TEVBE SÛRESİ TEFSİRİ(9.SURE)
Süleyman Karagülle
1773 Okunma
102 VE 104.AYETLER

Tevbe Sûresi-43

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

 

***

 

وَآخَرُونَ اعْتَرَفُوا بِذُنُوبِهِمْ خَلَطُوا عَمَلًا صَالِحًا وَآخَرَ سَيِّئًا عَسَى اللَّهُ أَنْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ (102) خُذْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكِّيهِمْ بِهَا وَصَلِّ عَلَيْهِمْ إِنَّ صَلَاتَكَ سَكَنٌ لَهُمْ وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ (103) أَلَمْ يَعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ هُوَ يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِهِ وَيَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ وَأَنَّ اللَّهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ (104)

                                                                             

وَآخَرُونَ اعْتَرَفُوا بِذُنُوبِهِمْ خَلَطُوا عَمَلًا صَالِحًا وَآخَرَ سَيِّئًا عَسَى اللَّهُ أَنْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ (102)

(Va EAvPaRUvNa iGTaRaFUv BiÜuNUvBiHiM PaLaOUv GaMaLan ÖAvLıXan Va EAvPaRa SayYıEan GaSavy elLAvHu EaN YaTUvBa GaLaYHiM EinNa elLAvHa ĞaFUvRun RaXIyMun)

“Zenblerini itiraf eden diğerleri, salih amel ile diğer seyyieyi halt ettiler. Allah onların tevbelerini kabul edebilir. Allah ğafurdur, rahimdir.”

Çevrenizdeki a’rabdan münafıklar vardır. Medine halkından da münafıklığa soyunanlar var. Siz onları bilmiyorsunuz. Biz biliyoruz. Onlar büyük azaba uğrayacaklardır dendikten sonra, yine münafıklardan bir diğerleri vardır. Onlar iyi ameller ile kötü amelleri birleştirmişlerdir diyerek burada münafıkları ikiye ayırmaktadır. Sonra bir üçüncü gruptan bahsetmektedir.

Üç grupta toplanmaktadır.

a) Azab görmeleri kesinleşmiş kimseler.

b) Affedilmeleri kesinleşmiş kimseler.

c) Affedilebilen veya cezalandırılacak kimseler.

d) Dördüncü grup olarak saydığı kimseler ise mescid-i dırar edinenlerdir.

Münafıklar çıkar için müslim olanlar değildir. Kur’an onlara bütçeden pay ayırmaktadır. Onlar “Adil Düzen”e inanmıyorlar ama “Adil Düzen”i çıkarları sebebiyle destekliyorlar. Onların bu çıkarları gösterilir. Bunlar müelleflerdir. Münafıklar, “Adil Düzen”e karşı oldukları, ona düşmanlık yaptıkları halde biz Adil Düzenciyiz diyenlerdir.

AK Partililer içinde Adil Düzen münafıkları yoktur, bunlar alenen biz “Adil Düzen”e karşıyız diyorlar. Ama Millî Görüşçüler içinde “Adil Düzen”e karşı oldukları halde “Adil Düzen”i kerhen savunanlar münafıktır. Burada anlatılan bunlardır. Millî Görüşçüyüm deyip Adil Düzen çalışanlarına karşı cephe almış olanlar, onları konuşturmayanlar, onlara partide ve ESAM’da yer vermeyenler münafıkların kendileridir.

Bunları da Kur’an üç veya dört grupta toplamaktadır.

Bunlardan birinci grubu bundan önceki âyette anlattı.

Şimdi ikinci grubu burada anlatıyor, “Diğerleri” diyor.

Bunlar günahlarını itiraf edip Akevler’in yanında, Erbakan’ın yanında yer alanlardır.

Şimdi Ankara’da seçim oldu. Biz bu merhalede aday olmasını doğru bulmadığımız halde Fatih Erbakan adaylığını koydu. Akevler’i temsilen Arif Ersoy da Fatih Erbakan’ı destekledi. Delegelerin dörtte birden fazlası Erbakan’a oy verdi. Burada önemli olan delegelerin “Adil Düzen”e oy vermesidir. Bunlar için Kur’an ‘günahlarını itiraf ettiler’ diyor. Zımnen itiraf ettiler, Akevler’i ve Erbakan’ı desteklediler. Burada önemli olan Fatih Erbakan veya Arif Ersoy değildir, önemli olan bunların temsil ettiği “Adil Düzen”dir.

Bundan elli sene evvel dinsizlik ile dindarlık çekişmesi vardı. Din kutsaldı ve din bu dünya işlerine karışmazdı! Bu pespaye dünyada Allah’ın ne işi vardı! O oturduğu yerde otursun, dünyayı biz idare edeceğiz diyorlardı! İnananları tahkir edip hapishanelere atıyorlardı. Dağdaki eşkıya ile dini savunanlar aynı kefeye konuyor, onlara da aynı şekilde saldırıyorlardı. Akevler’de başlayan ve Erbakan ile Gülen’in katılması ile güçlenen mücadele sonunda bugün artık din dışlanamıyor. Dindarlar artık hapishanelere dolmuyor. Din merdud olmaktan çıktı, mergup oldu. Bunun Millî Görüşün ve Nur cemaatinin sabırlı çalışmaları sayesinde olduğunu kimse inkâr edemez.

1960’larda Erbakan ve Risale-i Nur şakirtleri ile yola çıktığımızda üç ayrı görüş vardı.

1) Gülenciler: Biz önce insanları Müslüman edecek, sonra iktidar olacağız. Halkımız henüz İslâmiyet’e inanmamıştır. Siyaset yapmak henüz erkendir.

2) Millî Görüşçüler: Halkımız zaten Müslümandır, iktidar olunca halkımızla beraber insanlık nura kavuşmuş olur.

3) Akevler’in görüşü şu idi: Biz Akevler içinde İslâmiyet’i yaşamalıyız. İslâmiyet’i henüz biz de bilmiyoruz, öğrenmeliyiz. Ama bizim ilimde, dinde ve siyasette dışarıya açılmamız gerekir. Bu açılmanın iki sebebi vardır. Birincisi; biz siyaset yapmazsak, biz cemaat oluşturmazsak, biz medreseleri devam ettirmezsek bize saldırırlar ve biz kendimizi savunamayız. İktidar olma amacıyla değil, sadece savunma amacıyla örgütlenmeliyiz. İkinci amacı ise tebliğdir. Bizim partimiz olmazsa, bizim cemaatimiz olmazsa insanlara nasıl ulaşacağız, tebliğ vazifemizi nasıl yapacağız, yeni arkadaşları nasıl bulacağız?

Şimdi o günleri atlattık.

Şimdiki kavga dindar olup olmama değildir, şimdi herkes dindardır.

Şimdiki kavga İslâm düzeni gelsin mi gelmesin mi kavgasıdır. İslâm inanışı ve ibadeti tamamdır ve yeterlidir, amel-i salih için de Batı’nın faizci ve zinacı düzeni bize yeter, o öyle devam etsin anlayış ve zihniyeti iledir.

Gerek gömlek çıkaran eski Milli Görüşçüler, gerekse Nurcular, şimdiye kadar “Adil Düzen”e karşı idiler. Ama şimdi ve özellikle de son olaylardan sonra onların içinde de artık “Adil Düzen” dışında çözümün olmadığını anlayanlar vardır. İşte Kur’an bu âyette bize bunun haberini vermektedir. Saadet Partisi 5. Kongresi ile Millî Görüşçülerin de bu anlayışa gelmekte olduklarını görüyoruz. Duamız odur ki; Mustafa Kamalak da bu gerçeği idrak eder ve sermayenin baskılarından kurtulur, Akevler ve Fatih Erbakan’la diyaloga girerse, partisini “Adil Düzen” partisi hâline getirir.

