TEVBE SÛRESİ TEFSİRİ(9.SURE)
Süleyman Karagülle
1739 Okunma
81 VE 82.AYETLER

Tevbe Sûresi-36

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

***

 

فَرِحَ الْمُخَلَّفُونَ بِمَقْعَدِهِمْ خِلَافَ رَسُولِ اللَّهِ وَكَرِهُوا أَنْ يُجَاهِدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنْفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَقَالُوا لَا تَنْفِرُوا فِي الْحَرِّ قُلْ نَارُ جَهَنَّمَ أَشَدُّ حَرًّا لَوْ كَانُوا يَفْقَهُونَ (81) فَلْيَضْحَكُوا قَلِيلًا وَلْيَبْكُوا كَثِيرًا جَزَاءً بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ (82)

 

***

 

فَرِحَ الْمُخَلَّفُونَ بِمَقْعَدِهِمْ خِلَافَ رَسُولِ اللَّهِ وَكَرِهُوا أَنْ يُجَاهِدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنْفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ

(FaRiHa eLMuPalLaFUvNa Bi MaQGaDiHiM PiLAvFa RaSUvLi elLAvHı Va KaRiHUv EaN YuCAvHiDUv Bi EaMVAvLiHiM Va EaNFuSiHiM FIy SaBIyLı elLAHi)

“Muhallifler, Allah resulünün hilafında kuud etmelerinde farah ettiler. Ve Allah’ın sebilinde malları ve canları ile cihad etmekten kürh ettiler.”

Bu sûre savaştan sonra oluşan sosyal gruplardan bahsetmektedir. Değişik müşrik gruplardan, kâfirlerden, münafıklardan, lümeze yapanlardan söz etmektedir. Sûreyi baştan okuyarak kaç grup insan olduğunu tesbit etmemiz gerekmektedir.

Baştan münafıkların adını zikretmeden münafıklık yapanlardan bahsetti. Sonra münafıkları anlattı. Bundan önce 77. âyette muhalefet edenleri zikretti.

“Feriha’l-muhallefuna” deyip onların davranışları ile ilgili bilgi vermektedir.

فَأَعْقَبَهُمْ نِفَاقًا فِي قُلُوبِهِمْ إِلَى يَوْمِ يَلْقَوْنَهُ بِمَا أَخْلَفُوا اللَّهَ مَا وَعَدُوهُ وَبِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ

“Allah’a vaadettiklerinde ona muhalefet ettiklerinden ve kizb ettiklerinden dolayı kıyamete kadar onların kalbine nifakı ıkap etti.” (Tevbe, 77)

Allah’a söz vermişler, sonra dönmüşler. Söz vermeyenlerden değil, söz verdikten sonra dönenlerden söz etmektedir. Söz verdikten sonra geri dönüş yoktur.

İnsanlar önce Müslüman olacaklar ve İslâmî hayatı yaşayacaklar. Bu arada “kalblerine iman girerse” ondan sonra iman edecekler ve onlar görevi yükleneceklerdir. Demek ki insanlar önce imtihandan geçecekler, sonra cihada başlayacaklardır.

Bizim “Müçtehit Yetişme Merkezi”ndeki hatamız, imtihandan geçmeden onlarla cihada başlamamızdır. Faiz en sonunda haram kılınmıştır. Ücretli çalıştırma haramdır; ama ücretsiz çalışan bulunduğu takdirde haramdır. Biz buna çözüm yolunu şöyle bulduk; müslimler malları ile katılsın, müminler de canları ile katılsın. Bu çözümümüz doğrudur. Eksik olan husus şudur; müminleri biz atadık(!), hâlbuki kendileri mümin olacaklardır.

O halde ne yapmamız gerekir?

Önce ilmî çalışmalara başlatmayıp sadece işe almalıyız. İşte çalışırken derslere de isteyenler devam etmelidirler. Derslerde başarılı olmaya başladıkları zaman, çalışma saatlerini yavaş yavaş ilme kaydırmamız gerekir. Eğer biz birden ilmî çalışmalara başlatırsak, o takdirde inanmadan cihada başlatmış oluruz.

İkinci hatamız da şudur. İnsanlara önce pratikte eğitim vermeliyiz. İlmî çalışmalar da çalıştığı yerlerle ilgili olmalıdır. Diyelim ki ahşap ev üretiyoruz. Önce ahşap evde çalışmak üzere anlaşma yapmalıyız. Ahşap ev projesinde katkısı olursa ahşap evin projelendirilmesinde yetiştirmeliyiz; böylece mesleğinde ilerlemiş olur ve kendisine de bize de zarar vermez.

Ondan sonra ona Kur’an’ın mucizelerini anlatmalıyız, ona imanın ne olduğunu öğretmeliyiz. Sonra geri dönüşün mümkün olmadığını söylemeliyiz. İmanın ne olduğunu, mal ile can ile cihadın ne olduğunu ona anlatmadan onu cihad ile mükellef görmemiz hatalı olur.

İşte, bilinçli şekilde cihadı kabul ederse, sözleşmede yazılanları benimserse, o zaman onunla “ilmî çalışmalara” başlayabiliriz, onunla “araştırma işletmesini” kurabiliriz. Ondan önce işçilikle de olsa geçici olarak zarureten kabul edip iş kurmalıyız.

Cari sistemde iş kurmazsak biz denemeleri yapamayız, cihad edecek kimseleri bulamayız. İzmir Akevler Kooperatifi bilmeden bu yolu tuttu, cari sisteme yakın bir sistemle başladı; bu sayede bugün yarım yüzyıldan beri varlığını sürdürüyor.

Burada şunu hatırımızdan çıkarmamamız gerekir ki; cari sistemi toptan kabullenelim ve öyle çalışalım demiyorum, zaruri olanları belirleyelim ve zaruri olanlar üzerinde geçici olarak uygulamaya yol verelim diyorum.

Şimdi harfi tarifle muhalleflerden bahsetmektedir. Ferahlandılar diyor. Söz verdikleri halde verdikleri sözün farkında olmadan söz vermemiş gibi davrandılar.

Şunu tekrar hatırlayalım ki artık Cebrail gelip bize yanlışlarımızı göstermemektedir.  Biz yanlışlarımızı başarısızlığımızla bilebilmekteyiz. Bu sebepledir ki başarısızlığa uğradığımız zaman sebeplerini mutlaka nefsimizde ve hatalarımızda arayacağız. Hatalarımız sebebiyle kimseyi suçlama yetkimiz yoktur.

Mümin olduktan ve cihada söz verdikten sonra sözünde durmayanlar olursa, onlara ne muamele yapacağız? Bundan sonraki âyetler bunlardan bahsedecektir. Bizimle savaşmadıkları ve hakem kararlarını kabul ettikleri müddetçe, bizim onları ülkemizden çıkarmaya hakkımız ve yetkimiz yoktur.

Fıkıh kitaplarında irtidat edenin öldürüleceği yazılıdır. Kur’an’da buna dair bir âyet bulamamıştım. Dolayısıyla irtidat etmeyi askerlik için taahhüt ettiği bedeli vermediği halde askerlik de yapmazsa, bunun ülkeden sürüleceğine ve gitmezse katledileceğine dair hüküm veriyordum. Ağır olan hükmü hafifletiyordum. Bu âyetlerle karşı karşıya gelince, bir kimse imandan dönerse, askere gelmezse, ona uygulanacak hükümler gelecektir. Yurdu terk etme şeklinde bir cezayı beyan etmemektedir.

Böyle yaparlarsa Adil Düzen Çalışanları sorumluluklarını idrak etmemiş olacaklardır. Allah’a söz vermişlerdir. O’na vaat etmişlerdir. Artık rücu edemezler. Rücu ettiklerinde dünyada ve âhirette cezalarının ne olacağı beyan edilecektir. Burada malları ile canları ile Allah yolunda cihad etmekten bahsetmektedir. Müfessirlerin çoğu bunu sadece savaşa hasretmektedirler. Oysa “kıtal etmezler” denmiyor, “cihad etmezler” deniyor. Malları canlardan önceye alıyor. Eğer kıtal esas olsaydı canları ile malları ile denmiş olurdu.

