TEVBE SÛRESİ TEFSİRİ(9.SURE)
Süleyman Karagülle
1406 Okunma
61 VE 63.AYETLER

Tevbe Sûresi-28

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

 

***

 

وَمِنْهُمُ الَّذِينَ يُؤْذُونَ النَّبِيَّ وَيَقُولُونَ هُوَ أُذُنٌ قُلْ أُذُنُ خَيْرٍ لَكُمْ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَيُؤْمِنُ لِلْمُؤْمِنِينَ وَرَحْمَةٌ لِلَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَالَّذِينَ يُؤْذُونَ رَسُولَ اللَّهِ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ (61) يَحْلِفُونَ بِاللَّهِ لَكُمْ لِيُرْضُوكُمْ وَاللَّهُ وَرَسُولُهُ أَحَقُّ أَنْ يُرْضُوهُ إِنْ كَانُوا مُؤْمِنِينَ (62) أَلَمْ يَعْلَمُوا أَنَّهُ مَنْ يُحَادِدِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَأَنَّ لَهُ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِدًا فِيهَا ذَلِكَ الْخِزْيُ الْعَظِيمُ (63)

 

وَمِنْهُمُ الَّذِينَ يُؤْذُونَ النَّبِيَّ وَيَقُولُونَ هُوَ أُذُنٌ قُلْ أُذُنُ خَيْرٍ لَكُمْ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَيُؤْمِنُ لِلْمُؤْمِنِينَ وَرَحْمَةٌ لِلَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَالَّذِينَ يُؤْذُونَ رَسُولَ اللَّهِ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ (61)

(Va MiNHuMu elLaÜIyNa YuEÜUvNa elNaBiyYa Va YaQUvLUvNa HuVa EuÜuNun QuL EuÜuNu PaYRi LaKuM YuEMiNu Bi elLAHi Va YuEMiNu Li eLMuEMiNIyNa Va RaXMaTun Li elLaÜIyNa EAvMaNUv MiNKuM Va elLaÜIyNa YuEÜUvNa RaSUvLa elLAHi LaHuM GaÜAvBun EaLIyMun)

“Onlardan nebiye eza edenler ve o üzündür diyenler vardır. Sizin için hayrın üzünüdür kavlet. Allah’a iman eder ve müminlere inanır ve sizden iman edenler için bir rahmettir ve Allah’ın resulüne eza edenler, onlar için elim azal vardır.”

Sûre başlangıçta müşriklerden bahsetti. Sonra kâfirleri anlattı, müslimlere ait hükümler koydu. Ondan sonra isimlerini zikretmeden münafıkları veya kalblerinde maraz olanları anlattı.

Bundan önce iki defa “Ve Minhum Men” yani onlardan birileri vardır dedi. Onlardan kimileri vardır, senden izin isterler. Onlardan kimileri vardır, sadakada sana lumeze ederler.

Şimdi de “Nebiye eza edenler vardır” dedi. “Men” yerine “Ellezîne”yi getirdi. Yukarıdakiler örgütlü kimseler değildir ama bunlar örgütlü kimselerdir. Planlı projeli bu işi yapmaktadırlar. Kişiler ayrı ayrı değil de örgüt olarak yapmaktadırlar. Onların hepsi birden değil de bir kısmı yapmaktadır ya da kişiler olarak yapmaktadır yahut örgüt olarak yapmaktadır. Kimi senden bedeni görevlerden istisna edilmesini ister, kimi de haksız yere mal talep eder. Örgüt olarak nebiye eziyet etmek ister.

Burada “sana eziyet eder” demeyip “Nebiye eziyet eder” demiş olması ilim adamlarına, fikir adamlarına eziyet ederler denmiş olmasından dolayıdır.

“Ve” harfi ile atfederek “o üzündür” denmiştir. Eziyet ettikleri gibi onu küçültmek, basit ve vasatın altına indirmek için “o üzündür” derler.

Burada dikkat edersek eziyeti çoğuldaki merfu nunu ile getirerek lafızlarda da bir simetrilik oluşturmuştur. Nebiyi rahatsız etmelerini iki şekilde ifade etmiştir. Biri kötüleyici ifadedir, diğeri ise küçümseyici ifadedir.

Nebi Allah’a iman eder müminler için de iman eder diyor. “İman” kelimesini hem “Bi” hem de “Li” harfi ile getirmiştir.

Harficerleri tasnif edersek, “Min başlangıcı, “İlâ” sonucu ifade eder. Bunlar sadece sınırları belirler, başlangıcın veya sonucun fiile etkisi olmadığı gibi fiilin de onlara etkisi yoktur. “Fî” çevreyi ifade eder, fiil bu çevre içinde yapılır. “Hattâ” ise sınır fiilini içine alır, onun cüzü olur. “An” ve “Alâ”da sınırlar fiillere etki eder, fiil başladığı yerde etki eder, orasını değiştirir. “Alâ” ise fiilin bittiği yeri değiştirir.

“Bi” ile “Li”de ise sınırlar fiile etki ederler. Biri başlamasına sebep olur, diğeri bitmesine sebep olur. Biri illettir diğeri hikmettir. Bir işi bir güçle yaparsın, o zaman “Bi” harfini kullanırsın. Bir işi bir amaçla yaparsın, o zaman da “Li” harfini kullanırsın. “Bi”deki fiilden öncedir, fiil etki etmiştir. “Li” ise fiilden sonradır, fiilin gayesi olmuştur.

“Allah ile iman etmek” demek, Allah ile kendini veya başkasını güven altına almak demektir. Allah burada güvenin sebebidir. Müminler için iman etmek demek müminleri güven altına almak demektir. İf’al babı ile gelen bu fiil “Bi ve Li” ile taaddi etmektedir, birinin onunla kendini veya çevresini güven altına almasıdır. “Li” ile getirdiği zaman siz başkalarını güven altına alıyorsunuz. “Mümin” kelimesi veya “Ellezîne Âmenû” kelimesi bu iki manayı da ayrı ayrı içermektedir.

“Sizden iman etmiş olanlara rahmettir” denmektedir. Burada da mümin ile iman etmiş olanları karşılaştırmaktadır. “Sizden” diyerek müminlerden iman etmiş olanları ifade etmiş olmaktadır. Demek ki her iman etmiş mümindir ama her mümin iman etmiş değildir. Asıl muhatap olanlar müminlerdir. Biz bu husustaki ayırımı şu şekilde yapabiliriz. Muvazzaf askerler iman etmiş olanlardır, diğerleri ise müminlerdir yahut mümin olanlar âhiret müminleridir, iman etmiş olanlar askerlik yapanlardır.

Burada “üzün” kelimesi izhar edilmiştir. Demek ki nebiye eziyet edenler ile resule eziyet edenler ayrı ayrı kimselerdir, ayrı ayrı örgütlerdir. Bugünkü nebiler ilim adamlarıdır. Doğru söyleyen, hakkı söyleyen ilim adamlarına eziyet edenler vardır. Bunlar iki grup olurlar. Birileri yani iktidarda olanlar ilim adamlarının düşmanı olurlar. Çünkü halk ilim adamlarının dediklerini yapmaya başlar ve yöneticilerin otoriteleri kaybolur. Diğerleri de; ilim adamları yenilikçidirler, tutucu olan halk yenilikçi ilim adamlarına şiddetle muhalefet eder. Erbakan’ı müridi mürtet ilan edenler bunlardır. Akevler’e saldıranlar bunlardır.

