TEVBE SÛRESİ TEFSİRİ(9.SURE)
Süleyman Karagülle
1482 Okunma
105 VE 108.AYETLER

Tevbe Sûresi-44

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

***

 

وَقُلِ اعْمَلُوا فَسَيَرَى اللَّهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ وَالْمُؤْمِنُونَ وَسَتُرَدُّونَ إِلَى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ (105)وَآخَرُونَ مُرْجَوْنَ لِأَمْرِ اللَّهِ إِمَّا يُعَذِّبُهُمْ وَإِمَّا يَتُوبُ عَلَيْهِمْ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ (106) وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مَسْجِدًا ضِرَارًا وَكُفْرًا وَتَفْرِيقًا بَيْنَ الْمُؤْمِنِينَ وَإِرْصَادًا لِمَنْ حَارَبَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ مِنْ قَبْلُ وَلَيَحْلِفُنَّ إِنْ أَرَدْنَا إِلَّا الْحُسْنَى وَاللَّهُ يَشْهَدُ إِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ (107) لَا تَقُمْ فِيهِ أَبَدًا لَمَسْجِدٌ أُسِّسَ عَلَى التَّقْوَى مِنْ أَوَّلِ يَوْمٍ أَحَقُّ أَنْ تَقُومَ فِيهِ فِيهِ رِجَالٌ يُحِبُّونَ أَنْ يَتَطَهَّرُوا وَاللَّهُ يُحِبُّ الْمُطَّهِّرِينَ (108)

 

***

 

 

وَقُلِ اعْمَلُوا فَسَيَرَى اللَّهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ وَالْمُؤْمِنُونَ وَسَتُرَدُّونَ إِلَى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ (105)

(Va QuL iGMaLUv FaSaYaRa elLAvHu GaMaLaKuM Va RaSUvLuHUv Va eLMuEMiNUvNa Va Sa TuRadDUvNa EiLAv GALiMi elĞaYBi Va eşŞaHAvDaTi FaYuNabBiEuKuM BiMAv KuNTuM TaGMaLUvNa)

“Ve amel ediniz diye söyle. Allah amelinizi görecektir ve resulü de ve müminler de. Şahadet ve gaybın alimine reddolunacaksınız. O size yaptıklarınızı haber verecektir.”

Buradaki “Kul” “Huz”a bağlıdır; al ve söyle…

Burada “Se” harfi ile dünyada Allah’ın ameli göreceğini ve resulün de göreceğini söylemektedir; ayrıca müminlerin de göreceğidir. Bunlar dünyada görülecektir. Ve yakında şehadetin ve gaybın alimine reddolunacaksınız. Ölüm bu dünyada olduğu için “Se” harfi kullanılmıştır. Sonra “Fa” harfi ile amelleri size haber verecektir.

Şehadeti ve gaybı bilen yalnız âlemlerin rabbi olduğuna göre âhirette görülecek, âlemlerin rabbi tarafından görülecektir. Reddolunduktan hemen sonra diyerek âhiret hayatının hemen başlayacağını ifade etmektedir. Bu zamanın izafı ile açıklanabilir.

Burada çözmemiz gereken problemler vardır.

a) Allah ve resulünden bahsetmektedir. Ama arasına “ameliniz” sözü girmektedir. Bu yargı mıdır yoksa bunun başka manaları var mıdır?

b) Yargıdan başka manası varsa, o zaman Allah’tan kasıt nedir? Resulden kasıt nedir?

c) Buradaki müminlerin görmesini nasıl izah edeceğiz?

d) Neden “Sevfe Turaddûne” denmemiş de “Se Turaddûne” denmiş?

e) Neden “Sümme Turaddûne” gelmemiş de “Se Turaddûne” gelmiş.

Allah’ın dünyada amelleri görmesi, kötü amellerin dünyada sünnetullahla cezalandırılmasıdır. Resul ve müminler ise yargıdır, sosyal kanunlardır, sosyal kanunların görmesidir, karşılığının topluluğa verilmesidir.

Yahut Allah ve resulü yargıdır. Kanuni cezadır. Müminler ise sosyal baskı oluşturması anlamındadır. Kasame’de halkın birbirlerini suçlaması onların cezalandırılmasına sebep olur. Bu da müminlerin görmesidir.

Biz bunu dört çeşit görme olarak sınıflandırabiliriz.

a) Hakemlerin soruşturmaya dayanarak görmesi yani bu şekilde görülmesidir.

b) Başkanın emri ile soruşturmacıların soruşturup halkı bilgilendirmesidir. Mesela, Cumhurbaşkanı, ‘Soma olaylarında hatalı olanları tesbit edin’ emrini versin. Soruşturmacılar araştırıyorlar, başkana bildiriyorlar, başkan da ilân ediyor.

c) Halk gerçekleri görüyor ve o yöneticilere biat etmiyor; yani halkın gerçekleri görüp seçimde oy vermemesidir.

d) Kâinatın rabbi olan Allah’ın görmesidir.

Mutlak hesaplaşmanın âhirette olacağı bildirilmiştir.

Görmenin iki manası vardır. Biri bilmedir. Gözle görerek bilirsin. Biri de hesap görmedir. Burada iki mana da doğrudur. Yargılama anlamında olabilir, cezanın ifası şeklinde de olabilir.

وَقُلِ اعْمَلُوا

(Va QuL iGMaLUv) 

“Ve amel ediniz diye söyle”

“Huz” ve “Kul”. Onlardan sadaka al ve onlara de ki; amel ediniz.

Bunun iki manası vardır.

Biri iyi işler yapınız emridir. Sadaka vermekle yetinmeyin, sadakanın gereği olan amel-i salihi işleyin. İkinci manası ise istediğinizi amel edin.

Ben bu dünyada size kötülük yapmanıza izin verdim; hesabınız âhirette görülecektir.

Yani biri amel edilmesini emretmektedir. Diğeri ise amel edilmesine izin verilmektedir. Türkçede ‘bunu ediniz, edebilirsiniz’ şeklinde tercüme ederiz. Arapçada böyle bir çekim yoktur. “İ’melû mâ şi’tüm” şeklinde söylenebilir. Sadaka alınanlar atfedildiğine göre sadaka alan bucak başkanı emrin muhatabıdır. Halk cuma namazına katılan cemaattir.

فَسَيَرَى اللَّهُ عَمَلَكُمْ

(FaSaYaRa elLAvHu GaMaLaKuM)

“Yakında Allah amellerinizi rey edecektir”

“Fa” takip harfidir. Zaten hemen görülecektir anlamındadır. Oysa “Se”den ve “Sevfe”den önce de gelir. Demek ki “Fa” yalnız takip “Fa”sı değildir. Sebep “Fa”sı olabilir ve o zaman takip gerekmez.

Buradaki “Se” de takip anlamından çok, şimdi değil de yakın gelecekte anlamındadır.

Yani bu dünyada Allah amellerinizi görecektir. Amellerden bir kısmının cezası bu dünyada verilecektir. Sigara içerseniz hasta olup ameliyat olursunuz veya ölürsünüz. Bu manada anlaşıldığı zaman Allah kelimesi âlemlerin rabbine delâlet edecektir.

وَرَسُولُهُ

(Va RaSUvLuHUv)

“Ve resulü”

Araya başka kelime girip “resulü” dendiği zaman yargının kararlarını icra eden başkan anlaşılacaktır. Burada yargı kararlarının başkan tarafından icra edileceğini ifade etmiş olur. Bucak başkanı yargı kararlarını siyaseten icra etmeyebilir.

Mağdur olanların yapacağı iş o bucağı terk edip başkan aleyhine dava ikame etmedir.

Demek ki amellerin hesabı Allah tarafından fıtri kanunlarla ve başkan da akli kanunlarla görecektir.

وَالْمُؤْمِنُونَ

(Va eLMuEMiNUvNa)

“Ve müminler”

Burada “Ve” ile atfetmiştir. Demek ki sadaka alınanlar müminler değil diğer halktır. Çünkü müminler bütün mallarını vermişlerdir. Savaşta hepsi kullanılacaktır. Dolayısıyla onlardan vergi alınmaz. Vergi müslimlerden alınır. Buna işaret etmek üzere atfetmiştir.

Müminler müslimlerin amellerini nasıl göreceklerdir?

Bunun Osmanlılardaki uygulaması şöyledir.

Komutanlara belli yerlerin zekâtını toplama ve harcama yetkisi verilir; sen buranın öşrünü topla, buna karşılık bana bir bölük askeri hazır bulundur denir. Savaş olursa o askerle bana katılacaksın. Böylece ayrı tahsildar istihdam edileceğine müminler yani askerler, bedelli yerlerin vergilerini almış olurlar. Aralarında çıkacak ihtilaflar hakemler tarafından çözülür. Vergi alan mümin o yerin güvenliğini sağlayan olmadığı için herhangi bir baskı uygulayamaz.

Müminler kurallı çoğul olarak geldiğine göre; Karadeniz’i korumakla görevli Samsun’da oturan ordu, Karadeniz’in devlete ait madenlerinin ve büyük sanayinin vergilerini toplar ve onu oranın savunmasında kullanır. Oradaki müminler başka bölgelerden gelen müminlerdir. Sadaka âyetindeki “âmilîne aleyhâ” bölgelerdeki ordular olmaktadır demektir. Bazı fasıllar o bölgedeki yönetime gider, bazıları birleşir ve tüm ülkede tek bütçe olur.

