TEVBE SÛRESİ TEFSİRİ(9.SURE)
Süleyman Karagülle
1800 Okunma
123 VE 125.AYETLER

Tevbe Sûresi-53

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

***

 

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قَاتِلُوا الَّذِينَ يَلُونَكُمْ مِنَ الْكُفَّارِ وَلْيَجِدُوا فِيكُمْ غِلْظَةً وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ مَعَ الْمُتَّقِينَ (123) وَإِذَا مَا أُنْزِلَتْ سُورَةٌ فَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ أَيُّكُمْ زَادَتْهُ هَذِهِ إِيمَانًا فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُوا فَزَادَتْهُمْ إِيمَانًا وَهُمْ يَسْتَبْشِرُونَ (124)وَأَمَّا الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ فَزَادَتْهُمْ رِجْسًا إِلَى رِجْسِهِمْ وَمَاتُوا وَهُمْ كَافِرُونَ (125)

 

***

 

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قَاتِلُوا الَّذِينَ يَلُونَكُمْ مِنَ الْكُفَّارِ وَلْيَجِدُوا فِيكُمْ غِلْظَةً وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ مَعَ الْمُتَّقِينَ (123)

(YAv EayYuHav elLaÜIyNa EAvMaNUv QaTİLUv elLAÜIyNa YaLUvNaKuM MiNa eLKufFAvRı VaLYaCıDUv FIyKuM ĞıLJaTun VaGLaMUv EanNa elLAvHa MaGa eLMutTaQIyNa)

“Ey iman etmiş olan kimseler, küffardan size vely edenlerle kıtal ediniz. Sizde ğılza vecd etsinler. Allah’ın muttakilerle beraber olduğunu ilm ediniz.”

Bu sûrede 6 defa “Ey iman etmiş olan kimseler” geçmektedir.

1) Ey iman eymiş olan kimseler, âbâ ve ebnanız küfrü istihbab ediyorlarsa onları evliya ittihaz etmeyiniz...

2) Ey iman etmiş olan kimseler, müşrikler necistir, mescide yaklaşmasınlar...

3) Ey iman etmiş olan kimseler, ahbar ve ruhbandan ekserisi nâsın emvalini ekl ediyorlar.

4) Ey iman etmiş olan kimseler, neden size nüfur edin dendiğinde istikal ediyorsunuz?

5) Ey iman etmiş olan kimseler, Allah’a ittika edin ve sadıklarla beraber olunuz...

6) Ey iman etmiş olan kimseler, küffardan size vely edenlerle kıtal ediniz...

Birincisinde, dayanışma ortaklıklarına kimlerin alınmayacaklarını ele almaktadır. Savunmaya katılmayan kimseler yani cizye vermeyen kimselerin dayanışma ortaklıklarına alınmayacağını bildirmektedir.

İkincisinde, hakem kararlarını kabul etmeyenlerin merkezlerde yer alamayacaklarını bildirmektedir.

Üçüncüsünde, yöneticilerin halkın mallarını gasp ettiklerini anlatmaktadır.

Dördüncüsünde, güveni sağlamanın müminlerin görevi olduğunu anlatmaktadır.

Beşincisinde, müminlerin de kurallara uyması gerektiğini ve askerlerin sivillere hükmetme hakları olmadığını anlatmaktadır.

Altıncısında, müslim olmayanların kamu görevleri yapma yetkileri yoktur. Bunlar yönetmeye kalkıştığında onlara karşı çıkmanın savunma hukukuna tâbi olduğunu anlatmaktadır.

Demek ki sûre (Tevbe Sûresi) baştan sonuna kadar, yöneticilerin gerek kendi halkları ile gerek diğer bütün insanlarla nasıl ilişkiler kuracaklarını anlatmaktadır. Bugünkü anayasalardaki insan hakları bölümünü ele almaktadır. Bu hakların nasıl korunacağını anlatmaktadır. Kur’an bu hakları kamu görevlilerine verilen yetkiler olarak anlatmaktadır.

Sûrenin sonlarına gelmekteyiz. Bu bölümde savunma hakkı anlatılmaktadır.

İnsanlar bir arada yaşarlar. Hayvanlardan farklı olarak birbirlerine saldırırlar. Hukuk düzeninde hukuk kuralları içinde karşılıklı hakları elde ederler. Bunu elde etmek için yargıya giderler. Yargı kararları ile haklarını tesbit ederler. Sonra da dayanışma ortaklıkları sayesinde haklarını elde ederler. Bunlar hukuk kuralları içinde cereyan eder.

Hukuk kuralları içinde haklar elde edilemiyorsa, o zaman askeri yönetime başvurulur. Bu savaştır. Savaşın meşruiyeti hakem kararlarının yerine getirilmesidir. Hakemlerin ortaya koyduğu hükümlerin infazı yönetimi oluşturur. Savaş ve zorlama burada başlar.

Bunun için takip edilecek yol şudur.

1) Bucak başkanına başvurursunuz, bucak başkanı karar verir ve işin akışını sağlar. Bucak başkanı hakkı tesbit edememiş olur. Bunun iki sebebi vardır. Biri, kendisi kendi bilgisi ve anlayışı içinde karar vermektedir. İkincisi ise işin akışını sağlamak için bazen kişilere haksızlık yapılmış olabilir yani hukuku ortaya koymak için yeter zaman olmaz.

2) Bucak başkanının verdiği kararda hak ortaya konmamış olur. Haksızlıklar olabilir. Bu sebepledir ki tarafların hakemlere gitme hakları vardır. Hakemlerden birini bir taraf, hakemlerden diğerini diğer taraf seçer. İkisi başhakemi seçerler. Hakemler soruşturmacıları dinlerler ve olayı onların tesbitleri ile bilirler. Kendi içtihatları ile karar verirler. Hakemlerin verdiği kararlar kesindir, ne kendileri ne de başkaları bu kararları bozamaz. Hakem kararlarında haksızlığa uğrayan hasmına karşı artık dava açamaz. Hakemlere karşı dava açabilir. Hakemler ilk hakemleri mahkûm edebilirler, tazminat onların dayanışmalarınca ödenir. Mahkûm olan hakemler de mahkûm eden hakemlere karşı dava açabilirler.

3) Hakem kararlarına taraflar kendi arzuları ile uyarlar. İdama mahkûm edilmiş iseler, kendileri idam sehpasına gelir ve idam sandalyesini kendileri iterler. Böylece bunlar cezalarını dünyada çekmiş olur, âhirette ise o konuda artık cezalandırılmazlar. İdam edilenin bu dünyadaki saygınlığı da korunur. Cenazesi kılınır, İslâm mezarlığında gömülür, nüfusta kayıtları kalır, mallarına mirasçıları vâris olurlar. Hakem kararlarına uymayanlar ise öldürülürler ve kâfir olarak ölmüş olurlar. Dünyada da cenazesi kılınmaz, İslâm mezarlığında gömülmez, nüfusta kayıtları silinir, mirası devletçe müsadere edilir, mirasçılara kalmaz.

4) Hakem kararlarını zorla infaz da iki şekilde olur. Kişinin kanının heder olduğuna karar alınır. Kim öldürürse öldürebilir. Müsadere edilen mallar öldürene verilir. Fazla ödül de konur. Bu işi gerçekleştiren silahlı güç oluşturulur. Bu güç illerde oluşur.

Eğer bunlar bir arada toplanır ve kendilerine yer edinirlerse, o zaman cephe savaşı olur. Kıtal başlar. Artık kişiler arası savaş olmaz, cepheler arası savaşlar olur. Cephe savaşında suçlu olan artık kişiler değil karşı cephede olan topluluktur. Kişiler ayrı ayrı cezalandırılmaz, toplu muamele yapılır.

