Tevbe Sûresi-20
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
***
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا مَا لَكُمْ إِذَا قِيلَ لَكُمُ انْفِرُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ اثَّاقَلْتُمْ إِلَى الْأَرْضِ أَرَضِيتُمْ بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا مِنَ الْآخِرَةِ فَمَا مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فِي الْآخِرَةِ إِلَّا قَلِيلٌ (38) إِلَّا تَنْفِرُوا يُعَذِّبْكُمْ عَذَابًا أَلِيمًا وَيَسْتَبْدِلْ قَوْمًا غَيْرَكُمْ وَلَا تَضُرُّوهُ شَيْئًا وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ (39)
***
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا مَا لَكُمْ إِذَا قِيلَ لَكُمُ انْفِرُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ اثَّاقَلْتُمْ إِلَى الْأَرْضِ
(YAv EayYuHa elLaÜIyNa EAvMaNUv MAv LaKuM EiÜAv QIyLa LaKuM uNFiRUv FIy SaBIyLı elLAvHı eçÇAvQaLTuM EiLay eLEaRWı)
“Ey iman etmiş olan kimseler, size ne oluyor? Allah’ın sebilinde nufur ediniz dendiği zaman arza tesakul ettiniz.”
Müşriklerle başladı, ehli kitaptan şirk yapanların hükümlerini koydu, müşrik oldukları halde korunmaları için cizye verenlerden bahsetti, Ay yılını kaldıranlardan söz etti.
Şimdi de müminlerden söz etmektedir.
Değişik anlayışlarda insanlar olacak, bu insanlarla biz ilişkiler içinde olacağız.
a) Bizimle savaş hâlinde olan müşrikler. Bunlara savaş hükümleri uygulanır.
b) Anlaşmalar yaptıkları halde imzaladıkları sözleşmeleri tutmayanlar. Bunlar İslâm topraklarından sürülürler. Onlar savaşmadıkça biz de onlara saldırmayız.
c) Hakem kararlarını kabul etmeyen ama verdikleri sözlerinde duran müşrikler.
d) Hakem kararlarını kabul etmeyen ama savunmaları için bize cizye verenler.
Bunlara ait hükümleri ortaya koyduktan sonra, kâfir ve müslimlere ait hükümleri onlara kıyasa bırakarak, müminlerin hükümlerini ele almaktadır. Bunlardan imanlarının gereğini yapmayanlara karşı nasıl davranacağımız üzerinde durulmaktadır. Allah’ın sebilinden nufur etmeden bahsetmektedir.
Avcılıkta veya savunmada oluşturulmuş çatışma grubu, sonra bunların işi gezmek olduğundan “nefire” bir işi yapmak için memleketten çıkmak demektir.
“Nefret” hoşlanılmayan şey demektir.
Müminlerin Allah’ın yolundan nufur etmeleri gerektiğini ortaya koymaktadır.
Allah’ın yolu nedir?
a) Zamanınızı ayırırsınız, toplantılara katılırsınız, işler yaparsınız.
b) Zamanınızı kötü işlerde harcamazsınız.
c) Mallarınızı ayırırsınız, ortak işlerin yapılmasını sağlarsınız.
d) Seyahat ederek diğer topluluklarla ilişkiler kurarsınız.
Yani topluluğun oluşması için gerekli olan işleri yaparsınız. Oluşan topluluğun yaşaması için de gerekenleri yaparsınız. Bunlar Allah’ın yoludur, topluluğun yoludur.
Yerinizde ağırlaşırsınız, hareket etmek istemezsiniz.
Bugün insanlık bu ağırlaşma ve durgunluk içindedir. En basit şeyleri değiştirin, insanlık zulümden kurtulsun diyoruz. İnsanlar bir türlü değişmeye yanaşmıyorlar. Tuhaf bir gaflet insanlığı sarmış bulunmaktadır.
Bu ağırlık Adil Düzen Çalışanlarında da görülmektedir. En basitinden internette bir dergi çıkardık. Bir gazeteyi/yazarı takip edin dedik, yorum yazın dedik. Önceleri 26 yazar oluştu; şimdi 6 yazara indi. Çalışma arkadaşlarımız bir türlü hareket içinde olamamaktadırlar.
Bir zamanlar en yakın yol arkadaşlarımız olanlar Anayasa ekseriyetiyle iktidar oldular. Aradan on sene geçti, bahaneleri bir türlü bitmedi. Cumhurbaşkanı onlardan değildi, Allah onu da verdi. Ordu onlara mani oluyordu, orduyu mahvettiler. Hiçbir engelleri kalmadı ama...
Şimdi de üç devreden fazla kalmayacaklarını beyan ediyor ve sahneden kaçıyorlar.
Demek ki tüm insanlık tesakul içindedir.
Burada “Fi’l-Erdi” dememekte, “İle’l-Erdi” demektedir.
Bilhassa AK Parti’ye hitap etmektedir. İnsanlığa hitap etmektedir. Arz’da değil de Arz’ın imarına, Arz’ın işlerine yöneldiniz demektedir. İnsanlık yeryüzünü imar etmekte ve böylece daha çok insanın yaşayacağı şekle sokmaktadır. Diğer taraftan da insanın nüfusunu artırmakta ve nüfusun topluluk hâline gelmesini sağlayarak uygarlaşmaktadır.
Türkiye dâhil bugün insanlık yeryüzünün imarı hususunda büyük ilerlemeler kaydetmiştir, önemli adımlar atılmıştır. Ne var ki uygarlaşmada yani insanların hakları ve toplulukların düzenleri hususunda hiçbir hareket yok! Yol yaptın, tünel yaptın, bina yaptın...
Güzel ama bunları kimin için yaptın; insanlar için yapmadın mı?
Evet... Bugün imar alabildiğine gelişmiştir, hâlen de gelişmektedir ama insanların huzuru ve saadeti, hattâ refahı artmamakta, aksine azalmaktadır. Teknoloji süratle ilerlemekte, “hukuk ve yönetim” ise iflasa doğru gitmektedir. Adalet saraylarındaki(!) davalar kırk-elli sene sürüyor!.. Bir iş mi yapacaksınız; onu üretirken harcayacağınız zamandan daha çoğunu “bürokratik engelleri aşmak” için harcıyor, uğraş veriyorsunuz!...
İktidarların bu çıkmazları aşmaları gerekirken, yöneticiler “imara ve rantiyeye” çakılmış durumdalar, “zulüm düzeni ve zulüm dünyası” gittikçe kök salmaktadır.
Bunları nasıl düzelteceğiz, bu çakılmanın önüne nasıl geçeceğiz?
Elbette “Adil Düzen”le, elbette “Adil Ekonomik Düzen”le...
