Tevbe Sûresi-30
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
***
الْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ بَعْضُهُمْ مِنْ بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمُنْكَرِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمَعْرُوفِ وَيَقْبِضُونَ أَيْدِيَهُمْ نَسُوا اللَّهَ فَنَسِيَهُمْ إِنَّ الْمُنَافِقِينَ هُمُ الْفَاسِقُونَ (67) وَعَدَ اللَّهُ الْمُنَافِقِينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْكُفَّارَ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا هِيَ حَسْبُهُمْ وَلَعَنَهُمُ اللَّهُ وَلَهُمْ عَذَابٌ مُقِيمٌ (68) كَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ كَانُوا أَشَدَّ مِنْكُمْ قُوَّةً وَأَكْثَرَ أَمْوَالًا وَأَوْلَادًا فَاسْتَمْتَعُوا بِخَلَاقِهِمْ فَاسْتَمْتَعْتُمْ بِخَلَاقِكُمْ كَمَا اسْتَمْتَعَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ بِخَلَاقِهِمْ وَخُضْتُمْ كَالَّذِي خَاضُوا أُولَئِكَ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ وَأُولَئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ (69)
***
الْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ بَعْضُهُمْ مِنْ بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمُنْكَرِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمَعْرُوفِ وَيَقْبِضُونَ أَيْدِيَهُمْ نَسُوا اللَّهَ فَنَسِيَهُمْ إِنَّ الْمُنَافِقِينَ هُمُ الْفَاسِقُونَ (67)
(eLMuNAFıQUvNa Va eLMuNaFıQAvTu BaGWuHuM MiN BaGWın YaEMUvRUNa Bi eLMuNKaRi Va YaNHaVNa GaNı eLMaGRUvFı Va YaQBıWUvNa EaYDiYaHuM NaSUv elLAHa Fa NaSiYaHuM EiNa eLMuNaFıQIyNa HuMu eLFAvSiQUvNa)
“Münafikun ve munafikat birbirlerindendir. Münkeri emrederler, maruftan nehy ederler ve ellerini kabz ederler. Allah’ı nesy ettiler, O da onları nesy etti. Münafıklar fasıktırlar.”
Kur’an’da “müslimat, mü’minat, kanitat” kalıpları geçmektedir. “Müşrikât” kelimesi de geçmektedir. “Kâfirat” kelimesi geçmemektedir.
Genel olarak kabul ettiğimiz bir kural vardır. Kurallı erkek çoğul ayrı ayrı kişileri değil de kişilerden oluşan topluluğu ifade eder. Kadınlar da buna dâhildir. Hattâ yalnız kadınlardan oluşsa bile, eğer bu topluluksa, başkanları varsa, yerleri varsa, sözleşmeleri varsa, müeyyideleri varsa, yine erkek kurallı çoğulla ifade edilir. Kurallı dişi çoğul ise insan olsun olmasın, bir düzeni ifade eder. Bir mekanizmadır. Hattâ yalnız erkeklerden olsa bile dişi kurallı çoğul kullanılır. Saffat Sûresi’ndeki dişi kurallı çoğul namaz kıldıranları anlatmaktadır. Bunlar yalnız erkek olabilir.
Bir de erkek ve dişi çoğullar atfedilerek getirilmektedir. “Mü’minun ve mü’minat, müslimin ve müslimat, kanitin ve kanitat” bunlardandır. Burada ise “ve” harfi ile atfederek baştan “münafikun ve münafikat” sonra da izhar ederek ve “ve” harfi ile atfederek “münafikun” denmektedir. Böylece “münafikun ve münafikat” ile yalnız münafikunun ayrı manaları olduğunu belirtmektedir.
Burada bizim bu ayırım üzerinde durmamız gerekmektedir.
Acaba aralarında ne fark vardır?
Bu farkı belirleyebilmemiz için topluluğun yapısını yeniden ele almamız gerekmektedir. Canlılar ya ayrı ayrı üretir ve ayrı ayrı tüketirler (ormandaki ağaçlar böyledir) yahut birlikte üretip birlikte tüketirler (bir vücudun içindeki hücreler böyledir). Her hücre ürettiğini kana salar, sonra da ihtiyacı olan her şeyi kandan alır. Bazı canlılar ayrı ayrı üretirler, birlikte tüketirler. Arılar böyledir. Kovandaki bal ortaktır.
İnsanlara gelinirse; yalnız insanlar birlikte üretirler, sonra bir kısmını ayrı ayrı tüketirler, bir kısmını birlikte tüketirler. Mesela yollar yaparlar ve birlikte kullanırlar, mabetler yaparlar ve birlikte kullanırlar. Meradaki otları birlikte kullanırlar. Oysa bazı ürünleri ise bölüşürler ve kendi paylarını kendi işyerlerinde veya aile içinde tüketirler.
Böylece toplulukta iki türlü düzen vardır.
Biri kamuya ait işlerle ilgili düzendir. İnsanların buradaki üretmeleri de yararlanmaları da ortaktır. Kişiler ayrı ayrı düşünülmeden sadece topluluk düşünülür. Burada kadın-erkek ayırımı yoktur, kişiler arasında ayırım yoktur. Çalışsın çalışmasın, âlim olsun cahil olsun, topluluk önemlidir.
Oysa insana mahsus olan diğer bir yön daha vardır, o da şudur; kişilerle topluluk arasında ilişki vardır. Kişilerin topluluk içinde hak ve görevleri vardır. Bu hak ve görevler kişilerin durumlarına ve çalışmalarına göre değişmektedir. Bu sayede kamuya ait olan görev ve haklar doğmaktadır. İşte bu yönü ifade edeceği zaman erkek ve dişi çoğullarını atıfla getirmektedir. Bununla beraber bu birlik gelişigüzel bir birlik değildir. Topluluk içinde oluşan bir sistemdir. Yani hem cemaat topluluğudur hem de sistem birliğidir.
Bu açıklamamız bugün yani bu haftaki çalışmada ortaya koyduğumuz bir varsayımdır.
Siz Kur’an’da geçen bu kalıpları karşılaştırarak varsayımların doğruluğunu teyit edecek veya daha iyi varsayım getireceksiniz.
Âyetteki birbirindendirler ifadesi topluluk içinde ikili ilişkilerin olduğunu ifade eder.
Bu âyette karşılaştırılan iki kelime vardır. Biri maruftur. Diğeri ise münkerdir. Maruf tanınan demektir. Münker ise tanınmayan demektir. Allah müminlere marufu emretmeyi, münkerden nehy etmeyi emreder. Münafıklar ise kadın erkek aksini yaparlar. Münkeri emreder marufu nehy ederler denmektedir.
Bunu çok iyi anlamak için bir misal verelim. Şafiilerde akan kan ile abdest bozulmaz, Hanefilerce bozulur. Şafiilerce bir kadına değerseniz abdest bozulur, Hanefilerce bozulmaz. Şimdi müminler ne yaparlar? Şafiilerin kendileri kendi mezheplerine göre amel ederler. Hanefiler ise Şafii mezhebine göre değil de Hanefi mezhebine göre amel ederler. Kan aktı, abdestsizsin, abdest al derler; almazsan ben sana uyamam derler. Ama bir Hanefi kadına değmiş de abdest almamışsa ona uyarlar. Çünkü maruf olan Hanefilere göre budur. Hanefiler de aynı şeyi Şafiiler için yaparlar. Madem kadına değdin, o halde senin abdestin bozuldu, abdest al yoksa ben senin arkanda namaz kılamam dersiniz. Ama kan aktı da namaz kılarsa gönül huzuru ile ona cemaat olursun.