Sadakat âyetinin bu âyetin işaret ettiği şekilde yeniden yorumlanması gerekmektedir.

وَسَتُرَدُّونَ

(Va Sa TuRadDUvNa)

“Ve yakında reddolunacaksınız”

Reddolunmak demek tekrar eski duruma dönme demektir.

Demek ki biz daha evvel de orada idik. Buraya gönderildik. Hafızamızdan eski hayatımız silindi. Âhirete vardığımızda o hafızamız yerine gelebilir.

Bilgisayarda diskete aldığınız programları silerseniz görünmez. Ama sonra disketi koyarsanız yeniden görünür hâle gelir.

Kur’an’da tenasuh işaret eden âyetler vardır. Hinduların hataları onu bu dünyadaki hayvanlar şeklinde dirilme şeklinde düşünmeleridir. Oysa insan hep insan kalarak dirilecektir. Âhiretin âhiretinde de insan, insan olacaktır. Bedeni değişebilir ama ruhu değişmeyecektir. Geçmiş hayatı asla unutmayacaktır.

إِلَى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ

(EiLAv GALiMi elĞaYBi Va eşŞaHAvDaTi)

“Gaybın ve şahadetin alimine”

Şahadet şimdi gördüğümüz ve yaşadığımız âlemdir. Gayb ise ya uzakta olduğu için yahut zamanımızda olmadığı için şimdi göremediğimiz ama aslında var olan, şimdi de varlığını sürdüren âlemdir.

Biz bir anda görmekteyiz. O ise geçmişi ve geleceği, uzağı ve yakını hep birden görmektedir. Bunu gören yalnız Allah’tır. Onun için harfi tariflerle gelmişlerdir.

Dört ve beş boyutlu uzaylar bunları çok iyi bir şekilde açıklamaktadır.

İslâm âlimlerinin bu uzayların geometrisini bilmeleri gerekir. Başka türlü bu âyetleri kavramak zordur.

فَيُنَبِّئُكُمْ

(FaYuNabBiEuKuM)

“Size tenbi edecektir”

“Yünebbiüküm” demeyip “Tenbi’” demesi, orada da bilgilerimizin tedrici olduğunu bildirir. Yani hangi dosyayı açarsak o dosyadaki bilgileri alacağız.

Âhiret hayatı bambaşka hayat değildir. Buradaki madde kullanılacaktır. Buradaki veriler kullanılacaktır. İnsan aynı insan olacaktır. Kişiliği değişmeyecektir. Sadece ölüm olmayacaktır.

بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ (105)

(BiMAv KuNTuM TaGMaLUvNa)

“Amel ettiklerinizi.”

Burada yaptığımız bütün amelleri bir bir görebileceğiz.

Amelin iki yanı vardır.  Nasıl beş kilo elmayı 30 TL’ye aldığınız zaman evinize götürdüğünüz elmanın iki sayısı vardır. 5 ve 30 sayıları vardır; biri miktarı, diğeri de değeridir.

Bizim fiillerimizin de iki ölçüsü vardır. Biri harcadığımız zaman içinde yaptığımız iş, diğeri de o işin değeridir. Artı da olabilir, eksi de olabilir. Bize yaptıklarımız değerleri ile bildirilecektir. Karşılığını da göreceğiz.

وَآخَرُونَ مُرْجَوْنَ لِأَمْرِ اللَّهِ إِمَّا يُعَذِّبُهُمْ وَإِمَّا يَتُوبُ عَلَيْهِمْ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ

(Va EAvPaRUvNa MuRCaVNa LıEMRı elLAvHı EimMAV YuGaüÜıBuHuM Va EimMAv YaTUvBu GaLaYHıM Va elLAvHu GaLIyMun XaKIyMun)

“Diğerleri Allah’ın emrini reca etmektedir. Onlara tazib edecek veya onlara tevbe edecek. Allah alimdir hakimdir.”

Çevremizde a’rabdan ve medine ehlinden münafıklar olduğunu beyan ettikten sonra bunları üç gruba ayırmıştır. Bunlardan birileri suç işlemişlerdir. Affedilmeleri söz konusu değildir. İkinci gruba ise afv müjdesi verilmiştir, onlara mağfiret edileceği müjdesi verilmiştir. Şimdi ise üçüncü grubu anlatmaktadır. Bunlar için azab veya mağfiret söz konusudur. Bunlar Allah’ın emrini bekliyorlar.

Bundan önce “Allah” kelimesi “resulü” ile birlikte getirilmişti. Yargıdan bahsetmişti. Bundan sonra nekre olarak “Allah”tan bahsetmektedir. Bununla âlemlerin rabbi ifade edilmiştir veya topluluğun başka bir yönü ifade edilmiştir. Birincilerin mahkûmiyeti mahkeme kararı ile olmaktadır. İkincilerin beraatı da mahkeme kararı ile olmaktadır. Üçüncülerin durumu ise meclis kararına tabidir. Cezalarını yargı tesbit eder ama infaz meclise kalır ve meclis affeder veya infaz edilir.

Meclisin affetme yetkisi var mıdır?

Meclisin hukuk düzeninde affetme yetkisi yoktur. Cezalar infaz edilir. Cinayetlerde af meclisin değil mağdurun hakkıdır. Hukuk düzeninde böyledir. Fevkalade hallerin olduğu zamanlarda işlenen suçlar için hüküm farklıdır. Fevkalade haller savaş halleridir, seferberlik halleridir, sıkıyönetim halleridir; bir de düzenin bozuk olduğu zamanki hallerdir.

Bozuk düzende işlenen suçlarda ve cinayetlerde af yetkisi yine mağdurlarındır. Bazı suçlar vardır ki onları affetmek caiz değildir. Bazı suçlar vardır ki onlara ceza verilmez. Askeri düzende işlemiş oldukları için mazurdurlar. Bazı suçlar da meclis kararına bağlıdır. Meclisin çıkaracağı bir kanun ile o suçların cezaları affedilebilir veya infaz edilir.

Bu âyetten öğrendiğimiz bir şey daha vardır. Mekke dönemindeki hükümler harb hâli hükümleridir. Orada işlenmiş suçlar savaş zamanında işlenmiş suçlardır. Yargılama yapılır. Affedilmeyecek suçlular cezalandırılır. Affedilmesi gereken suçlar da affedilir. Aradaki suçlar için meclise başvurulur. Meclis bir kural koyar, affeder veya cezalandırılır.

“Adil Düzen” iktidar olduğu zaman yapılacak iş aynıdır. Bazı suçlar her dönemde suçtur. Adam öldürme suçtur; affedilemez.

PKK’lılar da kişiyi doğrudan yakalayıp öldürmüş iseler, onların kısasları kalksa bile diyetleri kalkmaz. Dolayısıyla PKK’lılardan silah bırakmayanlar suçludurlar. Onları ele geçirdiğimizde, her birine işledikleri suçun cezasını veririz, kısas yaparız. Eğer biz onlara hâkim olmadan teslim olmuş iseler, cinayetlerin dışındaki cezaları vermeyiz. Cinayetler dışında verdikleri zararlar sebebiyle istihkak edilen cezalar için meclis kanun çıkarıp affedebilir. Kısaslar diyetlere dönüşür. Mağdurlara diyeti devlet öder. Sonra suçlulara rücu eder. Suçlular bu diyeti yüz daireli lojmanlı işyerlerinde çalışarak öderler. Diyetleri ödeninceye kadar zorunlu çalıştırma vardır.

Burada savaşa katılmayan münafıklar ve medineliler hakkında konan hükümleri kıyas yoluyla bugünkü suç işleyenlere teşmil ederiz. O halde “Adil Düzen” geldiği zaman affedilecek suçlar vardır, cezalandırılacak suçlar vardır. Affedilmesi veya cezalandırılması meclisin o zaman yapacağı kanunlara bağlı olan suçlar vardır.

Âyetin sonunda “Allah alimdir, hakimdir” denmiş olmasının sebebi şudur. Münafıkların bu hallerinin yönetim tarafından tesbit edilmesi gerekir. Soruşturmacılar, soruştururlar ve kararlarını da kendileri verirler. Yani soruşturmacılar yalnız olayların oluşunu tesbit etmezler, suç işleyip işlenmediğine de karar verirler. Bu fiilleri hataen, kasden, şibhı kasden veya şibhi hataen işlemiş olurlar veya sebebiyet verirler.

1) Kasden öldürmede kısas vardır, affedilirse ağır diyete dönüşür.

2) Şibh-i amd öldürmede kısas yoktur, affedilmese de ağır diyete dönüşür.

3) Hatada hafif diyeti akilesi öder, kendisi keffaret verir.

4) Şibhi hatada hafif diyeti akilesi öder, kendisinin keffareti yoktur.

5) Sebebiyette diyeti akilesi öder, hata keffareti yoktur.

Bunlar hükümlerdir. Bunları hakemler belirler. Ama fiilin hangisi olduğuna soruşturmacılar karar verir.