Biz 1960’larda bu durumu düzeltmek için yola çıktık. Sonunda Anayasa ekseriyeti ile iktidar olduk. Ama yine yere çakılma ve zulüm durumu, “zulüm düzeni” devam etmekte!..
İstanbul Yenibosna’da yeni araştırmalar içine girmiş bulunuyoruz.
İşte, sizlere bu âyetlerin ne demek istediğini anlatarak çıkar yol arıyoruz.
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا
(YAv EayYuHa elLaÜIyNa EAvMaNUv)
“Ey iman etmiş olanlar”
Burada hitap edilen kimseler kimlerdir?
O gün Muhacir ve Ensar idi.
Şimdi ise bugünkü Adil Düzen Çalışanlarıdır.
Recep Tayyip Erdoğan; ‘Ben “Millî Görüş” gömleğini çıkardım, ben “Adil Düzen”e başından beri karşıyım’ diyor! Madem öyle diyor, ona şunu sormalıyız: 1970’lerde Millî Görüş Hareketi ortaya çıktığı zaman siz neden istikbali karanlık olan bu harekete katıldınız?! Niçin Demokrat Parti’nin veya Milliyetçi Hareket Partisi’nin çizgisinde olmadınız?!.
Evet, onlarla birlikte olmadınız, çünkü siz “mevcut zalim düzenin” çağımızın sorunlarına çözüm üretemeyeceğini biliyordunuz, bu çözümün İslâm’da olduğuna da inanıyordunuz. Bunun için bizim yanımızda yer aldınız. Birçok sıkıntılara ve baskılara bizimle birlikte göğüs gerdiniz. Sonraki sözler hep takiyye idi.
Biz ne yapmak istiyorduk, siz ne yaptınız?
Erbakan, “Önce Ahlâk ve Maneviyat” dedi. Bu söz önce hukuk ve yönetim, sonra teknoloji demektir. Yani biz bir iş yapacağız ama elde ettiğimiz sonuçları nasıl paylaşacağımızı bilmeliyiz.
Siz otoyol yapıyorsunuz, köprü yapıyorsunuz. Halk buralarda “bedava” giderken, şimdi “para” ile gitmektedir! Köprüyü yaptınız, çoktan kendisini amorti etti, hâlâ neden para ile geçiş sağlıyorsunuz, en basitinden neden trafiğin aksamasına sebep oluyorsunuz?!.
Evet, bu âyet mevcut zalim düzeni değiştirip hak düzeni getirmek isteyenlere hitap edip onlara “Ey iman etmiş olanlar” demektedir.
Evet, CHP bu amaçla kurulmuştur, MHP bu amaçla kurulmuştur. Millî Görüş Partileri bu amaçla kurulmuştur, DP bunun için kurulmuştur, İstiklâl Savaşı bunun için yapılmıştır.
İşte buradaki bu âyet, ülkemizin ve insanlığın bütün sorunlarını çözmek için faaliyete geçmiş olan kimselere hitap etmektedir. İnanmış ama inancının gereğini yapmayanlara hitap etmektedir. Başta Adil Düzen Çalışanlarına hitap etmektedir. Çünkü onlar muasır medeniyetin fevkine nasıl çıkılacağının projesini ortaya koymuşlardır. Diğerleri ise Batı’nın çıkmaz sokaklarında dolanıp durmaktadırlar. Yere çakılmış vaziyette sadece teknikle başarılı sonuçlar elde edeceklerini sanmaktadırlar. Oysa kurtuluş sadece Marmaray yapmakta değil, “ADİL DÜZENE GÖRE İNSANLIK ANAYASASI” yapmak ve uygulamakla olacaktır.
مَا لَكُمْ
(MAv LaKuM)
“Size ne oluyor”
Hiçbir makul mazeretleri yoktur. AK Parti’nin ve Saadet Partisi’nin imkânları insanlığın sorunlarını çözme gücüne sahiptir. Sorunları çözmek için iktidar olmaya bile gerek yoktur. Akevler herhangi bir yerden bir kuruş bile kredi almamıştır, Akevler kimseden bir kuruş bile yardım almamıştır. Kendi ortaklarının ortaklık paylarını değerlendirerek, 1967’den beri yani 46 senedir faaliyettedir. “Adil Düzen” burada oluşmuştur. İnsanlık onun gösterdiği istikamette buraya kadar gelmiştir.
Başlangıçta “Millî Görüş” ve “Adil Düzen” diyerek hareket ederlerken, şimdi uyuşukluk içinde yere çakılmış bir vaziyette, işe yaramayan yatırımları borçlanarak yapmaktadırlar. Yönetimde ve hukukta zulüm devam etmektedir. Akevler bunu yaşayarak görmektedir.
Bu ifade ile Kur’an tüm partilere uyarı yapmaktadır. Siz bu amaçla ortaya çıkmadınız mı? Muasır medeniyetin fevkine çıkmayı amaçlamadınız mı? İşte şimdi çözüm sizin ayağınıza geldi. “Adil Düzen” sizi muasır medeniyetin üstüne çıkarma formülleri getirmiştir. Kur’an; ‘neden ilgilenmiyor da bulunduğunuz yerde çakılı olarak duruyorsunuz’ diyor.
إِذَا قِيلَ لَكُمُ
(EiÜAv QıYLa LaKuM)
“Size kavl edildiğinde”
“İzâ” getirilmiştir. Demek biri söyleyecektir. “İz” değil “İzâ” getirilmiştir. Yani geçmişte söylenmiş değil de gelecekte söylendiğinde demektir. “İzâ” geniş zamanı da içerir. O halde bizim zamanımızı da içermektedir.
“Kıyle” denmiştir. Kavl eden belirtilmemiştir. Bunun kaili biz Adil Düzen Çalışanları olacaktır, Akevler Araştırma Merkezi olacaktır. Söylemek bizim görevimizdir. Aslında herkesin görevidir. Allah yolunda bir iş yapan kimse aynı zamanda çevredekilere diyecek ki; bakınız, ben farzı kifaye olan bir işi yapıyorum, imkânlarınızı kullanın…
Birinci Akevler uygulamasında gördük ki insanlar eğer temelinden öğrenmemişlerse, içtihatla bir işe başlamamışlardır.
Belli yere göre İslâm düzeni ile hareket ediyorlar, büyüdükçe bilgileri yetmez oluyor, o zaman da “Adil Düzen”i bırakıp cari sisteme dönüyorlar.
Bülent Arınç gibi samimi bir kardeşimiz İslâm düzenini başörtüsüne indirgemekte, ‘İşte kanun da çıkardım, artık işim bitti, ben gidiyorum, siyaseti bırakıyorum’ demektedir. Birisinin yakasına yapışıp; ‘Hey, nereye gidiyorsun, neyi çözdün? Bugün bütün partiler “Yeni Anayasa” ihtiyacına inanmaktadırlar. Biz bunu 1960’larda ortaya koyduk. Sen ve partin ne yaptınız? Görevini yapmadan bir yere gidemezsin!’ demesi gerekiyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a da aynı şeyi söylüyoruz; ‘Yeter artık, cari sisteme hizmet etmeyi sona erdir. Git Meclis Başkanı ol ve partilerin uzlaşması ile “ADİL DÜZEN ANAYASASI”nı çıkar.’ Ben size söylüyorum, siz de onlara söyleyin.