Demek ki herkesin kendi içtihadına göre, kendi mezhebine göre amel etmesi, maruf ile amel etmesidir. Birinin diğerine benim mezhebime göre değil, kendi mezhebine göre amel et demesi marufu emretmedir. Müminler böyle yaparlar. Münafıklar ise tersini yaparlar, herkes benim yaptığım doğrudur, sen bana uy der. Böylece münkeri emretmiş olur, marufu nehy etmiş olurlar.
Münafık kadın ve erkekler değil de, “münafık örgüt” herkesin kendi mezhebinde, kendi anlayışında davranmasını ister. Bunun için çeşitli yollar bulurlar. Başkana itaat edeceksiniz derler, ekseriyete uyacaksınız derler, bağımsız yargıya karışmayacaksınız derler. İşlerine geldiği zaman işlerine geleni kullanırlar. Onlar marufun dışına çıkmakla kalmaz, topluluğu da marufun dışına çıkarmak isterler. Birlik derler, baskı yaparlar. Oysa birliği bozmayan farklı hareketler rahmettir. Eğer herkes aynı şeyi yapsa işbölümü olmaz, gelişme olmaz, yaşama olmaz. Kulak sesi, göz ışığı algılayacaktır. Herkes kendi işini kendi bildiği gibi yapacaktır.
الْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ
(eLMuNAFıQUvNa Va eLMuNaFıQAvTı)
“Münafık erkekler ve münafık kadınlar”
Bir toplulukta yaşayıp görünürde o topluluğun varlığı ve gelişmesi için çalıştıkları halde, gerçekte o topluluğun çökmesi ve yok olması için çalışanlar münafıklardır.
Türkiye Devleti dini ile varlığını oluşturmuştur. Lâiklik adı altında dinsizlik yaparsanız, sonunda devletinizi yıkmış, milletinizi de yok etmiş olursunuz.
Münafıklık iki şekilde yapılmaktadır. Biri topluluğun düzenini bozarsınız, insanlar iyi de olsa sistem kötü olduğu için o topluluk çöker. Diğeri ise sisteme dokunmazınız ama orada yaşayanları bozarsınız, ahlâksız hâle getirirsiniz, böylece yine topluluk çöker. Araba bozuk olur, şoför acemi olur, araba devrilir. Şoför usta olur ama araba bozuk olur, araba yine devrilir. Topluluğun kişilerini bozmaya çalışanlar münafık kadın ve erkeklerdir. Topluluğun düzenini bozmaya çalışanlar münafıklardır ve kadınlar da buna dâhildir.
بَعْضُهُمْ مِنْ بَعْضٍ
(BaGWuHuM MiN BaGWın)
“Birbirlerindedir”
İkili ilişkileri vardır. Kötülükte anlaşmaktadırlar. Baskı altına alıp herkesi bir tarafa yöneltmektedirler. Herkesin kendi içtihadı ile değil de birlikte hareket edilmesini isterler. Yani herkesin yabancıların dediklerini yapması için birlikte hareket etme önerisinde bulunurlar. Avrupa’da hazırlanan kanunlar gece yarısı Meclis’ten geçer, sonra bizim o kanunlara uymamızı isterler! Bu kanun sistemi, bu hukuk sistemi bir nifak sistemidir.
يَأْمُرُونَ بِالْمُنْكَرِ
(YaEMUvRUNa Bi eLMuNKaRi)
“Münkeri emrederler”
“Münker” burada marifedir. Nedir o marife olan? Ekseriyetin kararı, başkanın kararıdır. Münkerdir çünkü kişiler onu kabul etmemişlerdir.
Merkezi sistemdir. Ankara’da karar alınır, Maral (benim köyüm) köyümde uygulanır. Marallılara o münkerdir.
Türkiye’de Tanzimat’tan beri Batıdan kanunlar aktarılmaktadır. Bunların hepsi münkerdir. Çünkü halkımızın esas sistemi olan içtihat ve icmalara dayanmamaktadır.
وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمَعْرُوفِ
(Va YaNHaVNa GaNı eLMaGRUvFı)
“Ve maruftan nehy ederler”
Halkımızın kendi içtihat ve icmaları ile amel etmesini nehy ederler, fıkıh derslerini okutmazlar, ahkâm-ı şer’iyeyi yasaklarlar.
Yapılacak iş nedir?
Yerinden yönetim getirilecek. İçtihat ve serbest sözleşme sistemi faaliyete geçirilecek. Hakemlerden oluşan yargı denetimi getirilecek.
Yargıtay kararları münkerdir. Çünkü tarafların hakemleri tarafından verilmemiştir.
Demek ki maruf nedir?
Herkesin kendi içtihadı maruftur. Serbest sözleşmeler maruftur. Ortak hakemin aldığı istişari kararlar maruftur. Tarafların seçtiği hakemlerin verdikleri kararlar maruftur.
Merkezde alınan kararlar münkerdir. Başkanların aldığı kararlar münkerdir. Meclislerin ekseriyetle aldıkları kararlar münkerdir. Hâkimlerin verdikleri kararlar münkerdir. Çünkü kişilerin bu kararlarda rıza ve iradeleri yoktur.
وَيَقْبِضُونَ أَيْدِيَهُمْ
(Va YaQBıWUvNa EaYDiYaHuM)
“Ve yedlerini kabz ederler”
“Kabza” sapı tutan avuç demektir.
“Kef” ise bir şeyi içine alan avuç demektir.
“Kabzetmek” ise tutup bırakmamak demektir.
Ekonominin kuralı şudur. İş yaparsınız, üretim olur, çalışanlar kazanır, tesis sahipleri kazanır, devlet kazanır, sermaye sahipleri de kazanır.
Yatırım yapmazsanız işsizlik olur, herkes zarar eder.
Sermaye en büyük kârı elde edelim diye üretimi yarıya düşürür, böylece elde ettiği malları iki misli fiyatla satarak fahiş kâr elde eder.
Onların münkeri emretme ve marufu nehy etmesi sadece dilde/sözde kalan bir şey olsa sabredip geçeriz. Ama onlar aynı zamanda tekel oluşturup yatırımları kısmakta ve böylece fiilen ülkeyi krizlere götürmektedirler. İşte “zulüm düzeni” budur. İnsanları insanlıktan çıkarırlar. Herkesi kendi içtihadı ile hareket ettireceğine, kendilerinin çıkarlarına göre hareket ettirirler. Yatırımları da yarıya indirerek insanları yarı aç yarı tok gezdirirler. Vergi kaçırırlar. KDV kanunu çıkarırlar, KDV yazarlar ama uygulamazlar. Saf olan müminleri kandırmak için bu tür kanunlar çıkarırlar, sonra da sinsice istihza ederler.