Bütün bunlarda hakem kararlarının uygulanması sistemi vardır.

Bir başka konu da nefsi müdafaadır. Hakemlere ve başkana gitmeden önce saldırıya uğrayan kimsenin nefsini müdafa hakkı vardır. Buradaki bu âyette anlatılan işte budur. Yani size saldırmıyor, sizi öldürmüyor, sizi yaralamıyor ama hakkınızı yiyor. Özgürlüğünüzü kısıtlıyor. Size velilik taslıyor. Siz de ona karşı geliyorsunuz.

Hakem kararını beklemek için zaman yoktur. Size yapılan saldırıları def etme durumundasınız. Yalnız kişi olarak def etmiyorsunuz. Müminler bir olup bu saldırıları durdurmalıdırlar. Mağdur olanların gadrini gidermelidirler.

“Adil Düzene Göre İNSANLIK ANAYASASI”nda bu hükümleri koymuştuk. Burada delil ortaya çıkıyor. Müminler, mümin ve müslimlere yapılan saldırılara birlikte karşı çıkmalıdırlar. Saldırıyı def etmelidirler. Cezalandırma yetkileri yoktur. O esnada saldırıyı savarlar. Suçlar ve cezalar sonra yargı tarafından tesbit edilir.

Burada üç emir sigası vardır. İkisi emirdir; kıtal ediniz, ilmediniz. Ortada ise gaip emri vardır. Bulsunlar. Sizde gılza bulsunlar. Bu gaip emri de yine bize de emirdir. Onlara emir değildir. Onlara ikazdır. Biz öyle hareket yapmalıyız ki onlar bizde gılza bulacaklar. Bizim için emirdir. Onlar için ise haberdir.

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا

(YAv EayYuHav elLaÜIyNa EAvMaNUv)

“Ey iman etmiş olanlar”

İnsanlardan isteyenler hukuk dışı düzende yaşayabilirler. Bize zarar vermedikleri takdirde onların bu şekilde yaşamalarına ses çıkarmayız, onlarla ilgilenmeyiz de. Bunlar bizim topluluğumuzun fertleri değildirler, ayrı yerde yaşama durumundadırlar. Bizimle beraber olup topluluğumuza katılanlar ise müslimlerdir.

Bir topluluğun oluşması için:

a) Önce o topluluğun yeter sayıda olmaları gerekir. En küçük topluluk 10 aileden başlar, 1000 aile, sonra 100 000 aile, sonra 10 milyon aile toplulukları oluşturur.

b) Topluluğa özgü toprak olmalıdır. Yeryüzündeki topraktan bir kısmını kendilerine mülk edinmelidirler. İşgal ile bu toprak elde edilir. Yeryüzündeki diğer toprak haklarından vazgeçip belli bir yeri kendilerine vatan edinmelidirler.

c) Bir sözleşmeleri olacak, şeriatları olacak ve o topluluk o şeriata göre yaşayacaktır.

d) Dördüncü olarak ortak işleri yürüten bir görevli ve yetkili kadrosu olmalıdır. Bu kadro bürokratik kadrodur. Devletten maaş alan kişiler kamu görevlerini yaparlar ve yetkilerini kullanırlar.

Kur’an’dan önce bu görevleri bir soya dayalı aileler yürütürlerdi. İnsanlık içinde bu görev İsrail oğullarına verilmiştir. Kavim olarak ortak işleri yapma görevi yüklenmişler ve yetkili kılınmışlardır.

Kur’an bu hükmü kaldırdı, yeni sistem getirdi. Bu sistem gönüllülerden oluşan silahlı güçtür. Topluluğun ortak işlerini bunlar yapar ve bunlar yetkilidir. Kur’an bunlara mümin ve iman etmiş olanlar demektedir.

Kamu görevleri vardır.

Genel Hizmetler vardır.

Genel Hizmette son söz hizmet alandadır. Hizmet alanlara “müslim” diyoruz.

Hizmet verip son sözün hizmet alanda olması Genel Hizmettir ve bu hizmeti verenlere “mümin” denmektedir.

Ortak işlerde son söz ortak iş yapana aitse, buna “kamu görevlisi” diyoruz.

Bu Kur’an’da “Ey iman etmiş olanlar” şeklinde ifade edilmiştir.

Demek ki; 

a) Müslimler hizmet alanlardır.

b) Müminler son söz hizmet alanda olmak şartı ile hizmet verenlerdir.

c) İman etmiş kimseler ise son sözün hizmet verenlerde olan hizmetlilerdir. Bunlara “kamu görevlisi” denmektedir.

Herkesin nefsi müdafa hakkı vardır. Başkasına yapılan saldırılarda yardım etme yetkisi yalnız iman etmiş olanlara verilmiştir.

Demek ki iman etmiş olanların bir yetkisi de saldırıya uğrayanları korumadır.

Sorun nefsi müdafaanın sınırını tesbit etmektir. Nefsi müdafa mıdır, yoksa saldırı mıdır? Hakem kararı olmadığı için iki taraf da kendilerini haklı olarak görmektedir.

Bu denge nasıl getirilecektir?

İman etmiş olanların görev ve yetkileri nelerdir?

Âyet işte bu soruların cevabını açıklamaktadır.

قَاتِلُوا الَّذِينَ يَلُونَكُمْ

(QaTiLUv elLAÜIyNa YaLUvNaKuM)

“Size vely edenlerle kıtal ediniz”

Burada önemli olan saldırının vely ile ifade edilmesidir. Yani senin özgürlüğünü kısan davranış demektir. Herkes aşağıdaki özgürlüklerini savunma durumundadır.

1) Herkes özgürdür, istediği yere gider ve gelir. Onu hapseden, onun hareketini önlemek isteyene karşı çıkma ve onu alıkoymak isteyene karşı koyma herkesin hakkıdır. Buna mümin olan kimse de yardımcı olur.

2) Herkes hayatını ve bedenini korumak hakkına sahiptir. Hayatına veya bedenine kastedenlere karşı da direnme hakkı vardır.

3) Herkes ırzını koruma durumundadır. Kendisi, eşi veya yakınlısı ile gayrimeşru cinsi ilişki kurmak isteyenlere karşı bu yakınlarını koruma durumundadır.

4) Herkes işini koruma durumundadır. İş yapmasına mani olan kimseye karşı da direnir ve etkisiz hâle getirebilir.

Herkes canını, malını, ırzını ve işini koruma hakkına sahiptir.

Başkasının malına, canına, ırzına ve işine karışmak, vely etmek, hükmetmek demektir. Devletin bunu def etmesi gerekir.

“Vali” kelimesi “Vely” kelimesinden gelmektedir. “Velayet” de dayanışmadır. Savunmada birinin emrine girme anlamındadır.

“Kıtal” ediniz denmektedir. Yani eğer saldırıyı kaldırır giderse, ondan sonra artık onu kovalamak müminlerin yetkisinde değildir. Ondan sonrası ancak yargılamadan sonra kovalanabilir. Bu sebepledir ki savunmada silah kullanabilirsiniz. Hırsız eve girerken silah kullanıp onu def edebilirsiniz. Ama hırsızı arkadan vuramazsınız. “Vely” kelimesine karşılık “katl” değil de “kıtal” denmesinin hükmü budur. Hakkınızı korumanız için kişiyi öldürürsünüz ama cezayı siz vermezsiniz. Katl yok, kıtal var.