Diğer taraftan resule eziyet edenler de örgütlü gruptur. İktidara saldırırlar. İyilikleri Allah’tan, kötülükleri ise iktidarda olanlardan bilirler ve onları günah keçisi yaparlar. Nebiler için “o üzündür” dedikleri halde resuller için demezler. Resule sadece eziyet ederler. Eziyet edenler de farklıdırlar. Onu iktidardan indirip kendileri geçmek isterler. Bunlar muhalif partilerdir, muhalif örgütlerdir.

İslâmiyet’te değişik partiler vardır. Bunlar hayırda yarışırlar. Her biri kendi görüşünü ve projesini ortaya koyar, kendilerine düşen konularda uygulama yaparlar. Halk başarılı olanları destekler, daha çok kimseler o partiye katılır. Böylece birbirlerine hakkı da tavsiye etmiş olurlar.

Ekseriyet sistemi yoktur. Bir fazla alan iktidar olup diğerlerini ezmez. Yüz koyunu olan yüz koyunu güder, bir koyunu olan bir koyunu güder.

İktidarda olanları kötülemek suretiyle iktidara koşma, ekseriyet alınca da diğerlerini tamamen bertaraf etmeyi benimseyenler resule eziyet eden örgütlerdir. Onlar için bu dünyada elim azap vardır. Elim azabın nekre olması bildiğimiz âhiretteki azabın olmamasıdır. Onu içerse de o değildir. O halde bu şekilde iktidar olmak sonunda kendileri için hayır değildir. Elim sıkıntılar çekerler.

Sermaye bir topluluğun halklarını birbirlerine düşürmekte, böylece onları zayıf hâle getirip sömürüsünü sürdürmektedir. Türkiye’de bu Kürt-Türk, Şii-Sünni, Laik-Yobaz, Atatürkçü-Gerici ana gruplarına ayırıp çatıştırmaktadır. Türk halkı onlara kulak vermiş ve birbirine nefret besler olmuştur. Sermaye akıttığı dolarlarla bu çatışmaları yaşatmaktadır. Bir gerçek vardır. Bir Türk Kürde kızabilir. Tanıdığı hiçbir Kürt onun sevmediği kimse değildir. Bir Kürdün de arkadaş olduğu bir Türk ile hiçbir çatışması yoktur. Sünni-Şiiler arasında da durum böyledir. Bu sebepledir ki Türkiye birçok saldırıları atlatmaktadır.

وَمِنْهُمُ

(Va MiNHuMu)

“Onlardan”

Canlılarda türler arası çatışma vardır. Ot yiyen hayvanlardan sonra meyve yiyen hayvanlar gelir. Sonra leş yiyen hayvanlar, daha sonra yırtıcı hayvanlar gelir. Otlar kendilerini korumaya çalışırlar, otyiyenler yırtıcılara karşı kendilerini korumaya çalışırlar. Sayılar dengede kalır. Koyunlar çoğaldığı zaman kurtlar kolay avlanır ve kurtlar çoğalır. Kurtlar çoğaldığı zaman kurtlar aç kalır, otlar çoğalır. Bu sefer kuzular güçlenip kaçarlar ve çoğalırlar, otlar azalır. Böylece denge sürüp gider.

İnsanlar ise teknoloji ile en güçlü varlıklar oldukları için onları avlayacak başka canlılar yoktur. Nüfus dengesinin sağlanması için gruplara ayrılır ve birbirine düşman olurlar. Aynı türden olup birbirine düşman tür yalnız insan türüdür.

İslâmiyet bu savaşı ortadan kaldırmamış, savaşı iyilerle kötüler arasına koymuştur. İyiler kötülere galip gelir, uygarlaşma sağlanır. Uygarlık yaşlanır, bu sefer de kötüler canlanır ve uygarlığı yıkarlar. Sonra da yeni uygarlık doğar.

Kötülerin iki türlü savaşma usulü vardır.

Birincisi; avlayan canavarlar gibi doğrudan dışarıdan saldırma. Bunlar müşriklerdir.

Diğeri ise; mikroplar gibi topluluk içinde hastalık yaparlar.

Bu sûrenin ikinci bölümünde bunlardan bahsetmektedir. Bunlar bir topluluk içinde yaşadıkları ve onlardan beslendikleri halde o topluluğun aleyhinde olanlardır. Hastalık yapan mikroplardır. Buradaki “Hum” zamiri onlara racidir. Bu sûrede hazfedilmiş cümle vardır. Bunlar münafıklardır. Bunlar kalblerinde maraz olanlardır cümlesidir. Bu zamir bunradaki ism-i işarete racidir.

Bu şekilde anladığımızda bundan evvel zikredilenlerden herhangi birisine değil, onların hepsine raci olmuş olur.

الَّذِينَ يُؤْذُونَ

(elLaÜIyNa YuEÜUvNa)

“Eza eden kimseler”

Yine onlardan yani münafık ve kalblerinde hastalık olanlardan eziyet edenler vardır. Bunlar diğerleri gibi değildirler. Onlar kişi olarak ayrı ayrı zekâtta lemz ettikleri ve teker teker söyledikleri halde ezayı birlikte bir örgüt olarak yapmaktadırlar. Bunların kendileri bilindiği gibi bunların eziyet şekli de bilinmektedir.

Bugün Türkiye’de bize eziyet edenler bellidir. Aleyhimizde sistemli olarak propaganda yapmaktadırlar. Yaptıkları saldırı da bellidir. Biz Ehl-i Sünnetin dışına çıkmışız, Vahhabiymişiz, modernistmişiz diyorlar. Oysa Ehl-i Sünnetin dışına onlar çıkmışlardır. Kur’an’ın dediği gibi onların içinde ümmiler vardır, kitabı bilmezler, sadece zannediyorlar. Biz ise hem Matematiği, hem Kur’an Arapçasını biliyoruz, Fıkıh kitaplarını okuyoruz, Ehl-i Sünneti biliyoruz ve biz onların mezhebindeniz.

Eza hüzünden farklıdır. Hüzün yalnız beyinde meydana getirilen bir etkidir. Kavl eza değil hüzündür. Eza ise bedende meydana gelen sıkıntıdır. Demek ki onların içinde fiilen eziyet edenler vardır. Hapishaneler ve zorluk çıkarmalar hep ezadır.

النَّبِيَّ

(elNaBiyYa)

“Nebi”

“Nebi” haber verendir. Kur’an’dan önce Cebrail gelir, peygambere kitap getirir, ayrıca şifahi bilgiler de aktarırdı. Kur’an’dan sonra artık Cebrail gelmiyor, kimseye kitap indirmiyor. Bu anlamda vahiy sona ermiştir. Bununla beraber Hazreti Peygamber’den sonra şeriat devam edecektir. Vahyin yerini icma ve içtihatlar almıştır. Biz içtihat yaparız, isabet etmişsek başarırız; başaramazsak içtihadımızda bir hata vardır deriz veya eksik vardır deriz, işe koyulur ve yeni içtihatla amel ederiz. Demek ki Kur’an’dan sonra Cebrail’in yerini hata almıştır, başarısızlığımız bize yanlışımızı bildirmektedir.

