TEVBE SÛRESİ TEFSİRİ(9.SURE)
Süleyman Karagülle
1583 Okunma
83 VE 85.AYETLER

Tevbe Sûresi-37

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

***

 

فَإِنْ رَجَعَكَ اللَّهُ إِلَى طَائِفَةٍ مِنْهُمْ فَاسْتَأْذَنُوكَ لِلْخُرُوجِ فَقُلْ لَنْ تَخْرُجُوا مَعِيَ أَبَدًا وَلَنْ تُقَاتِلُوا مَعِيَ عَدُوًّا إِنَّكُمْ رَضِيتُمْ بِالْقُعُودِ أَوَّلَ مَرَّةٍ فَاقْعُدُوا مَعَ الْخَالِفِينَ (83) وَلَا تُصَلِّ عَلَى أَحَدٍ مِنْهُمْ مَاتَ أَبَدًا وَلَا تَقُمْ عَلَى قَبْرِهِ إِنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَمَاتُوا وَهُمْ فَاسِقُونَ (84) وَلَا تُعْجِبْكَ أَمْوَالُهُمْ وَأَوْلَادُهُمْ إِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ أَنْ يُعَذِّبَهُمْ بِهَا فِي الدُّنْيَا وَتَزْهَقَ أَنْفُسُهُمْ وَهُمْ كَافِرُونَ (85)

 

***

 

فَإِنْ رَجَعَكَ اللَّهُ إِلَى طَائِفَةٍ مِنْهُمْ فَاسْتَأْذَنُوكَ لِلْخُرُوجِ فَقُلْ لَنْ تَخْرُجُوا مَعِيَ أَبَدًا وَلَنْ تُقَاتِلُوا مَعِيَ عَدُوًّا إِنَّكُمْ رَضِيتُمْ بِالْقُعُودِ أَوَّلَ مَرَّةٍ فَاقْعُدُوا مَعَ الْخَالِفِينَ

(FaEiN RaCaGaKa elLAHu EiLAv OAvEiFaTin MİNHuM Fa iSTaEÜaNUvKa LieLPuRUvCi FaQuL LaN TaPRuCUv MaGıYa EaBaDan Va LaN TuQAvTiLUv MaGıYa GaDuvVan EinNaKuM RaWIyTuM Bi eLGuQUvDi EavVaLa MarRaTin FaQGuDUv MaGa eLPAvLiFIyNa)

“Allah seni onlardan bir taifeye rücu ettirirse, senden huruc için izin isterler. Deki: Benimle beraber ebediyen huruc edemezsiniz ve benimle beraber bir aduv ile kıtal edemezsiniz. Evvel merre kuud etmeye razı oldunuz. Halifler ile kuud ediniz.”

Fıkıh kitaplarında namaz kılmayanı öldürme hükmü vardır. Dinde zorlama yoktur hükmüne aykırı olan bu hükmü askerlikten kaçan ile yorumlamıştık. Oysa askerlikten kaçanın da katledileceğine dair bir hükmü Kur’an’a dayandırmış değildik.

Savaş esnasında ihanet edenler veya kaçanlar hakkında katl uygulanabilir ama savaşa katılmayanlara ne ceza uygulanacaktır?

Bunu başka şekilde izah edelim.

Bir kimse onbeş yaşına geldiğinde, isterse “müslim” olup “cizye” verir, isterse “mümin” olup “asker” olur. Asker olanlar cizye vermezler, savaşa malları ile canları ile katılırlar; ganimetten de yararlanırlar. Bir kimse müslim iken her zaman, mümin olabilir, asker olur ve cizye vermez. Ama bir kimse mümin iken müslim olamaz. Aksi halde o ülkeyi terk etmek zorundadır. Bu husus bu sûrenin başında beyan edilmiştir.

Şimdi çözülmesi gereken sorun şudur. Kişi değil de bir grup, bir ocak, bucak veya il, bir siyasi dayanışma ortaklığı savaşa katılmazsa ne olacak; onlar da sürülecek midir, yoksa onlara da müslimlik veya kâfirlik statüsü verilecek midir?

Bu âyet bu soruya cevap vermektedir.

Bir devlet ağır tehditlere maruz kalırsa... İstiklâl Savaşı’mızı düşünelim...

İmparatorluk yenilmiş ve düşmana teslim olmuştur. Anadolu Sevr ile paylaşılmıştır. Artık Anadolu’da bir İslâm devleti kalmamıştır.

Bu durumda iken Erzurum’da Kazım Karabekir şark vilayetlerinin haklarını koruma derneği kurmuştur. Mustafa Kemal sonra ona katılmıştır. Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulmuştur. Ülke ikiye bölünmektedir. Bir kısmı bu kuruluşun yanında yer alır, bir kısmı ise buna muhaliftir, zaferden ümidini kesmiş ve teslim olmuştur.

Sonra savaş kazanılmış ve Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur.

İşte, zaferden sonra eski muhalifler yeni devlette yer almak istemişlerdir.

“Allah seni onlara rücu ettirirse”nin anlamı budur. Yani zafere erişir de artık düşman teslim olursa, onlar yeniden seninle beraber olmak isteyeceklerdir.

Onların hepsi değil ama onlardan bir taife, bir grup ise yeni devlet düzeninde de önde olmak isteyeceklerdir.

Bu durum 1950’lerde böyle olmuştur. Demokrat Parti iktidar olmak için çabalarken, CHP’nin iktidarı teslim etmeyeceğini zannedenler muhalif olmuş ve CHP’nin yanında kalmışlardı. Sonra Demokrat Parti iktidar olunca birden o partide kümelendiler. Bu durumda asıl Demokrat Partili olanlar kenarda kalmışlardır.

Sovyetlerde de böyle olmuş, Çarlık yıkılınca eski Çar taraftarı halk komünist olmuştu.

Benzer durum Millî Görüş partilerinde olmuştur. Şiddetle muhalif olanlar, MSP-CHP koalisyonu kurulunca hemen partizan kesilmişler ve onun sayesinde kamuda görev almışlardı. Gerçek Millî Görüşçüler ise zulüm yönetimine ortak olmamak için uzak durmuşlardır.

Bugün AK Parti’de ve Cemaat’te de aynı olay vardır. Gerçek Millî Görüşçüler ve gerçek Risale-i Nur şakirtleri kenarda itilmiş bir durumdadır. Muhalifler her iki tarafta yönetimdedirler ve onlar danışıklı dövüş yapmaktadırlar.

Bu âyet açık hükmünü koymaktadır.

Çatışma esnasındaki tehlikeli günlerde insanlar üç grup olurlar ve cihada katılırlar. Bunlar sayesinde zafer elde edilir. Tarafsız kalanlar zafer elde edildikten sonra katılırlar. Bunlara da yeni yönetimde yer verilir. Muhalif olurlar ve zaferden sonra müslim olup yerlerinde otururlar. Bunlar da bizim makbulümüzdür. Muhalif olup zaferden sonra bizimle beraber mümin olmak isterlerse, işte onlar kabul edilmeyeceklerdir. Bunlar ülke dışına da sürülmeyeceklerdir. Bunlara müslimlik veya kâfirlik statüsü verilir, ülkede kalırlar.

Adil Düzen Çalışanlarında da durum böyledir. Başarı elde edinceye kadar katılanlar ayrılır. Sıkıntılı günlerde sizi terk edenler olacaktır. Hiç katılmayanlar olacaktır. Hiç katılmayanlar ne zaman katılırlarsa katılırlar. Katılmaları sırasına göre dereceleri olur. Katılıp ayrılanlar ise başarıdan evvel yeniden katılabilirler. Başarı olduktan sonra artık onlar yönetici olmazlar. Katılmama da iki şekilde olur. Muhalif olmamakla beraber kendi çıkarı için katılmayanlar tekrar yönetimde yer alırlar.

Ama şimdi Cemaat’le bir olanların AK Parti yönetiminde yerleri yoktur. Bunlar içinde durup bekleyenlere dokunulmaz ama aleyhte faaliyet gösteren ve beyanlarda bulunan kimseler artık devlet içinde görev alamazlar.

فَإِنْ رَجَعَكَ اللَّهُ

(FaEiN RaCaGaKa elLAHu)

“Allah seni rücu ettirirse”

“Racea” müteaddi fiildir. Burada “İlâ” ile taaddi etmiştir. Allah seni onlardan bir taifeye rücu ettirirse.

