Tevbe Sûresi-13
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
***
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا آبَاءَكُمْ وَإِخْوَانَكُمْ أَوْلِيَاءَ إِنِ اسْتَحَبُّوا الْكُفْرَ عَلَى الْإِيمَانِ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَأُولَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ (23) قُلْ إِنْ كَانَ آبَاؤُكُمْ وَأَبْنَاؤُكُمْ وَإِخْوَانُكُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ وَعَشِيرَتُكُمْ وَأَمْوَالٌ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَهَا أَحَبَّ إِلَيْكُمْ مِنَ اللَّهِ وَرَسُولِهِ وَجِهَادٍ فِي سَبِيلِهِ فَتَرَبَّصُوا حَتَّى يَأْتِيَ اللَّهُ بِأَمْرِهِ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ (24)
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا آبَاءَكُمْ وَإِخْوَانَكُمْ أَوْلِيَاءَ إِنِ اسْتَحَبُّوا الْكُفْرَ عَلَى الْإِيمَانِ
(YAv EayYuHav elLaÜIyNa EAvMaNUv LAv TatTaPıÜu EAvBAvEaKuM Va EPVAvNaKuM EaVLiYAyEa EiNi iSTaXabBuv eLKuFRa GaLav eLEIyMAvNı)
“Ey iman etmiş olan kimseler, iman üzerine küfrü istihbab ediyorlarsa eblerinizi ve ehlerinizi evliya ittihaz etmeyiniz.”
Bundan önceki âyetlerde yönetimin müşriklere nasıl davranmaları gerektiğini anlatmıştı. Mahkemelere müracaat edemezler. Yargıda bir hak arayamazlar. Ama insandırlar, yönetime muhatap olurlar, kişilerle de birebir ilişkiler kurabilirler; alışveriş yapılabilir, borç verilip borç alınabilir; yemekleri yenmez, onlarla evlilik yapılamaz.
Başka âyetlerde haram kılınan, bu ilişkilerin yanında burada onların evliya ittihaz edilmeleridir. Evliya demek dayanışma ortakları demektir. Birine bir şey gelirse, birlikte onu karşılayacaklarsa, bu dayanışmadır. Bu ortaklık şeklinde gerçekleştirilir. Güvenlik sağlamak devlete aittir. Dolayısıyla birine bir saldırı olursa onu devlet koruyacaktır.
Devlet dediğimiz dayanışma ortaklığı demektir. O halde iman yerine küfrü tercih etmişlerse yani savunmaya katılmamışlarsa, onlarla dayanışma içine girmeyiniz. Dayanışma ortaklığı kişisel ortaklıktır. Topluca dayanışma ortaklığına girilmediği gibi topluluk dayanışmaya katılmaz. Ülke içinde kurulan dayanışmalara kişiler kendileri katılırlar. Yoksa il veya bucak karar alıp dayanışmaya katılmaz, fertler dayanışmaya katılmaya zorlanamaz.
Kişinin dayanışmaya katılmasına mâni olunabilir mi?
Evet, yönetim ile halk arasında sözleşmeyi fesih yetkisi vardır. Ülkeyi değiştirmek şartı ile askerlik yapma zorunluluğu kalkar. Hakemlerin kararlarına teslim olan topluluklarda değişik konularda dayanışma yapılabilir.
“Ey iman edenler” burada altı defa geçmektedir. Bir de “Ey nebi” geçmektedir. Demek ki sûre yedi veya sekiz bölüme ayrılmaktadır. Bu ilk “Ey iman edenler” ifadesidir.
(1-22) (23,28,34,38) (38,73) (73,118) (119,123-129)
(1-22) 1 ile 22 âyetleri “Ey iman edenler” olarak başlamaktadır. Hüküm ortaya konmakta, tüm insanların onlarla nasıl ilişkiler kuracakları anlatılmaktadır.
(23,28,34,37) Âyetlerinin başına “Ey iman edenler” getirilmektedir. Aralarında 5,6,4 âyetler bulunmaktadır. Burada iman etmiş olanlara ait hükümlere ağırlık verilmektedir. Ondan sonra 38’den 118’e kadar 80 âyet bir “Ellezîne Âmenû”da toplanmıştır. Sadece 73’üncü âyette bu “Ey Nebi” ile bölünmüştür, 35 ve 46. âyetler olarak bölünmüştür.
(119,123,129) Son âyetler de 4 ve 6 âyete göre bölünmüş, yine imana ağırlık verilmiştir.
Demek ki şimdi yeni bölüme giriyoruz. 129 ayetin 81’i burada, 48’i diğer bölümlerde yer alıyor. Başlangıçta müminlerin imanlarından bahse başlamıştır. Müminler mümin olmayanlardan ayrılmışlardır. Müminler önce hicret ediyorlar, kendi bölgelerine çekiliyorlar; yeryüzünde kendilerine ne kadar yer düşüyorsa o kadar yere çekiliyorlar.
Farz edelim ki biz Akevler olarak 100 hanelik bir müminler sitesini kurduk. Türkiye toprakları 800 000 kilometrekaredir. Nüfusu da 80 milyon kabul edersek, bir kilometrekarelik alanda 100 kişi yaşayacaktır. Bizim kuracağımız sitenin ortalama nüfusunu 500 kabul edersek, 5 kilometrekarelik bir yer bizim hakkımızdır. Bunu satın alarak temin ediyoruz ve kendi sitemize çekilerek yaşamaya başlıyoruz. Devlete vergimizi veriyor ve vatandaşlık görevimizi yerine getiriyoruz.
İzmir Akevler Kooperatifi böyle 4000 dönümlük bir yeri satın aldı. Devletin böyle bir yeri bize karşılıksız vermesi gerekirken, tapulu yerimizi elimizden aldı. İşte o sebeple onunla cihat hakkımız doğdu. Ondan dolayı parti kurduk ve anayasa ekseriyetiyle iktidar olduk. Ama gasp olayı devam etmektedir. Devletin 120 yıllık tapusu ile satın aldığımız yeri ‘ormandır’ diye elimizden aldılar. Oysa tapulu arazimiz orman değildi. Geçersiz belgeler sundular, mahkeme de bunları kabul etti. Orman olsa bile, devlet ancak ormanlık vasfının korunmasını isteyebilir, kanunlara göre tapulu malı bedelsiz alamaz.
Bu âyetler bize kendi iman sitemizi nasıl kuracağımızı anlatmaktadır. Önce bize karşı olan, böyle bir site kurmamızı istemeyen, bu sitede yer almamıza muhalefet eden yakınlarımızla velayet içine girmememiz gerektiğini ifade etmektedir. Babalar ve kardeşlerden bahsetmektedir. Diğerleri evleviyetle dâhil olurlar.
“Müçtehit Yetişme Merkezi”ne araştırmacı olarak katılanlar direnişlerle karşılaşmışlar ve başlangıçta iki araştırmacı bizimle çalışmaya başladıkları halde sonra bırakmışlardır. Ayrıca finansör ortak olarak katılan ilk finansör de sözleşmeleri ve imzaladığı faturaları kestirdiği halde, kendi işletmesine bedelini ödetememiştir.
Bu olay basit olay değildir.
Necmettin Erbakan “Adil Düzen” çalışmalarını Akevler ile yapmıştır... Mensup olduğu tarikat onu ‘müridi mürtet’ ilan etmiş, parti yöneticileri “Adil Düzen”e ve Akevler’e cephe almışlardır... R. T. Erdoğan resmen başından itibaren “Adil Düzen”e karşı olmuştur...
