TEVBE SÛRESİ TEFSİRİ(9.SURE)
Süleyman Karagülle
2115 Okunma
60.AYET

Tevbe Sûresi-27

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

***

 

إِنَّمَا الصَّدَقَاتُ لِلْفُقَرَاءِ وَالْمَسَاكِينِ وَالْعَامِلِينَ عَلَيْهَا وَالْمُؤَلَّفَةِ قُلُوبُهُمْ وَفِي الرِّقَابِ وَالْغَارِمِينَ وَفِي سَبِيلِ اللَّهِ وَابْنِ السَّبِيلِ فَرِيضَةً مِنَ اللَّهِ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ (60)

 

إِنَّمَا الصَّدَقَاتُ لِلْفُقَرَاءِ وَالْمَسَاكِينِ وَالْعَامِلِينَ عَلَيْهَا وَالْمُؤَلَّفَةِ قُلُوبُهُمْ وَفِي الرِّقَابِ وَالْغَارِمِينَ وَفِي سَبِيلِ اللَّهِ وَابْنِ السَّبِيلِ

(EinNaMav elÖaWaQAvTu Li eLFuQAvRAEi Va eLMaSAKiNa Va eLGAvMiLIyNa GaLaYHAv Va eLMuEalLaFaTi QuLUvBuHuM Va FIy eLRıQABı va eLĞAvRiMIyNa Va FIy SaBIyLı elLAvHı Va iBNi elSaBIyLı)

“Sadakalar fakirler ve miskinler ve üzerinde amel edenler ve kalpleri telif edilenler içindir ve rikab ve garim olanlar ve Allah’ın sebili ve sebilin ibni içindedir.”

Kur’an “Allah ve resul”den söz etmektedir. “Allah” devleti, “resul” de yönetimi ifade eder. Devlet ile yönetim/hükümet arasında Kur’an’ca belirtilmiş yetki ve görevler vardır. Devlette yönetimlere Kur’an’ca belirlenmiş gelirler tahsis edilir ve onlardan belli görevler istenir. Vergi dediğimiz bu tahsisat yönetimlerce değiştirilememektedir, meclisler tarafından da değiştirilememektedir. Kur’an’da gelirler de giderler de tesbit edilmiştir.

Batı’da yani Batı düzeninde ise bu gelirleri krallar istedikleri gibi artırmakta idiler. Bu düzende halk ezilmiştir. Bunun üzerine Avrupa ihtilalleri olmuştur. Fransız İhtilâli vergi yüzünden ortaya çıktığı gibi ABD de İngiltere’ye vergi vermemek için isyan etmiştir. Bu ihtilâllerin sonunda Batı’da vergiler kanuna bağlanmış, yasalara aykırı yani kanunsuz vergi olmaz hükümleri getirilmiştir. Bu sistem de çalışmamıştır. Kâğıt para ortaya çıkmış, bu sistemde enflasyonlar olmaktadır. Kanunlarla düzenleme yetmediği için yönetimler vergide değişiklikler yapmış ama bir türlü istikrarı yakalayamamışlardır.

Bugün iktidarlar istedikleri kadar vergi koymakta, bu sebeple ekonomik krizler doğmakta, bu krizler nedeniyle istikrarlı iktidarlar yerine değişen iktidarlar olmaktadır.

Bu âyetin (Tevbe Sûresi 60. âyet) manasını kavrayabilmemiz için paranın tarif edilmesi, gelir ve giderlerin belirlenmesi gerekmektedir.

Bugün piyasada dolaşan para faiz parasıdır. Merkez Bankaları para basmakta ve bankalara kredi olarak vermekte, karşılığında “faiz” almaktadır. Halk parayı çıkaramadığı için faizi yeniden borçlanarak ödemektedir. Böylece piyasada gittikçe para miktarı artmaktadır. Yani şimdi sizin cebinizde bulunan para Merkez Bankası’nın şimdiye kadar kazandığı faizin toplamıdır. Merkez Bankası bunu dört yoldan piyasaya sürmektedir.

a) Anonim şirketlerin veya devletlerin çıkardığı tahvilleri satın almakta, sonra faizi ile birlikte tahsil etmekte, faizi kadar parayı başka yoldan piyasaya sürmektedir.

b) Merkez Bankası bankaların bono senetlerini kırmakta ve sonunda faizi kadar fazla parayı piyasaya sürmektedir.

c) Devlet bütçelerindeki açıkları devlete faizli kredi vererek kapatmaktadır.

d) Ayrıca büyük yatırımları doğrudan desteklemekte, sonra kirası ile tahsil etmektedir.

Faizler piyasaya yine fazla olarak çıkmaktadır.

Yani bugünkü para mekanizmasında Merkez Bankası faiz kadar karşılıksız parayı piyasaya sürmek zorunda kalmakta, bu faiz kadar parayı bankerler alacaklı hâle gelmektedirler.