وَآخَرُونَ

(Va EAvPaRUvNa)

“Ve diğerleri”

İki defa “âharûn” kelimesi getirilmiştir. Demek ki münafıklar en az üç gruptur. Daha da fazla olabilir. Olmasaydı son “âharûn” marife gelirdi.

“Diğerleri” dediğine göre onların beraberlikleri yoktur. Ayrılıkları vardır demektir. Burada kurallı erkek çoğul getirildiğine göre bunlar gruplardır, topluluklardır. Burada anlatılanlar kişiler değil topluluklar olmalıdır. Partiler, cemaatler, yeraltı örgütleri söz konusudur. Askeri düzende sorumluluk şahsi değildir, ortak sorumluluk vardır.

Bir topluluk nasıl cezalandırılır?

a) Erkekler öldürülür, kadın ve çocuklar esir alınır.

b) Tümü köleleştirilir.

c) Tüm malları ellerinden alınır, sonra kendilerine haraç arazisi olarak verilir.

d) Toprak alınmaz, kendilerinden diyet alınır.

Esirlerin çatışma esnasındaki öldürme dışında öldürülmeleri için mahkeme kararı gerekir. Bu âyet buna delalet eder. Bundan sonra geçen âyette Allah’ın emrini beklerler diyor. Topluluk ancak muhakemeden sonra karar verir.

مُرْجَوْنَ لِأَمْرِ اللَّهِ

(MuRCaVNa LıEMRı elLAvHı)

“Allah’ın emrini reca edenlerdir”

Buradaki “Allah’ın emri” topluluğun çıkaracağı özel kanun demektir. Muhakeme edilmeden affetme hatalı bir olaydır. Mahkûm olmamış birini affedemezsiniz. Soruşturma dışarıdan yapılır, hakemler cezasına karar verirler. Af bundan sonra olabilir. Bu da meclisin affıdır. Meclis doğrudan karar verip kimseyi mahkûm veya affedemez.

وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ أَنْ يُكَلِّمَهُ اللَّهُ إِلَّا وَحْيًا أَوْ مِنْ وَرَاءِ حِجَابٍ أَوْ يُرْسِلَ رَسُولًا فَيُوحِيَ بِإِذْنِهِ مَا يَشَاءُ إِنَّهُ عَلِيٌّ حَكِيمٌ (51Şura-)

“Beşer ancak Allah ile vahiy, perde arkası veya göndereceği resul ile tekellüm eder” âyeti meclisin doğrudan icra yetkisinin olmadığını ifade eder. Buradaki “Allah” halkı temsil eden meclis demektir. Kur’an’da “Allah’ın hükmü” geçmekte, “Allah’ın emri” geçmektedir.

“Hüküm” nedir? “Emir” nedir? Bunların üzerinde durmamız gerekmektedir.

حم (1) وَالْكِتَابِ الْمُبِينِ (2) إِنَّا أَنْزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةٍ مُبَارَكَةٍ إِنَّا كُنَّا مُنْذِرِينَ (3) فِيهَا يُفْرَقُ كُلُّ أَمْرٍ حَكِيمٍ (4) أَمْرًا مِنْ عِنْدِنَا إِنَّا كُنَّا مُرْسِلِينَ (5) رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ (6)

“Ha Mim ve mübin kitaba and. Biz onu mübarek bir leylde inzâl ettik. Biz inzar eder olduk. O gün her hakim emir fark edilir. Bizden bir emir olarak, Biz irsal eder olduk. Rabbinden bir rahmet olmak üzere; O semidir alimdir.” (Duhan-1,6)

Onu Kadir gecesinde inzâl ettik. Onu mübarek bir gecede inzâl ettik. Orada Kadir gecesi marifedir. Burada mübarek gece nekredir. Orada sadece zamir gönderildiği halde burada mübin kitap denmektedir. Kitap marife olduğu için Kur’an olduğu açıktır. “Nezzelnâhu” demeyip “Enzelnâ” dediğine göre sonraki vahiyleri değil ilk nâzil olduğunu ifade eder. Ne var ki hakim olan her iş orada tefrik edilir, deniyor. Bizden bir emir olmak üzere, Biz irsal ediyoruz, diyor da neyi irsal ettiğinden bahsetmiyor.

İnzâl olunduktan sonra tefrik edilecektir. Yani uygulanacak ve beyan edilecektir. Mübarek gece Asr-ı Saadet’tir, gecedir, çünkü zulüm var. Kadir Gecesi’dir, çünkü planlama orada yapılmıştır. Mübarektir, çünkü orada bereket ortaya çıkacaktır.

Kur’an nâzil olduktan sonra içtihat ve icmalarla her şey belirlenecektir. Kendisinden emirdir çünkü o beyan da kendisi tarafından öğretilmiştir. Biz irsal eder olduk; Rabbinin rahmeti olarak.

Buradaki “emir” işlerdir, “hüküm” de sağlam muhkem demektir. O halde hüküm ile emir arasında ne gibi farklar olacaktır?

“Hüküm” geçmiş olaylar hakkında karar almak demektir. Yargıdır.

“Emir” de gelecekte olacaklar hakkında karar almak demektir. Yani icradır.

Yargı kararları “hüküm”dür. Yargı kararlarının infazı ise “emir”dir.

إِمَّا يُعَذِّبُهُمْ

(EimMAV YuGaüÜıBuHuM)

“Onları tazib edecek veya”

“Azab” kelimesi if’al bâbı ile değil de tef’il bâbı ile getirilmiştir. Kol kesme gibi cezalar azap değildir. Azap, hapis gibi, sürgün gibi, hacr gibi cezalardır.

Bu cezaları şöylece sıralayabiliriz.

a) Ev hapsine koyma, evden dışarı çıkmamaktır. Biz buna ocak dışına veya semt dışına çıkmama anlamındadır diyoruz. Yüz daireli/lojmanlı apartmanların bir katına hapsedilebilir; katından dışarı çıkamaz yahut apartman bahçesi dışına çıkamaz.

b) Apartman veya kat yönetimi hukuk düzeni ile değil de askeri düzenle olmaktadır. Kişinin böyle bir apartmana sürgün edilmesi de bir cezadır.

c) Zorunlu çalışmaya mahkûm etmek, karın tokluğuna askeri düzende çalıştırmadır.

d) Borçlanma ehliyetinin alınmasıdır. Önce çalışır, sonra ücret alır. Önce öder, sonra çalıştırır.

Bunun dışında ocaktan, bucaktan, ilden veya ülkeden sürgün edilmesi de azaptır. Bu cezalar, sürekli cezalardır. Sayısal değildir. Demek ki bunlara verilecek cezalar bunlardır. Bu cezalar kişilere değil topluluklara verilir, kölelikte olduğu gibi hükme bağlanır.

وَإِمَّا يَتُوبُ عَلَيْهِمْ

(Va EimMAv YaTUvBu GaLaYHıM

“Ve onlar tevbe edecektir”

Yani onların tevbelerini kabul edecek ve normal vatandaş hâline getirileceklerdir. Kişilerin bu cezadan kurtulmaları için bulundukları yerden hicret etmeleri gerekir. Suçlulara vâris olmamalıdırlar, onlara miras bırakmamalıdırlar.

Demek ki suçlularla beraber olup onlarla dayanışma içinde olanlar, akrabalık bağını sürdürenler, aynı hükme tâbidirler.

Bir yerde askeri düzen varsa herkese vardır, hukuk düzeni varsa herkese vardır.

وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ

(Va elLAvHu GaLIyMun XaKIyMun)

“Ve Allah alimdir hakimdir.”

Azab edecek veya tevbelerini kabul edecek “Allah” meclistir, bilen ise hükümettir; hükmeden ise yargıdır.

Yargı ile yöneticiler aynı kurum olmadığı için buradaki “alimdir”, “hakimdir” kelimeleri ayrı ayrı haberdir. Hakim alimin sıfatı değildir. Eğer aralarına “ve” harfi getirilseydi “alim olma” ile “hakim olma” aynı failde farklı sıfat olarak getirilmiş olurdu.

Fasl yani vasıl harfinin getirilmemesi kemali ittisalden olur, o takdirde “hakim” alim olmanın sıfatı olurdu. Yahut kemali infisalden dolayı “ve” getirilmelidir. O takdirde Allah’ın iki kimliği olur, “alim” kimliği ve “hakim” kimliği. Biz böyle anlıyoruz. Çünkü başka âyetlerde bu ikisinin farklı olduğuna işaretler vardır.

وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مَسْجِدًا ضِرَارًا وَكُفْرًا وَتَفْرِيقًا بَيْنَ الْمُؤْمِنِينَ وَإِرْصَادًا لِمَنْ حَارَبَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ مِنْ قَبْلُ وَلَيَحْلِفُنَّ إِنْ أَرَدْنَا إِلَّا الْحُسْنَى وَاللَّهُ يَشْهَدُ إِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ (107)

(Va elLaÜIyNa itTaPaÜUv MaSCiDan WıRAvRan Va KuFRan Va TaFRıyQan Va TaFRıIyQan BaYNa VaIRÖAvDan LıMAN XAvRaBa elLAvHa Va RaSUvLaHUv MıN QaBLu Va La YaXLıFunNa EiN EaRaWNAv EilLav eLXuSNAy Va elLAvHu YaŞHaDu inNaHuM LaKAvÜiBuNa)

“Mescid-i; dırar, küfür, müminler arası tefrik, Allah ve Resulüne harb edenlere ırsad olarak min kabl ittihaz edenler vardır. Hüsnadan başkasını murat etmedik diye hulf edecekler. Allah onların kazib olduğuna şahadet ediyor.”