Yine dua ediyoruz ki; Fatih Erbakan bu gerçeği idrak eder, 1/100 000’lik projesini 1/10 000’e, 1/1000’e indirir. Babası Necmettin Erbakan 100 sahifelik “Adil Düzen” kitabını yazdı, kendisi de 1000 sahifelik “Adil Düzen” kitabını yazsın; babası kaynağın Akevler olduğunu bildi, kendisi de bilsin.

Mustafa Kamalak’a bizim önerimiz vardı; “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nı birlikte ele alalım diye yazılı teklif yaptık. Cevap verme tenezzülünde bile bulunmadı. Artık günahını itiraf eder ve Allah’ın ona tevcih ettiği görevi yapmaya başlar duasındayız...

Duamız Erdoğan’ın, Bahçeli’nin, Kılıçdaroğlu’nun ve dördüncü partideki (eski BDP) eş başkanların da bu gerçeği görmeleridir.

Bu âyette amel-i salih ile seyyieyi karşılaştırıyor.

Amel-i salih nedir?

Uyumlu işlerdir. Biz öyle hareketler yapmalıyız ki mevcut olan düzenin yaptıklarını yıkmayacağız. Onlar değişecek ve bizim düzene geleceklerdir. Örnek olarak biz kendi bucağımızı kuracağız. Önce on ailelik bir “ocağı” kuracağız… Sonra yüz ailelik bir “semt” kuracağız… Sonra bin ailelik bir “bucak” kooperatifini kuracağız... Biz bunları yaparken mevcut düzenle çatışmayacağız, onların faizli düzenini bozmayacağız. Biz kendi bucağımızın içinde faizsiz düzeni kuracağız. Tüccarlarımız bizden aldıkları malları onların piyasasında onların düzeni içinde satacak ve bizim ihtiyacımız olan malları satın alacaklardır.

Sonra ne olacak?

Bizim bucağımız başarılı olunca, bizimkine benzer bucakları sonra onlar kendileri kuracaklardır. Biz kurmayacağız. Herkes bizden örnek alıp kendisi kuracaktır.

Eski Millî Görüşçülerin ve Gülen Cemaati’nin hataları bunlardır. Merkezi yönetim sistemini benimsediler, merkezden yönettiler. Sonunda o merkezi ajanlar ele geçirdiler. Şimdi iki taraf da işgal edilmiş durumda. İslâm düşmanları iki tarafı birbirlerine çatıştırarak İslâmiyet’e zarar vereceklerini sanıyorlar, “Adil Düzen”i önleyeceklerini sanıyorlar. Oysa bu gelişmeler iki cemaatin yani AKP ve Gülen Cemaati’nin de uyanmasına ve “Adil Düzen”in, etrafında birleşmelerine sebep olacaktır.

وَآخَرُونَ

(Va EAvPaRUvNa)

“Ve diğerleri”

“Diğerleri” burada nekredir. Demek ki başka diğerleri de vardır. Nitekim bundan sonra gelen âyette “ve” ile atfederek “ve diğerleri” deniyor. Nekre olduğu için mübteda olamaz ama eğer bir sıfatla tavsif edilirse o kısmı marife olur ve o zaman mübteda olur.  Haberi ameli salihle diğer seyyieyi karıştırdılar, cümlesidir.

Burada diğerlerinden maksat münafıklardır, “Adil Düzen”e karşı gelen münafıklardır. Bunlar köylü olabildikleri gibi kentli de olabilirler. Aydınlar olabildiği gibi okumamışlar da olabilirler. Önce “Adil Düzen”e şiddetle karşı çıkanlar vardı. Bunları sermaye organize ediyor ve askerlerle solcular gösteriliyordu. CHP ile Millî Selâmet Partisi (MSP) koalisyon yapınca bu balon patladı. İkinci balon da ordunun AK Parti’yi desteklemesi ile patladı. AK Parti’nin kazanacağı anlaşılınca seçimi yaptırmamak için soyunan münafıklara karşı o zamanki Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu, “Seçim olacak, bu millet daima isabetli oy vermiştir.” demiştir. Böylece ordunun Adil Düzen düşmanlığı yalanı da havaya uçtu. Yani aleni muhalifler kalmadı. Şimdi “Adil Düzen”e dayanarak iktidar olanların kapalı muhalefetleri kaldı. Bu da münafıklıktır.

Bu âyet kadar güzel bir şekilde AK Parti’yi anlatan hiçbir cümle olamaz.

Erbakan’a muhalefet ile işe başlayan AK Parti, “Adil Düzen”i terk ile işe başlayan AK Parti elbette birçok amel-i salih de yapmıştır, ama yanlışlar da yapmıştır. Bizim AK Parti’nin amel-i salihlerini saymamız gerekmektedir. AK Parti’nin seyyielerini yani kötülüklerini de saymamız gerekmektedir. 2000 yıllarındaki mantık ile bugünkü mantık tamamen değişmiştir. Bu dünyada meydana gelen değişmeye paralel olmuştur. AK Parti bu hususta uyum sağlamıştır. Kötülükler de olmuştur.

Dört tane iyilik ile dört tane seyyieyi/kötülüğü örnek olarak zikredeceğiz.

AK Parti’nin iyilikleri:

a) AK Parti bir iş yaparken ben nasıl oy alırım diye hesabını yapmamıştır. Ülkem için ne iyidir, insanlık için ne iyidir diye hareket etmiştir. Partizan yönetim sona ermiştir.

b) AK Parti yap-işlet modeli ile ülkenin atıl imkânlarını faaliyete geçirmiş, böylece hem insanlığa hizmet etmiş hem de ülke halkını refaha götürmüştür.

c) AK Parti İslâmî yaşamından ve İslâmiyet’i savunmadan taviz vermemiş, yavaş yavaş başörtü yasağına varıncaya kadar bazı sorunları çözmüş, sabretmiş ama bozulmamıştır.

d) AK Parti son saldırılara karşı cesaretle direnmiş ve saldırıları püskürtmüştür. Sağlam ekonomi anlayışı sebebiyle bir kitap fırlatma ile ekonomi politikası bozulmamıştır, krizlere karşı sağlamca direnmiştir.

AK Parti’nin kötülükleri:

a) AK Parti mevcut düzende iyi işler yapmış ama düzeni değiştirmede herhangi bir adım atmamıştır. % 10 seçim barajı hâlâ duruyor, birçok parti ve görüş hâlâ parlamento dışında. Sorunlar sistemle çözülmüyor, kişilerin hukuk dışı davranışlarıyla çözülüyor.

b) AK Parti döneminde de faizli, rüşvetli, fesatlı, yağmacı uygulama devam etmektedir. Buna karşın şu tedbiri almışlardır; güya kendisi veya kendileri yapmasa bile, herkesin (faizli, rüşvetli, fesatlı, yağmacı vs şeyler) yapmasını hoş karşılamışlardır.

c) AK Parti’nin takip ettiği kötü politika sonucunda köylerimiz boşalmış, ülkemizin ekonomik geleceği tehlikeye girmiştir. Çalışmadan yaşama siyaseti ve anlayışı artık son haddine ulaşmıştır. Ülkemizin coğrafi durumundan dolayı elde ettiği rant halkımızı üretim yapmamaya, tembelliğe ve yoksulluğa doğru kaydırmıştır.

d) Eğitim ve sağlık giderleri artmıştır. Eğitimin seviyesi süratle düşmüştür. Toplama işlemini bile bilmeyenler, cümle bile kuramayanlar üniversite mezunu olmaktadırlar. Yüksek lisans yapanların seviyesi bile bir zamanların ilkokul seviyesine inmiştir. Bu genel durum da eğitimdeki kötü politika nedeniyle olmuştur.

İşte, burada Allah’ın verdiği bir haber vardır. AK Parti bu hatalarını itiraf edecek yani tevbe edecek, doğrusunu yapacak ve Allah da AK Parti mensuplarını affedecektir.