Bu âyette müslimler ile müminlerden söz edilmektedir. Her ikisi de tam olarak kendileri bütün malları ve bütün canları ile cihada çağrılmaktadır. Kimi çalışıp kazanacak ve kazandıkları ile mâli destek yapacak, kimi ise canları ile kazanacak, sadece geçinecek kadar bir destek alacak ve kalanını canıyla cihada ayıracak.

Önce maldan bahsettiğine göre önce mal ile cihad yapmalıyız. Malları kazanıp onunla canların cihad yapmasını sağlayacağız. Önce kazanacağız, ondan sonra cihad yapacağız.

Bu sebepledir ki biz “ortaklık” kuruyoruz, “yardım” almıyoruz.

İzmir Akevler Kooperatifi’nde bunu yarım asırdır başarmış durumdayız.

Malları ve canları dendiği için ikisi birlikte yapılacaktır ama mal ile cihad daha önemli tutulmaktadır. Bu sebepledir ki sadece para yetmediği gibi sadece ilim de yetmez.

Önce mal ortaklığı ile işe başlamalıyız. Yani çalışıp mal kazanılmalıdır. Sonra da ilim ortaklığına geçilmelidir.

“Fî sebilillah” diyor. O halde önce “Adil Düzen Siteleri” kurmamız gerekmektedir. Nitekim Hazreti Muhammed aleyhisselâm da arkadaşlarıyla öyle yapmıştır.

Bize saldırmazlarsa biz kıtal etmeyiz ama saldırılarsa kendimizi savunuruz.

فَرِحَ

(FaRiHa)

“Farah ettiler”

Ferh (Ha): “Felah” çatlak toprak demektir, sonra toprağı ziraata hazır hâle getirmek anlamı kazanmıştır. Ziraat yapmak demektir. Hasat zamanı geldiğinde çiftçinin duyduğu sevince “ferah” denmiştir. Sanattaki güzelliğe de ferah denir.

Müminler cihada giderken, malları ve canları ile cihad yaparken, kimileri mâli yükümlülükleri yerine getirmemek ve bedenen cihada katılmamaktan hoşlanmışlar, ‘oh kurtulduk, atlattık’ demişlerdir. Bugün biz “Adil Düzen” için cihad etme mükellefiyetine girmiş bulunuyoruz. “Adil Düzen”in gelmesi için tüm insanlar yükümlüdür. Farzı kifayedir. Eğer “Adil Düzen” yerine gelirse, katılmayanlar da dünyevi ve uhrevi cezalardan kurtulurlar. Bu sebepledir ki başlangıçta herkesin “Adil Düzen” için çalışması gerekmemektedir. Malları ve canları ile çalışanlar bulundukça onlar kenarda durabilirler. Ama eğer “Adil Düzen” gelmiyorsa, o zaman herkesin “Adil Düzen” için çalışması gerekmektedir.

Çalışmazlarsa ne olur?

Yeryüzü onların üzerinde çöker, “SOSYAL TUFAN” olur. Allah yalnız çalışanları bu tufandan kurtarır. Çalışmayanlar içinde suçlu suçsuza bakılmaksızın herkes helâk olabilir.

Bununla çalışanlardan şehit olanlar olmayacaktır demiyoruz. Ancak çalışanların grubu, çalışan ekip helâk olmaz. Çünkü onlar da olmasa sonra “Adil Düzen”i kimler getirecektir, Allah’ın nurunu kimler tamamlayacaktır?

Bugün bütün dünya sıkıntıda, herkes çözüm arıyor. Ne var ki arayanlar içinde inanmış olanlar da dâhil olmak üzere kimse çözümü Kur’an’da aramıyor; Kur’an’dan yapacakları içtihatlarda aramıyor! “SOSYAL TUFAN” seviyesindeki sorunların “KUR’AN” ile değil de kendi heva ve hevesleri ile çözüleceğini sanıyorlar. Oysa Kur’an, “velen tecide min dunihi mültehada” diyor; ondan yani Kur’an’dan başka tutunacak dal yoktur, bulamazsın diyor.

Gerek Kur’an ehli gerek diğer kitap ehli de diğer gafillerin gafleti içindedirler. Onlar da çözümleri Kur’an’da değil de Kur’an’ın geçmiş tefsirlerinde arıyorlar.

Kur’an’ı bugünkü ilimlerle yorumlayıp çözüm arayan birilerini bulsak da onlarla beraber olup yükümüzü hafifletsek; bunu ne kadar çok istiyoruz...

AK Parti Türkiye’ye hükmediyor, Gülen Cemaati dünyaya hükmediyor ama İslâm düzeni için bir kuruş harcamadılar, bizim yazdıklarımızı okuyup gereğini yapmadılar, bizim kısıtlı imkânlarla yapmaya çalıştıklarımızla ilgilenip destek vermediler...

İnsanları “imana getirmek” ayrı bir iştir, bu din adamlarının işidir.

Siyasilerin işi/görevi de “düzen” yani “Adil Düzen”i kurmaktır.

Ne var ki insanları imana getirip eğitmek de, düzen kurmak da “İLİM” işidir.

İşte; özellikle bu konuda kimse ama hiç kimse maalesef “ilim” ile meşgul değildir!

Batı üniversitelerindeki küfrü tedris etmekle bir yere varılacağını sanmaktadırlar!!! 

Biz bu merhaleyi aşabilmek için “Müçtehid Yetişme Merkezi” kuruyoruz. Bu yolda ne kadar acemi olduğumuzu uygulamadaki başarısızlığımızla biliyoruz. Ama biz imanımızdan bir şey yitirmedik. “Adil Düzen” gelecektir. Allah’ın nuru tamamlanacaktır. Bunun bizim elimizle olması şartı da yoktur. Biz en azından karınca misali O’nun yolunda çalışmaya devam ettikçe ferahlanıyoruz.

Kimileri de bizden ayrılıp cari düzenin bataklığında yüzmekten hoşlanmaktadır. İşte burada işaret edilenler bunlardır, ‘biz “Adil Düzen”den kurtulduk’ diyenlerdir.

الْمُخَلَّفُونَ

(eLMuPalLaFUvNa)

“Muhallefler”

“Halfe” ense demektir. “Muhallef” geri bırakılanlar demektir, arkasında demektir. Kur’an’da “beyne yedey” karşılığı getirilmiştir. “Ahdi ihlaf etmek” demek sözde durmamak demektir. “İhtilaf” birinin bir tarafa diğerinin diğer tarafa gitmesi, birinin yaptığını diğerinin bozmasıdır. Leyl ve nehar ihtilaf içindedir.

Kur’an’da dört yerde “muhallef” kelimesi geçmektedir, “muhallif” kelimesi geçmemektedir. Muhallefler münafıklar gibi bir zümre olarak zikredilmektedir. Yani topluluk içinde bunlar sosyal gruplardır. Bunlar münafıklardan farklıdırlar.

Kâinatta iki güç daima yan yana bulunur. Bunlardan biri etki yapan sosyal gruptur; yenilik ister, ilerilik ister. Diğeri de tepki grubudur; bunlar da sürtünme kuvvetine benzer yapılacak her yeniliğe karşı çıkarlar. Bunlar geri bırakılanlardır. Yani inkılâpçı grup ileri giderken bunlar yarışta daima arkada olurlar.

Tac’da bunların ism-i mef’ul olarak getirilmesi dört şekilde açıklanmaktadır. 1- Resul onlara izin verdi. 2- Allah onları geri kalacak şekilde yarattı. 3- Şeytan onları geri bıraktı. 4- Nifakları ve tembellikleri onları geri bırakmıştır. Bu açıklamaların hepsi doğru olmakla beraber, her konuda benzer açıklamalar yapılabilir.

Resul ilk vahiy aldığı zaman şu usulü benimsedi; iman edeceklerinden ümitli olanları karşılıklı olarak davet etti, ilk cemaati onlarla kurdu. Kendiliğinden gelenleri de büyük sevinçle cemaate kattı, hattâ onlara daha çok önem verdi, çünkü kendiliklerinden gelmişlerdi.