Mescidin ne işe yarayacağı bu âyette sayılmıştır.

Mescid dırar değil ihsan yeri olmalıdır. İnsanlar birbirlerine zarar vermek için değil, birbirlerine yarar sağlamak için bir araya gelmelidirler.

Mescid küfür değil eman yeri olmalıdır. Yani birbirlerine kendi görüşlerini dayatıp onlara zorla kabul ettirme yerine, herkesin kendi görüşünü başkasına zarar vermemek şartı ile kendisi için düstur kabul etmesi gerçekleştirilmelidir.

Mescid birleşme yeridir, velayet yeridir, dayanışma yeridir; tefrika yeri değildir, çatışma yeri değildir. Mescid hayırda yarışma yeridir. Yani başkasına kim daha yararlı iş yaparsa o öne geçmiş olur. Öne geçme başkalarına zarar değil, daha fazla başkalarına iyilik yaptığı için ihsan olmaktadır. İdrarda değil ihsanda yarışırlar.

Mescid; son olarak yargı kararlarının uygulanmasını sağlayan bir yerdir. Oraya gelenler birbirlerini yargıya uyma konusunda zorlarlar. Yargı kararlarına karşı bulunmaları istenmeyen bir durumdur.

Burada istimardan bahsetmiyor, ittihazdan bahsediyor. Günah olan, dırar olarak ittihaz edilmesidir. O maksatla yapılmamış olsa da mescidin dırar ittihaz edilmesi devam etmektedir. “Min Kablu” diyerek fiilen ittihazdan sonra dırar hükmü verilecektir. Fiilen işlememişlerse onlar muhatap olmamıştır.

Âyetin tamamı müfrettir. Haber mahzufdur. Orada ebediyen ikamet etme haber olmaz. Çünkü haber cümlesindeki zamir mübtedaya raci değildir. Hazfedilen haberden sonra “ve” getirilmemiştir. Çünkü o zaman o da mübteda cümlesi içinde olurdu.

Bunların hükmü nedir?

Bunların hükmü yaptıklarının cezasıdır. Bu sebepledir ki “ev” değil de “ve” harfi ile getirilmiştir. Bunlardan kim ne suç işlerse işlesin, işlediğinin karşılığını bulacaktır. Bütün bu fiilleri işleyenler için her birinin cezası kendi yaptığı kadardır. Yani burada kollektif sorumluluk yoktur. Görünürde iyi olup gerçekte kötüye kullanılanlar için herkes kendi başına sorumludur demektir.

Cemaat veya tarikatlar veya AK Parti ve Saadet Partisi kötü amaçlarla kullanılıyorsa kollektif sorumluluk yoktur. Herkes ne kadar kötü işe iştirak etmişse sorumlu odur. Paralel devlet deyip onları toptan suçlayamazsınız. Yaptıkları kötülük kadarı ile suçlarsınız. Yapılan iyiliklere dokunmazsınız. Işık evlerini kapatamazsınız.

وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مَسْجِدًا

(Va elLaÜIyNa itTaPaÜUv MaSCiDan

“Ve mescidi ittihaz edenler”

Bundan önce bu sûrede değişik gruplar anlatılmıştır. Sözlerinde duran müşrikler, sözlerinde durmayan müşrikler, kâfirler, değişik grup münafıklar, kalblerinde marazı olanlar.

Burada yeni gruptan söz etmektedir. Bunlar müşrik değildirler, kâfir değildirler, münafık değildirler, kalblerinde marazı olanlar değildirler. Bunlar yeni bir gruptur. Bunlar hayırda yarış yerine hayırda haset edenlerdir.

 Müminlerin ve müslimlerin en çok düştükleri durum budur. Bunlar yalnız kendilerinin hakta olduklarını iddia edenler, eski şeriatların nesh olduğunu iddia edenlerdir.

“Ellezîne” ile geldiğine göre bunların kendileri bellidir, yaptıkları işler de bellidir.

“Mescid” ise nekre olarak gelmiştir. Herhangi bir toplanma yeri olarak ele alınmaktadır.

Bu âyet fıkıhçıları bir hayli yormuştur. Bir kentte, bir yerde namaz kılınır ilkesinden hareket ederek tüm İstanbul’da veya Türkiye’de bir cuma namazı kılınacağını içtihat etmişlerdir.

Bize göre ise; Kur’an’ın diğer âyetlerine dayanılarak, her ocakta (aşirette) beş vakit namaz kılınır, aşiret içinde ikinci namaz mescid-i dırardır. Mescidi yalnız mekân ismi olarak anlamayacağız, zaman ismi olarak da anlayacağız, bir vakitte ve bir yerde diyeceğiz. Ayrıca masdar olarak da anlamalıyız. Bir yerde, bir vakitte, birden fazla farz namazını cemaatle kılmak mescid-i dırardır. Bu sebepledir ki bir yerde iki cemaat yapılmaz. Namaz kılınmışsa sonra gelenler ayrı ayrı kılacaklardır. Ocağın bulunduğu her yerde bir mescid olduğu gibi dışarıda da biri ezan okur, o sesi duyanlar artık orada ikinci ezan okuyamaz, orada ikinci cemaat yapamazlar. Bunun dışında her bucak bir cuma mescidine sahiptir. Bir bucakta birden fazla cuma namazı kılınmaz. Bir ilçede bir merkez bucağı olur, orada da bir cuma kılınır. Hac da yalnız Mekke’de yapılır.

Burada mescidin nekre gelmesinden anlıyoruz ki bu âyet sadece Küba Mescidi’ni kastetmiyor demektir. Herhangi bir toplantı yerinin zamanının veya toplanmanın tekrarı dırardır. Nekre olması ayrı ocaklarda ayrı beş vakit kılınacak, ayrı bucaklarda ayrı cumalar kılınacak demektir. Bir bucağın nüfusu da 10 binden fazla olmamalıdır, hele 30 bini geçmemelidir. Nüfusu oraya yükseldiğinde bucaklara bölünmelidir. Böylece İstanbul bir bucak değil, 2000 bucak olacak, 2000 yerde cuma namazı kılınacaktır.

Nüfusu 6 binden az olan bucaklarda ikinci bucak tesis edilemez. Mescid-i dırar olur. Ama sayıları 3 bini aşar ve kalanların sayısı da 3 binden fazla olursa, o zaman ayrılabilirler.

Kürtler ayrılmak için 30 milyondan fazla olmalıdırlar. Kalanların sayısı da 30 milyonu geçmelidir. O zaman ayrılma hakları vardır, mescidi dırar değildir. Yahut Türkiye’nin nüfusu 100 milyonu aştığı zaman bölünme meşru hâle gelir, ahsen olur. Daha çok artarsa, örnek olarak 200 milyon olunca ayrılma zorunluluğu vardır.

ضِرَارًا

(WıRAvRan)

“Dırar olarak”

“Darır” kataraktlı kör demektir. “Darar etmek” körleşmek yani imkânlarını kullanmamak demektir. “Zarar vermek” ise ona imkânları kullandırmamak demektir.

Sen bir hayır yapıyorsun. Senin hayrın başkasının hayır yapmasını önlemiyor. Bu dırar değildir, hayırda yarıştır. Sen kâr ediyorsun ama başkası zarar ediyor, bu dırardır. Faiz budur. Bu birinin parada kâr etmesi, başkasının zarar etmesi ile mümkündür. Dolayısıyla paradaki kâr faizdir. Oysa maldaki kâr sende artabilir, onda da artabilir. Malın kaynağı sınırsız olduğu için dırar yoktur. Sınırlı kaynaklar da bölüşmeye tabidir.

Kur’an’da sekiz yerde “daran” kelimesi “nafan” kelimesi ile birlikte gelmektedir.

“Darar” menfaatin zıddıdır, eşyada menfaattir. “Hasar” ise değerde zarardır. Değerde kazanma “rıbh”dır.

وَكُفْرًا

(Va KuFRan)

“Ve küfren”

Zarar menfaatte zarardır. Küfür ise baskıdır, başkasını kendi içtihadına zorlamadır, adil davranış yerine zalim davranıştır. Baskı yapmak için başkalarının özgürlüğünü sınırlamak için mescidi ittihaz ederler. Demek ki mescidin gayesi ortak çıkar sağlamaktır. Mescidin ikinci gayesi de ortak özgürlüğü sağlamaktır.

Herkesin kendi içtihadı ile hareket etmesi için birlik oluşturuyoruz. Birbirimizin içtihadına karışmamak için birlik oluşturuyoruz. Hukuk bunun için vardır. Emniyet teşkilatı bunun için vardır. Ordu bunun için vardır. Aksine mescide hizmet verenler kendi çıkarlarını sağlamak isterlerse, kendi görüşlerini diğerlerine zorla kabul ettirmek isterlerse, işte o zaman dırar ve küfür olmuş olur.