مِنَ الْكُفَّارِ

(MiNa eLKufFAvRı)

“Küffardan”

Kâfirlerden bahsetmektedir… “Küffar” kâfirlerin cemi olur. O zaman mübalağa manası kalkar. Yahut müfred olur. O zaman bir kâfir kastedilmiş olur. Biz burada cins isim olarak alıp tek yaparsak, kâfirin bir parçası ile mukatele ediniz manası verilir ki bu manasızdır. Ancak çoğul manasını vereceğiz. O zaman da kâfirlerden oluşan bir cemaat olunca mukatele edilecektir. Tek başına bir kimse ile mukatele söz konusu değildir.

“Küffar” kelimesi marife getirilmiştir. O halde hükmetmek isteyen bir grup ortaya çıkarsa bunlarla mukatele bize farz kılınmıştır. Bir topluluk ortaya çıktı ve insanlara hükmediyor. Mafyalardan bahsediliyor. İş mafyası, senet mafyası, rüşvet mafyası veya terör mafyası oluşmuşsa, bu mafyalarla kıtal etme emri verilmiş oluyor.

“Küffar” kelimesi aynı zamanda gizli örgüt demektir. Demek ki gizli örgüt oluşmuş ve bu örgüt senet, rüşvet, iş ve soygunculuk mafyaları şeklinde oluşmuşsa veya paralel devlet oluşturulmuşsa, bunlarla kıtal yapılacağını emretmektedir.

Burada sıkıntı vardır. Gizli örgüt cephe oluşturmuyor ki onlara karşı cephe kıtalini yapalım. Açık değil ki onunla kıtal yapalım. Nasıl olacak da biz onlarla kıtal yapacağız?

Önce bu şebeke deşifre edilmelidir. Soruşturmacılar onları tesbit edip isim isim örgüt ortaya konmalıdır. Mafyalar teşkilattır. Yöneticileri vardır, kadroları vardır, sermayeleri vardır, eylemleri vardır. Soruşturmacılar bunu ortaya koyarlar.

Bu sözlü, yazılı, duruşmalı veya karakol soruşturma usulleri ile ortaya konur. Kimse tutuklanmaz. Kimseye baskı yapılmaz. Soruşturmacılar suçluları tesbit ederler. Bu suçlular aleyhine hakemlere gidilir. İtham edilenler kendi hakemlerini seçerler. Muhakeme edilir ve örgüt hakemlerce tesbit edilir.

Yönetim bunlara bir kent ayırır, örgüt yöneticilerini dışarıya veya o kent içine sürer. Onlar orada yaşamak zorunda olurlar. Onlardan izinsiz dışarı çıkan olursa öldürülür. Onlar oradan silahlı saldırıya geçerse öldürülür.

O halde PKK için yapacağımız şudur. Önce PKK mensupları tesbit edilecek. İsimleri ile ortaya konacak. Bunların böyle örgüt oldukları ve mensuplarının bunlar olduğu hakemlerden oluşan yargı kararı ile tesbit edilecek. Ondan sonra bir alan ayırmalıyız. Sayılarına düşen ülke toprağını onlara ayırmalıyız. Artık onların orada toplanmalarını ve orada yaşamalarını isteyeceğiz.

Dört ay içinde oraya gidenler orada yaşamaya devam ederler. Orada yüz dairelik yani yüz lojmanlı işyeri apartmanları kurar ve orada yerleştirilirler. Ürettikleri malları satın alırız. Karşılığında mallar veririz. Bunların burada tecrit edilerek yaşamalarına imkân sağlarız.

Bunlar izinsiz bu topraklardan çıkıp bizim topraklarımıza girdikleri takdirde, oradan çıkanı öldürürüz. Eğer bunlar silah edinir de saldırılara başlarsa, o zaman da onlarla savaşırız.

Âyetler arasında size veli olmak isteyenlerle savaşınız denmektedir.

Burada vely etmeyi mafya olarak manalandırdık. Sonra da çözüm aradık.

Bize diyebilirsiniz ki; delilin nedir?

Delilim kelimenin kendisidir. Ben vely etmeyi böyle tanımladım. Siz başka şekilde tanımlarsınız ve ona göre hükümler çıkarırsız. Sizin için de o doğrudur. Benim için de bu doğrudur. Benim verdiğim mana sizi tatmin etmeyebilir, siz bir mana vermezsiniz, müteşabihtir der geçersiniz. Ama bir şey vardır ki gizli mafyalara Kur’an’da delil bulup onları etkisiz hâle getirebilmeniz gerekir.

Bizden iyi bir çözümünüz varsa memnuniyetle çözümünüzü öğrenmek isteriz.

وَلْيَجِدُوا فِيكُمْ غِلْظَةً

(VaLYaCıDUv FIyKuM ĞıLJaTan)

“Sizde gılza bulsunlar”

Münferit kötülükler vardır. Bunlar hukuk düzeni içinde çözülür. Örgütlü kötülükler hukuk düzeni içinde çözülmez. Bir suçun failleri yüzde 10’u geçince artık o suçu hukuk yoluyla önleyemezsiniz. Gılzaya ihtiyaç vardır. Bu da örfi idaredir.

Sıkıyönetim demek, ülkenin askeri metotla idaresi demektir. Sıkıyönetim ilan edilir. Oraya korku salınır. Örgütler hareketsiz hâle getirilir. Sonra bu örgütler tesbit edilerek yukarıda söylediğimiz kurallar içinde mafyalar çökertilir.

“Ğalız” kalın, kaba demektir.

Sıkıyönetim demek sert yönetim demektir. Yöneticilerin halka dayak atma yetkileri vardır demektir. Suçsuz insan olsa bile, eğer topluluk onu istismar ediyorsa, ona da aba içinde sopa gösterebilirsiniz.

Biz biliyoruz ki paralel yapı ile Gülen’in bir irtibatı yoktur ama paralel yapı onun adına hareket ediyor. İşte ona gılza gösterirsiniz. Bu meşrudur.

Sıkıyönetim zamanında Erdoğan’ın söylediği sözler söylenebilir. Sıkıyönetim komutanı Gülen’e sahte peygamber diyebilir. Böylece onu halkın gözünde düşürür, onun gücünü kırar ve istismar edenlere böylece mani olur. Ama sivil bir başbakanın bunu deme hakkı yoktur. Sıkıyönetimde meşru olanları hukuk düzeninde meşru saymak doğru değildir.

Gerçek olan şudur ki AK Parti ve Cemaat istismar edilerek paralel yapı oluşturuldu. Şimdi bunu tasfiye etmemiz gerekir. Hukuk düzeni içinde bu mümkün değildir. Çünkü yargılayacak, tutuklayacak olan o paralel yapıdır. Yapılacak iş sıkıyönetimi ilan edip askeri güce bu yapıları çökertme imkânını vereceksiniz. Kısa zamanda yeni yapı oluşturup tekrar hukuk düzenine geçeceksiniz. Bundan önceki askeri müdahaleler bu idi.

وَاعْلَمُوا

(VaGLaMUv)

“Ve ilmediniz”

“İlmediniz” emri Kur’an’da 21 defa geçmektedir. Bu sürede Allah muttakilerle beraberdir şeklinde iki defa geçmektedir. İkisi de kıtalde Allah’ın muttakilerle beraber olduğunu ve galip geleceklerini bildirmektedir. Birincisinde açıkça Allah muttakilerle beraberdir deniyor. Burada gizli örgütlerle savaşlarda muttakilerle beraberdir deniyor.

Evet, savaşta ve sıkıyönetimde yönetim yargı tarafından denetlenmektedir. Yetkiler tamamen savaşanlara verilmiş bulunmaktadır. Ama şunu bilin ki deniyor, bu yetkileri kötü kullananlar kaybederler. Allah yani âlemlerin rabbi olan Allah zulmeden yetkilileri bu dünyada muvaffak etmez.

