TEVBE SÛRESİ TEFSİRİ(9.SURE)
Süleyman Karagülle
1560 Okunma
86 VE 89.AYETLER

Tevbe Sûresi-38

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

***

 

وَإِذَا أُنْزِلَتْ سُورَةٌ أَنْ آمِنُوا بِاللَّهِ وَجَاهِدُوا مَعَ رَسُولِهِ اسْتَأْذَنَكَ أُولُو الطَّوْلِ مِنْهُمْ وَقَالُوا ذَرْنَا نَكُنْ مَعَ الْقَاعِدِينَ(86) رَضُوا بِأَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِ وَطُبِعَ عَلَى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَفْقَهُونَ(87) لَكِنِ الرَّسُولُ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ جَاهَدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنْفُسِهِمْ وَأُولَئِكَ لَهُمُ الْخَيْرَاتُ وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ(88) أَعَدَّ اللَّهُ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ(89)

 

وَإِذَا أُنْزِلَتْ سُورَةٌ أَنْ آمِنُوا بِاللَّهِ وَجَاهِدُوا مَعَ رَسُولِهِ اسْتَأْذَنَكَ أُولُو الطَّوْلِ مِنْهُمْ وَقَالُوا ذَرْنَا نَكُنْ مَعَ الْقَاعِدِينَ(86)

(Va EiÜAv EuNZiLaT SUvRaTun EaN EAvMİyNU Bi elLAvHi Va CAHiDUv MaGa RaSUvLiHi iSTaEZaNaKa EUvLi elOaVLi MiNHuM Va QAvLUv ÜaRNAv NaKuN MaGa eLGaQIyDIyNa)

“Allah’a iman etmeleri ve resulü ile birlikte cihad etmeleri için bir sûre inzal olduğunda onlardan tavli olanlar senden isti’zan ederler ve bizi zür et kaidlerle beraber olalım derler.”

86-89 âyetlerinde iki defa Allah geçmektedir. İkinci Allah âlemlerin rabbi Allah’tır. Âhireti vaat etmektedir. Birincisindeki Allah onun halifesi olan topluluktur. Âyet önce topluluğun güvenini sağlamayı emretmektedir. Bunu resulle beraber cihadla yapacaklardır.

Kur’an bir barış düzeni getirmiştir, adalet düzeni getirmiştir. Bu düzen birden gelmez; önce doğar, gelişir, olgunlaşır, sonra yaşlanır. Kur’an’daki hükümler olgunluk zamanında uygulanacak hükümlerdir. İlk kuruluşlarında ise bu hükümlerin gelmesi için konan hükümlerdir. Bunun için insanlık Hazreti Nuh aleyhisselamdan başlamış, biner yıllık uygarlıklarla Kur’an uygarlığına gelmiş ve kemale ermiştir. İşte burada anlatılan Kur’an’ın kurduğu ilk uygulama zamanındaki hükümlerdir.

Kuruluştaki hükümler farz-ı kifaye değildir, farz-ı ayndır. Dolayısıyla tüm insanlara emirdir. Çünkü düzeni yaşatmak farz-ı kifayedir, düzeni korumak da farz-ı kifayedir. Birileri kurmuşlarsa farz yerine gelmiştir. Ama kuran yoksa hepsine farzdır.

Kur’an nâzil olduğu zaman herkese farz olan iman etme ve cihad etme emri sonraki dönemlerde artık müslimlere farz değildir. Baliğ oldukları veya o devletin vatandaşı oldukları zaman müslim veya mümin olurlar. Müslimlere artık cihad etmek farz değildir. Bundan dolayıdır ki burada anlatılan sadece Kur’an nâzil olduğu zamanki insanlara hitaptır. Bununla beraber bin yılda bir kurulacak uygarlık için kıyas yoluyla bizi de ilgilendirmektedir, bu sebeple bize anlatılmaktadır. Ne var ki bu anlatım diğer zamanlarda yürürlükte olacak şeklindeki bir anlatım değildir.

Burada yeni bir usul kaidesini bulmuş oluyoruz. Her zamanki şartlarda uygulanacak hükümler Kur’an’da doğrudan emir şeklindedir. Ama sadece bin yılların başında uygulanacak âyetlerde Hazreti Muhammed ve diğer peygamberler örnek gösterilerek anlatılmaktadır.

Bugün madem İslâm düzeni, adil düzen, şeriat düzeni, haklar düzeni mevcut değildir; bunu kurmak hepimize farzdır.

Biz İzmir’deki Akevler’i kurduğumuz zaman imkânları olmayan ve kıt kanaat geçinenler ortak oldular. Tarikat mensubu zenginler vardı, onlardan da ortak olanlar oldu. Ama çok azı müstesna, zamanla çoğu ya ayrıldılar yahut sadece arsa ortağı oldular ama sonra yatırım yapmadılar. Bazıları paraları yatırdılar ama inşaat bitince eşleri gelmediği için sitemize taşınmadılar yahut daha başka sebeplerle gelmediler, sonra dairelerini sattılar.

Bağımsız milletvekili olmak için adaylığımızı koyduğumuz zaman İzmir’deki bazı zenginler bizi desteklemek istediler. Bir kardeşimiz gelip onlara dedi ki; ‘Siz ne yapıyorsunuz. Onların kaybedecek nesi var. Ama vergi memurları sizin canınıza okurlar…’ Bizi desteklemek üzere topladıkları paraları bize vermediler. Ama bir dönem sonra biz parlamentoya girince MİT onları görevlendirdi, partimize doldular, iktidar onları zengin etti.

Onlardan bazıları yardıma devam ettiler ama isimlerini gizlediler. Direnip iktidar olmamızı sağlayanlar (hükümette koalisyon ortağı olmuştuk) gördüler ki iktidar onları zengin ediyor; biz sizlerle olmaya devam ediyoruz dediler. Çok yakın arkadaşlarımızdan ülkeyi terk edenler oldu. Bizim 50 milyon değerindeki arazimiz ise hâlâ gasp edilmiş durumdadır.

Bugün dünyadaki karşılıksız para sermayesi sahipleri de böyledir. İnsanları dolarları ile savaştırmakta, para güçleriyle fitneler çıkartmaktadırlar. Ama kendileri asla savaşa girmezler. ABD’deki ordular bile paralı askerlerden oluşturulur. Onlar oturacaklar, faiz parası ile güya insanlığa adaleti dağıtacaklar ama kendileri ortada yoklar.

“Sûre” kelimesi nekre gelmiştir. Çünkü cihadı emreden âyetler değişik sûrelerde yer alır. Bunlar farklı zamanlarda farklı cihadı emretmektedir. Ama onların kendileri cihaddan daima kaçmışlardır.

Âyet kıtalden değil de cihaddan bahsetmektedir. Sûrenin inzalinden anlıyoruz ki buradaki Allah kâinatın rabbi olan Allah’tır. Çünkü Kur’an’dan sonra bir sûre nâzil olmayacaktır. Yine bu âyetin delaleti ile anlıyoruz ki, farz-ı kifaye yerine gelmediği zaman herkes sorumludur ve âhirette azap edilecektir.

Kur’an ilk cihadı yapanları ve buna katılmayanları anlatır, katılmayanların helâk olduklarını bildirir, kurtulanlar bir beytin ehli kadardır der.

Biz de Akevler Adil Düzen Çalışanları olarak çok az isek de cihadımıza devam ettiğimizde Allah bizi kurtaracaktır. İnsanlık büyük sosyal tufanı bekliyor.

وَإِذَا أُنْزِلَتْ سُورَةٌ

(Va EiÜAv EuNZiLaT SUvRaTun)

“Ve bir sûre inzâl olunca”

Muhalleflerden bazıları zafer söz konusu ise savaşa ve size katılmaları için izin isterler. Baştan muhalif oldukları halde, sonra zafer sizin olunca katılmak isterler. İşte bunlara izin verme denmektedir. Diğer taraftan bir kısmı da varlıklarının tehlikeye düşmemesi için biz kâidlerden olalım derler. Buradaki “Ve” harfi bundan önceki “İste’zenûke”ye atıftır. Onlar katılmak için izin isterler, bunlar ise katılmamak için izin isterler. Zafer ümidi varsa katılmayı, zafer ümidi yoksa uzak durmayı isterler.

