlar. Siz de şöhrete dayalı bir iş yapıyorsanız bırakıp gidersiniz. Akevler şöhret olmadı. Akevler’de yetişenler kendilerini gizleyerek oralarda yer almaya çalıştılar. İnsiraf ettiler. Hâlâ da insiraf ediyorlar. Bizimle görünmek istemiyorlar. Biz bundan memnunuz. Böylece inanmamış kimseler bizden uzaklaşmış oluyor. Azalıyor, azalıyor ve yok oluyoruz gibi geliyor ama tam tersine, çoğalıyoruz, çoğalıyoruz. Bir gün patlama olacak Millî Görüş ile cemaatteki ajanlar temizlenecek ve insanlar fevc fevc bize geleceklerdir.
2) Sermaye baktı ki sizi yokluğa mahkûm ediyor ama yok edemiyor, o zaman da başka bir taktiğe başvurur; sizin yaptığınızı başkası yapıyor göstererek sizi etkisiz hâle getirmeye çalışır. Bizim yapmak istediğimizi cemaat yaptı, siyaset yaptı deyip bizi keen lem yekün yapmaya çalıştı. Böylece sizin yapmak istediğinizi başkasına mâl ederek yok etmek ister. Siz ise eğer haset eder de onlara karşı çıkarsanız, sermaye hedefe ulaşır. Biz Akevler olarak ne yaptık; biz de hem Millî Görüşü hem de Nur cemaatini destekledik. Sermaye buradaki taktiğinde de mağlup oldu.
3) Bununla da sizi devre dışı yapamazsa, o zaman saldırıya geçer ve devlet güçlerini harekete geçirir, mahkemelerden mahkemelere gidersiniz. Akevler’e karşı bunu sinsice yapmışlardır. Akevler’in aldığı yerlere el koydu, el koyamadıklarına yapılaşma izni vermedi, tarımcılığa bile izin vermedi. Bu ambargo devam ediyor. Kooperatif kuruyorsunuz ama size kooperatif kurdurmamak için sudan bahaneler ileri sürüyor. İktidarda olanlar da bunu aşamıyor. Akevler’e olan saldırısını hafif tutmuştur. Millî Görüşe saldırmıştır. Risale-i Nurlara saldırmıştır ama yenememiş ve mağlup olmuştur.
4) Bunu da başaramayınca yeni taktiğe başvurur. İki tarafa ajanlarını yerleştirir. İki tarafı da büyütür. Sonra bunları savaştırır. Bugünkü durum budur. Necmettin Erbakan’ı bertaraf edebilmek için Erdoğan’ı ve Gülen’i büyüttü ve başardı. Şimdi de onları çatıştırarak hedefe ulaşmak istiyor.
5) Baktı ki bu yollarla başarıya ulaşamıyor, o zaman onlara katılır, onların içinde yer alır, oluşu destekler ve kendi çıkarına çevirir. İşte şimdi bu safhadadır. Demek ki sermaye her zaman insiraf etmektedir. Başarıya ulaşamadı mı değişir ve yeni hüviyetle ortaya çıkar.
“Allah da onların kalblerini sarf ettirir” denmektedir. Kalbleri kavramını onların merkezleri şeklinde anladığınızda, onların merkezlerini değiştirecektir demektir.
Değişecek merkez nedir?
Bugün bu merkez ABD’deki sermayedir. 200 aileden ibaret olduğu söylenmektedir. Bunlar dünyayı karşılıksız faizli banka parası ile yönetmektedirler. Olaylar bundan ibarettir. Kur’an bu merkezin bozulacağını haber vermektedir. ABD’deki faizci bankerler sömürü sermayesinden oluşan güç sahipleri artık iktidarda değildirler. Onların yerine iş adamları yani reel ekonomi sahibi üreticiler geçmektedir.
Türkiye’de de bu olmuştur. Yönetim önce solculardan kapitralistlere geçmiştir. Sonra kapitalistlerden muhafazakâr dincilere geçmiştir. Artık Türkiye’yi otel odalarında toplanıp kararlar alan Mason locaları yönetmiyor.
