Tevbe Sûresi-33
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
***
يَاأَيُّهَا النَّبِيُّ جَاهِدِ الْكُفَّارَ وَالْمُنَافِقِينَ وَاغْلُظْ عَلَيْهِمْ وَمَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ (73) يَحْلِفُونَ بِاللَّهِ مَا قَالُوا وَلَقَدْ قَالُوا كَلِمَةَ الْكُفْرِ وَكَفَرُوا بَعْدَ إِسْلَامِهِمْ وَهَمُّوا بِمَا لَمْ يَنَالُوا وَمَا نَقَمُوا إِلَّا أَنْ أَغْنَاهُمُ اللَّهُ وَرَسُولُهُ مِنْ فَضْلِهِ فَإِنْ يَتُوبُوا يَكُ خَيْرًا لَهُمْ وَإِنْ يَتَوَلَّوْا يُعَذِّبْهُمُ اللَّهُ عَذَابًا أَلِيمًا فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ وَمَا لَهُمْ فِي الْأَرْضِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍ (74)
***
يَاأَيُّهَا النَّبِيُّ جَاهِدِ الْكُفَّارَ وَالْمُنَافِقِينَ وَاغْلُظْ عَلَيْهِمْ وَمَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ (73)
(YAv EayYuHa elNaBiyYu CAvHiDi eLKufFAvRa Va eLMuNaFıQIyNA Va ĞLuJ GaLaYHiM Va MaEVaHuM CaHanNaMu Va BıESa eLMaÖIyRu)
“Ey nebi, küffar ve münafıklarla cihad et ve onlara ğılz et. Me’vaları cehennemdir. Mesir bi’sedir.”
Daha önce dendi ki: Münafık erkeklerle münafık kadınlar birbirlerine evliyadır. Münafıklar fasıktır. Allah münafık erkeklerle münafık kadınlara ve küffara cehennem nârı vaat etmiştir. İki ifadede farklar vardır.
a) İlkinde münafıklar ifadesini ayrı getirmiş, münafık erkeklerle münafık kadınlara küffarı eklemişti. Burada ise münafıkları zikretti, münafık erkek ve münafık kadın demedi ve küffarı ona atfetti.
b) Her ikisinde münafık kurallı erkek çoğulla getirildiği halde, kâfirleri kuralsız çoğul olarak getirdi. Ne var ki orada önce münafıkları zikretti sonra küffarı, burada ise önce küffarı zikretti münafıkları sonra zikretti.
Neden kâfirleri kuralsız çoğulla, münafıkları ise kurallı çoğulla getirmiştir?
“Kâfirun” denmemiş de “küffar” denmiştir. Oysa küffar daha güçlü örgüttür.
İnsanlık içine baktığımızda bugün küffar sosyalistlerdir.
Münafıklar ise kapitalistlerdir.
Sosyalistleri kuralsız çoğul olarak göstermiş, kapitalistleri kurallı çoğulla göstermiştir.
Bunu anlamak için bugünkü dünyayı biraz yakından ele almak gerekir.
İsrail oğulları ülkeden ülkeye sürülmüş bir topluluktur. Bu sebeple sabit toprakları olmamıştır. Ellerinde becerecekleri bir sanatı veya sanatları da elde edememişlerdir. Bu sebeple bunlar ancak ticaretle yaşıyorlardı. Ne var ki tarım döneminde ticaret en adi bir meslek kabul ediliyor, Yahudilerden başka kimse ticaret yapmaya tenezzül etmiyordu. Tarım döneminde toprak sahibi olmak ve çiftçilik yapmak kıymetli meslek sayılıyordu.
Haçlı Seferleri’nden dönen askerler Doğu’dan getirdikleri malları deniz kıyılarındaki kasabalarda satmaya başladılar. Bu malları Yahudiler aldılar ve sattılar. Böylece ticaret onlar için gelir getiren meslek oldu. Tevrat’ın da öğretilerinden yararlanan İsrail oğulları teşkilatlandılar. Amerika kıtasının keşfinden sonra da orada bol altın vardı, onu da ele geçirdiler. Hindistan’la ticarete başladılar.
Avrupa’daki Yahudi sermayesi güçlendi. Avrupa’da çetin bir savaş başladı. Bir tarafta toprak sahibi derebeyleri ve onlarla uyum içinde yaşayan kilise, diğer tarafta sonradan servet sahibi olan sermaye yani Yahudiler. Sermaye dünyadan ham maddeleri aldı, Avrupa’da kurduğu sanayiye işletti, mamul mal hâline getirdi ve sonra onu dünyaya sattı, böylece gittikçe zenginleşti.
Başka bir olay daha oldu. Avrupalılarda el sanayisi yoktu, üretim yapamıyorlardı. Bu eksikliği gidermek için Müslümanlardan öğrendikleri teknolojiyi geliştirerek el sanayisi üretimini makine sanayisine dönüştürdüler.
İsrail oğullarının nüfusu çok azdı, dünyayı yönetmeye yetmiyordu.
İki yolla dünya çapında hâkimiyet kurdular ve bu hâkimiyeti bugüne kadar getirdiler.
Birinci yol olarak Mason teşkilatını kurdular, ırk olarak Yahudi olmayanları ekonomide yanlarına aldılar. Bunların topluluklarda etkin olabilmeleri için gizli veya kapalı örgüt şeklinde teşkilatlandırdılar.
İşte çağımızdaki münafıklık burada başladı. Bunlar bulundukları toplulukta o topluluktan görünür, onların değerlerine saygılı olur, ama localarda ise İsrail oğullarına hizmet ederlerdi. Kendi aralarında derecelemeler meydana getirir, sermaye ile en son derecede olanlar ilişki kurar, alt derecede olanlar sadece çıkarları sebebiyle bunlara katılırdı.
Kullandıkları ikinci silah ise insanlar arasında savaş çıkararak onları çatıştırmak ve aralarındaki savaşlardan yararlanarak iktidarlarını sürdürmektir. Başlangıçta Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında savaş vardı. Beş yüz sene dengeyi bunun üzerinden kurdular. 19. asrın sonlarında gördüler ki artık Müslümanlar yenilmiştir, Hıristiyanlarla dengede olmaları mümkün değildir, yeni bir denge aradılar. Bu dengeyi sosyalist ile kapitalist ayırımı yaparak bunlar arasında kurmaya çalıştılar. Sosyalistler alenen aile, din, mülkiyet ve devlet yapılarına saldırdılar. Kötü yönetimlerle halkı devlete karşı soğuttular, düşman ettiler, nefret ettirdiler. Kapitalizmde ise görünürde bunlara saygı gösterdiler ama sermayeleri ile çökerttiler.
Sosyalizm vardı ama sosyalizm bir topluluktan çok baskı ile var edilen bir teşkilattı. Oysa kapitalizmin arkasında bizzat sermayenin kendisi vardı, sosyalizme de o hükmediyordu, asıl teşkilat o idi.
İşte buna işaret etmek için birilerini kurallı çoğul olarak getirmiştir. Kapitalizm kurallı çoğul olarak getirilmiştir. Küffar ise “kâfirun” olarak değil de “küffar” olarak getirilmiş, iki defa tekrar ederek bunda vurgu yapmıştır.
Kişi olarak cihadı kâfirlerden önce münafıklarla yapmak durumundayız. Çünkü münafık kâfirden daha tehlikelidir. Beklemediğin zamanda beklemediğin yerde münafık seni vurur. Oysa kâfir her zaman açıkça bizim karşımızda olduğu için kişi olarak ondan gelen tehlike daha azdır. Oysa topluluk olarak, asker olarak sosyalistler daha güçlüdürler. Onların saldırılarına karşı savunmamız daha önemli olduğu için burada önce sosyalistlerden sonra kapitalistlerden bahsetmiştir. Bu sebeple burada yalnız münafıklar olarak zikretti, münafık erkek veya münafık kadın olarak zikretmedi.