“Rac’” ırmakta akan suyun ters istikamette aktığı yerdir. Sonraları geri dönme anlamı kazanmıştır. Bir yerden ayrılıp tekrar o yere dönme rücudur.

Allah’ın rücu ettirmesi ne anlama gelmektedir?

Esas olan barıştır, barış düzenidir. Düzen bozulunca cihadla biz o düzeni yeniden tesis ederiz. Bu bozulan düzenin yerine yeni düzen kurmamız gerekmektedir. Düzen kurulduktan sonra onlarla yeniden hesaplaşma gerekecektir.

Diyelim ki Cemaat ile AK Parti arasındaki çatışma sona erdi, iktidar olundu. İktidar ancak silaha dayalı olarak elde edilebilir. Silahlı kuvveti olmayanın iktidarı olmaz.

Bunun da iki yolu vardır.

Biri, halkın kendi isteği ile yönetimi seçip yönetimin silahlı güç oluşturması ile gerçekleşir. Bu İslâm devletidir, demokratik devlettir.

Diğeri de silah zoru ile düzeni kurmaktır. Bu firavunların yönetimidir.

Düzen bozulunca hukuk düzeni askıya alınır. Sıkıyönetim ilan edilir, savaş ilan edilir. Savaş kazanıldıktan sonra, sıkıyönetimde iç güvenlik sağlandıktan sonra, tekrar hukuk düzenine dönülür. Savaş sona erdirilir. Sıkıyönetim kaldırılır. İşte bu durum rücudur. Sıkıyönetim kalkıp savaş sona erdikten sonra yeni barış düzeni kurulacaktır.

Bu barış düzeninde kişilerin durumu ayrıdır. Bir de kuruluşların durumu söz konusudur. Hangi köyler, hangi beldeler yaşayacaktır? Onların durumları ne olacaktır? Onlardan her biri ile ayrı görüşülüp anlaşmalara varılır.

İstiklâl Savaşı’ndan sonra Türkiye’de iki statü kabul edilmiştir; Müslimler ve gayrimüslimler. Gayrimüslimlere farklı statü getirilmiştir. Bütün gayrimüslimler bir sayılmıştır. Müminlere farklı statü getirilmiş ama onlar bir topluluk sayılmıştır.

İslâmiyet bu durumu böyle görmemektedir. Topluluğu oluşturan sosyal gruplar farklı statüde ve farklı görevde yer alırlar. Her birisi için farklı düzenleme getirilecektir.

Bu düzenleme topluluk tarafından yapılacak ama görüşmeleri topluluk adına başkan yapacaktır. Topluluk seni onlara müracaata yetkili kılarsa anlamı çıkmaktadır.

Yani topluluklardaki sosyal grupların statülerini başkan kendi takdirlerine göre değil, şeriata göre düzenleyecektir. Anlaşmaları başkan yapacaktır. Âyet buna açıkça delalet etmektedir. “Fa” harfi getirilmiş, “İn” ile başlamıştır. Demek ki rücu ettirirse bu hükümler uygulanacaktır ama her zaman bu rücu olmayacaktır, çünkü her zaman böyle yapanlar bulunmayacaktır.

إِلَى طَائِفَةٍ مِنْهُمْ

(EiLAv OAvEiFaTin MiNHuM)

“Onlardan bir taifeye”

Onlardan bir taifeye rücu ettirirse deniyor; buradaki “onlar” kimlerdir?

Savaş birliğine katılmayıp geri kalan kimselerdir. Muhaliflerdir. Onlardan bir taife ise zafer kazanıldıktan sonra tekrar eski yerlerini almak isteyeceklerdir.

Çoğu kez yeni iktidarlar cihad arkadaşlarını bırakır, yenilerle işbirliğine girişirler.

Bu hatalıdır.

Bugün AK Parti bunu yapmaktadır. Birlikte çalıştığı arkadaşları ve asıl cemaatini terk ederek kendisine yeni cemaat oluşturmaktadır. İktidar olmuş ama yeni düzen kuramamıştır. Yine eski düzenin kadrosunu getirmiştir.

Oysa AK Parti Millî Görüşün kadrosunu başa getirmeli idi. Sonra onların emrinde Cemaat’i getirmeli idi. Çünkü Cemaat kendisi gibi AK Parti’ye muhalefet etmiştir. Şimdi yeni kadro oluşturmaktadır. Bu Millî Görüş kadrosu değildir. Bu Cemaat kadrosu değildir.

Erdoğan’ın yaptığı ikinci hata da şudur. O sadece grup sorumluları ile ilgilenmeli idi. Kadroyu yani kendi kadrosunu yapmalı idi. Erbakan da Erdoğan da Millî Görüş’ten ve Cemaat’ten kişilerle ilgilenip onlardan kendilerine kadro oluşturdular. Bu da çift başlı bir yönetimi doğurdu, paralel devlet oluştu.

Onun için burada “taifetin” denmektedir. Teker teker kişileri değil grubu muhatap almaktadır. Allah onlara rücu ettirecektir.

فَاسْتَأْذَنُوكَ

(Fa iSTaEÜaNUvKa)

“Senden istizan edeceklerdir”

Burada “Fe” harfi gelmiştir. Her zaman izin isteme durumu olacak demektir. “Göreve talip olunmaz, görev verilir” kuralı seçim için doğru olursa da yürütmede görev, kim talip olursa ona verilir. “Sen bunu yap” denmez, o “ben bunu yapacağım” der, sorumlu da “yap” der.

Bu kural Adil Düzen Çalışanlarını fazlası ile ilgilendirir. Bugünkü arkadaşların ayrılmasının başlıca sebebi bu olmuştur. Onlar kendileri iş getirmemişlerdir, biz onlara şunu yap dedik, bu da sisteme uymamaktadır. Bu durum onların aramızdan ayrılmalarına sebep olmuştur. Buna bulduğumuz yeni çare cinleri çalıştırmadır. Süleyman peygamber filistleri hem de kaçak işçi olarak çalıştırmış, onlarla mabedi inşa etmiştir.

Biz de önce ahşap evleri işçilikle inşa etmeli, ondan sonradır ki işletmemizdeki işlerde arkadaşlara şunu da şunu da yapın demeliyiz.

Örnek olarak, pazarda mal satmada zorluk olarak Pazar tezgâhının tahtalarını kurmak ve kaldırmak olmuştur. Ne yapmalıyız? Tahtaları kurup kaldırma işini iki işçiye vermeliyiz. Her sabah gelip kuracak, her akşam da kaldıracaklardır. Onlara maaş vermeliyiz. Denemeye devam etmeliyiz. Sonra alacağımız işçileri bizim sisteme çevirmeliyiz.

لِلْخُرُوجِ

(LieLOuRUvCi)

“Huruc için izin isterler”

Rücu kelimesine yeniden düzene dönme manasını, yeniden hukuk düzenine dönme anlamını verdik. İşçilik sistemi bir sefer hâlidir. Arızi olarak onu kullanmalıyız, ama sonra tekrar hukuk düzenine döneceğiz demiştik.

Burada “huruc” kelimesi kullanılmaktadır.

İşte, “huruc” demek kişilerin kendi işletmelerini kendilerinin kurmaları, bizden sadece izin istemeleri demektir. Huruc, bir tür işçilik sisteminden çıkma, örfi idareden çıkma demektir. Demek ki bizim iki türlü çalışmamız olacaktır.

Birine göre özgürce kendi işlerini kendileri seçecekler ve istediklerini yapacaklar.

Diğerine göre ise biz istediğimiz işi onlara vereceğiz, yaparlarsa yaparlar.

Kâfirlere tanıyacağımız statü bu olabilir.

Müslimler ve müminler kendi işlerini kendileri seçerler, bizden sadece o işi yapmalarına izin isterler. Kâfirlere ise bizim ihtiyacımız olduğu zaman işi ihale edeceğiz.

Burada dikkat edeceğimiz husus şudur; izni biz kişilere vermiyoruz, ekibe veriyoruz.