Yani söylemek farzı kifayedir.
Kimse söylemediğine göre söylemek bize farzı ayın olmuştur.
Çalışma Bakanı’na bir öneride bulunduk, teklif sunduk. Diğer bakanlara ve partilere de önerilerde bulunmak biz Akevler Adil Düzen Çalışanlarına farzdır. Kur’an’ı hep böyle okuyup anlatacaksınız ve bana ne diyor diye düşüneceksiniz.
انْفِرُوا
(iNFiRUv)
“Nufur ediniz”
Avcılıkta veya savunmada oluşturulmuş çatışma grubu oluşmakta, sonra bunların işi gezmek olduğundan “nefire” bir işi yapmak için memleketten çıkmak demektir.
“Nefret” hoşlanılmayan şey demektir. Çıkıp yola koyulmak demektir. Öğrenmek için başka yerlere gitmeye, tahsil için evden ayrılmaya nufur denmektedir.
Burada savaşa katılma demek değildir. Namaza gitme de nufurdur. İşini, evini bırakıp topluluğun işlerini yapma nufurdur. Mevcut rutin işleri bırakıp değişmesi gerekenler hakkında faaliyet gösterme nufurdur.
Burada verilen emir çoğuldur; topluluk yapmalıdır, topluca yapılmalıdır.
Bu sebepledir bir dernek, parti, kooperatif veya herhangi bir kurum kurmak gerekmektedir. Bir işi yapabilmemiz için teşkilatlanmak gerekmektedir.
Bugüne kadar insan kendisi üretip kendisi tüketiyordu, küçük bir kısmını değiştiriyor yani takas ediyordu. Bugün ise kimse kendisi üretip kendisi tüketmiyor. Dolayısıyla bugün en büyük sorun “işsizlik sorunu”dur. Bu sorunun çözümü ancak kooperatifleşme veya diğer birlikteliklerle bir araya gelinmesidir. Demek ki bir ortaklık kurmamız ve hep birlikte günümüzün sorunlarını çözmemiz gerekmektedir.
“İnfir” denmemiş de “İnfirû” denmiştir.
فِي سَبِيلِ اللَّهِ
(FIy SaBIyLı elLAvHı)
“Allah’ın sebilinde”
“Allah’ın sebili” demek “topluluğun yolu” demektir. Topluluğun oluşmasını sağlayan şeydir. Topluluğun oluşması için günlük toplantıları yapma ve istişarelerle günlük sorunları çözme demektir. İstişareyi herkes yapar ve kendi işleri için kendisi karar verir, bu verdiği karar artık o kişiyi bağlar.
Burada öğreneceğimiz şey “teknik”le beraber “fıkıh”tır.
“Allah’ın sebilinde çıkma” demek “fıkıh öğrenme” demektir. Zaten başka yerde “liyetefekkahû” denildiğinden nufur etmenin fıkıh öğrenme olduğunu öğreniyoruz.
Bugün Allah’ın sebili “muhasebe”dir. Çünkü insanlar borç ve alacakla birbirlerine bağlanmaktadırlar. Karşılıksız para yerine “karşılıklı para” yani “muhasebe” kurulmalıdır.
Demek ki “Allah’ın sebili” demek “muhasebeli fıkıh” şeklinde adlandırabiliriz. Muhasebeli fıkhı öğrenmek için nufur ediniz dendiği zaman denmiş olur. Teknoloji insanlığın bedeni ihtiyaçlarını karşılar. Topluluğun oluşması için “fıkhın öğrenilmesi” gerekmektedir.
Bugün kimse fıkıhla meşgul değildir. Batı’nın karşılıksız parasına takılmış sürünüp gitmektedir. Artık “Adil Düzen”i öğrenip uygulamamız için seferber olmamız gerekmektedir.
Bundan önceki âyette “Allah nurunu tamamlayacaktır” dedi. İşte o nurun tamamlanması için seferber olmamız gerekmektedir. Allah’ın nurunun tamamlanması için harekete geçmemiz gerekmektedir.
Âyetler arasında ne derece güçlü uyum olduğunu burada da açıkça görüyoruz.
اثَّاقَلْتُمْ
(eÇAvQaLTuM)
“Tesakul ettiniz”
“Sikl” ağırlık demektir. Sıkma makinelerine basınç yapması için koydukları taştır.
“Tesakul” tefaul babındandır. Kendi kendine ağırlaşmak, birbirlerini ağırlaştırmak anlamındadır.
Herkes hareket edeni geri çekiyor, yapacağını yapmakta alıkoymaya çalışıyor.
Türkiye’de değişmenin gerekli olduğu Cumhuriyet kurulalıdan beri bilinmektedir.
Adım atmak isteyen biri olduğu zaman onun arkasından tutup geri çekenler vardır.
Erbakan’ın “Adil Düzen”ine yalnız muhalifler yapışıp geri çekmedi; DP/DYP’liler, ANAP’lılar, yetmedi bizzat Millî Görüşçüler yani Erbakan’ın yakın arkadaşları hep ona “Adil Düzen”i bırakmasını tavsiye ettiler. Ama Fatih Erbakan’ı konuşturmayan kadro babasını susturamamıştır. Erbakan’ın dediklerini anlatır diye Fatih Erbakan’a konuşma ambargosunu koydular. Tesakul etmekte, kurduğu vakıftaki arkadaşları tesakul etmektedir.
إِلَى الْأَرْضِ
(EiLay eLEaRWı)
“Arza tesakul ettiniz”
“Tesakul” ağırlaşıp hareketsiz hâle gelmektir. Bir yerde tesakul olur. Burada bir yere tesakul ettiniz diyor. Bir yere değil belli yere tesakul ettiniz, ona doğru çakıldınız demektir.
Teknoloji “arz”dır.
Fıkıh “sistem”dir.
Fıkhı bıraktınız da sadece teknolojiye yani arza, dünyaya, dünyalığa çakıldınız!
Bir şeyi üreteceğiniz zaman, onun üretileceği makineler ve yerler tesbit edilir. Hangi işlemin kaç saat hangi makinede yapılacağı belirlenir; kullanılacak ham madde miktarları da belirlenir; hangi işin ne ehliyette olanlar tarafından yapılacağı belirlenir. Bunlar girdilerdir. Sonra elde edilen ürünlerin nasıl ambalajlanacağı ve piyasaya nasıl sürüleceği ortaya konulur. İşte bütün bunların belirlenmesi “teknik proje”dir.