Resul savaşa gönüllü gelenleri toplamış ve onlardan birlik kurmuştur. Bunları yola çıkarmış, diğerlerine de bunların arkasından gidin demiştir. Böylece bunlar muhallef olmuşlardır. Hazreti Peygamber onlara izin vermemiş ama özel olarak da çağırmamıştır, kendiliklerinden katılmalarını istemiştir.

Biz de Adil Düzen Çalışmalarımızda bunu yapmalıyız. Geleceğini ümit ettiğimiz kimseleri ziyaret edip projelerimizi anlatmalıyız. Onlardan gelenlerle işe başlamalıyız. Kendiliğinden gelen olursa, onu da büyük memnuniyetle kabul etmeliyiz.

Yalnız bu daveti yapabilmek için bir kitapçık yazmalı ve orada Adil Düzen Çalışmalarımızı anlatmalıyız. Kitapçıkta çalışmalara katılacak finansörlerin, araştırmacıların, sermaye katkısı yapacakların, öğretmenlik yapacakların ve âlimlerin görevleri ve yetkileri anlatılmalıdır. Bilhassa araştırmacı ortaklarla olan ilişkilerimizi daha teferruatlı bir şekilde ortaya koymalıyız.

Davetli insanların dışındakiler muhalleftirler. Bunlardan bir kısmı ferahlanacaklar, bir kısmı ilgilenmeyecekler, bir kısmı da kendiliğinden katılacaklardır.

بِمَقْعَدِهِمْ

(Bi MaQGaDiHiM) 

“Mek’adlerinde”

Buradaki “Ba” harfi sebep bası olur, “Mek’ad” da masdar olur; yani onlar kuud ettiklerinden dolayı ferahlandılar anlamı çıkar. “Bi” “Fî” manasında olur, “Mek’ad” da ismi mekân olur; kaldıkları yerde ferahlandılar denmiş olur. Her iki mana da doğru olur.

“Culus etmek” ayakta iken oturmaktır. “Kuud etmek” yatmışken oturmaktır. Culus işi bırakmadır. Kuud ise işe başlamadır. Araba hızlı iken durdurmak culustur, arabayı kaldırmamak kuuddur.

Muhalleflerin işi durdurmaktır, etkilere karşı tepki göstermektir. Canlı hücreler canlıları çoğaltmak için çalışırlar, mikroplar da canlıların çoğalmasını önlerler. Mikroplar muhalleflerdir. Canlılara da ihtiyaç vardır, muhalleflere de ihtiyaç vardır ama asıl işi yapanlar muhallefler değildir, müminlerdir, salih amel işleyenlerdir.

Tarih boyunca hep müminler ile muhallefler arasında çatışma olmuştur. Muhallefler yeniliğe karşı direnmişlerdir. Bunun yararı; müminler hata yaparlarsa bunların uyarıları ile uyarılırlar, uyarılanlar başarılı olurlar, uyarıya kulak vermeyenler elenip giderler.

خِلَافَ

(PiLAvFa) 

“Hilafında”

“Hilaf” “himar” gibi isim olabileceği gibi “cibal” gibi çoğul da olabilir yahut kıtal gibi müfaele bâbının masdarı olur.

Burada masdar manasını verdiğimizde, Resul onları yedek olarak arkaya bırakmıştır, onlar da arkadan katılacaklarını vaat etmişlerdir. Onunla hilafa düşmüşlerdir anlamı çıkmaktadır. Resulün onları arkada bırakmasının sebebi, asıl kuvvette bir çözülmenin önlenmesidir. Gelecekler sonradan kendileri gelsinler, gelmeyecekler de gelmesinler.

Bizim eksiğimiz; biz bu ayırımı yapmadan “müçtehid yetişme adaylarını” biz kendimiz seçtik. O zaman yaptığımız doğru olabilir, çünkü başka imkânımız yoktu.

Ama bundan sonra bana göre şu yolu takip etmeliyiz.

a) Kadınların ayrı erkeklerin ayrı kalacakları misafirhanemiz olacak. Bu misafirhaneleri satın almalıyız. Kişilerden ikişer bin lira toplayarak buraları satın alabiliriz. Burada kalacaklar. Kendilerinden kira istemeyeceğiz. Derslerimize katılacaklar. İstedikleri işlere de ücretsiz yardımcı olacaklar.

b) Onlardan iş yapabilenlere, ücret vererek ücretli olarak işe almalıyız. Ben ücretli işi haram kabul ediyorum. İlmî araştırma yapanlara tefakkuh faslından ödemeyi düşündüm ama muhallef olanlarla işe başladık. Sonuç alamıyoruz. O halde geçici olarak zaruretten dolayı işçilik sistemini uygulayabiliriz. Faiz de Medine’de son senelerde haram kılındı. Şartları hazırlanmadan inkılâp yapılamaz. Bununla beraber her şer meşrudur demiyorum. Zaruretler “gayre bağin ve âdin” olacaktır, zaruret sınırları içinde kalacaktır.

c) Bu çalışmaları yaparken derslerimizi takip etmesini isteyeceğiz. Belli dersleri geçtikten sonra, örnek olarak Arapça okuyup lügate bakacak kadar sarfı öğrendikten ve dört işlemi bütün sayılarda yapabildikten sonra, o kimse araştırmacı kadrosuna alınmalıdır.

d) Kendisinin beğenip projesini yapabildiği bir iş olunca o işletmesini kurmalı ve onun işletmesi tarafımızdan desteklenmelidir.

Bütün bunları muhallefler kelimesinden anlıyoruz.

Bütün muhallefleri kötü anlamında anlamamız gerekmez. Resulün hilafında oturmaktan ferahlanan muhallefler zemmedilmektedir.

رَسُولِ اللَّهِ

(RaSUvLi elLAvHı)

“Allah’ın resulünün”

Buradaki “Allah” kelimesi âlemlerin rabbi Allah’tır, “Resul” de Hazreti Muhammed’dir. Hazreti Musa’yı, Hazreti İsa’yı anlattığı gibi kıssa olarak anlatmaktadır.

Bunun böyle olduğunu bundan sonra gelen “sebilullah” kelimesinden anlıyoruz.

Hazreti Peygamber savaşa giderken onları geri bırakmıştı. Bu kıssayı anlatarak bize muhallefleri öğretmektedir. Allah Resulü’nün hilafında mak’adlerinde ferahlamışlardır.

وَكَرِهُوا

(Va KaRiHUv)

“Ve kerh ettiler”

“Kerh” çıkılması zor kötü yerdir. “Gür orman” dediğimizde kerh orman şeklinde anlayabiliriz. Kötü yerde olmaktan hoşlanılmadığı için hoşlanmamak demektir. Oradan ayrılmakta güçlük çektikleri için zorlanma anlamındadır. Savaşı tehlikeli görmüşler, oradan çıkmayı da zor görmüşlerdir.

Benzer olaylar İzmir “Akevler Kredi ve Yardımlaşma Kooperatifi” kuruluşunda olmuş, başlangıçta katılanlar sonra ayrılmışlardır.

Bugün de “Adil Düzen”de çalışma zor gelmektedir. Kur’an Allah’ın kitabıdır. Bunu müsbet ilimlerle biliyoruz. Kur’an’dan Allah nurunu tamamlayacaktır haberi gelmektedir; yani “Adil Düzen” yeryüzüne hâkim olacaktır, kâfirler kerih görseler de denmektedir.

Mümin olup savaşı kerih görenler olacaktır. Bunlar muhalleflerdir. Bunlar malları ile canları ile Allah yolunda cihad etmeyenlerdir. Biz kendi çalışmalarımıza devam edeceğiz. Bir gün AK Partililer de F. Gülen Cemaatindekiler de Kur’an’dan başka tutunacak dalın olmadığını göreceklerdir. Biz ne kadar adım atıyoruz?