Durum böyle iken, bazı Adil Düzen Çalışanları hâlâ onlarla siyaset yapmakta...
‘Ben Adil Düzenciyim’ diyerek onlarla işbirliği yapmada bir mahzur göremem.
Ama “Adil Düzenci” olduğunu saklayarak veya ilgisiz görünerek oralarda yer alanlar Akevler’in mümini değildirler.
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا
(YAv EayYuHav elLaÜIyNa EAvMaNUv)
“Ey iman etmiş olan kimseler.”
İki türlü hüküm vardır. Biri; hukuk onu korumaz, onlara riayet etmeyenlere de bir müeyyide uygulamaz, yani cezası yoktur. Domuz eti böyledir. Hukuk onu korumaz ama domuz eti yiyenlere de bir ceza verilmez. Bunlar Kur’an’da “helal” ve “haram” olarak belirtilmiştir. Haramları koruyan kimse yoktur. Helallere başkaları dokunduğu zaman onu koruyan, onu güvence altına alan bir teşkilat vardır. Buna “kamu” diyoruz. Ocak, bucak, il, ülke ve insanlık bu amaçla kurulur. Haramları işleyenleri koruyan bir örgüt olmaz.
Her ocak, her bucak, her il ve her ülke kendi düzenlerini kendileri kurarlar, kendi helallerini ve haramlarını kendileri koyarlar; kendi helallerini de onlar korurlar.
Kur’an ne diyor, Kur’an ne yapıyor?
Kur’an önce kendi ocaklarını ve bucaklarını kurarak kendi helallerini korumayı emretmektedir. Sonra uygulamalı olarak insanlığa kurtuluş yolunu göstermektedir. Sonra hakemlik müessesesini koyarak insanlar arasındaki nizaların hakemler yoluyla çözülmesini istemekte, hakem kararlarına uymayanlara karşı dayanışma içine girmelerini istemektedir.
Kur’an, dayanışma içine girmiş olanlara “Ey iman etmiş olanlar” diye hitap etmektedir. “Âmenû” sigası hem mufaale hem de if’al bâbından gelir. İf’al bâbından getirirseniz başkasının güvenini temin etme demektir. Mufaale babından getirildiği zaman da dayanışmayı yani birbirlerinin güvenini temin edenler demektir.
Müminler kendi aralarında dayanışma içine girerek kendi güvenliklerini temin ederler. Ayrıca kendilerine cizye verenlerin de güvenliklerini sağlarlar, hakem kararlarına uymayanları hakem kararlarına uyacak hâle getirirler.
Kur’an’ın koyduğu en önemli ilke tek tanrılık ilkesidir. Yeryüzünde hakemliği kabul eden tüm insanlar tek ümmettir. Aralarında niza olursa hemen hakemlere giderler. Hakem kararlarını değişik devletler ve ordular korurlar ama bunlarda vahdet vardır. Hepsi hakem kararlarına uyarlar. Başkanların kararlarına geçici olarak uyarlar, sonra hakemlere giderler.
Ocakta nöbet tutanlar ocağın müminleridir. Bucakta nöbet tutanlar bucağın müminleridir. İlde nöbet tutanlar ilin müminleridir. Ülkede nöbet tutanlar ülkenin müminleridir. İnsanlıkta nöbet yoktur. Bunlara askerlik bedelini verenler de müslimlerdir. Her yerin bedeli ayrıdır. Ocakta ocak bedeli, bucakta bucak bedeli, ilde il bedeli, ülkede ülke bedeli vardır. Kişi her kuruluşta ayrı kişiliğe sahiptir; ilde bedelli, ülkede nöbetli olabilir.
لَا تَتَّخِذُوا
(LAv TatTaPıÜu)
“İttihaz etmeyiniz.”
Açık avuç “keff”dir. İçine bir şey alıp eli yumruk hâline getirmek “Cuma”dır. Elle sapı veya ipi tutmak “ittihaz etmek”tir. “Kabz” kapanmış avuçtur, “Keff” ise açık avuçtur. Türkçedeki ‘elini çek’ tabiri yerine Arapçada ‘elini keffet’ kullanılır. “Ahz” ise tutmadır. “İttihaz” ise tutunmadır.
Yamaçlarda yürürken dallara tutunursunuz. Ayağa kalktığınızda birisinin elini tutar kalkarsınız. “İttihaz” lazım fiil olmalıdır. Mefulü vardır. “Ehaze şey’en” bir şeyi avucuna aldı demektir. “İttehaze” demek kendi kendisini avuçladı anlamına gelir ki manası yoktur. Birini ahz ettirmek kendisini ona tutturdu demektir.
“İttihaz” bir defaya mahsus alma değildir, devamlı tutma demektir. Müteaddi bir fiil iftial bâbında gelir de yine mef’ul alırsa devamlılığı, ayrılmazlığı ifade eder.
Bu şekliyle anladığınız zaman onlarla sözleşmeler yapar alışverişte bulunuruz, borç verip borç alırız. Geçici sohbetler ve yardımlaşmalar yapabiliriz. Dayanışma ortaklığına giremeyiz. Hele siyasi dayanışma içinde asla olamayız.
آبَاءَكُمْ
(EAvBAvEaKuM)
“Eblerinizi”
Herkesin babası anlamındadır. Grup oluşturur, “Adil Düzen”e ve Akevler çalışmalarına birlikte karşı olurlar. İşte siz onları veli ittihaz etmeyeceksiniz.
Müminlerin en önemli vasfı hakem kararlarına uymadır ve hakem kararlarına uymayanlara karşı cihad yapmadır. Müminlere karşı olanlar ise mevcut zulme devam etmek isterler, haksızlıkların sürüp gitmesini isterler.
Yüzde 10 barajı bir zulümdür. Dar bölge sistemi zulümdür. Kişi nerde olursa olsun bir kişiye veya partiye oy verdi mi oyu geçerli olmalıdır. Yüzde 5 barajı milletvekili olmak için değil hükümete katılmak için gerekli olabilir. Bir milletvekili yeter oy aldı mı meclise girmelidir. Hattâ oy alıp meclise giremeyenler oylarını birleştirip birini gönderebilmelidirler. Temsil ile istikrar arasında bir ilişki yoktur. İstikrarsızlık ekseriyet sisteminden doğar. Hükümeti nisbi sistemle kurarsanız istikrar sorunu kökünden çözülür.
AK Parti on sene boyunca yüzde 10 barajını korudu. Neden? Çünkü işine geliyordu.
Mevcut zulüm düzeninde güçlü olanlar birleşir ve yenilik yapanlara karşı savaş açarlar. İşte, yenilik yapmak istemeyenler babanız da olsa onları veli ittihaz etmeyeceksiniz.
وَإِخْوَانَكُمْ
(Va EPVAvNaKuM)
“Ve ehlerinizi”
“Kardeşler” “Ve” harfi ile atfedilmiştir.
Burada kastedilen yalnız babalar, yalnız kardeşler değil, onların oluşturduğu birliklerdir. Babalar ve çocuklar, amca çocukları da olsa, bir evliya durumundadır. Bunlara tabii veliler denir. Yani insan bunları veli olarak kendisi seçmez, doğuştan bunlar veli olur. Akdî veliler ise sözleşmelerle oluşan velilerdir. Dayanışma ortaklarıdır. Bunları veli ittihaz etmek demek, onların velayetinden yani tabii velilikten çıkma demektir.