نَسُوا اللَّهَ فَنَسِيَهُمْ
(NaSUv elLAHa Fa NaSiYaHuM)
“Onlar Allah’ı nesy etiler, O da onları nesy etti”
İnsan topluluk içinde özgür yaşayacak şekilde yaratılmıştır. İnsan kendi çıkarı ile topluluğun çıkarını birleştirmektedir. Çıkar paralelliği içinde ancak topluluk içinde özgürce yaşanabilir.
Onlar ise yalnız kendi çıkarlarını düşünmeye başlamışlardır. Sonunda topluluk da onların çıkarını değil kendi çıkarını düşünmeye başlamıştır.
İşte bugünkü “kayıt dışı” yani “kayıtsız ekonomi” budur. Bugünkü “dış ticaret açığı” budur. Bugünkü “bütçe açığı” da budur. Bugünkü “ekonomik krizler” budur.
Sonuç olarak günümüzde “sosyal tufan” seviyesinde var olan sorunlar da işte budur.
إِنَّ الْمُنَافِقِينَ
(EinNa eLMuNaFıQIyNa)
“Münafıklar”
Münafık kişiler değil de münafık topluluk; işte onlar fasıktırlar. Münafık kişiler kendi çıkarlarını düşünmüşlerdir. Toplulukla çıkar çatışmasına girmişlerdir. Münafık yöneticiler ise topluluğun düzenini bozmaktadırlar. Ekonomik krizler ortaya çıkarmaktadırlar. Topluluğun ahlâkını bozmaktadırlar.
هُمُ الْفَاسِقُونَ (67)
(HuMu eLFAvSiQUvNa)
“Onlar fasıktırlar.”
“Fısk” kabuğu yırtıp kararların dışına çıkmadır. Bir balon patladığı zaman yalnız patlayanlar değil içindeki bütün moleküller boşalır. “Fısk” öyle bir suçtur ki yalnız o suçu işleyenleri değil tüm halkı rahatsız eder. Münafık kişiler değil de münafık topluluklar bu ülkeyi parçalamak ve dağıtmak istemektedirler. Onlara bu gözle bakmamız gerekmektedir.
وَعَدَ اللَّهُ الْمُنَافِقِينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْكُفَّارَ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا هِيَ حَسْبُهُمْ وَلَعَنَهُمُ اللَّهُ وَلَهُمْ عَذَابٌ مُقِيمٌ (68)
“Allah münafık erkeklere ve münafık kadınlara ve küffara içinde halidler olarak Cehennem narını vaad etti. O onların hasbidir. Allah onlara lanet eti. Mukim azab onlar içindir.”
(VaGaDa elLAHu eLMuNAvFıQıYNa Va el MUNAvFIQAvTı Va eLKufFARa NAvRa CaHanNaMa PAvLiDIyNa FIyHAv HıYa XaSBuHuM Va LaGaNaHuMu elLAHu Va LaHuM GaÜAvBun MuQIyMun)
Azab iki şekildedir. Bu dünyada azab topluluğa verilir. Kötü topluluklar azab görürler, helâk olurlar, krizlere uğrarlar. Âhirette ise artık topluluklar muhakeme edilmezler. Ortak cezalar yoktur. Orada kişiler ayrı ayrı hesap verirler, topluluklar değil de kişiler muhakeme edilirler. Ona işaret etmek üzere “münafıklar” sözünden sonra “münafık erkekler ve münafık kadınları” iade etmiştir. Âhirette kişisel sorumluluk vardır, ortak sorumluluk yoktur, orada askeri düzen değil de hukuk düzeni vardır. “Allah” kelimesini iade etmiştir. Çünkü bundan önceki “Allah” topluluğu, bu “Allah” ise âlemlerin rabbini ifade etmektedir.
Allah onlara lânet etmiştir. Bu lânet dünyadaki lânettir. Topluluk onları dışlamıştır, onları bertaraf etme savaşı içindedir. Türkiye’deki seçimler hep onları lânetleme seçimidir. Mazi sigası ile getirilmiştir. Yani onlar topluluk tarafından dışlanmıştır. O sebepledir ki hep onlar fesat çıkarmakta ve seçim dışı iktidarların peşinde koşmaktadırlar.
Bugünkü Türkiye’mizi Tevbe Sûresi’ndeki bu âyetlerin ışığında iyi tahlil etmemiz gerekmekte; ne yapmamız gerektiğini de yine buralarda öğrenmemiz gerekmektedir.
Burada “ve onlar için mukim azab vardır” denmektedir. Bu mukimlik dünya azabıdır. Âhiret azabı hâlid azabdır. Dünyada mukim azab vardır. Demek ki bunlar varlıklarını “Adil Düzen”de de sürdürecekler, ne var ki “Adil Düzen”de azabları mukim olacaktır.
Ülkemizde, Viyana’dan itibaren başlayan yenilmeler sürüp gitmiş, her geçen gün aleyhte olmuştur. Büyük azablara girilmiştir. İktidardakiler kurtuluşu batılılaşmakta bulmuşlar. Cumhuriyet döneminde batılılaşma zirveye ulaşmış, dinsizleşmeye kadar gitmişti. Sakarya’da geri dönüş başlamıştı ama halkımız derin azap içinde olmuştur.
Bu durum yalnız Türkiye’ye mahsus değildi. Tüm İslâm âlemi böyle olmuştu. Yalnız İslâm âlemi değil, tüm ehli kitap huzursuzluk içinde idi. 1973’de MSP ile CHP koalisyon yaptı. O tarihten sonra dünya değişmeye başladı. Savaş büyüdü büyüdü, bugün en yüksek seviyededir. Mahir Kaynak’ın da tesbit ettiği gibi; savaşın meydan muharebesi Türkiye’de cereyan etmektedir. Savaş bir kısım münafıklar ile diğer münafıklar arasında devam etmektedir. Daha müminler cephe kuramadılar. 1967’de İzmir’de Akevler olarak başlayan müminler cephesine katılanlar sonra onlarla bir oldular. Ama şimdi gömlek çıkarmış ve “Adil Düzen”i bırakmış olarak devam etmektedirler. Biz şimdi uzaktayız. Bu eski yol arkadaşlarımızın yanımıza dönmelerini bekliyoruz, bunu ümit ediyoruz.
Yakında “Adil Düzen” yeryüzüne hâkim olacaktır. İşte o zaman münafıkların azabı mukim olacaktır. Bizim asırlardır çektiğimiz azab mukim olmayacaktır. Zafer kazanacak ve üçüncü binyılımızı diğer binyıllar gibi galibiyetimizle tamamlayacağız. Onlar ise hep azab içinde olacaklardır. Çünkü son beşyüz yıldır biz azab içindeyiz ama onlar bizden daha fazla azab içindedirler. Çünkü birbirlerini yiyorlar. Biz ise her zaman ümitli olmuşuzdur. Çeyrek asır gibi bir dönemde en karanlık dönemimizi geçirdik ama hep ümitli olduk. Zaferimiz yakındır.