Ben birinci “Adil Düzen” çalışmasını tamamladım. Artık beni hesaba katmayacaksınız. Bu yaşımda aranızda hâlâ yaşamam Allah’tandır ve size bazı şeyleri anlatmam içindir. Siz yeniden işe başlıyorsunuz. Kırk yaşına bile gelemediniz. Henüz yeniden başlıyorsunuz. Belki sizin gerçek anlamda işe koyulmanız benim aranızdan ayrılmamdan sonra olacaktır. Kur’an okumaya devam etmelisiniz. Bir de Kur’an’a uygun bir iş kurmalıyız. Kerih görenler beklesinler, onlar sonra gelsinler. Biz O’nun yolunda cihat edersek, Allah da bize mutlaka yol gösterecektir.

أَنْ يُجَاهِدُوا

(EaN YuCAvHiDUv)

“Cihad etmekten”

“Cehd” düz ve sert yer demektir. Orasını işleyip verimli hâle getirmedeki zorluktan çabalama anlamına gelmiştir.

Toprak üzerindeki bitkiler Güneş’ten gelen ışık enerjisini kimyasal enerjiye dönüştürürler. Toprağın verimli hâle gelmesi, bol ürün vermesi ve istediğimiz ürünü vermesi için onu işlememiz gerekmektedir, emek vermemiz gerekmektedir. Orasını işleriz ve tarla hâline getiririz ki ekip biçelim ve ürün elde edelim.

Toprak bu şekilde verimli hâle getirildiği gibi insanlar da böyledir. Türkiye’de yaşayan insanlar bu şekilde ham imkânlardır. Biz kendi kendimizi işleyerek işe yarayan hâle gelmeliyiz. Toprağı biz işleriz. Eskiden meleklerin vahyi ile peygamberler bu işi yaparlardı. Şimdi ise biz kendi kendimizi yontup topluluk hâline gelmeliyiz.

Hazreti Peygamber nefisle mücahedeyi birinci, düşmanla mücahedeyi ikinci saymıştır.

بِأَمْوَالِهِمْ

(Bi EaMVAvLiHiM)

“Malları ile”

Malları ile cihad yapmak demek, malları harcayıp bitirmek değildir; malların “Adil Düzen”e yönlendirilmesi demektir, “Adil Düzen” işletmesini kurmak demektir.

Bugün yeryüzü “faizli sömürü sistemi” içindedir. İnsanlar başka insanları zarara sokarak kendileri kazanma çabasındadır. Kur’an diyor ki; insan için emeğinden başka bir şey yoktur. Oysa onlar faiz alarak emeksiz kazanç temin etmektedirler.

“Adil Düzen” demek, herkese çalışma imkânı sağlamak ve herkesin kendi emeği ile iş yapmasını oluşturmak demektir. Bugün “faizli işçilik sistemi” vardır. İşçilik yerine “faizsiz ortaklık sistemi” getirilecektir. Bunun zorluğu şuradadır.

İşçilik sisteminde işçi söyleneni yapar, böylece birlik sağlanır. Ortaklık sisteminde herkes kendi istediğini yapar. Bu takdirde birlik sağlanamadığı için üretim olmaz. Özgürlük içinde birliği sağlama bir cihad işidir. Kişiler birlik içinde özgür olacaktır. Topluluk da özgürlük içinde birliği oluşturacaktır. Herkesin kendi mülkü olacaktır. Ancak bu mülk ortaklık içinde olacaktır. Öyle sistem kurmalıyız ki kişi her zaman ortaklığa katılabilsin ve her zaman ortaklıktan ayrılabilsin. Katılarak birliği sağlasın, ayrılarak özgür olsun.

İzmir Akevler’de bunu sağlamaya çalıştık. Bu sayede yılda bir defa çalışmalarımızın hesabını yani muhasebesini yapabildik, yarım asırdır İzmir kooperatiflerimiz yaşamaktadır. Şimdi ise “günlük muhasebeyi” yapmak istiyoruz. Bugün ortaklığa katılan yarın ayrılabilmeli, onun kâr ve zararı hesaplanabilmelidir. Bu nasıl olacaktır? Bu ancak “Adil Düzen Ortaklıkları” içinde sağlanabilmektedir. Onun muhasebe programı üzerinde çalışıyoruz...

وَأَنْفُسِهِمْ

(Va EaNFuSiHiM)

“Ve nefisleri ile”

Evet, mal ve nefisler ile cihad edilecektir. Aralarında “Ve” harfi vardır. Dolayısıyla mal ile cihad nefis ile cihaddan farklıdır. “Bi” harfi iade edilmemiştir, dolayısıyla ikisi ile birlikte cihad edilecektir. “Ve” olduğu için kişiler mal ile veya nefis ile cihad etmelerini tercihte serbesttirler. Herkes malıyla canıyla cihat etsin denmemiş de topluluğa genel olarak emredilmiştir. O halde kimi mal ile kimi de can ile cihad edecektir. Kimi zekât vermek için çalışacak ve Adil Düzen işletmelerine mal ile katılacak, kimi de ilim yapacak ve bu ilmiyle cihad yapacaktır. Bugün silahla ve savaş yoluyla “Adil Düzen” gelmez. Bugün önce Kur’an’ı bugünkü müsbet ilimlerle anlama cihadını vereceğiz, ondan sonra da bunlara malları ile katılanların da desteği ile araştırmacılar uygulama yapacaklardır.

Özgürlük içinde birliği sağlamak veya birlik içinde özgür olabilmenin sırrını bulmuştuk. Kişi eğer kolayca ortak olabiliyorsa, kolayca ayrılabiliyorsa, kâr ve zararı günlük hesaplanabiliyorsa, mallarda özgürlük ile birlik sağlanabilecektir.

Nefisler için de aynı şey söz konusudur, hem birlik sağlayacak hem de özgür olacağız.

Bu nasıl sağlanır, bunun sırrı nedir?

Bunun için de Kur’an’ın getirdiği metot vardır. Önce herkes kendi içtihadını yapacak ve kendi fıkhını oluşturacaktır. Kendi fıkhını kendisi oluşturduğu için özgürdür ama fıkhına göre hareket ettiği için de birlik sağlanmaktadır. Çünkü herkes içtihadını yaparken çıkar paralelliği içinde olacak şekilde içtihad yapar. Bu birinci adımdır.

İkinci adım ise sözleşmeler yapmaktır. Herkes sözleşme yapma ve sona erdirmede özgürdür ama sözleşmeyi sona erdirirken verdikleri zararı ödeme durumundadırlar. Sözleşme var oldukça artık o amirdir, herkes ona uyar. Böylece birlik içinde özgürlük mümkün olur.

Üçüncü adım; işler yürütülürken her işin bir sorumlusu olur. Sorumlu ne derse yapılır. Orada tam itaat vardır. Bu yönüyle birlik sağlanmıştır ama herkes her zaman işten ayrılabilir, sorumlu da ayırabilir. Bu da özgürlüktür.

Demek ki sözleşmede özgürlük ama işte uyumluluk esastır. Ayrılma özgürlüktür, katılma birliktir.

Nihayet; çıkan ihtilaflar tarafların seçtiği hakemlerin hükmü ile hükme bağlanır. Hakemleri tarafların seçmesi özgürlüktür. Hakemlerin kararlarına uymak birliktir.

İşte, mallar ve canlar ile cihad bu düzeni kurmamızdır.

“Adil Düzen” böyle kurulacaktır.

فِي سَبِيلِ اللَّهِ

(FIy SaBIyLı elLAHi)

“Allah’ın sebilinde”

Buradaki Allah topluluktur, yol da O’na götüren araçtır. Topluluğu oluşturmadır. Topluluğu oluşturma yolunda cihad yapmadır.

Bin senede bir yeni uygarlıklar oluşur.

Bu uygarlıkları oluşturanlar topluluğa götüren yolda cihad edenlerdir.

Topluluğa giden yol nedir?

Mallarda ve canlarda özgürlük içinde birliktir, birlik içinde özgürlüktür. Yani bugün ortak olup yarın ayrılabilecek bir sözleşme yapmadır. Bu sözleşmeyi çalıştırabilmedir. Ortak işe istediği zaman katılma, istediği zaman ayrılabilmelidir ama birliğe zarar vermemelidir.