Burada bir hüküm öğreniyoruz.
Baba oğlunu oğulluktan reddedebilir, oğul da babasını babalıktan reddedebilir. Aralarında doğal velilik kalmaz demektir. Buna dayanarak diyoruz ki; kadınlar da siyasi velilerini daima değiştirebilirler. Babaları veya kardeşlerinden biri olması gerekmez. Kocası olması hiç gerekmez.
Fıkıhçılar Sünnete dayanarak şeriatı oluşturdular. Biz de çoğunu istihsanen kabul ettik. Kur’an üzerinde durduğumuzda birebir o hükümlerde isabetlerin olduğunu görüyoruz. Sünnet haktır. İçtihat ve icma haktır.
أَوْلِيَاءَ
(EaVLiYAyEa)
“Evliya ittihaz etmeyiniz.”
İslâm düzeninin temeli dayanışmadır. İnsanlar farklı ülkeler, farklı iller, farklı bucaklar ve farklı ocaklarda yaşarlar. Özgürlüklerini hicretle sağlarlar. İçtihatlarına uymayan bir düzen içinde yaşayan topluluğu terk etme de görevdir. Bunun dışında aynı toplulukta yaşayanlar ilmî, ahlâkî, meslekî ve siyasî dayanışma ortaklıklarını kurarlar ve dayanışma ortaklığının ortakları kendilerine özgü hükümlere tâbidirler.
Dayanışma ortaklığının tanımı şöyledir.
Birine gelen bir musibet hepsine gelmiş kabul edilir, o musibeti birlikte def ederler. Bu musibetler savaştır, fitnedir, zelzeledir, yangındır... Bunun dışında bir meslek icra edilirken ortaya çıkan kazalardır. Bilgisizlikten olanları ilmî, beceriksizlikten olanı meslekî, ihmalden olanı ahlâkî, kasten yapılanları siyasî dayanışma ortaklıkları tazmin ederler.
Demek ki “Adil Düzen”i kabul etmeyen bir partiye giremezsiniz, “Adil Düzen”i kabul etmeyen bir şirkete ortak olamazsınız, “Adil Düzen”i kabul etmeyen bir mecliste milletvekili olup yönetimde görev alamazsınız. Sadece tebliğ için orada bulunabilirsiniz.
إِنِ اسْتَحَبُّوا الْكُفْرَ
(EiNi iSTaXabBuv eLKuFRa)
“Küfrü istihbab ediyorlarsa.”
“Hubbetme” seçmedir. “İstihbab etmek” ise tercih etmek demektir. Tercih edilen mef’ul olur, atılan ise “Alâ” ile gelir.
Diller canlıdır. Nasıl arabayı sürerken duruma göre hızlanırsın, yavaşlarsın, sağa çekersin, sola çekilirsin… Dil de böyledir, kişi meramını anlatmak için onu değişik şekillere sokar. Zamanla topluluk bazı manaları atar, bazı manaları yükler. Halk kullanırken dilin tarihî gelişmesini bilmez, o gün duydukları ile yetinir.
Kur’an’ın dili ise tesbit edilmiştir, 1400 sene önceki Kureyş dilidir, beliğ bir dildir.
Kelimelerin tarihî gelişmesini de göz önüne alarak mana veririz. Tercih aklî delillere dayanmaz. İnsanın duyguları ile gerçekleşir. Kişiler akılları ile değil hisleri ile sosyal gruplara katılırlar. Akıl yoluyla yapılan tercihler hatalı olsa da bizim onlarla dayanışma içine girmemize mani değildir. Küfür ile iman karşı karşıya getirilmiştir.
İman demek, bizim barışı sağlamamız için hakemlik müessesesini çalıştırmamız gerekir demektir. Hakemliğin de etkili olması için hakem kararlarının bir müeyyidesi olması gerekir. Bunu kabul edenler mümindir. Bazıları bunu gerçekleştirmek için bedenleri ile iştirak etmeseler bile malları ile iştirak etmektedirler.
Kâfirler ise Hak kavramını yani yargıyı kabul ediyorlar ama yönetimini reddediyorlar. Yazı öncesi uygarlıklar öyle idi. Buna karşı değiller ama kendileri katılmıyorlar. Nimetlerden yararlanıyorlar ama külfete iştirak etmiyorlar. Bu sebeple bunlar nankördürler, bundan dolayı biz bunlara “kâfir” diyoruz. Zorlanıyoruz ama alenen “nankör” ismini veriyoruz.
عَلَى الْإِيمَانِ
(GaLav eLEIyMAvNı
“İman üzerine.”
“İman” masdarı burada if’al bâbından gelmiştir, güven altına almak demektir.
Başkalarının güvenini sağlamadıkları gibi sağlayanlara karşı da soğuk savaş yürüttüler, hattâ bu savaşı sıcak savaşa da dönüştürebilirler. Güvene anarşiyi tercih ederler.
PKK’yı destekleyenler kâfirdirler. Çünkü onlar güvene karşıdırlar.
Ülkede adil yargı sistemini istemek herkesin hakkıdır. Allah hakemlik müessesesini bunun için tedvin etmiştir. Ama kan “Adil Düzen”i getirmez. Kan “Adil Düzen”i koruyabilir ama kanla “Adil Düzen” gelmez.
Bugün yerel seçimler serbesttir. Halklar kendi belediyelerinin yönetimlerini seçerler ve orada “Adil Düzen”i uygularlar. Hiçbir hukuki engel yoktur. O kadar iyi yönetim getirirler ki Kürt olmayanlar da oraya gitmek ister. İşte böylece düzeni değiştirebilirsiniz.
Bugün askerlere zulüm yapılıyor. Dışarıda tezgâhlanan davalarla sistemin eksikliği nedeniyle zulüm yapılıyor. Bunun çaresi askeri müdahale değildir. Geçmişte askeri müdahaleler yapıldı, bu müdahaleler sebebiyle her seferinde geriledik.
O halde askerler ne yapmalıdırlar?
Emekli askerler siyasi parti kurmalı, “Adil Düzen”i öğrenerek onu kendilerine program yapmalıdırlar. Görecekler ki Allah onları destekleyecek, halk onlara oy verecektir. Böylece ülkeyi uçurumdan kurtarabilirler.
İşte, küfre karşı imanı tercih etme demek dağda PKK kurma veya askeri müdahaleler değildir. Ama BDP yani siyasi parti kurup hakkını aramak imandır. Emekli askerlerin parti kurmaları imandır.
O halde dağa çıkan eşkıyayı veli ittihaz etmeyeceğiz. İhtilal yapan askerleri evliya ittihaz etmeyeceğiz. Ama Kürtler BDP’yi desteklemelidirler. Emekli askerler siyasi parti kurmalıdırlar. BDP de İslâm düşmanlığından vazgeçmelidir. Emekli askerlerin siyasi partileri de İslâm düşmanlığından, “Adil Düzen” hasımlığından vazgeçmelidirler.
وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَأُولَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ (23)
(Va MaN YaTaValLaHuM MiNKuM FaEuLaEiKa HuMu elJaLiMUvNa)
“Ve sizden kim onları tevelli ederse, işte onlar zalimdirler.”