“İzâ”dan sonra gelen mazi geleceğin hikâyesidir, izin istemiş olacaklar anlamındadır. Sûre nâzil olduktan sonra onlar izin isteyeceklerdir.

Burada “kitap nâzil olduğu zaman” denmiyor da “sûre nâzil olduğu zaman” deniyor. Bunun anlamı şudur; kitap genel hükümleri içerir, sûre ise o esnada yapılanları anlatır. Örnek olarak “Müçtehit Yetişme Merkezi”ni kuruyoruz, bunu emreden Kur’an’daki âyetleri yorumluyoruz. İşte o zaman izin isterler. “Müçtehit Yetişme Merkezi”nin kurulup çalışması Allah tarafından emredilmektedir. Bu farz-ı kifayedir. Ama kimse yapmadığı zaman herkese farzdır yani farz-ı ayndır.

Araştırma imkânına sahip olmayanlar servetleri ile katılmakla mükelleftirler. Araştırıcı olanlar da bedenleri ile katılma durumundadırlar. Bugün bunu yapmak iki tarafa da farzdır. Herkese farzdır. Ama eğer bir yerde araştırma başlamışsa, o zaman onlardan farz düşer.

Burada Kur’an’ın nâzil olduğu zamanı kıssa ederek yeni uygarlık kuranlara mahsus olmak üzere hükümler koymaktadır. Bu sûre fetihten sonra inen sûredir. Demek ki ondan sonra inecek sûrelerden söz etmekte, sûrenin muhtevası anlatılmamakta, nekre olan sûrenin ne içerdiği de anlatılmamaktadır. Bu da sûrenin inzali, sûrenin beyanı anlamında kullanılmış olmaktadır. Onu o şekilde anlama sûrenin inzalidir.

Burada inzalden sûrenin Kur’an’dan olduğunu anlıyoruz. Bununla beraber sûre Kur’an’dan başka manada olabilir, onun inzali de Kur’an’ın inzali olmayabilir. Bu da Kur’an’ın muhkem beyanıdır, icma ile anlaşılan manalardır.

Sûre nazil olduğu zaman demek bir konuda icma olduğu zaman demektir. Çünkü icma değişmeyenler için kullanılır. Sûre kale demektir, değiştirilemez ve dokunulamaz demektir. İcmalar da birer sûre hükmündedir.

Kur’an’daki sûre kelimesini bu şekliyle manalandırdığımız zaman ne anlaşılır?

Bunun üzerinde çalışmak gerekmektedir.

Esür kale duvarı anlamına geldiği gibi bilezik anlamına da gelmektedir. Mihrabı tesevvür eden iki hasmın nebeinde Mihrabı tesevvür etme ifadesi geçmektedir. Tesevvür etmek kendini kale içine almak anlamındadır.

Buradan şu sonuca varırız. “Sûre inzal oldu” demek cihad kararı alındı demektir, kesinleşti demektir. Bu kararın alınması basit bir olay olarak zikredilmiyor.

F. Gülen Cemaati’nin AK Parti’ye, partinin cemaate savaş açması meşru değildir. Önce kendi aralarında istişare ettikten sonra başkanın karar alması, istişareye katılanlardan hiçbirisinin hakeme gitmemesi gerekir. Böylece iki taraf karşılıklı savaşa icma etmiş olur. Sonra da hakemlere gidilir. Hakemler bir karar alır. Hakem kararlarına uyulmaması, uyulmadığı takdirde hakemlerin uyulmadığını tesbit etmesi yani savaşılabilir kararı alması gerekmektedir.

İşte, sûre nüzulü budur.

Buradan anlıyoruz ki ülkeye saldırı yoksa bizim gidip başka ülkelerde savaşmamız farz değildir; belki ahsendir.

Sûrenin nekre olması inzalin ayrı ayrı olacağını ifade eder.

Demek ki bizim bu seminerleri sûre sûre basmalıyız.

أَنْ آمِنُوا بِاللَّهِ

(EaN EAvMİyNU Bi elLAvHi)

“Allah’a iman edin diye”

Âlemlerin rabbi olan Allah’a iman etmek vardır. Bir de O’nun yeryüzündeki halifesi olan topluluğa iman etmek vardır. Buradaki “Allah” ile O’nun halifesi olan topluluk kastedilmektedir. Bunu bundan sonra geçen “Allah” kelimesinden anladığımız gibi resule atfetmesinden de anlıyoruz.

Topluluğa iman etme iki şekilde gerçekleşir. Bir topluluğu kurarsınız ve onu emniyete alırsınız. Binyıl başlarındaki emir böyledir. Diğeri de mevcut topluluğa girer ve şeriata dâhil olursunuz, onun sayesinde kendinizi emniyete alırsınız.

Bundan sonraki atıftan anlıyoruz ki buradaki iman topluluğu oluşturmadır. Onun güvenini sağlamadır. Yahut topluluktan ikmal almadır.

Yani buradaki ifade “Adil Düzen”i kurunuz demektir. Müçtehitler olarak yetişin demektir. Bunu gerçekleştirmek için uygulamalı bir ocak, bir semt işletmesi ve bir bucak kurmalıyız. İnsanlığa örnek bir “Adil Düzen” uygulamasını göstermeliyiz. Ondan sonra o sitede yerleşmiş olanların cihadı ile Allah’ın nuru yeryüzüne yayılacaktır.

وَجَاهِدُوا مَعَ رَسُولِهِ

(Va CAHiDUv MaGa RaSUvLiHi)

“Ve resulüyle beraber cihad ediniz”

“Kıtal ediniz” denmiyor, “cihad ediniz” deniyor. “Nebiyle beraber” denmiyor, “resulü ile cihad ediniz” deniyor. Demek ki her topluluğun bir başkanı olacaktır. Bize emredilen olarak o başkanın emrinde cihad etmemiz gerekmektedir.

Önce on aile olarak bir araya gelmeli ve bir aşiret oluşturmalıyız. Bunu İstanbul Yenibosna’da yapmaya çalışıyoruz. Yenibosna’ya gelemeyenler gerek internet sitesine katılarak gerekse mâlen bizi destekleyerek çalışmalarımıza katılıyorlar. Böylece bir aşiret olarak oluşacağız. Bunun için Yenibosna’da on kadar daire almalıyız. Bunun için ortaklık kurmalıyız. Hisse senetleri çıkarmalıyız. Biz oturmalıyız. Kirayı onlara biz vermeliyiz.

Sonra Yalova veya başka bir yere hicret etmeliyiz. Orada önce ahşap evlerden oluşan birer dinlenme evimiz olmalıdır. Cuma akşamı birlikte hareket edip pazar sabahı dönmeliyiz. Böylece orada aşiretler oluşturmaya çalışmalıyız.

Sonra yüz dinlenme evi ve böylece on aşiret yapmalıyız. Orada yüz dairelik lojmanlı işyeri apartmanlarını kurarken bir “Adil Düzen Sitesini” meydana getirmeliyiz. Daha sonra buraları satıp oraya taşınmalıyız.

Birinci Kur’an uygarlığı mevcut sitelerin fetihleri ile oluşmuştur. Öyle zannediyorum ki ikinci Kur’an uygarlığı yüz dairelik lojmanlı işyeri apartmanlarının yaygınlaşması ile gerçekleşecektir. Kanunlar çıkartıp bizim böyle yapılaşmamızı engellemek isteyenler olacaktır. Şimdi nasıl cemaati yok etme planları varsa, bize karşı da aynı planlar kurulacaktır. Kur’an’ın nuru ile onları şimdiye kadar hep yendik, bundan sonra da yeneceğiz.