وَقَالُوا لَا تَنْفِرُوا فِي الْحَرِّ قُلْ نَارُ جَهَنَّمَ أَشَدُّ حَرًّا لَوْ كَانُوا يَفْقَهُونَ

(Va QAvLUv LAv TaNFiRUv Fiy eLXarRı QuL NAvRu CaHanNaMa EaŞadDu XarRan LaV KAvNUv YaFQaHUvNa)

“Harda nüfûr etmeyin, dediler. Cehennemin nârı har olarak eşeddir, de. Fıkh etselerdi.”

Muhallefler, arkada kalanlar, tutucular, fiilen ileri adım atmadıkları ve yenilikleri benimsemedikleri gibi sözleri ile de topluluğun oluşmasına katkıda bulunmazlar. Özgürlük içinde birlik ve birlik içinde özgürlük sözleri ile karşı çıkarlar. Faizli işçilik işletmelerine karşı zekâtlı ortaklık işletmelerinin oluşmaması için çaba gösterirler. Buna göre kanunlar çıkartırlar, buna göre bürokrasi kadrosunu kurarlar, buna göre yolsuzluk yaptırırlar, mafya kulüpleri vardır. Ana silahları “sıcakta yola çıkmayın, rahatınızı bozmayın” demeleridir, muhataplarını uyuşturmalarıdır.

Buradaki “çıkmayın” sözü “çıkmayalım” anlamındadır. Kur’an Arapçasında ben ve sen biz ile değil de siz ile ifade edilir. Oysa diğer dillerde ve bizim dilimizde ben ve sen biz diye ifade edilir.

“Cehennem ateşi daha hararetlidir” denmektedir. Yakmak ile ısıtmak ayrı şeylerdir. Sıcaklık yakmaz ama sarsar, sıkıntı verir. Isıtmada sıcaklık gidince tekrar eski duruma dönülür. Oysa yakmada artık eski duruma dönülemez.

Cehennem bir ısıtma merkezi midir, yoksa bir yakma merkezi midir?

Yakıtı taş ve insan olan bir yerde yakma söz konusu olamaz. Ölümsüz insan yakılacak olsa varlığını kaybeder. Oysa insan halidir, yok olmayacaktır.

Nâr ise yakıcıdır. Cehennem nârı yakıcı değil ısıtıcıdır. Bu sebeple cehennem nârı daha sıcaktır denmektedir. Sıcak olma demek yakıcı olmama demektir.

“Fıkh ederlerse” deniyor.

Biz burada cehennem ateşinin daha sıcak olduğunu nasıl fıkh edeceğiz?

Fıkıh demek kıyas demektir. Bu dünya hayatına kıyas ederek fıkh edeceğiz. O halde âhiret demek bu dünyadan bambaşka bir şey değildir. Burada neler varsa orada da onlar vardır. Sadece burada bozulma vardır, ölüm vardır. Orada ise ölüm yoktur, bozulanların da tekrar eski duruma dönebilmeleri vardır.

وَقَالُوا

(Va QAvLUv)

“Ve kavl ettiler”

Yerlerinde oturmaktan hoşlandılar, ‘oh, biz kurtulduk’ dediler; bu yetmedi, cihada çıkanlara da karşı telkinde bulundular, cihada çıkacak olanları da engellediler.

Müslümanlar olarak biz 1960’a kadar devletimizi düzeltmek için uğraştık ama gördük ki bu mümkün değildir. Bırakalım, kendimiz düzgün yaşayalım dedik; Akevler’i kurduk. Gayemiz şuydu; kimsenin etlisine sütlüsüne karışmayalım, kendi kendimize şeriata göre yaşayalım...

Bundan onların memnun olmaları gerekmez mi?

Hayır, tam tersine, son derece rahatsız oldular ve bizim kooperatifimizi daha ilk kuruluşunda dağıtmaya başladılar; biz de onlarla cihada giriştik.

Bugünkü AK Parti ve bugünkü Cemaat, işte o direnişimiz sonucunda doğdu. Kim kaybetti? Onlar kaybetti. Onların taçları tahtları yıkıldı. Şimdi de yine bizim olmamamız için çalışıyorlar. Bu kardeşlerimizi birbirlerine düşürdüler. Onları çatıştırıyorlar. Paralel devlet bahanesi ile devleti yıkıyorlar.

لَا تَنْفِرُوا

(LAv TaNFiRUv)

“Çıkmayalım”

Âyetteki ifadeyle; “çıkmayalım” diyorlar yani uğraşmayalım demek istiyorlar…

Kimler?

Ak Partililer ve Cemaat...

- “Adil Düzen” gelmez diyorlar, o düzen kurulamaz diyorlar!.. Biz faizli sistemde kalalım, işçilik sistemi içinde kalalım. Bak, refah içindeyiz. Cemaat’in malları var, serveti var, tüm dünyada teşkilatı var. AK Parti iktidarda, imkânları har vurup harman savurmakta. “Adil Düzen” de neymiş, ortaklık sistemi neymiş, karz-ı hasen neymiş, diyorlar!?.

فِي الْحَرِّ

(Fiy eLXarRı)

“Hararet içinde”

Dünya zaten kriz içinde, ekonomi büyük sarsıntılar geçiriyor... Dünyada sermaye ve devletler çatışması var... Koskoca Roma ve Pers imparatorlukları var karşımızda, biz kimiz ki onlarla savaşalım der gibiler... Biz yerimizde oturalım... Mevcut işçilik sisteminde ve mevcut faizli sistemde işimizi yürütelim diyorlar!.. Ondan sonra da birbirlerini yiyorlar!..

قُلْ

(QuL)

“Kavl et”

Buradaki “kavl et” emri kimedir?

Bu bölüm başladığı zaman “Ey nebi” diye başlamış, “Kâfirler ve münafıklarla cihad et” demişti, işte şimdi de bu emir onadır. Cihada karşı çıkanlarla da cihad edeceğiz demektir. Resule değil nebiye emretmektedir; yani ilmî çalışmalar yapanlara emrediliyor.

Söyleme “tebliğ” içindir.

İşte bu sûrenin açıklanması ile onlara Allah’ın emrini iletiyoruz. Biz söylemiyoruz, biz sadece Kur’an’ın emrini iletiyoruz, tebliğimizi yapıyoruz. Cehennem nârı hararet itibariyle daha eşeddir. Tevbe ediniz, istiğfar ediniz; artık “Adil Düzen”e geliniz. Bediüzzaman; zaman içtihat zamanı değildir, gemi su alıyor, önce imanımızı kurtaralım demiştir. Bugün iman kurtulmuştur, gemi sularda seyretmektedir ama kaptanlar arasında kavga vardır. Evet, kavga var, çünkü şeriat düzeni kurulmamıştır. Gelin şimdi şeriat düzenini kurarak aramızdaki kavgalara son verelim.

Nedir bu şeriat düzeni?

İhtilaflarda hakemliktir.

Beklerdik ki Gülen Erdoğan’a ‘hakemlere gidelim’ desin. Erdoğan da Gülen de beni çok yakından tanıyorlar. Onlara diyoruz ki; “Hakemlere gidin... Yoksa…”

نَارُ جَهَنَّمَ

(NAvRu CaHanNaMa)

“Cehennem nârı”

“Cehennem” özel isimdir, marifedir, dolayısıyla “nâr” da marifedir.

“Cehennem nârı” diğer bizim bildiğimiz nârlardan değil de, ona benzer ısıtan ama yakmayan nârdır, özel nârdır. Bu nâr bu dünyada değil âhirettedir.

Kur’an ne diyor?

Allah kasem ederek diyor ki; siz aranızda çıkan ihtilaflarda hakemlere gitmedikçe mümin olamazsınız.

Evet…

Gülen ve Erdoğan!

Artık duyun bu sözleri; siz mümin iseniz hakemlere gidin. Mümin olun yoksa şeytan da çok büyük abid idi ama bir secdeyi yapmadı, kıyamete kadar melun oldu. Abid olmanız yetmez. Hakemlerden birini biriniz, diğeri diğeriniz seçeceksiniz; başhakemi de bunlar seçecektir. Başhakemin verdiği karara uyacaksınız. Başka çıkar yolunuz yoktur. Hakeme uymayan olursa biz ona karşı uyanın yanında olacağız. Erdoğan’ın Cemaat’e, Gülen’in de siyasete karışma yetkisi yoktur. Her birinin görevi ayrıdır. Devlet içine yerleşme siyaseti yanlıştır. Erdoğan’ın da okulları kapatma, dershaneleri kapatma yetkisi yoktur.