Yine bilin ki topluluk ancak hukuk düzeni içinde varlığını sürdürür. Adaletin aynı zamanda kendisi güçtür. Kuvvet adaletin tesisi için vardır. Ama adalet aynı zamanda gücün kendisidir. Buna vurgu yapmaktadır.

أَنَّ اللَّهَ مَعَ الْمُتَّقِينَ (123)

(EanNa elLAvHa MaGa eLMutTaQIyNa)

“Allah muttakilerle beraberdir.”

Buradaki Allah âlemlerin rabbi olan Allah’tır, O’nun halifesi değildir.

Bu hususta tereddüt vardır. Allah bir kısım işleri doğrudan kendisi yapar, o işlere kimseyi karıştırmaz. Bir kısmını da görevlendirdiği memurlar yapar. Kâinatta bunlar meleklerdir. Yeryüzünde ise insandır. Bu sebeple “Allah yapar” dediğimizde ya doğrudan yapar veya görevlilere yaptırır anlamı vardır.

“İttika etmek” demek hukuk düzeni içinde kalmak demektir. Savaş barış için meşrudur. Sıkıyönetim asıl değildir. Asıl olan barıştır, ittikadır.

“Ve” harfinin getirilmesi; sizde gılza bulsunlar emrine karşı, bu gılzanın asıl olmadığı, ancak askerlikte ve sıkıyönetimde caiz olduğunu, esas olanın hukuk düzeni olduğunu ifade etmek içindir ve bu kaydı getirmiştir.

Bugün PKK’yı meşru kuvvet kabul ederek onları terör örgütü göstermeme gayretleri vardır; güya onlar ülkelerini kurtarmak için savaşıyorlarmış!

İmparatorluk yıkılınca biz ne yaptık?

İstanbul’u terk ettik. İşgal edilmeyen yerlerde toplandık. Sonra cephe savaşını verdik. Böylece ülkemizi kurtarıp yeni devletimizi kurduk. Kürtlerin zaten devletleri vardır. Kuzey Irak resmen bir Kürt yönetimidir. Önce bağımsız olmayı isteyen Kürtler oraya göç ederler. Sayıları artar. Oradan da Türkiye’ye göç edenler olur. Gidenler gelenlerden fazla ise bizden toprak talep eder, hakemler kararı ile veririz.

Allah’ın hukuk düzeni içinde olanlarla beraber olduğunu ifade ediyor, hakem kararlarına uyanlarla beraber olduğunu söylüyor. Hakem kararlarına uymayanları tenkil yani bertaraf etmek için sıkıyönetim vardır. İçtihadları ile amel ederken hakkaniyete uyanlarla beraber olduğunu bildirmektedir.

وَإِذَا مَا أُنْزِلَتْ سُورَةٌ فَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ أَيُّكُمْ زَادَتْهُ هَذِهِ إِيمَانًا فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُوا فَزَادَتْهُمْ إِيمَانًا وَهُمْ يَسْتَبْشِرُونَ (124)

(Va EiÜAv MAv EuNÜiLaT SUvRaTün FaMiNHuM MaN YaQUvLu EayYuKuM ZaDaTHu HAvÜiHIy IyMAvNan FaEamMa elLaÜIyNa EAvMaNUv FaZAvDaTHuM IyMAvNan VaHuM YaSTaBŞiRUvNa)

“Ve bir sûre inzâl olunduğunda onlardan kimi bu hangimizin imanını ziyade etti derler. İman edenlerin imanını ziyade etti ve onlar istibşar ederler.”

“Ey iman etmiş olanlar” deyip sıkıyönetim hükümleri anlatıldıktan sonra “ve ne zaman bir sûre nâzil olacaksa onlardan bir kısmı bu hangimizin imanını artırdı derler” deniyor. Buradaki “Ve” nereye atıftır?

Buradaki atıf “ve”si değildir, ayırma “ve”sidir. Eğer “ve”siz gelseydi bu iza kıtalın zarfı olurdu. Yani sûre inzâl olunur onlar da böyle derlerse kıtal edin anlamı çıkardı. “Ve” harfini koyarak bunun zarf olmadığını belirtmiş olmaktadır.

Demek ki bir cümle söylediğiniz zaman o cümlenin devamı ihtimali varsa, o zaman araya “Ve” harfi koyarak bunun daha önceki cümlenin devamı olmadığını belirtirsiniz. Bu tür “ve”lere istinaf “ve”leri denmektedir.

Gizli örgütlerin en açık belirtisi açık delilleri görmemezlikten gelmek, onu geçiştirmektir.

Burada sûrenin nüzulünden bahsetmektedir.

“Sûre” kelimesi hep nekre olarak geçmektedir. Bu sûrenin dışında sûrenin inzâl olunmasından bahsetmektedir. Allah’ın inzalinden bahsetmektedir.

“Sur” kelimesi çevrilmiş, güvene alınmış anlamındadır. Kitabın ve âyetlerin açıklanmasından bahsettiği halde sûrenin izahından bahsetmemektedir. Genel olarak sûre savaşa izin veren sûrelerden bahsetmektedir. Burada “İz” değil “İzâ” getirilmiştir. Geçmişte olan bir şeyi değil, gelecekte olacak bir şeyi anlatmaktadır.

Sûrenin inzalini lâfzen âyetlerin inzali şeklinde mi anlayacağız, yoksa manasının muhkem dereceye gelmesi şeklinde mi anlayacağız? 

Bugün âyetleri yorumluyor ve âyetlerden birçok yeni mana anlıyoruz. Bu şekilde bize gelen manalar sûrenin nuzülüdür. Kur’an’da “Mâ uhiye ileyke” vardır da “Mâ uhiye ileyküm” yoktur. Vahiy içtihattır. İcma da sûredir. Sûrenin inzâl olması demek Kur’an’ın bir manasını insanların anlaması demektir. Eğer bu anlama icma şeklinde olursa, o zaman o mana sûre şeklinde inzal olunmuştur.

Burada inzal olunan sûrenin içeriğinden bahsetmemektedir. Sadece sûrenin inzalinden söz etmektedir. Sûreyi icma olarak alırsak, icma hâsıl olduğunda anlamı verilmiş olur.

Matematikte bir teori uzun zaman tartışılır, çözüm bulunamaz. Bir gün gelir biri onu çözer. Matematikçiler çözüme itiraz etmezler ve birden içtihat icmaya dönüşür.

İşte, insan aklının inkâr edemeyeceği kesinlikle sorun çözülmüşse, bu sûredir. Bu çözüm sûredir ve sûre inzâl olunmuştur.

“Adil Düzen” böyle sûrelerden oluşur. İçimizden birinin aklına gelir, ortaya koyarız. Ama Kur’an’la meşgul olanlar ona itiraz edemezler. Bu sûrenin inzalidir.

“ADİL DÜZEN”e doğrudan saldıramayanlar;

a) Ütopiktir, uygulanamaz!..

b) Bu iyidir ama bununla siyaset yapılmaz!..

c) Çalışma iyidir ama henüz tamamlanmamıştır!..

d) Ne söyledikleri anlaşılmaz karışık sözlerdir!.. demişlerdir...

Oysa “ADİL DÜZEN” çok kesin olan gerçekleri ortaya getirmiştir, zamanla onun söylediklerini insanlar uygulamak zorunda kalmaktadır.

Bunun yanında kafamızda beliren sorunlar vardır. Kur’an’da onun çözümünü bulunca iki defa seviniyoruz. Biri, çözüm bulduğumuz için seviniyoruz. Diğeri de, inandığımız Kur’an gerçeği bize gösterdiği için hamd edip ona daha fazla sarılıyoruz.