Gelecekte olacaklarla ilgili bir senaryo yazalım. Belki tam da bu söylediklerim olmayacaktır ama buna benzer bir şey olacaktır.
Bugün ABD’deki sömürü sermayesi İsrail halkını finanse etmekte, onları asker olarak savaşçı tutmaktadır. İsrail halkı çalışmadan yaşamaktadır. ABD sermayesi böylece İsrail Yahudilerinin zenginleşip sermayeyi ellerine almasını önlemektedir. ABD sermayesinin gücü çıkardığı karşılıksız paranın yani doların rantından doğmaktadır. Bugün Çin ve Rusya bunun farkına varmaktadır. Ülkelerin kendileri doları para olarak kullanmadıkları takdirde dolar değerini kaybedecek, böylece ABD’deki bankerlerin karşılıksız parası bitecektir.
Üretim emeğe dayanır. Serbest rekabet içinde kimse kimseyi karşılıksız finanse edemez. Zorunlu olarak İsrail ABD’den destek alamaz. Böylece Filistin’deki suni çatışma sona erer. İsrail ve Filistin zengin olmaya başlar. Düzenleri yeterli olmadığı için iç çatışma başlayacak, hem İsrail oğulları hem de Filistinliler Birleşmiş Milletler’den yardım talep edeceklerdir. Birleşmiş Milletler de İsrail’de güveni sağlama görevini Türkiye’ye verecektir. Türkiye de savaşsız İsrail’e girecek ve orada “Adil Düzen”i tesis edecektir.
Tevrat’ta vaat edilen ülke İsrail oğullarına verilecektir. Güvenliği sağlama görevi de Türkiye’nin olacaktır. Yahudiler İsrail’de toplanacaklardır. İsrail yine sermaye merkezi olacaktır. Ama artık sömürü sermayesinin merkezi değil ticari sermayenin merkezi olacaktır. Böylece dünyadaki finans merkezi değişmiş olacaktır.
Sonuç olarak bu âyetten anlıyoruz ki sûrelere inanmayan ve ona uymayan toplulukların kendileri yok olmuyor ama yönetimleri değişiyor, merkezleri değişiyor. Bugünkü savaşların sonunda artık topluluklar ortadan kalkmıyor, yönetimleri değişiyor. İki savaşta da mağlup olan Almanlar hâlâ vardırlar.
Yönetimleri neden değişecektir?
Değişecektir, çünkü onlar fıkıh etmemektedirler.
Fıkıh nedir?
Ebu Hanife’nin tanımını değerlendirelim. Ebu Hanife fıkhı tanımlarken, kişinin hak ve vecibelerini bilmesidir diyor. Yani insanların topluluk içinde görevleri nelerdir? Bu görevlere göre hakları nelerdir? Buna göre hareket etmeleridir.
O halde fıkhı reddeden, onun yerine ekseriyet arzularını hareket mercii kabul eden bir düzenin değişeceğini haber vermektedir.
Şimdi fıkhın gerçek manasını açıklayabiliriz.
Topluluk hâlinde yaşayan canlıların yaşama ve çalışma kuralları vardır. Onlara uyularak topluluklar oluşur. Hayvanlarda bu kurallar irsidir, DNA’larında yazılıdır. Her fert ona uyar ve bu kurallar değişmez. İnsanlarda ise bu kuralları insanlar kendileri koyar ve değiştirir. Bu sayede değişik türde topluluklar oluşur ve gelişmeler olur.
Topluluklar yaşama kurallarını yani şeriatlarını serbest sözleşmelerle tesbit ederler. Bu sözleşmeleri yaparken iki kaynağa dayanırlar. Biri ihtiyaçların tesbitidir. Yani insanların nelere ihtiyacı vardır? Bunları tesbit edip bunları giderecek kurallar koymak gerekir. Burada halkın isteği esastır. Dolayısıyla bu kısımların tesbiti demokrasi ile olur.