İhale de öyledir. Bir iş yapılacağı zaman bir sorumlu ortaya çıkar, ben bunu yapacağım, isteyenler katılsın der. İsteyenler katılmak için başvururlar, sorumlu da ona izin verir, böylece ekip oluşur. Bunları yapabilmek için en az yüz dairelik bir apartmanı kurup onun üzerinde denemeler yapmalıyız.

فَقُلْ

(FaQuL)

“Söyle”

Burada “Fa” harfi getirilmiştir. “İn” şartının cevabıdır. Her zaman bu böyle olacaktır, böyle söylenecektir. Bu kuraldır. Sadece bir uygulama değildir.

Burada söyleyen başkandır, bucak başkanıdır; ilde il merkez bucağının başkanıdır; ülkede ülke merkez bucağının başkanıdır; insanlıkta Mekke bucağının başkanıdır.

لَنْ تَخْرُجُوا مَعِيَ

(LaN TaPRuCUv MaGıYa)

“Benimle huruc edemezsiniz”

“Benimle huruc edemezsiniz” demek, başkası ile huruc edebilirsiniz demektir. Bu da şunu ifade eder; kavmini değiştirenler orada mümin olup yeniden asker olabilirler, sadece kendi ülkelerinde asker olamazlar demektir.

Bu kuralı insanlık anayasasında yazdık ama ona delil olarak göstermemiştik. Buradaki “Maiye” kelimesi ona delalet etmektedir.

Diğer taraftan Kur’an’da silahlı orduların devlete yani kavme ait olacağı vardır. Biz istihsanla insanlık başkanının emrinde silahlı gücün olmayacağı hükmünü koymuştuk. Burada “Maiye” demekle bu hususta Mekke emirinin askeri gücünün olmayacağını iktiza ile istihraç edebiliriz. Çünkü o benimle diyemez, çünkü onun dışında bir kimse olmayacaktır.

Huruc etmeyeceksiniz demek huruc edemeyeceksiniz demektir. Nehiy değil haberdir. Nehyi de sen istersen yaparsın ve cezasına katlanırsın. Oysa haberde onu yapma gücün olmaz demektir.

أَبَدًا

(EaBaDan)

“Ebediyen”

“Len” zaten ebediyen demektir. Ancak mecazi olarak izin vermiyorum, ama şartlar değişirse izin verilebilir şeklinde anlaşılabilir. “Ebeden” denmekle bu ihtimal de kaldırılmıştır. Demek ki cihada katılmayanların, savaşa katılmayanların cezası ebediyen kamu görevleri yapmaktan mahrumiyettir. Böyle bir ceza da vardır demektir. Bunlar ülke dışına sürülmezler ama ülkede de kendilerine kamu görevi ve yetkileri verilmez.

Belki işçi olarak çalıştırılabilir.

Buradan da işçiliğin adi bir iş olduğu ortaya çıkmaktadır.

Benim yetiştiğim bucakta ücretle çalışmak ayıp sayılırdı. Size gelip yardım eder, ama sanat işi olmayanlarda ücretle çalışılmazdı. Sanat işlerinde de pazarlık yapma makbul sayılmaz. Kişi yapar. O toplulukta mevcut olan kurala göre hakkı iş sahibi tarafından verilir.

Bediüzzaman, ‘esirlik sona erdi ama ecirlik ortaya çıktı’ diyor.

وَلَنْ تُقَاتِلُوا مَعِيَ

(Va LaN TuQAvTiLUv MaGıYa) 

“Ve benimle beraber kıtal edemezsiniz”

“Ve” harfi ile atfedilmiştir. Demek ki cihad ikidir; biri huruc, biri kıtal. “Ve” harfi ile atfedildiğine göre huruc kıtal değildir. Huruc kıtal dışı bir statüdür. Ecir olmaktan kurtulup sahip olmaktır. Ortaklık bile değildir. Kişinin kendi işlerine kendisinin karar vermesidir.

Diyelim ki İstanbul’dan Yalova’ya makineleri taşıyacağım. Nakliyeci ile pazarlık yapma ortaklık statüsüdür. İnternete girerim, Yalova’ya şu kadar mal taşıtacağım derim. Vereceğim bedeli de ilan ederim. Nakliyeciler bakar, biri ‘evet’ der, ihaleyi almış olur. Taraflar birbirleri ile görüşmezler bile. İşte bu huruc makamıdır.

Savaş ise özel bir durumdur. Burada da önemli bir husus vardır. Savaşa zorlama değil, savaşa katılma hakkı ve ehliyeti olarak görülmüştür.

Bugünkü ordular vatandaşı zorla askere götürmekle oluşmaktadır. Gel, yoksa seni öldürürüz denir. Kişi ölmemek için asker olup karşı tarafı öldürmektedir.

İslâmiyet’te ise askerler gönüllülerden oluşur. Askerlere tanınan haklardan dolayı kişiler savaşı kendi istekleri ile kabul ederler. Askere zorla almıyorsunuz, vergiyi zorla almıyorsunuz. Halk kendi isteği ile vergi vermektedir. Halk kendi isteği ile askere gelmektedir. İşte, “dinde/düzende zorlama yoktur” âyetinin manası budur.

عَدُوًّا

(GaDuvVan) 

“Düşmanı”

“Düşman” karşı cephede yer alan kimse demektir. Artık orada olanları haklı veya haksız olduğuna bakmadan öldürmeye başlarsınız. Esir olup teslim oluncaya kadar yakaladığınız yerde öldürürsünüz.

“Aduv” mastar olarak da alınabilir. Yani cephe savaşı yapmazsınız demektir. Cephe savaşı hukukun askıya alındığı bir savaştır, ancak buna mezun olan kimseler bu savaşa ehildir.

Müslimler ve kadınlar savaşa katılmak zorunda değildirler ama katılabilirler.

Bu âyetin delaleti ile anlıyoruz ki kâfirler savaşa katılamazlar, orduya alınamazlar.

إِنَّكُمْ رَضِيتُمْ بِالْقُعُودِ

(EinNaKuM RaWIyTuM Bi eLGuQUvDi)

“Siz kuuda razı oldunuz”

Kuud demek huruc etmemek demektir yani cihad etmemek demektir. Mümin olmak demek cihad yapmak demektir, “Adil Düzen” için çalışmak demektir.

Bir kısım Millî Görüşçüler, AK Partililer, cemaat(çi)ler, tarikat(çı)lar “Adil Düzen” gelmeden tevbe eder de yanımızda yer alırlarsa, bizim gibi olurlar. Ama “Adil Düzen” geldiği zaman, “Adil Düzen”i getirmek için çalışanlarla çalışmayanlar bir olmayacaklardır. Onların huruca hakları olmayacaktır.

Âyetler olaylar olduğu zaman okunmalıdır; bizim bugün aklımıza gelmeyen manalar o zaman ortaya çıkacaktır.

أَوَّلَ مَرَّةٍ

(EavVaLa MarRaTin)

“Evvel mera”

Bir grup iman etikten sonra, ilk çağrıldığı zaman çağrıya katılmazlarsa bu ceza verilir. Katıldıktan sonra arada mazereti dolayısıyla katılmazsa mazeretleri kabul edilir. İlk defa katılmayanlar muhaliflerle olmadıklarını ispat etmekle mükelleftirler. Oysa sonra katılmayanların sadece beyanları yeterli olur. İspat etme aksini iddia edene düşer.

فَاقْعُدُوا

(FaQGuDUv) 

“Kuud ediniz”

İşçilik statüsünde kalınız, girişimci olmayınız anlamındadır.

Bunlar affedilmezler.

مَعَ الْخَالِفِينَ

(MaGa eLPAvLiFIyNa)

“Muhaliflerle beraber”

Burada suç olan muhalefettir.

Cemaat(çiler) kendi içtihatları ile CHP’ye oy verseler bir şey denmez. Ama devleti yıkmak isteyenlerin Başbakan Erdoğan’ı hedef almaları, sırf Erdoğan’ı yıkmak için sermayenin isteğine uyarak CHP’ye oy verenler muhaliflerdir. Halk Partisi’ni beğenip onun için ona oy vermek seçme hakkıdır. Ama anayasa ekseriyetini alan partiyi yıkmak için kim olursa olsun, ne olursa olsun muhaliflere oy vermek, işte bu nifakın ta kendisidir.