اسْتَأْذَنَكَ

(iSTaEZaNaKa)

“Senden izin isterler”

Bu sûre fetihten sonra nâzil olmuştur. Hazreti Muhammed zamanında fetihten sonra savaşlar olmamıştır. Demek ki ondan sonraki zamanlar kastediliyor. Dolayısıyla buradaki “Ke” sadece Hazreti Muhammed zamanını değil, ondan sonra gelen Hazreti Ebubekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman ve Hazreti Ali zamanlarını da içermektedir. Ve kıyas yoluyla bugünün ikinci Kur’an uygarlığını kuranlara da hitap etmektedir.

Birinci uygulamada resul olarak Necmettin Erbakan çıkmış, benzer durumlarla karşılaşılmıştır. İktidar olunca biz de varız diyorlardı, iktidar gidince de bizi muaf tutun diyorlardı. Adil Düzen Çalışanları ilerde bunları yaşayacaktır.

Bizim Akevler’deki çalışmamız resulün emrinde olan çalışma değildir. Bu çalışmamız nebilerin çalışmasıdır. Resulle beraber cihad demek; yarın biri çıkacak, Adil Düzen Partisi’ni kuracak, Akevler Adil Düzen Çalışanları ile işbirliği yaparak Necmettin Erbakan’ın yaptığını yapacak, ikinci “Adil Düzen”i kuracaktır demektir.

İşte o başkandan izin istenecektir.

Birinci uygulamada bu husus gerçekleşmedi.

İktidar olmadan önce Akevler ile çalışan Millî Görüş mensupları, iktidar olunca Akevler’i terk ettiler. Hâlâ o durumdadırlar. Bu sebepledir ki bu alanda sadece Akevler çalışıyor, başka çalışan da yoktur. O halde ikinci nübüvvet görevini Akevler yapacaktır. Öyle görülüyor, durum onu gösteriyor. Ama ikinci risalet görevine aday olarak bu durumdaki Millî Görüş ve onun devamı olan AK Parti görünmüyor. Biz çalışacağız ve bekleyeceğiz...

أُولُو الطَّوْلِ مِنْهُمْ

(EUvLi elOaVLi MiNHuM)

“Onlardan tavl sahibi olanlar”

“Tul” uzunluk demektir. “Arz” genişlik demektir.

Türkler serveti genişlik olarak ifade ederler. Kur’an uzunluk olarak ifade ediyor. Müşterek kelime olmuştur. Yani hem uzunluk anlamında kullanılır hem de bolluk ve servet sahibi olma anlamında kullanılır. Mani karineye gerek kalmadan dai karine ile zenginliğe delalet eder. Mani karine demek, hakiki mana veremiyorsunuz demektir. Dai karine ise mecazi manalardan onu tercih etmeye karine demektir.

Onlardan tul sahibi demekle hepsinin aynı olmadığını ifade etmektedir. “Ve” harfi ile atfedildiği için katılma iznini isteyenlerden ayrı kimseler olduğu anlaşılmaktadır.

Muhaliflerden bir kısmı hiçbir zaman cihada katılmak istemezler. Bir kısmı ise kazançlı ise katılır, değilse katılmazlar. Bir kısmının ise ganimetlere ihtiyaçları yoktur, hiçbir zaman katılmak istemezler. Bu âyette bahsedilenler bunlardır. Bunlar aşırı zengin olanlardır. Zenginlerin de zenginidirler. Marife geldiğine göre bunların da tarif edilmiş olmaları gerekir.

Bir ülkede olanların yarısı zengin kabul edilir. Onun yarısı da yoksul kabul edilir. Zenginlerin yarısı da tavl sahibi kabul edilebilir.

Demek ki yoksulu tarif ederken şimdiye kadar yoksulu fakir olup da geliri orta gelirden aşağı olanlar olarak tarif ediyorduk. Bu âyette kıyas yapabilmemiz için yoksulun tanımını değiştiriyoruz. Fakirlerin içinden fakirlerin gelirlerinin ortancasından az olan kimseler olarak tarif edeceğiz.

وَقَالُوا

(Va QAvLUv)

“Ve kavl ettiler”

Buradaki kavilleri izin istemeleri için söylediklerinde farklıdır. Farklı olmasaydı “Ve” harfi gelmezdi. Demek ki katılmamak için izin istiyorlar ama aynı zamanda oturanlarla kalın diyorlar. Yani işleri var, servetleri var, onları yönetmek gerekiyor. Onlar cihada katılırlarsa bu servetleri gidecek, çoluk çocuk aç kalacak, devlete de vergi veremeyecekler.

Bin yılların ortalarında bunun için mümin ve müslim ayırımı vardır. Müslimler iş yaparlar ve vergi verirler, müminler de asker olup güvenliği sağlarlar. Bin yıllarının yani milenyumların başlarında ise düzen kurulmadığı için tüm insanların düzen kurmak için harekete geçmeleri gerekmektedir. Bu dönemlerde mümin-müslim ayırımı Kur’an ehli arasında yoktur. Ayırım sadece Kur’an ehli olanlarla olmayanlar arasındadır.

Ebu Hanife İslâm ve iman vahuttur demiş.

Demek ki uygarlığın oluşması zamanlarında doğrudur.

ذَرْنَا نَكُنْ مَعَ الْقَاعِدِينَ

(ÜaRNAv NaKuN MaGa eLGaQIyDIyNa)

“Bizi kaidlerle beraber bırak derler”

Buradaki kaidler sadece muhalifler değildir. Cihadla mükellef olmayanlar ve kadınlar isterlerse cihad yapabilirler, sevap alırlar ama cihad yapmakla mükellef değildirler. Onlar cihad yapanları yetiştirmekle mükelleftir. Çocuklar, yaşlılar, sakatlar cihad yapmakla mükellef değildir. Bunlar kaid olanlardır. Müminlerin ayrı toplulukları olduğu gibi bunların da ayrı teşkilâtı vardır. Burada onların talep ettikleri bunlarla beraber olalım demeleridir.

Osmanlılarda âlimler askere alınmıyordu.

Cihad etmek demek evden ayrılmak demektir. Kaid olanların işyerleri evlerinin yanındadır. Onlar semtlerinin dışına çıkmakla ve oralarda iş yapmakla yükümlü değildirler. Oysa Cuma namazı kılanlar tüm yeryüzüne dağılmak ve oralarda rızkı aramakla mükelleftirler. Namazı eda ettiğinizde yeryüzüne dağılın ve orada fadlı arayın emri vardır. Cihad da böyledir. Dışarıya çıkıp değişik yerlerde değişik hizmetler yapmak gerekmektedir.

Her akşam kendi ocağında buluşup ders yapılmaktadır. Bu farzdır. Bununla beraber diğer çalışanlarla işbirliği yapılacaktır. Üç yıllık temel eğitim ocaklarda yapılacaktır. Yatsı namazından önce her gün ders yapılacaktır. Beş senelik ilk öğretim bucak merkez sitelerinde yapılacaktır. Bu da çıkmayı gerektirir. Yedi senelik orta öğretim illerde yapılır, onun için de çıkmak gerekir. Bu farzı kifayedir. Birilerinin çıkmaları ile diğerlerinden farz sakıt olur. Yüksek tahsil için ülkeye, kariyer için insanlığa gitmek gerekir. Böylece öğrenilenler arasında birlik sağlanmış olur. Her ülkede on kadar üniversite oluşur. Bunlar arasında da karşılıklı ziyaretler olmalıdır.

İşte, cihad dolaşmadır, gezmedir, geçici hicretleri gerektirir.

Bugün yerinde oturmakta direnen kardeşlerimiz vardır. “Adil Düzen” cihada katılanların kuracakları ocak, semt ve bucaklarla öğrenilecek. “Adil Düzen” bucaklarının bölünerek çoğalması ile insanlık aydınlanacaktır.

“Vezr” tohum, “tebzil etmek” tohumu saçmak demektir. “Vezr etmek” bir şeyi değerlendirmek için ayırmak, bırakmak demektir. Burada kalalım da hayırlı işler yapalım demek istemektedirler.