Ne var ki isteğe cevap verecek çözümler ise halk tarafından üretilemez. Çünkü doğa isteklerin emrine girmez, doğanın kendi kanunları ve kuralları vardır. Ona göre çözümler aramak gerekir. Bu da ancak müsbet ilimle yani sûrelerle olur. Yani içtihad ve icma deney ve istihbarat. İşte buna “FIKIH” denir.
Bugünkü insanlık demokrasi deyip meclisleri kurmakta, kanunlar çıkarmakta, bu kanunlarla sorunları ortaya koymakta ve güya sorunları çözmektedir. Oysa sorunlar ortaya konsa bile sorunlar çözülmemektedir. Dolayısıyla yapılan kanunlar uygulanamamaktadır. Bugün okullardan FIKIH İLMİ kaldırılmıştır. Yani sûreler inzâl olmamaktadır. Dolayısıyla dünya ıstırap içindedir. Bunu yapan Türkiye de uçuruma doğru yuvarlanmaktadır.
Bu ifade çok açık olarak sûrenin inzâlinin FIKIH olduğunu ifade etmektedir. Sûrenin inzâli demek icmanın akdedilmesi, haberlerin ve deneylerin tevatüren sübutu demektir dedik. Yani “USUL-Ü FIKH”ın uygulanması demektir.
وَإِذَا مَا أُنْزِلَتْ
(Va EiÜAv MAv EuNZiLaT)
“Ve inzal olunduğunda”
“Ve” harfi ile atfedildiği için birinci inzâl ikinci inzâlden farklıdır. Birinci inzâlde içtihad vardı. Rasihler ve fakihler dört delile dayanarak gelecekte yapmamız gerekenleri ortaya koyuyorlardı, bunun yapılması gerekir diyorlardı. Bu sûre sûre nâzil oluyordu. Böylece yeni uygarlık bu yeni icmalara yani yeni sûrelere dayanıyor demektir.
Şimdi de yeni inzâlden bahsetmektedir. Bu, deney yapa yapa gözlem yapıp geçmişte cereyan eden olayların tesbiti ile olmaktadır. Her birimiz kalkıp ayrı deneyler yapamayız, ancak yaptığımız deneyleri ve gözlemleri birbirimize aktarırız. Bu aktarmada yanlışlar olabilir, yalanlar olabilir. Dolayısıyla her haber sûre değildir, her içtihad sûre değildir. İçtihadın sûre olabilmesi için icmanın akdedilmiş olması gerekir. Bir haberin de sûre olması için haberin bize tevatüren gelmesi gerekir. İçtihadda ilim gerekir, haberde ise sadakat gerekir. Metotları farklıdır, nüzul şekilleri farklıdır. Bu sebeple “ve” harfi ile atfedilmiştir.
Fıkıhçılar Kitap’ta içtihadı incelerler, Sünnet’te ise haberi incelerler.
سُورَةٌ
(SUvRaTun)
“Bir sûre”
“Sûre” burada nekre gelmiştir. Marife gelseydi inzâl şekli farklı ama münzel aynı olurdu. Burada ise sûre farklı olduğuna göre münzel de farklıdır.
O halde iki münzel nedir?
Birincisi, içtihada dayanarak ihtiyaçların giderilme şeklini bulmaktır. Buradaki ihtiyaçların tesbit şeklini bulmak. Aksi de olabilir. Bir halkın oluşturduğu ahlâkî cemaatlerin temsilcileri bunu sağlarlar. Bunlar kişilerin sayısına göre söz ve oy hakkına sahiptirler.
Diğeri ise ilmî dayanışma içinde çözülür. Ergin kişiler kendilerine ilmî temsilciler seçerler, ilmî temsilciler içtihadlarını yaparlar. Fetvaları teminatlı olur. İcma hâsıl olursa sûre olur.