Biz bize gelen bir musibetin failini başka yerde aramayız, kendi hatamızda ararız.

Birinci Cihan Savaşı’nı kaybettiysek bizim hatamızdan dolayı kaybettik. Hata şu idi. Bin sene önceki içtihatlar sorunları çözmüyordu. Çözümleri yeni içtihatlarda arayacaklarına Avrupa safsatalarında aramışlardır. Mustafa Kemal inkılâpları bir musibetti ama bizdeki eksiklikten dolayı olmuştur. Türkiye hâlâ bin sene önceki içtihatları yenileyemiyordu. 1960 müdahalesi askerin musibeti değildir. Tük halkı Allah’tan korkup Allah’a sığınacağına CHP’den korkmuş ve Demokrat Parti’ye sığınmıştır.

وَيَقُولُونَ

(Va YaQUvLUvNa)

“Ve kavl ederler”

Eza bedene verilen zarardır. Kavil ise ruha verilen zarardır. Her ikisini zikrederek hem maddi hem de manevi eziyetten bahsetmektedirler. Diyenler onlardır.

Evet, münafık ve kalblerinde maraz olanlardan bazılarıdır.

Kime diyorlar?

Burada muhatapları zikredilmemiştir. Kendi kendilerine diyebilirler veya müminlere demektedirler. Bu grupların özelliği vardır. Kendi kin ve düşmanlıklarını devam ettirmek için kin besledikleri kimselerin iyi hareketlerini kötü gösterecek yorumlar yaparlar. Erdoğan ne yapmışsa kötü olmuştur. Askerleri kendisi hapse göndermediği halde o gönderdi diye saldıranlar, şimdi başkalarının yanlışlarını düzeltiyor diye yine ona saldırıyorlar.

Bir kimse bir şey yaparken biz yapılan işe bakarız, yapanın niyetine bakmayız. İş iyi ise yapanın niyeti ne olursa olsun destekleriz, kötü ise yapanın niyeti ne olursa olsun desteklemeyiz. Onlar ise yapılan işin kötü niyetle yapıldığını iddia edip iyi işi de yermektedir.

هُوَ أُذُنٌ

(HuVa EuÜuNun)

“O üzündür”

“Üzün” kulak demektir. Her türlü dedikodulara kulak veren kimse için söylenmektedir. Dedikodulara göre hareket edenler için söylenmektedir.

Biz her söze kulak veririz. Hakaret hariç her türlü fikre kulak veririz. Sonra onu kendi bilgimiz ve aklımıza göre değerlendiririz. Kendi içtihadımıza göre amel ederiz. Onlar kötü saydıkları kimselerin dinlenmesini istemezler. Kendi taraftarlarını karşı tarafın fikirlerinden uzak tutarlar. Ancak kendilerinin dediklerini yayarlar.

“Adil Düzen” gazetesinde her türlü haber ve yorum sansür edilmeden yer alır. Bunu sağlamak için de sorumlu yazarlar ve yayıncılar konur. Herkes kendisine gelen yazıları sansür eder. Kişi de başka sorumluya gider. Hepsi sansür ederse başka yayın organına gider.

Onlara göre kötü olan her sözü dinlemek Kur’an’a göre iyidir. Çünkü bu sayede her türlü düşünceler bize ulaşır, bunun dışında karşı tarafın ne düşündüğünü ve yandaşlarını nasıl kandırdığını öğreniriz.

Size karşı tarafın aleyhine haberler gelir, lehe de haberler gelir. Gelen haberlerin lehe mi aleyhe mi olduğunu dinlemeden bilemediğimiz için her türlü haberi alırız.

قُلْ أُذُنُ خَيْرٍ لَكُمْ

(QuL EuÜuNu PaYRı LaKuM)

“De ki; sizin için hayırlı olanın üzünüdür”

Haberleri dosyalarız. Lehte olsun aleyhte olsun kişi ile ilgili haberleri ona ulaştırırız. Yaymayız ama ona duyururuz. Kişinin bilmediği kişi aleyhinde bir kayıt tutulamaz. Kişi böylece kendisini savunma imkânını bulur.

Bu âyetin asıl koyduğu hüküm şudur; bu dosya kişinin aleyhine kullanılamaz. Yani kişiler hakkında istihbar edilir, bilgiler toplanır ve dosyaya konur. Kendisine açıktır. Ondan yararlanarak hakkı savunur. Ama o dosyayı başkaları onun izni olmadan göremez. O dosyadaki kayıtları hâkimler de göremez. Tutulan gizli dosyalar sadece kendilerinin lehinde olursa delil olarak kendisi ibraz eder, muteberdir.

Anayasada madde olarak yazdığımız bu kurala burada açık delil bulmuş oluyoruz.

Başkalarına gizli olması da bu âyetin delaleti ile sabit olmaktadır. Başkalarının işine yaramayacak bilgi bunun dosyasından alınmaz. Ne var ki onun dosyası da onun için vardır. Aralarında niza varsa hakemlere herkes kendi dosyasını göstererek savunur, hakemler ona göre karar verirler. Karşı tarafın dosyası ile beridekini mahkûm edemezler.

يُؤْمِنُ بِاللَّهِ

(YuEMiNu Bi elLAHi)

“Allah ile iman eder”

Allah ile güven altına alır, O’na dayanır, kendisini güven altına alır.

Kimi güven altına aldığı hazf edilmiştir. Kendisini veya başkasını anlamında olabilir. Kendisini alır anlamını verdiğiniz zaman müslim olmuş olur, başkası olarak takdir ettiğinizde iman etmiş olan müminler anlaşılır. Resul de her iki manada mümindir. Resul kendine indirilene iman etti. Müminler de hepsi Allah ile, kamu görevlileri ile, kanunları ile, başkanları ile, kendilerini ve başkalarını güven altına aldılar.

Bakara’daki son âyetten bir evvelki âyet müminin imanından bahsetmektedir. Burada ise nebinin imanından bahsetmektedir. Birine iman etmek demek ona güvenmek anlamındadır. Demek ki “Bi” ile geldiği zaman o Allah’a güvenir; Allah’a, meleklere, kitaplara ve resullere güvenir manası çıkar.

وَيُؤْمِنُ لِلْمُؤْمِنِينَ

(Va YuEMiNu Li eLMuEMiNIyNa)

“Ve müminler için iman eder”

“Veli’l-müminine” denmemiş de “ve yu’minu” denmiştir. “İman ediyor” tekrar edilmiştir. Yani birinci iman ikinci imandan farklıdır. Burada yeniden zikredildiği için farklıdır, hem de atfedildiği için farklıdır.

Şimdiye kadar bu farka her zaman işaret ettik, burada ise bu farka açıkça işaret etmektedir. Kendisi müminlere güvenme anlamında değil de müminlere güven verme, onları güvene ulaştırmaktır. İman eden nebidir ama iman edilenler de müminlerdir. Müminler hem fail hem meful olmaktadır. Güven altına alınıyorlar ama kendileri de güven veriyorlar. Manası ona güvenenlere o da onlara güven verir denmiş olur. Birinci iman başka manada ikinci başka manada kullanılmıştır.