وَعَدَ اللَّهُ
(VaGaDa elLAHu)
“Allah vaat etmiştir”
“Va’id” yağmur bulutu demektir. Yağmur yağmadan önce bulutlar kararmakta, yağmur yağacağını haber vermektedir. “Va’d etmek” yapacağı bir iyiliği bildirmek, söz vermektir. Yapacağı bir kötülüğü bildirmeye ise “va’id” denir.
Âlemlerin rabbi olan Allah kâinatı yaratmış, insanı oranın halifesi yapmıştır. İnsanlık gelişecek, uygarlaşacak ve âhirete varılacaktır. Âhirette bu dünyadaki insanlar ikiye ayrılacak, bir kısmı cennete, bir kısmı cehenneme götürülecektir. Böylece insanlar dünyada eğitimden geçmiş olacak, sınıflarını geçenler cennete, sınıflarında kalanlar cehenneme gideceklerdir.
Allah niçin böyle yapmaktadır?
Bunu sorgulama yetkimiz yoktur. Böyle yapmıştır, böyle yapacağını da vaat etmiştir. Biz Allah’ı var etmedik, Allah bizi var etti. O’ndan daha akıllı olduğumuzu iddia edemeyiz.
الْمُنَافِقِينَ وَالْمُنَافِقَاتِ
(eLMuNAvFıQUvNa Va el MUNAvFIQAvTı)
“Münafık erkeklere ve münafık kadınlara”
Okul açarsınız ve orada öğrenci yetiştirirsiniz. Mezun olduktan sonra gittikleri yerde başarılı olurlar veya olmazlar. Ama artık nerden mezun oldunuz diye sormazlar. Oradaki işlerde başarılı olup olmadığınız sorulacaktır.
Dünya okuldur.
Âhirete vardığımızda bize hangi okuldan geldiğimizi sormayacaklar, neler bildiğimizi soracaklardır. Dolayısıyla âhirette münafıklar değil münafık erkek ve kadınlar sorguya çekileceklerdir. Onun için bu kelimeleri tekrar etti, zamir göndermedi.
Herkes kendi davranışlarından sorguya çekilecektir, topluluğun kararlarından sorulmayacaklardır. Hattâ ‘biz seyyidlerimize tâbi olduk’ deseler de mazeretleri dinlenmeyecektir. Nerde olurlarsa olsunlar, hangi topluluklara mensup olurlarsa olsunlar, kişisel davranışlarından dolayı sorumlu olacaklardır.
وَالْكُفَّارَ
(Va eLKufFARa)
“Ve küffara”
Münafıklarla küffara aynı yer vaat edilmiştir. Müşrikler de küffar oldukları için onları ayrı zikretmedi. “Kâfirât” kelimesi Kur’an’da geçmemektedir. Burada onların yerine kuralsız çoğul getirilmiştir. Kişisel sorumluluğa işaret etmektedir.
Münafık erkeklerle münafık kadınları onunla birlikte zikrettiğine göre kişisel sorumluluk olduğuna açıkça delalet vardır. Kur’an böylece mübindir, bir şeye birkaç yönüyle vurgu yapar.
Münafıklar küffardan farklıdır. Küffar açıkça devletin aleyhinde bulunur. Münafıklar ise gizli gizli aleyhte bulunur. İkisi de aynı hükme tabidir. Kâfirler düzene uyarlar ama düzenin değişmesini isterler. Müşrikler ise düzene uymak istemezler.
نَارَ جَهَنَّمَ
(NAvRa CaHanNaMa)
“Cehennem nârı”
“Cehennem” fırın demektir. “Nâr” da ateş demektir.
Fırının ateşinin özelliği vardır. Fırındakilere uygun sıcaklıktadır. Az yakarsanız pişmez, çok yakarsanız yanar. Belli derece sıcaklıkta tutulacaktır.
Cehennem ateşi de böyledir. Oradakilerin yaşamaları için gerekli olan sıcaklıktadır. Âhirette onlar çekirdek kimyası ile yaşayacaklardır. Bugün cinler de öyle yaşıyorlar. Biz ise molekül kimyası ile yaşıyoruz. Cennettekiler molekül kimyası ile yaşayacaklardır.
“Cehennem” özel isim midir, yoksa nevi ismi midir?
“Cehennem” kelimesi Kur’an’da harfi tarifle gelmemektedir. Ayrıca gayri munsariftir. Gayri munsarif olması müennes olması ve alem olmasıdır. Yani özel isimdir. Müennes olmasının sebebi ise doğurgan ve üretken olmasıdır. O halde cehennem özel isimdir, cennet karşılığı olan yerin ismidir. Dolayısıyla ateşi de özeldir. Bu sebepledir ki yakıtı insanlar ve taşlardır. “İnsanları oranın odunu yaptık” deniyor. Yani cehennem insanları ısıtmayacak, insanlar cehennemi ısıtacaklardır.
Bu nasıl mümkün olacaktır?
Kalabalık yerde odayı insanlar ısıtırlar. Cehennemde de böyle sıklık ve sıcaklık olacak, insanların bedeni ile cehennem ısınmış olacaktır.
Cinler hidrojeni yakarak helyum yaparlar ve böylece Güneş’i ısıtırlar. Cinler olmasa hidrojen yanmaz. O halde Güneş cinleri ısıtmamakta, cinler Güneş’i ısıtmaktadır. Bu sebepledir ki nasıl insanlarda ateş hep 36,5 ise cinlerde de ateş belli derecededir. Dolayısıyla Güneş’in ısısı bunun için değişmemektedir. Âhirette de cehennemin yakıtını oradaki insanlar sağlayacaklardır. Hidrojeni yakacaklar ve cehennemin sıcaklığını belli bir yerde tutacaklardır.
خَالِدِينَ فِيهَا
(PAvLiDIyNa FIyHAv)
“Orada haliddirler”
“Halid olmak” demek kesintisiz olmak demektir.
“Ebed olmak” demek sonu olmamak demektir.
Burada cehennemde sürekli kalacaklar, oradan ara ara ayrılamayacaklar demektir.
Cezalarını doldurduktan sonra ne olacaktır?
İki görüş vardır.
Oradan ayrılıp cennete gideceklerdir. Bu çekirdek yapıdan molekül yapıya geçmek demektir. Kur’an bu durumdan bahsetmektedir.
Yahut orada azap çekmeyecek, oraya alışacaklar, orasını sevecekler ve hep orada kalacaklardır.
İki görüşün de dayandığı kuvvetli deliller vardır. Genel olarak kabul edilen müşriklerin hep orada kalacakları, diğerlerinin ise günahlarını çektikten sonra oradan ayrılacakları şeklindedir.
Cehenneme girmemek için ne gerekiyorsa yapmalıyız, çünkü hangisi olursa olsun orada olmak iyi değildir.
هِيَ حَسْبُهُمْ
(HıYa XaSBuHuM)
“O onların hasıblarıdır”
Buradaki “Hiye” zamiri cehenneme veya nâra gidebilir.
“Hasbı” demek dengi demektir, cezaları demektir. Münafıklıklarının karşılığıdır. Hisabları budur demektir.
Her davranışları kaydedilmektedir ve her davranış değerlendirilerek borç ve alacak hanelerine geçirilmektedir. Çekecekleri ceza suçları kadar olacaktır. Zerre kadar kimseye haksızlık yapılmayacaktır.