اعْتَرَفُوا بِذُنُوبِهِمْ

(iGTaRaFUv BiÜuNUvBiHiM)

“Günahlarını itiraf ettiler”

Bu âyet tam gerçekleşmiş değildir. Ama yakında Saadet Partililer ve AK Partililer “Adil Düzen”e karşı takındıkları tavır ve uygulamalarını itiraf edecekler, bu yanlış tutum ve kötülüklerini düzelteceklerdir.

“İtiraf etmek” demek, biz yanlış yaptık demektir.

Bugün de yanlış kararlar almaktadırlar. Üç devrelik milletvekili olma şartı yanlıştır. AK Parti’den sivil birinin cumhurbaşkanı olması yanlıştır. Seçim barajını indirmemeleri yanlıştır. Anayasa çalışmalarında Kur’an’ı göz ardı etmeleri yanlıştır.

Bu konulardaki günahlarını itiraf edip bunları düzelteceklerini umuyoruz.

AK Partililer ve Gülen Cemaati mensupları ikiye ayrılacaklar. Kimileri itiraf edecek ve “Adil Düzen” içinde beraber yürümeye devam edeceğiz. Allah, günahlarını yani yanlışlarını itiraf edip gereğini yaparlarsa, bunların tevbelerini kabul edeceğini bu âyette bildirmektedir.

خَلَطُوا عَمَلًا صَالِحًا

(PaLaOUv GaMaLan ÖAvLıXan)

“Salih ameli karıştırdılar”

Salih amel nedir?

Bize göre salih amel “Adil Düzen” için atılmış adımların devam ettirilmesidir.

a) 1967’de kurulan Akevler Kredi Ve Yardımlaşma Kooperatifi’nin İslâm düzeninde siteleşme hareketinin devam ettirilmesi ve daha da geliştirilmesi gerekmektedir. Herkes her merhalede ve her konuda attığı adımları buna göre atmalıdır.

b) 1969’da kurulan Millî Görüş Hareketi İslâm’ın bir düzen olduğunu ortaya koymuş, şahısları değil düzeni değiştirmeyi hedeflemiştir. CHP ile koalisyon (CHP-MSP koalisyonu) bunu ifade eder. Bu “barış düzeni”ni herkes kabul edip koalisyonlar kurulmalıdır.

c) 1990’larda “ADİL DÜZEN” ile ortaya çıkılmış ve iktidar olunmuştur. Bu “Adil Düzen” çalışmaları durdurulmamalı, aksine sürdürülüp daha da geliştirilmelidir. Bu konularla ilgilenen herkes devreye girmeli, “Adil Düzen” çalışmaları ve “Yeni Anayasa” yani “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası” çalışmaları bu istikamette ilerlemelidir.

d) AK Parti tek başına iktidara gelmiş ve 12 senedir birçok iyi adımlar atmıştır. Atılan iyi adımlar durdurulmamalı, aksine tamamlanmalıdır. AK Parti’nin yaptığı iyi işlerden biri de şudur; kendisinden önce başlatılan işleri bile yarım bırakmamış, tamamlamıştır. Yolsuzluk borçlarını da ödemiştir. Aşırı enflasyon da olmamıştır.

وَآخَرَ سَيِّئًا

(Va EAvPaRa SayYıEan)

“Ve seyyie olarak diğerini”

Burada “diğerleri” demeyip “diğeri” demiş olması, “salih amel” ifadesinin de müfret olarak gelmesi, ama ikisinin nekre olması, sistematik bir iyi işler yerine raslantı olarak yapılan iyi işler demektir. Sistematik kötülük değil de raslantı olarak işlenmiş kötülük demektir.

AK Parti’nin yaptıkları ne kadar beliğ bir şekilde anlatılmaktadır.

AK Parti Suriye yönetimi ile önce dost olur, biraz sonra düşman kesilir! Dostluk yaparken sömürü sermayesinin buna tahammül edemeyeceğini hesaba katmaz; düşman olurken de yine aynı sermayenin oyuncağı olduğunu aklına getirmez.

عَسَى اللَّهُ أَنْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْ

(GaSavy elLAvHu EaN YaTUvBa GaLaYHiM)

“Allah onların tevbesini kabul edebilir”

Evet, AK Parti samimidir, iyilik yapmak istiyor ama bu kadarını becerebiliyor.

Böyle bir zamanın geçmesi gerekirdi. Allah onun için izin verdi. Artık düzelmesi gerekir. Artık eksikliklerini görmesi gerekir. Bunun için Akevler’e muhtaçtır, AK Parti. Çünkü Akevler ona sadece Kur’an’dan aldığı bilgileri aktaracaktır ve AK Parti’nin iyiliğini istemektedir; bu arada elbette başkalarının da iyiliğini istemektedir.

Bizim Kur’an’ı anlamada hatalarımız veya eksiklerimiz olabilir ama Kur’an’ı tamamen yani bir bütün olarak yanlış anlamamız mümkün değildir. Çünkü biz Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat mezhebindeniz. Tarih ve tarihî gelişmeler göstermiştir ki bu mezhep en aklî ve haklı mezheptir.

إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ (102)

(EinNa elLAvHa ĞaFUvRun RaXIyMun)

“Allah gafurdur rahimdir”

 Buradaki “Allah” topluluktur.

“Allah” lafzı izhar edilmiştir ve haber nekre getirilmiştir.

Yani “Adil Düzen çalışanları” hüküm verirken eski hatalarından dolayı AK Parti’den uzak olmayacaklar, yeni müsbet isabetlerinden dolayı yanlarında olacaklardır. Nitekim Cemaat ile yakınlığımız olduğu halde biz AK Parti tarafını tuttuk.

AK Parti şimdi Gülen’e saldırmakla büyük hata yapıyor. Gülen etkisiz hale gelebilir ama cemaat hareketi devam edecektir. Bediüzzaman’a bir mezarı bile çok gördüler ama onun cemaati ile beraber şimdi bizimle de mücadele ediyorlar.

خُذْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكِّيهِمْ بِهَا وَصَلِّ عَلَيْهِمْ إِنَّ صَلَاتَكَ سَكَنٌ لَهُمْ وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ (103)

(PuÜ MiN EaMVAvLıHıM ÖaDaQaTan TuOahHıRuHuM Va TüÜakKıYHıM FiHAv Va ÖalLı GaLaYHıM EinNa ÖaLAvTaKa SaKaNun LaHuM Va elLAvHu SaMIyGun GaLIyMu)

“Onların mallarından sadaka al. Onları onunla tathir et ve tezkiye et. Ve onlara tasliye et. Senin salatın onlar için sekendir. Allah semidir, alîmdir.”

Yukarıda onların içinde günahlarını itiraf edenler vardır denmiştir. Biz bunları “Adil Düzen”i bırakmakla günah işlediklerini kabul eden AK Partililer ve Millî Görüşçüler ile Gülenciler olarak anlıyoruz. Biz diyoruz ki; Akevler ile yola çıkan bu iki cemaatin İslâm düzenine katkıları olmuştur. Akevler için iyi işler yapmışlardır. İslâm düzeni için iyi adımlar atmışlardır. Ama aynı zamanda “Adil Düzen”e de karşı çıkmışlardır. Onların içinde günahlarını itiraf edip başlangıçta olduğu gibi “Adil Düzen”in oluşmasında Akevler ile beraber olacak kimseler vardır. Bunlar günahlarını itiraf edip Adil Düzen çalışmalarına katılacaklardır. Buradaki “Hum” zamiri onlara gitmektedir.

“Huz” emrine muhatap olan kimdir?