“ADİL DÜZEN” yaklaşık olarak yarım yüzyıl önce ortaya kondu. Çeşitli iddiaları oldu. O tarihlerde kitaplar yazıldı. Bugün o kitaplar okunmalıdır. O kitaplarımızda¸bunlar ne saçmalamışlar, dünya nasıl değişti diyebilecek yere nadiren rastlarsınız. Yanlış veya eksiklikler de bizim bilgisizliğimizden ileri gelmektedir. Kalanın hepsi bugün sûre olmuştur.

İmanın artması güvenin artmasıdır, insanların daha çok güvene kavuşmasıdır.

Savaşın meşruiyeti savaşı durdurmaktır. Savaş sayesinde güven verme de artmaktadır.

Sermaye bir şey icat ediyor; idam etmek insani değilmiş! Kişi onlarca kişiyi katlediyor; o insanidir de, o katili katletmek sermayeye göre insani değildir!

Bu âyette sıkıyönetimden bahseden âyeti açıkladık.

İnsanlar iki gruba ayrılır; kimilerine sıkıntı basar, buna bu mananın verilmesi onların tutuk akıllarına yatmaz, sıkıntıya düşerler. Kimileri ise Kur’an’da her konuda hükümler olduğunu görünce sevinirler, sorunları çözecekleri için de memnun olurlar.

Burada iki şeyden bahsetmektedir. Biri imanlarının artmasından, diğeri de istibşar etmesinden söz etmektedir. “Ve” harfi ile atfedilmiştir. Demek ki bunlar ayrı ayrı şeylerdir. İman hâl olarak getirilmiştir. Yani imanları artmamıştır, güven içinde olmaları veya güven vermeleri artmıştır. İman artar mı artmaz mı, tartışılmaktadır. Ebu Hanife iman tecezzi etmez, artmaz eksilmez, ya vardır ya yoktur, demiştir. Küfür de böyledir. Marife olarak imanın ziyadeleşmesi Kur’an’da yoktur. İman nekre olarak artar olduğu açıkça ifade edilmektedir. Ebu Hanife’nin iman artmaz eksilmez sözü bu şekilde anlaşıldığı zaman doğru olarak alınabilir. İman, güvende olma veya güven verme manasında anlaşıldığında artıp eksilmesi kolayca anlaşılır.

“ADİL DÜZEN”in ilâhi düzen olduğuna olan kanaatin artması imanın artmasıdır. Düzene delil buluyoruz, mutmain oluyoruz. Doğru düşündüğümüzü ve hata etmediğimizi görüyoruz. Kur’an’ın ilâhi söz olduğunu anlıyoruz. Diğer taraftan bu bize “Adil Düzen”in geleceğini de müjdelemektedir. İşte istibşar da budur. Tebşir, müjde vermedir, iyi haber bildirmedir. İstibşar ise kendi kendine iyi haberleri edinmedir.

İstibşar etme demek, iyiliğin gelmesine çalışma demektir. Tebşir, iyiliğin gelmesini haber vermedir. İstibşar ise iyiliğin gelmesini isteme, bunun için faaliyet gösterme demektir. Demek ki biz burada sûreyi “Adil Düzen” olarak anlayacağız ve onun gelmesini isteyeceğiz.

“Adil Düzen”in sûre olması için onun ortaya koyduğu sisteme itiraz edilmemesi demektir. Yani manasına insan aklının teslim olması demektir.

“Adil Düzen” aleyhinde pek çok neşriyat oldu ama birileri çıkıp bu iddianız saçmadır demedi. Biz neyi savunduk? Şeriatı savunduk, yani demokrasiyi savunduk; biri çıkıp da bize bu yanlıştır diyebildi mi? İlhan Arsel’e kitapla verdiğimiz cevaba cevap geldi mi? Üniversite yirmi defadan fazla onu basıp yayınladı; bizim kitabımıza bir gün cevap verebildiler mi?

Biz ne iddia ettik?

İslâmiyet’i iddia ettik, barışı iddia ettik, dindar lâikliği iddia ettik...

Kimse reddedebiliyor mu?

Biz neyi iddia ettik?

Biz sosyalliği iddia ettik, hakkı savunduk...

Biz liberalliği savunduk, adaleti ve dengeyi savunduk, arz ve talep kanunlarını savunduk. Bunların isimlerini saydık. Nasıl getirileceğini anlattık. Erbakan bunların kitaplarını değişik dillerde dünyada neşretti. Birileri çıkıp da bu yanlıştır diyebildi mi?

Demek ki “Adil Düzen” bir sûredir. Üçüncü binyıl uygarlığının sûresidir. Mümin olanlar ona cephe almazlar. Onların imanları artar. Demek Kur’an Allah’ın sözü imiş, yirminci yüzyılda sorunları çözüyor. Bizim ona olan inancımız ilimce ve tarihçe onaylanıyor demektir. “Adil Düzen”in geleceğine inanıp onun için çalışırlar demektir.

وَإِذَا مَا أُنْزِلَتْ سُورَةٌ

(Va EiÜAv MAv EuNÜiLaT SUvRaTün)

“Ve bir sûre nâzil olunca”

Buradaki “Ve” buradaki “İzâ”nın bundan önceki fiilin zarfı olmadığını ifade etmesi içindir. “İzâ” ise bunun gelecekte gerçekleşeceğini, böyle diyeceklerini bildirmektedir. “Mâ” ise bu demelerinin istisnasız olduğunu ifade etmektedir.

Yani “Adil Düzen” böyle bir saldırıya uğramasaydı sûre olmazdı. Sûre olmanın şartı kimilerinin bundan rahatsız olacağı ve önemsemeleri şeklindedir; onda ne var ki ne gibi çözümler getirdi ki demeleridir. Sûrenin inzali “Adil Düzen” konusunda icmanın hâsıl olacağı ve kimsenin muhalefet edemeyeceği, sadece saldıracağını ifade etmektedir.

“Ünzilet”in meçhul sigası ile gelmesi bunun vahiy yoluyla olamayacağını ifade eder.

“Sûretün” kelimesinin nekre olması, hükümlerin de tamim edilmesinden ileri gelir.

İcma edilen hususun sûre ile ifade dilmesi, icmaya muhalefetin caiz olmamasıdır. Vahyedilen içtihaddır. İndirilen sûre ise icmadır. Çamlıca’daki toplantıya katıldığımızda, size vahyolunan dedim, itiraz ettiler, Kur’an’da böyle bir ifade yoktur dediler. Ben de hatırlayamadım. Ona vahiy denmiyor. Çünkü icma gibi kesin değildir. Kur’an onun için “Mâ ünzile ileyküm” demektedir. Bu âyet onu teyit etmektedir. “Mâ ünzile ileyküm” tabiri icmayı ifade eder ama kesinliği ifade etmez, kesinliği olması sûreliği ifade eder.

Yunan mantığında kati olan varsayımlar vardır. Ancak o varsayımların da akıl yoluyla elde edileceğini iddia etmektedirler. Kur’an ise bir kişiye gelen vahiyler kesinliği ifade etmez; yere, zamana, kişiye ve şartlara göre değişik olur. Ancak ittifak hâsıl olursa, kesinliğinde ittifak hâsıl olursa, o zamana kati delil olur, sûre olur.

Sûrenin bu şekilde manalanması bizim imanımızı artırmakta ve biz istibşar ediyoruz.

فَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ

(FaMiNHuM MaN YaQUvLu)

“Onlardan kavl eden olur”

Sûrenin kesinliği ona itiraz edenin olamayacağı anlamına gelmez. İnsanların işine gelmediği zaman o doğru olsa da onu gizlemeye çalışırlar. Şimdilik onun üzerinde durulmasını istemezler. Kanuni Sultan Süleyman savaştan dönerken ölmüş ama cenazesi İstanbul’a getirilinceye kadar öldüğü duyurulmamıştır.