رَضُوا بِأَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِ وَطُبِعَ عَلَى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَفْقَهُونَ (87)

(RaWUv BiEaN YaKUvNUv MaGa eLPaVAvLiFi VaOuBıGa GaLAy QuLUvBiHiM FaHuM Lav YaFQaHUvNa)

“Havalifle olmaya razı oldular ve kalbleri tab’ olundu. Onlar fıkh etmezler.”

Bizi bırak da muhalliflerden olalım diyorlar. Burada da “ve” harfi ile atfederek onlar havalifle oldular denmektedir. Yukarıda kurallı çoğul, burada kuralsız çoğul getirmiştir. Muhalliflerin bir kısmı çocuklar ve kadınlar ve onlar gibi olan kimselerdir. Onlar haliftir, muhalif değildir. Özürleri dolayısıyla ayrılmışlardır yahut görevli olarak gitmektedirler. Muhalifler ise ayrı bir teşkilat kurmuşlar ve savaşa katılmama mekanizmaları geliştirmişlerdir.

Uygarlığın bin yılının başındaki kuruluş hariç olmak üzere normal zamanlarda bunlar müslim olarak cihada katılmazlar ve onlar cizye vererek ayrı topluluk oluştururlar. Bu normal zamanlarda meşrudur. Ama kurulurken herkes kurmakla mükellef olduğu için müslim yoktur. Bugün durum budur.

Çocuklar oynarken kız çocuklar bebeklerle oynarlar, oysa erkek çocuklar tabanca veya kılıçla oynarlar. Erkekler vururlar ve kırarlar, oysa kızlar bu oyunlara katılmazlar. Allah erkekleri kendi görevlerini yapacak şekilde yaratmıştır, kadınlar da kendi görevlerini yapacak şekilde yaratılmışlardır. Erkeklerden kendilerine verilen görevlere değil de kadınların görevlerine özenenler vardır. İşte bunlar onlardan olmayı tercih ederler. Hâlbuki mümin erkekler ev işleri yapmaktan sıkılır, erkeklerin yapacakları işleri yaparlar. Kadınlar erkeklerin işlerini yapabilirler. Kadınların bedeni yapıları zayıf da olsa erkeklerin yaptıkları işleri yapabilmeye müsaittir ama erkekler kadınların yaptığı işleri yapamazlar.

Benim doğup büyüdüğüm köyüm tarım döneminde yaşamakta idi. Tarım döneminde ailede herkes çalışır. Yedi yaşındaki çocuğa da iş verirler ve şunu bekle derler. Çok çeşitli işler vardır. Çünkü bu ihtiyaçlar kendi üretimlerinde geçerlidir. Erkeklerle kadınlar arasında tam işbölümü vardır. Mesela dikiş ve dokuma işlerini kadınlar yaparlar. Çapalama yani tarım işlerini erkekler yaparlar. Bostan dedikleri sebzelerin yetiştirildiği yerler vardır. Bunu da kadınlar yaparlar. Bu işbölümü ne kanuna ne de şeriata dayanır. Tarihi oluşma sonunda oluşmuş kurallardır. Temeli uzaklarda iş yapıp yapmamaya dayanmaktadır.

“Ve” harfi ile atfederek kalpleri de tab' olunmuştur. Onlar söz anlamazlar denmektedir.

Biz araştırmacı kardeşlerimizin uygulamada iş yapmalarını, günde beş saat işte, beş saat ilimde çalışmalarını şart koşuyoruz. Uygulama yapmazsanız bir şey anlamazsınız, kalpleriniz tab’ olunur. Başarıya ulaşmanın yolu ilim ile amelin beraber yürümesinden geçer. İlim yapıp proje yapacak ve onu uygulayacaksınız. Hatalar ortaya çıkacak, araştıracak ve yeniden proje yapacaksınız. Böylece amel-ilim, ilim-amel olarak adım adım gideceksiniz. İki ayağınızı birlikte kullanacaksınız. Bir adım “ilim” olacak, ikinci adım “amel” olacaktır. Yürümek ancak böyle mümkündür. Tek ayağınız ne kadar uzun ve sağlam olsa da tek ayakla yürüyemezsiniz ama çift ayağınız varsa cüce de olsa rahat rahat yürürsünüz.

Buradaki fıkh etmezler ile bu husus ifade edilmiştir.

Akevler’in dört kuralı vardır.

1) Bir çözümü üretirken çözüm sürekli olmalıdır. Her zaman o çözümü kullanabilmelisin.

2) Bir çözümü ürettiğin zaman o çözümden başkaları da yararlanmalıdır. Sen de başkalarının çözümlerinden yararlanırsın.

3) Çözüme çözüm. Senin işlerinin çözümünü sen yapacaksın. Başkalarının çözümlerinden yararlanacaksın ama çözümü sen üreteceksin.

4) İlmi çözüm deneye dayanan çözümdür. Amel ve ilim dönüşümlü çözüm olmalıdır.

Ben okudum, artık halkın yaptığı basit işleri yapmam derseniz, o zaman çözüme katılmamış olursunuz.

Demek ki Türkiye’deki bürokratlar ve okumuşlar birer haliftirler.

Kur’an bunları yani böyle olanları kınamaktadır.

رَضُوا

(RaWUv)

“Razı oldular”

İnsanlar kararlar alırken bunu bazı zamanlarda daha kötü zarardan kurtulmak için yapar, bunu kendi iradesi ile yapar ama buna razı olmaz, olmasını istemez ama olmazsa daha büyük kötülük olacaktır. Onu önlemek için yapar. Burada iradesi vardır ama rızası yoktur. Aksine yapmayı da istememektedir, razı olmaktadır demektir. Kimileri zorunlu olarak haliflerden olur. Aslında onlar da katılmak isterler ama imkânlar katılmalarına izin vermez. Burada anlatılanlar onlar değildir, katılmamaktan memnun olanlar anlatılmaktadır.

Adil Düzen Çalışanları bilsinler ki; bugün çok az olan bu çalışanların çalışmaları sayesinde yarın pek çok insan çalışmalara katılacak, birçokları da katılmak istemeyeceklerdir. Muhalefet etmek de istemeyebilirler. Çıkarları sebebiyle kaidlerden olurlar.

Kur’an karşı taraftaki insanları değişik şekilde tasnif etmektedir; müşrikler, akit yapan müşrikler, kâfirler, münafıklar, muhalifler, şimdi de kaidler olarak sınıflandırmaktadır.

Gelecekte ilim şu şekilde olacaktır. Kur’an’da geçen kelimeler tasnif edilecektir. Kelimelerin getirdiği kavramlar ortaya konacaktır. Bir kelimenin değişik kavramları olabilir. Bunlar müşterek kelimelerdir. Böylece sistem oluşturulacaktır. Ondan sonra örnek olarak “sosyoloji kitabı” yazılacaksa, birbirine tekabül eden kavramlar bulunacak, böylece o ilim oluşmuş olacaktır.

بِأَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِ

(BiEaN YaKUvNUv MaGa eLPaVAvLiFi)

“Haliflerle beraber olmaya razı oldular”

“Bi” burada “Fî” manasındadır. Haliflerle beraber olmaya razı oldular.

Allah kadınlara başka imkânlar vermiş, onlara ona göre görev vermiş, erkeklere de erkeklere göre başka imkân ve görevler vermiş. Herkesin kendi görevini yapması gerekirken, başkasının görevini yapmaya kalkışmaktadırlar. Yargıya yargı görevi vermiş, siyasete yönetme görevi vermiş. Yargı yürütmeye kalkışıyor yahut yürütme yargılamaya kalkışıyor. Herkes kendi görevini yapmalı, başkasının işine karışmamalıdır.

“Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nda görev, yetki, sorumluluk ve haklar bir bütündür. Başkasının yetkisinde başkasına görev verilemez. Hesap verecek olan sandığa gidecek kimsedir. Yargı kendisine gelen davalara bakar. Yargı kendi kendisine dava icat edemez. Bu sebepledir ki savcıların bağımsızlığı olmaz, savcılar yürütmenin avukatıdır. Resen davalar açamazlar. Burada bir örnekle bu yetki aşaması anlatılmaktadır.