Kur’an’da “kâfir, zalim, fasık” kelimeleri birlikte zikredilmektedir.
Bunların şeriatta ayrı ayrı hükümleri olmalıdır.
“Müşrikûn” kelimesini bu kalıpta getirmektedir. Çünkü onların şeriatta yerleri yoktur. Şeriat yargının denetlediği hükümlerdir. Onlar zalim olmayabilir, kendi aralarında adil olabilirler ama bizden iman edenlerden biri onları tevelli etse zalim olur. Ona kâfirlik veya fasıklık hükmü uygulamayız, zalimlik hükmünü uygularız.
Zalimlerin ve fasıkların hükmü nedir?
Fasıklar kamu yönetiminde görev almaktan men edilirler. Bunu iftira yapanların cezasından öğreniyoruz.
Kâfirler ise kamu güvenliğinden yararlanamazlar. Yani onları yargılarız ama bizimle ilgili olmayan hususlarda onların haklarını bizim müminler teminat altına almaz.
Zulmetmeye gelinirse…
Bakara’da “Lâ tezlimûne velâ tuzlemûne” âyetinden öğreniyoruz ki zulmedenden hakkı alırız ve mazluma veririz. Dolayısıyla böyle yapan mümine uyguladığımız ceza, hukuk kuralları içinde zarar vermişse, o zararı onun âkilesine tazmin ettiririz. Böyle yapan kimsenin sorumluluğu âkilesine yani dayanışma ortaklığına aittir. Dayanışma ortaklığı onu dayanışmasından çıkarmalıdır.
وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ
(Va MaN YaTaValLaHuM MiNKuM)
“Ve sizden kim onları tevelli ederse”
Bir özel hüküm ifade edildikten sonra “ve” ile onu içeren bir kural konursa, o hükme kıyas yapılır demektir. “Fe” ile gelirse, kıyas yapmadan o kuralın şümulü uygulanır demektir. İstisna ile gelirse, o zaman kıyas da yapılmaz demektir.
Kural “Ve” ile ifade edilmiştir. “Sizden” kaydı ile başkaları için bu hüküm söz konusu değildir demektir. Müminlerin baba ile de olsa imana karşı gelenlerle dayanışma içine girmesi zulümdür. Çünkü müminler her şeyi ile güveni sağlamalıdırlar.
“Tevelli etmek” demek, onlarla velayet içine girmek demektir. Yukarıda veli ittihazından bahsetti, tevelliden söz etti.
“Minküm” ile zikretmesi, bu hükmün kişisel olması anlamına gelir.
“Ey iman edenler, ittihaz etmeyin”deki hüküm topluluğa verilen emirdir. Yani ittihaz topluluğun mümin olarak velayet içine girmesi demektir. Ama “babalarınız ve kardeşleriniz” deyince topluluğun babaları ve anaları olmayacağına göre o da kişilerin ittihazıdır, onların kurduğu topluluk anlamındadır. Medinelilerin Mekkelilerle velayet müvalat etmesi demektir.
Bir yerde eğer küfür hâkimse, insanlığın genel güvenliğine katılmıyorlarsa, bizim onlarla dayanışma içine girmemiz doğru olmadığı gibi kişilerin baba ve kardeşlere tevelli etmesi de haram kılınmıştır.
فَأُولَئِكَ
(FaEuLaEiKa)
“İşte onlar”
“Men” in cevabı olarak “Fe” gelmiştir. İşaret edilen küfrü tercih edenleri tevliye eden kimselerdir. “Fe” harfinden sonra “ülaike” gelmesinin delaleti bunların küfrü tercih edenler olmadığını göstermektedir. Bundan önceki cümleyi açıklamıştır. Dayanışma içine girme haram kılınmıştır. Yönetimlerine girme haram kılınmıştır.
هُمُ الظَّالِمُونَ (23)
(HuMu elJaLiMUvNa)
“Onlar zalimdirler.”
“Hum” zamiri Türkçedeki “dir” anlamına gelmiş olabilir. O zaman özel mana verme gerekmez. Ama tekit için olursa, tevliye edilen değil tevliye eden zalimdir anlamına gelir. Çünkü onlarla tevliye edilmesi müminlere yasaklanmıştır. Onlar mümin olmadıklarına göre böyle bir tevliyede herhangi bir yasakları yoktur.
Müşriklerle evlenmek müminlere haram kılınmıştır. Evlenseler evlilikleri geçerlidir. Müşrikler için bu suç değil meziyettir.
Demek ki yasak bir işlem bazen tek taraflı olabilmektedir.
Bunların hepsi fıkıh usulünün konusudur.
قُلْ إِنْ كَانَ آبَاؤُكُمْ وَأَبْنَاؤُكُمْ وَإِخْوَانُكُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ وَعَشِيرَتُكُمْ وَأَمْوَالٌ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَهَا أَحَبَّ إِلَيْكُمْ مِنَ اللَّهِ وَرَسُولِهِ وَجِهَادٍ فِي سَبِيلِهِ فَتَرَبَّصُوا حَتَّى يَأْتِيَ اللَّهُ بِأَمْرِهِ
(QuL Ein KAvNa EAvBAvEuKuM va EaBNAvEuKum Va EiPVAvNuKuM Va EaZVAvCuKuM Va GaŞİyRaTuKuM Va EaMVAvLun iQTaRaFTuMUvHAv Va TiCAvRaTün TaPŞavNa KaSADaHAv Va MeSAKiNun TaRWaVNaHAv EaXabBu EiLaYKuM MiNa elLAHi Va RaSUvLiHIy Va CiHAvDin FIy SaBIyLiHi Fa TaRabBaÖuv XatTAy YaETiYa elLAvHu BiEaMRiHIy)
“Kavl et; ebleriniz, ibnleriniz, ehleriniz, zevcleriniz, aşiretiniz, iktiraf ettiğiniz mallar, kesadından korktuğunuz ticaret ve razı olduğunuz meskenler size Allah ve resulünden ve onun sebilinden ehabb ise Allah emri ile ety edinceye dek terabbus ediniz.”
Bundan önceki âyette ebleri ve ehleri evliya ittihaz edenlerden bahsetti.
Şimdi de “Kul/de” diyerek gaybdan hitaba geçti, başkanı topluluğa karşı koydu.
Sosyal bir kural vardır. Topluluk başkana karşı birleşip ortak cephe oluşturur. Herkes itaat eder ama herkes karşı olur. Yapmak istediği hususlarda başkana karşı gelirler. Ama sonra karara uyarlar.
Çocuklar da böyledir, anne babalarına sonra uyarlar.
Hanımlar da kocalarına karşı çıkarlar ama sonra itaat ederler.
Buradaki “Kul” başkanın tâbi olanlara hitabı olduğu gibi müminlerin de kendisine muhalefet edenlere demesi gerekenler zikredilmektedir. Burada topluluğa hitap etmektedir. Başkana direnen topluluğa hitap etmektedir. Topluluk içinde biri bir iş yapar da diğerleri sükût ederlerse topluluk onu yapmış sayılır. Sükût ikrardan kabul edilir. Topluluğun içinde bundan sonra sayılanların hepsini herkes yapmıyor, bir kısmı yapıyor, diğerleri ise sükût ederek rıza gösteriyorlar, dolayısıyla herkes yapmış hükmüne gelmektedir.