Biz bugün böyle manalandırıyoruz. Bize böyle hitap ediyor. Siz başka zamanda veya başka yerde başka türlü değerlendirebilirsiniz.
“Cihad et ve gılz et” denmektedir.
Cihad nedir? Gılz nedir?
“Ve” harfi ile atfettiğine göre bunlar birbirinden farklıdır. Kur’an böyle iki kelimeyi yan yana getirerek aynı zamanda bize sosyolojiyi ve psikolojiyi öğretmektedir. Cehd düz ama sert topraktır. Gılz ise sert ama engebeli topraktır.
“Subr” granit kayadır. Bir işte veya bir saldırıda granit gibi dayanma, etkilenmeme sabırdır. “Cehd” ise düz sert topraktır. Onu yumuşatıp faydalı hâle getirme cihaddır. Yani karşı tarafın sabrını yenme cihaddır. Fizikte etki tepki güçleri vardır. Etki karşı tarafı değiştirmek ister, bu cehddir. Tepki ise karşı tarafın değişmek istememesidir. Kâinat sabır ve cehde dayanır.
“Gılz” ise dikenli sert yerler demektir. Sabırda karşı taraf size etki etmez ama gılzda ise siz karşı tarafa zarar verirsiniz. O halde burada cihad yap demek onların o yapısını boz, yalnız savunmada bulunma, sen de saldır demektir. Gılz demek saldırılara karşı onlar da zarar görsün demektir.
O halde biz hem sosyalistlerle hem de kapitalistlerle savaş hâlinde olacağız. Onları etkisiz hâle getireceğiz. Yalnız direnmeyecek, aynı zamanda karşı saldırıya da geçeceğiz.
Kişilere karşı saldırıda bulunmayız. Onlar bize zarar vermedikçe, bizim hukukumuza dokunmadıkça biz onları bize benzetmeye çalışmak görevimiz olmadığı gibi yetkimiz de yoktur. Ama onların topluluklarına ve örgütlerine karşı ise savaşmak bizim ana görevimiz olmaktadır. Kapitalizmi ve sosyalizmi yok edeceğiz, yok olup gideceklerdir. Ama kapitalistler ve sosyalistler bize saldırmadıkça biz onlara saldırmayacağız, onların kendi anlayışlarında istedikleri gibi yaşamalarına imkân vereceğiz.
Bunu daha iyi anlayabilmemiz için laiklik demek düzende zorlama yapmamaktır. Herkesin kendi düzenini kurmasıdır, “yerinden yönetim ve hakemlik sistemi” ilkesiyle insanların özgür olmasıdır. İşte, biz insanların özgürlükleri için savaşırız, özgürlüğün gerçekleşmesi için çaba sarf ederiz. Onlar ise kendi özgürlükleri için savaşırlar, lâikliği dinsizlik olarak anlarlar. Biz onları yendiğimiz zaman onların yaşama haklarını tanırız. Bu sebepledir ki çarpışırken ölenler hariç esir alındıktan sonra onlara dokunmayız. Kölelik müessesesi de bundan dolayı zorunludur. Onlar ise aksine bizi yok etmek isterler. O halde iktidarda olmak bizim hakkımız, bizim gibi düşünenlerin hakkıdır, onlar da bizimle beraber olurlar. O zaman onlar da bizim yetkilere ve haklara sahip olurlar ama biz onların zulmetmelerine imkân vermeyiz.
Me’vaları cehennemdir. Me’vaları dönüşümdür ve bu dönüşüm kötü bir dönüşmedir. Molekül yapıdan çekirdek yapıya dönüşeceklerdir. Bu gerçekten de çok kötü bir dönüşmedir. Cinler için ateş iyi bir şeydir. İnsanlar için ateş kötü bir şeydir.
يَاأَيُّهَا النَّبِيُّ
(YAv EayYuHa elNaBiyYu)
“Ey Nebi”
Kur’an’da “nebi” ve “resul” kelimeleri geçmektedir.
Kur’an’dan sonra nebilerin yerini âlimler almıştır. Nebiler vahiy yoluyla haberler getirirlerdi, âlimler ise içtihat yoluyla haberler getirmektedirler.
Kur’an’dan sonra resulün görevini başkanlar yüklenmişlerdir.
Bu sûrede bir yerde “Ey nebi” hitabı vardır. Diğer hitaplar “Ey iman etmiş olan kimseler” şeklindedir. “Cihad et ve sende gılz bulsunlar” diyor.
Burada hitap nebiye yapılmıştır. Cihad etmek yalnız nebiye mi farzdır, gılz yalnız nebide mi bulunacaktır? Neden diğer her yerde “Ey iman etmiş kimseler” denmektedir? Neden sadece cihad et emrinde “Ey nebi” denmektedir?
Bu sûrede cihad emirleri çoktur. Hepsinde topluca ve herkes tarafından cihad edilmesi emredilmiştir. Sadece burada nebiye hitap etmekte, müfred olarak cihat emredilmektedir.
Kapitalistlerle ve sosyalistlerle cihad yapılırken cihadın bir merkezden yönetilmesi gerekir. Herkesin kendi kafasına göre kapitalisti veya sosyalisti tesbit ederek onunla cihad etmesi ve gılzda bulunması söz konusu değildir. Başkan kimlerle cihad edileceğine karar verecek, cemaat ondan sonra onunla cihad edecektir.
Mesela, Gülen Cemaati devlet içinde değil cemaat içinde paralel cemaat oluşturarak kendi başlarına AK Parti’ye karşı cihad açmıştır. AK Parti’nin başkanı da savunmaya geçmiştir. AK Partililerin Cemaate karşı olmaları meşru sayılabilir. Oysa Cemaatin, başkanın hedef göstermediği kimselere cihad açmaları meşru değildir.
Gülen diyor ki; “Ben kimseye emir vermedim. Böyle bir paralel örgüt varsa Allah onları kahretsin, bu oyun Cemaati bertaraf etmek için oynanıyor ise Allah onları kahretsin.”
Bu durumda Erdoğan veya AK Parti’ye karşı cephe alınmamıştır.
Demek ki cihadda ve gılzda hedefi başkan belirler. Cemaat ona uyarak cihad ve gılz yapar. “Adil Düzen Anayasası”nda savaş ilân etme yetkisi başkana verilmiştir.
İşte bu âyet ona delildir.
Paralel devleti oluşturan F. Gülen değildir, F. Gülen’i dinlemeyen sermaye ajanlarıdır. Devleti R. T. Erdoğan temsil etmektedir. Bizim onu dinlememiz gerekir. Belki hatalı karar almaktadır, belki kurunun yanında yaş da yanmaktadır ama bizim başka yapacağımız bir şey yoktur. Bu bakımdan Gülen’in samimiyetine inanıyorum. Nur Cemaatinin nurlu olduklarına inanıyorum. Ama şimdi Erdoğan’ın yanında olmak zorundayız, mecburen ona oy vereceğiz.
Recep Tayyip Erdoğan hatalı işler yapmaktadır. Onun hatalarını ona bildirmek ayrıca görevimizdir. Onu biz yıkmayız, onu biz iktidardan indirmeyiz ama dinlemez ve düzelmezse, onu biz değil başkaları yıkar. Allah kendisi ondan hesabını sorar. Biz Türkiye’de kaldığımız müddetçe birliğimizin bozulmaması için kimlerle cihad edeceğimizi Erdoğan’dan öğreniriz; tam hata yaptığı zaman da Türkiye’yi terk edip hicret ederiz.