Kur’an’ı yorumlamak demek, yaşadığınız günlerde ve çevrede zamirlerin kimlere raci olacağını belirlemek demektir. Uğur Tanış’ın döngü çalışmaları bu yolda değerlendirilmelidir. Kur’an’daki zamirlerin raci olduğu kimseler her dönemde vardır. Kur’an nâzil olduğu zaman, o zaman yaşayanlara işaret ediyordu; şimdi/bugün ise bugün yaşayanlar içinde olanlara o zamirler raci olacaktır. O halde tekrar soralım: “Huz/al” emri kime verilmektedir?

Bundan önce bu emrin Necmettin Erbakan’a emir şeklinde olduğunu kabul etmemiz gerekir. Nitekim Erbakan tüm müminlerden destek almıştır. Peki, bugün yani şimdi muhatap kimdir? Yine Fethullah Gülen bu “Huz” emrinin muhatabıdır. Nitekim o da onu destekleyenlerin sadakalarını aldı ve bugünkü teşkilatını kurdu.

Akevler bunun neresindedir? Akevler’de bu “Huz” emrinin muhatabı kimdir? Bunun üzerinde durmalıyız.

Önce benim içtihadım şudur. Geçimini başka yerden sağlayan bir başkan bu “Huz” emrine muhatap değildir. Geçimini Akevler’den sağlayacaktır ama en sonunda mal varlığı çocuklarına değil kooperatife kalmış olacaktır. Çocuklarının tüm giderlerini kooperatif yüklenecektir. Henüz Akevler İstanbul Kooperatifleri bu duruma gelmemiştir, başkanı finanse edecek gelirlere sahip değildir. Akevler İzmir Kooperatifleri bu gelirlere sahip ise de işini bırakıp ben Akevler’in dışında iş yapmam, gelir de istemem, bundan sonra biriktireceğim mal da benim değil Akevler’in olacaktır diyen kimse yoktur. O halde bugün için Akevler’de bu “Huz” emrine muhatap kimse yoktur.

Bu açıklamamızla diyebiliriz ki bu âyetin muhatabı henüz ortaya çıkmamıştır. Bizim yaptığımız çalışmalar Mekke dönemi çalışmalarıdır. Müminler olarak çalışıyoruz. Yarın Allah birini görevlendirecek; ‘Ben “Adil Düzen”e göre Akevler’in başına geçmek istiyorum, başka bir iş yapmayacağım’ diyecektir. Şimdilik düşündüğüm faaliyet yeri Yalova’dır. İşte böyle bir girişimci Yalova’yı mesken tutar. O zaman tüm AK Partililerden, tüm Millî Görüşçülerden, tüm Gülen Cemaati mensuplarından ve tüm diğer ehl-i Kur’an’dan sadaka kabul edebilir. Hattâ tüm ehli haktan yani Yahudi, Hıristiyan, Hindu ve Budistlerden sadaka kabul edebilir. Kur’an’ın “Allah seni makamı mahmuda ba’s edecektir” (17/79) ifadesi de yerini bulur.

Demek ki bu “Huz” emrine muhatap olabilmek için iki iş yapılacaktır.

a) Akevler dışında bir gelire sahip olunmayacak, miras çocuklara bırakılmayacaktır.

b) Diğer taraftan da günde her fırsatta toplantılara katılıp ilmî çalışmaları yapacaktır.

Nasıl doktor olmak için okul bitirmek gerekiyorsa, resul olmak için de Kur’an’ın ortaya koyduğu şartların yerine getirilmesi gerekiyor.

Bugün Akevler sadece ortak alabilir ve ortakların muhasebesini tutar, sadaka almaz.

“Tathir eder ve tezkiye eder” diyor, âyet. İkisi de temizliktir. Burada ikisi de bir arada “ve” harfi ile getirilmiştir. O halde “tathir” nedir, “tezkiye” nedir? Üçüncü binyıl uygarlığı bu kelimelere verilecek sosyolojik manalar üzerinden kurulacaktır.

“Tuzekkîhim ve Tutahhiruhum”daki “Te” harfi sadakaya işaret etmiş olur. Sadaka onları tezkiye eder ve tathir eder anlamı verilebilir. Yahut sen tezkiye eder veya tathir edersin denmiş olur. Temizlenen mal değil kişilerdir. “Tüzekkî emvalehum” denmiyor, “Tüzekkîhim” diyor. Sadaka, sadaka verenleri tezkiye edecektir. Haram olan kazanç malı pis yapmaz, onun malikini pis yapar. Dolayısıyla mağsub olan bir yerde namaz kılınırsa namaz geçerlidir.

“Onlar üzerine salatı rabbin için salat et.” Buna karşı onlar tezkiye edilecek, onlar tathir edilecek ve onlar üzerine salât edilecektir.

Burada “Huz” ve “Salli” birbirine atfedilmiştir.

“Senin salâtın onlara sekendir.”

“Kur’an’da Cuma namazını başkanın kıldıracağına dair emir var mıdır?” diye sual ediliyor. İşte burada diyor ki; onlara namazı sen kıldır, çünkü namazı senin kıldırman onlara sekendir denmektedir. Ve Allah semidir alimdir.

خُذْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً

(PuÜ MiN EaMVAvLiHiM ÖaDaQaTan)

“Onların mallarından sadaka ahz et”

Burada emir başkana verilmiştir. “Alınız” denmiyor da “Al” deniyor. Demek ki başkan sadakaları alır. Halk çalışır, kazanır ve yaşar. Gerek çalışmada gerek yaşamada topluluğun imkânlarından yararlanır. Onun güvenliği korunur, çalışması ve yaşaması güvence altına alınır. Krediden yararlanır. Ortak alanlardan yararlanır. Gerektiğinde ona yardım edilir. Topluluğun ferdidir. Topluluk onu gözetmek zorundadır. O da topluluğa borcunu ödeme durumundadır. Başkanın görevi karşılığı olmak üzere topluluğun bu payını alır ve topluluğun yapması gereken işleri yapar. Bu görev başkana yani hükümete verilmiştir. Hükümet aynı zamanda icranın başıdır.

Min” kelimesi getirilmiştir. Marife üzerine getirilmiştir. Belli miktarda al demektir. Gelişigüzel demek değildir.

Biz “Adil Düzen işletmelerini” kurduğumuz zaman, kurduğumuz o Adil Düzen işletmelerindeki payımızı alacağız. İzmir Akevler’de uygulanan kural şudur. Devlet vergi alıyor ve buna karşılık kamu işlerini yapıyor. O onun hakkıdır. Ona hakkını vereceğiz. Ama devlet bazı yerlerde vergi almıyor, yapması gereken hizmetleri de yapmıyor. İşte, kooperatif kendi işletmelerinden bu payları alacak ve bugünkü devletin yapmadığı hizmetleri yapacaktır. Örnek olarak devlet bugün faizsiz kredi vermiyor. Kooperatif bunu yapacaktır.

Burada yalnız kooperatif üyelerinden sitede oturanlardan değil, İslâmî siteyi destekleyenlerden de al deniyor. Akevler dışarıdaki işletmelere “Genel Hizmetler” vermedi, onlardan da sadaka almadı. Sadece kooperatifin ortaklarından aldığı sermaye ile ortakların kurdukları işletmelere destek verdi. Şimdi bu âyet diyor ki; artık “Genel Hizmetleri” yalnız kooperatif ortaklarının kurduğu işletmelere değil, dışarıya da yapın deniyor.

Taha Özket böyle bir hizmeti Akevler’de denedi. O günkü şartlarda başarılı olunamadı. Akevler ne zaman “Genel Hizmetler” verecek duruma gelir, o zaman dışarıdaki işletmelere de “Genel Hizmetler” verecektir. O zaman AK Partililer, Cemaat mensupları ve Millî Görüşçüler kendi işletmelerinin Genel Hizmetini Akevler’e yaptıracaklardır. Onlardan pay alınacaktır. Böylece kayıt dışı ekonomi kayıt içine girecektir. Haram kazançlar helal olacaktır. Faizsiz çalışacaklar, vergi kaçırmayacaklar “Genel Hizmetleri” kabul edecekler...