Ne var ki bu teknik proje yeterli değildir.
Bu işlemlerin yapılabilmesi için girdilerin paylarının ne olacağı ve elde edilen ürünün nasıl bölüşüleceği hususu da “fıkıh”tır. Teknoloji kadar bölüşme şeklinin de belirtilmesi gerekir. İşte, teknik kısmı belirleyen “teknoloji”dir. Kur’an burada buna “arz” demektedir. Bölüşme kısmını belirleyen “fıkıh”tır; “muhasebeli fıkıh”tır.
İşte bugün ihmal edilen budur. Sorun “işçilik sistemi” ile çözülmeye çalışılmakta ama çözülememektedir. Bu sistem “adil” bir çözüm olmadığı gibi sorunları giderememektedir. Bu ikinci kısma bugün “finans” denmektedir. İnsanlık sorunun bu kısmı üzerinde durmamaktadır.
أَرَضِيتُمْ بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا مِنَ الْآخِرَةِ
(Ea RaWIyTuM Bi eLXaYAvTi elDuNYA MiNa eLEAvPiRaTi)
“Âhiret hayatından dünya hayatına mı razı oldunuz?”
İnsan dışındaki varlıklar o gün üretir ve o gün tüketirler. Arılar gibi bazı canlılar en çok bir sene için hazırlık yaparlar. Oysa insanlar bugün üretirler, onu bugün değil bazen gelecekte bile kullanmazlar. O ürün insanlığa verilip saklanır, ileride başkaları tüketirler. Üretenler o gün eskilerin ürettiklerini tüketirler.
Şimdi benim kullandığım bu bilgisayarı kim üretti?
Gerisin geriye gidersem, 60 000 yıl insanlık çalıştı da bu bilgisayar üretildi. Ben hazırını şimdi kullanıyorum. Buna karşı ben de yazı yazarken bir şeyler üretiyorum, hep beraber üretiyoruz; bunları da tüm insanlık gelecek yıllarda ve yüzyıllarda kullanacaktır.
İşte, şimdi kullandığımız şimdiki dünyadır, tükettiğimiz dünyadır.
Geleceğe bıraktığımız ise âhirettir.
Eskiden insanlar çalışır, çocuklarını yetiştirir, onlara ev ve işyeri bırakırdı. İnsanlar bunun için uğraşırlardı. Yaşlandıkları zaman da çocukları onlara bakarlardı. Şimdi ise evlenmiyorlar, çocuk yapmıyorlar. Gelecek için hiçbir şey biriktirmiyorlar. Tek yaptıkları şey emekli olup çalışmadan yaşamayı hedeflemektir.
Elbette günlük olarak da yaşamak gerekmektedir. Ama sadece gününü gün etme ve geleceği düşünme olmasaydı insanlık oluşur muydu?
Burada reddedilen dünya hayatı değildir.
Burada reddedilen sadece dünya hayatı ile yetinme ve ilerisini düşünmemedir.
Allah kâinatı insanlar için yarattı. İnsanlar yaşarlar ama ölüp yok olmazlar, aksine öldükten sonraki hayat için yaşarlar. Bu dünya anne karnına benzer. Çocuk dokuz ay orada doğup büyümek için kalır. Bu dünyada yüz seneye yakın ömrümüz varsa, öldükten sonra öbür hayata gitme vardır. Müminler mallarını ve canlarını âhiretteki cennet için satmışlardır. Türkiye’yi yeni düzene kavuşturmak için cephelerde ölmüşler ve sonra da canlarını verircesine cihad etmişlerdir. Allah nasip etmiş iktidar olmuşuz. Sonra da günümüzün cari hayat tarzı ve faizli zalim düzen şiarımız olmuş, artık çalışmayı bırakmışız!
Bugünkü insanlığın en büyük sorunu “fıkıh sorunu”dur. İnsanlık “teknik sorununu” çözmüştür ama orada çakılıp kalmıştır; “fıkhı” öğrenmek istemiyor, “fıkhı” araştırmıyor. Hâlinden razı görünüyor.
“E” harfi ile bu durum reddedilmektedir.
أَرَضِيتُمْ
(Ea RaWIyTuM)
“Razı mı oldunuz?”
“Radaa” fiili hoşlanmak demektir. Acıkan çocuk süt emer ve son derece memnundur.
“Razı olmak” da o çocuk gibi memnun olmak, hoşlanmak demektir.
Buradaki “E” soru harfidir, inkâr ve tevbih harfidir. Yani olmamanız gerekir, neden böyle yapıyorsunuz denmektedir. Yaşamak için gerekli şeyleri yapmanız ama geleceğinizi de düşünmeniz gerekir.
İnsanlık ‘Sosyal Tufan’ seviyesinde çok ağır sorunlarla karşı karşıyadır. Uçuruma doğru gidilmektedir. Siz ise yerinizde debelenip duruyorsunuz.
Geleceğimizi düşünmek zorundayız.
Bir idesi olmayan, bir hedefi olmayan topluluk varlığını sürdüremez.
Bu devleti kuranlar hedefi göstermişlerdir; muasır medeniyetin fevkine çıkmak. Bunun aracı da müsbet ilimdir. Müsbet ilim demek uygulamalı ilim demektir. Bu ilim denemeli ilimdir. Bin sene evvelki içtihatları ezberlemek, yüz sene önceki Batı’nın teknolojisi ile yetinmek yere çakılmadır veya debelenip durmadır.
Bizim “Matematiği” öğrenerek bugünkü insanlığın ulaştığı muasır medeniyeti yaşamamız gerekmektedir. Bundan önceki birinci Kur’an medeniyetini anlamamız için “Kur’an Arapçasını” öğrenmek ve “günümüzün fıkhî meselelerini” Kur’an nuru ile çözmemiz gerekmektedir. Fıkhın hayata geçirilmesi için de “Muhasebeye” ihtiyacımız vardır. Hepimiz “Araştırmacı Müçtehit” olmalıyız. Biz olamıyorsak; olmak isteyenlerin olması için maddî-manevî olarak desteklememiz gerekmektedir. Günümüzün çözümleri ile yetinmemeliyiz.
بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا
(Bi eLXaYAvTi elDuNYA)
“Dünya hayatı”
“Dünya hayatı” yaşadığımız hayattır, bizim hayattır, ömrümüzdür.
Bugün çalıştık, karnımızı doyurduk.
Sermayenin lütfettiği kadarı ile yetindik!
Hayır!
Biz yola çıkacağız ve tefakkuh edeceğiz.
Çağımızın hayatından daha üstün bir hayatı hedefleyeceğiz.