Gülen ABD’dedir; dünyadaki siyasetini ve okullarını istediği gibi yönetsin ama oradan Türkiye’ye karışmasın. Karışmıyor da. Erdoğan’ın yönetimi de büyükelçileri toplayıp onun dünyadaki faaliyetine karışmasın.
جَاهِدِ الْكُفَّارَ وَالْمُنَافِقِينَ
(CAvHiDi eLKufFAvRa Va eLMuNaFıQIyNA)
“Küffar ve münafıklarla cihad et”
Küffar sosyalistlerdir. Münafıklar ise kapitalistlerdir. Onlarla cihad etme emrolunmuştur. Kimlerin kâfir kimlerin münafık olduklarını belirleme işi de nebiye yani onun vârisi olan âlimlere verilmiştir.
Burada dikkat edeceğimiz başka bir husus vardır; resule değil de nebiye verilmiştir.
Başbakan Batı modeli içinde yetkilerini elinde toplamıştır. Vezir-i azamdır. O halde yetkili olan kimdir; başbakan mı, cumhurbaşkanı mı?
Bunların ikisi de aslında yetkili olamazlar, çünkü ne âlimdirler, ne de askerdirler.
Biz devlet başkanının orgeneral olması gerektiği görüşünde idik, bunu savunduk. Şimdi orada oturan bir asker olsaydı, yetkili Erdoğan’dır demezdik. Ancak şimdi yetkili Erdoğan’dır. Yanlıştır ama odur. Başka yetkili yoktur. İktidar boşluk kabul etmez. Ehli Sünnete göre kim olursa olsun başkana itaat edilecektir.
Dünyada savaş var. Münafıkların merkezi olan sömürü sermayesi ile o sermayenin savaş açtığı ulus devletler savaşıyor. F. Gülen’in çevresinde olanlar sermayenin yanında yer almıştır. Erdoğan ise ulus devletlerin yanında yer almıştır. Kur’an ulus devletler taraftarıdır, sömürü sermayesi yönetimine karşıdır. Dolayısıyla bizim de Erdoğan’ın yanında yer almamız gerekir. Ne var ki insanlığı F. Gülen’in cemaati hidayete götürecektir. Dolayısıyla o cemaatin herhangi bir zarar görmemesi için de titizlikle yanlarında olmalıyız.
وَاغْلُظْ عَلَيْهِمْ
(Va ĞLuJ GaLaYHiM)
“Ve onlara gılz et”
Yaptıklarının cezasını çeksinler, yaptıkları yanlarına kâr kalmamalıdır.
Otel odalarında hükümetleri indirenler hâlâ devleti sömürmeye devam ediyorlar.
Ülkeyi çeşitli saldırılara karşı korumuş ordu mensupları hapistedirler. Bunları hapse koyanlar cezasız kalmasın, çünkü onlar münafıktırlar. Türk ordusu hata yapmış olabilir, hattâ bize zulmetmiş olabilir. Etmiştir ama Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş ve korumuş, ondan sonra da çeşitli savunmalarla bugüne getirmiştir. Askerlikte kuvvetli kim ise haklı odur. Askerlikte görevi yapıp yapmadığı sorgulanır, görevi yaparken adil davranıp davranmadığı sorgulanmaz. Ordumuz devletimizi savunmuş ve yüceltmiştir. Ona saldıranlar bizden destek bulmamalıdırlar, yaptıkları yanlarına kâr kalmamalıdır.
Aynı şekilde paralel devlet oluşturanlar da cezalandırılmalıdır.
AK Parti’nin hatası bu paralel devleti Gülenciler olarak görmesidir.
Oysa bu Gülencileri bertaraf etmek için oluşturulmuş bir tezgâhtır.
Oyun sadece Gülencilere oynanmadı. Bu operasyon Gülenciler ile AK Partilileri çarpıştırarak İslâmiyet’i yıkma operasyonudur.
Samimi Gülencilerin yapacağı iş ayrı parti kurup hayırda AK Partililerle yarışmaktır.
وَمَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ
(Va MaEVaHuM CaHanNaMu)
“Ve me’vaları cehennemdir”
“Me’va” ev kelimesinden oluşmaktadır. Sığınılacak yer demektir, istirahat edilecek yer demektir.
Onların artık cennette yerleri yoktur. Yollar ayrılacaktır. Başarılı olanlar cennete götürülecektir. Başarısız olanlar cehenneme gideceklerdir. İlâhi düzen böyledir. Bizim bu neden böyledir deme gücümüz yoktur.
Yukarıda nâr-ı cehennem geçmişti. Burada sadece cehennem geçmektedir. Cehennem Güneş gibi sıcak bir yerdir ama yerdir.
وَبِئْسَ الْمَصِيرُ (73)
(Va BıESa eLMaÖIyRu)
“Ve masir bi’sedir.”
“O bi’se’l-masir” denmesi gerekirken, “Ve” harfi ile getirilmiştir. Demek ki buradaki masirden maksat cehennem değildir. İsm-i zaman, ism-i mekân, masdar-ı mimidir.
Dönüş anlamındadır.
Cehenneme gideceklerin molekül yapıları değişecek ve çekirdek yapılara dönüşecek, cinlerin yapısına dönüşecek. Bu dönüş bir krizalit devresi içinde olacak. Nasıl ipek böceği uykuya dalar ve sonunda kelebek olarak çıkarsa, cehenneme girenler de böyle girerler, cehennemden böyle çıkarlar. Kur’an’da buna “orada ne yaşarlar ne ölürler” deniyor, bu dönüşmenin de acılar içinde olacağını ifade ediyor.
يَحْلِفُونَ بِاللَّهِ مَا قَالُوا وَلَقَدْ قَالُوا كَلِمَةَ الْكُفْرِ وَكَفَرُوا بَعْدَ إِسْلَامِهِمْ وَهَمُّوا بِمَا لَمْ يَنَالُوا وَمَا نَقَمُوا إِلَّا أَنْ أَغْنَاهُمُ اللَّهُ وَرَسُولُهُ مِنْ فَضْلِهِ
(YaXLiFUvNa Bi elLAvHi MAv QAvLUv Va LaQaD QAvLUv KaLiMaTa eLKuFRi Va KaFaRUv BaGDa EiSLAvMıHıM Va HamMUv Bi MAv LaM YaNAvLUv Va MAv NaQaMUv EilLAv EaN EaĞNAvHUMu elLAHu Va RaSUvLaHUv MiN FaWLiHIy)
“Söylediklerine Allah üzerine hulf ederler. Oysa küfür kelimesini kavl ettiler ve İslâm’larından sonra küfrettiler. Ulaşamayacakları şeylere himmet ettiler. Allah ve resulü onları fadlından igna etmesinden başkasını nikmet etmediler.”
İlerde söyledik diye yemin edecekler. Bugün söylemiyorlar ama yarın söylediklerini iddia edeceklerdir. Buradaki zamir küffara değil münafıklara gitmektedir. Onların hâlidir. Münafıkların küffardan sonraya alınmasının hikmeti de budur. Zamir onlara raci olsun diye sonraya alınmıştır. Onlara yaptıkları sorulduğunda, kendileri hesaba çekildiklerinde, yapmadıklarına değil söylemediklerine yemin edeceklerdir.
Münafıkların verdiği zarar fiilî değil kavlîdir. Onlar sözleri ile yapacaklarını yaparlar. Onların en büyük silahı basındır. Basın yoluyla fitne yaparlar. Hem de kendileri söylemezler, kendileri yazmazlar. Para ile kendilerine bağladıkları yazarlar vardır, onlara söyletirler, onlara yazdırırlar. Onların en büyük silahı basındır, medyadır.
İnsanlığın çözmesi gereken büyük sorunları vardır.