Allah bize böyle olacağını haber veriyor.

Kendilerinden al denmiyor, “mallarından al” deniyor. Dolayısıyla bugünün tam tersine kimsenin şahsından pay almıyoruz, mallarından alıyoruz. Kazançlarından denmiyor, “mallarından” deniyor. “Nakit”ten vergi alınmıyor, “ayın”dan vergi alınıyor. Tarladan çıkan mahsulden, yerden çıkarılan madenden vergi pay olarak alınıyor. Mağazada bulunan maldan vergi alınıyor. Mükellef yok pahasına mallarını satıp vergi ödemek durumunda olmuyor.

Vergiyi mal olarak alma zor görüldüğü için Batılılar vergiyi paradan yani paranın kazancından almaktadırlar. Hattâ İslâmiyet’i ilkel düzen olarak itham etmektedirler. Oysa paradan vergi almak ekonomik kriz yaratır. Çünkü halkın satın alma gücünü düşürür. Oysa maldan vergi aldığınızda halkın elinde para çok ona karşılık mal azalmış olduğu için üretimi artırır. Yani müşterisi olan mal üretilir. Nitekim Keynes bunu keşfetmiş ve enflasyonu önermiştir. Keynes’in enflasyonla yaptığını İslâmiyet enflasyonsuz yani zekâtla yapıyor.

Buradaki “Min Emvalihim” kelimesi tüm insanlığı ekonomi bakımından saadete götürecek formülü vermektedir.

Sadakaten” kelimesi de verginin zorla alınamayacağını, mükelleflerin kendi istekleri ile ödeyeceklerini ifade etmektedir.

Bugün halk vergi vermek istemiyor, devlet zorla alıyor.

İslâm düzeninde ise halk vergi vermek istiyor ama iyi olmayan insanlardan vergiyi kabul etmiyor. Ne kadar zıt düzenler değil mi? Onlar buna ütopya diyorlar. “Adil Düzen”de bu gerçekleşecek ve insanlar mucizeyi göreceklerdir.

تُطَهِّرُهُمْ

(TuOahHıRuHuM)

“Onları tathir edecektir/sen tathir edeceksin”

Burada tathir eden sadaka olabilir yahut sen olabilirsin. Elbiseni tathir et, ruczeden hicret et deniyor. O halde tathir edilen hakiki pislik değil hükmi pisliktir, hükmi kirliliktir. Evi tathir et diyor yani tozdan temizle demektir Tef’il bâbını getirerek sürekli temizleme getiriyor.

Sadaka da halkın mallarını kirden ve tozdan temizler.

Bunu nasıl yapar?

Siz kazandığınız zaman diğer insanların haklarından da kazanıyorsunuz. Onların yeryüzündeki paylarından yararlanıyorsunuz. Onlar kötü duruma düşüyor. Sizin mallarınız kirlenmiş ve tozlanmış oluyor. Sizin zekât vermenizle onların hakları onlara gidiyor, onlar da yaşama ve çalışma/üretme imkânı buluyor, dolayısıyla sizin mallarınızın üzerindeki kir kalkıyor. Ekonomik çevreniz temizleniyor.

“Sen tathir et” manasını versek, zekâtı verilen mallar güvence altına alınıyor, hukukça korunuyor. Haksız yere gasp edilirse devlet onu tazmin ediyor. Demek ki sadakayı kabul etme demek onların kazançlarını güven altına alma demektir.

Mesela, bir merada kırk koyunu olan ‘benim kırk koyunum var’ diye beyan eder de bir koyunu zekât olarak verirse, bütün koyunları sigortalanır. Eğer beş koyunu çalınırsa, devlet çalanı bulup malını sana iade etmezse, devlet onu öder. Ama eğer siz zekât vermezseniz, sizin malınızı çalsalar veya gasp etseler, devlet onu korumaz ve tazmin etmez. O halde merada yayılan hayvanın sadakasını kabul etmemek demek, ona o merada hayvanları yaymasına izin vermemek demektir. Birileri gider gasp ederse, devlet onu korumaz demektir. Dikkat edilecek olursa, burada devlet gidip gasp etmiyor, ceza vermiyor, sadece onu korumuyor.

Burada “Ha” demeyip “Hum” demiş olması mallarını tathir etmiyor, onun maliklerini tathir ediyor. Dolayısıyla zekâtı verilmeyen mallar pis değildir, haram mallar pis değildir; pis olan onun malikidir, gasibidir.

وَتُزَكِّيهِمْ بِهَا

(Va TüÜakKIyHıM BiHAv)

“Ve onları onunla tezkiye edersin”

Buradaki “Ha” zamiri sadakaya gittiğine göre “tüzekkî”deki “ta” hitaba gitmektedir.

O zaman başkanın görevi onlardan aldığı sadakalarla onlardaki kirleri gidermektir, haksızlıkları ortadan kaldırmaktır.

Yollar herkesin olduğu halde yalnız onlar kullandılar, böylece onlara diğerlerinin hakları geçti. Bu manada anladığımız zaman tezkiye etmek ibra etmek anlamındadır. İbrada suçsuz olduğunu ortaya koyuyorsun, tezkiyede suç veya eksiklik sabittir, onu giderecek iş yapıyorsun. Yani kötülüğü iyilikle def ediyorsun. Tezkiye etmenin başka manası bereketlendirmektir. Bitkinin gelişmesi ve büyümesi tezekkadır. Bu takdirde birinde kirleri kaldırıyorsun, diğer taraftan gelişmesini ve büyümesini sağlıyorsun.

Sadakanın görevi ikidir. Biri topluluktaki haksızlıkları önlemek, yoksulluğu gidermek, herkese yaşama imkânını sağlamaktır. Diğeri ise uygarlaşmayı sağlamaktır. Ülkenin imarı artıyor, daha çok nüfusu besleyecek hâl alıyor, nüfus artıyor, canlıdaki çoğalma gerçekleşiyor.

وَصَلِّ عَلَيْهِمْ

(Va ÖalLı GaLaYHıM)

“Ve onlar üzerine salât et”

Cenaze namazını kılmak da “salli aleyhi” ile ifade edilmiştir. Rabbin için salât et var, aleyhine salât vardır. “Salli” kelimesi lazım bir kelimedir. Dörtnala koşma anlamındadır. “Y” ile olursa pişmek anlamındadır. Her ikisi de eğitimle ilgilidir. İnsan namazla eğitilmiş olur. Askeri eğitimdir. “Li” ile geldiği zaman insanlar onun hakkını vermeleri için kendi kendilerini eğitmiş olurlar. Burada lazım fiil müteaddi olmuştur.

Salli aleyhim” demek onları eğit anlamına gelir, onları yetiştir anlamına gelir. Allah onu o işi yapacak hâle getirir anlamı çıkar. Ben bir iş yapıyorum ama tek başıma yapamıyorum. Gelip bana yardım eder de onu kaldırırsak bana salât etmiş olursun. Yardımdan farkı; yardımda birbirine yardım etmektir. Sonuç yardım edilenin yararınadır. Oysa salâttaki yardım ona değil birisine yapılan işte birlikte yapmada yardımlaşmadır.

Neden “Alâ” ile gelmiştir? Çünkü salât “Li” ile geldiği zaman Rabbin alacağı olur, kullar ise borçludurlar, dolayısıyla kullar borçlu olmada yardımlaşıyor.

Buradan çıkacak mana “onları borçlandırır”dır. Şöyle ki; birisine iyilik edersen o borçlu hâle gelir. “Ahmet’i 1000 TL borçlandır” dediğim zaman, Ahmet’e şimdilik 1000 lira ver de 1000 TL borçlansın demektir. Böylece birçok yerde “Alâ” “Li” manasına gelir.