مِنَ الْآخِرَةِ
(MiNa eLEAvPiRaTi)
“Âhiretten”
Bugünkü hayatımız âhiret hayatının bir cüzüdür, onun bir parçasıdır. Bu hayat o hayat içindir. Âhiret hayatı nedir? Yarınımızı düşünmek âhiret hayatıdır. Bugün dün kazandıklarımızı yiyeceğiz. Bugün kazandıklarımızı ise yarına saklayacağız. Geçen sene yetiştirdiğimiz buğdayı bu sene tüketeceğiz. Şimdi gelecek senenin buğdayını yetiştirmeliyiz.
Bugün herkes borçlu yaşamaktadır; hem de faizli bankalara katmerli faizli borçlu! Oysa herkes alacaklı yaşamalıdır. O sayede hayat mümkündür. Hepimizin birikimi olmalıdır.
Müminlerin bu hususu iyi bilmeleri gerekmektedir. Bunun için yola çıkmalı ve “faizli sistemi” kaldırıp onun yerine “zekâtlı faizsiz sistemi” getirmeliyiz; “siparişli sistemi” benimseyip “veresiye sistemini” bırakmamız gerekmektedir.
Veresiye, önce tüketip sonra üretmedir.
Sipariş ise önce üretip sonra tüketmedir.
O halde veresiye sistemini bırakıp sipariş sistemine geçmemiz gerekir.
Görevlerini tamamladıklarını söyleyen eski yol arkadaşlarımıza soruyoruz:
-Veresiyeli ve faizli sistemden siparişli ve zekâtlı sisteme geçtiniz mi? Hayır! O halde nasıl oluyor da görevimizi yaptık diyorsunuz, bunu neye istinaden diyebiliyorsunuz?!.
فَمَا مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فِي الْآخِرَةِ إِلَّا قَلِيلٌ
(Fa MAv MaTAGu elXaYAyTi elDuNYAv YıY eLEAvPiRaTi EilLAv QaLIyLun)
“Âhiret içinde dünya hayatı kalilden başkası değildir.”
Evet, biz bugün bir iş yapıyoruz, onun bugün bize faydası çok kalildir, çok azdır.
Bu bilgisayarı yapanlar adım adım ilerlediler. Hep cüzi yani az şeyler kattılar. O günkü buluşları hiçbir şey değildir. Ama katkılar birikti, birikti; şimdi bilgisayar oldu.
Bugün karnımız doyuruyoruz diye yetinir oturursak geleceğe hiçbir şey bırakamayız. Şimdi yaptığımız bir şey bugün bir işe yaramayacaktır. Bugün ürettiğimiz muhasebe, bugün ürettiğimiz proje bugün bir işe yaramayacaktır. Ama yarın o üretimler birleşe birleşe büyük sanayi olacaktır. “Ahşap Evler Sanayii” çalışmalarımız bilgisayar sanayii ile yarışacaktır.
فَمَا مَتَاعُ
(Fa MAv MaTAGu)
“Meta’ değildir”
İnsanlık bugün büyük birikime ulaşmıştır.
Bu birikimin çok azını kullanıyoruz, biz de o kadar az katıyoruz.
“Meta” bugün yaşamamız için gerekli şeylerdir. Ev metadır. Besin metadır.
Bunlardan bazılarını miktarları ile tüketiyoruz. Bazılarından zamanları ile yararlanıyoruz. Bizim bu yararlanmamız insanlık kesitinin bir parçasıdır, hayatımızın bir parçasıdır, neslimizin bir parçasıdır.
İnsanlık büyüyecek, büyüyecek, sonra dört boyutlu uzay(a) içinde büyük varlık olacaktır. Sonra da hep birden canlanacak ve âhiret hayatı başlayacaktır. Ne var ki o âhiret hayatı bu dünyada oluşmuş insanların hayatı olacak, oraya başka insanlar gelmeyecektir.
الْحَيَاةِ الدُّنْيَا
(elXaYAyTi elDuNYAv)
“Dünya hayatı”
“Dana” inek yavrusudur. Dana anasına aşağıdan yaklaşıp sütünü emer. Aşağıdan yaklaşma demektir.
“Karabet” ise yandan yaklaşmadır. Zaman içinde yaşadığımız zamandır, günümüzdür, yılımızdır, ömrümüzdür.
“Dünya hayatının metaı” yaşamamız için gerekli olan şeylerdir.
فِي الْآخِرَةِ
(Fıy eLEAvPıRaTi”
“Âhiret içinde”
Dünya hayatını da âhiret içinde saymıştır. Yukarıda “Mine’l-Hayat” demişti. Orada mana verirken zahirî mana olarak verdik. Şimdi ise o manayı tekit etti. “Fî” kullanarak dünya hayatının da âhiret hayatı içinde olduğunu, küçük yer tuttuğunu görüyoruz.
“Âhirettense dünya hayatına razı mı oluyorsunuz” dedikten sonra, dünya hayatının âhiret hayatı içinde kalil olduğunu söylemektedir. Yukarıda “Min” ile belli cüzü beyan etti, burada da onun âhiret hayatı içinde kalil olduğunu söylemektedir. “Va ma huve fiyha illa kalil” diyebilirdi yani o onun içinde çok azdır şeklinde ifade edebilirdi. Öyle yapmayıp dünyayı ve âhireti zikretti. Çünkü birincisinde kastedilen dünyadaki uzun hayatın içinde günümüzün hayatıdır. Veresiyenin seleme tercihidir. Hâlbuki burada yaşadığımız bu hayat, öldükten sonraki hayatın bir benzerini ifade etmektedir.
Biz yorum yaparken bu tekrarları bu şekilde açıklıyoruz.
Yapmayanlar ise Kur’an’ı kuralları ile yorumlayamamaktadırlar.
إِلَّا قَلِيلٌ
(EilLAv QaLIyLun)
“Sadece azdır.”
Yani dünya hayatı âhiret hayatı içindedir.
Çocuk anne karnında büyümezse dışarıda hiç yaşayamaz. Dolayısıyla anne karnı da hayatın parçasıdır ama azdır. Bununla beraber asgari değildir. Bir nispette azdır. Öldükten sonraki hayatta da değişmelerin olacağına işaret eder. Yok olmak yoktur ama değişme vardır.
إِلَّا تَنْفِرُوا يُعَذِّبْكُمْ عَذَابًا أَلِيمًا وَيَسْتَبْدِلْ قَوْمًا غَيْرَكُمْ وَلَا تَضُرُّوهُ شَيْئًا
(EilLAv TaNFiRUv YuGaüÜıBKuM GaÜAvBan EaLIyMan Va YaSTaBDiL QaVMan ĞaYRaKuM Va LAv TaWurRUvHUv ŞaYEan)
“Eğer nüfur etmezseniz sizi elim azabla ta’zib eder ve sizden gayri bir kavimle istibdal eder ve ona bir şey zarar edemezsiniz.”