İslâmiyet’te savaş vardır ama özgürlük için savaş vardır, barış için savaş vardır. Herkesin çıkar paralelliği içinde kendi çıkarını sağlaması için vardır. Herkesin kendi içtihadı ile yaşayabilmesi için vardır. Yani özgürlük için birlik vardır, özgürlüğü kısıtlamak için değil.

وَتَفْرِيقًا بَيْنَ الْمُؤْمِنِينَ

(Va TaFRıQanBaYNa eLMuEMıNıYNa)

“Ve müminlerin arasını tefrik için”

İnsanların ayrı ocak, ayrı bucak, ayrı il, ayrı ülke kurmaları haklarıdır. Yeter sayıları bulduktan sonra her zaman hicret eder ve kendi istedikleri topluluğu kurarlar. Ama bir ocak içinde, bir bucak içinde, bir il içinde, bir ülke içinde ve nihayet insanlık içinde tefrika çıkarmak büyük günahtır, fitnedir. Yine aynı dayanışma ortaklığından her zaman ayrılabilirsiniz. Başka dayanışma ortaklığına katılabilir veya yenisini kurabilirsiniz, yeter ki sayınız yetsin. Ama bir dayanışma ortaklığı içinde iseniz, bir partide iseniz, orada bölücülük yapamazsınız. Oradaysanız, oranın yönetimine uyma zorunluluğu vardır.

Fatih Erbakan’ın başkanlığa adaylığını koyması mescid-i dırardır, meşru değildir. Sadece bir sebeple meşru olabilir. Mustafa Kamalak kendisi başkan seçildiği halde, sonra kendisini lider ilan eden Oğuzhan Asiltürk’e biat etmiştir. Biat devredilemez. Biat alan kimse yerine başkasını atayamaz. Böylece Saadet Partisi başkansız kabul edilip adaylık konabilir. Ne var ki kongre Oğuzhan’a biat eden Kamalak’a tekrar biat etmiştir. Dolayısıyla artık başkan Kamalak değil Oğuzhan’dır. O partide kalanlar artık ona muhalefet edemezler. Ya ayrılırlar, ya da biat ederler. Hem o partide kalıp hem de muhalefet etme dırardır. Ehl-i Sünnet mezhebi budur. Bu durumda Fatih Erbakan’ın partiden ayrılması ve kendisine oy verenlerle birlikte yeni partisini kurması gerekir. Adil Düzen Partisi’ni kurarsa desteklerim. Kamalak’a oy vermeyenler tevbe edip Kamalak’a biat etmeli veya ayrılmalıdır.

وَإِرْصَادًا لِمَنْ حَارَبَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ

(Va IRÖAvDan LıMAN XAvRaBa elLAvHa Va RaSUvLaHUv)

“Ve Allah ve Resulüne harb edenlere ırsad olarak”

“Harb” kelimesi Kur’an’da “Allah ve resulü ile harb” şeklinde geçmektedir. Yargı ile savaşma vardır, yargının savaşması vardır. Faizde “Min” ile geçmektedir. Yargının onlarla savaşması gerektiği ifade edilmiştir.

Demek ki faizli işlemler yalnız haram değil aynı zamanda yasaktır. Fakihler de bu görüştedirler. Cezası olmadığına göre savaş hukukuna tabi olmasıyla sağlanmaktadır. Domuz etini kendilerine helal yapanları biz koruruz ama faizli işlemleri korumayız.

Yargının kararlarını etkisiz hâle getirmek için toplantılara katılırlar. Oysa toplantı yargı kararlarına uymak içindir. Yargıyı âdil hâle getirmek ayrı şeydir, yargının kararlarını uygulanmaz duruma sokmak ayrı şeydir.

AK Parti’nin yaptıkları hukuk düzenine uymaz. Adil yargı sistemini kurmalıdır. Adil yargı yapamayan yargıçlar cezalandırılmalıdır. Ama yargıçların kararlarını iptal edemez. Belki affeder. Devletin varlığı orduya dayanır, yargıya dayanır. Ordu yargının emrine verilemez. Askerlerin sivil yargıçlar tarafından yargılanması yanlıştır. Ancak başkomutan, en çok ordu komutanı, o da yüce divanda, askeri hâkimlerin de olduğu yerde yargılanabilir. Hakemler tarafından yargılanır. Diğer askerleri ancak komutanlar yargılar ve ceza verir. Askerlikte merkezi sistem vardır. Hukuk düzeninde ise yargı kararları kesindir. Herkes bu kararlara uymak zorundadır. Yoksa düzen devam etmez. Bozuk yargıyı düzeltebiliriz ama yargının etkinliğini azaltamayız. Böyle bir faaliyette bulunan toplulukta yargı ile savaşanların gözetleme yerleri olur.

مِنْ قَبْلُ

(MıN QaBLu)

“Min kabl”

Buradaki “Min Kablu” “İttihaz”a taalluk eder. Yani bu kötülükleri yaparlar diye bir mescid, mescid-i dırar olmaz. Yani bir ocakta, bir bucakta, bir ilde, bir ülkede ve insanlıkta başka toplantı yerleri yapılamaz, tek toplantı yeri olacaktır anlamı çıkmaz. Yukarıda ortaya konan dört kötülüğün işlenmediği her mescid suçlanamaz.

Mescid-i dırar olması için ille de namaz kılınan yer olması gerekmez. Her toplantı yeri mescid-i dırar olabilir, her toplantı yeri mescid-i dırar olmayabilir.

“Min kablu” kelimesinde potansiyel bir dırar yoktur. Bu sebepledir ki herhangi bir cemiyet, bir örgüt kapatılamaz ama oradaki suç işleyenler cezalandırılır.

Bu hususta istihsanımız vardı, burada tansis(Kuran ile delillendirilmiş) edilmiştir. Haberin feshedilmesi bu anlamdadır.

وَلَيَحْلِفُنَّ

(Va La YaXLıFunNa)

“Ve hulf edecekler”

“Hulf” kelimesi burada olduğu üzere mutlak olarak getirildiği gibi; “Bi” ile “Li” ile “Alâ” ile getirilmektedir de. Başka âyetlerde size “Hulf ederler” denmektedir, “Leküm” denmektedir. Burada ise “Kendi kendilerine hulf edecekler” deniyor.

Bunun anlamı şudur. Mescid-i dırar üzerinde olurlar ama kendileri kendilerini dırar üzerinde olmadıklarına inandırırlar.

Şimdi çok önemli bir husus üzerinde durmamız gerekmektedir.

İstiklâl Savaşımız mescid-i dırar mı idi?

Hayır, değildi. Çünkü Sultan Sevr’i imzalamış ve düşmana teslim olmuştu.

Sonra kurulan Demokrat Parti Mescid-i dırar mı olmuştu?

Bize göre Celal Bayar’ın cumhurbaşkanı olması Mescid-i dırar idi. İsmet İnönü devlet başkanı olarak kalmalı idi. Ama Batılılar istememişlerdi, İnönü de ona uydu.

AP ve DYP mescid-i dırar mı idi?

Hayır. Çünkü Demokrat Parti kapatılmış idi.

Millî Görüş Mescid-i dırar mı idi?

Hayır. Çünkü Millî Görüş devlet başkanlığına oynamamış, mevzuatın içinde vezirliğe talip olmuştur.

AK Parti Mescid-i dırar mıdır?

Hayır. Çünkü Millî Görüş partileri kapatılmış ve ondan sonra kurulmuştur.

O halde kuruluşta Mescid-i dırar olmayanlar sonra neden Mescid-i dırar olmuşlardır?

Olmuşlardır, çünkü bunlar “Adil Düzen”e karşı idrar olmak üzere faaliyet karargâhları olmuşlardır. Bütün Saadetçiler değil, bütün AK Partililer değil ama “Adil Düzen”e karşı faaliyet gösteren, bilerek veya bilmeyerek bu yönde çaba verenler suçludurlar. Bu partiler bugün Adil Düzen Partisi kurulmasın, “Adil Düzen” gelmesin diye desteklemişlerdir ve bu halleri ile devam ediyorlar. “Adil Düzen”i benimsemedikleri müddetçe mescid-i dırardırlar. Böyle giderse benimsemeleri de mümkün görülmüyor.

إِنْ أَرَدْنَا إِلَّا الْحُسْنَى

(EiN EaRaWNAv EilLav eLXuSNAy)

“Biz ancak hüsnayı murad ettik”

“Millî Görüş”te iki grup olmuştur. Erbakan ve onu destekleyenler Adil Düzenci olmuşlardır. Ona karşı bir grup oluşmuştur. Bunlar doğrudan “Adil Düzen”e karşı olmamışlar, Akevler’e cephe almışlardır. Ama kendileri doğrudan hiçbir zaman “Adil Düzen”e karşı olduklarını sanmamışlardır.

Akevler’e karşı olma dırardır.

Ankara’daki Öz Elif Kooperatifi ve Sitesi böyle oluşmuştur.

Cari sistemde ekonomik şirketler hep böyle oluşmuştur.

AK Parti de Erbakan’a karşı büyütülen bir partidir.

Bunların tamamı kendileri farkında olmadan mescid-i dırar olmuşlardır.