وَلَعَنَهُمُ اللَّهُ
(Va LaGaNaHuMu elLAHu)
“Ve Allah onlara lânet etmiştir”
Burada “Allah” kelimesi izhar edilmiştir; bu topluluktur. Dolayısıyla buradaki lânetleme dünya ile ilgilidir.
Bugün ABD halkı, eski Sovyet halkı, Çin halkı ve tüm Müslümanlar sömürü sermayesine karşı cephe almışlardır ve dışlamışlardır. Bu büyük savaş devam etmektedir. Bu savaş kazanılacaktır. Savaşın kazanılması için yapılacak iş çok basittir. a) Kuyumcular Kooperatifi kurulacak ve kooperatif “Altın Bono” çıkaracak. b) Dolar uluslararası para olmaktan çıkarılacak. c) Çalışana “Çalışma Kredisi” verilecek ve işverenler borçlandırılacak. d) Sermaye tekel olmaktan çıkarılacak, faiz ortadan kalkacak, ticaret serbest olacaktır.
Tevbe edip de tekel olmaktan vazgeçerlerse, onlar da varlıklarını sürdüreceklerdir.
Tevbe etmezlerse dışlanacaklar ve yok olacaklardır.
وَلَهُمْ عَذَابٌ مُقِيمٌ (68)
(Va LaHuM GaÜAvBun MuQIyMun)
“Ve onlar için mukim azab vardır.”
Münafıklar için bu dünyada mukim azab vardır. Her an korku içinde, her an sıkıntı içindedirler. Buradaki azab ikame eden azabdır. Neyi ikame etmektedir?
Korkuyu, endişeyi, sıkıntıyı ikame etmektedir. Onlar hep varlıklarını sürdürecekler ama her zaman korku içinde olacak azabları vardır.
“Adil Düzen”de onların bu azabları nasıl olacaktır?
Burada nekre getirilmiş, marife getirilmemiştir. O halde değişik şartlarda değişik azab olacaktır ama her zaman onlar korku ve panik içinde olacaklardır.
Dünyada en büyük servetlere sahiptirler. Otel odalarında hükümetleri devirmektedirler. Ama yine de korku içinde gizli çalışmaktadırlar. Çünkü korkmaktadırlar.
Biz ise hiçbir endişe taşımıyor ve hiçbir şeyimizi gizlemiyoruz.
كَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ كَانُوا أَشَدَّ مِنْكُمْ قُوَّةً وَأَكْثَرَ أَمْوَالًا وَأَوْلَادًا
(Ka elLaÜIyNa MiN QaBLiKuM KAvNUv EaŞadDa MiNKuM QuvVaTan Va EaKÇaRa EaMVAvLan Va EaVLavDan)
“Sizden öncekiler gibi onlar kuvvetçe sizden eşedd idiler, emval ve evlad olarak ekser idiler.”
Bundan önceki âyette onlardan bahsetmiştir. Daha önce “özür dilemeyin, siz imandan sonra küfrettiniz” demiş, onları muhatap almıştı. Arkasından “onlar mücrim idiler” diyerek hitaptan gayba geçmiş ve devam etmiş, “Sizden öncekiler gibi” deyip hitaba geçmiştir. Tekrar i’tizar edenlere hitap etmektedir.
Burada bahsedilenlerin kimler olduğunu ancak günümüzü değerlendirerek anlayabiliriz. Yaşamadığımız bir dünyada kimlerin muhatap olduğunu bilmemiz mümkün değildir. 1960’larda onlarla karşılaştık ve giriştiğimiz soğuk savaşta bugüne kadar geldik. Bugün Gezi Parkı (Taksim) operasyonunda, 17 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonunda ve sonraki faiz operasyonunda bize saldıranlara hitap etmektedir. Siz münafık erkek ve kadınlara cehennem ateşi hazırlanmıştır -sizden öncekilere olduğu gibi- denmektedir.
Peki, bundan öncekiler kimlerdi?
Bundan öncekiler 1950’de DP’yi iktidara getirip sonra sözünde gezdiremeyince 1960’da iktidardan indirip başbakanı asan, sonra da S. Demirel ile ekip kurarak Millî Görüş’e saldıran ekipti. ABD’deki sermaye, CIA, ABD, Türkiye Masonları (otel odaları arkadaşları) ve ordu idi. “Millî Görüş ve Adil Düzen” ilk savaşı onlarla verdi. Şimdi ise cephe çok değişmiştir. ABD’de de Obama başkan olmuştur. CIA sermayeden çoktandır ayrılmıştır. Türkiye’de ordu bizim tarafa geçmiştir. TÜSİAD nerede olduğunu şaşırmış durumdadır.
İşte onlara hitaben diyor ki; sizden öncekiler gibi sizin de dünyada ve âhirette mağlubiyetiniz mukadderdir.
Onlar sizden daha güçlü idiler. Türkiye’nin ekonomisi çok daha kötü durumda idi. Asker olarak da şimdi sizde kimse kalmamış durumda. Sosyalizm yıkılmış bir çeneniz gitmiş; kapitalistler de teslim olmuş, bundan dolayı zavallı bir duruma düşmüş bulunuyorsunuz. Bugün tek silahınız vardır; karşılıksız dolar, ama o da yoğun bakımda gününü bekliyor.
كَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ
(Ka elLaÜIyNa MiN QaBLiKuM)
“Sizden öncekiler gibi”
Sizden öncekiler “Min” ile getirilmiştir. Belli dönemdeki öncekilerdir. Hemen önce olanlar anlamındadır. Sadece “Kableküm” deseydi önce olan herkes anlaşılırdı. “Min” ile getirilince bir döneme aittir ve en yakın dönemdir. Yani 2000’den önce anlamındadır. O gün biz çok zayıf, onlar ise çok kuvvetli idiler. Şimdi ise biz çok daha kuvvetli hâle geldik.
كَانُوا أَشَدَّ مِنْكُمْ قُوَّةً
(KAvNUv EaŞadDa MiNKuM QuvVaTan)
“Onlar kuvvetçe sizden daha güçlü idiler”
Burada “eşedd” ve “ekser” olmak üzere iki güce işaret etmektedir. Kuvveti mal ve evlattan ayırt etmektedir. Kuvvet siyasi güçtür, askerdir. Mal ve evlat ise sermaye ve emektir. Onlar sizden daha kuvvetli idiler demek, daha güçlü orduları vardı demektir.
ABD ordusu onların emrinde idi. CIA onların genelkurmay başkanı idi. Tüm dünya ordularını harekete geçirip darbeler yaptırıyorlardı. CIA halkı sokağa döker, basın saldırıya geçer, askerlere talimat gelir ve ihtilal olur.
Bugün bu durum tamamen ortadan kalkmıştır. Artık ABD ordusu sermayenin emrinde değildir. CIA ve MİT de sermayenin değil devletlerinin emrindedirler. Sermaye bugün devletlere emretme gücünü çoktandır yitirmiştir. Sermaye de ikiye bölünmüştür. Patron sermayedarlar ile banker sermayedarlar artık canciğer değildirler.