Bundan sonra sayılanlar “ev/veya” ile değil de “ve” ile getirilmiştir. Başlangıçta bu sorunu nasıl çözeceğini merak etmedir. “Kul” kelimesi bunu çözmektedir. Başkan cemaate söylemektedir, topluluğa söylemektedir. Topluluk da bunların hepsini yapmakta ve herkes susarak uymaktadır.
Sekiz değer sayılmaktadır.
Dördü kişilerdir, dördü de topluluk veya eşyadır.
Kişiler de ikiye ayrılmaktadır.
D E Ğ E R L E R |
KİŞİLER | TOPLULUK VEYA EŞYA |
AST-ÜST OLANLAR | EŞİT OLANLAR | VARLIKLAR | DEĞERLER |
Atalar | Oğullar | Kardeşler | Eşler | Aşiret | Mallar | Ticaret | Evler |
| | | | | | | |
İnsanın değer verdiği şeyler sayılmıştır. İnsanlar bunlara bağlıdırlar. Bunları terk etmek istemezler. Yeni düzen bütün bunları başka şekle sokmaktadır. Astlar bir de bakarsınız ki üst hâline gelirler, emredenler emir alan hâline dönüşürler. Din üst sayılırken, krallar üst sayılmıştır. Krallar üst sayılırken, zenginler üst sayılmıştır.
Şimdi de zenginlerin yerini âlimler alacaktır.
İşte bu durum topluluktaki bazılarını rahatsız etmekte, kimse makamını kaybetmek istememektedir.
İşte, babalar ve oğullardan bahsederken, “bu düzenin bozulacağından korkuyorsanız” denmektedir. Evet, “Adil Düzen” için çalışan çocuklar, “Adil Düzen”e karşı çıkan babalarından üstün olacaklardır. Bu da direnme kaynağı olmaktadır.
Benim çok yakın bir cihad arkadaşım vardı. Oğlu asker/subay oldu; kurmay subay olacaktı. Babasını bundan dolayı cihaddan vazgeçirdiler. Oğlumun kurmaylığına mâni olur deyip siyasi faaliyeti de bıraktı.
İşte, insanlar çocuklarının istikbali için cihaddan vazgeçerler. Babalar ‘babalık hakkımı haram ederim’ derler. Oysa Kur’an çok açık olarak buna dair hükmünü koymaktadır. Kardeşler ve eşler, kendi çıkarları zedelendiği zaman birbirini yiyen kardeşler, cihada sıra gelince o zaman bir olurlar. Birbirinden ayrılmak isteyen kardeşler, birinin cihad etmesini bahane ederek çevreyi ve anne babasını ikna ederek ayrılırlar.
İşte biz bunlarla mücadele ediyoruz.
Eşler çevrenin baskısıyla kocalarıyla kavgaya başlarlar, hicrete mâni olurlar. Uzak kalmaları için her türlü faaliyeti gösterirler. İkili ilişkiler böylece sıralanmıştır.
Bundan sonra aşiret gelmektedir. Kardeşlerden sonra aşireti sayması aşiretin farklı olmasından dolayıdır. Kardeşlik soya dayanmaktadır. Daha genişine Kur’an “fasîle” demektedir. Aşiret ise komşulukla ilgilidir. Bir yerde beraber yaşayanlar demektir, topluluktur. Bunlar diğerlerinden daha etkilidirler.
Yukarıda sayılanlarla beraber yaşamaya devam edebilirsiniz ve cihadınızı yaparsınız. Ama aşiretinizle beraber yaşayıp cihada devam etmek mümkün değildir. Onlardan ayrılıp hicret etmek gerekmektedir. Aşiret en küçük topluluktur. Bucak içinde ayrı aşiret kurarsanız yaşama imkânınız vardır ama yine de hicret etmek zorunda kalırsınız. Ayrı bucak kurduktan sonra artık sosyal baskı etki etmez. Ondan sonra topluluklar arası kavga başlar.
Bundan sonra maddi şeyler gelmektedir; mallar, kazanç ve mesken. İşte cihada mâni olan bunlardır. Bunlar ana duygular ve sosyal yapılardır. İnsanı cihaddan alıkoyanlar bunlardır. Buradaki “Kul”un muhatabı tüm insanlardır. İman farz-ı kifayedir ama bu görevi yüklenen olmazsa farz-ı ayn hâline gelir. Dolayısıyla müminler oluşuncaya kadar tüm insanlara hitap etmektedir. Müminler oluşursa farz-ı kifaye yerine gelmiş olur, onlara tâbi olmak ve cizye vermek şartı ile artık mümin olma zorunluluğu kalkar.
“Allah ve resulünden daha ehabb ise” yani yargıdan daha ehabb ise denmektedir. Buna hemen “ve O’nun sebilinde cihad” eklenmektedir. Gaye hakem kararlarıdır. Cihad da hakem kararlarının yerine gelmesini sağlamadır. Bu da devlet demektir.
Devlet aşamasından önce insanlar kabileler hâlinde yaşıyorlardı ve ihtiyaçları azdı. Bugün ise insanlık tek topluluk hâline gelmiştir. Yargısız toplulukların yaşaması mümkün değildir. Hakemlerden oluşan yargı sistemini kurmadan artık güvenliğin sağlanması mümkün değildir. Bu da yetmez. Bu kararların infazını sağlayan bir güç olmalıdır.
Buradaki “Allah sebili”ndeki “Hu” Allah ve resule gidebilir. Müessesenin adı olduğu için zamir terkibe raci olur. Eğer bir iman örgütü kurulmazsa o takdirde düzen bozulur ve insanlar birbirini yemeye başlarlar. Dikkat edilirse, bunu yapmazsanız âhirette şu cezanız olur denmemektedir. Bu dünyada gelecek Allah’ın emrinden bahsedilmektedir. Allah ve resulünden farklı olduğu için izhar edilmiştir.
“Emr” kelimesi “iş” kelimesidir. Allah’ın bir düzeni vardır. O düzeni kimse bozamaz. Bu düzende müminlerin bir güç oluşturup hakem kararlarını uygulamaları gerekir. Bunu yapmazlarsa, Allah yapmayan topluluğu, hattâ insanlığı yok eder, yerine yenilerini getirir. Nuh kavmi bunun ilk örneğidir.
Evet, “Adil Düzen”in çalışanları bulunduğu müddetçe insanlık helâk olmaktan kurtulur. Siz “Akevler Adil Düzen Çalışanları” yalnız kendinizi değil, kendi semtinizi, kendi beldenizi, ilinizi, ülkenizi ve insanlığı helâk olmaktan korumaktasınız. Siz buna devam ettiğiniz müddetçe Allah emri ile gelmeyecektir. Çünkü insanlığın mazereti vardır; ‘Bize “Adil Düzen” gelmedi ki uysaydık’ deme hakları olacaktır. Onlar çalışıyordu, biz onları bekledik diyebilirler. Ama kimse çalışmazsa, o zaman Allah ‘neden “Adil Düzen” için çalışmadınız’ diye herkesi mesul edecektir, sorumlu tutacaktır.
İnanarak söylüyorum; bugün cihad edenler sahabeler seviyesindedirler, hattâ belki daha da ileridedirler. Çünkü aralarında peygamber yoktur, çünkü melek gelmiyor. Ne var ki bizim önümüzde örnek vardır. Onların önünde bir örnek yoktu. Gerçi peygamberler gelmişti ama onlar onları bilmiyorlardı. Yenilenen dünyanın sorunlarını çözecek güçleri yoktu. Biz ise içtihat ve icma ile sorunları çok daha kolay çözebiliriz. Bu sebepledir ki sahabelerin seviyesini ulaşılamaz kabul ediyoruz.