وَاللَّهُ يَشْهَدُ

(Va elLAvHu YaŞHaDu)

“Ve Allah şehadet edecektir”

Burada “şehadet edecektir” manasını veriyoruz. Çünkü yahlifunede istikbal sigası vardır. Bu da oraya atfedilmiştir.

Buradaki “Allah”tan maksat yargı değildir. Bu da tarih olacaktır, topluluk olacaktır, insanlık olacaktır, ilim olacaktır. Âlemlerin rabbi Allah demektir.

İleride bugünkü olaylar tetkik edildiği zaman bunların nasıl mescid-i dırar oldukları ortaya çıkacaktır, bunların sermaye tarafından nasıl büyütüldüğü ortaya çıkacaktır.

Cemaat ve AK Parti böyle oluşmuş kimselerdir.

إِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ (107)

(inNaHuM La KAvÜiBUvNa)

“Onlar kazibdirler.”

Arapçadaki “KZB” hem yanlışa hem de yalana delalet eder. Burada “onlar yalancıdır” değil de “onlar yanılıyorlar” anlamındadır. Kendilerinin mecid-i dırar olmadığını sanıyorlar.

Millî Görüşçüler “Adil Düzen”e gölge oldular, AK Partililer “Millî Görüş”e gölge oldular, ama her iki grup da buna inanmamaktadır.

Erbakan’ın ısrarına rağmen R. Kutan’ın S. Karagülle’yi ESAM’da konuşturmaması bilmeden dırardır. Fatih Erbakan’ın partide konuşturulmaması bir dırardır.

لَا تَقُمْ فِيهِ أَبَدًا لَمَسْجِدٌ أُسِّسَ عَلَى التَّقْوَى مِنْ أَوَّلِ يَوْمٍ أَحَقُّ أَنْ تَقُومَ فِيهِ فِيهِ رِجَالٌ يُحِبُّونَ أَنْ يَتَطَهَّرُوا وَاللَّهُ يُحِبُّ الْمُطَّهِّرِينَ (108)

(LAv TaQuM FIyHı EaBaDan La MaSCiDun EusSiSa GaLay elTaQVa  Min EvVaLı YaVMin EXaqQu EaN TaQUvMa FIyHi FIyHi RıCAvLun YuXıbBUvNa EaN YaTaOahHaRUv Va elLAvHu YuXıbBu elMuoOahHiRIyNa)

“Ebeden onun içinde kaim olma. Takva üzerine evvel yevminde tesis edilen mescid içinde kıyam etmen ehaktır. Orada rical onların tetahhur olmasını ıhbab ederler. Allah mutetahhirleri ihbab eder.”

Mescid-i dırar ittihaz edenleri beyan ettikten sonra bize orada ebediyen kıyam etme denmektedir.

Bunun anlamı nedir?

Mescid-i dırar olarak ittihaz edildikten sonra ona işaret etmiştir. İlk yevmde tesis edilecek ve onun içindeki ricalin dırar fiilinde bulunmaması gerekir. Bir mescit dırar olarak tesis edilmemiş ama sonradan dırar hâline gelmişse, orada da kıyam etmeyeceğiz.

O halde ne yapacağız? Eski mescit mescid-i dırar olmuş, biz yeniden mescit tesis edersek mescid-i dırar olmaz mı?

Orada ebediyen kıyam etme,  dırar ittihaz edilen mescitte asla kıyam etme.

Burada ince bir nokta vardır.

Tarihte eski resuller gelmiş ve hep yeni din/düzen kurmuşlardır. Hz. Nuh’tan başlayalım. Yeni düzen getirmek istemiş, kimse onun yanında yer almamıştır ama o inkılâp yapmıştır. Hz. İbrahim’i ateşe atmışlardır. Hz. Musa kaçarak kurtulmuştur. Hz. İsa asılmak istenmiştir. Hz. Muhammed hicret etmiş ve yeni düzen kurmuştur.

Peki, bunlar mescid-i dırar değil midir?

Kendisi evveli yevmden tesis edilen bir düzende inkılâp yapmamış mıdır?

Bir yenilik ne zaman inkılâp olur, ne zaman dırar olur?

Bu hususun öncelikle tesbit edilmesi gerekir.

a) Birinci özellik; mevcut olan iktidarı yıkmak dırardır. Oradan ayrılıp başka yerde yeni düzenin kurulması gerekir. Yukarıda saydığımız peygamberlerin hiçbirisi mevcut iktidara tâbi olmamışlar, sadece ayrı yerlerde yeni düzenler kurmuşlardır. O halde bir parti içinde muhalefet dırardır. Ayrılıp ayrı parti kurmak herkesin hakkı, bazen de görevi olabilir. Yine aynı yönetime talip olmak, sen in ben çıkayım demek dırardır. Ama ayrılıp ayrı topluluk oluşturmak meşrudur.

b) Yeni partinin veya yeni topluluğun eski partiden veya eski topluluktan daha ileride olması gerekir. Bunun için yeni parti veya yeni toplulukta eski parti veya eski toplulukta eşit şartlarda hayır işinde yarış olmalı, halk oraları bırakıp size kendiliğinden gelmelidir; zorlanarak değil. Örnek olarak, dağ başında örgütlenen PKK’ya bir şey diyemeyiz. Onlar öyle âdil bir yönetim kurarlar ki biz de oraya gidip yaşamak isteriz. Devletimiz ona mâni olmaz. Onlar çoğaldıkça onlara ayrılan yer de büyümelidir. Böylece yeni Kürt devleti halkın muhacereti ile doğmalıdır. Ama günümüzde tam tersi oluyor, PKK’nın şerrinden halk İstanbul’a göç ediyor. Bu sebeple PKK dırardır.

c) Yeni mescid takva üzerine inşa edilmelidir, fısk üzerine inşa edilmemelidir. Yani kötülüklerden korunma amacıyla yapılmalıdır. Kötülük yapma hedeflenmemelidir. Kürtlere zulüm yapıldığı iddia ediliyor. Bu kısmen doğrudur. Yeni düzen bu zulmü önlemek için yapılmalıdır. Yoksa onlara zulmediliyor, onların yerine biz zulmedelim olmamalıdır. Mevcut olan düzenin ıslahına çalışmak mescid-i dırar değildir. Sen iktidardan in ben çıkayım değil de; sen iyi ol demek davettir, tebliğdir, inzardır. Bu davet insanları bilgilendirmek içindir. Onların otoritesini bozmak değildir. Suriye yönetimine halkın silahla karşı çıkması yerine onu uyarmak gerekmektedir. Mısır’da asker müdahale etmiştir. Bahanesi de ‘sen düzeni sağlayamıyorsun’ demişlerdir, ama şimdi kendisi de düzeni sağlayamıyor. İdam sehpaları ile bu işi başarmaya çalışıyorlar. Mısır yönetiminin, Suriye yönetiminin ne yapması gerektiğini “Adil Düzen” olarak ortaya koymamız gerekir. Ülkelerini yüze yakın illere ayıracaklar. Her ile bir yönetici atayacaklar, oralardaki halkın adil seçim yapmalarını ve oraya kendi yöneticilerini getirmelerini sağlayacaklar, her ile özerklik vereceklerdir. Halklara da; istediğiniz ile göç edin, ben sizin eski yerinizdeki taşınmazlarınızı cari değerle satın alırım, size taşındığınız ildeki taşınmazlara öderim diyecekler. Çıkacak her türlü ihtilaflar hakemler yoluyla çözülecek. Hakem kararlarına uymayanlara karşı ilin imdat istemesi hâlinde ordumla üstlerine giderim diyecektir. Esad için de, Sisi için de, Erdoğan için de bundan başka yani “Adil Düzen”den bir çıkar yol yoktur. Ekseriyetin oyunu almak onları dırardan kurtaramaz.

d) Demek ki mescid-i dırar olmamanın temel kuralı hakemlere gitmektir. Saadetçiler AK Parti’nin dırar parti olduğunu iddia ediyorlar. Bir hakemi AK Parti, bir hakemi Saadet Partisi seçecek. Başhakemi de hakemler seçecek. Eğer hakemler AK Parti’nin dırar partisi olduğuna karar verirse, AK Parti kapanacaktır. Kürtler için de başvuracakları merci hakemler olmalıdır. Ya hakemler çok saçma karar alırlarsa? O zaman onlar aleyhinde hakemlere gidersiniz. AK Parti kapanır. Ama sonra yeniden açılabilir.

Bir yere birileri ilk olarak sahip oldularsa artık orası onlarındır. İlk olma haklı olmanın temelidir. Kur’an Kudüs’ün Yahudiler için merkez olmasını değiştirmemiştir, orası onların kıblesidir demiştir. Ama Mekke tüm insanlığın ilk mescidi olduğu için Hazreti İbrahim’in mescidi olduğu için insanlığın merkezi orası olmuştur. Burada da ilk tesis edilen mescid denmektedir. Yöneticileri beceriksiz ise hakemler yoluyla uzaklaştırılabilir. Ama bir yerde iki mescid inşa edilemez.

Burada, orada ilk tesis edilen mescitte daima temiz insanların olacağına işaret edilmektedir. O halde Saadet Partisi’nde ve onun devamı mahiyetinde olan AK Parti’de her zaman iyi insanlar olacaktır. Biz onlarla beraber oluruz.