وَأَكْثَرَ أَمْوَالًا
(Va EaKÇaRa EaMVAvLan)
“Ve mal olarak ekser idiler”
Dolar dünyanın en güçlü parası ve istediğini yapma durumunda idi. Bugün ise dolar Çin’de ABD’den daha fazladır. Dünya dolara doymuş hâle gelmiştir ve çökmek üzeredir. Artık dolar eski gücünü kaybetmiştir. Dolar dünyada gücünü artırmış değildir. ABD Obama’nın sosyal projesini sonunda kabul etmek zorunda kalmıştır.
وَأَوْلَادًا
(Va EaVLavDan)
“Ve evlat olarak”
Sermayenin planları vardı.
Millî orduları oluşturacak, kendisi finanse edecek ve istediği zaman istediği ülkeye karşı kullanacaktı. Yirminci yüzyılda bunu yaptı ama bugün artık bunu yapamıyor.
Diğer taraftan dünyadaki Merkez Bankalarını emrine alacak ve dünya ekonomisi onun olacaktı. Yirminci yüzyılda bunu başarır gibi oldu. Şimdi bu gücünü de kaybetti.
Ayrıca, tüm işverenler onun vekili olacak ve insanlar işçi olacaklardı. Bunu da yirminci yüzyılda nerdeyse başarıyordu. Bugün ise bu proje tamamen çökmüştür.
Artık banka sermayesi dışında bir sermaye ortaya çıkmıştır, küçük ve orta ölçekli müteşebbisler savaşa devam ediyorlar. Adil Düzen Çalışmaları bunları desteklemektedir.
فَاسْتَمْتَعُوا بِخَلَاقِهِمْ فَاسْتَمْتَعْتُمْ بِخَلَاقِكُمْ كَمَا اسْتَمْتَعَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ بِخَلَاقِهِمْ
(Fa isTaMTaGUv Bi PaLAvQıHıM. Fa iSTaMTaGTuM Bi PaLAvQıKuM KaMav iSTaMTaGa elLaÜIyNa MiN QaBLiKuM BiPaLAvQıHıM)
“Onlar halakları ile istimta’ ettiler, siz de halakınızla istimta’ ettiniz, tıpkı onlardan öncekilerin halaklarıyla istimta’ etmeleri gibi”
Burada önemli bir husus olarak “Ellezîne Min Kabliküm” kelimesi tekrar edilmiştir. Zamir gönderileceği yerde izhar edilmiştir. Aslında bu cümle bir şeye işaret edilmek için izhar edilmiştir. “Min Kabliküm” kelimesi daha da eskilerdeki “Min Kabliküm”dür.
“Sizden evvelki gibi” denmiş, cevabı getirilmemiştir. Sizden önceki münafık erkeklerle münafık kadınlar gibi sizin için cehennem ateşi vaat etmiştir. Dünyada da mukim azab vardır. “Fa” harfi getirilerek ne konuda benzer oldukları açıklanmıştır.
“Halak” nasip, pay demektir, genetik demektir. İrsiyette elde elden pay demektir. Onlar kendi halakları ile istimta’ ettiler, kendi payları ile yaşadılar.
Kimse gelen(genel) düzenin dışına çıkamaz, kimse kaderinin dışına çıkamaz. Herkes kendisine verilen görevi yapar. Tarihi gelişime göre de ömürlerini doldurmuşlardır.
Sermaye terakümü olmasaydı Avrupa uygarlığı doğmazdı. O gün altın ve gümüşe ihtiyaç vardı. Halk altın ve gümüşü bankalara mevduat olarak koyar, bankalar da onu girişimcilere kredi olarak verir, böylece büyük işler yapılırdı. İşte sermayenin dünyaya hâkimiyeti bu sebeple olmuştur. O halde onlar kendi paylarına düşen görevleri yaptılar ve o sebeplerle yaşadılar.
Burada önemli bir husus olarak “Ellezîne Min Kabliküm” kelimesi tekrar edilmiştir. Zamir gönderileceği yerde izhar edilmiştir. Aslında bu cümle bir şeye işaret edilmek için izhar edilmiştir. “Min Kabliküm” kelimesi daha da ilerdeki “Min Kabliküm”dür.
Tarihi seyirde Batı’nın geçmişi Mısırlılara dayanmaktadır. Bugünkü Avrupa’nın “Min Kabli” Roma uygarlığıdır. Onların “Min Kabli” Grek uygarlığıdır. Onların “Min Kabli” Mısır uygarlığıdır. Bunların her biri gelmiş ve teknikte uygarlıklarını kurmuşlardır. Herkes görevini yapmıştır.
Uygarlıklar arası görev taksimi vardır. Uygarlık içinde görev taksimi vardır. Roma uygarlığı ilk merkezi ulusal devlettir. Grek uygarlığı ilk deniz uygarlığıdır. Roma uygarlığı ilk uluslararası imparatorluktur. Avrupa uygarlığı ilk tüm dünyayı tek ülke hâline getiren uygarlıktır. Tarihte bunların her biri kendi halaklarını yapmışlardır.
Bugünkü Avrupa uygarlık aşaması banka tekelinin oluştuğu bir kademedir. Ondan önce işyerleri tekeli vardı. Ondan önce sermaye tekeli vardı. Ondan önce toprak tekeli vardı.
Görülüyor ki tarih hep aşamalardan ibarettir.
Herkes kendi aşamasını yapar ve tarih olur.
Asıl uygarlıklar Doğu uygarlıklarıdır. Doğu uygarlıkları hukukta hamleler yapar. Nuh uygarlığı ilk uygarlıktır, site devletleri uygarlığıdır. İbrani uygarlığı ilk yazılı hukuk uygarlığıdır. Hıristiyanlık ilk beşeri uygarlıktır. Birinci Kur’an uygarlığı ilk demokratik içtihat ve icmaya dayanan uygarlıktır.
Bu âyetteki “Küm” muhatabı biz olabiliriz. Çünkü yalnız Batı uygarlıkları değil İslâm uygarlıkları da yaşlılık zamanlarında uykuya dalarlar, bir türlü oyun ve eğlenceden kendilerini kurtaramazlar.
Birinci “Ellezîne Min Kabliküm” uygarlıklar arası kabl, diğeri ise uygarlık içinde kabl şeklinde yorumladığımız zaman, kıyas yoluyla da olsa müminler de dâhil olmuş olur.
فَاسْتَمْتَعُوا بِخَلَاقِهِمْ
(Fa iSTaMTaGUv BiPaLAvQıHıM)
“Halakları ile istimta’ ettiler”
Bizim usulde kabul ettiğimiz bir kural vardır. Bir cümle diğer cümleyi takip ettiğinde, aralarında harf yoksa, ikinci cümle birinci cümlenin açıklamasıdır. Maanide bu kural vardır. Biz usulde bunu takrir kabul ederiz. Yani ilk söyleneni doğrular. Açıklama yapar. İstisna ile gelirse, istisna edilene kıyas yapılmaz. Sadece istisna edilen dışarıda kalır. “Ve” ile gelirse illetle kıyas yapılarak istisna çoğaltılabilir. Aynı illeti taşıması şartı ile genişletilebilir.