Kendi icraatını ve yapacağı işleri ortaya koyup oy istemek ibadettir. İktidarın doğru yaptıklarını tasvip edip yanlış yaptıklarını göstermek de ibadettir. Ama iktidarın her yaptığını kötülemek, kendisinin o hataları yapmayacağını kabul ederek bana oy verin demek küfürdür. Yani benim programıma oy verin demek ibadet, bana oy verin, ben iyiyim demek şirktir.

وَلَا تُصَلِّ عَلَى أَحَدٍ مِنْهُمْ مَاتَ أَبَدًا وَلَا تَقُمْ عَلَى قَبْرِهِ إِنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَمَاتُوا وَهُمْ فَاسِقُونَ (84)

(Va LAv TuÖalLı GaLAy EaPaDin MiNHuM MAvTa EaBaDan Va LAv TaQuM GaLAy QaBRiHIy EinNaHuM KaFaRUv Bi elLAHi Va RaSUvLiHIy Va MATUv VaHuM FaSıQUvNa) 

“Ve onlardan mevt etmiş olanın hiçbirisine ebediyen salât etme ve kabri üzerinde kıyam etme. Onlar Allah ve resulüne küfrettiler ve onlar fasık iken mevt ettiler.”

Kamu yetkilerini kullanma hakkı müslimlerindir, siyasi yetkileri ise yalnız müminler kullanır. Kâfirler kamu yetkilerini kullanamazlar. Bir topluluğun kamu yetkilerini kullanma yetkilerinin olduğunu göstermek için onlardan biri öldüğü zaman cenaze namazını başkan kıldırır ve gömüldükten sonra kabirde durur ve dua eder.

Arada “Mâte Ebeden” getirilmiş olduğu için “Salât” ila “Kıyam” ayrı ayrı şeylerdir. Salâtta müfret olarak kendin topluluğa katılıyor ve namazını kılıyorsun. Tasliye (تَصْلِيَة) ve islâ (إِصْلى) ise müteaddidir, başkasına dua ediyorsun, onu güçlendiriyorsun. Resule salât olduğu gibi kişilere de salât vardır. Bunun anlamı; bunlar İslâm mezarlığına gömülmez, İslâm kayıt defterinde hesapları tutulmaz, bunlar kendi bucaklarında istedikleri gibi yaşarlar.

Onlar Allah ve resulüne küfrettiler.

Demek ki bunların yargıya gitme ve başkanın haksız kararını iptal ettirme hakları vardır ama bunlar hakemlere gitmediler, mücadeleyi yargı dışında sürdürdüler.

Bir yöneticinin yahut bir görevlinin hatasını gördüğünüz zaman hakemlere gidersiniz. Bunun için soruşturmacılara giderseniz. Soruşturmacılar dışardan soruştururlar. Soruşturma gizlidir, açıklayamazlar. Kimse mahkûm olmadan itham edilemez. Kimse bunları yayınlayamaz. Yargı gerekli kararı aldığında ona uymak durumundadırlar.

Bunlar yargıya gitmiyor, yargının tasfiye kararına uymuyor. Gene ayrı topluluk olarak devam ediyor. Kişi onlardan olmayı sürdürüyor. Yargı bu cemaatten ayrılman gerektiğine karar verebilir, bu karara uyanlar cezalandırılmazlar.

Demek ki bir dernek, bir parti, bir bucak suç işlediği zaman hakemlere gidilir.  Hakemler ayrılmanız gerekir kararını verirse kişiler ayrılmak durumundadırlar; ayrılmazlarsa bu yaptırım onlara uygulanır.

Demek ki parti kapatılmıyor, o partide kalanlara oy kullandırılmıyor, o partinin listesine oy pusulalarında yer verilmiyor. Bunun affı da yoktur. Yeni parti kurarlar, eski partiyi kapatabilirler. Bu şekilde o haklar elde edilir. Demek ki topluluğa ceza verilmiyor, topluluğa mensup olanlara ceza veriliyor. Ceza da o topluluktan ayrılmadır, hicrettir.

Yani; benim programıma oy verin demek ibadet, bana oy verin, ben iyiyim demek şirktir.

وَلَا تُصَلِّ

(Va LAv TuÖalLı)

“Ve salât etme”

Salât” kelimesi Kur’an’da değişik manalarda geçmektedir. Salâtı ikame etme şeklinde geldiği gibi salât et şeklinde de emir vardır. Üzerine salât et şeklinde de geçmektedir. Klasik tefsirciler namaz kıl şeklinde tarif etmişlerdir. Dua manasında ittifak vardır ama marife olarak namaz mecazidir. Biz bu anlayışlarına katılıyoruz ama biz namazı sadece tekbir alıp selam verme şeklinde değil, ezandan başlayıp toplanmayı, selam verip dağılmayı da içine dâhil ediyoruz. Namazı ikame vardır, bir de namaza kıyam vardır. Abdest alma da namazın şartı yapılmıştır.

Kur’an’da resule/nebiye salât edilmesi emredilmektedir. Burada da muhalifler salâtlarının kıyamından nehyedilmektedir.

İf’âl babındaki “salatı ikame” ile fiil ile ifade edilen “salât etmek” arasında mana farkı vardır. “Salâtı ikame etmek” demek toplantı yapmak demektir. “Salât etmek” demek kendi başına dua etmek demektir. Birine salât etmek demek onun başladığı işleri sürdürmek demektir yani işlerde vâris olmak demektir. Ölen birisinin namazını kıldırmak demek onun mirasını pay etmek üzere vasiyetleri yerine getirmek demektir. Demek ki onların miraslarını biz paylaşmayız, vasiyetleri de biz yerine getirmeyiz. Nebiye salât etmek demek onun getirdiği İslâmiyet’i âhirete kadar götürüp sürdürmek demektir, yaşatmak demektir.

Allah yani meclis ve melekler yani kamu görevlileri nebinin başlattığı islâm düzenini kıyamete kadar sürdürürler. Siz de topluluğun temsilcisi olarak kamu adına içtihatlar yapınız ve ona göre amel ederek islâm düzenini yaşatınız demektir.

عَلَى أَحَدٍ مِنْهُمْ

(GaLAy EaPaDin MiNHuM)

“Onlardan hiçbirinin üzerine”

Yukarıda onlar için ortak hükümler koydu, burada onlardan hiçbirisinin üzerine diyerek toplu emirleri ile kişilere olan emirleri birbirinden ayırdı. Ölen onlardan biri olacaktır. Onlar üzerine salât etme demek manası anlaşılmaz olur. Onlardan ölenlerin mirasını taksim etme, vasiyetini yerine getirme açık mana ifade eder.

مَاتَ

(MAvTa)

“Mevt etmiş”

Batı’da bir adam öldüğü zaman malları vârislere intikal eder, vasiyeti onlar yerine getirirler, borçları onlar öderler. Borcu çoksa mirası reddederler.

İslâmiyet’te ise bir adam öldüğü zaman mallar, borçlar ve alacaklar, vasiyetler kamuya intikal eder. Kamu borçları öder, alacakları tahsil eder, vasiyeti yerine getirir. Kalanı pay eder. Cenaze masrafları ise kamuya aittir. Mirasından harcanmaz.

Bunu belirtmek için “Mâte” denmiştir.

Buradaki salât cenaze namazı değildir, cenaze ile ilgili işlemdir.

                                                           أَبَدًا

(EaBaDan)

“Ebeden”

Burada da “ebeden” kelimesi tekrar edilmiştir. Muhaliflere ait hüküm budur. Bu hüküm mahkeme kararına uymayanlar içindir. Yani mahkeme kararı ile o topluluktan ayrılması emredildiği halde dinlemeyip devam etmeyenler içindir.

Müşriklerin de hükmü budur.

Kâfirler yargı kararlarına uydukları için bu muameleye tabi tutulmazlar. Bundan önce kâfirlere ait söylediklerimi müşriklere ait anlamında anlamamız gerekir.

وَلَا تَقُمْ عَلَى قَبْرِهِ

(Va LAv TaQuM GaLAy QaBRiHIy)

“Ve kabrinin üzerine durma”

Kabrinin üzerinde kıyam etme. Bu cenaze namazıdır. Burada kabir üzerinde kıyam salâta atfedilmiştir. Demek ki kıyam ayrı salât ayrıdır. Cenaze alınıp götürülecek ve mezara konacak, kapatılacaktır. Çünkü “kabir” kelimesi bunu ifade eder. Orada durup birlikte dua edilecektir. Cenaze namazı böyle kılınmalıdır.