Bu sistemin çıkmazları vardır.

a) Tam istihdam sağlandığında yani işsiz kalmadığı zaman çıkan fazla para enflasyona sebep olmaktadır.

b) Enflasyon ise fiyat ve ücret belirsizliğini doğurur. İşletmeler kâr-zararını hesaplayamaz, dolayısıyla fahiş kârlarla çalışmak zorunda kalır. Bu durum işçinin eline çok az ücretin geçmesine sebep olur. İşçi ürettiği malları satın alamaz. Bu sefer fabrikalar ürettikleri malları satamaz. Sonunda döngü durur ve krizler olur.

c) Faiz topluluğu borçlu-alacaklı hâle getirir. Borçlular çalışır, zenginler kazanır ama zenginlerin kazandığı enflasyonlu para olduğu için erimeye başlar. Belli zamanlarda paradan altı sıfırı atmak zorunda bırakır. Bu durumda faiz alanların da herhangi bir kârları olmaz.

d) Faiz demek emeksiz kazanma demektir. Tüm ekonomik hayat çalışmadan yaşamak yarışına dönüşür. İnsanlar emekli olup çalışmadan yaşamak ister, paralarını bankaya yatırıp çalışmadan yaşamak ister, insanlar memur olup çalışmadan maaş alıp yaşamak ister. Nihayet insanlar hırsızlık, yolsuzluk ve rüşvet ile hayatlarına geçirmeye çalışırlar.

Şimdi şu soru sorulur.

Peki, Kur’an’a göre para nasıl çıkarılmalıdır?

Kur’an’a göre insan için emekten başka bir şey yoktur ve emek mutlaka ona tastamam ödenir. O halde çıkaracağımız para emeğe dayanmalıdır.

Bunun için şöyle bir mekanizma geliştirmekteyiz.

a) Her çalışan için resmi ücret tesbit ediyoruz. Bu ücret çalışanın tahsiline, yaşına, meslekteki kıdemine ve kabiliyetine göre tesbit edilmektedir. Bu resmi ücret zorunlu değildir. İsteyenler istedikleri ücretle anlaşma yaparak çalışırlar. Resmi ücret dört yerde geçerlidir.

1) Başka türlü anlaşma yoksa resmi ücret geçerlidir. Tazminatlar da buna dâhildir.

2) Emeklilikte resmi ücret geçerlidir.

3) Resmi işlerde resmi ücret geçerlidir.

4) Kredileşmede resmi ücret geçerlidir.

İşte çalışana resmi bir kredi tanınmakta, git istediğin yerde istediğin ücretle çalış, kredin kadar miktarını biz sana ödeyeceğiz, işvereni borçlandıracağız. Fazlasını-eksiğini onunla hesap ederiz. İşte böylece para emek karşılığı çıkmış olmaktadır. Buna karşılık yeni para basılmaktadır. Bu para işçi bakkaldan mal aldığı zaman geri dönmektedir. Ama malı alıncaya kadar geçen zamanda para dışarıda kalmaktadır.

b) Üretilen mallar ortak ambara konmaktadır. Ortak ambara konan mallar karşılığı üreticilere mal belgesi verilmektedir. Üretilen malların resmi fiyatları vardır. İşveren bu malları ambara teslim etmekle borcunu ödemiş olmaktadır. Mallar ise cari fiyatlarla piyasada satılmaktadır.

Cari fiyatlar şöyle oluşur.

1) Ambarlardaki stok miktarına göre fiyatlar ters orantılı olarak artıp eksilmektedir.

2) Siparişin miktarlarına göre malların fiyatları artıp eksilmektedir.

3) Bankalarda kasalardaki senet miktarına göre senetlerin değeri artıp eksilmektedir. Borsalarda senetlerin fiyatları kasadaki miktarları ile belirlenir.

4) Kalan zamana göre de fiyatlar belirlenir.

Böylece mallar ambarlarda stok edilmiş, ona göre işçilere verilen para geri dönmüş olur. Halkta para, ambarlarda da stok mal bulunur. O halde para emek karşılığı halkın eline geçer, artırılan mal kadar miktar da geri dönmez. Sonunda paranın miktarı mal olarak artırılan emek miktarıdır.

Artırılan mallar veraset yoluyla çocuklara intikal ettiği için piyasada daima mal kadar para vardır. Bugün piyasada dolaşan para miktarı bugün satılık halde bulunan mal miktarıdır. Bu da 60 000 senelik insanlığın birikimidir.

c) Ambara konan mallar karşılığı müstahaklara mal belgesi verilir. Halk bu belgelerin bir kısmını bankaya götürür, resmi fiyat üzerinden kredisini alır. Onunla bakkala giderek istediği malları alıp yaşarlar. Ellerindeki mal belgelerinin bir kısmını ise tüccarlara satarlar. Elde ettikleri para ile kredilerini kapatırlar. Böylece piyasaya mal karşılığı da para çıkmış ama o kadar emek bankada hapsolmuş olur.

d) Demek ki para başlangıçta emek karşılığı çıkmakta, sonra emek karşılığı mala dönüşmektedir. Piyasaya ambarlarda stok edilen maldan fazla para çıkmamaktadır.

Bu düzenin sağladığı faydalar şunlardır.

1) Çalışan her emeğe karşı para çıktığı için işsizlik söz konusu olmamaktadır. Çalışan emekten başka karşılığında para çıkmadığı için enflasyon olmamaktadır.

2) Piyasada bulunan para kadar ambarda mallar bulunduğu için enflasyon olmamaktadır. Fiyatlar ve ücretler istikrarlı bir şekilde devam etmektedir. İnsanlar kendi kazançlarını ve harcamalarını ona göre ayarlamaktadırlar. Hayat boyunca istikrarsızlık veya krizler söz konusu olmamaktadır.