Bugünkü Batı uygarlığı ilmî içtihatları kenara atmış, mecliste topladıkları halk temsilcilerinin kaldırdığı parmakla kanunlar yapmaktadır. Bu uygulama da sonuçta çözümler getirmemektedir. Kendilerine ilmî çözümler sunduğumuz zaman da birbirlerine bakarak şaşkına dönerler. Olaylar sizin dediğinizi onaylayınca birbirlerine bakar ve bu durumda ne yapalım derler.
نَظَرَ بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ
(NaJaRa BaGWuHuM EiLAy BaGWın)
“Birbirlerine (bazısı bazısına) bakarlar”
Varsayımları vardı, diyorlardı ki: Din artık fonksiyonunu kaybetti... Din gericiliktir... Din insanları geri bırakmıştır... Dindarlar zavallı kimselerdir... Yaşlılar ölünce kimse dindar olmayacak, böylece insanlık uygarlaşmış olacaktı…
Bu nazariyeyi zorla kabul ettiren sosyalistler ve bu nazariyeyi parası ile dayatan kapitalistler vardı. Bizim gençliğimizi bu anlayış içinde geçirdik. Günah kelimesini söylemeyi ayıp sayardık. Böyle şeyleri ilkel insan söyler derdik...
Sonra ne oldu?
Biz ilk savaşımızı bu anlayışa karşı yaptık, Erabakan’ın İzmir’de verdiği “İlim ve İslâm Konferansı” ile cepheyi açtık... Sonunda iktidar olduk... Dindardık ama başarıyorduk, onlardan çok çok daha iyi başarıyorduk...
İşte şimdi onlar birbirlerine bakıyor, aralarında imdat istiyorlar... Artık konuşmaya mecalleri bile kalmadı... Sadece gariban bakışları ile medet umuyorlar...
Bugün bize karşı direnenlerin akıbeti de bu olacaktır.
Evet, yarın “Adil Düzen”e karşı çıkan Millî Görüş gömleği çıkaranlar ve AK Partililer de şaşkına dönecekler ve birbirlerine bakacaklar. Kur’an Allah’ın sözüdür. Kur’an, Allah nurunu tamamlayacaktır diyor. “Adil Düzen” demek Allah’ın nuru demektir.
Yaşlıların akılları yatmıyor ama genç nesiller bunlara tutunacaklar, onlar yazdıklarımızı okuyacaklar. Nasıl Bediüzzaman’ın Risaleleri devre dışı edilmek istendi ama başarılamadı. Akevler’in “Kur’an ve İlim Seminerleri” de yeni nesillere ulaşacaktır. Bizi okuyacaklar, başkalarını da okuyacaklar ve kendileri içtihad edecekler.
Biz, bizi taklit eden nesil istemiyoruz.
Biz, yalnız bize kulak veren nesil istemiyoruz.
Biz, her söze kulak veren ve sözlerin en iyisine uyan nesil istiyoruz.
Biz, kendi akılları ile hareket eden nesil istiyoruz.
Allah bize böyle istememizi ve yapmamızı emrediyor.
Biz de işte bunu sizlere aktarıyoruz...
هَلْ يَرَاكُمْ مِنْ أَحَدٍ
(HaL YaRAyKuM MıN EaXaDin)
“Bizi kimse görmüyor mu?”
Arapçadaki soru edatından “Hel” olumluyu olumlu kılar, Türkçe karşılığı yoktur. Ancak menfi ile yapılabilir.
Birbirlerine bakar, ‘bizi gören birileri yok mu’ derler.
Kendilerinin gücü yetmeyince kendilerine yardımcı ararlar... Birilerinin çıkıp sizi etkisiz hâle getirmesini isterler... Medet umarlar. Askerin müdahale etmesini isterler... İşçilerin ayaklanmasını isterler... Uluslararası güçlerin harekete geçmesini isterler... Allah’tan medet isteyemezler, çünkü suçludurlar; putlardan medet isterler...
İnsanlık yirminci yüzyılı çok acılar içinde geçirdi... Sermayenin oyuncağı hâline getirilen Hıristiyanlık etkisiz hâle getirildi... Devletler parçalandı... Büyük savaşlar ortaya çıktı... Sosyalizm ve komünizm ile milyonlarca insan doğrandı...