Bugün cenaze ayrı kılınıyor, defin ayrı yapılıyor. Eğer salâtı namaz olarak anlarsak bu doğru anlayıştır. Bize göre yanlıştır.

Ayrıca, bugün kefen ve defin ölenin mirasından yapılmaktadır. Bize göre bu da yanlıştır. Defnetme görevi vârislerine değil başkana verilmiştir. Taksim de başkana verilmiştir. Kabrinin üzerinde ikame emredilmiştir.

Demek ki bu âyet aynı zamanda cenaze ile ilgili hükümleri de anlatmaktadır. Olayı muhalefet için anlatmakta ama aynı zamanda başka hükümleri de içermektedir. Bu sebeple Kur’an âyetleri konulara göre sıralanmaz. Her âyette her konu ile ilgili hüküm vardır.

إِنَّهُمْ كَفَرُوا

(EinNaHuM KaFaRUv)

“Onlar küfrettiler”

Küfretme” bir şeyin üstünü örtme demektir. Örtü görünür, içindeki görünmez. Setr ise örtüdür ama örtü de görünmez. Küfretme bir şeyi göstermeme demektir. Gerçek olan şeyi bile bile inkâr etme küfür olduğu gibi Allahın nimetlerini inkâr etme de küfürdür.

Muhalifler burada küfretmişlerdir. Yargı kararlarına küfretmişlerdir. Yargı kararı yokmuş gibi hareket emişlerdir. Demek ki yargı kararlarına uymama, direnerek uymama küfürdür. Yargı kararına uymazsınız ama uyulması gerektiğini kabul eder, kötü işlediğini bilirsiniz. O zaman küfretmiş olmazsınız. Mahkeme kararını hiçe saymak ona küfretmektir.

Mahkemeye müracaat etmeyip sorunları başka yollardan çözmek de yargıya küfürdür.

Bunların yargıya gitmeleri sonucu başkanın aldığı karar kesinleşmiş olur. Yahut birinin muhalefet ettiğine yargı kararı gerekir diyebiliriz. Yani başkan resen bunlar muhaliftir diyemez. Yargıya gider. Onlar savunmaya gelmezlerse yargıya küfretmiş olurlar.

بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ

“Bi elLAHi Va RaSUvLiHIy)

“Allah ve resulüne”

Allah ve resulüne küfretme demek, Allah ve resulünü kabul etmeme demektir.

Hakemlerden oluşan yargıyı ifade eden Allah ve resulünün kararlarına uymama başka bir şeydir, onu tanımamak başka bir şeydir.

Bugün AK Parti ile Cemaat çatışıyorlar. Hakemlere gitmeleri gerekmez mi? İki taraf da böyle bir şey yapmıyor. Çünkü onlar hakem kararlarını kabul etmiyorlar. Hakemlere gideceğine AK Parti sandığa gidiyor. Sandıktan çıkan oylarla aklanacağını zannediyor. Cemaat de sermaye ile bir olmuş, merkezî yargı sistemini savunuyor, onlardan medet umuyor. Biri sandıktan emindir. Diğeri de paralel yargıdan emindir.

Oysa iki taraf birer hakem seçmelidir, hakemler de başhakem seçmelidir ve hakemlerin kararlarına uymalı; hakemler haksız karar verseler de uymalıdırlar. Allah emrettiği için uyacaklar. İşte bunu yapmadıkları için iki taraf da küfretmektedir.

Bugünler geçecektir ve gelecekte bu satırları okuyanlar onların bugünkü durumlarını öğrenmiş olacaklardır.

وَمَاتُوا وَهُمْ فَاسِقُونَ (84)

(Va MATUv VaHuM FaSıQUvNa)

“Ve onlar fasık olarak mevt ettiler.”

Onlar fasık oldukları halde vefat etmişlerdir.

Onlar yargı kararlarını kabul etmediler. Etmeyebilirler. Hukukun dışına çıkmazlarsa yani aleyhlerinde yargı kararı yoksa yine dışlanmazlar. Bir kimse yargıyı tanımayıp hukuka da aykırı hareket ederse, o kimse fasıktır.

Fısk takvanın dışına çıkmaktır. İnsan bir günah işler, yaptığına pişman olur, geri çekilir. O fasık değildir. Fasık, şeriatın dışına çıkıp geri dönmeyen, şeriat dışında yaşamayı hayat felsefesi yapmış olan kimsedir.

Bugün insanlık fısk içindedir. İnsanlar laiklik iddiası ile dini dışlamış, laik olarak yaşamaya başlamışlardır. İslâmiyet’te topluluk laiktir, kimse zorlanmaz ama kişi laikse kâfirdir. Yani kendisi hakka inanmıyor, heva ve hevesleri ile yaşıyor. Hak mefhumunun arkasına gitmiyor. Hakka inanmıyor. Başkasının hakkı bana geçmesin diye değil, benim hakkım başkasına geçmesin diye uğraşıyor.

Müminler hakemlere kazanmak için gitmezler, müminler başkasının haram malları bize geçmesin diye hakemlere giderler. Müminler hakem kararlarına iman etmişlerdir. Bugün ise beş vakit namaz kılanlar bile hakemlik müessesesine inanmıyor ve fıska devam ediyorlar.

AK Parti de Cemaat de küfür ve fısk içindedir, çünkü hakemlere gitmiyorlar.

وَلَا تُعْجِبْكَ أَمْوَالُهُمْ وَأَوْلَادُهُمْ إِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ أَنْ يُعَذِّبَهُمْ بِهَا فِي الدُّنْيَا

وَتَزْهَقَ أَنْفُسُهُمْ وَهُمْ كَافِرُونَ (85)

(Va LAv TuGCiBKa EaMVAvLuHuM Va EvLADuHuM EinNaMAv YuRIyDu elLAHu EaN YaGaüÜıBaHuM BiHAv Fıy elDuNYAv Va TaZHaKu EaNFuSuHuM Va HuM KAvFiRUNa)

“Ve onların malları ve evlatları seni icab etmesin. Onlarla dünyada onları tazib etmeyi ve onlar kâfirken nefislerinin zahuk olmasını istemektedir.”

Muhalifler eğer kamu mallarından yararlanırlarsa, kamu mallarını paylaşırlarsa, o zaman iktidarın yanında olurlar. Başlangıçta iktidar güçlenmeden onları destekler. Hattâ zengin olmayanları iktidar zengin eder. Ama doymazlar ve daha da çok emirlerine almak isterler. İktidar da güçlenince onları dinlemez olur ve aralarında çatışma başlar.

Bugünkü Gülen Cemaati’nin durumu budur.

1960’larda bir yerde toplandığımız zaman orada katılan insanların en fakiri İslâm cemaatleri idi, en bilgisizi onlardı, en ezilen zavallılar onlardı. Birkaç kişiden ibaret idiler. 1969’da Aydın’da bağımsız adaylığımı koymuştum. Köyleri gezerken namazda ya sadece imam ya da bir imam bir müezzin bulunurdu. Kahveciye bahsettiğim zaman; size bir kişi yardım eder ama o da kahveye gelmez derdi. Haber verilir ve gelirdi; bu Risale-i Nura mensup bir kişi idi. O da ağabeyleri izin vermediği için kendisi doğrudan bizi destekleyemezdi ama destekleyecek kişileri bulup getirirdi. O günlerde Aydın’ın köylerine bir gazete, M. Şevket Eygi’nin Bugün gazetesi gelirdi. İslâmî basının kurucusu M. Şevket Eygi’dir. Şimdi o köye gitseniz birkaç tarikat mensubu vardır. Gelen gazetelerin çoğu İslâmî gazetelerdir. Bir toplantı olduğu zaman çoğu İslâm düşüncesindedir ve oranın en zenginlerindendir. Ne var ki bu mallara sahip olanlar, bol bol oy alanlar “Adil Düzen” tarafı değildirler, faizci sermaye ile işbirliği yapmış kimselerdir. Bugün televizyonlarımız var, gazetelerimiz var ama “Adil Düzen”den bahseden yoktur. Adımızdan bahseden yoktur. Eskiden sol basın bahsederdi, şimdi onlar da bahsetmez oldular.