Burada büyük bir sanat vardır. Bediiyat ilmi bu sanatları inceleyen ilimdir. Meani ve Beyandan sonra Bediiyat okunur.

وَرَحْمَةٌ

(Va RaXMaTun)

“Ve rahmettir”

Rahmet vardır, nimet vardır. Nimet maddi imkânlardır. Rahmet ise geneldir.

“Rahm” annedeki döl yatağıdır. Bir anne nasıl çocuğunu bir karşılık beklemeden severse, onun üzerinde her türlü sıkıntıları sürdürürse, Allah da insanlara onlardan bir karşılık beklemeden rahmet eder. Sakat olan çocukları bile anneler bağırlarına basar.

“Rahman” hiçbir karşılığı olmadan rahmet edendir.

“Rahim” ise çalışma karşılığı rahmet edendir. Ama çalışma yine kendileri içindir.

Buradaki “vav” ile rahmet kelimesi “üznü hayrun leküm”e atıftır. Sizin için yalnız iyi şeyleri istihbar eder. Sıkıntınız varsa onu giderir, zulmedenler varsa onlardan sizi korur. Sizin aleyhinize onları duymaz, görmez demektir ve aynı zamanda rahmettir. Yalnız haber almaz, aldığı haberi sizin üzerinize rahmet olarak değerlendirir.

O halde devletin istihbaratı olacak ama haberleri onun aleyhine değil onun lehine toplayacaktır. Cezalandırmak için değil ona yardım etmek için istihbarat yapacaktır. Devletim benim yanımdadır, beni devamlı takip etmektedir, bana bir şey olursa imdadıma koşar demektir. Bu inanç içinde yaşar. Karakola gittiği zaman veya polis kendisine geldiği zaman acaba bana ne suç tebliğ edecek diye düşünmez, benim ne sıkıntımı giderecek diye düşünür. Aleyhinde şikâyet varsa ona nasıl yardım edeceğini, suçsuzsa onu nasıl koruyacağını düşünür. Polis kişilerden korunmak için değil, kişileri korumak için vardır. Rahmettir. Musaytır değildir. Kişiler suç işlemişse mahkûm olanlar yargıya başvurur, yargı cezasını verir.

لِلَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ

(Li elLaÜIyNa EAvMaNUv MiNKuM)

“Sizden iman etmiş olanlar için”

İman etmiş olan ile mümini ayırmıştır. Mümin güvenen demek, iman etmiş olanlar ise güven altına alanlar demektir.

Bunun böyle olduğu çok açık bir şekilde ifade edilmektedir. Çünkü bu cümle “ve” harfi ile atfedilmiş ve “ellezîne âmenû” tekrar edilmiştir. Yoksa “lehüm” derdi.

Biz varsayımları sünnete ve fukahanın içtihat ve icmalarına dayanarak ortaya koyduk. Kur’an’ın geneline bakarak “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nı ortaya koyduk.

Mir’at’ı esas alarak usulümüzü ortaya koyduk. Usul bahsi Hasan Özket’e emanettir.

Anayasa bahsi ise Lütfi Hocaoğlu ve arkadaşları tarafından delillendirilmektedir. Beraber çalışıyoruz. Allah’a hamd olsun, hepimiz şükretmeliyiz. Allah bu hususta öncülük yapan kimselerle bize müstakim sıratı gösterdi. Biz şimdi Kur’an’da delillerini bir bir görüyoruz. Bu âyette kaç yönde “mümin” kelimesi ile “ellezîne âmenû” kelimesi arasındaki farklara işaret etmektedir. Mekke’de müminler idiler, Medine’de ellezîne âmenû oldular.

وَالَّذِينَ يُؤْذُونَ

(Va elLaÜIyNa YuEÜUvNa)

“Ve eza eden kimseler ise”

Buradaki “Ellezîne” “ellezîne âmenû”ya atfedilmektedir. Resule eza edenlerin iman etmiş olan kimseler olduğunu belirlemektedir. Muhalefete işaret etmektedir. İktidara cephe alıp onu düşürmeye çalışan kimseleri kastetmektedir.

Bugünkü iktidar-muhalefet kavgasının fiilen var olduğunu ama Allah’ın iktidar tarafı olduğu anlatılmaktadır. Nasıl şeytan hizbi varsa, iktidarı indirip kendisi geçmek isteyen muhalefet şeytan hizbidir.

O halde ne olacak, nasıl bir yönetim şekli olacak?

Partiler olacak, hem de çok partiler olacak. Yönetimde kendilerine mensup olanların sayısınca söz sahibi olacaklardır. Barajsız olarak seçilmiş milletvekilleri meclise geleceklerdir. Meclis bütün halkı temsil edecektir. Bir milletvekili olmak için yeterli sayıda seçmenin oyunu almak gerekir. Alamayanlar oylarını birbirlerine aktararak mutlaka temsil olunmayı sağlarlar. Mecliste siyasi gruplar oluşur. Hükümeti bunlar kurar. Bakanları temsil ettikleri oy nisbetinde bölüşürler. Bakanlıkların ağırlıkları bağlı bulunan genel müdürlüklere göre belirlenir. Buna “nisbi sistem” denir. Ülkeyi bu bakanlar yönetir. Partilerin grup sorumluları yönetimi denetlerler. Her grup sorumlusu yanlış hareket ettiğini görürse hakemlere gidip ilgili bakan hakkında dava açabilir. Açabileceği dava sayısı sınırlıdır.

رَسُولَ اللَّهِ

(RaSUvLa elLAHi)

“Allah’ı resulüne”

Başkan yanlış karar almışsa bu karar iptal edilebilir. Ödenecek diyet veya tazminat varsa kamu bütçesinden ödenir. Başkan cezalandırılamaz. Hakemlerden oluşan yargı başkanı başkanlıktan alabilir. Başkana karşı olan o bucağı terk etmek zorundadır. Halk başkan aleyhine ancak o bucağı terk ettikten sonra dava açabilir. Her ne suretle olursa olsun başkana eza caiz değildir.

Daha önce nebiye ezadan bahsetmiştir.

Burada resule ezadan bahsetmektedir.

“Eza” kelimesi iade edildiği gibi “resul” kelimesi de izhar edilmiştir. Böylece resul ile nebinin farklı olduğu belirtilmiştir. Nebilerin vârisi âlimlerdir. Resullerin vârisi başkanlardır. Bu âyet bütün bunları çok açık şekilde beyan etmiştir. “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”ndaki hükümleri takrir etmiştir. Başkana topluluğun elçisi denmektedir.

لَهُمْ عَذَابٌ

(LaHuM GaÜAvBun)

“Onlar için azab vardır”

“Azab” duyulan duygudur. Tatlı veya acı olabilir. Burada nekre olarak acı azabdan bahsetmektedir. Muhalefet kendisine yapacağını yapar.

CHP iktidar olduğunda kendisine muhalefeti kabul etmemiş, muhalefet partilerinin kurulmasına izin vermemiş, kurulan muhalefet partilerini kapatmıştır. Muhalefet partilerine izin verdiği tarihte de iktidarı kaybetmiştir. Ondan sonra ancak yine askerin baskıları ile zoraki iktidar olmuştur, 64 senedir iktidar hasreti ile yanıp tutuşmaktadır.