“Fa” harfi ile gelirse kıyas yapmadan tamim edilir. Yani kural olarak birinci cümlenin üstünde hüküm genişletilir. Yani kıyasa gerek kalmadan illet aramadan hüküm umumileştirilir. Buna tamim fası veya tansis fası diyoruz. İşte buradaki bu fa tamim fasıdır. Bu genel kuraldır. Tarihi akış içinde herkes kendilerine düşen payları kadar iş yaparlar.
“İstimta’ etme” kendi görevlerini yaparken görev diye yapmazlar, kendi çıkarları için çalışırlar ama bu arada tav’an veya kerhen görevlerini yerine getirirler. Bu sebeple istimta’ denmiştir.
Burada önemli olan şudur. Batı uygarlıkları zulüm üzerine oturur, sömürü üzerine oturur, sınıf üzerine oturur. Doğu uygarlıkları ise adalet üzerine, hukuk üzerine oturur. Batı köleleştirmeye çalışır, Doğu azat etmeye çalışır. Fıkıh kitaplarında Kitabu’r-Rıkka yoktur, Kitabu’l-Itak vardır.
فَاسْتَمْتَعْتُمْ بِخَلَاقِكُمْ
(Fa iSTaMTaGTuM Bi PaLAvQıKuM)
“Arkasından siz halakınızla istimta’ ettiniz”
Buradaki “Fa” harfi takip fasıdır. Yani onların hemen arkasından siz halakınızı istimta’ ettiniz. Onların yaptıkları ile bunların yaptıkları arasında bir süreklilik vardır. Bundan önceki dönemde dinsizlik görevini gördüler.
Yaşlanmış birinci Kur’an uygarlığının tamamen terk edilmesi, yeni Kur’an uygarlığının gelmesi gerekmektedir. Bu görevi bizden önceki nesil yani yirminci asrın nesli yapmıştır. İlk 33 sene ateizm zirveye çıkmış, ikinci 33 senede duraklama dönemine geçmiş, sonra son üçte birde ise ateizm def edilmiştir.
Yirmi birinci yüzyılda sermaye artık ateizmi kullanarak yaptığı mücadeleden vazgeçmiştir, şimdi karşılıksız parayı yaşatmakla meşguldür. Gittikçe karşılıksız para hâkim olmaya başlamıştır. Bundan sonra “Adil Düzen”in “altın, demir, buğday ve toprak paraları” yerleşmiş olacaktır. Bu değişmenin olması için karşılıksız kâğıt paranın tüm pislikleri ortaya çıkacaktır.
كَمَا اسْتَمْتَعَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ
(KaMav iSTaMTaGa elLaÜIyNa MiN QaBLiKuM)
“Tıpkı sizden öncekilerin istimta’ etmeleri gibi”
Bu ifadenin tekrar edilmesi ile bu ard arda gelme sadece bir defa bir yerde değil, daha geniş bir şekilde olduğu ifade edilir. “Ellezîne Min Kabliküm”ün tekrarı ve bunun önceki kimseler olmadığı nazarı itibara alınmak suretiyle gayet beliğ bir şekilde ifade edilmiş olmaktadır. Burada bunlar hem daha geniş dönemlere işaret etmektedir ama aynı zamanda bunların aynı kanunlara tâbi olduğunu da belirtmektedir.
“Mâ” harfi masdar “mâ”sıdır.
بِخَلَاقِهِمْ
(BiPaLAvQıHıM)
“Halakları ile”
Yani daha öncekiler de kendi halakları ile istimta’ etmişlerdi.
Her dönemdekiler kendi görevlerini ve kendi yapılarını yaparlar. Kâinatta iki şey hâkimdir, benzerlik ve ayrılık. Dünyada birbirinin aynı iki şey yoktur. En azından yerleri faklıdır. Birbirinden tamamen ayrı iki şey de yoktur. Vasıflı olmak ortak özelliktir. Derece derece birbirine benzer veya ayrılık içinde olurlar.
“Halakıhım” kelimesini getirdiğine göre hiçbir nesil kendisinden öncekilere tamamen benzemez, sonra gelenlere de benzemez. Hepsi genel olarak aynı kurallara tâbidir.
“Ke” harfi ile benzerlikler ama “Halak” kelimesi ile ayrılık ifade edilmiştir.
Tarih böyle ele alınmalıdır. Ortak kurallar içinde olaylar tesbit edilecek ama aynı zamanda sebep-sonuç ilişkileri ele alınacaktır. Hangi karn hangi karndan sonra geldi, onlar uygarlığa ne kattılar?
وَخُضْتُمْ كَالَّذِي خَاضُوا
(Va PuWTuM Ka elLaÜIyNa PAvWUv)
“Ve siz de onların havz ettiği şey gibisini havz ettiniz”
“Havz emek” yüzmek demektir oyun ve eğlenceye dalmak demektir.
Topluluklar başlangıçta büyük çabaya girerler, çoğalırlar ve belli büyüklüğe ererler. Sonra halk zevk u sefaya dalar, çalışmadan yaşamaya koyulur, mevcut olan varlıklarını tüketip bitirirler.
Türkiye bugün böyle bir yaşlılık durumuna girmiştir, Batılıların da teşvikiyle çalışmadan yaşamak herkesin ideali olmuştur.
Adil Düzendekiler böyle hak etmeden kazanma yolunu tutmazlar. Akevler bir yerden kredi veya yardım almamıştır, devletin bir yardımı olmamıştır; bilakis kendisi hep yardım etmiştir, hep vermiştir. Ortaklarının dışında kimsenin bir yardımı olmamıştır.
İşte siz de onlar gibi havz ettiniz demek, onlar nasıl çalışmadan yaşamak istemişlerse, siz de öyle çalışmadan yaşama yollarına gittiniz demektir. Kamu mallarının değişik şekillerde yağmalanması bunun en belirgin bir durumudur.
أُولَئِكَ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ وَأُولَئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ (69)
(EuLAvEiKa XaBiOaT EaGMAvLuHuM FIy elDuNYAv Va eLEAvPiRaTi Va EuLAEiKa HuMu elPASiRUvNa)
“İşte onların amelleri dünyada ve âhirette hubut etmiştir ve işte onlar hasirdirler.”
Burada atıf harfi ile iki “Ülâike” geçmektedir. Onlar ve bunlar. Birinciler uzaktaki “Min Kabl” olanlar, ikinciler ise yakın “Min Kabl” olabilir.
Burada dünya ve âhiret birlikte zikredilmiştir. Dünya ayrı âhiret ayrı değildir. Âhiret dünyanın devamıdır. Dünya âhirete hazırlık dönemidir. Anne karnı dünya için ne ise âhiret için de dünya odur. Allah hiçbir şeyi oyun olarak yaptırmamakta ve emretmemektedir. Biz bir taraftan imtihan olunurken öbür taraftan da dünya işlerinde görevlerimiz vardır, onları ifa ediyoruz. İki yanımız vardır. Kendi çıkarımız vardır, âhireti kazanıyoruz. Görevimiz vardır, insanlığa hizmet ediyoruz.