1969’da İzmir’de Akevler ve Gülen Cemaati işe başladı. Birlikte İslâmî cihad yapıyorlardı. Akevler’in onlardan ayrılması metot üzerine idi. Onlar cari sistemde para kazanalım, cari sistemde taraftar bulalım, gerekli tavizleri verelim ve büyüyelim diyorlardı.

Biz diyorduk ki; haramlarla ve kandırma oylarla İslâmiyet’e hizmet olmaz… Birden büyüme yerine Akevler’de meşru kazanalım, faizli iş yapmayalım, kamu yardımı almayalım, vergi kaçırmayalım, şeriat dışı iş yapmayalım… Ortaklarımız kazansınlar, size oradan pay versinler, siz de onunla siyaset yapın, cemaat yapın… Aidatlı dernekler ve vakıflar kurmayalım; kooperatifler kuralım, gelirlerle siyaset yapalım, irşad yapalım, ilim yapalım...

O zamanki sermaye onlara günlük kazançları gösterdi ve onlar da o kazançlara ulaştılar. Büyüdüler, malları ve cemaatleri oldu. Dünyaya hükmettiler.

Akevler ise kendi çabası içinde kaldı. Ortaklarımızdan ayrılmak isteyenleri ayıramadık, seneleri beklemek zorunda kaldık.

Bugün yeryüzüne faizci sömürü sermayesi hâkimdir. Çıkardığı karşılıksız faizli parası sayesinde sermayesi sonsuzdur. İstediğini yapmaktadır. Devletleri askeri müdahalelerle emrine almıştır. Mason teşkilatı da dünyadaki ekonomiye tam hâkimdir. Üniversiteler emrindedir ve ateizmin yaygarasını yapmaktadır. Dinler itilmiş durumdadır.

Sömürü sermayesi dinleri ortadan kaldıracağını sanmış, beş yüz sene din aleyhinde sistemler oluşturmuştur. Sermaye artık dinleri yenemeyeceğini anlamıştır. Bu sefer dinleri organize ederek dinler arası savaşı yeniden canlandırmak istemektedir. Türkiye’de AK Parti’nin karşısında MHP ve CHP’yi birleştirip, Gülen Cemaati’ni de onların propagandisti yaparak yeni bir birlik oluşturma çabasındadır.

Görülüyor ki samimi olarak şeriatın içinde kalan Müslümanlar kenara itilmiş ama muhalifler sermaye ile işbirliği yaparak zengin olmuşlardır. Bunlar Akevler’i ve onun metodunu dışladılar, cari düzende zengin oldular. AK Parti Millî Görüşü dışladı, zengin olup iktidar odu. Risale-i Nur şakirtleri Millî Görüşe karşı çıktılar ve zengin oldular. Şakirtler içinde de samimiler kenara itildiler, öbürleri ise dünyaya hükmediyorlar.

Bugün samimi Yahudiler de kenara itilmişlerdir, oysa Tevrat’ı istismar edenler dünyaya beş yüz senedir hükmediyorlar. Hazreti İsa’nın müntesipleri mağaralarda üç asır zulüm gördüler, Pavlusçular ise bugün dünyanın yarısına hâkimdirler.

Eğer bu âyet (Tevbe, 9/85) olmasa, samimi olanların hep ezildiğini görecek ve reyblere (şüphelere) düşecektik. Bu âyet ise bunu anlatmakta, bu da mucize olmaktadır. Demek ki bütün bu olaylar takdir-i ilâhilerdir. Kur’an bütün bunları bildirmektedir. On senelik Medine hayatında bu olayların hepsini görmek mümkün değildir.

İzmir Akevler’in (Akevler Sitesi’nin) arsasını aldığımız zaman, bir kilometre kadar mesafede yol yoktu. Ortaklar hemen belediyeye başvuralım, yolumuzu yapsın, dediler. Ben itiraz ettim. Biz belediyelerden daha fakir değiliz dedim, hep beraber onların hakkı bize geçmesin dedik ve yolu kendimiz yaptık. Belediye bize yardım etmedi, biz ona yardım ettik.

Akevler’in mallarını yani mal varlıklarını gasp ettiler ama biz varlığımızı sürdürüyor ve haram işlememeye çalışıyoruz.

Onların malları ile canları ile çok olmaları sizi icab etmesin. Ah, benim de onlar gibi varlıklarım olsun demeyin. Neden?

Çünkü haramlar insanlara hayır getirmez. Haram malları sonunda o topluluk kusar, acısını çeker. Kur’an bunu açıkça bildirmektedir. Onunla azap etmeyi murat etmektedir.

Adil Düzen Çalışanlarının en çok dikkat etmeleri gereken budur. Siz biraz varlık gösterdiğiniz zaman hemen size yanaşırlar ve daha fazla kazanç teklif ederler. Açığınızı gözler ve sizi kendinize uydurmaya zorlarlar. Nasılsa uzakta olanların bunlardan haberi olmaz. Siz de onları doyurursunuz ve geçici olarak rahat edersiniz ama onlar doymazlar.

Cemaat’in 2002’de ne kadar mal varlığı vardı; ne kadar okulu vardı; ne kadar polis kadrosu vardı; ne kadar üniversitesi vardı; ne kadar öğretmeni vardı? AK Parti iktidar olmasaydı bunlar olacak mı idi?

Biz Akevler olarak sadece bir tek belediyenin yönetimini istedik; İzmir Karabağlar’a aday adayı koyduk ama Ak Parti yöneticileri bizim aday adayımızı bile aday göstermediler!

Oysa Akevler olmasaydı Ak Parti’nin olmayacağını herkes çok iyi bilir.

Bugün AK Parti’ye muhalefet eden Cemaat mensupları 2002’de ne idiler, bugün ne oldular? Ama onlar doymazlar. İşte, AK Parti şimdi kendi eliyle o yaptıklarının cezasını çekiyor. Cemaat/Hizmet de İslâm düzenini getirmek yerine faizli cari zalim düzende büyümeyi ve Risaleleri de bırakarak kişileri büyütmeyi yeğledi, F. Gülen’i mabut hâline getirdi. Elbette bunda sadece F. Gülen’in günahı olduğu söylenemez. 

Kur’an; bu dünyada onlara azab etmek ve nefislerini kâfir olarak almak için bunu yapıyor diyor.

Bir inanış vardır; kişi imanla giderse sonunda cennetlik olur, son nefesi küfürle çıkarsa ebedi cehennemlik olur. Bu âyetlerde buna delalet eden manalar vardır. Onlardan o şekilde ölenlerin namazını kılma deniyor. Demek ki iman üzerinde ölme önemlidir. Burada ise bu hususa daha açık işaret etmektedir. Onların son nefeslerini küfür içinde vermelerini istemektedir. Bu zülüm değildir. Allah insanlara günah işleme imkânını veriyor, sonra da cezalandırıyor. Buna izin vermese ve cezalandırmasa daha iyi olmaz mı? O zaman iyi insanlara da ihsan etmeyecekti. İnsanın kendi iradesiyle iyi işler yapabilmesi için böyle yaratmıştır. Bugünkü uygarlık böyle doğmuştur. Azab demek eziyet etmek demek değildir, olgunlaştırma demektir, ruhları terbiye etme demektir.

وَلَا تُعْجِبْكَ

(Va LAv TuGCiBuKa)

“Ve seni icab etmesin”

“Acem” yabancı, dil bilmeyen demektir. “Me” “Be”ye dönüşerek tuhaf şey, anlaşılmaz şey anlamlarına gelir.

“Ucbe”nin iki anlamı vardır. Biri acayibine gitmek, diğeri de hoşuna gitmektir. Burada her iki mana verilebilir.

Allah o kötü işleri yapanlara neden servet, imkân, oy veriyor, iktidar ediyor?

Allah’ın bu yaptığının hikmetini bilmek gerekmektedir. Bize kalsa, hikmet onların yoksul olmaları, müminlerin zengin olmaları, oyları onların değil müminlerin almasıdır.

Allah diyor ki; böyle düşünmeyin, bunun böyle olmasının derin hikmeti vardır. Onların önce görevleri vardır. Onlar o işleri yapmazlarsa biz cihadı kimlerle yapacağız, derecelerimiz nasıl yükselecek?