3) İşveren işçi bulduğu takdirde sermayeyi temin ettiği için işverenle işçi arasında denge meydana gelmektedir. İşveren işçiyi çalıştırdığı zaman ona hammadde kredisini de vermekteyiz. Bunun için yeni para çıkarmıyoruz. Stoklardan vermiş oluyoruz. İşi bilen herkes sermayeye gerek kalmaksızın iş yapabilmektedir. Bugünkü düzende sermayeyi işveren temin etmektedir. Hâlbuki Kur’an düzeninde sermayeyi işçi temin etmektedir. İşveren ile işçi eşit güçte olduğu için denge sağlanmakta; grev, lokavt, asgari ücret, azami çalışma saati gibi kayıtlara gerek kalmamaktadır.

4) Mal ambara teslim edildiği zaman maldan pay olarak vergi kesilmektedir. Böylece vergi tahsilâtı masrafları sıfırlanmaktadır. Maldan vergi alındığı için döngüde kriz ortaya çıkarmamaktadır. Evden işyerine, işyerinden mala dönüşen emek mal olarak tüccara, tüccardan bakkallara, bakkallardan da halka dönmektedir. Emeğin aksi istikametinde halktan bakkala, bakkaldan tüccara, tüccardan işyerine, işyerinden halka para dönmektedir.

Faiz ve paradan kâr ve paradan vergi piyasadan parayı çekmektedir.

Maldan kâr ise stokları artırmaktadır.

Gelirlerde asıl olan beşte bir kamu payıdır. Bu oran Kur’an’da belirtilmiştir.

a) Kaynakları tükenen mallardan yapılan üretimden beşte bir kamu payı alınmaktadır. Ganimetler kaynakları tükenen mal sayılmaktadır. Filizlerden üretilen madenlerden de beşte bir alınmaktadır. Buna göre kömür ve petrolden ve bunlardan üretilen elektrikten de beşte bir alınmaktadır. Bunlar devlet geliri olmaktadır.

b) Kaynakları tükenmemekle beraber, hapsedilen özel mülkiyette tutulan kaynaklardan elde edilen mahsulden onda bir alınmaktadır. Yarıya tahfif yapılmaktadır. Buna göre su türbininden veya rüzgâr enerjisinden elde edilen elektrikten de onda bir alınmaktadır. Bunlar illerin geliri olmaktadır.

c) Kaynakları sınırlı ve tükenmez olan üretimden hâsıladan değil de sermayeden alınmaktadır. Yirmide bir yerine kırkta bir alınmaktadır. Ticaret para ile yapılmaktadır. Para üretim aracıdır. Herkese açıktır. Senede kırkta bir vergi alınmaktadır. Bunlar dört grupta toplanır. Bunlar bucak gelirlerindendir.

Sadakat (kurallı dişil çoğul sistemi gösterir) olarak zikredilmesinden şunlar anlaşılmaktadır:

1) Faizsiz verilen krediden senede bir %2,5 vergi alınır. Geçmiş yılların vergilerini öderse yeni yılda kredi verilir. Miktar nisaptan aşağı düşerse alınmaz.

2) Ticaret mallarından senede %2,5 zekât olarak bucak yönetimine verilir.

3) Merada yayılan hayvanlardan %2,5 zekât alınmaktadır. Hâsıladan değil sermayeden alındığı için kırkta bir alınmaktadır.

4) Ambarlarda bir yıldan fazla bekletilen yiyeceklerden de kırkta bir alınmaktadır.

Bucağın gelirlerini bunlar teşkil etmektedir.

Bunlar fıkıhçıların ortaya koydukları hükümlerdir.

Biz ise başka beşte birlerin devlet gelirleri olacağı hususunda fukaha ile ittifak hâlindeyiz. Bunun dışında olan gelirlerin ülke veya bucaklar arasında bölüşülmesi büyüklüklere göre olacaktır.

a) On işçiye kadar çalışılan işletmeler küçük işletmelerdir. Bunları bucak kredilendirir ve bunların gelirleri bucak gelirlerindendir.

b) Yüz işçiye kadar işçi çalıştıran işletmeler orta işletmelerdir. Bunları iller kredilendirir, bunların gelirleri de illere aittir.

c) Bin işçiye kadar çalıştıranlar büyük işletmelerdir. Bunları devlet kredilendirir, bunların gelirleri de devlete aittir.

d) Bin işçiden fazla çalıştıranlar üst işletmelerdir. Bunları insanlık kredilendirir ve gelirleri de insanlığa aittir.

Sonuç olarak bucaklarda üretilen malların onda veya kırkta biri bucak gelirlerindendir ve bucak gelirlerine harcanır. Şu aşamalardan geçer.

a) İşyerleri malları ambara teslim ettikleri zaman aldıkları belgeyi müstahaklara verirler. Müstahaklar şunlardır.

1) Çalışan işçiler.

2) Ham madde getirenler.

3) Tesisleri koyanlar.

4) Genel hizmet ve kamu görevi görenler.

Böylece kamu görevi görenler ile genel hizmetlilerin payları sadakat olmaktadır. İşte bu pay bucak bütçesinde oluşmaktadır.