إِنَّ صَلَاتَكَ سَكَنٌ لَهُمْ

(EinNa ÖaLAvTaKa SaKaNun LaHuM)

“Senin salâtın onlara sekendir”

“Senin salâtın onlara sekendir” deniyor.

Biraz önce “aleyhlerinde salât et” dendiği halde, hemen arkasından “onlar lehine sekendir” deniyor. Demek borç ve alacak anlamlarını birlikte taşımaktadır.

Biz bir araya gelip birlikte olduğumuz zaman önce bizim için bir külfettir, dolayısıyla bizim aleyhimizde bir iştir. Ama sonra ondan yararlanarak faydasını gördüğümüzde lehimizde bir iş olur. Toplanmak kişiler için acil olarak aleyhtedir. Ama uzun zaman sonra lehtedir. Bütün işler böyledir. Buğday ekerken aleyhindedir ama mahsul alırken lehindedir.

Senin salâtın senin imam olman demektir. İnsanlarda bir meleke vardır, çift baş kabul etmez, birisini tanır, başkası ona başkanlık etmeye başlayınca huzursuz olur. Başkanlığını benimseyen kimseler de onun dışında kimsenin ona ortak olmasını istemezler. Bir kişi daima son söz sahibi olur. Bu sebepledir ki zirvede olanlar sonunda birbirleriyle çatışmaya başlarlar. Gül ile Erdoğan arasında böyle bir durum vardır. Ne var ki başından beri Gül Erdoğan’ın liderliğini kabul etmiştir, onunla yarışmamaktadır. Bu sebeple topluluk güven içindedir.

Kur’an, sen namazı kıldır, sen başkanlık yap diyor. Çünkü sen yaptığın zaman herkes huzur içinde olur, seken içinde olur.

Aktif olan insanlar başkan olmamalıdır. Başkan birliği sağlayacak, işleri ise ikinci derecedeki insanlar yapacaktır. İş çıkmaza girince veziri değiştirirsiniz, sorunlar çözülür, topluluktaki devamlılık ve birlik sürüp gider. Osmanlı padişahları sadrazamlık mührünü birine verir, ondan sonra bir şeye karışmazlar, gerektiği zaman onların başlarını alırlardı. Vezirler saraya hiçbir zaman gitmezlerdi. Eğer saraya çağrılmışsa başının gideceğini bilirdi.

Batı bu sistemi Osmanlılardan öğrendi. Cumhurbaşkanlarını yetkisiz kılıp sorumluluğu hükümete yüklediler. Başka yerde de sen gözlerini onlardan ayırma diyerek, üstün astını atlamasını meşru görmemiştir. İktizai delalette de ast üstü atlayamaz.

وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ (103)

(Va elLAvHu SaMIyGun GaLIyMun)

“Ve Allah semidir alimdir”

Bundan önce “Allah gafurdur rahimdir” denmişti. Nekre olarak getirilmiştir. Burada da “Allah semidir alimdir”. O da nekre olarak getirilmiştir. Her iki âyette Allah nekrenin mübtedası yapılmıştır. Kastedilen sadece kâinatın rabbi olan Allah değildir, O’nun halifesi olan topluluktur. Ne var ki burada “Allah” lafzı iade edilmiştir.

Kamuyu temsil eden iki kurul vardır; meclis ve hükümet; nebi ve resul.

İşte, eğer bunlardan biri kastediliyorsa, o zaman yine Allah lafzı tekrar edilir. Bundan önceki âyette Allah’ın gafur ve rahim olduğunu bildiriyor. Bütçe yapmak ve affetmek meclise aittir. Rahim, bütçe yapan demektir. Gafur da affeden demektir. Buradaki semi’ ve alim sıfatları ise hükümetin yani resulün sıfatıdır. Her türlü başvurular başkana yapılır, hükümete yapılır; dinlemek zorundadır. Her türlü hareketlerin muhasebede kayıtlarını yapıp bilgi sahibi olmak da hükümetin görevidir. Bu sebeple “Allah” kelimesi izhar edilmiştir.

Biz baştan varsayım olarak aldığımız kurala hep uyuyoruz. İşte yorum budur. Böylece bir düzen oluşturuyoruz. Uyguladığımızda başarılı olursak yorumumuz doğru demektir.

أَلَمْ يَعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ هُوَ يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِهِ وَيَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ وَأَنَّ اللَّهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ (104)

(Ea LaM YaGLaMuUv EanNa elLAvHa HuVa YaQBaLu elTavBaTa Gan GıBAvDiHIy Va YaEPuÜu elQaDaQAvTı Va EanNa elLAvHa HuVa elTavVAvBu elRaXIyMu)

“İbadinden tevbeleri Allah’ın kabul ettiğini ve sadakati O’nun ahzettiğini ve Allah’ın tevvab, rahim olduğunu bilmediler mi?”

“Tevbe” lazım bir fiildir, dönmek anlamındadır. Kendi etrafında dönmek demektir. “Ricat” ise geldiği yere dönmektir. “Reddetmek” geri çevirmek, iade etmek demektir.

“Tevbe” kelimsi “İlâ” ile ve “Alâ” ile gelir. “İlâ ile dendiği zaman ona doğru dönmek olur. “Aleyhi” dendiği zaman kendisine dönen, dönmek demektir. Tevbeyi kabul etmek demek ona dönüşüne izin vermek demektir.

Burada “bilmediler” denmektedir. Demek ki başlarına bir olay gelir. Olaydan ders alınır. Dönüş yapılır. İşte bu tevbedir.

Bugünkü hayatta tevbenin kabul edilmesi ne demektir?

“Adil Düzen”i bırakırsınız. Nitekim Refah Partisi Çiller ile koalisyon yaptığında Erbakan on sene “Adil Düzen”i ağzına almadı. Sonra tekrar “Adil Düzen”e sahip çıkmaya başladı. İşte bu tevbedir. 1970’lerde İslâm’ın bir düzen olduğunu ortaya koyan Erbakan, 1980’lerde o düzenin ne olduğunu “Adil Düzen” olarak dünyaya ilan etti ve başbakan oldu. Sonra bıraktı. Sonunda 11 ay sonra da Allah iktidarını geri aldı. On sene ona sahip çıkmadı. Çevresi onu büyük baskı altına aldı. Sonra yeniden “Adil Düzen”e dönmeye başladı. Peki, bu topluluk onun tevbesini kabul etti mi, ona oy verdi mi? Kabul etmedi. Tam tersine “Adil Düzen”i bırakanı iktidar etti.

Burada geçen “Allah” kelimesi neyi ifade eder? “An İbadihi” demekle âlemlerin rabbini ifade eder,  ama “sadakatı O kabul eder” demekle de O’nun bu dünyadaki temsilcisi anlaşılıyor. O halde burada geçen üç “Allah” kelimesi de ayrı ayrı âlemlerin rabbi Allah’ın yanında, O’nun halifelerini de içermektedir. Bundan sonra gelen marifeli haber olan “Allah” kelimesi âlemlerin rabbini ifade ettiğine göre bu da O’nun halifesini içerir.

O halde Allah’ın yeryüzündeki halifesi üç tanedir.

a) BİRİ HÜKÜMETTİR. Onun adına resulü hareket eder. Resule itaat ona itaattir.

b) İKİNCİSİ MECLİSTİR. İlmî dayanışmadan oluşan meclis ve orada oluşan şuralardır. Nebileri temsil ederler.

c) TÜM HALKTIR. İşte buradaki tevbeleri kabul eden, sadakaları kabul eden tüm halktır. Allah halka ilham eder ve onlar da ona göre hareket ederler. Kur’an’da bu hususa değişik yerlerde işaret edilmektedir. Hazreti İbrahim peygamber Kâbe’nin önemini anlatırken halk onu ziyaret edecektir diyor. Bugüne kadar orası hep en büyük ziyaretgâh olmuştur.