MHP’nin durumu da böyledir. Bizimle koalisyon yaptıklarında iktidar olmuşlar, başarılı da olmuşuzdur. O halde iktidara eza yerine iktidara ortak olmalıdırlar. Hele MHP iktidarla işbirliği içinde “Adil Düzen”i getirebilir. BDP için de bu fırsat vardır. Halk Partisi’nin düşünce yapısını değiştirmek mümkün değildir ama MHP ve BDP ise AK Parti’nin veya Saadet Partisi’nin hakemliğinde uzlaşabilir ve devleti yani Türkiye’yi muasır medeniyetin üstüne çıkarabilirler.

MHP’lilerle BDP’liler arasında büyük çatışma yoktur. Biz Türkiye’de Kürt vatandaşız ama sadık vatandaşız diyorlar, devletimizi bizim kadar seviyor ve sayıyorlar. Hareket Partisi Kürt halkını Türk halkından ayırmıyor, sadece onları Türk değil de Kürt sayıyor. Esasta bir ayrılık yoktur. Ayrılık sadece kelimelerdedir.

“Adil Düzen Anayasası” bu sorunu çözmüştür.

Türkiye’deki halk Türk’tür ama onların alt kimlikleri vardır. Kendi alt kimliklerini bağımsız illerde özgürce yaşarlar. Merkez illerde ise Türk olarak katılırlar. ‘Ben Türk değilim’ diyenler merkez yönetimde görev alamazlar. Böylece iktidarı rahatsız etme oyunundan ülke kurtulmuş olur. Halk Partisi (CHP) de tarihe karışır, DYP ve ANAP gibi olur. Bunun için BDP Kürtlerin kurduğu ama Türk partisi olma durumundadır.

أَلِيمٌ (61)

(EaLIyMun)

“Elim azab.

“Elîm” sıfatı gelince tatlı azab değil de acı azab anlamındadır. İnsanı iyi eden acıdır. Olgunlaşmış çıbanı akıtırken acı duyarsınız ama sonra tedavi olursunuz.

Bir çocuk acılar içinde dünyaya gelir ama sonra Muhammet Hocaoğlu (Lütfi-Emine Hocaoğlu’nun oğlu) gibi sevimli olur.

İktidar sevdalıları da böyle acılar duyacaklardır. Duamız bu acıların tatlıya dönüşmesidir. Saadet Partililerin AK Parti’ye buğuzlarını açıklamak mümkün değildir. Parti münafıklar tarafından o kadar işgal edilmiştir ki olmayanlar da onlar gibi olmuşlardır. İktidar kim olursa onun otoritesini sarsacak herhangi bir hareket bu âyette yerilmiştir. Biz kötülerle değil kötülükle mücadele ederiz.

يَحْلِفُونَ بِاللَّهِ لَكُمْ لِيُرْضُوكُمْ وَاللَّهُ وَرَسُولُهُ أَحَقُّ أَنْ يُرْضُوهُ إِنْ كَانُوا مُؤْمِنِينَ (62)

(YaXLiFuNa Bi elLAHi LaKuM Li YuRWUvKuM Va elLAHu v e RaSUvLuHu EaXaqQu EaN YuRWUvHu Ein KAvNUv MuEMiNIyNa)

“Sizi razı etmek için Allah’a hulf ederler. Mümin iseniz Allah ve Resulü onu rıza etmeye daha haktır.”

Atıf harfi getirmeden Allah’a hulf ederler denmektedir. Bundan önceki âyetlerde onlar sizden olduklarına hulf ederler denmişti. Şimdi o hulfun bedelini getirmiştir. Bedel olduğu için de “ve” harfi getirilmemiştir. Orada sizden olduğuna yemin ederler denmiş, burada ise sizi razı etmek için yemin ederler denmiştir. Orada niçin bizi razı etmek için çaba gösterdikleri açık değildi. Burada bundan önceki âyetlerle neden bizi razı etmek istedikleri anlaşılmaktadır. Resule eziyetten sonra yeniden açıklanması bunu beyan etmektedir.

Onlar iktidarı düşürmek için bizden olduklarına yemin ederler. Bizim reyimizi onlara vermemiz için bizi razı etmeye çalışırlar. Yani fazla oy alarak iktidarı düşürmeye çalışırlar. Oysa eğer iktidar kötü ise yanlış yapıyorsa onu düşürmek halkın oyu ile değil, ekseriyetin oyu ile değil, yargı kararları ile olması gerekmektedir. Ekseriyetin oyu ile bakanlık düşürülemez. Hakemlerin kararı ile düşürülür.

Gerçekten haksızlık yapıyorlarsa yargı kararı ile gereken yapılır.

Biz yine istihsanla bu hükümleri koyuyorduk. Şimdi âyet açıkça ifade etmektedir. “Allah ve Resulü” kelimesinin “hakemler” olduğu da burada teyit edilmektedir.

“Liyurduhuma” (İkisini razı etmeleri için) denmesi gerekirken, “onu razı etmeleri / EaN YuRWUvHu” denerek müfred kullanmıştır. Çünkü Allah ve Resulü bir kelimedir, bir deyimdir, yargı manasındadır.

Gerçekten size güveniyorlarsa, gerçekten devletin güvencesi içinde iseler...

Yargı üstünlüğüne vurgu yapmaktadır.

Batı her konuda sahtekârlık yapmaktadır. İslâmiyet’teki yargı üstünlüğünü almış, yasalarına koymuş ama yargıyı hakemlerden değil de iktidarın atadığı hakimlerden oluşturmuş, böylece çıkmaza girmiştir.

يَحْلِفُونَ

(YaXLiFuNa)

“Hulf ediyorlar”

Hulf etmeyi hep yemin olarak anladık ve öyle hükümler çıkardık. Hayatta görüyoruz ki onlar ‘vallahi billahi’ diye yemin etmiyorlar. O halde buradaki Allah’a hulfu topluluğa hulf olarak anlayabiliriz. Topluluk için muhalefet ettiklerini, topluluğun hukukunu koruduklarını iddia eder, sizi buna inandırmaya çalışırlar.

Balyoz ve Ergenekon davalarını demokrasi ve ulus hâkimiyetinin korunması için yaptıklarında ısrar ederler. Hâlbuki herkes bilir ki bu iktidarı yıkmak için yapılan bir harekettir. Askerle iktidarın arası açılacak ve onlar birbirleri ile çatışacak. Önce askerlere darbe yaptırıp AK Parti’yi yok edecekler. Sonra siz niye darbe yaptınız diye askerleri yok edecekler. Sonra devleti yıkacaklar. Senaryo bu kadar basit ve sadedir. Bakanların çocuklarını hapse atanlar rüşveti önlemek için yaptıklarını söylüyorlar. Buna hulf ediyorlar. Oysa gaye AK Parti iktidarını parçalamaktır. İktidara eziyet etmedir.