Bucak bütçesinden sonra il bütçesi gelmektedir. İlin bucaktan farkı on kadar merkezi bucak il ve ilçe merkez bucakları bir tek bucak kabul edilerek gelirler ona göre paylaştırılır. Ülkede de merkez iller devlet ve bölge merkez illerinin merkez bucakları bir bütçe olmaktadır. İnsanlığın da durumu aynıdır. Mekke ili ile diğer kıta merkezlerindeki merkez iller bir bucak kabul edilmektedir.

Buraya gelen gelirler iki şekilde bölüşülmektedir. Biri sadakat şeklinde ifade edilmektedir. Diğeri tasfiye veya ganimet olarak ifade edilmektedir.

Sadaka kişinin sadakatini göstermek için verdiği şeydir. Hediyelerin manası budur. Bir bucak başkanına vergilerini verenler ona olan bağlılık sadakatini göstermiş olurlar. Kocanın karısına verdiği mihir de sadakat teminatıdır.

Sadakat sadakanın kurallı çoğuludur. Sadaka yani bütçe birbirini tamamlayan bir yatırımdır. Yol yapmazsanız üretimin manası olamaz. İşsiz insanlara pay vermezseniz geleceğin işçilerini kaybedersiniz. Bugün işverenler hasta olanların da ücretlerini ödemektedirler. Ödemezlerse sonra çalıştıracak işçi bulamazlar. İşte, sadaka, çalışmayan işçilere pay vererek bütün işverenlerin işçilere iş vermedikleri zamanda onlara verdikleri paylardır.

Bucak bütçesi üç grupta toplanmaktadır. Sekiz sınıftır. Birinci grupta “Li” harfi ile toplanan dört sınıftır; fakirler, yoksullar, amiller ve müellefler. İkinci grup iki sınıftır; köleler ve borçlular. Üçüncü grup ise vakıflardır. Bunlar da iki sınıftır. Biri vakıfların kendisidir. Diğeri ise bu vakıfları işleten veya buralarda çalışanlardır.

إِنَّمَا الصَّدَقَاتُ

(EinNaMav elÖaWaQAvTu)

“Sadakat”

“Sadaka” bir kimsenin kendisine imam seçtiği kimseye vergisini vermesidir.

İslâm düzeninde demokrasi hicret demokrasisidir yani kişinin biat ettiği kimseyi değiştirmesidir, imamını değiştirmesidir. Kendisine düşen emek karşılığı aldığı maldan biat ettiği kimseye sadakasını vermesidir. Bu sadakalar bucakta bir hesapta toplanır ve sadaka olur. Sonra başkan onu bölüştürür; fakirlere, yoksullara ve diğerlerine dağıtır. Bu dağıtma başkanın kendi takdirlerine bırakılmamıştır. Şeriat bunların hükümlerini koymuştur. Herkese payı verilecektir. Buna “bütçe” denmektedir.

Bundan önceki âyetlerde “sadakada seni ilhad etmektedirler, sadakada sana lümeze yapıyorlar” diyerek sadakanın dağıtılması görevinin başkana verildiği anlaşılmaktadır. Ne var ki o âyette de bu âyette de bu dağıtma işinin başkanın arzusuna göre değil de şeriata göre olacağını ifade etmek için “utev” denmektedir. Verdiğin denmeyip verildiğinde denmektedir. Burada da sadaka bunlara aittir diyerek başkanın insiyatifine bırakmamaktadır. Harfi tarifle getirilerek sadakanın yani gelirlerin malum olduğunu ifade etmektedir. Sadakanın kurallı çoğul olması nedeniyle bir bütünlük teşkil ettiği anlatılmaktadır.

Bugünkü bütçe tekniğinde de buna “bütçede birlik” denmektedir.

İnsanın bedeni tektir ama değişik organları vardır. Her biri ayrı ayrı madde kullanmaktadır. Ama insanın ağzı birdir. Mideye girer, ondan kana karışır. Kalb onları damarlarda dolaştırır. Hücreler ortak kandan besinlerini alırlarsa ve ürünlerini ortak kana verirlerse topluluk da böyledir. Ortak bir örgütü vardır. Kan sadakadır, dolaşarak bütün vücudu sulamakta, bütün vücuda gerekli maddeleri götürmektedir. Ortak işler sadakat ile sağlanmaktadır yani kalbi besleyen enerji sadaka olmaktadır.

Fey’de meclislere pay ayrılmıştır, yönetimlere pay ayrılmıştır. Orada meclisler ve hükümet kendi paylarında serbest bırakılmıştır. Oysa bucak bütçelerinde ise bu iş meclise veya yönetime bırakılmamış, Kur’an tarafından harcama yerleri gösterilmiştir. Bucak bütçesinde paylarda bir takdir hakkı tanınmamıştır. Her pay kendi faslında bölüştürülecektir.

Ganimetin ve feyin taksimi ayrı ayrı âyetlerde zikredilmiştir. Sadakanın taksimi bir yerde zikredilmiştir. Bu bilgiler bize bucak bütçelerinin yapısı ile devlet bütçelerinin yapısını farklı kılmaktadır.

Devlet bütçesi yapılırken bütün ülke halkı birlikte düşünülür, bütün ülke birlikte düşünülür. Merkez bucakların sadakatı yalnız merkez bucaklar içindir. Taşra bucaklara bir pay ayrılmaz. Demek ki devlet merkezinde iki tane (sadaka ve fey için ayrı) üç tür bütçe yapılacaktır. Biri devletin bütün bucaklarını içeren bir bütçedir. Devlet bütçesidir. İkincisi ise merkez ilinin bütün halkını ilgilendiren bütçedir. Üçüncüsü ise merkez ilinin ve il ve ilçe merkez bucaklarını ilgilendiren bütçedir.