أَشَدُّ حَرًّا

(EaŞadDu XarRan)

“Harran daha şiddetlidir.”

Hakemlere gitmezseniz, o takdirde daha sıcak olan cehenneme hazır olun.

Benim bu önerimi her mümin duyacak ve her vesile ile onlara ulaştıracaktır.

Biz geçmişte yapılanları muhakeme edemeyiz, kimseyi suçlayamayız, ceza veremeyiz, çünkü hakem değiliz.

Ama her mümin diğer bir mümine hakkı tavsiye etmekle yükümlüdür, yetkilidir de.

Size tebliğ ediyoruz, Allah’ın emrini ulaştırıyoruz; hakemlere gidin.

لَوْ كَانُوا يَفْقَهُونَ

(LaV KAvNUv YaFQaHUvNa)

“Fıkh etseler”

Evet, kıyas yaparak cehennem ateşinin daha hararetli olacağını bilebilirler.

Şeytana yapılan lanet ve hakemlik âyeti bunları açıkça uyarmalıdır.

Bunu yalnız Fethullah Gülen değil, kendilerinin tanıdığı Hüseyin Gülerce, Abdullah Aymaz, Alaattin Kaya ve Suat Yıldırım da aynı ateşi hatırlamalıdırlar.

Hakemlik teklifi Gülen’den gelmelidir.

Erdoğan’ın bunu duyacağı kanaatindeyiz.

فَلْيَضْحَكُوا قَلِيلًا وَلْيَبْكُوا كَثِيرًا جَزَاءً بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ (82)

(Fa eLYaWXaKUv QaLIyLan Va elYaBKUv KaÇIyRan CaZAEan BiMAv KAvNUv YaKSiBUvNa)

“Kesb etmiş olduklarından dolayı kalilen dahk etsinler kesiran baky etsinler.”

Evet, yaptıkları iyiliklerden dolayı gülme hakları vardır. Bediüzzaman’ın başlattığı yeniliği tüm dünyaya ulaştırdıklarından dolayı gülmeye hakları vardır. Erbakan’ın başlattığı çalışmaları devam ettirip insanlığa sunduklarından dolayı AK Partililerin de gülmeye hakları vardır. Millî Görüş ile “Adil Düzen”i terk ettiklerinden ve Akevler çalışmalarını desteklemediklerinden dolayı da büyük günahları vardır. İslâm düzeninde değil de faizli cari düzende büyümeyi benimsediklerinden dolayı da günahları daha çoktur, daha çok ağlamaları gerekmektedir. Hele bugün kendi aralarında yaptıkları çatışma onların günahlarını katlamıştır.

Bugün F. Gülen beddua etmektedir. Daha önceden Milli Görüşe oy verilmemesi için en ağır sözleri söylemiş ama sonraları Ecevit’i desteklemiştir. AK Parti ile bir olmuştur. Devlet kadrolarına yani cari düzendeki bürokrasiye kişileri yerleştirme yolunda çaba sarf etmiştir. Oysa biz bugünkü bürokrasiyi “Adil Düzen”de meşru görmüyoruz. Sabit maaş faizdir diyoruz.

AK Parti de “Millî Görüş gömleğini çıkardığını” ve “Adil Düzen’e karşı olduğunu” ilân etmiştir. Bizimle görüşme tenezzülünde bile bulunmamışlardır.

Oysa biz onlara sadece Kur’an’dan anladıklarımızı anlatacaktık...

O halde gülmekten çok ağlamaları gerekir. Bu ağlamadan kurtulmaları için önce hakemlere gidip aralarındaki çatışmalar önlenmelidir. Sonra da artık her iki taraf Akevler ile işbirliği yaparak Kur’an düzenini getirmelidirler.

Mevcut olan bozuk düzende çevre ile ilişkilerde şeriata göre hareket etmek mümkün değildir. Ne var ki kendi içimizde şeriata göre hareket etmeliyiz. Dış ilişkilerimiz cari sistemde olabilir. Kendi aramızda ise şeriatın hükümleri geçerli olmalıdır.

Biz 1970’lerde Cemaat’i (Fethullah Gülen’i) partimize davet ettiğimiz zaman onlar bizimle değil S. Demirel ile işbirliği yaptılar, daha sonra B. Ecevit ile işbirliği yaptılar! Erbakan’a karşı AK Parti ile bir oldular! Erbakan devre dışı edilince de şimdi birbirleriyle kavgaya başladılar. O halde az gülecekler, çok ağlayacaklar.

فَلْيَضْحَكُوا قَلِيلًا

(Fa eLYaWXaKUv QaLIyLan)

“Kalilen dahk etsinler”

“Fa” harfi getirilmiştir.

Sıcakta cihada çıkmayın diyenler var mıdır? İşte onlara hitap ediyor.

1960’larda İzmir’e gittiğimde Remzi Güres, Dursun Aksoy, Mehmet Gemalmaz ve Ahmet Remzi Hatip’ten oluşan bir çalışma grubunu buldum. Remzi Güres eski Kilis milletvekili (veya senatörü) idi. Uşak Şeker Fabrikası Genel Müdürlüğü yapmıştı. Manisa’da çiftliği vardı. İzmir Gümüldür’de bir arazi almışlar, mandalina bahçesini yapıyorlardı. Gayeleri bir İslâmî işletme kurmaktı. Siyasetle sorunların çözülemeyeceğini, ancak ekonomik işletmelerle çözüme ulaşılacağı görüşünde idim. Ben de onlara katıldım...

İzmir şehrinin içinde bir tek Risale-i Nur medresesi vardı. Mustafa Birlik tarafından oluşturulan bu medrese bir aile tarafından kurulmuştu. Binanın altı alüminyum kepçe döken işyeri idi. İki katta da enişte kayın oturuyordu. Çocukları kepçe üretiyor ve pazarlıyorlardı. Çatıda da Risaleler okunuyordu. Ben bunlara da katıldım...

İhsan Emci ve Osman Eskicioğlu isimli iki İzmir Yüksek İslâm Enstitüsü öğrencisi benimle ilgilendiler, konferanslar verdim. Bu arada Fethullah Gülen İzmir’e gelip Risale-i Nur derslerine katıldı; konferanslarıma da ekibi ile katıldı...

Bu arada Necmettin Erbakan’la üniversite yıllarımızdan itibaren tanışırdık. Parti kurma teklifinde bulunduk. Bağımsız adaylıklarımızı koyduk. Birlikte yola çıktık...

İttifak etiğimiz hususlar şunlardı.

1- Doğu ve Batı öğrenilecek ve yeni düzen bunların sentezinden oluşacaktır.

2- İşe küçükten ve uygulamalı olarak başlanacak, kendimizi yetiştirmekle oluşacağız.

3- Legal çalışacağız, kanunlara aykırı işler yapmayacağız, şeriata aykırı da işler yapmayacağız.

4- Müslümanlar arasında cemaatçilik yapmayacağız, hep birlikte küfürle cihad edeceğiz.

İşte, bizim seferimiz böyle bir seferdi, böylece yola çıktık... Uşşakiler ile sıhrî yakınlığı olan Prof. Dr. Ahmet Tahir Satoğlu’nun başkanlığında Akevler Kredi ve Yardımlaşma Kooperatifi’ni kurduk...

Bundan sonra bazı muhallefler oldu, yukarıdaki prensiplerin dışına çıkıldı. O prensiplerin dışına çıkıldığının ispatı olarak bugünkü AK Parti ile Cemaat arasındaki çatışma şahittir. Akevler hâlâ aynı yerdedir. İki tarafı da desteklemektedir. Siyasette Erbakan’ı desteklemektedir. Dinde ise Cemaat/leri desteklenmektedir, çocuklarımız onların kolejlerinde okumaktadır. Oylarımız ise AK Parti’ye gitmektedir.

Şimdi bu eski yol arkadaşlarımız bu âyeti okusunlar.