Uygarlıklar ve topluluklar birer canlı gibidir; doğarlar, gelişirler, yaşarlar, yaşlanırlar ve sonunda ölürler. Onların yerine onlardan daha ileri olan yeni topluluklar gelir, yeni uygarlıklar gelir. Onlara sûreler nazil olur. O sûrelerle yani o icmalarla yeni düzeni kurarlar. Eski uygarlık sona erer, onun yerine yeni uygarlık gelir.

Eski hukuk üzerine kurulmuş ve yaşlanmış olan düzeni değiştirmek kolay bir şey değildir. Önce başlangıçta gelen vahiylerde mutabakat sağlanmaz. İnsanlar söylenen yenilikleri anlayamazlar. Birinin söylediğini diğeri başka şekilde anlar. Kavramlarda ve kavramların manalarında birlik sağlanmaz, ittifak olmaz. Yani henüz sûre nazil olmamıştır.

Sûre ancak birlikte çalışarak ve birlikte yaşayarak elde edilir. Araştırma merkezimiz bu amaçla kurulmuştur. Müçtehitler yetişecek. O müçtehitler birlikte yaşayarak, birlikte çalışarak yetişecekler ki sonunda ortak kavramlar, ortak manalar ortaya çıksın, topluluğun iddia ettikleri hâline gelsin, aynı sûre oluşsun.

Böyle demeleri, böyle itirazda bulunmaları kötü bir şey değildir. Tam tersine, sûrenin oluşmasına katkıları olacaktır. Bu sebeple biz dergimizi herkese açık tutuyoruz. Bize en saçma gibi gelen fikirleri bile yayınlıyoruz. Sam Adian’ın aramızdan ayrılmasını kayıp sayıyoruz. En kötü söz, en yanlış söz, hiç söylenmeyen sözden daima daha iyidir.

أَيُّكُمْ زَادَتْهُ هَذِهِ إِيمَانًا

(EayYuKuM ZaDaTHu HAvÜiHIy IyMAvNan)

“Bu hanginize bir iman ziyade etti?”

Bu ifadeyi hanginizin bir problemini çözdü şeklinde anlayabiliriz.

“Adil Düzen” geldi de insanlığın ne problemini çözdü? Yahut Akevler’de yapılan ve okunan seminerler bu kooperatiflere ne getirdi diyenler olacaktır, ne yaptınız diyeceklerdir. Sûre hâline geldikten sonra da demeye devam edeceklerdir.

Bu âyet bize şunu söylemektedir. Yeni uygarlığı kurma amacında olan Akevler’e daha sûre nazil olmamıştır, daha çözümler tam oturmamıştır. İnsanlar henüz bu çözümleri duymamışlardır. Daha fazla çalışmamız ve daha çok sabretmemiz gerekmektedir.

R. T. Erdoğan yirmi sene önce bizim arkadaşlarımızdan ilmî bir ekip oluşturdu ve “Adil Düzen”i inceletti. Verdikleri raporda Akevler’deki çalışmalar iyidir ama tamamlanmamıştır, Millî Görüş’ün bu “Adil Düzen”i uygulaması mümkün değildir, derhal bırakmalıdır dediler... Bu arkadaşlarımız doğru söylüyorlardı ama biz yirmi senedir o eksiğimizi gidermek için çalışıyoruz... Onlar ise zulumat içinde debelenip yol arıyorlar...

Bize muhalefet bizim desteğimizdir. Ama susup bizi inkâra mahkûm etmek, bize değil onlara zarardır. Onlar mahvolacaklardır.

Bundan kırk sene önce dünyada en zavallı itilmiş kakılmış iki cemaat vardı; Gülenciler ve Erbakancılar; Millî Görüşçüler. Akevler onları desteklemiştir.

Onların tuttuğu ANAP ve DYP vardı. MHP vardı.

Birileri yok oldu. Diğeri de bulunduğu yerde yerinde sayıyor.

Biz çalışıyoruz; sûrenin nazil olması için çalışıyoruz. “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası” ortaya çıkmıştır. Biz çalışıyoruz. Ahşap evlerden oluşan dinlenme evleri ve yüz lojmanlı işyeri apartmanları üzerinde çalışıyoruz. Bir gün bunlar ortaya çıkacak ve sûre olacaklardır. Yine de hanginize ne kazandırdı diyeceklerdir.

Bugün de aynı sözü Ak Parti’ye ve Gülen Cemaati’ne söylemektedirler.

Eğer bunlar çatıştırılır/çatışır ve ikisi de silinirse, DYP ve ANAP gibi tarih olurlarsa, o zaman “Adil Düzen” sûre değilmiş diyebilirler mi?. Ama CHP ve MHP de muhalefete devam ederler de onlar da tarihe karışırlarsa, “Adil Düzen” bir sûre olmuş olur.

Şimdi “Adil Düzen” sûresi nazil olmuştur. İnsanlar iki grupta olmaya çalışacaklar. Ya Akevler gibi “Adil Düzen”e inanacaklar ve varlıklarını sürdüreceklerdir. Ya da Demokrat Parti geleneğinde olduğu gibi tarihe karışıp gideceklerdir.

فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُوا

(FaEamMa elLaÜIyNa EAvMaNUv)

“İman etmiş kimseler ise”

Buradaki “Fe” harfi beyan fasıdır. Yukarıda sorulan soruya cevap vermekte, o soruyu açıklamaktadır. Hanginizin imanını ziyade etti sorusuna verilen cevap; iman etmiş olanların imanını ziyade etti demektir. Demek ki bu sûreler iman etmeyenleri imana getirmez ama iman etmiş olanların imanlarını artırır. Sûre iman edenlerin imanlarına iman katar.

Bunun uygulamadaki anlamı şudur.

İcma ancak içtihat ehli için söz konusudur. Önce vahye inanacak ve kendisi içtihat sahibi olacaktır. Fıkıh doğacaktır. Bunların ittifakı ile icma olacak, sûre ortaya çıkacaktır. İçtihat yapmayanların veya icmaya inanmayanların icmada sûre oluşmasında yerleri yoktur.

“Adil Düzen”e inananlar, içtihada ve icmaya inanan kimselerdir. İçtihad veya icmaya inanmayan kimselerin muhalefeti icmayı bozmaz, kesinliği ortadan kaldırmaz. Aksine, düzeni kabul etmeyen kimselerin “Adil Düzen” muhalefetleri bir mana taşımaz.

Önce Kur’an’ın Allah’ın sözü olduğuna inanacaklardır. Kur’an’ın şimdi bize burada bu şartlar içinde Allah tarafından lafzının indirildiğine ve Allah’ın bize manasını şimdi burada bu şartlar içinde bildirdiğini kabul edeceklerdir. Mesela, ben sûreye icma manasını verdimse ve bu doğru ise Allah tarafından bana bildirilmiştir. Doğru değilse ben hata etmişimdir. Hatalı da olsa ben içtihadımla amel edeceğim. Eğer hepimize sûrenin icma manasında olduğu vahyedilirse, o zaman bu doğrudur ve kesindir. Artık buna muhalefet caiz değildir. Buna aykırı içtihadla içtihad eden de onunla amel edemez.

فَزَادَتْهُمْ إِيمَانًا

(FaZAvDaTHum IyMAvNan)

“Onların imanını ziyade eder”

Onlar “Adil Düzen”e inandılar, ikinci Kur’an uygarlığının geleceğine inandılar. Onlar Kur’an’ı buna göre anlamaya ve uygulamaya çalıştılar; bundan sonra da çalışacaklar ve süratle inzal olunacak yani icmalar olacaktır. Bizim araştırmalarımızda icma oluştuktan sonra o değişmez. Yenileri eklenir. Böylece uygarlık doğar. Kooperatifler kurulur.