Buradaki kurallı çoğul bir sistemi içermektedir. Bir tek bütçenin adıdır. Çoğul değildir. Dolayısıyla cins isimdir. Veya yukarıda saydığımız değişik bütçelerin tümünü içermektedir. O zaman istiğrak içindir.

Başına “İnnemâ” getirmekle bu gelirlerin başka hiçbir yerde harcanamayacağını, ancak burada harcanacağını ifade etmektedir. Yani devlet gelirleri, il gelirleri, bucak gelirleri nerelerde harcanacaksa Kur’an’da belirtilmiştir. Yalnız ve yalnız oralarda harcanır.

لِلْفُقَرَاءِ

(Li eLFuQAvRAEi)

“Fakirler içindir”

“Fakır” kaburga kemikleri demektir. İnsan zayıfladığı zaman kaburga kemikleri görünür. Ondan dolayı muhtaç olanlara fakir denmektedir.

Kur’an’da iki sınıftan bahsedilmektedir. Fakirler ve zenginler. Ara sınıfı yoktur. O halde insanlar iki sınıfa mensupturlar, ya fakir ya zengindirler. Başka bir ayırma noktası olmadığına göre demek ki sayıları eşittir.

Gani demek ihtiyacı olmayan demektir. Yani çalışmasa da yaşayabilme serveti olan demektir. Bir yıl geçinecek kadar hareketli serveti olanlar demektir. Bunların takdiri ve ölçülmesi zor olduğu için abdestteki el yıkamaya kıyasla serveti orta derecede olanların altında olanlar fakir, üstünde olanlar zengin kabul edilir. Zengin kurban keser ve bütçeden pay almaz. Vergiyi ise kişiler ödemez, işletmeler öder.

Yalnız paranın sahibi işletme değil kişilerdir. Kişiler paraya sahip iseler ve bunları evlerinde tutuyorlarsa kırkta birini öderler. Biz ise kırkta bire enflasyon yapacak bu vergiyi böyle tahsil ediyoruz. Kişilerin elindeki paralardan zekât alınmaz, ticari işletmelerden alınır.

Bankadaki mevduat sahipleri fakir de olsalar kırkta bir enflasyondan vergi öderler ama bir o kadar parayı kredi olarak alıp kullanırlar, dolayısıyla aslında ödemiş olmazlar.

Ekonomide değerler ikiye ayrılmaktadır. Mallar miktarları ile tüketime iştirak edenlerdir. Zenginlik bunların üzerinde yapılır. Vergi de bunların üzerinden alınır. Bir de zamanları ile iştirak edenler vardır. Bunlara mülk denmektedir. Bunlar ne zenginlikte ne vergide hesaba katılmaz. Vergi alırken de nisaba malik olması yetmez. İşletmede yer almalıdır.

Şimdi malları başka şekilde tasnif edebiliriz. Bazı mallar vardır ki onlar tüketim mallarıdır. Ailece evde tüketilmektedir. Bazı mallar vardır ki yeni malların üretimine girer. Ona sermaye denir. Kırkta bir vergi bu mallardan alınır.

Küçük işletmeler, fakirler vergi ödemezler. Küçük işletmeler bütçeden fakirlik payı almazlar. Kişiler fakirlik payı alırlar ve küçük işletmelere onunla iştirak ederler.

Fakir kelimesi yoksulları içerir. Her yoksul fakirdir ama her fakir yoksul değildir.

Şimdi şu soru sorulabilir; fakir erkeklere mi fondan pay verilir?

Geçinme yükümlülüğü erkeklerde olduğuna göre, kadınlara verilmeyecek gibi bir istihsanda bulunabiliriz. Ama Kur’an’da “erkeklerin kazandıkları erkeklere, kadınların kazandıkları kadınlara aittir” dendiğine göre kadınlar da erkekler gibi çalışma kredisini alırlar ve çalışırlar. Sadece evli kadınların geçinme yükümlülüğü erkeklere ait olduğuna göre ham madde kredisini almazlar. Yani çalıştıkları yere ham madde sermayesini kadınlar değil erkekler götürürler. İş yerlerine orada çalışan erkeklerin geçindirmekle mükellef oldukları kişi sayısınca ham madde kredisini alırlar. Erkeklere bu kredi verilirken o sermayenin sermaye rantını onlara katarız. Yani almadığımız faizle işçileri daha fazla ücretle çalıştırmak suretiyle işçilere destek oluyoruz.

وَالْمَسَاكِينِ

(Va eLMaSAKiNa)

“Ve yoksullar”

“Sikkin” bıçak demektir. “Sekene” yerleşti, yerinde durdu, hareketsiz oldu demektir. “Mesken” ev demektir. “Beyt” yapı demektir. “Mesken” oturulan ev demektir.

“Miskin” de evde oturan iş yapmayan demektir. Biz bunu illet olarak alarak “miskin” geliri vasat gelirin yarısının altında olan kimsedir diyoruz. Aynı zamanda bu fakir olmalıdır. Geliri az olsa da serveti vasat servetin üstünde olan yoksulluk payını almaz.