قُلْ
(QuL)
“Kavl et”
Burada söyleyen Allah’tır.
Muhatap kimdir?
Başta Hazreti Muhammed’dir.
Ondan sonra bütün müminlerin bucak başkanlarıdır.
Devlet başkanları da bucak başkanı oldukları için onlar da muhataptır.
Mekke bucağının başkanı da muhataptır. O kendi cemaatine söyleyecektir. Ona emredilen budur. Sonra bucak başkanına niyabeten bucağın müminleridir yani askerleridir; ilde zaptiye, ülkede ordudur.
Neyi söylemekle yükümlüdür?
Cihad edecek müminlerin bulunması gerektiğini söylemelidir.
Yeryüzünde bir bucak oluşsa, “Adil Düzen”i kursa, sonunda tüm insanlık onun emrine girer. Evet, girer ve orası cennet gibi olur. İşsizlik yok, açlık yok, kavga yok, sıkıntı yok. Herkes cennet saadetinin ne olduğunu öğrenmiş durumdadır.
Herkes kendi aşiretinde yaşamaktadır. Aşireti ile sorunu oldu mu, ayrılıp yüze yakın kurulmuş aşiretlerden birine katılmaktadır. Yeter sayı bulursa kendi aşiretini kurabilmektedir.
Herkesin aşı vardır. Çalışmasa bile aç kalma korkusu yoktur. Kira veremeyeceğim diye korkusu yoktur. Topraktaki kira payından herkes yaşamaktadır.
Çalışacağı zaman iş yok diye bir şey söz konusu değildir. Çalışma kredisi var, kendisi onunla her zaman iş bulabilmektedir.
Artırdığı gelir ile hisse senedi almakta ve kirasından yararlanmaktadır. İstediği zaman da bu senetleri satarak geçici ihtiyaçlarını rahatlıkla gidermektedir.
Onun dışında artırdığı zamanlarında ilim öğrenme ve kendisini yetiştirmekle meşguldür. Her hafta imtihanlara girerek başarısının saadetini duymaktadır.
Böyle bir bucağa gelen komşular ve akrabalar bu bucağın özlemini çekeceklerdir. Bu sayede yeryüzü böyle bucaklarla dolacaktır.
Böylece hakemliğin sağladığı imkânlarla tüm insanlık “Adil Düzen”e kavuşacaktır.
İnsan on arkadaş oluşturup da kendi aşiretini kurabildiği ve onlarla “Adil Düzen” üzerinde çalışmaya başladığı zaman tüm saadete ermiş olur, insanlığı kurtarır.
Bu işin kolay olduğunu sanmayınız. On mümini bulmak sanıldığı kadar kolay değildir. Ayrı ayrı müminler çok olabilir ama on mümin bir araya gelip cihad edemezler.
إِنْ كَانَ آبَاؤُكُمْ
(EiN KAvNa EAvBAvEuKuM)
“Ebleriniz ise”
“Eb” deyince atalar akla gelmektedir. Bir topluluğun yaşlı nesli demektir, hattâ onların ölmüş nesilleri de buna dâhildir. Biz babalarımızdan ne görmüşsek ona uyarız deyip direnmeleri bundan ileri gelmektedir.
Onlara göre yaşlılara bu şekilde saygı gösterilir, onlara adeta ibadet edilir.
Oysa Allah onlara ihsanı emretmiş, ibadeti ise Allah’a tahsis etmiştir.
Yaşlı iseler anne babalara ihsan edersiniz. Yanınıza gelirse onlara ‘uf’ bile demezsiniz ama 15 yaşını dolduran çocuk tamamen bağımsızdır, yaptıklarından kendisi sorumludur. Babasını dinlese de adam vursa, babasını değil onu öldürürler.
Demek ki “Adil Düzen”in manilerinin başında atalara ibadet gelmektedir. Atalar kendi dönemlerini yaşadılar, o dönem o zamanda kaldı. Siz şimdi kendinizden sorumlusunuz, kendi görevinizi yapmak durumundasınız.
وَأَبْنَاؤُكُمْ
“Va EaBNAvEuKuM)
“Ve ibnleriniz”
Buradaki “ibn” gelecek nesillerdir.
İnsanlar devletlerinin yaşamasını istemektedirler. Bunu çocuklara iyi vatan yapmak için yapmaktadırlar. Herkes kendi çocuğunu düşünmekte, onların arzularını birinci derecede değerlendirmektedir. Hicret söz konusu olduğunda; çocuğun okulu var, oradan ayrılmak istemiyor derler. Oysa çocuğuna cehennemi yurt olarak bırakmakta, âhirette de kendisi cehenneme giderek çocuğunu öksüz bırakmaktadır. Kötü örnek olarak ona da kendi yaptığını yaptırarak onun da cehenneme gitmesine sebep olmaktadır.
Kötü, bozuk ve zalim düzende çocuklara;
-İlim bırakırsanız, onu hayırdan çok şerde kullanır.
-Ahlâk bırakırsanız, kötü toplulukta barınamayıp ezilip gider.
-Zenginlik bırakırsanız, kötü toplulukta herkes onu çarpmaya çalışır.
-Makam bırakırsanız, ya zulmeder ya da orada kalamaz, birileri onu indirir.
O halde ne yapmalısınız?
Çocuklarınıza adil topluluk yani “Adil Düzen” bırakmak durumundasınız; bilmiyorsa öğretirler, ahlâksızsa eğitirler, fakirse zengin ederler, zulmeden varsa korurlar.
Yani; kimse sadece kendi çocuğunu düşünmeyecek, herkesin çocuğunu düşünecek, çocuğunu mümin topluluğa, adil topluluğa yani “Adil Düzen”e emanet edecektir.
وَإِخْوَانُكُمْ
(Va EiPVAvNuKuM)
“Ve kardeşleriniz.”
İlkel topluluklarda insanlar aile içinde doğarlardı ve tek dayanakları kardeşlikti. Amca çocukları ile beraber güç oluşturur ve kendilerini öyle korurlardı. Biraz kalabalıklaşınca bu sefer kardeşler arasında kavga başlardı.
Kardeşlik ve soy duygusunun yerini “adil topluluk” almalıdır. İyi insanlar bir araya gelerek “Adil Düzen” kurmalıdırlar. Bu bir araya gelme önce aşirette başlar. Sonra hicret ederler ve bucağı kurarlar. Orada “Adil Düzen” oluşur. Sorunlar çözülür. Düzende kardeşlik vardır. Soy kardeşliği düzendeki kardeşlikten sonra gelecektir. Bugünkü ırkçılık anlayışı işte buradan gelmektedir. İnsanlar ayrı ayrı topluluklar hâlinde yaşayacaklar, aşiret, kabile ve kavim olacaklar ama bu “soy” anlayışına göre değil “sistem/düzen” anlayışına göre olmalıdır, adil bir düzen kurmak ve korumak amaçlı olmalıdır.
On aile “Adil Düzen”i yaşamada kuracaktır.
Kabile bin aile içinde çalışmada düzeni kuracaktır.
Yüz bin aile bir il oluşturup orada iç güvenliği sağlamalıdır.