Bu âyetin manasını tam olarak kavrayabilmemiz için tarihe bakmamız gerekmektedir.
Hazreti Nuh aleyhisselam kavmini uygarlaştırma görevi ile görevlendirilmiştir. Sonra Hazreti İbrahim, sonra Hazreti Musa, sonra Hazreti Davut, sonra Hazreti İsa ve sonunda Hazreti Muhammed görevli kılınmıştır. Bunlar Allah’tan vahiy almışlar ve insanlığı bir uygarlıktan başka uygarlığa geçirmişlerdir. Bunlar kendi kavimleri içinde gelmiş ve insanlığı o seçilmiş kavimler uygarlaştırmışlar, bin senede bir uygarlık yenilenmiştir.
Uygarlıklar Miladi yıllarda gerçekleşir. Ne var ki hazırlık Miladi yıllardan birkaç yüzyıl önce başlar. Hazreti Musa daha önce gelmiş, Hazreti Muhammed daha önce gelmiş ve yeni uygarlık için hazırlık yapılmıştır. Kur’an’dan sonra başka peygamber gelmeyecek, yeni kitap inmeyecektir. Kitap Kur’an olacak, peygamber vârisleri de “o devrin âlimleri” olacaktır.
Her uygarlık iki uygarlığın sentezinden doğar. İbraniler bunun için Mısır’da yetiştirilmiştir. Üçüncü binyıl uygarlığı da İslâm uygarlığı ile Batı uygarlığının senteziyle doğmaktadır. Bu sentezi yapmaya da Allah Türk milletini görevlendirmiştir, iki-üç asırdır Türkler Batı uygarlığı ile Doğu uygarlığını sentez etmek için çalışmaktadırlar.
AK Parti’nin anayasa ekseriyetiyle iktidar olması ile fetih belli seviyeye gelmiştir.
İşte, haftalardır tefsir ettiğimiz Tevbe Sûresi, belli seviyedeki bu fetihten sonra neler yapılacağını anlatmaktadır. Şirk düzeninden İslâm düzenine geçilmesi için artık hareket etme zamanıdır. Hâlâ neden “Adil Düzen”in gereğini yapmıyorsunuz, hâlâ neden çakılıp durduğunuz yerinizde debelenip duruyorsunuz diyor. “ADİL DÜZEN ANAYASASI”nı artık yürürlüğe koymak için harekete geçin diyor.
İktidar olmak bir işi yapmak için değildir, iktidar olmak demek bir işi yapmak demektir. “Adil Düzen”i getirmek için iktidar oldunuz, “zalim düzeni” sürdürmek için iktidar olmadınız. “Adil Düzen” için artık harekete geçin. Geçmeyecekseniz; sizi önce elim azapla cezalandıracak, sonra da sizi azledip yerinize başka bir kavmi, başka bir ulusu getirir demektedir. Doğudaki PKK’lılarla uzlaşma sorunları çözmez. Üçüncü binyıl uygarlığını Türkler getirmeyecekse, Allah Türklerin elinden bu görevi alacak, onların yerine başka bir ulusu getirecektir. Bu arada görevini yapmayanlar Allah’a hiçbir zarar vermeyeceklerdir.
Her şeyden önce, artık Allah’ın bu açık uyarısını nazarı itibara alarak “Adil Düzen”e doğru gerekli adımı atalım. Ama atmayacaksak bilelim ki Allah bizim yerimize başka bir kavmi getirecek, bize acıklı azabı tattıracaktır.
Kavmi Millî Görüşçüler olarak anlayabiliriz, AK Parti olarak anlayabiliriz. AK Parti bu işi yapmazsa Allah başka parti getirir, o parti bu işleri yapar. Bu parti Hareket Partisi olabilir, bu parti Halk Partisi olabilir, bu parti BDP olabilir. Bu parti yeni kurulacak emekli askerlerin de katılacağı bir Adil Düzen Partisi olabilir. Partilerden hiçbirisi bunu yapmazsa, o zaman Allah bu milletten bu görevi alır, yeni bir millet çıkarabilir. Bu millet Kürt milleti olabilir. Dua edelim de onlar olsun da bu işi yapan bizi hepten soykırımına uğratacak başka bir kavim olmasın.
إِلَّا تَنْفِرُوا
(EinLAv TaNFiRUv)
“Nufur etmezseniz”
Evet, verilen görevin birinci safhasını başarı ile yerine getirdiniz; Millî Görüşü iktidar ettiniz. Sermayenin siyasi müdahalesine son verdiniz; bütün dünyada değişiklikler oldu.
Ama bütün bunlar bizim size verdiğimiz bir görevin hazırlığı idi.
Evet, yemeği hazırladınız ama şimdi hazırladığınız yemeği yemiyorsunuz!
Artık adımlarınızı “Adil Düzen”e doğru atınız...
Bunu yapmaz ve “Adil Düzen”e doğru adım atamazsanız; “karşılıksız faizli para” ile yaşamaya devam ederseniz; hâlâ “Kur’an ilimlerini okutan medreseleri” yasaklar ve “ateizmi tedris ve telkin edip zorlayan öğretim müesseselerini” dayatmaya devam ederseniz, serbest bırakılmayacaksınız. Mustafa Kemal medreseleri kapattı, çünkü o dönemde medreseler 500 sene önceki Kur’an ilimlerini öğretiyordu, Biz onun için ona izin verdik. Şimdi size emrediyoruz; bu “ateizm sürdürücüsü okulları ve üniversiteleri” kapatınız; müsbet ilmin verilerine dayanan “yeni üniversiteleri” açınız.
Açmayacak mısınız, görevinizi yapmayacak mısınız?!.
O zaman…
يُعَذِّبْكُمْ
(YuGaüÜıBKuM)
“Sizi ta’zib edecektir”
Size verdiğimiz bu imkânları heder ederseniz, elbette Biz sizin için kaderi değiştirmeyiz. Önce size uygun cezayı veririz.
“Tazib” sürekli ve şiddetli azap demektir.
“Yu’zibkum” yerine “Yuazzibkum” demektedir.
Azab helâk etme demek değildir, ortadan kaldırma demektir. Sizi iktidardan indirir ve size zulüm yapan başka iktidarı getirir. “Size azab eder” demekle görevli olmayanların azab edeceğini söylemiyor. Görevi kabul etmeyebilirsiniz. O zaman İstiklâl Savaşı’na girişmezdiniz, Yunan idaresinde yaşayıp giderdiniz.
Demokrat Parti ortaya çıktı, “Adil Düzen”e talip oldu, ‘Yeter, söz milletindir’ dedi.
Sonra ne yaptı?
“Allah” diyenleri hapse doldurdu!
Adalet Partisi, ANAP hep adaleti yani “Adil Düzeni” vaat ettiler.