وَطُبِعَ عَلَى قُلُوبِهِمْ

(Va OuBıGa GaLAy QuLUvBiHiM)

“Ve kalblerinin üzeri tab olundu”

Bir insan Allah’a müslim olur da namaz kılmazsa, susuz kalan bitkiler gibi imanı kurur. Ama müslim olur da namaz kılar, zekât verir, oruç tutar ve hacca giderse kalbine iman girer. Namaza devam ettikçe aklından çıkmaz. Ama terk eder de namaz kılmaz, zekât vermez ve oruç tutmazsa, kongrelere katılmazsa reyb içine girer, şüpheye düşer ve imanı gider. Yani amel ile takviye edilmeyen bir ilim kuru kelimelerden ibaret kalır. Kalpler damgalanır.

Damgalanır demek mühürlenir demektir. Mühürlenen kapı açılmaz. Onların kalpleri de mühürlenir. Hareket etmedikleri yani amel etmedikleri için ilimleri de körelir.

Burada meçhul siga getirilmiştir. Naibi fail kalplerinin üzeridir. Kim tab edecektir? Tab eden kendilerinin haliflerle beraber oturmalarıdır. Hareket etmediği zaman anlama zorlaşır. Batı uygarlığı deneye dayanarak doğmuştur. Amelsiz ilim hayal kurmaktan ibarettir.

فَهُمْ لَا يَفْقَهُونَ (87)

(FaHuM LAv YaFQaHUvNa)

“Onlar fıkh etmezler.”

Kur’an’da “ilmetmek, fıkhetmek, zikretmek, fikretmek” kavramları geçmektedir.

İlmetmek bilgisayara konmuş dosyadır. Zikretmek demek dosyayı çağırıp açmak demektir. Fikretmek dosyada olanları görüp üzerinde düşünmek demektir. Fıkhetmek ise dosyaya yeni şeyler ilave etmektir.

İlmetmek proje yapmaktır. Proje ilimdir. Onun okunması zikirdir. Uygulandıktan sonra sonuçları görmek ve kontrol etmek fikirdir. Yeni proje yapma fıkıhtır.

Beyinleri mühürlenmiştir, onlar yenilik yapamaz, daha ilerisini düşünemezler.

Demek ki oturanlar demek, bedenleri ile üretime katılmayan, iş yapmayanlar demektir.

Bizim bir taraftan ilim yaparken diğer taraftan da amel etmemiz gerekmektedir. İçtihadı başkaları için değil kendimiz için yapacağız. Başkaları isterlerse bize uyarlar.

لَكِنِ الرَّسُولُ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ جَاهَدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنْفُسِهِمْ وَأُولَئِكَ لَهُمُ الْخَيْرَاتُ وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ (88)

(LAvKiNi elRaSUvLu Va elLaÜIyNa EAvMaNUv MaGaHUv CAvHaDUv BiEaMVAvLiHiM Va EaNFuSiHiM Va EuLAEiKa LaHuMu eLPaYRAvTu Va EUvLAEiKa HuMu elMUFLiXUvNa)

“Lâkin Resul ve onunla beraber iman etmiş olanlar mallarıyla ve nefisleri ile cihad ettiler ve onlar için hayrat vardır ve onlar muflihdirler.”

“Lâkin” kelimesi Kur’an’da 6 defa, “Velâkin” ise 59 defa geçmektedir. “Lâkinne” 1 defa, “Velâkinne” ise 66 defa geçmektedir. Bunların toplamı çift ettiğine göre bunlar aynı kelimedir. “Ve” harfi ile atfedildiğine göre “Lâkin” harf değildir. “Le Kâne” elbette oldu anlamındadır. Muhaliflerden kaidleri zikrettikten sonra onlara karşı resul ve onunla beraber malları ile canları ile cihad edenler anlatılmaktadır.

Kur’an gelmeden önce Cebrail geliyor, nebilere vahyediyor ve öğretiyor; onlar da çevredeki insanları çağırıyor ve cemaat oluşturuyorlar. Böylece yeni uygarlık kuruluyor idi.

Kur’an’dan sonra Cebrail gelmeyecek, Allah yeni kitap indirmeyecektir. Nebiler içtihat yapacak ve Cebrail’in yerine geçecekler, resuller/başkanlar da bunların içtihatlarına uyarak uygulama yapacaklar ve topluluklar kuracaklardır.

Yani araştırmacılar proje yapacaklar ve bu projeyi benimseyen biri çıkacak, o başkan olacak, birlikte uygulama yapacaklardır.

Bu hususta ilk uygulamayı Bediüzzaman yapmış, Risaleleri telif etmiş ve çevresindeki insanlara okutup yazdırmıştır. Ne var ki o Hazreti İsa gibi görevli idi, imanı getirmişti, ameli yapan resul onun kendi hayatı döneminde çıkmamıştı.

Bediüzzaman’ın Hazreti İsa’ya benzer taraflarını şöyle sıralayabiliriz.

a) Hazreti İsa şeriatı getirmemiştir, sadece ahlâkı getirmiştir; Bediüzzaman da şeriatı değil imanı getirmiştir yani imanın risalelerini yazmıştır.

b) Hazreti İsa evlenmemiştir; Bediüzzaman da evlenmemiştir.

c) Hazreti İsa’nın mezarı yoktur; Bediüzzaman’ın da mezarı yoktur.

d) Hazreti İsa havariler bırakmıştır; Bediüzzaman da arkadaşlarını bırakmış, onlar sonra cemaati oluşturmuşlardır.

Fethullah Gülen ise Pavlus’un yerindedir.

İkinci uygulama ise Akevler’de olmuştur. 1967’de kurulan Akevler kendisi site yaparken yani ilmî araştırmalarına devam ederken; dinde Gülen cemaatini, siyasette Millî Görüş’ü desteklemiştir. Akevler nebilerin çalışmalarını yapmış, Erbakan resullerin görevini yüklenmiştir.

Akevler şimdi ikinci araştırma ve deneme uygulamalarını yapmakta, ikinci Akevler projesini hazırlamakta, ilmî çalışmalara devam etmektedir. “Müçtehit Yetişme Merkezi”ni kurarak site uygulamasına geçmek istemektedir.

Akevler hazır olduğu zaman Allah Necmettin Erbakan benzeri birisini görevli kılacak ve Akevler’in hazırladığı proje uygulanarak yaygınlaşacaktır.

“Onlar için hayrat vardır” denmektedir.

Ekonomide nihai mallar vardır. İnsanlar bunlardan yararlanarak yaşarlar. Bir de ara mallar vardır. Bunlar üretim araçlarıdır. Bunlara “hayrat/hayırlar” denmektedir.

İşte; Allah “Adil Düzen” uygulayıcılarına hayratı vaat etmektedir.

Nitekim birinci Kur’an uygulamasından sonra müslimler zengin olmuşlar, işyerleri edinmişler, büyük müesseseler kurmuşlardır. Bundan sonra da böyle olacaktır. İnsanlar Adil Düzen işletmeleri ile bugünkü sömürü sermayesinin yerine geçeceklerdir. Onların karşılıksız doları değil, insanlığın çıkardığı altın para/dinar yeryüzüne hâkim olacaktır.

İstanbul’da bir kredileşme kooperatifi kurulacak, bu kooperatif “dinar” diyebileceğimiz “altın bono senedini” çıkaracak ve kuyumculara kredi olarak verecektir. Kuyumcular altın karşılığı bunu piyasaya sürecek ve kârsız değiştireceklerdir.

İşte bu uygulama “hayrat” olacaktır.

Ayrıca sosyal dayanışma meydana gelecek, “çalışana kredi” ile herkes iş yapacak, mahsul/üretim bollaşacak, nihai mallar da çoğalacaktır. Çalış(a)mayanlara yeryüzünün kirasından pay verilerek herkesin karnı doyacak, herkes refah içinde olacaktır.

Demek ki Akevler’de proje hazırlanacak, biri çıkacak ve bu projeyi benimseyecek, “Adil Düzen” işletmelerini yaygınlaştıracak yani Akevler ile birlikte örnek işletme kuracaklardır.