17 Aralık 2013 operasyonu ne rüşveti önlemedir, ne de yolsuzluğa engel teşkil etmedir. Çünkü herkes biliyor ki yolsuzluk yapsın veya yapmasın istedikleri zaman istediklerini sana yakıştırırlar ve seni yıkarlar; işlediğin suçtan dolayı değil, onların hoşuna gitmediği için yıkarlar. Yoksa bugün onların işledikleri suç benzeri her ihalede işlenmektedir. Siz 50 milyon insanı hapishaneye koyamazsınız. Bu suçlar zalim düzen gereği işlenmektedir.

Sonuç olarak hulf etmek demek, iktidara saldırıp kendilerini de topluluğun lehine iş yapıyorlar göstermeleridir. Bu yeni manası ile Kur’an’daki hulf kelimesini ele almak gerekmektedir.

بِاللَّهِ لَكُمْ

(Bi elLAHi LaKuM)

“Allah ile size hulf ediyorlar”

Topluluğun hukukunu koruma amacıyla iktidara eza ettiklerine sizi inandırmağa çalışmaktadırlar. Topluluğun imkânlarını sizin için harcayacaklarını söylüyorlar.

Bugün AK Parti ne yapıyor?

Türkiye’nin imkânlarını sömürü sermayesine ortak ediyor. Böylece halkı iyi yaşatıyor. Yap-işlet modeli ile havaalanı açıyor, diğer yatırımları yaptırıyor. Böylece İstanbul’u kiralıyor, İstanbul’da kanal açıyor. Toprağı onlara veriyor. Halk rahat ediyor. Bu aslında çok yararlı bir iştir. İnsanlık için kazançtır. Ama bu durum ne yapıyor?

Önce Türkiye’nin ekonomisini çökertiyor. Halk tarlasını, atölyesini, fabrikasını, mağazasını bırakıyor, dolara çalışıyor. Bugün bunu yapan halk, yarın yatırımlar bittiği zaman artık ya sadece onların işçisi olacaktır yahut yurt dışına göçecektir.

İkinci kötülüğü; halk çalışmadan, emek harcamadan, başkalarını sömürerek yaşamaya çalışıyor. Batılıların zenginleri dünyayı sömürüyorlar. Türk halkı da dünya halklarını sömürüyor. Çalışmadan ve üretmeden yaşamak istiyor.

İşte, iktidara eziyet edenler ve sözde muhalefet yapanlar da halka bunları vaat ediyorlar. Biz AK Parti’den daha çok ülkeyi peşkeş çekeceğiz, sizi daha çok tembel yapacağız, sizin ekonomik yapınızı daha çok bozacağız diyorlar.

لِيُرْضُوكُمْ

(Li YuRWUvKuM)

“Sizi razı etmek istiyorlar”

Halk devleti düşünmez. Halk kendilerini kim rahat yaşatacaksa ondan razı olur. Kim gelirse ona ağam paşam der.

Buradaki “küm” halktır, müminler değildir. İman etmiş olan kimseler ise ülkelerin devletlerini düşünürler.

Yarayı kaşırsanız o anda rahat edersiniz. Oysa çıban hapsedilmiş mikroplardan oluşur. Nasıl hapishane kapılarını açtığınız zaman her taraf hapishane olursa, çıbanı kaşıdığınızda da öyle olur. Halkın o anda hoşuna giden hiçbir zaman topluluğun yararınadır demek değildir. Muhaliflerin yarayı kaşıyarak oy istemeleri hem topluluk için hem de kendileri için kötüdür.

وَاللَّهُ وَرَسُولُهُ

(Va elLAHU Ve RaSUvLuHu)

“Ve Allah ve Resulü”

Kur’an konuşma dili ile nazil olmuştur. Kitap hâline getirilmiştir. Kıraat edilmiştir. İlk örnek uygulaması Hazreti Peygamber aleyhisselâm tarafından yapılmıştır.

Sonra ikinci ve üçüncü asırda müçtehitler ortaya çıktılar ve Sünnet’le kıyas ederek yorumlama ilmini, beyan ilmini geliştirdiler. Kur’an’daki kelimelere özel manalar verdiler, ıstılahi manalar verdiler. Kamu haklarına “hukukullah” dediler. Resul kelimesini “başkan” olarak anladılar. Birçok kelimelerin ıstılahi manalarını bilemediler ama Sünnet’e dayanarak tanımladılar ve fıkhı oluşturdular.

Şimdi biz onların icmalarına uyarak kendi içtihatlarımızı yapıyoruz, kendi cemaatimizi kuruyoruz. Kur’an’daki kelimelere yeni ıstılahi manalar veriyoruz. “Allah ve resulü” “hakemler” demektir diyoruz. Fakihler böyle bir mana vermemişlerdir. Böyle mana verdiğimizde fakihlerin içtihat ve icmalarına uyan hükümler ortaya çıkıyor. Böylece biz bütün hükümleri Kur’an’a dayandırıyoruz.

Bu âyette “Allah ve resulü”nden kastın kâinatın rabbi Allah değil, O’nun elçisi Hazreti Muhammed değil, “hakemlerden oluşan yargı” olduğu, böyle bir kurum olduğu anlaşılmaktadır.

أَحَقُّ أَنْ يُرْضُوهُ

(EaXaqQu EaN YuRWUvHu)

“Onu razı etmeleri ehaktır”

Buradaki zamir müfret gelmiştir. “O ikisini” değil de “onu”, çünkü tek bir kurum kastedilmektedir.” Daha ehaktır” deniyor. Yani muhalefet edenlerin yanlış yapan iktidarı üzme yerine yargıya davet etmedir, hakemlere davet etmedir.

Bugünkü hukukumuzda tarafların kabul etmeleri şartı ile hakemlere gitme meşrudur. Devlet Bahçeli mitinge çıkıp AK Parti’yi seçimle indireceğiz diye bağırmayacak, AK Parti’yi hakemlere davet edecektir. BDP ile uzlaşmanın devlete ihanet olduğunu hakemler nezdinde ispat etmesi gerekir. AK Parti de hakemlerin verdikleri kararlara kesin olarak uymalıdır.

Bu âyet ekseriyet oyu ile denetimin yerini yargı denetimine bırakmıştır. Birilerinin tayin ettiği hâkimlerin değil, tarafların seçtiği hakemler tarafından denetlenme esas alınacaktır.

Anayasanın hakemler kısmına deliller burada yer almaktadır.

Meclis denetimi burada yer almaktadır.

إِنْ كَانُوا مُؤْمِنِينَ (62)

(Ein KAvNUv MuEMiNIyNa)

“Mümin iseler.”

Devletine güvenmek mümin olmak demektir. Devletlerine güvenmeyenler o devleti yıkıp başka güvenilir devleti getirmek isterler. Oysa güven demek hakem kararlarına uymak demektir. Hakemlerden oluşan mahkemenin hakem kararları infaz ediliyorsa, o devlet güvenilir devlettir. Eğer bir devlette hakem kararları infaz edilmiyorsa, o devlette güven yoktur. Hiç kimse bu devlet güvensizdir, yıkalım, yeni devlet kuralım deme hakkına sahip değildir. Bu devlet güveni sağlayamıyor, bu devletin içinde yaşamak mümkün değil deyip oradan hicret ederler ve güvenli devlet kurarlar, halk da o devlete hicret eder.