Okulda dersler verilir, o derslerin çoğu bir işe yaramaz ama öğrenen öğrenci ile öğrenmeyen öğrenciyi ayırt etmek için ders yapılır, imtihan edilir. Gaye öğrencileri bırakma değil, gaye öğrencilerden bilenleri geçirmedir. İmtihan olmazsa öğrenenler de çalışmaz, okula gerek kalmaz. İşte bu sayede uygarlaşma olmakta ve daha ileri bir topluluk oluşmaktadır.

İkinci anlamında da hikmet vardır. Allah, iyi niyetleri ile iyilik yapmak, insanları korumak isteyenlere mal ve oy vermez, onları mevcut kötü ve zalim düzende iş yapmaya görevlendirmez. Çünkü kötü ve zalim düzende iyi işler yapılamaz. Zalim düzende zengin olursanız, taviz verip kötü olmak zorunda kalırsınız; oy alır da iktidar olursanız, zulüm yapmak zorunda kalırsınız. Kötü ve zalim düzende insanlar ancak zulümle yönetilebilir. N. Erbakan’a, F. Gülen’e ve T. Erdoğan’a bunu anlatamadım. Onlar kötü ve zalim düzende de iyi işler yapacaklarını sanıyorlar. Oysa Bediüzzaman öyle yapmadı, Süleyman Tunahan öyle yapmadı. Onlar iktidarı değiştirmek değil, düzeni değiştirmek istediler. Bunu gerçekleştirmek için biri Kur’an ve Arapça öğretti, diğeri Risaleler ile çağın ilimlerine dayanarak kelamı öğretti; biz de Akevler Adil Düzen Çalışanları olarak onların başlattıkları çalışmaları geliştirerek aynı yolda çalışmaya devam ediyoruz...

أَمْوَالُهُمْ

(EaMVAvLuHuM)

“Malları”

İnsan bir canlıdır. İnsanın diğer canlılardan farkı vardır. Diğer canlılar ya topluca yaşarlar ya da ayrı ayrı yaşarlar, ya topluluğun parçası değildirler yahut kişilikleri yoktur.

İnsanlar ise hem topluluğun ferdidir hem de kendi kişiliklerini korurlar. Birlikte savaşır ve korunurlar, birlikte çalışıp kazanırlar. Sonra kazandıklarını bölüşüp ailece ayrı ayrı yerler. Topluluk olarak çok askerlerinin olmasını isterler, partilerinin çok oy almasını isterler. Diğer taraftan ortak kazançları çok olsun isterler. Onunla güçlü olur, başkalarını sömürme imkânına ulaşırlar.

Sermaye topluluklarında sermaye önemlidir. Sermayen varsa işçi bulursun, evladın yani nüfus/emek gücün de olur. Bunların dayandığı esas mal ve işçidir.

Kur’an’da sermayeye “ruus-u emval” denmektedir. Emval da topluluğun tüm varlığıdır. Her biri ayrı ayrı mâliktir ama birlikte işletmektedirler.

İktidarlar ne diyorlar; ben bunu yaptım, ben şunu yaptım diyorlar! İktidar olmayı ülkeyi zengin yapmadan ibaret görüyorlar. Eğitimi de iyi işçi yetiştirme çabası zannediyorlar.

İnsan mal için var kabul ediliyor; oysa mal insan içindir.

Biz bir gün eğer şeriata göre yaşamaya başlarsak, çalışsın-çalışmasın, herkes yaşama imkânına sahip olacaktır. Kimse yaşamak için çalışmayacak, çalışmak için yaşayacaktır. Dünya malını biriktirmek değil, amel-i salihi biriktirip âhirette meyvesini devşirmek isteyecektir. Çok mala sahip olmanın yolu başkalarını sömürmedir. Sömürürseniz sömürücü olarak kötü olursunuz, sömürülürseniz zaten ezilirsiniz. Oysa eğer birlikte ortaklık içinde çalışılırsa sermayeye ihtiyaç yoktur.

Bugün faizli karşılıksız para mabut hâline gelmiş, karşılıksız para çıkaranlar put olmuştur. Bizim onu istememiz tanrı olmaya kalkışmak ve müşrik olmak demektir. Oysa gerçek para nedir? Bizim işletme senedimiz para yerine geçer. O zaman putlara değil Hakk’a taparız. Karşılıksız para yerine Allah’ın nimetlerini temsil eden senetlerle iş yaparız.

وَأَوْلَادُهُمْ

(Va EvLADuHuM)

“Ve veletleri”

Bugün ekseriyet sistemi vardır. Yüzde 50+1 alırsanız iktidar nimetleri sizin olur. Yandaşlarınızı zengin edersiniz. Oysa bu haram maldır.

AK Partililer de F. Gülen Cemaati de oy ve kamudan yararlanma yollarını aradılar. Bir yere senden lâyık birisi varken o yere talip olmak ve o yeri işgal etmek, onun hakkını yemek değil midir? Yandaşlarını kadrolara doldurmak isteyen AK Parti ve F. Gülen Cemaati mensupları, işte onlar ve benzerleri evlat talep edenlerdir. Bu düzende başka türlü hareket etmek mümkün değildir. Çünkü onlar da 60 senedir, hattâ 100 senedir bunu yapıyorlar. Henüz onların paralel kuruluşlarını bile bitiremedik. Bizim paralel kuruluşlarla bu işi çözeceğimiz zannedildi. Ama şimdi o bizim zannettiğimiz paralel kuruluş da bizim karşımızda. Çünkü pislik pisliği temizlemez, karanlık karanlığı gidermez.

Biz ise; oyumuzla diğerlerini ezmeyeceğiz, adaletimizle bütün insanlarla bir olup birlikte kazanacağız, hakkımız ne ise onu bölüşeceğiz dedik. Bunu gerçekleştirmek için bizim sermayeye ihtiyacımız olmadığı gibi oya da ihtiyacımız yoktur, işçiye de ihtiyacımız yoktur. Biz kaç ortak olursak o kadar çalışır ve yaşarız. Biz ne sömürülür ne de sömürürüz.

إِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ

(EinNaMAv YuRIyDu elLAHu)

“Sadece Allah murad ediyor”

“Allah murad etti” denmiyor, “Allah murad ediyor” denmektedir. Buradaki “Allah”ı topluluk olarak anlamamız gerekir yahut bu durum süreklidir. Murad devam ediyor demektir.

Allah irade ediyor. Allah’ın kaderi vardır. Onu kimse değiştiremez. Ama Allah’ın bir de kazası var. O kaderi değiştirmeden değişir.

Farz edelim ki Allah birinin ölmesini irade ediyor ama nasıl olacağını irade etmiyor, kazaya bırakıyor. A kişi öldürse o öldürmüş olur, o öldürmezse B kişi öldürür. Hiç biri öldürmezse, başka günahları olan birine ilham eder ve ona öldürtür. Onu öldürmesi onun günahı değildir. Çünkü Allah onu zorlamıştır. Ama başka günahları kendisi irade etmiştir.

Bizim beynimizi Allah yaratmıştır. Şüphe eden, tereddüde düşen, soru soran bir beyin. Onun beynini var eden cüretini ve cesaretini de var etmiştir. Bu sebepledir ki bu şüphe ve sorulardan dolayı Allah onu muaheze etmeyecek, cezalandırmayacaktır ama amelinden dolayı, kasıtlı amelinden dolayı cezalandıracaktır. Herkes bilmektedir ki O adildir, kimseye zulüm yapmaz, O günah işleyenlere o imkânı rahmet olarak vermiştir. Ceza onu bozmak için değil yüceltmek içindir.

أَنْ يُعَذِّبَهُمْ بِهَا

(EaN YaGaüÜıBaHuM BiHAv)

“Onunla onları tazip etmek için”

Burada “Ha” zamiri gelmiştir. Çoğulu ifade eder. “Bihima” demiyor da “Bihi” diyor. “Ha” zamiri ile insan çoğulu ifade edilmez. Sadece fiillerde dişilik alameti gelir. Bununla beraber kuralsız erkek çoğuluna “Him” zamiri gider, kadınlara da “Hinne” zamiri gider.