Bu resul/başkan nerden çıkacak?

Buna herkes adaydır. Millî Görüşçüler arasından çıkabilir, AK Parti’den çıkabilir, Hareket Partisi’nden çıkabilir, Halk Partisi’nden çıkabilir, BDP’den de çıkabilir. İran benimseyebilir. İslâm ülkeleri benimseyebilir. Rusya benimseyebilir. AB benimseyebilir. ABD benimseyebilir. Bediüzzaman cemaati benimseyebilir. Budistler benimseyebilir...

O tarafı yani benimseyecek olan bize ait değildir.

Bizim görevimiz “Adil Düzen”in bir işletmede örneğini vermektir.

لَكِنِ الرَّسُولُ

(LAvKiNı elRaSUvLu)

“Lâkin Resul”

İslâm düzeninde yani “Adil Düzen”de halk Allah’ı temsil eder. Onun meclisi yani vekilleri Allah’ın temsilcileridir. Şeriat Allah’ın emirleridir.

Halkın meclisi ilim adamlarından oluşur. Bunlar nebilerin görevlerini görürler. Meclis hükümeti çıkarır. Bir başkan gönderir. Bu meclisin elçisidir. Meclisin kararlarını uygular.

Necmettin Erbakan’dan sonra gelecek olan çağımızın resulü henüz ortaya çıkmamıştır. Çünkü henüz nebilerin yerine ilmî çalışmalar yapan Akevler gerekli hazırlığını yapmamıştır.

Burada “Lâkin” kelimesini “Lâ Kâne” şeklinde de anlayabiliriz. O zaman öyle değil böyle oldu anlamı verilir. “Velâkin” dendiği zaman arada mahzuf bir cümle var demektir. Ama “Lâkin” doğrudan geldiği zaman aksine onlar oturmayı, resul ve müminler ise cihad etmeyi tercih ettiler. 

Biz şimdi nebilerin görevini görüyoruz. Herkesin bu çalışmalarımıza katılması gerekmiyor. Araştırma herkese farz olmakla beraber, mâlen katılmaları da yeterlidir. Çünkü herkes araştırmaya katılsa o zaman üretim durur. Bazı kimselerin araştırması yeterlidir. Diğerlerinin de yeteri kadar mâlen katılmaları yeterlidir.

Nitekim biz İstanbul Yenibosna’da araştırma merkezini kurmuş bulunuyoruz. İhtiyacımız olan desteği de alıyoruz. Ama yarın resul çıkacak, Necmettin Erbakan gibi Adil Düzen Partisi’ni kuracak ve Akevler’in hazırladığı projeleri uygulayacaktır. İşte o zaman kaidler ile mücahidler ayırımı olacaktır.

Resul” burada marifedir. Bu resul Hazreti Peygamber yani Hazreti Muhammed aleyhisselâmdır. Bin yılların başlarında görev alacak inkılâpçı resullere ona kıyasen delalet etmektedir. Çünkü İslâm düzeni kurulduktan sonra artık herkesin cihad etmesi gerekmektedir. Kimileri müslim olarak kalır, diğerleri mümin olurlar.

Asıl cihad Mekke fethine kadardır. Ondan sonraki savaşlar, kazanılması kesin olan savaş benzeridir.

Bugün de ilk cihad birinci Akevler uygulaması ve Millî Görüş’tür. Bediüzzaman’ın cihadı ilk cihaddır. Şimdiki cemaatin cihadı müslim-mümin ayırımı olacak dönemdir.

وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ

(Va elLaÜIyNa EAvMaNUv MaGaHUv)

“Ve onunla beraber iman edenler”

Bunlar evvelundurlar, ilk mümin olanlardır. Bunlar sabikundurlar, bunlar mukarrabundurlar. İstiklâl savaşı yapanlarla şimdi demokrasi savaşı verenler elbette bir değildirler. Bu sebepledir ki onunla beraber iman edenler denmektedir.

Kur’an nâzil olmaya başladığı zamana ilk iman eden Hazreti Muhammed değildir. İlk iman eden Varaka’dır, sonra Hazreti Hatice’dir; Hazreti Muhammed üçüncü iman edendir. Çocuk olan Hazreti Ali ile kölesi olan Hazreti Zeyd de dördüncü ve beşinci iman edenlerdir. Altıncı iman eden Hazreti Ebu Bekir’dir. Hazreti Muhammed’e itminan yani peygamber olduğuna olan kanaat ancak Hazreti Ebu Bekir’in imanı ile kesinleşti. Bir ara vahiy kesildi. Hazreti Muhammed şüphelere düştü ama arkadaşları onu bırakmadı. Böylece Kur’an’ın ilâhi kitap olduğu hususu yalnız Hazreti Muhammed’in kendisinin inanması ile ortaya çıkmamıştır. Hazreti Ömer’in Müslümanlığı ile artık Mekke’de ve bütün Arabistan’da kişilik kazanmıştır. Ondan sonra Müslümanlar namazlarını Kâbe’de kılmaya başladılar. Medineliler o sayede öğrendiler. Hazreti Muhammed Medinelileri ikna etmedi, Medineliler kendileri Hazreti Muhammed’i Medine’ye çağırdılar. İşte böylece onunla beraber iman edenler olmuştur.

İkinci Kur’an uygulamalarında da gerek Akevler’in, gerek Millî Görüş’ün, gerekse Gülen Cemaati’nin ortaya çıkması böyle kollektiftir. Beklenmedik büyüme bizi şuna inandırdı; demek ki çalışılırsa Allah bire on veriyor.

Bu seminerlerin yapılması ve sürmesi sadece bir kişinin isteği değildir. Reşat Nuri Erol’un beni İstanbul’a davet etmesi, sabır ve ısrarla bu seminerleri redakte etmesi sonucu bu seminer çalışmaları devam etmektedir. Dr. Müh. M. Lütfi Hocaoğlu’nun katılması ve Ruhu’l-Kur’an projesinin oluşturulmasında benim etkim yoktur. Demek ki “Akevler ilmî çalışmaları” sadece bir kimsenin eseri değildir, Allah’ın inananlara ayrı ayrı ilham etmesiyle onların hep birlikte oluşturdukları bir oluşumdur.

Ahşap Evler çalışmalarımız henüz sonuç vermemiştir... Adil Düzen Partisi çalışmalarımız henüz sonuç vermemiştir. Bir gün biri gelecek ve Adil Düzen Partisi’ni kuracak, Akevler’in oluşturduğu projeyi uygulayacaktır.

Burada ve bu merhalede genel bir soru daha akla gelebilir:

- Üçüncü binyıl uygarlığı bir tek merkezden mi yayılacak, yoksa değişik cemaatler ayrı ayrı mı oluşturacaklardır? Bir ülkede mi oluşacak, yoksa değişik ülkelerde mi oluşacak?

Bediüzzaman’ın başlattığı reform dünyada tektir. Çünkü Kur’an’ın yeniden yorumlanmasını istemiş, eski tefsirlerin Kur’an’ı anlamada perde olduğunu söylemiştir. Bugün dünya üzerinde o ekolün okulları yayılmıştır. Buna benzer başka bir çalışma bulunmamaktadır. Millî Görüş benzeri Akevler’in çalışmasına dayanarak “Adil Düzen”i benimseyen başka bir siyasi kuruluş yoktur, Millî Görüş de tektir.

Biz teorik olarak bu çalışmaların ayrı başlamasını düşünüyoruz. Çünkü artık vahiy söz konusu olmadığına göre değişik yerlerde bu hareketin başlamaması için bir sebep yoktur. Ne var ki yarım asırdır yaptığımız çalışmalarda bize katılan Akevler benzeri bir grup bulamadık. Biz çalışırız, bizden başka çalışanlar varsa onlarla birlik yaparız. Bizden ileri iseler biz onlara uyarız. Ondan ötesinde bize düşen bir şey yoktur.

Türkiye’de İslâm için çalışanlar vardır.