Yoksula hem bucak hem il hem devlet gelirlerinden pay verilmiştir. Bir kimse hem ilde hem de bucakta fakir olabilir. İki yerden pay alır. Bir kimse yoksul olup bucakta, ilde ve ülkede payını alır. Böylece beş yerden payını almış olur. Paylar eşit olarak bölüşülmektedir. Ancak değişik yerlerden pay aldıkları için bir bucak içindeki fakirler beş dereceye ayrılmış olmaktadırlar.

1) Bucakta 2, ilde 2, ülkede 1 pay alanlar.

2) Bir pay eksik alıp 4 pay alanlar.

3) İki pay eksik olup 3 pay alanlar.

4) Üç pay eksik olup 2 pay alanlar.

5) Yalnız bir pay alanlar.

Bu ayrılmanın sağladığı yarar, bölgeler arası farklılıklarda ülke içinde dengelenmektedir. İstanbul Mecidiyeköy’dekiler ülke ve il çapında zengin olacakları için buradakilere sadakadan pay düşmemektedir. Hakkâri’dekiler ülke çapında fakir olacakları için İstanbul Mecidiyeköy’dekilerin payları Hakkâri’dekilere aktarılmaktadır. Böylece yoksul yerler zenginleşerek zengin yerlere doğru göç etmemektedirler.

Ülkeler arası dengesizlikler ise hicret demokrasisi ile giderilmektedir. En uygun yerler mamur hâle gelmektedir. Bunun dışında enerji, taşıma, haberleşme gibi girdilerin yarısı bedava olmaktadır. Zengin ülkeler çok seyahat edecekleri için fakir ülkelere de aktarma yapmaktadırlar. Örnek olarak petrolü alalım. Bir petrol vakfı kuruluyor, üretilen petrolün tamamını bu vakıf alıyor. Bunun yarısını tüm insanlara eşit miktarda bedava dağıtıyor, kalanını ise iki misli fiyatla satıyor. Böylece satmamış olduğu meblağı almış oluyor. Halktan fazla petrol kullananlar iki misli fiyat ödüyor. Yarısını ise halk bedava kullanıyor. Çok kullananlar az kullanan ülkelere haklarını ödüyorlar.

Bu paylar çalışanlara değil nüfusa verilmekte, kişi başına bölüşülmektedir. Böylece servet sahibi olan küçüklerden zekât alınmadığı gibi onlara fakirlik faslından pay verilmez. Oysa burada nüfus başına pay verilir.

Bu pay doğrudan mesakine verilmektedir. Çalışmayan kadın fakirlik payını doğrudan kendisi almaktadır ve bunu aile masrafları içinde kullanmak durumunda değildir. Oysa miskinlik payı nüfus başına alınmakta ancak evin nafakasını temin eden sorumluya verilmektedir, karısına ve çocuklara yani doğrudan kendilerine verilmemektedir.

وَالْعَامِلِينَ عَلَيْهَا

(Va eLGAvMiLIyNa GaLaYHAv)

“Ve üzerinde amel edenler”

Sadakaları toplayanlar, onları satanlar, onları fasıllara ayırarak kamu harcamalarında bulunanlar, yani tüm bürokratlar, kamu görevi görenler “Âmilîne Aleyha”dırlar.

Genel hizmet vardır, kamu görevleri vardır.  Genel hizmette son söz hizmet alanındır. Kamu görevinde ise son söz görevliye aittir.

“Âmilîne Aleyha” kamu görevlileridir.

“Sebilillah” olanlar genel hizmetlilerdir.

“Âmilîn” kurallı erkek çoğuldur. Demek ki bunlar bir örgüttür. Örgüte gelen paylar eşit değil kurallara göre aralarında bölüşülecektir. Kişilere verilmiyor, kuruluşa veriliyor, işletmeye veriliyor. Devlet bir işletmedir.

Bugünkü sistemde devlet patronu olan işletmedir, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin malıdır, hükümet onun genel müdürüdür, halk ise işçileridir.

Bizim sistemde devlet milletindir. Meclis ve hükümet bir işletmedir, ortaklıktır. Yaptıkları hizmetlere karşılık Kur’an’ın tesbit ettiği paylar vardır. O payları alır ve görevi görürler. Görevliler görev karşılığı sabit ücret almazlar, kamu payını paylaşırlar. Kamu payı çok olursa onların payı da yüksek olur, kamu payı az olursa onların payı da düşük olur. Böylece bürokratlar bürokratik engeller çıkarmazlar, aksine üretimin fazla olması için vatandaşlara hizmet ederler, bu sayede payları da artmış olur.

Bütün bürokratlar hem dayanışma içindedirler, birbirlerine yardım ederler ki üretim fazla olsun, hem de birbirlerini denetlerler. Biri bir aksaklık yaparsa kendilerine de zarar olmaktadır. Böylece paralel örgütlenerek devleti yıkmaya değil, paralel örgütlenmeyi bertaraf ederek devleti yaşatmaya çalışırlar.

İslâm düzeni çıkar paralelliğine dayanan düzendir. Herkes işini yaptığı zaman hem kendisi kazançlı olur hem de çevresi ve tüm insanlık kazançlı olur.

Burada “Âmilîne Aleyha” demekle, “aleyha” kelimesi kamu görevlisinin görevinde yetkili olduğunu, dolayısıyla görevlinin dediğinin olacağı anlamı çıkar. Görevde mağdur olanlar varsa hakemlerden oluşan ve hemen neticelenen yargıya giderler.