Peki, tevbeyi nasıl kabul edecektir?

Halk yeniden Saadet Partisi’ne oy verirse tevbesini kabul edecektir.

Bir gün gelecek AK Parti iktidardan olacaktır, o da DYP veya ANAP gibi davasından vazgeçecek ve yok olup gidecektir. Ama AK Parti yeniden toparlanır ve “Millî Görüş” ile “Adil Düzen”i benimserse, halk da ona yeniden oy verirse, işte o zaman Allah onun tevbesini kabul etmiş demektir.

Sermaye demokrasiyi göstermelik yapmıştır. Her yerde sadece sözde demokrasi vardır. Türkiye’de ise demokrasi oturmuştur. Halk hep kendisi yeni iktidarlar getirmiştir. Ama iktidara gelenler daha sonra hep ihanet etmişlerdir.

Halk Mustafa Kemal’i iktidara getirmiş, o inkılâplar yapmıştır! İsmet İnönü Türk ordusu tarafından makama oturtulmuş, o köy enstitülerini kurmuştur! Halk Demokrat Parti’yi seçmiş, o Atatürk’ü koruma kanunu getirmiştir! Halk CHP’yi iktidar etmiş, o koalisyonu (CHP-MSP koalisyonunu) bozup saldırıya geçmiştir! Halk DYP’yi iktidara getirmiş, o şeriata karşı çıkmıştır! Halk ANAP’ı iktidar yapmış, o Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne sokmuştur! Halk Erbakan’ı iktidar etmiş, o Çiller’in şartı sebebiyle “Adil Düzen”den vazgeçmiştir! Halk AK Parti’yi iktidar etmiş, o Millî Görüş gömleğini çıkarmıştır!

İşte, buralarda Allah’ın ilhamı ile hareket edilmiştir. Bundan sonraki hareketler de böyle olacaktır. Adil Düzen çalışanları iyi bilsinler ki biz o görevi yapacak hâle geldiğimizde Allah istediklerine ilham eder ve biz kendimizi iktidarda buluruz.

Tevbeyi kabul eden Allah ile tevvab olan Allah başka başka Allah’tır. Tevvab olan Allah âlemlerin rabbi olan Allah’tır. Doğrudan kendisi istediğini yapar. Tevbeyi kabul eden Allah ise halkın ortak görüşüdür. Topluluk birden bir yana yığılır, niçin öyle yaptığını kendisi de bilmez. Bugün AK Parti’nin etrafında yığılmıştır. Ne kadar kötülükleri ortaya konsa da halk yine de ona oy vermektedir.

Onlardan sadaka ala dendiği halde, burada “sadakât”tan (sadakalar) bahsetmektedir. Halkın tevbeyi kabul etmesini oy vermesi olarak açıklıyoruz.

Halkın “sadakât”ı kabul etmesi ne demektir?

Verilen sadakalardan halkın yararlanmasıdır. Yani yöneticileri razı etmek değil halkı razı etmek gaye olmalıdır. Halk münafıkları tanır ve herkes onları sevmez. Kimse saldırmaz ama onları bakışıyla tanır. Allah müminlere ilham eder, onlar onları tanırlar.

أَلَمْ يَعْلَمُوا

(EaLaM YaGLaMuUv) 

“İlim etmediler mi?”

Birbirine benzeyen olayları bir araya getirip bir kural ortaya çıkarmak ilmetmek demektir. Geçmişte cereyan eden olayların sonunda bir kural ortaya çıkarsa bu ilimdir. Bu sayede gelecekte de aynı olacağını bilme demektir. Burada ilmin metodu öğretilmektedir.

Tevbeyi Allah kabul eder. Halkın dönmeyi kabul etmesidir. Topluluklar onun itibarını iade ederler.

Allah insanı bir canlı olarak yaratmıştır. Bu dünya onun için yaratılmıştır. Kâinat canlılar için evrimleşmiş, 13,7 milyar yıl içinde bugünkü hâle gelmiştir. Sonra canlılar insan için evrimleşmiştir. Üç milyar yıldır evrimleşmiş ve bugünkü hâle gelmiştir.

Bundan 60 000 yıl önce insan yaratıldı. İnsan doğmuş, gelişmiş ve yaşamakta olan canlıdır. Yeryüzünün ömrü sona erdiği zaman kâinatın ömrü de sona erecektir. İnsanın ömrü de sona erecek, birlikte yeniden değişme olacaktır. Nasıl insanın yaşına göre ne gibi değişikliklerin olacağı biliniyorsa, bunun gibi insanlığın tarih içindeki değişmeleri de aynı şekilde bilinmektedir. “Bilmediler mi” dendiğinde, sosyal kanunlarla bunların bilineceğini ifade ettiği gibi, bugünkü ilmi araştırmalarla da bunların tesbit edileceğini ifade etmektedir.

“Ta’lemû” demeyip “Ya’lemû” denmiş olması, bu ilimlerin Kur’an’a muhalifler tarafından bilineceğini ifade etmek içindir. Müsbet ilimlerdeki buluşlar daha çok teist olmayan Batı âlimleri tarafından geliştirilmiştir. Kur’an’ın getirdiklerine akli deliller bulunmuştur. Kur’an’ın söylediklerini Kur’an ehli söyleseydi inandırıcı olmazdı.

أَنَّ اللَّهَ هُوَ يَقْبَلُ التَّوْبَةَ

(EanNa elLAvHa HuVa YaQBaLu elTavBaTa)

“Tevbeyi Allah’ın kabul etmesi”

İnsanlıktaki olaylar, tarihi gelişmeler, onun bunun isteği ile olmamaktadır. Tarihin akışı içinde insanlar yönlendirilmekte ve insanlar öyle yapmaktadırlar.

Bugünkü Batı uygarlığı iki temele dayanmaktadır. Biri faizdir. Faiz şeriatça haram kılınmıştır. İnsanlık şeriatı dinlememiş ve faizi meşrulaştırmış. Böylece sermaye terakümü olmuş ve o sayede bugünkü sanayi inkılâbı gerçekleşmiştir.

Oysa sanayi inkılâbının ilmî temelleri İslâmiyet tarafından atılmış, o dönemde başlamış ama orada gelişememiştir. Çünkü faiz haramdı. Hıristiyanlıkta da haramdı. Ateist Avrupa bunu deldi ve İslâmiyet’in başlattığı inkılâp tamamlandı.

Yine Batı uygarlığının ikinci özelliği ateizmdir. Gerek Hıristiyanlık gerekse Müslümanlık yaşlanmaları nedeniyle tahrifata uğramış, bâtıl inanç ve uygulamalarla dinler gerçek din olmaktan çıkmıştı. Yaşlanan ağaçları keserler ve yerlerine yenilerini dikerler. Bu yaşlanmış uygarlıkların ortadan kalkması gerekirdi. Bu görev de ateist Avrupa’ya verilmiştir. Sosyalizm ve komünizmin yaptıkları bunun sonucudur.

Demek ki Batı’nın iki görevi vardı. Sanayi inkılâbını kapitalizm başarmıştır. Hurafelerden temizleme işini de sosyalizm başarmıştır. Her ikisinin görevi bitmiştir ve “Adil Düzen”e imkân hazırlanmıştır. Beş yüz senelik uygulamalardan sonra Türkiye’de “Adil Düzen” ortaya çıkmış, 2000 yılına varıncaya kadar sosyalizm yenilmiştir. Şimdi de kapitalizm can çekişmektedir. Türkiye’de de “Adil Düzen”e doğru adımlar atılmaktadır. O halde olayları biz oluşturmuyoruz. Tarihî plan var, Takdir-i İlâhi var. Biz sahnede oyuncu olarak bize takdir edileni oynuyoruz; iyi veya kötü oynuyoruz ama o takdire göre oynuyoruz.