1) Başta Risale-i Nur şakirtleridir. 2) Süleyman Tunahan şakirtleridir. 3) Diyanet Teşkilatı’dır. 4) İlim Yayma Cemiyeti gibi derneklerdir.

Bunların hiçbirisi Kur’an’dan içtihatlar yapıp yeni düzeni kurmayı düşünmüyor, hayatlarını Batı düzeni içinde sürdürüyorlar. Bunlar İslâmiyet’i ahlâk mertebesine indirmişlerdir. Biz onlarla hep beraberlik içinde olduk ama onlar bizi hep dışladılar, böylece cari düzenin çalışmalarında bizim katkımız olmadı, Allah bizi korudu.

جَاهَدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنْفُسِهِمْ

(CAvHaDUv BiEaMVAvLiHiM Va EaNFuSiHiM)

“Mallarıyla ve nefisleri ile cihad ettiler”

Mallarla ve canlarla cihad edilecektir.

“Müçtehit Yetişme Merkezi”ne değişik şekilde katılma imkânı vardır.

a) Yenibosna’ya katılıp akşam derslerine devam etmek.

b) Akevler’in internet sitesini takip etme, yazı yazma, seminerleri düzeltme.

c) Müçtehit Yetişme Merkezi’ne araştırmacı olarak, kurucu âlim olarak, kurucu finansör olarak, kurucu öğretmen olarak katılmak.

d) Akevler’in çalışmalarına uzaktan da olsa katılmak.

Bunlar canları ile katılmadır.

Malları ile katılma ise:

1) Akevler Kooperatifi’nin kredileşmesine para yatırıp çekerek ortak olmak.

2) Akevler’deki denemelerde harcanacak masraflara katılmak.

3) Bir araştırmacıyı finanse etmek.

4) Akevler işletmelerine ortak olmak.

Mallarla ve canlarla cihad işte bunlardır.

Bugün hazırlık çalışmalarına katılacaklar…

Yarın resul/başkan ortaya çıkınca da onun çevresinde bu cihada devam edecekler...

Her uygarlık ortaya çıkan sorunların çözülmesi üzerine kurulmuştur. Biz bugün işsizlik sorununu çözüp adil paylaşma sistemini getirdiğimiz zaman uygarlığımızı kurmuş olacağız. Yerinden yönetim, hakemlerden oluşan yargı, ambara konan mallara karşılık çıkarılan karşılıklı para ve yeryüzü kira payına dayalı olarak yapılan adil bölüşüm sistemi.

“Adil Düzen” işte budur.

وَأُولَئِكَ لَهُمُ الْخَيْرَاتُ

(Va EuLAEiKa LaHumu eLPaYRAvTu)

“Ve onlar için hayrat vardır”

“Hayr” üretim araçlarıdır, üretim işletmeleridir; işletmelerdeki paylardır.

Tarım döneminde herkesin tarlası vardı, kendisi eker kendisi biçer ve yaşardı. Hayrat bundan ibaretti. Oysa bugün hayrat büyük işletmelerdir. Küçük işletmeler de ürettikleri malları satıyorlar. 21’inci yüzyıl demek birbirini tamamlayan yardımlaşmalı dayanışmalı işletmeler demektir.

“El-Hayrat” dişi kurallı çoğuldur. Bir işletme değil değişik işletmeler olacak ve bu işletmeler arasında işbölümü olacaktır. Kur’an sayesinde çağımızın en büyük mucizesi bu işletmelerin kurulması olacaktır. Bu işletmeyi öğrenmemiz gerekmektedir.

وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ (88)

(Va EUvLAEiKa HuMu elMuFLiXUvNa)

“Ve onlar muflihtirler.”

“Felah” refah demektir. Aslında çiftçi demektir.

Yeryüzüne Güneş ışığı gelmekte, bitkiler onu kimyasal enerjiye çevirerek depo etmekte, sonra da onu değişik enerjilere çevirerek yaşamayı sağlamaktadırlar. Bu sebepledir ki hayatın temel kaynağı tarımdır. Bundan sonra da tarım dönemi devam edecektir. Sanayileşme tarımın verimini artırmakta, sanayinin sadece kendisi bir şeye yaramamaktadır.

Yeni kuracağımız yeni uygarlık tarımın da ilmileştiği sanayi uygarlığı olacaktır. Batı inşaatı ve sanayiyi ilmileştirdi ama tarımı henüz ilmileştiremedi. Bunun dört sebebi vardır.

1) Tarımda tarlaya gitmek gerekir. Sermaye tarlaya gidemedi, işçileri denetleyemedi. Bu sebeple işçilik sistemi ile projeye dayalı üretim tarımda yapılamaz.

2) İşçi itiraz etmez, sen nasıl istersen ona uyar ve onu yapar. Dolayısıyla sanayide ve inşaatta işçilik sistemi uygulanabilir ama tarımda uygulanamaz, çünkü tarımda sen canlıya hizmet edersin, ona emredemezsin. İşçilik sistemi emir-komuta sistemidir.

3) Tarımdaki ürün emekle orantılı değildir. Havalar iyi gider ve çok az verimle çok fazla ürün alırsın; havalar iyi gitmez ve çok emek verirsin ama yine ürün elde edemezsin. Dolayısıyla tarımda işçilik sistemi rizikoludur ve girişimciler orada iş yapamamaktadırlar.

4) Tarım araziye göre değişiklik gösterir. Arazinin yapısı ve arazinin bulunduğu iklim şartlarına göre tarım yapmak gerekir. Sanayide ve inşaatta belirlenen metotlarla iş yapamazsınız. Yani ortak bilgiler yeterli değildir. Her tarlanın tarımı başkadır. Bu sebepledir ki tarım ancak babadan oğluna intikal eden özel eğitimle sürdürülebilir.

İşte “Adil Düzen” bu sorunları çözecektir. Aile işletmelerini esas alacaktır. Tarım arazileri ona göre parsellenecektir. Araziler onar dönüm olacaktır.

Tarım işletmelerinde “tesis, emek, sermaye ve genel hizmet ortaklıkları” olacaktır. Genel hizmetler sübvanse edilmiş olacaktır. Ayrıca tarım alanlarında yan sanayi işletmeleri kurulacak ve tarımda iş olmadığı zaman emek sahipleri buralarda üretim yapacaklardır. Faizsiz kredi ile tarım ürünlerinin bol olduğu zaman ucuz satmaları önlenecektir. Hasat iyi olmadığı zaman da artırdıklarını değerlendirmiş olacaklardır.

Bundan önceki âyette “onlar fıkh etmezler” denmiştir. Burada ise “iflah olanlar onlardır” denmektedir. Demek ki yeni tarım yeni fıkha dayanacaktır.

Bu âyet bize yeni tarım fıkhını da yapmamız gerektiğini ifade eder. Demek ki Yalova’daki yerlerimizde seracılık da yapmamız gerekecektir. Bunlara ait geçmişte yaptığımız denemelerimiz vardır. Allah ihsan ederse bu denemelerimiz boşa gitmez.

On dönümlük kiraz bahçemiz vardı. Verim iyi olsun diye suladık. Sonra su vermeyince ağaçlar kurudu. Bu da farklı bir denemeydi.

Bir arazimize fiy ektik, son derece başarılı sonuç elde ettik. İkinci sene yüzlerce dönüm ektik, mevsim kurak geçti, hiçbir şey alamadık.

Bir Kurban Bayramı öncesinde kurbanlık hayvanlar getirdik. Hepsini satamadık. Sonra yem de bulamadık. Arpa alıp yedirdik, öldüler!

Tavuk kümesleri yaptık. Büyük yemleri virüslü torbalara koydular. Tavuklarımız öldüler!

Biz bu zararlara dayandık, çünkü kooperatif idik, başka yerden kazandık ve bu zararlarımızı telafi ettik. Tek başına küçük firmalar buna dayanamazlar.

Başarılı denemelerimiz vardır. Onları sizlere aktarmaya çalışacağız.