وَالْمُؤَلَّفَةِ قُلُوبُهُمْ

(Va eLMuEalLaFaTi QuLUvBuHuM)

“Ve kalpleri telif olunanlar”

“Kalp” kelimesi merkez demektir. İnsanda iki ana merkez vardır. Biri kanın dolaşımı ile ilgili olan merkezdir. Türkçede buna yürek diyoruz. İkincisi beyinde mevcut olan bilgisayarın merkezidir. Kur’an’da kalp her ikisi için kullanılmaktadır. Birine başta olan kalb denmekte, diğerine ise cevfte olan kalb denmektedir.

Fikirler beyinde oluşmaktadır. Hisler de yine beyinde oluşmaktadır. Bununla beraber insan hislerinin yürekte oluştuğu algısı vardır. Ayağı kesilen kişi kesilmiş ayaktaki ağrıyı hisseder. Ağrıyı hisseden beyindir ama acı ayağa varmış da orada hissediyormuş gibidir. Bu sebepledir ki insanlar insana ait nefsin yürekte olduğunu sanmışlardır. Kur’an ise bunları değişik âyetlerle düzeltmektedir.

Kalbleri telif edilen demek halkın sevip bağlandığı kimselerdir demektir.

Bunlar kimlerdir?

Tarikat şeyhleri, medrese âlimleri, loncaların pirleri ve komutanlardır. Halk bunlara kendi arzuları ile bağlanırlar ve onları sevip sayarlar. Bunun dışında sanatkârlar, edipler, bakım ustaları ve güvenliği sağlayan bekçiler yani korumalar da kalbleri telif edilen kimselerdir. Çünkü bunlara ehliyet kamu tarafından verilmekte, ücretler kamuca ödenmektedir. Hizmetliye ise kendilerini seçen halkın sayısına oranla ödenmektir. Halkın onları seçmesi demek kalblerin onlara telif edilmesidir. Demek ki bunlar dayanışma ortaklık sorumlularıdır. Sağlığı sağlayan doktorlardır. Bunlar bütçeden pay alırlar.

Genel hizmette çalışanlar ikiye ayrılmaktadır. Biri vakfın içinde işler yapanlardır. Bunların sorumlulukları yoktur. Diğeri ise genel hizmet sorumlularıdır. Bunlar yirmi beş adettir. İşte bunlar müellefe-i kulubdur.

Halkın yüzde beşini kendisine bağlayan kimseler hizmetli olurlar. En çok beşte birini bağlarlar. Yani yüzde onun iki katı ile yarısı arasında bir aralıkta olanlar hizmetlilik payını alabilirler.

“Kulub” burada merfudur. İsmi failin mefulü olursa fail olur, ismi mefulün faili olunca da naibi fail olur. “Hum” zamiri müelleflere gitmektedir. Onların kalbleri telif olunmuş anlamındadır. Müellefteki “T” harfi çoğul “T”sidir. Örgüt hâlinde değil de kişi olarak telif olunduklarından dolayı kuralsız çoğul getirilmiştir. “ة” harfı ile çoğuldur ve kesrettir. “ت” harfi ile getirilenler cemi kılledir. Demek ki müellef kesrettir. Ondan fazla yani yüze yakın olmalıdır. Bir bucak bin hane olacağına göre ondan fazla kimsenin onu seçmesi gerekmektedir. Bu da yüz veya onun yarısı elli kadardır, sayıları da 5 ile 20 arasında olmaktadır.

وَفِي الرِّقَابِ

(Va FIy elRıQABı)

“Ve rikab içinde”

Savaşta elde edilen esirler bir daha öldürülemezler. Ancak vuruşma anında öldürme meşrudur. Nerde çatışılıyorsa orada öldürülür. Esir edip de o yerden ayrıldıktan sonra artık esiri öldüremezsiniz.

Esirlere yapılacak muamele ahsen-i akdemdir (en güzel yol).

a) En iyisi bağışlayıp ülkesine göndermedir. Ülkelerini kendilerine bırakmadır. Mekke fethi böyle olmuştur.

b) Kendilerinden fidye yani harp tazminatı alarak yurtlarında onları bırakmaktır.

c) Topraklar ellerine bırakılır ama yıllık cizye vermeleri istenir. Eğer bir daha savaş çıkarmayacaklarsa bu muamele yapılır.

d) Savaş çıkaracaklarsa o zaman esir edilirler. Topluluk asimile edilir. Bunun için savaşı kazanmış olan kimseler ganimet olarak onların topraklarını ve mallarını aldıkları gibi halkını da esir ederler.

Savaşta mallar ve canlar verilerek savaşılır. Eğer sonunda ganimet ve esaret olmazsa kimse savaşmaz. Ancak aç kaldıkları için asker olanlar ve askerlikte korktukları için de savaşırlar. Çünkü askere gitmeme demek öldürülme demektir. Yani zoraki savaş yapılamamaktadır. Düşmanı öldürmezse kendisini komutanları öldürür.

Savaşı bu mantıktan çıkarıp kazançlı hâle getirmek için ganimet ve kölelik meşru olmalıdır. Bunun başka yararı savaşta da en az insanın ölmesi sağlanır. Herkes öldürmeyi değil esir alıp zengin olmayı ister.