Burada iki kelime karşılaştırılmaktadır; hubut etmek, hasar etmek. Kur’an böyle karşılaştırmalı kelimeleri zikrederek oluşları anlatmaktadır. “Habt” (ha,tı), “Hibte” suyu çekilmiş kuyu, kör kuyu demektir. “Husrin”, “Hasre” harap olmuş yer demektir. Fiil olarak yıkılmak, parçalanmak, çökmek anlamlarında kullanılmaktadır.
Kuyu kazarsınız, su bulunur, emeğiniz değerlenir gibi olur. Sonra kazmaya devam edersiniz. İkinci kum tabakasına inersiniz, bu sefer o elde ettiğiniz su da kaybolur. Yeni kumlu tabaka onu çeker. Elde ettiğiniz sonuçları kaybetmek anlamındadır.
“Hasır” yere serilen saplardan ördükleri sergidir. Kuruduğu zaman ufalır ve dökülür. Çalışırsınız, kazanırsınız, servetiniz olur. Sonra zarar etmeye başlarsınız, o servetinizi eritir.
Demek ki hüsran yavaş yavaş erimedir, hubut ise birden çökmedir.
Uygarlıklar yavaş yavaş gelişir, sonra yavaş yavaş çökerler. Bu hüsrandır. Oysa darbeler birden olur, krizler birden olur. Kazanılanlar yangında heba olmuş gibi birden gider.
Bu âyette her ikisini birden karşılaştırmış bulunmaktadır.
أُولَئِكَ
(EuLAvEiKa)
“Bunlar”
“Ülaike” işaret ismidir, onlar veya bunlar anlamına gelmektedir. Sonundaki “Ke” muhataba işaret eder. Her birimize ayrı ayrı söylemektedir. Veya başkanımıza söylemektedir. İşaret edilenler ise halakları ile istimta’ edenlerdir, ellezîne min kabl olanlardır. Bugün yaşayan ve bize oyunlar oynayan kimselerdir.
Bize şimdi ne oyun oynamaktadırlar?
Ekonomik bakımdan büyük krizler ortaya koymaktadırlar.
Siyasi bakımdan bizi birbirimize düşürmektedirler.
İktidar ve muhalefet diye bir şey icat etmişler, birbirimizle savaşıyoruz.
Evet, iktidar ve muhalefet vardır. Biri devleti yöneten meclistir, hükümettir; bu iktidardır. Muhalefet ise dağdaki eşkıyadır, devleti yıkmak için çalışanlardır.
Partiler ise birbirlerine muhalif olmazlar, partiler hayır içinde yarışırlar. Muhalif iktidarı düşürüp kendisi geçmek ister. Hayırda yarışan ise iktidardakinden daha iyi işler yapar.
Bugün yüzde 1 oy alan bir parti düşünün. 500 bin oyu vardır demektir. Bunlardan günde birer lira alsa, demek ki her gün yarım milyar sermayesi olacaktır demektir. Bir yüz dairelik lojmanlı işyeri apartmanı 20 milyon liraya mâl olmaktadır. Demek ki kırk günde bir apartman yapabilir. Bu apartman aynı zamanda işyeridir. Yüz aileyi buraya yerleştirebilir. “Adil Düzen” sistemini kurabilir. Şimdi ben bunu söyledim diye partiler birer lira toplamaya başlar ama dediğim gibi hiçbir şey yapmazlar.
İşte, sömürü sermayesi bizi birbirimize küfrettirmekle vakit geçirtiyor. Başbakanımız siyasilere çatmaya doyamadı, şimdi hocaefendilere saldırmaktadır. Bu sistemi bize hediye eden sömürü sermayesidir. Kavga ettirmek de yetmiyor. Karşılıksız para ile bizi sömürüyor, işlerimiz fesat içindedir, bundan dolayı krizler oluşuyor.
حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ
(XaBiOaT EaGMAvLuHuM)
“Amelleri hubut etmiştir”
Bir insanın ağılında koyunları olur, onları besler, yününden ve etinden yararlanır.
Sömürü sermayesi insanları enam yerine koyuyor, onları yönetmek istiyor. Ama onlara bakmakla ve iyi yaşatmakla değil de birbirleri ile savaştırmak ve çatıştırmak suretiyle yönetmek istiyor.
Demek ki sömürü sermayesi sadece zalim değil aynı zamanda bilgisiz ve beceriksizdir. Bu sebepledir ki zulme dayanarak kazandıkları hubut etmiştir. Karşılıksız dolarlara sahip olmaya çalışıyor, kendi kendisini kandırıyor. Boş şeye sahip olsan ne olur, sahip olmasan ne olur.
فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ
(FIy elDuNYAv Va eLEAvPiRaTi)
“Dünya ve âhirette”
Dünya ve âhireti kaybedenlerdir bunlar.
Dünya ve âhireti kazananlar vardır.
Âhireti kazananlar vardır.
Dünyayı kazananlar vardır.
Bunlar her ikisini kaybetmektedirler. Bu dünyadaki hâkimiyetlerini kaybedecekler, âhirette de cehennemde olacaklardır.
وَأُولَئِكَ
(Va EuLAEiKa)
“Ve onlar”
Burada “Ve” harfi ile atfedilmiştir. Birincilerden farklıdırlar yani onlardan başkalarıdır. Bunlar daha eskilerdir. Yavaş yavaş uygarlıklarını kaybedenlerdir.
Uygarlıklar gelişir, zirveye çıkar, sonra yaşlanıp zarar etmeye başlar, çökmeye başlar.
Batı uygarlığı şimdi çökmeye başlamıştır. İkinci Kur’an uygarlığı doğmaktadır.
Biz ne yapıyoruz?
Tarihi gelişmeleri anlatıyoruz. Tarih bir ırmak gibi akmaktadır. O akışın geçmişini alıyoruz, nehrin nereye gittiğini söylüyoruz. Akan suyu baraj yapıp durdursanız bile dolar ve yine akmaya devam eder. Tarihte bazı ertelemeler mümkün olsa bile durdurulamaz, akış devam eder.
هُمُ الْخَاسِرُونَ (69)
(HuMu elPASiRUvNa)
“Onlar hasirdirler.”
Artık zarar etmeye başlamışlardır, beş yüz sene içinde eriyip gideceklerdir.
Bugünkü Batı uygarlığı sanayide büyük hamle yapmıştır, insanlığı Ay’a kadar götürmüştür, ne var ki saadet ve huzur getirmemiştir. Beş yüz sene kanlı savaşlarla geçti. Birinci ve İkinci Cihan Savaşları insanlığı kasıp kavurdu.
Bugün de her tarafta krizler, açlıklar, isyanlar ve savaşlar devam ediyor. Kilise çökertilmiş, medreseler kapatılmıştır. Sermaye elde ettiği maddî imkânları da kaybetmek üzeredir. Karşılıksız para çöktüğü zaman tüm varlıkları sona erecektir.
“Adil Düzen” bu çıkmazları ve karanlıkları giderip aydınlığa götürecek düzendir. “Adil Düzen”de birbirleriyle kavga eden partiler değil, hayırda yarışan partiler olacaktır. Karşılıksız sahte para yerine, emek karşılığında çıkarılan karşılıklı para ile dünya ekonomisi oluşacak ve dünya saadete kavuşacaktır.