On milyon aile de devlet kurup dış savunmayı yapmalıdır. Bu birlik ancak dil ile kurulur. O halde ocağın, bucağın, ilin ve ülkenin ortak dili olacaktır, ortak adları olacaktır. Herkes müslim olacak yani barışçı olacak ama bunlar ayrı topluluklar hâlinde yaşayacaklardır. Soy kardeşliğinin yerini düzen kardeşliği, din/düzen kardeşliği alacaktır. Bu düzen kendilerinin içtihat ve icmaları ile oluşan düzendir, merkezin dayandığı düzen değildir. Kendi iç yönetimlerinde bağımsız olmak başkadır, birlik içinde ayrılık yapmak başkadır.
وَأَزْوَاجُكُمْ
(Va EaZVAvCuKuM)
“Ve eşleriniz”
“Zevc” eş demektir. Erkek de zevcdir, kadın da zevcdir.
Kural dışı olarak “zevce” kelimesi yoktur.
Burada “eş” derken erkeklerin karıları mı kastedilmektedir?
Eğer “Kul”un muhatabı yalnız erkekse, burada yalnız karılarınız denmiş olur. “Kul”un muhatabı tüm müslimler ve müminler ise o zaman buradaki “ezvac” erkek kadın ayırmaksızın bütün eşlerdir. Kadınlar şehadet ehlidirler ama cihadla memur değildirler. Cihad etmekle yükümlü olan erkeklerdir.
Ne var ki erkeklerden biri çıkmazsa kadınlar ne yapacaklardır?
Kadınlar resul olamıyorlar ama nebi oluyorlar. Onlar da cihad yapacaklardır. Ocağın başkanı olabilirler. Başkan olarak ocakta beş vakit namazı erkeklere de kıldırabilirler ama bucak başkanı olamazlar. O halde erkekler cihad etmiyorsa kadınlara cihad etmek farzdır. Bucaklarını kurdukları zaman komutanı onlar seçer. O zaman kendileri de başkan olabilirler. Talut misali bunun örneğidir. Çünkü kendisini nebi komutan olarak atamıştır.
İki türlü sistem vardır.
Başkan asker olursa erkek olmalıdır.
Başkan sivil olur da başkomutanı seçiyorsa, o zaman kadın da devlet başkanı olabilir. Ne var ki askerlere doğrudan komuta edemez ve onlara namaz kıldıramaz.
وَعَشِيرَتُكُمْ
(Va GaŞİyRaTuKuM)
“Ve aşiretiniz”
Aşiret bir topluluk değildir. Toplulukta ikili ilişki geçicidir. Siz her gün başka insanla karşılaşırsınız, onunla farklı işler yaparsınız. Bu kimselerle ilişkileriniz vardır. Farklı konumunuz yoktur. Hepiniz eşitsiniz.
Oysa ailede ikili ilişkiler vardır. Anneniz, kardeşiniz, amcanız, yeğeniniz farklı durumdadırlar. Aşirette de durum budur. Herkes herkesi çok yakından bilmektedir ve birbirleri ile olan ilişkiler özel ilişkilerdir. Dolayısıyla buradaki bağlar sosyal değil psikolojiktir.
İşte bu özel bağlar dolayısıyladır ki insan yenilikler yapamamaktadır. Bu durumda yapacağı iş aşiretinden ayrılmaktır. Bucak da öyledir. Herkes birbirini tanımaktadır. Oysa daha geniş topluluklarda kimse kimseyi tanımaz, alt kattaki üst kattakini bilmez. Bu sebepledir ki burada yalnız aşiretten bahsetti, kabileden veya şa’bdan bahsetmedi.
وَأَمْوَالٌ اقْتَرَفْتُمُوهَا
(Va EaMVAvLun iQTaRaFTuMUvHAv)
“Ve iktiraf ettiğiniz mallar.”
Gövdeden soyulup yarılabilen kabuklara “kırf” denmektedir. Armudun kabuğu soyulmaz ama portakalın soyulur. Ağaçların hemen hepsinin kabuğu soyulur. Onların bazıları ile ip yapılır, halat yapılır, dokuma yapılır. Keten böyledir. Pamuk kırf değildir.
Küsbe saplarından ayrılmış buğdayları bir araya getirip yapıştırmaya tekabül eder. İktisab, malları yığıp depolamak anlamına gelir. Ağaçtan sökülen kabuklarla kumaş dokuma anlamına gelir. Mallar ıktıraf edilmektedir. İktisab üretim mallarını içermektedir. Iktıraf ise tüketim mallarını içermektedir. Razı olduğunuz evlere karşı kullanılmıştır. Evler tüketim araçlarıdır. Malların bir kısmı üretim araçlarıdır.
Yolmak köklerden çıkarmadır. Kesmek dipten ayırmadır. Kırpmak ise uzantıları kesmedir. Arapçada da karf etmek, kassetmek, kat’ etmek, kısm etmek kelimeleri kullanılmaktadır. Aynı anlama gelen kelimeler farklı kavramı içerir.
وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا
(Va TiCAvRaTün TaPŞavNa KaSADaHAv)
“Ve kesadından haşyet ettiğiniz ticaret.”
Malların iktisabı ticarette karşılaştırılmıştır.
Dörtlü sistemde karşılaştırma şöyledir.
Aba | Ebna | | Aşiret | Mal |
İhvan | Ezvac | Ticaret | Mesken |
Burada mal aşiret ve mesken ile karşılaştırılmış, ticarete karşı konmuştur. Ticarette mevcut mallar para anlamındadır. Tüketim malı değil aracı mal olarak kullanılır. Mal ise tüketim malı olarak getirilmiştir
“Iktıraf etmek” demek tüketilecek malları elde etmek anlamına gelir.
“Ticaret” ise üretim mallarını içermektedir.
Mal öbür dörtlükte ebnaya tekabül etmektedir. Çocuklar için nafaka temin edilir. Ticaret ise kardeşlere tekabül eder. Kardeşler birlikte çalışarak üretim yaparlar.
وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَهَا
(Va MeSAKiNun TaRWaVNaHAv)
“Ve razı olduğunuz meskenler.”
İhtiyaçların bir kısmı zaruridir. İnsan karnını doyurmak, giyinmek ve bir evde oturmak durumundadır. Bazı mallar ise ihtiyacı karşıladıkları gibi yarışı da içermektedir.
Pahalı mallar vardır. Lüks mallar vardır. Villalar vardır. İnsanlar bunları elde etmek için yarışırlar. Dolayısıyla boş zamanları olmaz.
İnsanları işçileştirip herkesi eşit yaşama statüsüne getirirseniz boş zamanları değerlendiremezsiniz. Ama insanı ihtiyacı olan mallara değil de arzulu olduğu mallara doğru koşturursanız, herkes başkalarının elde edemediği malları elde etmeye uğraşır. Dolayısıyla insan o zaman az olan ve zor elde edilen malların peşinde koşacak, işsizlik diye bir şey olmayacaktır. İktisatçılar bunu ‘sonsuz istek’ olarak adlandırırlar. Yarış da bir ihtiyaçtır. Dolayısıyla rıza da ihtiyaçla paraleldir.
أَحَبَّ إِلَيْكُمْ
(EaXabBa EiLaYKuM)
“Size daha ehabb ise”
Bu ifade razı olma ile birlikte kullanılmaktadır.
“Hubbetmek” tercih etmek demektir.