Büyük hizmetler yaptılar. Cemaat İslâm dinini dünyaya tanıttı. Tebliği her yere ulaştırdı. Bu ne büyük hizmettir. AK Parti de İslâmiyet’i dünyaya tanıttı, yurt içi ve yurt dışı İslâm düşmanlığını sona erdirdi. Dolayısıyla sevinmeleri ve hamd etmeleri gerekir.

Ne var ki geri kalanlardan oldular, İslâm düzenini bırakarak seferden geri kaldılar, dolayısıyla sevapları az oldu, bu sebeple az gülsünler deniyor. Allah bire on vereceği için âhirette cennette olacağınızı ümit ediyorum ama bu dünyadaki başarınız seferdedir.

Bu sefer başarıya ulaşmamış, Müslümanlar kimseyle karşılaşmadan geri dönmüşlerdir. Akevler de “Adil Düzen”de başarıya ulaşmamıştır. Henüz yarımdır. Ama biraz sonra yapılacak seferlerle dünya fethedilecektir. “Adil Düzen”in birinci uygulaması kendi içinde cihadını yapmakta, “Adil Düzen”i ortaya koymaktadır. Yakında seferlere başlanacak ve tüm dünya fethedilecektir.

Bu kardeşlerimiz akıllarını başlarına toplamalıdırlar. Aralarında hakemlik sistemini kabul edip sorunları çözmelidirler. Her ikisi de tevbe istiğfar edip şeriata gelmelidir. İslâm düzenini yani “Adil Düzen”i kabul etmelidirler. Nerde bulurlarsa oradan almalıdırlar. Akevler’de ise oradan almalıdırlar. Allah israf yapmaz. İslâm düzenini uygulayarak yaşama denemesini yapan Akevler’den başkası yoktur. Bildiğimiz kadarıyla, Kur’an’ı yeniden bugünkü müsbet ilimlerle anlamaya çalışan Akevler’den başkası yoktur. Varsa bildirin; bizden ileride iseler biz de onlara katılalım.

وَلْيَبْكُوا كَثِيرًا

(Va elYaBKUv KaÇIyRan)

“Ve çokça beky etsinler”

Sonra ne oldu?

Akevler’den yolları nasıl ayrıldı?

Biz baktık ki siyasetsiz yaşama imkânı yok... Kooperatif içinde bile rahatça yaşama imkânı yok... Biz Akevler olarak siyaseti desteklemeye karar verdik... Erbakan’ı siyaset alanına Akevler çıkarmıştır… İşte bu merhalede Cemaat hemen cephe aldı; F. Gülen S. Demirel ile bir olup bize muhalefet etti... Takdir böyle imiş, bu bizim aleyhimize olmadı ama onun bu yaptığı büyük günahtı; onun için Cemaat’in çokça ağlaması gerekirdi, çünkü Hak tasdik edilecekti, kendi çıkarımız için Hakk’ın karşısında olamazdık...

Akevler Cemaat tarafından dışlandı...

R. T. Erdoğan “Adil Düzen” karşıtlığı için ilmi meclisler oluşturdu, Erbakan’ı “Adil Düzen”den vazgeçirmek için gizli gizli çalışmalar yaptılar, hazırladıkları raporları gizlediler! Bunu yapmakla büyük günah işliyorlardı, bundan dolayı çok ağlamaları gerekir...

Necmettin Erbakan siyaset yapmasaydı şimdi yarımız hapishanelerde olurduk. Kenan Evren Cemaat’i ibra etti, meşruluk kazandırdı. Bu Millî Görüş sayesinde olmuştur.

Sömürü sermayesi önceleri dinleri tamamen yok etmek istedi. 1960’larda askerler İslâmiyet’i kökten sileceklerdi. Tam tersini yaptılar. İslâmiyet’e de solculuğa da özgürlük tanıdılar. Bunun üzerine sermaye dinleri yani şeriat dinlerini de ortadan kaldırmak istedi. Akevler’in desteklediği N. Erbakan’a karşı S. Demirel’i çıkardı. Herkes namaz kılacaktı, hacca gidecekti ama buna karşılık birkaç hüküm yani ahkâm âyetinden vazgeçecekti! Necmettin Erbakan ise şeriat düzenini savunuyordu, faizsiz düzeni savunuyordu...

Necmettin Erbakan’ı devre dışı etmek için Turgut Özal’ı görevlendirdiler, görünüşte faizsiz olan ama gerçekte faizli olan finans bankalarını Türkiye’ye getirdiler. O da olmayınca, şimdi İslâm şeriatını da bozarak ılımlı İslâm diye bir şeyi benimsemek istiyorlar...

İşte AK Parti ve Cemaat Akevler’e cephe almış, “Adil Düzen”i reddetmiştir. Cemaat ilgilenmemiş ve desteklememiş, Ak Parti ise alenen cephe almıştır. İşte bunlar çok büyük günahtır, bundan dolayı çok ağlamaları gerekmektedir.

İlk bakışta bu anlattıklarımız basit gibi görünür ama bu meselenin temelini teşkil eder. Bugünkü Hıristiyanlığa Hz. İsa’nın tanrılığını sokan Pavlus’tur. Kur’an bunu çok büyük günah kabul etmektedir. Hıristiyanların bundan dolayı az gülüp çok ağlamaları gerekmektedir. Evet, bugün İbrahimî dini dünyaya götüren Hıristiyanlardır ama Allah’ın dinini şirkleştirenler de onlardır.

جَزَاءً

(CaZAEan)

“Ceza olarak”

“Ceza olarak” denmektedir. Yani yaptıklarına karşı kefaret olsun diye.

“Ceza” karşılık demektir. İyiliğin karşılığı iyiliktir, kötülüğün karşılığı kötülüktür. Cezanızı çektikten sonra ibra edersiniz. Az güler çok ağlarsanız cezanızı çekmiş olur beraat edersiniz. Evet, beraat etmek istiyorsanız yolunuz aydınlıktır.

Önce hakemlere gidecek ve hakemlerin verecekleri kararlara uyacaksınız.

Hazreti Ali’nin hakemliğini örnek göstererek hakemliği reddedenler çıkabilir.

Oysa o hakemlikte hatalar yapılmıştır.

a) Her şeyden önce üç hakem yerine bir hakem seçilmiştir. Oysa hakemin birini bir taraf, diğerini diğer taraf seçecek, iki hakem de başhakemi seçecekti. Kur’an’da hakem seçilirken iki hakemden ama hükmederken üç hakemden bahsetmektedir.

b) Hakemler ikisini azle değil, yeni başkan atmaya hakem olmalı idiler. Ali’yi veya Muaviye’yi başkan yaptık demeye yetkili idiler. Oysa onlar ikisini azlettiler, yetkileri dışına çıktılar, yani karar vermediler demektir. Fitne hakemler kararından değil hakemlerin karar vermemesinden ileri gelmektedir.

c) Başhakem olmadığı için her hakem kendisi kararı ilan etmişti. Karar çözüm değil çözümsüzlüktü. İkinci hakem müsbet karar vermişti. Hata Hazreti Ali’deydi.

d) Hakemler ihanet etmişlerdi, verdikleri kararı değil başka kararı açıklamışlardı yani hakemler kararı değil fitne kararı idi.

İki hata yapan kişinin hatası yüzünden hakemliği ortadan kaldırmak, Kur’an’ın hükümlerini bırakmak; işte ağlanacak nokta burasıdır. Dolayısıyla hiç kimse o hakemliği öne sürüp hakemliği reddedemez.

Tevbe ve istiğfar edecekleri ikinci husus “Adil Düzen”e karşı olmalarıdır. Muhalefetle bir olmuş ve aleyhte çabalar sarf etmiş, büyük günah işlemişlerdir. “Adil Düzen” İslâm düzenidir. Biz ona İslâm düzeni demedik, “Adil Düzen” dedik.

Böyle dememizin sebepleri şunlardır.

1) İslâm düzeni dediğimizde o günkü kanunlara göre suç sayılıyordu. Biz kanunlara uymayı esas aldığımız için İslâm kelimesini kullanmadık. Anlatırken de İslâmî kaynaklara değil lâik kavramlara dayanarak İslâmiyet’i anlattık. Bu ise yasak değildi. Dini hissiyat yasaktı, dini fikriyat yasak değildi.