Sonu ne oldu?
O fırtınaların hepsi geçti ve şimdi insanlık huzura doğru, barışa doğru gitmektedir...
Şimdi ben yaşayarak ve bilerek iddia ediyorum ki; asrın tarafsız ve bağımsız ilmi tarihçileri bunları belgeleri ile ispatlayacaklardır.
1967’de İzmir’de Akevler Kooperatifi’ni resmen kurduk. Gayemiz; Kur’an’ı bugünkü müsbet ilimlerle yorumlayarak çağımızın sorunlarını mikroda kooperatifte çözmek idi.
İki tür sûre onun dayanağı idi.
Risale-i Nur cemaati kurucular arasında idi.
Sonra Fethullah Gülen geldi ve bu çalışmayı vakıf hâlinde geliştirdi.
Akevler Kooperatifi Necmettin Erbakan’ı bağımsız adaylığa teşvik etti ve destekledi.
Millî Nizam Partisi kuruldu. Kapattılar! Millî Selâmet Partisi kuruldu. İki sene sonra CHP ile koalisyon yaptı. Sermaye CHP ile DP’yi çatıştırıyor ve kendisi keyif çatıyordu. Bizi ise CHP’lilerin öldürmesinden dem vurarak DP’lilerin akıbeti ile korkutuyorlardı. Biz korkmadık, CHP ile koalisyon yaptık. Kıbrıs’ı aldık, gül gibi geçindik. Sermayenin yalanını sıfır ettik. Humeyni o sırada Bursa’da sürgünde idi, İran’da solcularla benzer bir işbirliği yaptı ve inkılâbı gerçekleştirdi. Gorbaçov da İran örneğini görerek sermayenin yalanını bertaraf etti. ABD’de Obama başkan olunca o yalan çürüdü. Bugün dünya değişmişse, bunun ilk mumunu İzmir Akevler yakmıştır.
Bu bir iddiadır; gelecekte tarih doğrusunu bulacaktır.
Şimdi de iddia ediyorum ki; Akevler’deki yarım asırlık çalışma insanlığa “Adil Düzen”i hazırlamış, artık insanlığın bunu öğrenme zamanı gelmiştir... Başta Saadet Partililer öğrenmelidirler… Sonra Ak Partililer öğrenmelidirler... Sonra Türkiye öğrenmelidir... Sonra Müslümanlar öğrenmelidir... Dünya ondan sonra öğrenmekle mükelleftir... Ama bilinmez; belki de Eskimolar veya Afrika vahşileri en başta öğreneceklerdir...
ثُمَّ انْصَرَفُوا
(ÇümMa iNÖaRaFUv)
“Sonra insiraf ettiler”
(sad) “Sarim” toplanıp yığılmış meyve, “serm” meyve veya ekin toplamak demektir. “Sarafe” bir şeyi başka bir şeye çevirmektir. Altını gümüşle değiştirme işlemine sarf denir. Bir şeyi başka kalıba koymadır.
“İnsiraf etme” demek kendi kendisini başka kalıba sokma demektir.
Gerçeği gördükleri zaman kendileri değişir, sonra yine bildiklerine başka taraftan gitmeye çalışırlar. Kalıplarını değiştirirler. Görüntülerini değiştirirler.
Tarihte bu değişme daima olmuştur. Hazreti İsa’nın getirdiği Hıristiyanlık Pavlus tarafından değiştirilerek bugüne kadar getirildi. Kur’an’ın saltanatla ilgili olan ahkâmı değiştirilerek saltanata dönüştürüldü. Emeviler, Abbasiler ve Türkler ona dört elle sarıldılar.
Cumhuriyet de henüz şeriata dönmemiştir. Başlangıçta askeri dayatmalı başkanlar seçildi. Sonra meclis ekseriyeti ile seçim yapıldı. Şimdi halkın ekseriyeti ile seçim yapılıyor.
Bunların hepsi İslâmî değildir.
AK Parti Batı’nın sokaklarında çözümler aramış ve hâlâ bu yolda ilerlemektedir...