Ekonomide “sonsuz istek” ve “tercih” ana kavramlardır; “rıza” ve “hubbetme” ise Kur’an’ın ifadeleridir. Kapitalistler ekonomiyi bu iki kavrama dayandırırlar.
مِنَ اللَّهِ وَرَسُولِهِ
(MiNa elLAHi Va RaSUvLiHIy)
“Allah ve resulünden”
“Allah ve resulü” yargı anlamındadır.
Taraflar birer hakem seçerler, hakemler de bir başhakem seçer. Onların yani hakemlerin verdiği karara herkes gönül rızası ile uyar.
Hakem kararlarına uymayan olursa, o zaman müminler devreye girer ve karara uymaları için cihad yaparlar. Mümin demek nefsini dahi güvenlik için feda eden kimse demektir; anne babasını ve kardeşlerini ise öncelikle feda edecektir.
وَجِهَادٍ فِي سَبِيلِهِ
(Va CiHAvDin FIy SaBIyLiHi)
“Ve O’nun sebilinde cihad etmekten”
Yargı ve O’nun yolunda cihad birbirini tamamlayan kavramlardır.
Yalnız yargı bir şey ifade etmez, yalnız cihad da bir şey ifade etmez.
Buradaki zamir Allah’a racidir, ikisi birden yargı anlamında deyimdir.
فَتَرَبَّصُوا
(Fa TaRabBaÖUv)
“Terabbus ediniz.”
“Rebs” ağaçların yaprakları döktükten sonra yeniden yapraklarını açması, açılmış hâli demektir. “Rabes” de aynı manada kullanılmaktadır. Halkın o mevsimi işe başlamak için beklemesi, yani gözetlemesi anlamında olacak bir şeyi beklemesi demektir.
İntizar etmek de terabbus anlamındadır.
İntizar, gelmesini istediğiniz şeyin gelmesidir.
Terabbus ise gelmesini istemediğiniz bir şeyin beklenmesidir.
Burada intizar vardır. İntizarda kesinlik vardır. Terabbusta bir şey olacak ama ne olacağı bilinmemektedir.
حَتَّى يَأْتِيَ اللَّهُ
(XatTAy YaETiYa elLAvHu)
“Allah ety edinceye kadar.”
Allah’ın gelmesi, O’nun hükümlerinin gelmesidir.
Daha önce başka bir şey mi oluyor?
Başka şey oluyor, Allah da kullarının istediğini yapıyor, yani onları kendi iradeleri ile baş başa bırakıyor. Yine yapan Allah’tır ama kendi iradesini değil de kulunun iradesini yapmaktadır. Belli bir yere geldiği zaman kendi iradesini kullanmaktadır.
AK Parti aklınca bu düzende yani “zalim düzen”de 2023’e hazırlanıyor; 2053’e hazırlanıyor, 2071’e hazırlanıyor!..
“Adil Düzen”i, “Adil Ekonomik Düzen”i kim kabul ederse gelecek yıllar onundur. Ondan önceki günler, yıllar ve dönemler ise terabbus dönemleridir.
بِأَمْرِهِ
(BiEaMRiHIy)
“Emri ile”
Allah kendi düzenini kurmuş ve bu düzen sürüp gidecektir. Aradaki ayrılmalar da O’nun emriyle olmaktadır. Ayrılma olsun diye insanları kendi iradelerine bırakmıştır. “Adil Düzen”in gelmesi O’nun emridir. Allah nurunu tamamlayacaktır ve o nur “Adil Düzen”dir.
Kur’an geçmiş kavimleri ve peygamberleri anlatır ve her kıssayı peygamberlerin zaferi ile bitirir. Öldürülen peygamberler olmuştur ama mağlup edilen bir peygambere rastlayamazsınız. Bugün de onların yani peygamberlerin vârisleri olan “Adil Düzen âlimleri” galip geleceklerdir. Bediüzzaman Risale-i Nurları yazarken herkes küçümsemiş ama o inançla şunu savunmuştu; 300 sene sonra Risale-i Nurların her tarafa hâkim olduğunu görüyorum demişti. 300 değil, 100 seneye varmadan dünyada hâkim olmaya başladı.
Evet, mümin bir cemaat oluşacaktır. Bunların içinde peygamber olmayacak, mehdi de olmayacak. Bunlar mümin cemaat olacak. Kur’an’ın dediklerini anlayacaklar ve birlikte peygamberlerin o zaman yaptıklarını bu zamanda yapacaklar. Emri ile Allah gelecek, direnenleri helâk edecek ve yeni nesille nurunu tamamlayacaktır.
Bunları biz söylemiyoruz, O’nun kitabı söylüyor.
Buna rağmen hâlâ tereddüt eden ve yine de ben müminim diyenler vardır.
وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ (24)
(Va elLAHu LAy YaHdi QaVMa eLFAvSiQIyNa)
“Ve Allah fasık kavme hidayet etmez.”
“Fısk” kabuğunu yarıp dışarı çıkmadır.
Şeriat kurallarına uyma ittikadır, uymama fısktır. Fesad var, fısk vardır. Fısk, kendisine yapılan kötülüktür. Fesad ise başkalarını, topluluğu bozmadır.
Kur’an’da önce ikili, sonra dörtlü gruplar oluşturulur. Bunların tanımları yapılır. Sonra da bunlara hükümler konur. Fasıkın cezası kamu görevlerinden mahrumiyettir. Müfsid ise verdiği zararları tazmin eder. Nefy edilir ama kişiliğine dokunulmaz. Ondan sonra da hangi fiillerin fısk hangi fiillerin fesad olduğu hususunun tesbiti gerekir.
Müçtehitler fıkhı oluştururken sünnet ile âyetleri bir derecede kabul ederek oluşturdular. Bu yaptıkları insanlığa bin sene yetti. Bugün ise biz Kur’an’ı esas alarak sorunları çözmeliyiz. Kur’an’dan hükümler çıkarıp sistemi oluşturmamız için Kur’an üzerinde çalışmamız gerekmektedir. Bu çalışmaların yapılması için bir “Kur’an Vakfı” kurulmalıdır. Bu vakıf camide diNleY/nenlerden? pay alarak sermaye edinmelidir. Bu sermaye ile gelirler temin edilmelidir. Araştırma yapan diyanet mensuplarına sayfa başına bedeli verilmelidir.
Akevler Yenibosna Adil Düzen Çalışanları tarafından yapılan bir program üzerinde çalışmalar yapacaklardır. Böylece bu manalar ve hükümler ortaya çıkacaktır.
Bugün Türkiye’de fısk yok mudur, rüşvet yok mudur, yolsuzluk yok mudur, vergi kaçırma yok mudur, hileli mal imal etme yok mudur?..
Bunlar fısk değil midir, bunları yapanlar fasık değiller midir?
O halde, AK Parti bunların izalesi için hiçbirisi üzerinde cihad yapmadığına göre; nasıl oluyor da 2023, 2053 ve 2071 hayallerini kuruyor?!.
Kur’an “Allah fasık kavme, şeriata uymayan kavme hidayet etmez” diyor.
Allah bize yardım edecek ve kısa zaman sonra “Adil Düzen”i, “Adil Ekonomik Düzen”i kuracağız ve bütün bu fısklara son vereceğiz, inşaallah. Kimimiz ömür olarak bunlara yetişmeyebilir ama bunların olacağından asla tereddüdümüz yoktur.