Sonra iktidar olunca bu vaatlerini unuttular.
Akıbetleri ne oldu?
Tarih oldular.
Cumhuriyet Halk Partisi “Adil Düzen”i vaat etmedi, Milliyetçi Hareket Partisi “Adil Düzen”i vaat etmedi; hâlâ duruyorlar.
عَذَابًا أَلِيمًا
(GaÜAvBan EaLIyMan)
“Elim bir azap”
Elim azabı ta’zib ettirecektir, sıkıcı acıyı tattıracaktır.
Bu ifade ile sıkıcı azabı bildirmekte, helak ile inzar etmemektedir.
Demek ki önce Ak Parti’nin aklı başına gelmelidir.
Gelmezse, diğer partilerin gerçekleri kavraması gerekir.
Kavramazlarsa; ulus birden batacak, sonra başka bir ulus bu işi yapacaktır.
Dua edelim de bu gidişat ulusumuzun helâkine sebep olmasın.
وَيَسْتَبْدِلْ قَوْمًا
(Va YaSTaBDiL QaVMan)
“Ve bir kavmi istibdal eder”
“Kavim” kelimesi nekre gelmiştir.
Bizim bildiğimiz ve tanıdığımız bir kavim olmayabilir.
Araplar dört halifeden sonra görevlerini tamamlamadılar, İslâm düzenini dünyaya getirmediler, halkı Araplaştırmaya başladılar, İslâm barışını kendi hâkimiyetleri manasında anladılar, Allah da onları başka bir kavim ile değiştirdi.
Türkler ortaya çıktı. Karahanlılar, Gazneliler ve Moğollar İslâmiyet’e sahip çıktılar. Moğol İmparatorluğu parçalanmış ve dört büyük devlet olmuş, bunların üçü İslâm dinini kabul etmiştir. Selçuklular ve Osmanlılar Türkler olarak insanlığa İslâmiyet’i götürdüler, ne dinde ne de ırkta baskı yaptılar.
Bugün de onların devamı olan Türk Milleti “Adil Düzen”i insanlığa ulaştırmakla görevlidir. Türk Milleti görevini yapmazsa, Allah başka bir kavmi görevlendirecektir.
غَيْرَكُمْ
(GaYRaKuM)
“Sizden başka”
Evet, Allah…
AK Parti’den başka bir partiyi getirir.
Türk Milletinden başka bir milleti, başka bir kavmi getirir.
Burada bir şeyi hatırlamamız gerekir. Evet, uygulama bakımından Ak Parti ve Millî Görüş görevlidir. Ama ortaya koyma bakımından da Adil Düzen Çalışanları görevlidir. Aynı uyarıyı Adil Düzen Çalışanlarına da yapmaktadır. Biz kendimizi düşünmekle mükellefiz. Biz bu çalışmaları bırakırsak Allah bize de aynı azabı ile azab edecektir, bizden başka Adil Düzen Çalışanları getirecektir.
“GayraKum” deyince, onlar bize yakın olanlar da olmayacaktır demektir. Adil Düzen Çalışanlarından bir grup değil, bizimle alakası olmayan bir gruba bu görevi verecektir. Bizim bilmediğimiz böyle gruplar hazırlanmaktadır demektir.
İstanbul Yenibosna merkezli çalışmalarımız bugün ümit veren bir yere gelmiştir.
Müçtehit Yetişme Merkezi kurulmuş, çalışan yeni arkadaşlar katılmış...
İzmir Akevler de bu çalışmayı üç finansörle desteklemekte; ayrıca Ahşap Evler çalışmalarının masraflarını karşılamakta...
AK Parti de Akevler’le ilgilenmeye başlamıştır...
Fatih Erbakan da ilgileniyor...
Demek ki Akevler’de başlayan Adil Düzen Çalışmaları yine Akevler içinde gelişmektedir; Allah’a hamd olsun...
وَلَا تَضُرُّوهُ شَيْئًا
(Va LAv TaWurRUvHUv ŞaYEan)
“Ona bir zarar vermezsiniz.”
Buradaki zamir nereye gitmektedir? “Allah” kelimesi “Sebilullah”ta geçmektedir. Ondan sonra “Allah” kelimesi yoktur. Allah’a zarar veremezsiniz manası çıktığı gibi Allah’ın sebiline de gidebilir. Yani “Adil Düzen”e gider.
O halde Allah Saadetçilere ve AK Partililere demektedir ki; siz “Adil Düzen”e zarar veremezsiniz. Saadet Partisi “Adil Düzen”i bıraktı, yüzde birlere indi. Ondan da aşağı inerse, elim azabı onlara vermiş olacaktır.
AK Parti devam etmektedir ama ona da şimdi bildirmektedir; siz “Adil Düzen”e zarar veremezsiniz. Sizi “Adil Düzen”i bozmak için getirdiler, onun için iktidar ettiler ama siz “Adil Düzen”e zarar veremezsiniz. Çünkü sizin sayenizde insanlık “Adil Düzen”siz bu işin olmayacağını öğrenecek, anlayacak ve en sonunda Akevler’i arayıp bulacaktır.
وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
(Va elLAHu GaLAy KulLı ŞaYEiN QaDIyRun)
“Ve Allah her şeye kadirdir.”
“Sebilullah”taki “Allah” topluluğun sebili olduğuna göre buradaki “Allah” âlemlerin rabbidir; âlemlerin rabbi her şeye kadirdir.
“Kadir” takdir edendir, plan yapandır. Kader vardır, kaza vardır.
Bir plan yaparsınız. Bu planda zamanı planlamazsınız, mekânda ne yapılacağını planlarsınız. Bu planda alternatifler koyarsınız. Uygulayıcılar o plandaki seçeneklerden birini seçer ve uygular. Planı yapan Allah’tır. Planın dışına çıkılamaz. Belirtilen zamanı da kimse değiştiremez ama planın içinde zaman aralığı verilmiştir. Bundan önce bu yapılacaktır. Sonra alternatifler konmuştur. Bunlardan biri yapılacaktır. Bu “kader”dir. Alternatiflerden birini seçmek uygulayıcılara aittir. Uygulayıcılar seçenekleri kullanarak ecelden önce yapacaklarını yaparlar. Buna “kaza” denmektedir.
“Allah her şeye kadirdir” demek, “Allah her şeyi planlamaktadır” demektir.
Kader nedir?
Kader insanlıktır.
Allah arşında üç boyutlu uzayımızı var etmiş, büyüyerek beş boyutlu uzayda yer almaktadır. Üç boyutlu uzay içinde yıldızları yaratmıştır. Hidrojen gazı ile doldurmuştur. Dört hidrojen birleşip bir helyum atomunu oluşturmaktadır. Çevreye ışık yaymaktadır. Yıldızların çevrelerinde gezegenleri koymuş, bunlardan birine canlıları yerleştirmiştir. Canlıların en gelişmiş olanı insandır. Allah kâinatı bu insan için yaratmıştır.