İslâmiyet’te seçim nasıl olur?
Meclis’te siyasi partiler vardır. Bunlar askerlerden birer cumhurbaşkanı adayı önerirler. Milletvekilleri bunları sıralar. Bir adayın sıralarının tersi alınarak toplanır ve en büyük dereceyi bulan başkan olmuş olur. Bu başkan ordu komutanlarını atar. Halk bu ordu komutanlarına biat ederse başkan seçilmiş olur.
İşte, insanlık 1400 senedir başkanlık seçiminde kalıp değiştirmektedir.
AK Parti de kanunlar yapar ve ertesi sene yine yapar.
Batı bu ekseriyet sistemi ile insiraf içindedir.
Ekseriyete dayalı olarak yapılan kanunlar her zaman değişmeye mahkûmdur.
İktidar değişince bütün kanunların değişmesi gerekir.
Ekseriyetle kanun yapmanın mahzurları şunlardır.
a) Ekseriyet ekalliyeti ezer, hattâ yok eder. Çünkü onu durduracak bir denge aracı yoktur.
b) Ekseriyet istikrarsızlık getirir. En kabiliyetsiz ve dönek kimseler sık sık saf değiştirerek çelişkili mevzuatı üretirler, yönetimi en kötü ve en zayıf olanlar alır.
c) Ekseriyet sistemi çelişkili sistemdir. Tutarsızdır, işe yaramaz, uygulanamaz. Dolayısıyla durmadan kanunlar çoğalır. Anlaşılmaz ve uygulanmaz kanunlar sadece raflarda durur, ülke kanunsuz ve ilkel yönetimlerce yönetilir.
d) Ekseriyet sistemi halkı kamplara ayırır ve birbirleriyle savaştırır. Sonunda ya sermaye ya da silah hâkim olur. Zaten ekseriyet sistemini sermaye kiliseyi ve halk yönetimini yok etmek için icat etmiştir.
صَرَفَ اللَّهُ قُلُوبَهُمْ
(ÖaRaFa elLAvHu QuLUvBaHuM)
“Allah kalblerini sarf edecektir”
Fiilin mazi olduğuna bakılmasın. “İza”nın cevabında gelmiştir. Dolayısıyla muzari manası vardır.
Buradaki “Kalb” merkez demektir. Yönetici kadro demektir. Kalb sarf ettiren demektir. Kanı toplar ve salar. Santral demektir, merkez demektir.
Ekseriyet sisteminin diğer bir özelliği de yöneticilerin sık sık değişmesidir. Yasaların tutarsızlığı ve istikrarsızlığı dışında uygulayıcıların değişmesidir. Bu da onların kötü düzenleri sonucu Allah’ın kanunudur. Yöneticiler hem kendileri değişir hem de halktan rey almak için söyledikleriyle iktidarda oldukları zaman yaptıkları tamamen farklı olur, birbirine uymaz. Geçmişte çok yaşadık. Muhalefette söyledikleri ile iktidarda söyledikleri yer değiştirir. Eskiden onların söylediklerini bunlar söyler, bunların söylediklerini onlar söyler.
Bu âyetler psikolojik bakımdan da yorumlanabilir.
“İnsiraf etmek” bedenen bir şey yapmak demektir. İnsan bir şey yapınca sonra onu savunmaya başlar. Düşünceleri de ona uyar. Yahut insan topluluğunu değiştirince görüşleri de değişir. Yazarlar gazetelerini değiştirince kendileri de değişir.
Bu manalar üzerinde de başkaları durabilir.
بِأَنَّهُمْ قَوْمٌ
(Bi EanNaHuM QaVMun)
“Bir kavim olmaları sebebiyle”
Burada “kavim” kelimesi kullanılarak bu konuda esas hükümlerin devlet çapında olduğuna işaret etmektedir. Sûrenin devlet seviyesinde nâzil olacağı ifade edilmektedir. Bir ulusun rasihleri ittifak edince o husus o ulus için sûre hâline gelir. İllerdeki fakihlerin içtihadı ve icması kavmin icmasına aykırı olmamalıdır. Bucaklardaki kabilenin icması da bunların icmalarına aykırı olmamalıdır.