BİR: Bunlardan biri bugünkü “bürokrasi sorunu”dur. Bu bürokrasi yani bürokrasi sistemi ile insanlığın huzur içinde olması söz konusu değildir.
İKİ: Diğeri ise “karşılıksız para sorunu”dur. Bugünkü karşılıksız para sistemi ile refahlı ve huzurlu bir ekonomiyi yaşatmak mümkün değildir.
Üçüncü büyük sorun ise “yargı sorunu”dur. Hâkimlik sistemi ile adil yargı kurmak ve uygulamak mümkün değildir. Çözüm “hakemlik sistemi”dir.
Dördüncü büyük sorun da millî olmayan “basın/medya sorunu”dur. Basın topluluğun gözü kulağıdır. Öyle bir göz ki; sağı sol, solu sağ göstermektedir. Öyle bir ağız ki; gel yerine git demektedir. Günümüzdeki büyük kötülüğün kaynağı sermaye bağımlısı basındır.
Gelecekte bunlar yargılanacaklardır, “Adil Düzen” mahkemelerinde yargılanacaklardır. İşte o zaman biz söylemedik, biz yazmadık diyeceklerdir. Onlar küfrün kelimesini söylemişlerdir.
Küfrün kelimesi nedir?
Küfrün iki manası olduğunu biliyoruz. Biri örtme ve gizleme, değeri de nankörlük etmedir. Buradaki küfür hangisidir? Bunun kelimesi nedir? Bugün baktığımızda ne söylüyorlar? O söylediklerine göre manasını anlamaya çalışalım.
Nankörlük anlamında söyledikleridir. Tüm uygarlık peygamberlerin insanlara öğrettikleri olduğu halde, bunlar peygamberlerin dışında kendilerinin uygarlığı yarattıklarını söylüyorlar. Oysa Mısır uygarlığı Mezopotamya uygarlığının devamıdır, Yunan uygarlığı İbrani uygarlığının devamıdır, Roma ve Bizans Hıristiyanlığın devamıdır; bugünkü Avrupa uygarlığı da birinci Kur’an yani İslâm uygarlığının devamıdır. Hak dinlerden öğrendikleri gerçekleri gizlemişlerdir. Bu yaptıkları nankörlüktür ve küfürdür.
Tanrı yoktur, uygarlığı kendileri yoktan var etmişler gibi basit ve kaba saçmalıkları da bir küfürdür. Kendilerini var eden kimdir? Türkiye’yi Atatürk var etti, o halde Allah’a değil Atatürk’e tapalım diyenler küfür kelimesini söylemişlerdir.
Bunun dışında gerçekleri örten kelimeler söylemektedirler. Göz göre göre yalan söylemektedirler. Demokrasi diyorlar, sahtesini yapıyorlar. İnsanın canı alınmaz diyorlar, idamı yasaklıyorlar, sonra kendileri milyonları öldürüyorlar. Kadın hakları diyorlar, kadınlara değişik şekillerde en büyük zulümleri yapıyorlar.
Hâsılı, küfrün kelimesine her iki manayı verebiliriz.
Burada küfür kelimesi değil de küfrü ifade eden cümleler kastedilmektedir. Bu ifade edilen küfrün bir cinste toplanacağını ifade etmektedir. O halde küfrü tanımlamamız gerekmektedir. Küfür, insanları kandırmak için hakikat dışı uydurulan düşüncedir. Bunun ifadesi de küfürdür. Bugünkü Batı uygarlığı küfür kelimesinden ibarettir.
“İslâmiyet’ten sonra küfrettiler” denmek suretiyle anlaşılıyor ki burada kastedilen sosyalistler değil kapitalistlerdir. Batı uygarlığının bir özelliği vardır. Başlangıçta doğru sözü ele alır ve onu savunur. Demokrasi, lâiklik, sosyallik, liberallik kavramlarının her biri birer İslâm düzeni kavramıdır, barış düzeni kavramıdır. Bunları savunmaya başlarlar. Hukuk düzenini savunmaya başlarlar. Bütün bunlarda siz onlarla beraber olursunuz. Ondan sonra döner tam bunların tersini yaparlar. Sonunda küfrün kelimesini söylüyorlar. Başlangıçta barış düzenini kabul ediyorlar ve savunuyorlar ama sonra onu küfür olarak kullanıyorlar.
Bu, bugünkü Batı’nın çok beliğ tasviridir. Çünkü savundukları değerlerin hepsinin sahtesini piyasaya sürüyorlar. “Demokrasi” deyince ekseriyeti kastediyorlar, “lâiklik” ile de dinsizliği kastediyorlar, lâiklik adı altında dinsizlere özgürlük tanıyorlar. Oysa insanların yüzde 99’u dindardır, dolayısıyla insanların sadece yüzde birine laiklik adı altında özgürlük tanıyorlar. “Bağımsız yargı” deyip, kendi emirleri altındaki yargıyı kastediyorlar. “Bağımsız Merkez Bankası” deyip, kendi emirlerinde olan Merkez Bankasını kastediyorlar.
Bunların hepsi küfürdür.
Ulaşamayacakları şeylere yöneldiler...
Nedir bu ulaşamayacakları şeyler?
Yukarıda anlatıldığı gibi; sermaye gittikçe tüm dünyanın ekonomisini, ilmini, dinini ve siyasetini eline geçirdi. Başbakanları ve devlet başkanlarını birer valiymiş gibi o tayin ediyor. Dinleri o dışlıyor. Üniversiteleri o ateizm merkezi hâline getiriyor. Ekonomileri o karşılıksız para ile yönlendiriyor.
İşte bu güce erişmeye başlayan sermaye kendisine bir plan yaptı. Dünya yalnız İsrail oğullarının bir ülkesidir, diğer insanlar onun işçileridir, köleleridir. Köleliğin yerine işçiliği koyarak dünyayı tek İsrail devleti hâline getireceğine inandı.
Önce Marks ilmi, dini, mülkiyeti ve devleti düşman ilân etti. Önce sosyalizm olacak, sonra o da yıkılacak ve komünizm gelecektir dedi. Komünizmin ne olduğunu söylemedi. O sermaye yönetimi idi. Marks bu planına ulaşmayı 20. yüzyılda yaptı. 1998’de insanlık tek devlet hâline gelecekti. Hazırlık devam etti. 28 Şubat 1997 bu uygulamanın startı idi ama başaramadı. Bugün AK Parti iktidarda. Obama iktidarda, Putin iktidarda. Şimdi fitneye devam ediyor, üçüncü cihan savaşını çıkarmak istiyor.
Âyette işarete edilen şey budur; tek sermaye devleti.
Dinler hukuk düzenini getirmiştir, yargılama sistemini ortaya koymuştur, insanlara özgürlük getirmiştir, özel mülkiyet getirmiştir.
Bugünkü sermaye o özgürlükten ve özel mülkiyetten yararlanarak bugünkü hâle gelmiştir. Batı’da toprak tekeli varken, şeriatın bu özel hükmünden yararlanarak, dinlerin yargılama sistemiyle korunan haklardan dolayı sermaye bugünkü duruma gelmiştir Özel mülkiyet olmasaydı, yargılama olmasaydı, yargı kararları ile insanların hukukunu koruma olmasaydı, sermaye büyüyerek bugünkü hâle gelir miydi? Eğer bugün insanlığa hükmedebiliyorlarsa; onların dinlerine, ilimlerine, devletlerine, mülklerine karışabiliyorlarsa, bu ancak hukuk düzeni ile sağlanan özel mülkiyetle mümkün olmuştur.