İnsanlık dört boyutlu uzayda insan gibi büyümekte ve insanlık büyük bir varlık olarak bu dünyada ömrünü tamamlamaktadır. 60 bin yıl önce yaratılmış ve toplayıcılık, avcılık, çobanlık ve çiftçilik aşamalarını geçirerek bundan beş bin sene önce şeriat aşamasına girmiştir. Beş bin sene aşama aşama uygarlıklar gerçekleşmiştir; Hazreti Nuh, Hazreti İbrahim, Hazreti Musa, Hazreti İsa ve Kur’an uygarlıkları gelip geçmiştir.
Şimdi gelmekte olan ikinci Kur’an uygarlığıdır.
Hakka dayalı uygarlıklar Miladi tarihe göre doğarlar, 500 sene gelişirler, sonra yaşlanmaya başlarlar. Bunların gelişmiş zamanlarında kuvvet uygarlığı doğar. O, 500 yaşına gelince Hak uygarlığı yeniden oluşmaya başlar. Nuh uygarlığı birinci Mısır uygarlığı, İbrahim uygarlığı ikinci Mısır uygarlığı olarak kuvvet uygarlığına dönüşmüştür. İbrani uygarlığı Grek uygarlığına, Hıristiyanlık Bizans imparatorluğuna dönüşmüştür. Birinci Kur’an uygarlığı ise bugünkü Batı uygarlığına dönüşmüştür.
Bundan 500 sene öncesinde İslâm uygarlığı en yüksek seviyede iken Batı uygarlığı kuvvet uygarlığı olarak yeniden oluşuyordu. Batı uygarlığı bugün zirvededir. Doğuda ise ikinci Kur’an uygarlığı doğmaktadır. Bu ikinci Kur’an uygarlığını kurmakla Türkler görevlendirilmiştir. Tanzimat hareketleri ile iki uygarlık öğrenilmiştir. Akevler’in kurulması ve Erbakan’ın önderlik etmesi ile Millî Görüş Hareketi “Adil Düzen”i dünyaya duyurmuştur.
Akevler siyasileri ve Gülencileri desteklemiş, kendisi ise ilmî çalışmalara devam etmiştir. Birinci “Adil Düzen” uygulaması ömrünü tamamlamıştır. Akevler şimdi ikinci “Adil Düzen” hamlesini yapmaya hazırlanmaktadır. Akevler ekonomide ilk uygulamayı yapacak, yüz dairelik lojmanlı işyeri apartmanıyla örneğini ortaya koyacaktır.
Birinci Kur’an çalışmalarına Akevler 1967’de başlamış, buna sonra 1980’lerde Necmettin Erbakan sahip çıkmış ve “Adil Düzen” ismiyle dünyaya duyurmuştur. Prof. Dr. Necmettin Erbakan 1969’da İslâmiyet’in bir “düzen” olduğunu ilân etmiş, 1980’lerde de o düzenin “Adil Düzen” olduğunu belirtmiştir.
“Adil Düzen”in ne olduğunu göstermek için uygulamanın yapılması gerekmektedir. Halk ancak gördüğünü anlar, görmeden tasarlayamaz. Biz “Adil Düzen”i uygulayarak gösteremedik. Şimdi bunu yapmakla görevliyiz. İkinci bir Erbakan çıkacak ve bizim projemizi uygulayarak gösterecektir. Daha böyle birisi aday bile değildir.
Allah’ın kadir olması bu planın bilinmesi demektir. Allah takdir etmiş ve değişik kimseleri görevlendirmiştir. Onlar yapmazsa Allah onların yerine başkalarını getirecektir.
“Kadir” kelimesini takdir ve planlama anlamında aldığımızda yukarıda anlattığımız manalar çıkar. “Kadir” kelimesini aziz olarak anladığımızda, O her dediğini yapar, her dediğine gücü yeter anlamında anlayabiliriz. Bu muktedir olmadır.
وَاللَّهُ
(Va elLAHu)
“Ve Allah”
Fiil cümlelerine “Ve” harfi ile isim cümlesi atfedilince, isim cümlesi fiil cümlesinin hâli olur. Eğer hâl genel ise zamir gönderilmez, kelime iade edilir. Eğer hâl özelse, yalnız o duruma aitse, o zaman zamir gönderilir.
“Vehuve” denmemiş de “Vellahu” denmiş.
Bundan önce mezkûr olan Allah’taki manadan farklı mana anlamamız için tekrar edilmiştir. Buradaki Allah Âlemlerin Rabbi olan Allah’tır. “Yuazzib”deki failin hâlidir. Ne var ki yalnız o durumda değil her durumda onun hâlidir, onun için izhar edilmiştir.
عَلَى كُلِّ شَيْءٍ
(GaLAy KulLı ŞaYEiN)
“Her şeyin üzerine”
Meşiet edilmiş dilenilmiş şeydir. Beş boyutlu uzayın tamamı şeylerden ibarettir. Allah onları meşiet etmiştir. Onlardan irade ettiğini izhar eder. Meşiette mutlaktır, kimse O’na şerik olmaz. Biz ancak O’nun meşietinde olanı meşiet ederiz.
İradeye gelinirse, bizim de irademiz vardır. Biz kaderin içinde ancak O’nun verdiği müsadesi nisbetinde bir şeyi murad ederiz. Buna “cüzi irade” denmektedir.
Nekreye “külli” kelimesi getirilmiştir. Şeylerin tamamını içine alır. Yani ölçüsüz bir şey yoktur. İlim bugün bu ölçüleri teker teker ortaya koymaktadır.
Bugün parçalanmaz en küçük parçacık olan elektron veya pozitronun kitlesi ölçülüdür, yükü de ölçülüdür. Biri üçte bir katlarla çoğalır, diğeri üçte iki katlarla çoğalır. Kütle 1,3333 olarak çoğalırsa yük 1,6666 olarak çoğalır veya tam ve yarımlar olarak çoğalır. İşte onların her birinin yükleri de kütleleri de takdir edilmiştir. Hidrojen atomu ve moleküller hep takdirledir. Kimyada hep sabit sayılar oranında birleşirler. DNA’lar birer ölçüdür. O halde tabiatta ölçülü olmayan, mukadder olmayan bir şey yoktur.
قَدِيرٌ
(QaDIyRun)
“Kadirdir”
Planlayandır veya gücü yetendir demektir. Planın gerçekleşmesi takdir değil iradedir. Bununla beraber plan ancak sınırlı sayıda bulunan enerji kuantumlarının bir atomdan diğer atoma geçmesiyle sağlanmaktadır. Allah kâinatı çok sade ve sistematik yaratmıştır. Her şey matematikle ifade edilebilmektedir.