أَعَدَّ اللَّهُ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ (89)

(EaGadDa elLAvHu LaHuM CanNAvTin TaCRIy MiN TaXTıHav elEaNHARu PALıDIyNa FIyHAv ÜAvLiKa eLFaVZu eLGaJIyMu)

“Allah onlara tahtında nehirlerin cereyan ettiği cennetleri i’dad etmiştir. Orada haliddirler. Azim fevz budur.”

Kur’an baştan sonuna kadar dörtlü karşılaştırma yapar; iyi ve kötü insanlar, âhiret ve dünya hayatı. Dünya iyilerle kötülerin ortaya çıkması içindir. Âhirette cennet iyiler içindir, cehennem kötüler içindir. Bundan önceki âyette iyilerden ve kötülerden bahsetti, dünyada onlara vaat edilenleri anlattı. Şimdi de âhiretten bahsetmektedir.

Bu sûrede müminlerden çok mümin olmayanlardan, onların dünyadaki durumlarından bahsetmekte, onların âhiretteki hallerine işaret etmektedir. Son iki âyette ise müminleri anlatmakta, bunların dünyadaki büyük başarılarını haber vermekte, âhiretteki makamları anlatılmaktadır. “Hazırlayacaktır” demiyor, “hazırladı” diyor. Demek ki cennet hâlen mevcuttur. Âhirette anahtar teslimi yapılacak. Yapılar tamamlanmıştır. Bahçeler mevcuttur. Döşenmiş borular vardır. Çeşmelerden sular akmakta, süt akmakta, bal akmakta ve şarap akmaktadır. Tahtındaki nehirler kapalı borulardır.

İşte, dünyaya geliyorsunuz, kazanayım da yuvama döneyim diyorsunuz.

İşte, Allah bize bu müjdeyi vermektedir. Dünyamız refaha kavuşmakta, âhirette de cennetlere ulaşmaktayız. Burada hazırlamış olması böyle açıklanır.

أَعَدَّ اللَّهُ لَهُمْ

(EaGadDa elLAvHu LaHuM)

“Allah onlara i’dad etmiştir”

“Adde” saymak demektir. “İ’dad etmek” sayıları belirtmek demektir. Mevcut olanları saymak değil yapılanları saymaktır.

Mühendislikte iki türlü proje vardır. Uygulanacak projeler vardır. Henüz mevcut değildir, ileride mevcut olacaktır. Bir diğeri de uygulanmış hali hazırda mevcut projelerdir. Hâlihazırda mevcut olanları saymak adde etmektir. Gelecekte yapılanları gösteren projeyi yapıp ona göre yapılaşmayı sağlamak i’daddır.

Âlemlerin rabbi olan Allah’ın Resulü ile beraber cihad edenlere cennetler hazırlanmıştır. Onlar bu dünyada çalışınca melekler onlar için âhirette cennet hazırlamaktadırlar. Ne mutlu bize ki biz şimdi bunları okuyup anlamaya çalışıyoruz, öğrendiklerimizi uygulayacağız. Allah da cennette bize köşkler hazırlamaktadır. Âhirete gittiğimiz zaman herkes dünyada kendisine inşa ettiği köşkü bulacaktır. Orada da çalışmaya devam edilecek ve daha ileri köşkler olacaktır.

Ekonomide iki türlü çalışma vardır; biri geçinmek için çalışma, diğeri ise yatırım için çalışmadır. Nasıl bir fabrikanın işçileri varsa, âhirette cennette olanların da işletmeleri olacak, hurileri olacak, gılmanları olacak yani kadın ve erkek işçileri olacak. Bunlar çalışacaklar ve yeni köşkler ve üretim yerleri oluşacak ve onlar çoğalacaktır. Bu da insanın daha çok Allah’a yaklaşması şeklinde olacaktır. İnsan için en zevkli şeref bu olacaktır; makam, ilim, Allah’a yaklaşma ve köşkler. Âhiret hayatı da böyle oluşmuş olacaktır. Bizim yiyeceklerimiz de onlar tarafından yani cennet işçileri tarafından yapılacaktır.

جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ

(CanNAvTin TaCRIy MiN TaXTıHav elEaNHARu)

“Tahtından nehirler akan cennat”

İleri uygarlığı anlatmaktadır. Bitkiler olacak, hayvanlar olacaktır. Çalışan işçilerimiz olacaktır. Meskenler olacaktır. Artık âhiret hayatını anlatan film çevirebiliriz.

خَالِدِينَ فِيهَا

(PALıDIyNa FIyHAv)

“Orada haliddirler”

“Orada haliddirler” ifadesi ile burada bahsedilenin cennet olduğu anlaşılmaktadır. Dünyadaki hayrat ve iflah karşılığı âhirette de tahtından ırmakların aktığı cennetler vardır.

ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ (89)

(ÜAvLiKa eLFaVZu eLGaJIyMu)

“Bu azim fevzdir.”

“Fevz” gaileden kurtulup istenen gayeye ulaşmaktır.

En büyük fevz denmediğine göre demek ki daha büyük fevz vardır demektir.

 

 


TEVBE SÛRESİ TEFSİRİ(9.SURE)
1-1 VE 2.AYETLER
2158 Okunma
2-3.AYET
1440 Okunma
3-4.AYET TEFSİRİ
1712 Okunma
4-5 VE 6.AYETLER
1966 Okunma
5-7 VE 8.AYETLER
1749 Okunma
6-9 VE 11.AYETLER
1582 Okunma
7-12 VE 13.AYETLER
1662 Okunma
8-14 VE 16.AYETLER
1646 Okunma
9-16.AYET-B
1527 Okunma
10-17 VE 18.AYETLER
1734 Okunma
11-19.AYET
1966 Okunma
12-20 VE 22.AYETLER
1478 Okunma
13-23 VE 24.AYETLER
1609 Okunma
14-25 VE 27.AYETLER
1551 Okunma
15-28 VE 29.AYETLER
5973 Okunma
16-30 VE 31.AYETLER
2533 Okunma
17-32 VE 33.AYETLER
1961 Okunma
18-34 VE 35.AYETLER
2671 Okunma
19-36 VE 37.AYETLER
1712 Okunma
20-38 VE 39.AYETLER
1659 Okunma
21-40 VE 41.AYETLER
1541 Okunma
22-42 VE 45.AYETLER
1529 Okunma
23-46 VE 49.AYETLER
1533 Okunma
24-50 VE 52.AYETLER
1619 Okunma
25-53 VE 55.AYETLER
1644 Okunma
26-56 VE 59.AYETLER
1563 Okunma
27-60.AYET
2010 Okunma
28-61 VE 63.AYETLER
1400 Okunma
29-64 VE 66.AYETLER
2061 Okunma
30-67 VE 69.AYETLER
1500 Okunma
31-70.AYET
1576 Okunma
32-71 VE 72.AYETLER
1687 Okunma
33-73 VE 74.AYETLER
1682 Okunma
34-75 VE 78.AYETLER
1516 Okunma
35-79 VE 80.AYETLER
1509 Okunma
36-81 VE 82.AYETLER
1734 Okunma
37-83 VE 85.AYETLER
1513 Okunma
38-86 VE 89.AYETLER
1560 Okunma
39-90 VE 93.AYETLER
1562 Okunma
40-94 VE 96.AYETLER
1477 Okunma
41-97 VE 99.AYETLER
2655 Okunma
42-100 VE 101.AYETLER
2147 Okunma
43-102 VE 104.AYETLER
1698 Okunma
44-105 VE 108.AYETLER
1476 Okunma
45-109 VE 110.AYETLER
1452 Okunma
46-111.AYET
2261 Okunma
47-112.AYET
3144 Okunma
48-113 VE 115.AYETLER
1423 Okunma
49-116 VE 117.AYETLER
1744 Okunma
50-118.AYET
2300 Okunma
51-119 VE 120.AYETLER
1558 Okunma
52-121 VE 122.AYETLER
1458 Okunma
53-123 VE 125.AYETLER
1711 Okunma
54-126 VE 127.AYETLER
1436 Okunma
55-128.AYET
2148 Okunma
56-129.AYET
1496 Okunma
57-128 VE 129.AYETLERDE MATEMATİK YAPI
1557 Okunma