Savaş ise aşağıdaki hallerde meşru olur.

a) Bir devlet halkının dışarıya hicret etmesine izin vermiyorsa, o devletle savaş yapmak meşrudur.

b) Bir devlet hicret edenleri takip edip onları dışarıda rahatsız ediyorsa, o devletle savaşmak meşrudur.

c) Bir devlet hakem kararları sabit olan uluslararası haklarda kararlara uymuyorsa, o devletle savaşmak meşrudur.

d) Bir devlet bize saldırırsa, savunma yapmamız en doğal haktır.

Meşru yönetimin dayanağı hakem kararları ile bu kararları güvence altına alan silahlı güç ekseriyetin değil yargının emrinde olan silahlı güçtür.

Bu âyetin ortaya koyduğu temel ilke budur.

أَلَمْ يَعْلَمُوا أَنَّهُ مَنْ يُحَادِدِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَأَنَّ لَهُ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِدًا فِيهَا ذَلِكَ الْخِزْيُ الْعَظِيمُ (63)

(Ea LaM YaGLaMUv EanNaHUv MaN YuXADiDi elLAvHa Va ReSUvLaHu FaEinNa LaHUv NAvRa CaHanNaMa PaliDan FIyHAv ÜaLiKa eLPiZYu eLGaJIyMu)

Bilmiyorlar mı ki kim Allah ve resulüne muhadede ederse onun için cehennem nârı vardır. Orada haliddirler. Bu azim olan hızydır.”

Bundan önceki âyette iktidarı devirip kendileri iktidara geçmek isteyenleri anlattı. Sonunda temel kuralı koydu. O kural da; hakemlerden oluşan yargının üstünlüğüdür, yargının gücünü azaltma değil yargıyı adil hâle getirip daha çok güçlendirmedir.

AK Parti’nin şimdi yaptığı şey yargıyı siyasilerin emrine verme şeklindedir, bu da külliyen yanlıştır.

Bu âyette “bu kadar basit şeyleri bilmiyorlar mı” denmektedir. Hakemlerden oluşan yargının yetkilerini daraltmak isteyenler, onunla sınır kavgası yapanlar için cehennem vardır,  orada ebedi kalacaklardır denmektedir. “Orada ebedi kalacaklardır” denmemiş olsaydı, bu nârın dünya nârı olduğunu söyleyebilirdik. “Orada hâlid kalacaklardır” denmesinden anlıyoruz ki bu ateş âhiretteki cehennem ateşidir. “Bilmediler mi” diyerek onların bunu bilmeleri gerektiğini ifade etmektedir. Onlar inanmamış iseler bunu nasıl bileceklerdir?

Burada zikredilen kimseler Allah’a inanmayan kimseler değildir. CHP’liler değildir. CHP diyor ki; din ile dünya birbirine karışmaz. İsteyen Allah’a iman eder ve O’na ibadet eder ama dünya işlerine Allah’ı karıştırmaz. Kamu işlerinde kimse Allah’tan ve inançtan bahsedemez. Bu sosyalistlerin laiklik anlayışıdır. CHP buna inanmaktadır.

BDP de bu anlayıştadır.

Ama MHP ve AK Parti ise bu görüşe karşıdırlar. Laik olma demek devlet yönetiminde yönetilenler arasında ayırım gözetmemedir. Herkesi kendi anlayışına bırakma hükmetme değil uzlaşmadır. Bunlar hakkı kabul ediyor ve Müslüman olduklarını söylüyorlar. Hitap bunlaradır. MHP ile AK Parti’yedir. Bunlar gerçekten Allah’a iman ediyorlarsa, birleşmeleri ve yargıyı hakemlerden oluşturmaları, adil hâle getirmeleri, ondan sonra da ona en üst yeri vermeleri gerekmektedir. Bu âyette “onlar bilmiyorlar mı” derken, muhatapların kâfir veya müşrikler değil de, kendilerinin mümin olduklarını iddia eden MHP ve AK Partililerdir.

أَلَمْ يَعْلَمُوا

(Ea LaM YaGLaMUv)

“Bilmediler mi?”

İnandıklarını söyledikleri Tevrat, İncil ve Kur’an’dan bilmediler mi denmektedir. Böylece buradaki muhatapların kâfir veya müşrikler olmadığı anlaşılmaktadır. Burada muhatap olanlar Tevrat, İncil ve Kur’an’a inanmış olan kimselerdir. CHP’liler dâhil değildir. Çünkü onlar din dışı laikliğe inanıyorlar. Ama Masonlar dâhildir. Çünkü onlar hiçbir zaman açıkça inanmadıklarını söylememektedirler. Görünürde müminler gibi olan, gerçekte ise iktidar düşmanlığı yapan, iktidarı çökertmeye çalışan kimseler muhataptır. Burada onların tamamına hitap ettiği halde getirdiği hüküm tek kişiye aittir.

أَنَّهُ

(EanNaHUv)

“Şunu”

Cümlelerin başına “Enne” ve “İnne” gelerek karşı tarafın reddettiği veya yanlış bildiği kimseye yanlışlığı vurgulanmaktadır. “İnne Ahmedin Cae” dendiği zaman gelenin Ahmet olduğuna, başkasının olmadığına vurgu yapılmaktadır. “İnnehu Ahmede Cae” derseniz, vurgu Ahmet’e veya gelmesine değil de vurgu cümlenin tamamına yapılmaktadır. Ahmet gelmiştir. Buna zamiri şan denmektedir. Tahkik kelimelerden birine değil de tüm cümleyedir. Burada da vurgu tüm cümleye yapılmaktadır.

مَنْ يُحَادِدِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ

(MaN YuXADiDi elLAvHa Va ReSUvLaHu)

“Kim Allah ve Resulü ile hudutlaşırsa”

Buradaki “Men” kim olursa olsun demektir. İster tek kişi ister çok kişi, ister erkek ister kadın olsun, kim olursa olsun anlamındadır. Bunun böyle olduğuna delalet eden “Haliden” denmiş olmasından dolayıdır. Sadece topluluk kast etseydi “Halidîne Fîha” olurdu.

Hudutlaşma demek sınır kavgası çıkarma demektir. Kendini eşit kabul ederek onunla boy ölçüşmedir. Yargı üstünlüğünü tanımama demektir. Yargı üstünlüğüne delalet eden en beliğ âyet budur.

Yargı kararları kesindir. Artık yargıda kazanan kazanmıştır. Yargıya karşı müracaat makamı yine yargıdır. Başka hakemlere gidersiniz, hakkınız kaybolmuşsa onlardan alırsınız. Ama yargının üstünde bir merci olmadığı gibi yargının üstün olmadığı bir yer de yoktur.

فَأَنَّ لَهُ نَارَ جَهَنَّمَ

(FaEinNa LaHUv NAvRa CaHanNaMa)

“Onun için cehennem ateşi vardır.”

Buradaki “Fe” cevap “Fe”sidir. “Men” şart “Men”idir. Cevap “Fe”siz gelirse sadece bir olaydan bahsedilmektedir. “Fe” gelirse bir kuraldan bahsetmektedir. Her zaman bunun böyle olduğudur. Bu sebepledir ki âm için gelen “Men” ve “Mâ”dan sonra cevap “Fe” harfi ile gelir. Umumiliğin gereği böyledir.