Allah onlara bunu hatırlatmaktadır. Şimdi basın yoluyla yargıyı baskı altına alıyorlar. Yargının temeli adalettir. Adaletin temeli de imandır, inançtır. Onların karşılıksız para mülkiyeti bile mülkiyet hakkına dayanmaktadır. O halde “din” olmadan yani “düzen” olmadan insanlık varlığını sürdüremez. Bugün düzeni çökertmek isteyen sermaye mikroplar gibi aslında kendi hayatını sona erdiriyor. Malum olduğu üzere, bir bedeni yok eden mikropların o beden yok olduktan sonra kendileri de yok olurlar.
يَحْلِفُونَ بِاللَّهِ
(YaXLiFUvNa Bi elLAvHi)
“Allah’a hulf ederler”
“Yahlıfuna” fiili münafıkların hâlidir. Gelecekte onların bu yaptıklarını soracak “Adil Düzen” mahkemeleri kurulacaktır. Hakemlerden birini onlar seçecek, diğerini davacılar seçecek, başhakemi de o iki hakem seçecek, böylece adil yargı sistemi kurulacak, onlar bugün yaptıklarının hesabını vereceklerdir.
Bizim Allah’a inandığımızı bildikleri için -kendileri inanmadıkları halde- Allah’a yemin edecekler, böylece onlara göre saf olan bizleri bu yeminleri ile kandıracaklardır.
Yemin etmenin hukuki sonuçları vardır.
Bir kimse ‘ben bunu söylemedim’ derse ve bunu yeminsiz söylerse, biz onun söylediğini ispatlarsak, söylediğinin cezası ne ise onu veririz. Ama yemin eder de söylerse, ondan sonra biz onun söylediklerinin doğru olmadığını ispatlarsak, söylediklerinin cezası dışında yalandan yemin ettiklerinden yani yeminli yalan söyledikleri için ayrıca cezalandırırız. Bu sebeple o cezayı da göze alarak yalandan yemin edeceklerdir.
مَا قَالُوا
(MAv QAvLUv)
“Söylemediler”
Hulf etmek fiili mefulünü isim olarak alır. “Kale”de olduğu gibi cümleyi meful olarak almaz. Burada ise meful olarak cümle gelmiştir. O halde burada bir “en” mukadderdir diyebiliriz. Ayrıca burada hazfedilmiş mefulü de takdir edebiliriz. O da “Kelimete’l-küfri”dir.
Biz küfrün kelimesini söylemedik diye yemin edeceklerdir, “Ennehum Mâ Kâlû Kelimete’l-küfri” manasındadır. Bundan sonra gelen “onlar kelimete’l-küfrü kavl etmişlerdi” ifadesi buna atıftır. Yahut yukarıda sayılanları söylemedik diyeceklerdir.
Burada “onlar” hazf edilmiştir. Orada söyledikleri şeylerin hepsi küfür kelimesinden ibaret değildir. Başka şeyleri de söylemedik diyecekler. Bundan sonraki ifade ile küfür kelimesini de ayrıca söylediler demek olur.
وَلَقَدْ قَالُوا
(Va LaQaD QAvLUv)
“Ve söylemişlerdi”
“Lekad” kelimesi şimdi anlamındadır yani bugün söylemektedirler, bugün söylüyorlar. Çünkü onların söylediklerinin ekserisi küfürdür, küfrün ifadeleridir.
Bugün üniversitelerin tüm tedrisatı yalan üzerine oturmuştur. Herhangi bir olayın tarihçesini yaptıklarında ortaçağa gelince burası karanlık çağ diye atlarlar. İslâm uygarlığından bahsetmezler. Çünkü bugünkü Batı uygarlığı Roma ve Yunan uygarlığının sentezinden ibarettir. Orasını karanlık içinde bırakırlar. “Avrupa müktesebatı” derler; ilmin ortaya koyduğu hakları bozarak “Avrupa müktesebatı” derler.
Sahtekârlar...
Evet, onların müktesebatı vardır; fuhuş, faiz, isyan, cinayetler, savaşlar… vb onların müktesebatıdır. O pislikleri hak ambalajında ambalajlayıp sunmaktadırlar. Küfür yani örtme ambalajları küfrün sözleri ile yapılmaktadır.
كَلِمَةَ الْكُفْرِ
(KaLiMaTa eLKuFRi)
“Küfrün kelimesi”
İçtihat sistemi yerine kanun sisteminin tamamı küfrün kelimesidir, kişilere dayatmadır, insanları başka insanların emrine sokmadır.
Yüzbinlere varan kanunlar vardır. Kimsenin bu kanunları okuyup öğrenme imkânı yoktur. İnsan sadece bu kanunların sahifelerini açıp okumaya başlasa, ömür boyu nefes almadan devam etse, bu kanunları okuyup bitiremez. Buna bir de kanun mertebesinde uyguladıkları içtihat kararlarını da eklesek, bunu bir sülale bile okuyamaz. Vatandaş işte bu kanunları okumuş kabul edilir, bilmiş kabul edilir ve ona göre cezalandırılır!
Kanunlar hep çelişkili maddelerden oluşur, bundan dolayı da kanunlar bir işe yaramamaktadır. Savcılar, yargıçlar, bürokratlar, paralel kuruluşlar birisinin canına okumak isterlerse ona uygun kanun maddesini seçerler ve onu uygularlar.
Demek ki kanunlar gerçekte vatandaşı ezmek için vardır.
Ama küfür kelimesinde kanunlar güya kişilerin haklarını korumak için vardır. Millî istihbaratı güya vatandaşı düşmandan korumak için çalıştırırlar, gerçekte ise düşmanı vatandaştan korumak için kullanırlar!
Bunları söylerken bu müesseselere karşı gelmek meşrudur demiyoruz. Kötü de olsa bir düzen düzensizlikten iyidir. Yeni düzen gelinceye kadar mevcut düzene sadık olacağız. Yeni düzen getireceğiz ama o yeni düzen gelinceye kadar mevcut düzenin gereklerini eksiksiz yapacağız. Zulme uğrasak da yine itaat edeceğiz. İktidara saygılı olacağız. Oradan gitmedikçe oranın düzeninin koruyucusu olacağız. “Adil Düzen Çalışmaları” işte budur.
وَكَفَرُوا
(Va KaFaRUv)
“Ve küfrettiler”
Yalnız söylemekle kalmadılar, ayrıca fiilen de küfrettiler; zulmettiler, söylediklerini yapmadılar. Bizimle “Adil Düzen” için cihad yapanlar iktidar olunca sözlerini unuttular.
Cumhuriyet Halk Partisi ne yaptı? İstiklâl Savaşı’nda İslâm için cihad yaptı ama sonra İslâm düşmanlığı yaptı; hâlâ da yapıyor.
AK Partililer ne yaptı? Başlangıçta İslâm düzeni için cihad yaptı ama iktidar olunca onlar da zalim düzene teslim oldular; hâlâ aynı düzende iktidardadır ama bu zalim düzende şimdi her gün başına bir bela gelmektedir. Bunun sebebi “Adil Düzen”i terk edip zalim düzenin yanında yer alması günahındandır.
AK Parti bugünkü bu mücadelede belki galip gelecektir ama bunun sonuna kadar devam edeceğini sanmak yanlıştır. Ya tevbe edip düzelecek ve “Adil Düzen”in gelmesi için çalışacak, ya da onlarla yani zalim düzencilerle birlikte o da yok olacaktır.
بَعْدَ إِسْلَامِهِمْ
(BaGDa EiSLAvMıHıM)
“İslâm olduktan sonra”
Evet, kapitalistler böyle yaptılar.
Yahudiler veya Masonlar dindar oldular ama sonra bıraktılar, İslâmiyet’e uygun olmayan işler yapmaya başladılar.