Ancak o uygarlık yaşlanırsa, işte o zaman bu icmaların yerini başka icmalar alır, başka sûreler nazil olur.

Bu ifadenin başka manası da “Adil Düzen”i yeni Adil Düzenciler değil, hâlen “Adil Düzen” üzerinde çalışanlar götüreceklerdir demektir.

وَهُمْ يَسْتَبْشِرُونَ (124)

(VaHuM YaSTaBŞiRUvNa)

“Ve onlar istibşar ederler.”

“Adil Düzen”in geleceğini bildiren inzal edilen sureleri bilirler.

Ortak görüşler ortaya doğdukça onun hak olduğuna inandıkları gibi geleceğine de inanırlar, birlikte “Adil Düzen”in gelmesi için çalışırlar.

Biz birinci istibşarı başardık; Akevler’i kurduğumuzda müminler bizi desteklediler...

Şimdi ikinci hamlemizi yapıyor, ikinci istibşarı gerçekleştiriyoruz...

Bilgilerimizi daha tamamlayamadık ama tamamlamak üzereyiz...

Adil Düzen Çalışanları artık ne yapacaklarını bilmektedirler.

-KUR’AN ARAPÇASINI öğrenmeye devam edeceklerdir...

-UYGULAMALI MATEMATİĞİ öğrenmeye devam edeceklerdir...

-Adil Düzen İşletmeleri FIKHININ Projelerini üretmeye devam edeceklerdir...

-ORTAKLIK MUHASEBESİNİ oluşturmaya devam edeceklerdir...

-Ahşap Ev İmalathanelerini kurup Dinlenme Sitelerini oluşturacaklardır...

-YÜZ LOJMANLI İŞYERİ APARTMANLARINI inşa edip III. binyılın sorunlarını çözeceklerdir...

-Sonunda, MALA-MAL MARKET İŞLETMELERİ ile “ADİL DÜZEN EKONOMİSİNİ” makroda düzenleyeceklerdir...

-Okulların yerini İBADETLER/İBADETHANELER alacak, beşikten mezara kadar yani ömür boyunca günün belli saatlerini öğrenmeye ve öğretmeye ayıracaklar, okuma yıllarını israf etmeyecek, çalışarak okuyacaklardır...

KUR’AN üzerinde durdukça bu sorunları çözen sûreler nazil olmaya devam edecek ve Akevler mensupları iş hayatında adım adım başarılara ulaşacaklardır...

وَأَمَّا الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ فَزَادَتْهُمْ رِجْسًا إِلَى رِجْسِهِمْ وَمَاتُوا وَهُمْ كَافِرُونَ (125)

(VaEamMa elLAÜIyNa FIy QuLUvBiHiM MaRAWun FaZAvDaHuMu elLAvHu RıCSan İLay RıCSiHiM Va MATUv VaHuM KAvFiRUvNa)

“Kalblerinde maraz olan kimselere gelince ricse ricsi ziyade eder ve onlar kâfir olarak mevt ederler.”

Tevbe Sûresi’nin son bölümünü icma üzerine ayırmıştır.

Kur’an’dan sonra yeni kitap gelmeyecek, yeni resul gelip de uygulamalar yaptırmayacak. Kitap olarak Kur’an devam edecektir. Açıklamaları ise ilim adamları yapacaklardır. İlim adamlarının icmaları yeni gelen kitaplar gibi olacaktır.

Sûrelerin yeni ortaya çıkan manaları sûre olarak adlandırılmaktadır.

Bu sûrelerin oluşması müzakerelerle olmaktadır, birlikte yapılan çalışmalarla elde edilmektedir. Bu durumda iki grup oluşmaktadır. Eski yaşlı düzeni yaşatmak isteyen tutucular ve yeni uygarlığı kurmak isteyen ilericiler, inkılâpçılar.

İnkılâpçıları bundan önce anlattı.

Şimdi de tutucuları anlatmaktadır.

İman etmiş olan kimselere mukabil kalblerinde maraz olanlar zikredilmiştir. İstibşar edenlerin yerine kâfir olarak ölürler demektedir. İman yerine kalblerinde maraz ikame edilmiştir. Burada kalbler çoğul olarak getirilmiş, maraz ise tek olarak zikredilmiştir.

Buradaki kalbleri iki şekilde anlayabiliriz.

Biri, beyinlerinde maraz vardır, iman yerine maraz vardır. İmanı düzen olarak anlarsak, beyinlerindeki bilgisayarların muntazam çalıştığını ifade eder. Maraz ise virüslü olmalarıdır. Bilgisayarlara nasıl virüs bulaştığında bu virüs dünyayı sarmışsa, aynı virüs bütün bilgisayarları bozmuşsa, insanların beyinleri de böylece virüslenmiş ve tüm bilgisayarlara virüs yani gericilik virüsü bulaşmıştır.

Diğer taraftan iman güven ise, sosyal güven ise, maraz da topluluktaki merkezlerin bozulmasıdır, yönetimin çalışmamasıdır. Yaşlılıktan doğan bozulmalardan dolayı artık işe yaramamasıdır. Bugün insanlık en karışık ve bozuk bir düzen içinde yaşamaktadır. Bizim “Yüz Hastalık/Sorun Ve Tedavileri/Çözümleri” diye bir dosya çalışmamız vardır. Onları okuyabilirsiniz. Ayrıca ekonomideki hastalıkları ve çözümleri anlatan yazılarımız da vardır.

İmanın karşısında maraz konmuştur. Yine imanı ziyadeleştirme yerine ricse rics katmadır. “İlâ harfi ile ziyade ettirmektedir. Oysa iman masdar olarak getirilmiştir. İmanları ile beraber imanları ziyadeleşmiştir denmektedir.

İki türlü iman olduğunu biliyoruz. Biri insanların beyinlerindeki imandır. Diğeri ise topluluktaki güvendir. İmanla imanın ziyade edilmesi, beyindeki imanlarına topluluktaki imanlarını ziyade etmiştir yahut topluluktaki imanlarına beyindeki imanları ziyade etmiştir. Beyinlerinde imanları olanların oluşturdukları topluluk güven içinde olur, güven içinde olan halkın beyinleri de iman içinde olur.

Ricslerine de yeni bir rics katmışlardır. Yani beyinlerindeki bozukluklara sistemdeki bozuklukları eklemiştir. Sistemdeki bozukluklarla beyinlerini bozmuştur.

Rics pislik demektir, kir demektir. Kir bedenin ifrazından oluşan pisliktir. Pislik ise dışarıda oluşmuş kirdir. Ricslerin ricsi ziyade etmiştir demek, içlerinde olan kirlerine dışarıdan pislikleri eklemiştir demektir.

Bir beden sağlıklı ise dışarıdan gelen mikroplar etkisiz olur ve sağlıklı olmaya devam eder. Ama eğer vücudun içi bozulursa, dışarıdan gelen mikroplar da etkili olmaya başlar ve bedeni ölüme götürürler. Doğadaki denge böyle sağlanır. Hasta bedenler ayıklanır.

Topluluklar da böyledir. Eğer iç düzenleri sağlıklı ise dışarıdan gelen pislikler etki etmez. Ama bir topluluğun içi bozuksa, dışarıdan gelen etkilerle PKK oluşur.

Tedaviyi öğreniyoruz. İçimizi sağlam tutacağız. Sûrelere kulak vereceğiz.

Kâfir olarak ölmeleri demek, takiyye içinde hayatlarını sona erdirmeleri demektir. Daima kendilerini gizler ve onun içinde ölürler.