2) İslâm düzeni dediğimizde halkımız bundan bin sene önceki içtihatları anlayacaktı, onları getireceğimizi sanacaktı. Oysa biz yeniden içtihat yaparak Kitap, Sünnet, icma ve kıyasa dayanan yeni düzeni getiriyorduk. Kur’an düzeni idi ama ikinci Kur’an düzeni idi, bu sebeple ona İslâm düzeni değil de “Adil Düzen” dedik.

3) İslâm düzeni dediğimiz zaman Hazreti Âdem’den kıyamete kadar gelip geçen bütün hak düzenler İslâm düzenidir. Oysa “Adil Düzen” III. binyıl içinde uygulanacak İslâm düzenlerinden biridir. Bu sebeple “Adil Düzen” dedik, İslâm düzeni demedik.

4) Bize göre insanlık teknik sorununu çözmüştür yani üretmeyi başarmıştır ama hukuk düzenini çözememiştir. Tüketmede dengeyi sağlayamamıştır. Çağımızın en büyük sorunu adil bölüşme sisteminin olmayışıdır. Biz bunu çözmeyi hedef aldığımız için “Adil Düzen” dedik.

O halde “Adil Düzen”i benimsemek demek İslâm düzenini benimsemek, Kur’an’ı benimsemek demektir.

Onlar da bizim metodumuzu uygulayabilir, ayrı parti kurabilirlerdi ama onlar öyle yapmadılar. Birileri siyaseti reddetti, bürokratik yoldan hem de takiyyeli olarak bürokratik yoldan sorunları çözmeye kalkıştı. Oysa bürokrasi sistemi işçilik sistemidir, faizciliktir. Takiyye de Ehli Sünnette yoktur. Bütün bunlar büyük günah değil midir?

AK Parti de Avrupa Birliği’ne girerlerse, orası demokratik sistemdir, dolayısıyla bu sayede ve demokrasi yoluyla sorunları çözeceğini zannetti. Oysa Avrupa kendisi muhtaç bir dede, nerde kaldı başkasına himmet ede. Avrupa’yı ABD ve Rusya istila etti. Sermaye orasını böldü. ABD askerleri hâlâ Avrupa ülkelerinde yer almaktadır, NATO koruyor orasını. NATO’da da ABD’nin ve bizim askerlerimiz vardır.

بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ (82)

(BiMAv KAvNUv YaKSiBUvNa)

“Kesb etmiş olduklarından dolayı.”

“Bima Yeksibun” demiyor, “Bima Kesebu” demiyor, “Geçmişte kesb ettiklerinden dolayı” deniyor. Bunun anlamı şudur ki bugün ikisi de bu günahları işlemiyor, o zaman işlemişlerdi. Nitekim Erbakan öldü, onların “Adil Düzen” düşmanlığı sona erdi. Şimdi ağlıyorlar. Bugünkü günahları sebebiyle değil, o günkü günahları sebebiyle ağlıyorlar.

Tekrar edelim, her iki tarafın günahı ne idi?

1) Allah’la sözleştiler. O’nun düzenini getireceklerdi. Bu sözleşmeyi inkâr edemezler. Biz Allah düzenini getirmek için yola çıkmadık diyemezler. O gün her iki tarafta da bir çıkar mevcut değildi. Yanımızda neden yer aldılar? Allah rızası için yer aldılar. Bunun için az da olsa gülmeye hakları vardır. Allah hiçbir zaman ecirleri zayi etmeyecektir. 1969 seçimlerinde Aydın ilinde bağımsız adaylığımı koydum, 800 oy aldım; yarısını Bediüzzaman’ın yarısını Süleyman Tunahan’ın şakirtleri vermişlerdi. Bunlar kooperatifimize ortak oldular, o para ile 4000 dönüm yer aldık ama o günkü hükümet/yönetim gasp etti; gasp hâlâ devam ediyor.

2) Sonradan Akevler’den ayrıldılar; faizli ve sömürücü düzenle bir oldular. Orada yani o düzende zengin olmaya başladılar. Böylece “Adil Düzen”i bırakarak muhaliflerden oldular. Bu da kesp ettikleri büyük bir günahtı.

3) Cihadda bizi yalnız bıraktılar. 28 Şubat döneminde bile karşımızda oldular. 28 Şubat’ı fitne olsun diye sermaye kışkırttı, o da bitti. Oysa iktidara gelir gelmez 28 Şubat sorgulanmalı ve mağdurların mağduriyeti giderilmeli idi. Suçluların cezalandırılması değil, mağdurların mağduriyetleri giderilmeli idi. Bunu yapmamaları da büyük günah olmuştur.

4) Son işledikleri büyük günah da şimdi kendi aralarında yaptıkları kavgadır. Derhal tevbe etmelidirler. Hakemlere gidecekler ve “Adil Düzen”i benimseyecekler.

 

 


TEVBE SÛRESİ TEFSİRİ(9.SURE)
1-1 VE 2.AYETLER
2166 Okunma
2-3.AYET
1444 Okunma
3-4.AYET TEFSİRİ
1718 Okunma
4-5 VE 6.AYETLER
1972 Okunma
5-7 VE 8.AYETLER
1753 Okunma
6-9 VE 11.AYETLER
1587 Okunma
7-12 VE 13.AYETLER
1670 Okunma
8-14 VE 16.AYETLER
1664 Okunma
9-16.AYET-B
1531 Okunma
10-17 VE 18.AYETLER
1738 Okunma
11-19.AYET
1970 Okunma
12-20 VE 22.AYETLER
1483 Okunma
13-23 VE 24.AYETLER
1614 Okunma
14-25 VE 27.AYETLER
1557 Okunma
15-28 VE 29.AYETLER
5994 Okunma
16-30 VE 31.AYETLER
2540 Okunma
17-32 VE 33.AYETLER
1967 Okunma
18-34 VE 35.AYETLER
2675 Okunma
19-36 VE 37.AYETLER
1717 Okunma
20-38 VE 39.AYETLER
1666 Okunma
21-40 VE 41.AYETLER
1545 Okunma
22-42 VE 45.AYETLER
1534 Okunma
23-46 VE 49.AYETLER
1539 Okunma
24-50 VE 52.AYETLER
1623 Okunma
25-53 VE 55.AYETLER
1648 Okunma
26-56 VE 59.AYETLER
1569 Okunma
27-60.AYET
2024 Okunma
28-61 VE 63.AYETLER
1404 Okunma
29-64 VE 66.AYETLER
2067 Okunma
30-67 VE 69.AYETLER
1504 Okunma
31-70.AYET
1581 Okunma
32-71 VE 72.AYETLER
1691 Okunma
33-73 VE 74.AYETLER
1687 Okunma
34-75 VE 78.AYETLER
1523 Okunma
35-79 VE 80.AYETLER
1514 Okunma
36-81 VE 82.AYETLER
1739 Okunma
37-83 VE 85.AYETLER
1518 Okunma
38-86 VE 89.AYETLER
1564 Okunma
39-90 VE 93.AYETLER
1567 Okunma
40-94 VE 96.AYETLER
1482 Okunma
41-97 VE 99.AYETLER
2663 Okunma
42-100 VE 101.AYETLER
2154 Okunma
43-102 VE 104.AYETLER
1702 Okunma
44-105 VE 108.AYETLER
1481 Okunma
45-109 VE 110.AYETLER
1456 Okunma
46-111.AYET
2265 Okunma
47-112.AYET
3149 Okunma
48-113 VE 115.AYETLER
1430 Okunma
49-116 VE 117.AYETLER
1749 Okunma
50-118.AYET
2305 Okunma
51-119 VE 120.AYETLER
1562 Okunma
52-121 VE 122.AYETLER
1462 Okunma
53-123 VE 125.AYETLER
1716 Okunma
54-126 VE 127.AYETLER
1440 Okunma
55-128.AYET
2153 Okunma
56-129.AYET
1502 Okunma
57-128 VE 129.AYETLERDE MATEMATİK YAPI
1561 Okunma