Bize göre Kur’an Arapçasında topluluk sadece sayı çokluğunu ifade ediyorsa, topluluk içinde kadın ve erkek de varsa, o zaman “Ha” zamiri insan topluluğu için söylenebilir. Hele burada hem eşyanın hem insanın çoğulu vardır. Birincisi eşya ise “Ha” zamiri ikisini içerir. “Hima” değil de “Ha” kullanılması sadece “mallar” değil, sadece “evlad” değil, ancak ikisi birden olursa bir bütünlük teşkil eder. Mallar evlatlar için, evlatlar da mallar içindir. Onlara göre evlatlar mallar içindir. Müminlere göre de mallar evlatlar içindir. Bununla beraber bu zamir sadece mallara gider. Çünkü onların hedefi mallardır. Allah onlara evlatlarla değil mallarla azab edecektir. Karşılıksız para sonunda onların başına dert olacaktır.

Faizi yükselttiler. Bankalar eski kredilere bile yüksek faiz uyguluyorlar. Bunun anlamı şudur, maliyetler artan faiz kadar artacaktır. Enflasyon faizi geçecek, yeniden faizi artırma zorunda kalınacaktır. Sonra yine enflasyon olacaktır. Sonunda onların faizli para sistemi çökecek, o para ile kurulmuş düzenleri alt üst olacaktır.

İşte, Allah bunu murad ederek onların mal ve evlatlarını artırmış oluyor.

Müminlerin de böyle mal ve evlatları yani tesisleri ve işçileri artarsa, onlar da onun rehaveti içinde “Adil Düzen”i getirmezler. Ama sıkıntıya girince “Adil Düzen” için çalışırlar. Demek ki bizim sermayemizin olmaması, ortak olarak çalışanın bulunmaması Allah’ın bize büyük bir nimetidir, Allah’a hamd olsun.

Bugün ben bu satırları yazıyorsam eski başarısızlıklarımın sonucudur. Beni bir yerde belediye başkanı yapsalardı yahut hükümetlerde bakan olsaydım orada batar, boğulur ve bu yazılarımı yazamazdım. Sıkıntılı durumunuzdan dolayı hamd edeceksiniz, çünkü o sıkıntılar da Allah’tan rahmettir. Direksiyonu öğretmeden size ehliyet vermiyorlarsa sizin hayatınızı koruyorlar demektir, size ihsan ediyorlar demektir.

فِي الدُّنْيَا

(Fıy elDuNYAv)

“Dünyada”

Evet, genel olarak insanlar Kur’an’daki azabı âhirete havale eder ve rahata ererler.

Burada ise açıkça bu dünyada onların azap görecekleri yazılıdır.

AK Parti ile F. Gülen Cemaati’nin bugünlerde nasıl azap çektiğini herkes görmektedir. Her iki taraf da can ve mal korkusu içindedir.

AK Parti diyor ki; seçimi kaybedersem mahvolurum...

Cemaat de diyor ki; AK Parti kazanırsa beni mahveder...

Her iki tarafın yöneticileri can ve mal korkusu içinde...

Halk olarak biz ise son derce rahatız, kim kazanırsa biz kazanırız. Çünkü ikisi de Allah’a inanmışlardır. Bize zulüm yapmazlar; yapamazlar da. Eskiden sermaye böyle idi, kim kazanırsa o kazanmış oluyordu, çünkü bütün taraflar onun emrindeydi. Allah şimdi bizi o duruma getirdi. Farkımız, nifakı onlar sokuyorlar onlar yaralanıyor, biz yaralanmıyoruz.

وَتَزْهَقَ أَنْفُسُهُمْ

(Va TaZHaKa EaNFuSuHuM)

“Ve nefisleri zahık etsin diye”

Burada çok önemli bir işaret vardır. Azab etmeyi Allah murad ediyor, nefislerin kendileri zahık olsun diyor. Yani azabda fail Allah olduğu halde, zuhukda nefisleri faildir. Çünkü o hususta müdahale etmiyor, sadece imkân veriyor. İsterlerse öyle olsun, isterlerse öyle olmasın diyor. Ama azaplarını onlara yaptıkları başka günahtan dolayı veriyor.

Burada âyet kaza ve kader meselesini çok açık bir şekilde beyan ediyor.

وَهُمْ كَافِرُونَ

(Va HuM KAvFiRUNa)

“Ve onlar kâfir iken”

Fiil cümlesinin içinde vâvla gelen cümle hâl cümlesidir. Nefisleri kâfir iken zuhuk edebilsin diye denmiş oluyor.

“Zehuk” suyu çekilmiş kuyu demektir. “Zeheka” demek su çekildi gitti demektir. Kavgada biri sahneyi terk ederse o zuhuk etmiş olur. Nefis de bedeni terk eder gider. Kâfir olan beden değildir, kâfir olan nefistir.

Buradan muhalefetin aynı zamanda küfür olduğu da ifade edilmiş olmaktadır.

Demek ki asker kaçaklarını müşrik değil kâfir kabul edeceğiz. Kendi bucaklarında veya ocaklarında veya illerinde, hattâ devletlerinde öyle yaşayacaklardır.

 

 

 


TEVBE SÛRESİ TEFSİRİ(9.SURE)
1-1 VE 2.AYETLER
2229 Okunma
2-3.AYET
1495 Okunma
3-4.AYET TEFSİRİ
1785 Okunma
4-5 VE 6.AYETLER
2038 Okunma
5-7 VE 8.AYETLER
1812 Okunma
6-9 VE 11.AYETLER
1638 Okunma
7-12 VE 13.AYETLER
1737 Okunma
8-14 VE 16.AYETLER
1737 Okunma
9-16.AYET-B
1582 Okunma
10-17 VE 18.AYETLER
1791 Okunma
11-19.AYET
2034 Okunma
12-20 VE 22.AYETLER
1535 Okunma
13-23 VE 24.AYETLER
1671 Okunma
14-25 VE 27.AYETLER
1635 Okunma
15-28 VE 29.AYETLER
6281 Okunma
16-30 VE 31.AYETLER
2615 Okunma
17-32 VE 33.AYETLER
2045 Okunma
18-34 VE 35.AYETLER
2741 Okunma
19-36 VE 37.AYETLER
1774 Okunma
20-38 VE 39.AYETLER
1746 Okunma
21-40 VE 41.AYETLER
1602 Okunma
22-42 VE 45.AYETLER
1584 Okunma
23-46 VE 49.AYETLER
1613 Okunma
24-50 VE 52.AYETLER
1674 Okunma
25-53 VE 55.AYETLER
1698 Okunma
26-56 VE 59.AYETLER
1637 Okunma
27-60.AYET
2096 Okunma
28-61 VE 63.AYETLER
1449 Okunma
29-64 VE 66.AYETLER
2138 Okunma
30-67 VE 69.AYETLER
1560 Okunma
31-70.AYET
1629 Okunma
32-71 VE 72.AYETLER
1742 Okunma
33-73 VE 74.AYETLER
1755 Okunma
34-75 VE 78.AYETLER
1589 Okunma
35-79 VE 80.AYETLER
1570 Okunma
36-81 VE 82.AYETLER
1833 Okunma
37-83 VE 85.AYETLER
1583 Okunma
38-86 VE 89.AYETLER
1622 Okunma
39-90 VE 93.AYETLER
1619 Okunma
40-94 VE 96.AYETLER
1530 Okunma
41-97 VE 99.AYETLER
2745 Okunma
42-100 VE 101.AYETLER
2225 Okunma
43-102 VE 104.AYETLER
1760 Okunma
44-105 VE 108.AYETLER
1529 Okunma
45-109 VE 110.AYETLER
1514 Okunma
46-111.AYET
2348 Okunma
47-112.AYET
3226 Okunma
48-113 VE 115.AYETLER
1493 Okunma
49-116 VE 117.AYETLER
1814 Okunma
50-118.AYET
2394 Okunma
51-119 VE 120.AYETLER
1616 Okunma
52-121 VE 122.AYETLER
1520 Okunma
53-123 VE 125.AYETLER
1800 Okunma
54-126 VE 127.AYETLER
1492 Okunma
55-128.AYET
2224 Okunma
56-129.AYET
1571 Okunma
57-128 VE 129.AYETLERDE MATEMATİK YAPI
1614 Okunma

© 2024 - Akevler