Sorun nedir?

Akevler İslâm düzeninin temelini attı. Erbakan destekledi. Risale-i Nur şakirtleri, ehli tarik olanlar desteklediler. Erbakan Akevler ile çalışarak “Adil Düzen”i ortaya koydu. İslâmiyet’i din olarak yenemeyenler onu hiç olmazsa şeriattan uzak tutalım diye sermaye AK Parti’yi ve Gülen Cemaati’ni destekledi. Bunlar mescid-i dırar değiller ama bundan sonra mescid-i dırar olma durumundadırlar.

Bundan kurtulmak için:

a) Saadet Partisi ile AK Parti seçime ortak liste ile girmeli, siyasette Millî Görüş’ün devamı olduklarını kabul etmelidirler. Millî Görüş siyaseti dışındaki faaliyetlere katılmamalı, karışmamalıdırlar. Cemaatin dini faaliyetlerine karışmamalıdır. Akevler’in ilmi faaliyetlerine karışmamalıdır. Ekonomide öncü olan YİMPAŞ ve KOMBASSAN ile diğerleri “Adil Düzen” içine dönmelidir. İlmi ise Akevler içinde üniversite kadrosu yapmalıdır. ESAM Akevler’in emrine verilmelidir.

b) Gülen Cemaati siyaset yapmaktan, ekonomik faaliyetleri cari sistemde yürütmekten vazgeçmelidir. Böylece mescid-i dırardan çıkabilir. Dini cemaat olarak dünyada teşkilatlanmalıdır. Ekonomik kuruluşlarını şeriata göre yapmalıdır. Bunu da Akevler’den öğrenmelidir.

c) YİMPAŞ ve KOMBASSAN, Cemaat’in ve Millî Görüş’ün işletmeleri, işletmelerini “Adil Düzen”e göre düzenlemelidirler. Bunun için “Adil Düzen” içinde elemanlarını yetiştirmelidirler. Akevler bunlara yardımcı olacaktır. “Müçtehit Yetişme Merkezi” içinde bu işleri yapmalıdırlar.

d) Akevler “Adil Düzen”e göre İslâmî ilimlerin oluşması için rehber olmalıdır. Bunun için yapılacak işler vardır.

1- Bugünkü uygarlığın Kur’an Arapçası ile dillendirilmesi için Kur’an Arapçası yeniden öğrenilecektir.

2- Matematik dâhil bütün mevcut ilimler Kur’an Arapçasına aktarılmalıdır.

3- Kur’an Arapçası ile tedrisat yapan üniversiteler kurulmalıdır.

4- Kur’an Arapçası ile günümüzün fıkhı yazılmalıdır, üretilmelidir.

Demek ki Milli Görüş içinde ve Cemaat içinde böyle yapacak kimseler vardır. Kur’an bunları tatahhur eden kimseler olarak vasıflandırıyor. Mescitlerde abdest alınacak, cünüplükten çıkılabilecek, çamaşır yıkanılacak, tıraş olunabilecek yerler olmalıdır. Bunlar yani bu yerler vakıf olmalıdır. Herkes buradan yararlanabilmelidir. “Allah temiz olanları sever” ifadesi ile toplantılara temizlikle gidilecektir demektir. Bunun yanında taharete mecazi mana da verilebilir.

Sermaye bir oluşu önleyemeyeceğine karar verdiği zaman, onu parçalayarak değişik hizipler oluşturarak birlik olmalarını önler. Türkiye’de böylece çok değişik akımlar vardır.

a) Başta CHP vardır; İslâmiyet’e karşı cephe almıştır ve devletçi siyasetine devam etmektedir. Sonra onu da parçalamış, DSP olarak ortaya çıkarmıştı; şimdi de M. Sarıgül ile yeniden parçalamaya çalışmaktadır.

b) Milliyetçileri MHP ve BBP olarak bölmüştür.

c) DP grubunu da ANAP ve DYP olarak parçalamıştır.

d) “Millî Görüş”ün sayısı çok daha fazladır. Önce tarikatlar ile Risale-i Nurlar birbirlerinden ayrılmışlardır. Tarikatlar olarak M. Z. Kotku grubu, Sami Efendi grubu, Mahmut Efendi grubu, Menzil grubu, Haydar Baş grubu, Karamancılar grubu…  Siyasette de “Millî Görüş”e karşı partiler üretilmiştir; Yaşar Nuri, Bağımsız Türkiye Partisi, Ak Parti...

Bu çokluk ilk zamanlarda zararlı gibi görünür ama durum öyle değildir.

Önce herkes kendi başına cihat yapar. Sonunda hepsi güçlenir. En sonunda bunlar birleşirler ve dünyaya hâkim olurlar.

Tekrar hatırlatarak ilerleyelim. Siyasette Millî Görüş, ahlakta Cemaat grubu, ekonomide Holdingler ve ilimde de Akevler ilklerdir. Bu alanlarda buralarda toplanılması gerekmektedir. Bunlar kendi sahalarında ilerlemelidirler.

Bunlar arasında dengeyi sağlayacak naib-i resulü bunlar seçmelidirler. Bu birliği sağlayacak olan da Akevler olacaktır. Bunun için Akevler’in “Adil Düzen” ilmini tamamlaması gerekir. Çalışmalara devam edilmektedir. Ne zaman ki “Adil Düzen” uygulanacak hâle gelir; herkes onun ilmi etrafında isteseler de istemeseler de toplanacaklardır.

لَا تَقُمْ فِيهِ أَبَدًا

(LAv TaQuM FIyHı EaBaDan)

“Orada ebediyen kaim olma”

Cumhuriyet Halk Partisi kurulmuştu; kapatıldı, başka partiler kuruldu, ama sonunda ilk kurulan partinin ismi hâkim oldu. Eğer renksiz bir siyaset gelip yeniden canlanacaksa, Demokrat Parti geleneği canlanabilir.

Önce şunu herkes bilmedir ki dine karşı olan hiçbir parti yaşayamaz. Bir tek mezhebi topluluğa hâkim kılan hiçbir parti III. binyıl içinde yaşayamaz. Her şeyden önce dine karşı olmayacak ama bir dinin jandarması da olmayacaktır. Bu hususta yani bu anlayışta bütün partiler birleşmelidirler.

İkinci birleşilecek kısım da ulusal devlet anlayışıdır. Dine dayalı devlet olmayacak, ırka dayalı devlet olmayacak ama dinlere ve ırklara saygılı devlet olacak. Halk kendi dininde ve kendi ırkında özgürce yaşaması için ulusal devlete sadık olacaktır.

Bu iki ilkeyi benimsemeyen hiçbir siyaset başarılı olamaz.

Demokrat Parti geleneği bu ilkeyi benimsemiş bir partidir; rejim olarak da Batı kapitalizmini benimsemiştir.

CHP de DP gibidir ama o rejim olarak enternasyonal sosyalizmi benimsemiştir.

MHP esasta aynı görüştedir, iddia edildiği gibi ırkçı değildir, nasyonal sosyalizmi benimsemiştir.

Millî Görüş ise ortaklık düzenini benimsemiştir.

Görüşlerini zorla dayatmamak şartı ile bütün bu partiler var olacaklardır. Yerel yönetimlerinde kendi rejimlerini uygulayacaklardır. Merkez taşraya hâkim olmayacaktır. Devlet merkezi de sadece savunma ve ülke imarı ile meşgul olacaktır.

لَمَسْجِدٌ أُسِّسَ عَلَى التَّقْوَى

(La MaSCiDun EusSiSa GaLay elTaQVa)

“Takva üzerine tesis edilen mesciddir”

Birisini bölme ve parçalama amacıyla değil, yeni düzeni getirme amacıyla kurulan partiler.

CHP Mustafa Kemal döneminde kurulmuştur. Sosyalist bir partidir. Bu siyaseti güdenler o partide toplanmalıdırlar. Aynı amaçlı başka partiyi kurmak dırardır.

Kapitalist düzeni savunan parti Demokrat Parti’dir. O düzeni savunanlar orada toplanmalıdırlar.

Nasyonal sosyalizmi savunanlar MHP’lilerdir. O düzeni benimseyenler kendi aralarında orada toplanmalıdırlar.

Ortaklık ekonomisine dayanan siyaseti ortaya koyan Millî Görüştür, orada çalışmak isteyenler orada toplanmalıdırlar.

“Takva”dan maksat birisini bölmek değil, yeni düzen getirmek amacı ile kurulanlardır. DP “devri sabık yaratmayacağız” demiştir.

مِنْ أَوَّلِ يَوْمٍ

(Min EvVaLı YaVMin)

“Yevmin evvelinden”

Yevm” burada nekre getirilmiştir. Her yeni kuruluşun yevmi ayrıdır. Hangi gün kurulmuşsa, orada kaim olmak ehakdır.

Akevler olarak siyasetle uğraşmamalıyız. Bizim işimiz III. binyılın fıkhını ortaya koymak, yeni uygarlığı insanlara sunmaktır.

Akevler’in görevi cemaat kurup insanları hak yola getirmek değildir. O görev cemaatindir/cemaatlerindir.