Burada şunu belirtmek isteriz ki; burada sözü edilen münafıklardan kastımız sömürü sermayesidir. Evet, bunlar İsrail oğullarındandır, bunlar Yahudilerdir. Ancak tüm Yahudiler veya tüm İsrail oğulları elbette bunlardan değildir. Filistin’de bir İsrail devleti kuranlar bunlardan değildir. Bu sermaye hem Filistin devletini hem de Filistin örgütlerini destekleyip savaştırmaktadır. Böylece İsrail Yahudilerinin dünya ekonomisinde etkin olmalarını önlemektedir. Burada hitap edilen işte bu sömürü sermayesidir.
Sermaye bile değildir.
Obama’nın yanında olup fabrika sahibi olan üretici sermayenin yanındayız.
Bush’un yanında olan sömürü sermayesidir burada söz konusu olan ve o konuda da kişiler değil de kurum söz konusudur.
وَهَمُّوا بِمَا لَمْ يَنَالُوا
(Va HamMUv Bi MAv LaM YaNAvLUv)
“Ve nail olamayacakları şeye himmet ettiler”
Birinci Cihan Savaşı olduğunda sermaye devreye girdi, üç büyük imparatorluğu ortadan kaldırdı ve Osmanlı, Avusturya, Çarlık Rusya’sı yerine iki rejim oluşturdu; “kapitalizm” ve “komünizm”. Bunlara dayanarak önce insanlığı dinsizleştirecek, sonra dünya imparatorluğunu kuracaktı. 1947’de İsrail devleti kurulacak 1997’de de İsrail devletinin merkez olduğu bir Ortadoğu devletini kuracaktı. Sonra sömürü sermayesi oraya taşınacak ve dünyayı oradan idare edecekti. Bunun için Türkiye’yi taşeron olarak seçti. Türkiye dinsizleşirse kendisine iyi asker olabilirdi. Bunun gerçekleşebilmesi için Türkiye’de Hıristiyanların da olmaması gerekirdi, bunu da mübadele taktiği ile başardı.
1997 yılında bu operasyona Türkiye’den başlayacaktı.
Olaylar 1960’lara kadar hep istediği gibi gitti. 1960’da askeri müdahale yapıldı. Dine taviz veren ve Türkiye’yi kalkındıran Adnan Menderes asıldı. Askerlerle artık kırk sene sonra gayesine ulaşmış olacaktı ama askerler onlara ihanet ettiler, çoklu anayasa getirerek daha demokratik ve daha İslâmiyet’e yakın devlet kurdular. “Millî Görüş” bu sayede ortaya çıktı.
1997’deki hamleleri işte bundan dolayı başarıya ulaşmadı.
Şimdi de Türkiye ile İran’ı kapıştırmak, sonra üçüncü cihan savaşını çıkarıp büyük devletleri yıkarak küçük küçük devletçiklerle aynı hedefe gitmeye çalışıyor.
Sömürü sermayesi başaramayacağı bir işin peşindedir.
Bu âyet onun işte bu durumlarını açıklamaktadır.
وَمَا نَقَمُوا
(Va MAv NaQaMUv
“Ve nikmet etmediler”
“Lokma” ağza alınan bir parça yemektir. Sonra ağızla yakalayıp parçalamaya “intikam” denmiştir. “Nimet”in karşılığı “nikmet” olarak da kullanılır. “Nimet” yemek ise “nikmet” ise çiğnemektir. Ni’met nikmete göredir.
Bizden nikmet etmek bizi çiğnemek, bize eziyet etmek demektir. Ağızla çiğnemek ise sözle saldırma anlamına gelir. Bilhassa inanmamışların düzene saldırmaları ancak onlara yapılan iyilikle olmuştur.
İsrail oğulları Avrupa’da şiddetli fesat çıkarmakta idiler, Hıristiyanlığa saldırmışlardır. Avrupa’nın derebeylik bağımsız yapılarını perişan etmişlerdir. Avrupa’nın bin yıllık huzurunu bozmuşlardır. Önce derebeylerinden birini desteklediler ve krallıkla ulus devletleri oluşturdular. Sonra ulus devletleri demokrasiye çevireceğiz diye krallıkları yıktılar. Sonra krallıkları imparatorluklarda birleştirdiler. Sonra onları yıkarak sosyalizm/komünizm ve kapitalizm isimli iki imparatorluk hâline getirdiler ve dünyayı yarım asır inim inim inlettiler.
Bunlar nikmetmek olup bu işi ancak insanlığa dinlerin getirdiği nur ile sağladılar.
إِلَّا أَنْ أَغْنَاهُمُ
(EilLAv EaN EaĞNAvHUMu)
“Sadece onları iğna etmesi”
“İğna etmek” demek zengin etmek demektir.
Bugün dünyada kullanılan ortak para dolardır. Amerikan Merkez Bankası onların özel bankasıdır. Doları onlar basmaktadır. Tüm dünya merkez bankaları onlara bağlıdır, kendi paralarını ancak bankalarında dolar bulundurarak çıkarabilirler. Bankada bulundurdukları doların faizini sermayeye öderler. Başbakan Erdoğan’ın öğündüğü TCMB dolarları var ya; işte o dolarlar onlara ödenen faiz miktarını gösterir! Doğrudan ödenmese bile birileri ödemektedir. Her yıl dolar üzerinde yüzde iki-üç enflasyon yapmaktadır, yani tüm dünyanın hâsılasından tahsildarsız yüzde üç almaktadır demektir. Bunun dışında karşılıksız para çıkardığı için istediği kadar imkâna sahip demektir. İnsanlık tarihi boyunca hiçbir zaman böyle zengin birileri olamamıştır, bundan sonra da olamayacaktır.
Kur’an bu durumu İsra Sûresi’nde anlatmakta, burada da (Tevbe) işaret etmektedir.
Sizi iğna ettik dememektedir, Allah ve resulü onları iğna etti demektedir.
اللَّهُ وَرَسُولُهُ
(EalLAvHu Ve RaSUvLuHu)
“Allah ve resulü”
Yargıdan bahsetmekte, hukuk düzeninden bahsetmektedir.
Onlar hukuk düzenini çiğneyerek dünyaya zulmetmektedirler. Uluslararası ilişkilerde “hukuk” değil “çıkar” esastır demektedirler. Küfrün kelimesini söylemektedirler. Uluslararası ilişkileri yargıya değil de Birleşmiş Milletler’in ekseriyetine havale etmektedirler.
Karar alırlarsa Türkiye gibi safları ona göre yönetirler, almazlarsa kararlara onlar uymazlar. Onlara neden uymadınız diye sorulmaz. Birleşmiş Milletler’in kararları vardır ama sömürmek için vardır, hakkı hak sahiplerine dağıtmak için değil.
Bugünkü zalim düzenin düzelebilmesi, hakemlerden oluşan yargılama sistemini toplulukların kabul etmesine bağlıdır. Bugünkü mevzuatta vardır. Herkes mutlaka hakemlik sistemine rağbet göstermelidir. Sözleşmelerde hakemlik maddesini yazmalıdırlar, ihtilaflarda hakemlere gitmelidirler.
Akevler Kooperatifi bugünlerde yarım asrı doldurmaktadır. Bu kadar uzun zaman var olmak ancak hakemlik sistemi ile mümkün olmuştur.
مِنْ فَضْلِهِ
Min FaWLiHIy
“Fadlından”
Aslında bu ticaretle kazanılan kazançlar haramdır. Tekelin oluşmaması gerekir. Ama faizsiz ve zekâtlı ticaret ise meşrudur.
Sermaye tarihi boyunca faizi de helâl hâle getirmiş, aynı şekilde yargı da faizi savunmuştur. Bugün bütün dünya faiz belası ile sarsılmaktadır.