عَنْ عِبَادِهِ

(GaN GıBAvDiHIy)

“Kullarından”

“Kullarından” denmektedir. Burada açıkça şu ifade edilmektedir. Allah bu olayları insanlığa yaptığı ilhamlarla gerçekleştirmektedir. İnsanlar seçimi kazanırlar veya kaybederler. Savaşı kaybeder veya kazanırlar. Bunun sonucu insanlarda bir düşünce ortaya çıkar. İşte o düşünce doğrudan ilâhi takdirle oluşur. Hesapla kitapla yapılamaz.

وَيَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ

(Va YaEPuÜu elQaDaQAvTı)

“Ve sadakâtı ahzeder”

Yukarda “Sadakâtı ahzet” diyor, sonra burada “Sadakâtı Allah ahzeder” diyor. Yani başkan vergiyi alır, topluluk adına alır ve topluluğa dağıtır. Fiilen alan başkandır, ama kendi adına değil topluluk adına almıştır.

İşte burada vekâlet veya temsillik müessesesine örnek verilmektedir.

Topluluk bir ortaklıktır. Başkan onun temsilcisidir. O alır ve o dağıtır.

Şimdi, şu soru ortaya çıkar: Muhasebede bu nasıl yazılacaktır?

Dün bu konuyu incelemiştik, bugün âyet buna bir misal verdi.

Kişi topluluktan kredi alarak iş yapar. Topluluk borçlu, kişi alacaklı olur. Kişi kredisini iade ettiği zaman kredi karşılığı vergiyi de başkana verir. Sonra başkan onu topluluğa harcar, böylece devre tamamlanır.

 

                Başkanın ve Allah’ın sadakâtı ahzetmesi

  No

Borçlu Alan

Miktar

Cins

Alacaklı

  Dayanışma Vatandaşlara (ibada) Kredi Verirler

 

Abd

N

Nakit Kredi

Dayanışma

  Kişi Üretir Başkana Payını Verir. Satar, Borcunu Kapatır

 

Başkan

N/5

Sadaka

Abd

 

Dayanışma

N

Nakit Kredi

Abd

  Başkan Topluluğa Sadakâtı Harcar

 

Topluluk

N/5

Sadaka

Başkan

 

Böylece devre tamamlanır.

Bu devreyi neye dayanarak kurduk?

Önce “Sadakatı ahzet” demesi, sonra da “Sadakâtı Allah ahzeder” demesinden öğreniyoruz. Başkan sadakayı alırken kendi adına değil, başkan olarak almaktadır.

وَأَنَّ اللَّهَ

(Va EanNa elLAvHa)

“Ve Allah”

Burada “Allah” izhar edilmiştir. Yani tekraren söylenmiştir. Oysa zamirle de söylenebilirdi.

Kur’an’ı yorumlayanlar henüz Arabî ilimlere vakıf olmadıkları için bu incelikleri değerlendirememiştir. Sonra gelen müfessirler kuralı biliyorlar ama eski tefsircilerin değerlendirmelerinde bilmiyorlardı.

Akevler Ekolü “Allah”ı topluluk, “resul”ü başkan olarak yorumlayarak bu kuralları değerlendirmektedir. Bu da yine eskilerin ortaya koyduğu kuraldır. Biz onların ortaya koydukları kuralları ve varsayımları kullanarak günümüzün sorunlarını çözüyoruz. Bu sebepledir ki biz Ehl-i Sünnet’in devamıyız.

Şiiler ile bizim aramızdaki fark; onların Ehl-i Beyt’in icmalarını icma kabul etmeleri ve takiyye kabul ederek Hazreti Ali’nin iştirakini takiyye saymalarıdır. Bu tartışmalar orada kalmıştır. Bugün için hiçbir hüküm ifade etmez. Oniki imamdan sonra da imam bekleniyor. Dolayısıyla uygulamada Şiiler ile bizim aramızda bir fark yoktur. O halde biz Şiileri de Ehl-i Sünnete idhal eden bir Ehl-i Sünnet anlayışı içinde Sünniyiz.

هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ (104)

(HuVa elTavVAvBu elRaXIyMu)

“O tevbeleri kabul edendir, rahîmdir.”

Burada haber marife gelmiştir. Buradaki Allah lafzının delalet ettiği mana âlemlerin rabbi olan Allah’tır. Yani olaylar hep sünnetullaha göre cereyan etmektedir. Kişilerin hesaplarını Allah görecek ve tevbelerini O kabul edecek, merhameti de O yapacaktır.

 

 


TEVBE SÛRESİ TEFSİRİ(9.SURE)
1-1 VE 2.AYETLER
2241 Okunma
2-3.AYET
1506 Okunma
3-4.AYET TEFSİRİ
1799 Okunma
4-5 VE 6.AYETLER
2050 Okunma
5-7 VE 8.AYETLER
1824 Okunma
6-9 VE 11.AYETLER
1650 Okunma
7-12 VE 13.AYETLER
1747 Okunma
8-14 VE 16.AYETLER
1767 Okunma
9-16.AYET-B
1593 Okunma
10-17 VE 18.AYETLER
1803 Okunma
11-19.AYET
2046 Okunma
12-20 VE 22.AYETLER
1548 Okunma
13-23 VE 24.AYETLER
1681 Okunma
14-25 VE 27.AYETLER
1656 Okunma
15-28 VE 29.AYETLER
6334 Okunma
16-30 VE 31.AYETLER
2629 Okunma
17-32 VE 33.AYETLER
2061 Okunma
18-34 VE 35.AYETLER
2759 Okunma
19-36 VE 37.AYETLER
1788 Okunma
20-38 VE 39.AYETLER
1762 Okunma
21-40 VE 41.AYETLER
1615 Okunma
22-42 VE 45.AYETLER
1594 Okunma
23-46 VE 49.AYETLER
1631 Okunma
24-50 VE 52.AYETLER
1684 Okunma
25-53 VE 55.AYETLER
1710 Okunma
26-56 VE 59.AYETLER
1649 Okunma
27-60.AYET
2114 Okunma
28-61 VE 63.AYETLER
1462 Okunma
29-64 VE 66.AYETLER
2153 Okunma
30-67 VE 69.AYETLER
1572 Okunma
31-70.AYET
1640 Okunma
32-71 VE 72.AYETLER
1752 Okunma
33-73 VE 74.AYETLER
1768 Okunma
34-75 VE 78.AYETLER
1605 Okunma
35-79 VE 80.AYETLER
1582 Okunma
36-81 VE 82.AYETLER
1845 Okunma
37-83 VE 85.AYETLER
1594 Okunma
38-86 VE 89.AYETLER
1633 Okunma
39-90 VE 93.AYETLER
1632 Okunma
40-94 VE 96.AYETLER
1541 Okunma
41-97 VE 99.AYETLER
2762 Okunma
42-100 VE 101.AYETLER
2240 Okunma
43-102 VE 104.AYETLER
1773 Okunma
44-105 VE 108.AYETLER
1544 Okunma
45-109 VE 110.AYETLER
1526 Okunma
46-111.AYET
2361 Okunma
47-112.AYET
3240 Okunma
48-113 VE 115.AYETLER
1505 Okunma
49-116 VE 117.AYETLER
1830 Okunma
50-118.AYET
2416 Okunma
51-119 VE 120.AYETLER
1631 Okunma
52-121 VE 122.AYETLER
1532 Okunma
53-123 VE 125.AYETLER
1812 Okunma
54-126 VE 127.AYETLER
1505 Okunma
55-128.AYET
2242 Okunma
56-129.AYET
1584 Okunma
57-128 VE 129.AYETLERDE MATEMATİK YAPI
1626 Okunma

© 2024 - Akevler