Akevler’in görevi siyasi parti kurup iktidar olmak değildir. O görev Millî Görüş Hareketine tevdi edilmiştir.

Akevler’in görevi büyük firmalar kurmak değildir. Akevler araştıracak, pilot uygulamalar yapacak, halkına ve insanlığa sunacaktır.

Nitekim Akevler Kooperatifi’ni kurduk. Devlete örnek olduk. TOKİ bu sayede oluştu, şimdi devam ediyor. Siyasette bağımsız adaylıkla örnek oldu. Şimdi anayasa ekseriyetine ulaştı. Cemaat’e cemaatleşme örneğini verdi. Onlar şimdi yeryüzünde örgütlenmişlerdir.

Akevler ekonomide başarılı olamamıştır. Bir yerlerden yardım almamış, asla kredi kullanmamış, kendi yağı ile kavrulmuş, ama bir YİMPAŞ, bir KOMBASSAN olamamıştır. Çünkü onun görevi örnek işletmeler oluşturmadır, dev işletmeler kurma değildir. Çünkü “Adil Düzen”de büyük sermaye ortaklıkları yoktur. Küçük ve halkın emeğine dayalı işletmeler vardır. Bizim hedefimiz herkes kendi kurduğu küçük işletmelerde çalışsın ve yaşasın şeklindedir. Dev şirketlerin oluşmasına karşıyız. Dev kooperatifler oluşturacağız. Onlar da sadece küçük işletmelere yardımcı olacaklar, onlara hâkim olmayacak, hâdim olacaklardır.

أَحَقُّ أَنْ تَقُومَ فِيهِ

(EXaqQu EaN TaQUvMa FIyHi)

“Orada kıyam etmen ehaktır”

Demek ki İslâmî faaliyete katılanlar, üçüncü binyıl medeniyetini kurmak isteyenler bu dört cemaatin içinde yer almalıdırlar.

Diyeceksiniz ki; dördü de bugün mefluç durumdadır.

Hayır, her biri çok ilerdedirler.

Akevler yarım asırdır varlığını sürdürüyor. Borcu yoktur, mahkemede davası yoktur. Nakit olarak da taşınmaz olarak da varlığı vardır. Yeniden harekete geçme hazırlığındadır. İlmî araştırmalar yapmaktadır. İstanbul’da faaliyetlerine devam etmektedir. İzmir de bu faaliyetlere katılmış durumdadır. Ankara’da Ali Erişen’in başkanlığında faaliyet sürmektedir.

Cemaat ise dev organizasyonu ile dünyada teşkilatlanmış bulunmaktadır.

Millî Görüş (AKP) anayasa ekseriyeti ile iktidardadır. Putin ve Obama ile birlikte dünyayı III. binyıl uygarlığına götürmektedirler.

Milliyetçi Hareket Partisi de Akevler’den daha eski olarak kendisini yenilemektedir. Oyunu %8’den %12’ye çıkarmış, şimdi %15’lere götürmüştür.

Holdingler de varlıklarını sürdürmektedirler. Hiçbirisi iflas edip kapanmamıştır. “Adil Düzen”e göre işletmelerini düzenleyecekleri günü beklemektedirler.

Evet…

Şimdi yapacağımız iş Akevler’in ilmî çalışmalarını desteklememizdir.

Akevler onların rakibi değil tamamlayıcısı olacaktır.

“Adil Düzen”i örnekleri ile gösterme durumundayız. Örnek işletmeler kuracağız. Gün gittikçe hedefe doğru yaklaşıyoruz.

فِيهِ رِجَالٌ

(FIyHi RıCAvLun)

“Orada rical vardır”

İlk tesis edilen ve nekre olan mescidde nekre rical vardır. Mescid-i dırar marife olmadığı gibi ilk tesis edilen mescid de marife değildir. Rical da marife değildir. O halde bunu Saadet Asrındaki mescide hasredemeyiz. O örnek olmuştur. İçinde rical vardır.

Burada işaret edilen mescid cuma mescididir, beş vaktin mescidi değildir. Görev gören müminler vardır. Görevi onlar görürler. Mefhumu muhalefetle kadınlar yoktur anlamı çıkar. Kıyasla mümin kadınlar da çıkar. Ricale orada bulunmak farzdır; kadınlara ise farz değildir ama bulunabilirler. Biz mefhumu muhalefete kıyası tercih ediyoruz. Ona göre diyoruz ki; erkekler vardır ve onlarla beraber kadınlar da yer almaktadırlar.

“Ricalün Fîhi” cümlesi sahih değildir. Dolayısıyla rical nahiv kuralı olarak tehir edilmiştir. Bu durumda ona özel bir mana yüklenemez.

يُحِبُّونَ أَنْ يَتَطَهَّرُوا

(YuXıbBUvNa EaN YaTaOahHaRUv)

“Onların tatahhur etmesini ihbab ederler”

Akevler, Cemaat, Millî Görüş ve Holdingler başa dönmelidirler…

Kirlerden temizlenmelidirler... Büyük sermayenin işbirlikçisi olmaktan çıkmalıdırlar...

İşletmelerini “Adil Düzen”e göre kurmalıdırlar...

“Onlardan sadaka al, onları tezkiye etsin ve onları tathir etsin”deki ifade ile birlikte düşünüldüğü zaman; tathirden maksat sadece gasl değildir, aynı zamanda çağın kirlerinden arınmak gerekmektedir.

وَاللَّهُ يُحِبُّ الْمُطَّهِّرِينَ (108)

(Va elLAvHu YuXıbBu elMuoOahHiRIyNa)

“Ve Allah tatahhur edenleri sever.”

Allah tatahhur edenleri sever diyor. Yani “Adil Düzen”e dönüp, şeriattan taviz veren düzenden vazgeçmelidirler. Örnek olarak işçilik sistemi faizdir. Kiracılık sistemi faizdir. Konya merkezli oluşan holdingler bunu terk etmelidirler. Ekseriyet sistemi haram kılınmıştır, siyasiler bundan vazgeçmelidirler. Allah onları sevecek ve onların tevbesini kabul edecektir.

 

 

 


TEVBE SÛRESİ TEFSİRİ(9.SURE)
1-1 VE 2.AYETLER
2166 Okunma
2-3.AYET
1444 Okunma
3-4.AYET TEFSİRİ
1719 Okunma
4-5 VE 6.AYETLER
1972 Okunma
5-7 VE 8.AYETLER
1753 Okunma
6-9 VE 11.AYETLER
1587 Okunma
7-12 VE 13.AYETLER
1670 Okunma
8-14 VE 16.AYETLER
1665 Okunma
9-16.AYET-B
1531 Okunma
10-17 VE 18.AYETLER
1739 Okunma
11-19.AYET
1970 Okunma
12-20 VE 22.AYETLER
1483 Okunma
13-23 VE 24.AYETLER
1614 Okunma
14-25 VE 27.AYETLER
1557 Okunma
15-28 VE 29.AYETLER
5995 Okunma
16-30 VE 31.AYETLER
2541 Okunma
17-32 VE 33.AYETLER
1967 Okunma
18-34 VE 35.AYETLER
2675 Okunma
19-36 VE 37.AYETLER
1718 Okunma
20-38 VE 39.AYETLER
1666 Okunma
21-40 VE 41.AYETLER
1545 Okunma
22-42 VE 45.AYETLER
1534 Okunma
23-46 VE 49.AYETLER
1539 Okunma
24-50 VE 52.AYETLER
1623 Okunma
25-53 VE 55.AYETLER
1648 Okunma
26-56 VE 59.AYETLER
1569 Okunma
27-60.AYET
2025 Okunma
28-61 VE 63.AYETLER
1404 Okunma
29-64 VE 66.AYETLER
2068 Okunma
30-67 VE 69.AYETLER
1504 Okunma
31-70.AYET
1581 Okunma
32-71 VE 72.AYETLER
1691 Okunma
33-73 VE 74.AYETLER
1687 Okunma
34-75 VE 78.AYETLER
1524 Okunma
35-79 VE 80.AYETLER
1514 Okunma
36-81 VE 82.AYETLER
1740 Okunma
37-83 VE 85.AYETLER
1519 Okunma
38-86 VE 89.AYETLER
1564 Okunma
39-90 VE 93.AYETLER
1567 Okunma
40-94 VE 96.AYETLER
1482 Okunma
41-97 VE 99.AYETLER
2663 Okunma
42-100 VE 101.AYETLER
2154 Okunma
43-102 VE 104.AYETLER
1703 Okunma
44-105 VE 108.AYETLER
1482 Okunma
45-109 VE 110.AYETLER
1456 Okunma
46-111.AYET
2265 Okunma
47-112.AYET
3150 Okunma
48-113 VE 115.AYETLER
1430 Okunma
49-116 VE 117.AYETLER
1749 Okunma
50-118.AYET
2305 Okunma
51-119 VE 120.AYETLER
1562 Okunma
52-121 VE 122.AYETLER
1462 Okunma
53-123 VE 125.AYETLER
1716 Okunma
54-126 VE 127.AYETLER
1440 Okunma
55-128.AYET
2153 Okunma
56-129.AYET
1502 Okunma
57-128 VE 129.AYETLERDE MATEMATİK YAPI
1562 Okunma