Faizli sistem işsizlik kalmayıncaya kadar işe yarar ama herkes iş bulduktan sonra faizli sistemi uygulamak enflasyon demektir. Enflasyon demek reel faizin alınamayacağı durum demektir. Sömürü sermayesinin bu sistemle tek yaptığı iş ekonomileri krize sokmaktan ibarettir. Oysa sermaye faizsiz sistemde ticaret yapsa hem insanlığa hizmet etmiş olur, hem de insanlıkla birlikte kendilerine de bereket gelir.
فَإِنْ يَتُوبُوا يَكُ خَيْرًا لَهُمْ وَإِنْ يَتَوَلَّوْا يُعَذِّبْهُمُ اللَّهُ عَذَابًا أَلِيمًا فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ وَمَا لَهُمْ فِي الْأَرْضِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍ (74)
(FaEiN YaTUvBu YaKu PaYRan LaHuM VaEiN YaTaValLaV YuGaüÜıBuHuMu elLAvHu GaÜAvBan EaLIyMan Fıy elDuNYAv Va ElEaPiRaTi Va MAv LaHuM Fıy eLEaRWı MiN VaLiyYıN VaLAv NaÖIyRıN)
“Tevbe ederlerse onlara hayır olur. Tevelli ederlerse Allah onları dünya ve âhirette elim bir azabla azab eder. Ve arzda onlar için bir veli veya nasır bulunmaz.”
Burada “Fa” harfi getirerek çağımızda sömürüsü zirveye ulaşmış sermaye için bunları söylemektedir ama onlara hitap etmeyip bize söylemektedir. Bir taraftan biz iktidara geldiğimizde uygulayacağımız sistemi anlatmakta, diğer taraftan da bize müjde vermektedir.
Bu heyula gibi imparatorluk yıkılacaktır.
Biz 1967’de İzmir’de Akevler Kooperatifi’ni kurduğumuzda bu canavar en yüksek zirveyi yaşıyordu. Dünyada istediklerini iktidar ediyor, getirdiği asker diktatörlerle insanlığa yapmadığını bırakmıyordu. Sosyalistler her yerde ayaklanıyordu, oralardaki ordu ile sömürü sermayesi bir olup insanları inim inim inletiyordu.
Ondan sonra ne oldu?
Biz CHP ile koalisyon (CHP-MSP koalisyonu) kurduk ve sömürü sermayesine ilk yarayı o zaman verdik. İnsanlığa gösterdik ki; bizim savaşımız insanlarla ve halklarla değildir, biz zulümle cihad yapıyoruz. Bu yaptığımızı örnek alan Humeyni İran’da solcularla bir oldu. Bunu örnek alan SSCB Başkanı Gorbaçov din düşmanlığını ve halka zulmü bıraktı, Sovyetler yıkıldı. Sonra Necmettin Erbakan’ın anlatmaları ile dünya uyandı. ABD’de sermaye ikiye bölündü; üretici patronlar ve bankerler. Patronlar mücadeleyi kazandılar ve bir Müslüman zenci çocuğunu ABD başkanı yaptılar.
Putin, Obama ve Erdoğan bir olup savaşı sürdürüyorlar. Sömürü sermayesi dolar gücüne dayanarak her tarafta fesat çıkarıyor ama artık otel odalarındaki kararlarla ülke yöneticilerini düşüremiyor. Bu Kur’an’ın onlara yaptığı son ihtardır. Artık tevbe etsinler. Yoksa ölümleri gelmiştir.
Sermayenin yenilmesi için bir şeyin yapılması yeterlidir. İstanbul’da bir “altın bono” çıkaran kooperatif kurulacak. Bu “altın bono” uluslararası para olacak. Doların sömürme gücü bitecek. ABD de değişik çözümler bulabilir.
a) ABD Merkez Bankası’nı devletleştirir, dolar ABD devletinin millî parası olur.
b) Bankaya dokunmaz, devlet kendisi ulusal kooperatif kurar, ona “toprak parasını” çıkartır, resmi para o olur, dolarla yarışır ve onu alt eder.
c) Her federe devlet kendi devletinde para çıkarır. ABD şimdilik doları kullanmaya devam eder. Zamanla gücünü kaybeden doların bankası kapanır.
İşte bu tedbirleri devletler alırsa tevbe etmiş olurlar ve onlar için hayırlı olur.
Benzer tevbeyi sömürü sermayesi de yapar. Sermaye karşılıksız para çıkarmaktan vazgeçer, faizden vazgeçer, dünyayı sömürmekten vazgeçerse; mevcut sermaye ile dünya ticaretini yine elinde bulundurur, hem insanlığa hizmet eder hem de kendileri de saadete ererler. Ama sömürü sermayesi ‘hayır” der, ısrar eder, inat eder de yine sömürmeye ve fesada devam ederlerse; işte o zaman onlar için dünyada ve âhirette elim azap vardır. Kimse onları kurtaramaz, kimse onlara arka çıkamaz; arka çıkıp kurtarmak istese de kurtaramaz.
Şimdi her okuyucumuz bir arkadaşına burada söylenen ve yazılanları anlatsın. Bu yazdıklarımızda bir eksiklik var mı, bir sakatlık var mı, bir yalan var mı? Onunla tartışsın. Tartışma bizim dergimizde yayımlansın. Böylece tebliğimizi genişletmiş oluruz.
Şunu sizlere söylemek istiyoruz: Bizim tebliğ görevimiz vardır. Çünkü Kur’an onlara değil de bize söylüyor. Biz onlara söyleyeceğiz. Tevbe etmezlerse ne yapacağımızı şimdiden hatırlatmalıyız ki ileride ‘zulmediyorsunuz’ demesinler.
Bu satırları okuyanların görevi vardır. Fırsat buldukları kimselere söyleyecekler. Allah Kur’an’da bildiriyor. Bu sömürüden, bu faizden, bu fitneden, bu dinsizlikten vazgeçsinler. Yoksa yarın Allah onlara azap edecektir. O zaman biz de onlara yardımcı olamayız.
Bu ihtar Gülen Cemaatine ve AK Parti’ye de yapılmaktadır. Artık sömürü sermayesinden korkmayın, artık onlarla işbirliği yapmayın, artık onlara kulluk etmeyin. “Adil Düzen”e sahip çıkıp dört elle sarılın. “Adil Düzen”de hepimiz birleşelim. Kur’an’ın ahkâmı bizi bir ümmet yapsın.
فَإِنْ يَتُوبُوا
(FaEiN YaTUvBUv)
“Tevbe ederlerse”
Tevbe etmek bir yerden dönmektir. Rücu etmek ise bir yere dönmektir. “İlâ” ile getirildiği zaman bir yerden bir yere dönmek demek olur.
Burada sadece dönerlerse, vazgeçerlerse demektir.
Neden vazgeçeceklerdir?
Tekel firma olmaktan vazgeçeceklerdir. Karşılıksız para çıkarmaktan vazgeçeceklerdir. Ellerindeki imkânları sömürü aracı olarak kullanmayacaklar, ellerindeki imkânları fitne aracı olarak kullanamayacaklardır. İnsanlar arasında savaş ve fesat çıkarıp yaymayacaklar. Ellerindeki sermayeyi yalnız alışveriş için kullanacaklar, iş yapmak için kullanacaklar. Başkalarının servetlerini haksız yere almak için kullanmayacaklar, başkalarının dinlerine hükmetmek için kullanmayacaklar. İlmi insanlığı dinsizliğe götürmek için kullanmayacaklar, devletlerin yönetimine karışmak için kullanmayacaklar.
Buradaki harfin “Fa” olarak gelmesi bu hükmün yalnız bunlara has olmayıp tüm işlerde böyle olduğunu göstermektedir. Kötülük yapanlar vazgeçerlerse onlar için de hayırlı olacaktır.