“Onuni çin cehennem vardır” denmeyip “cehennem nârı vardır” denmiş olması, cehennemin nekre olması ve nâr ile zikredilmesi, bu nârın dünyada olduğuna işaret eder.

Yani cehennemdeki ateşe benzer nâr burada vardır anlamı çıkar. O zaman “Elam Ya’lemû”daki zamir kâfirleri ve müşrikleri de, dini dışlayanları da içine alır. Vahye dayalı olarak bilmeleri değil de müsbet ilme dayalı olarak bilmeleridir. Yine de onların cehennem nârından haberlerinin olması gerekmektedir.

خَالِدًا فِيهَا

(PaLiDan FIyHAv)

“Orada hâlid olmak üzere”

Buradaki “huld”da Man in ahldır. Ateşte veya cehennemde hâliddirler olur. Eğer kâfir ve müşrikler de aralarında varsa, o zaman buradaki “Hâ” zamiri ateşe gitmektedir, almıyorsa bu zamir cehenneme gitmektedir. İkisi de müennes kelimedir.

Yargıyı tarafsız yapmazsınız, yargı üstünlüğünü tanımazlar ve şimdi olduğu gibi siyaset onu emrine alır. Yargıyı üstün yapmazsanız devlet yıkılır.

O halde bakanların çocuklarını seçip tutuklamak siyasetten çok yargıya zarar vermiştir. Askerleri çökertelim derken yargı çömüştür. Askerler dimdik ayaktadırlar. Halkın nezdinde itibarları azalmamış, artmıştır. Hele son davranış, yeniden muhakemeyi istemesi, büsbütün takdirleri kazanmaya vesile olmuştur. Herkes gibi yargıdan yargının yargılanmasını istemektir. Yeniden yargılanmayı istemektir.

ذَلِكَ الْخِزْيُ

(ÜaLiKa elPiZYu)

“Bu hizy”

Bu işarettir. Neye işarettir? “İnnehu”daki zamire işarettir. Cümleye işarettir, içindeki kelimelerden birine işaret değildir. Bu sebeple müzekker müfret gelmiştir. “Li” harfi ile de işaret edilenin kelime değil de kelimenin manası olduğunu anlatmaktadır.

“El-Hızy” burada marife gelmiştir. Oysa cehennem nârı nekre idi. Bu hızyın azim olduğu söylenmektedir. “Zâlike” mübteda, “el-hızy” haber ve “el-azîm” de onun sıfatı olabilir. Yahut bizim yazdığımız gibi “bu hızy” mübteda, “el-azîm” haber olur. İki şekilde düşünmek de doğru olur.

Bizim ifademize göre hızyda hasr yoktur. Yani mübteda olduğu için marife olması tabiidir. Azim haberinin nekre olması gerekirken marife olmasından dolayı hasr yalnız onda vardır. İkinci yoruma göre hasr hızyda vardır. Bundan daha büyük hızy yoktur manası çıkar.

الْعَظِيمُ (63)

(eLGaJIyMu)

“Büyük.”

Büyük hızydır.

Hızyın sıfatıdır veya haberdir. Haberi olarak ise azimde hasr vardır. Nekre gelmesi gerekirken marife gelmiştir. “Ahmet reculdür” dersek Ahmet’in erkek olduğunu ifade etmiş oluruz. “Ahmedu er-raculü” dersek, erkek olan başkası değil Ahmet’tir demiş oluruz.

Hangi türlü yorumlarsak yorumlayalım, hakemlerden oluşan yargının üstünlüğünü kabul etmemek hızydır, rezalettir, perişanlıktır.

Bir kimsenin topluluk içinde kişiliğini kaybetmesi hızydır. Kimse onu insan yerine koymaz. Devletlerarası bir devletin tanınmaması da hızydır. Çin’in nüfusu bundan bir asır önceki dünya nüfusuna denkti ama yine Birleşmiş Milletler’e girmek için uğraşmıştır.

Hazırladığımız “ADİL DÜZEN ANAYASASI”nı takip edenler, burada anlatılan yargı üstünlüğünü göreceklerdir. Bunlar onun delilleridir.

 

 


TEVBE SÛRESİ TEFSİRİ(9.SURE)
1-1 VE 2.AYETLER
2167 Okunma
2-3.AYET
1444 Okunma
3-4.AYET TEFSİRİ
1720 Okunma
4-5 VE 6.AYETLER
1972 Okunma
5-7 VE 8.AYETLER
1754 Okunma
6-9 VE 11.AYETLER
1588 Okunma
7-12 VE 13.AYETLER
1673 Okunma
8-14 VE 16.AYETLER
1666 Okunma
9-16.AYET-B
1533 Okunma
10-17 VE 18.AYETLER
1739 Okunma
11-19.AYET
1971 Okunma
12-20 VE 22.AYETLER
1483 Okunma
13-23 VE 24.AYETLER
1616 Okunma
14-25 VE 27.AYETLER
1559 Okunma
15-28 VE 29.AYETLER
6004 Okunma
16-30 VE 31.AYETLER
2542 Okunma
17-32 VE 33.AYETLER
1968 Okunma
18-34 VE 35.AYETLER
2677 Okunma
19-36 VE 37.AYETLER
1720 Okunma
20-38 VE 39.AYETLER
1666 Okunma
21-40 VE 41.AYETLER
1545 Okunma
22-42 VE 45.AYETLER
1536 Okunma
23-46 VE 49.AYETLER
1541 Okunma
24-50 VE 52.AYETLER
1624 Okunma
25-53 VE 55.AYETLER
1649 Okunma
26-56 VE 59.AYETLER
1569 Okunma
27-60.AYET
2026 Okunma
28-61 VE 63.AYETLER
1406 Okunma
29-64 VE 66.AYETLER
2068 Okunma
30-67 VE 69.AYETLER
1507 Okunma
31-70.AYET
1582 Okunma
32-71 VE 72.AYETLER
1691 Okunma
33-73 VE 74.AYETLER
1693 Okunma
34-75 VE 78.AYETLER
1528 Okunma
35-79 VE 80.AYETLER
1514 Okunma
36-81 VE 82.AYETLER
1740 Okunma
37-83 VE 85.AYETLER
1520 Okunma
38-86 VE 89.AYETLER
1566 Okunma
39-90 VE 93.AYETLER
1568 Okunma
40-94 VE 96.AYETLER
1482 Okunma
41-97 VE 99.AYETLER
2666 Okunma
42-100 VE 101.AYETLER
2155 Okunma
43-102 VE 104.AYETLER
1704 Okunma
44-105 VE 108.AYETLER
1483 Okunma
45-109 VE 110.AYETLER
1457 Okunma
46-111.AYET
2266 Okunma
47-112.AYET
3151 Okunma
48-113 VE 115.AYETLER
1430 Okunma
49-116 VE 117.AYETLER
1750 Okunma
50-118.AYET
2306 Okunma
51-119 VE 120.AYETLER
1562 Okunma
52-121 VE 122.AYETLER
1462 Okunma
53-123 VE 125.AYETLER
1717 Okunma
54-126 VE 127.AYETLER
1440 Okunma
55-128.AYET
2155 Okunma
56-129.AYET
1502 Okunma
57-128 VE 129.AYETLERDE MATEMATİK YAPI
1563 Okunma

© 2024 - Akevler