وَأَمَّا الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ

(VaEamMa elLAÜIyNa FIy QuLUvBiHiM MaRAWun)

“Ve kalblerinde maraz olan kimseler ise”

“Kalb” merkez demektir. İnsanda iki kalb vardır.

Göğüsteki kalb kan dolaşımını sağlar. Bunun bozulması ile sağlıklı gıda dağıtımı olamaz ve zehirli maddeler vücuttan uzaklaştırılamaz. Topluluklarda da eğer merkezlerinde hastalık ve bozukluk varsa, gelir dağılımı bozuk olur. Bir yerde açlık, diğer yerde ise artık olur, üretilen mallar satılmaz, çürüyüp gider. Bir taraftan susuzluktan insanlar ölürken, diğer taraftan yağmur ortalığı çamurlara boğar.

İkinci kalb beyindedir. Bu da sinirlerle beraber vücudu birlikte yönetir. Felç olursa artık o beden işe yaramaz olur. Yönetimde hastalık varsa topluluk sağlıklı çalışmaz.

Sosyal yapı sinir sistemine, ekonomik yapı dolaşım sistemine tekabül eder.

Kalblerde maraz demek, sosyal ve ekonomik sistemlerin çalışmaması demektir veya bozuk çalışması demektir.

İstanbul’da durmadan yollar ve geçitler yapılıyor, köprüler yapılıyor ama İstanbul’un trafiği çıkmazdadır. Trafik sorunu çözülmüyor. Hastalığın kaynağı evler ile çalışma yerlerinin birbirinden uzak olmasından ileri gelmektedir. “Yüz Daireli Lojmanlı İşyeri Apartmanları” bu trafik sorununu çözecektir. Kalblerinde hastalık olanlar buna kulak vermeyip durmadan yolları ve geçitleri yapmakla sorunları çözeceklerini sanıyorlar.

فَزَادَتْهُمْ رِجْسًا

(FaZAvDaTHuMu RıCSan)

“Onların ricsi ziyade etmiştir”

Buradaki rics nekredir. Dışarıdan gelen beklenmedik pisliklerdir. Kendi iç bozukluğuna dışarıdan gelen pislikler de ilave olur. İç yönetimi bozuk olanların iç düzeni bozulduğu gibi dışarıdan da saldırılar devam eder.

إِلَى رِجْسِهِمْ

(İLay RıCSiHiM)

“Ricslerine”

Yani iç bozukluklarına ve kirlerine dış pislikler de eklenir.

Bugünkü durum böyle değil midir?

İnsanlık iç içe geçmiş dış ve iç sorunlarla boğuşmamakta mıdır?

İç sorunları çözemediği için dış sorunlar da peş peşe gelmiyor mu?

PKK sorunu ancak yüz lojmanlı işyeri apartmanları ile çözülür. Önce bunları alıp yerleştirirsen onları dağdan indirir ama millete de yük etmezsin. Hapishaneye toplayıp hem ülkeye/millete yük etmezsin, hem de onlara işkence etmezsin.

Demek ki insanlık idamları ortadan kaldırmayacak, hapishaneleri ortadan kaldıracaktır. Eski Başbakan Şükrü Saracoğlu bu memlekette A’dan Z’ye kadar her şey değişmelidir demiştir. Ne yazık ki hiçbir şey değişmedi. Akevler’in de desteği ile ortaya çıkan Millî Görüş ve Gülen Cemaati de hiçbir şeyi değiştirmedi. İç kirler ve dış pislikler içinde boğulup duruyoruz.

Çözüm nedir?

Çözüm inen sûrelere kulak vermektir... İlmin verilerine kulak vermektir... İlmin verilerini sevinçle karşılamaktır... Kör, sağır ve dilsiz olmamaktır...

وَمَاتُوا وَهُمْ كَافِرُونَ (125)

(Va MATUv VaHuM KAvFiRUvNa)

“Ve onlar kâfirler olarak mevt ettiler.”

Onlar kâfirken öleceklerdir.

“Kâfir” kelimesini saklayan ve gizleyen anlamında aldığımızda hep böyle korku içinde hayatlarını geçirecek ve öyle öleceklerdir. Hayatları hep kendilerini gizlemekle geçecektir. Yahut âhirette cehennemlik olarak haşr olacaklardır demektir.

Burada bizi ilgilendiren husus, Kur’an’a inananların ittifakla anladıkları mananın Tevrat ve İncil âyetleri gibi muhkem olduğu hususudur, onunla amel etmek zorunda olduğumuzdur. Fıkıhçılar buna asrın icması demişlerdir, biz ise bin yılın ittifakı diyoruz.

 

 

 


TEVBE SÛRESİ TEFSİRİ(9.SURE)
1-1 VE 2.AYETLER
2228 Okunma
2-3.AYET
1495 Okunma
3-4.AYET TEFSİRİ
1785 Okunma
4-5 VE 6.AYETLER
2038 Okunma
5-7 VE 8.AYETLER
1812 Okunma
6-9 VE 11.AYETLER
1638 Okunma
7-12 VE 13.AYETLER
1737 Okunma
8-14 VE 16.AYETLER
1737 Okunma
9-16.AYET-B
1582 Okunma
10-17 VE 18.AYETLER
1791 Okunma
11-19.AYET
2034 Okunma
12-20 VE 22.AYETLER
1535 Okunma
13-23 VE 24.AYETLER
1671 Okunma
14-25 VE 27.AYETLER
1635 Okunma
15-28 VE 29.AYETLER
6281 Okunma
16-30 VE 31.AYETLER
2614 Okunma
17-32 VE 33.AYETLER
2045 Okunma
18-34 VE 35.AYETLER
2741 Okunma
19-36 VE 37.AYETLER
1774 Okunma
20-38 VE 39.AYETLER
1745 Okunma
21-40 VE 41.AYETLER
1602 Okunma
22-42 VE 45.AYETLER
1584 Okunma
23-46 VE 49.AYETLER
1613 Okunma
24-50 VE 52.AYETLER
1673 Okunma
25-53 VE 55.AYETLER
1698 Okunma
26-56 VE 59.AYETLER
1636 Okunma
27-60.AYET
2096 Okunma
28-61 VE 63.AYETLER
1449 Okunma
29-64 VE 66.AYETLER
2137 Okunma
30-67 VE 69.AYETLER
1560 Okunma
31-70.AYET
1629 Okunma
32-71 VE 72.AYETLER
1741 Okunma
33-73 VE 74.AYETLER
1754 Okunma
34-75 VE 78.AYETLER
1589 Okunma
35-79 VE 80.AYETLER
1570 Okunma
36-81 VE 82.AYETLER
1832 Okunma
37-83 VE 85.AYETLER
1582 Okunma
38-86 VE 89.AYETLER
1622 Okunma
39-90 VE 93.AYETLER
1619 Okunma
40-94 VE 96.AYETLER
1529 Okunma
41-97 VE 99.AYETLER
2745 Okunma
42-100 VE 101.AYETLER
2224 Okunma
43-102 VE 104.AYETLER
1759 Okunma
44-105 VE 108.AYETLER
1529 Okunma
45-109 VE 110.AYETLER
1514 Okunma
46-111.AYET
2348 Okunma
47-112.AYET
3226 Okunma
48-113 VE 115.AYETLER
1493 Okunma
49-116 VE 117.AYETLER
1814 Okunma
50-118.AYET
2394 Okunma
51-119 VE 120.AYETLER
1616 Okunma
52-121 VE 122.AYETLER
1520 Okunma
53-123 VE 125.AYETLER
1800 Okunma
54-126 VE 127.AYETLER
1492 Okunma
55-128.AYET
2224 Okunma
56-129.AYET
1571 Okunma
57-128 VE 129.AYETLERDE MATEMATİK YAPI
1614 Okunma

© 2024 - Akevler