يَكُ خَيْرًا لَهُمْ
(YaKu PaYRan LaHuM)
“Onlar için hayır olur”
“Hayır” daha çok servet için kullanılır, “ihsan” genel anlamda kullanılır. Yani onlar için hayır olur. Bilsinler ki bunu yaptıkları zaman onların servetleri eksilmeyecek, tam tersine artacaktır. Daha çok imkânlara sahip olacaklar, daha çok sermayeye sahip olacaklar.
Bugün onlar karşılıksız para sahibidirler, sahte para sahibidirler.
Oysa yarın “Adil Düzen” geldiği zaman karşılığı olan paraya sahip olacaklar, dolayısıyla onlar için de hayır olacaktır.
وَإِنْ يَتَوَلَّوْا
(VaEiN YaTaValLav)
“Ve tevelli ederlerse”
“Tevelli etmek” sırtını çevirmek demektir. Birisi ile sohbet ederken sözlerine kulak vermeyip sırtını çevirmek tevelli etmek demektir.
Buradan şunu öğreniyoruz ki bizim tebliğ yapmamız gerekmektedir, anlatmamız gerekmektedir. Necmettin Erbakan ömrü boyunca sürdürdüğü mücadelesinde bunu yaptı.
Eksik bir şey kaldı; yapıp gösteremedik, uygulama yaparak gösteremedik.
Şimdi Akevler’deki çalışmamız yapıp göstermedir.
Faizsiz bir müessesenin nasıl çalıştığını göstermemiz gerekir. “Adil Düzen”e göre işleyen bir işletme dünya pazarlarında boy gösterecektir. Bizimle savaşa girişecekler, bizi susturmaya çalışacaklar ama susturamayacaklar.
Bu ne olacaktır?
Yüz dairelik lojmanlı işyeri apartmanı yaparız. Her ülkede onar tane koyarız, her bölgeye koyarız. Oraya yüzer aile yerleştiririz. Üst bodrumu da mala-mal marketi olarak işletiriz. O bölgede üretilenleri satın alırlar, paketleyip dünya pazarlarına gönderirler, diğer bölgelerden gelenleri de orada satarlar. Bunun için bir taşıma ağı kurarız. İşte o zaman dünyaya fiilen faizsiz sistemi göstermiş oluruz.
Bunu birden yapamayız. Önce bir tanesini meselâ Yalova’da kurarız. Sonra ikincisini meselâ Batman’da kurarız. Bunlar çalışmaya başlar. Her hafta bir araç gidip gelir, “Adil Düzen”e göre bölgeler arası ticaret başlar. Sonra bunu meselâ Batum’da kuracağımız bir örnekle gösteririz. Her yer bizim gibi yapmak ister ve bir de bakmışsınız ki dünya mala-mal marketleriyle dolmuştur. Sermaye de artık bizimle alışveriş yapmak zorunda kalıyor. Onun dolarını biz kullanmıyoruz ama o bizim altın senedimizi kullanıyor.
İşte bu tebliğ onlara ulaştığında patron yani üretici Yahudiler kolayca bize uyum sağlayacaklardır. Ama banker yani faizci Yahudiler ise ticareti bilmiyorlar, sanayiden yani üretimden de haberleri yok, işte onlar zorlanacaklardır. Ama şimdiden dolarlarını bizim göstereceğimiz şekilde yatırımlara yöneltirlerse tevbe etmiş olurlar.
يُعَذِّبْهُمُ اللَّهُ
(YuGaüÜıBHuMu elLAvHu)
“Allah onlara azab edecektir”
Buradaki Allah âlemleri rabbi olan Allah’tır.
Aynı zamanda ilerde kurulacak olan “Adil Düzen”in insanlığıdır.
Tabii olarak onlar azaba uğrayacaklardır. Dolarları işe yaramaz hâle gelecektir. Öyle hallere düşeceklerdir ki dilenmek zorunda bile kalabilirler. Ayrıca fitne ve fesada devam ederlerse hakemlerden oluşan adil yargı onları yakalar ve onları tazib eder.
عَذَابًا أَلِيمًا
(GaÜAvBan EaLIyMan)
“Elim bir azab ile”
“Azab” burada nekredir. Dolayısıyla nasıl bir azapla azap edileceği belli değildir.
Ayrıca azap öldürücü değildir. Âhiretteki azap da öldürücü değildir, bu dünyadaki de öldürücü değildir. Sadece sindiricidir.
İsrail oğulları kıyamete kadar varlıklarını sürdürecekler, bazen insanlığa hizmet edecekler ve Allah onları aziz edecek, bazen zulüm yapacaklar ve Allah onları zelil edecektir.
Tarih boyunca ülkeden ülkeye sürülmüşlerdir. Gittikleri yerlere uygarlık götürdüler, oradan uygarlık aldılar. Artık uygarlıklar için herhangi bir kavme ihtiyaç kalmamıştır.
Bugünkü teknoloji zaten uygarlıklar arası etkileşmeleri gerçekleştirmektedir. Bu sebeple Kur’an’ın bildirdiğine göre bu sefer onlar yurtlarında toplanacaklardır. Filistin onların yurdudur, onlara kalacaktır. Filistin Yahudileri dünya Yahudilerine galip geleceklerdir.
فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ
(Fıy elDuNYAv Va ElEaPiRaTi)
“Dünyada ve âhirette”
İsrail oğulları seçilmiş bir kavimdir. Başka kavimlere verilmeyen görevler onlara verilmiştir. Kıyamete kadar bu görevleri devam edecektir.
Bununla beraber bu seçilmiş olma görevli olma anlamındadır. Mükâfatları yüksektir ama azapları daha şiddetlidir. Bu durumları cezalandırma bakımından onlara bir imtiyaz tanımaz. Âhirette de diğer insanlar gibi cehennemde olacaklar, cennette olacaklar.
Bu dünyada da diğer insanlar gibi iyi zamanları olacak, kötü zamanları olacaktır.
وَمَا لَهُمْ فِي الْأَرْضِ
(Va MAv LaHuM Fıy eLEaRWı)
“Ve arzda onların yoktur”
Yeryüzünün her tarafına bugün hâkimdirler ama aynı şekilde yarın tüm dostları onlardan ayrılmış ve uzaklaşmış olacaklardır. Tüm dünya uyanmıştır. Herkes onlardan nefret etmektedir. Onlar da bunu bilmektedirler ve bunun için insanlara kendilerini sevdirme yerine insanları korkutmaktadırlar. Yahudilerin zulüm programlarını onlar yazdırdılar. Ahmet Hakan böyle programlarını Kanal-7’de yaptı, bugün onların basınında yazmaktadır. Bu nefret bir gün bardağı taşıracak ve onlar kaçacak yer arayacaklardır.
مِنْ وَلِيٍّ
(MiN VaLiyYıN)
“Velilerden birini”
“Veli” dayanışma ortaklığının sorumlusudur. Hiçbir dayanışma ortaklığı onları kendi dayanışmalarına almayacaktır. Buradaki “min” menfiden sonra geldiği için nekredeki velide ta’mim yapmaktadır.
وَلَا نَصِيرٍ
(VaLAv NaÖIyRın)
“Ve bir nasir”
“Nasir” yardımcı demektir.
Düşmana karşı saldırıdaki yardım “nasir” ile, bir işe yardım “avn” ile ifade edilir. Yani onları hiçbir dayanışma ortaklığı savunmayacaktır. Onlara gelecek azabdan da onlara yardım edecek yoktur.
Bu âyetler Adil Düzen Çalışanlarına büyük müjdeler verdiği gibi onlara ağır yükler de yüklemektedir. Ücretleri yüce olacaktır ama ihmalleri hâlinde cezaları da ağır olacaktır.