Hukuk kavim içinde oluştuğu için insanlığın icması söz konusu değildir. Çünkü insanlıktaki âlimlerle devletlerdeki âlimler aynı seviyede kimselerdir. İnsanlık içtihatları kavmin dili ile yapılır. Dolayısıyla tüm insanlığın icmaları fıkhî değil ilmî olacaktır.
لَا يَفْقَهُونَ (127)
(LAv YaFQaHUvNa)
“Fıkh etmezler.”
Kişi beyanda bulunur; ben otomobili şu saatte şuradan aldıracağım, biletimi on liraya satıyorum. Bu kişi bu beyanı kendi kendisine yapmıştır. Bileti aldıklarında artık rücu edemez, onu yerine getirmekle yükümlüdür. Fıkhın temeli kişilerin kendi kendilerine kural koymalarıdır. Ben böyle yapacağım der. O da onu bağlar. Kişi ona göre hareket etmek zorundadır. Zamanı gelmişse kuralı değiştirebilir. Mesela ben her gün saat beşte yazıhanede olacağım demekle yazıhanede bulunmak zorundadır. Bu kuralı o gün olmadan değiştirebilir ama o gün gelmişse artık değiştiremez.
Bundan sonra fıkhın ikinci kaynağı ise yapılan sözleşmelerdir. Anlaşanlar bir araya gelip ortak kural koyarlarsa onların ona uymaları gerekir. Vakit gelmeden haber vererek sözleşme sona erdirilebilir. Ama sözleşme yürürlükte iken ona uyma zorunluluğu vardır.
Kurallar bir de ortak vekilin koyduğu kurallardır. Eğer bir konuda karar verilmesi gerektiğinde ittifak etmişler ama hüküm üzerinde ittifak etmemişlerse, ortak bir vekil seçerler. Vekil istişare eder. Sonunda bir karara varır ve ilan eder. Bu da tarafları bağlar. Çünkü vekilin aldığı karar aslın aldığı karardır.
İhtilaflarda ise tarafların seçeceği birer hakem ile hakemlerin seçeceği başhakemin birlikte aldığı karar tarafları bağlar. İşte şeriat böyle oluşur. Burada demokrasi vardır. Bu suretle elde edilen icmalar sûrenin inzâlidir. Ne var ki bu hayat için yeterli değildir.
Kararlar dil ile ifade edilecek, sonra o dil ile anlaşılıp uygulanacaktır. O halde bir taraftan kararların ifadesi söz konusudur, sonra da kararların anlaşılması söz konusudur.
İşte, sözleşmeleri tanzim etme ve sözleşmeleri yorumlama fıkıhtır. İslâm fıkhı buna da dayanmaktadır.
İlim, bir kuralın nerelerde mevcut olduğunu tesbit eder. Sular yüz derecede kaynar kuralı gereği nerede sular varsa orada su yüz derecede kaynar. Başka bir kural da; basınç kaynama noktalarını yükseltir. Bu ilimdir. Fıkıh ise değişik kuralların bir yerdeki ortak etkisini ele alır. Değişik kanun maddelerinin bir yerde uygulanması fıkıhtır.
Fıkhın dereceleri vardır.
-Ümmiler sadece gözetim altında iş yapabilirler
-Sailler ise verilen işi kendi başlarına devam ettirirler.
-Âmiller mezun oldukları işleri kendi başlarına yapabilirler.
-Zakirler kitapları ve projeleri anlayıp uygulayabilirler.
-Fakihler proje yapabilirler.
-Rasihler ise proje yapma kurallarını ortaya koyarlar.
Böyle örgütlenme olacaktır.
Dayanışma içinde bilgi akışları sağlanacak ki sûrenin manası anlaşılsın.
İşte, bugün insanlık fıkıhtan mahrum olduğu için ıstırap içindedir.