Elde edilen esirler savaşanlara bölüştürülür. Bunların görevleri bu kölelere vatandaşlık eğitimini yaptırmak ve yetiştirmektir. Onları kendi çocukları gibi bakmak, yedirmek, içirmek ve barındırmak durumundadırlar. Bunlardan bir kısmı emedir (kadın köledir). Sahibinin eşidir, mamelekidir. Bir kısmı ise akrabadır, abd (erkek köle) veya emedir. Bunlar azat edilebilirler. Ama akrabalık devam eder. Aralarında akrabalık sorumluluğu doğar. Kimsesiz bırakılmazlar.

Onlardan kendi başına iş yapanlara izin verilir. Kendi başına çalışır, kazanır. Kazancından o ülkeyi savunan kimseye bir pay verir. Bunlar devlete vergi ödemezler. Devlete verecekleri vergiyi sahiplerine verirler.

Bir dördüncü grup vardır. Bunlar da mezun gibidir. Farkı, bunlar belli miktar aidatlarını ödedikten sonra özgür hâle gelirler. İşte bunlara “rakaba” denir.

Demek ki “rakaba” demek borçlandırılmış, borcunu ödediği takdirde hür hâle gelen köle demektir. Fıkıhta bunlara “mükateb” denmektedir.

Her yıl bunlar için bucak bütçesinden pay ayrılır. En az borcu kalanların borçları ödenerek hür hâle getirilir. En çok insan hür olmuş olur. Böylece savaşanlara sağlanan köle payları kamu bütçesinden azat edilerek hür hâle getirilmektedir. Bir köle “ben ev kölesi değil de izinli köle olmak istiyorum” derse veya “ben mükateb rakaba köle olmak istiyorum” derse, sahibi müsaade etmezse, köle hakemlere gider ve buna yetenekli olduğunu kanıtlarsa, izinli veya rakaba olmuş olur.

Bugün köle yoktur.

Kıyas yoluyla başka ülkeden bize iltica etmiş kimseler birer rakabadır. Bunlar da bu fasıldan pay alabilirler. Onlara kredi verilir. Çalışırlar ve borçlarını ödeyerek vatandaş statüsüne alınmış olurlar. Mezun köleler de çalışma kredisini istihkak ederler.

وَالْغَارِمِينَ

(Va eLĞAvRiMIyNa)

“Ve garim olanlar”

Kur’an düzeninde bir kimsenin malı rızası olmadan alınmaz, bir alacaklı alacağını icra yoluyla tahsil edemez.

Benim bankada milyarlarım olsa, alacaklı da alacağını ispat etse, mahkeme benim parama el koyup bir lirasını ona ödeyemez. Rehinli değilse benim elimden malımı alamaz veya sattıramaz. Ben borcumu ödemediğim zaman benim bütün mal varlığım benim olur. Benim cezam olarak ben borçlanma ehliyetini kaybederim, kimseden borç alamam. Önce bedelini öderim, sonra malı alırım. Önce malı teslim ederim, sonra bedelini alırım. Çalışmam da böyledir, önce çalışırım sonra ücretimi alırım, birisini çalıştıracaksam önce ücretini öderim. Bu iflas hâlidir. İflas edenler borçlarını öderlerse itibarları iade edilir ve diğer insanlar gibi olurlar.

Rikabda kuralsız çoğul kullanıldığı halde burada kurallı çoğul kullanılmıştır. Bunun sebebi şudur. Bir borçlu borcunu ödeyemediği zaman dayanışma ortakları onun borcunu öderler, kendileri borçlulara rücu ederler. Dayanışma ortaklıkları kişiliği olan kimseler olduğu için kurallı çoğul getirilmiştir.

Garimin faslı ile rikab faslı “ve” harfi ile bağlanmıştır, birbirinden farklıdır. Bir “Fî”de toplanmış oldukları için birbirlerine benzer hükümlere tâbidir. Bunlara verilen borç en azından başlanarak verilecektir. Bundan önceki “Li”de toplananlara doğrudan ellerine verilmektedir. Burada ise kendilerine değil de alacaklılara verildiği için “Li” yerine “Fî” getirilmiştir.

وَفِي سَبِيلِ اللَّهِ

(Va FIy SaBIyLı elLAvHı)

“Ve Allah’ın sebilinde”

“Sebil” şebeke hâlindeki yol demektir yani ağ şeklindeki yoldur. Kişiler arasında irtibatı sağlayan yoldur. Başta kara, deniz, hava ve demir yolları vardır. Sonra su, elektrik, gaz ve pis su yolları vardır. Dil, sanat, teknik ve örf benzeri araçlar vardır. Bunların hepsi sebildir. Bunlar herkese açıktır, bedavadır. Paralı yol caiz olmadığı gibi paralı su da olamaz. Paralı petrol de olamaz. Herkese kendi payı verilir. Sonra o kimse payını satabilir.

Vakıf işletmeler böyledir. Önce hayır işleri vardır. Bunlar vakıf işletmelerdir. Hastane, okul, mabet, çarşı olarak hep böyle vakıflar vardır. Bunların mütevellisi vardır. Bunlar hizmet verirler. Bir de vakıflardan yararlananlar vardır. Bunlar da halktır. Yollardan herkes geçer. Yolun bakımı da vakfın gelirlerinden karşılanır.

Halk işletmelerinde halk kendileri karar alır ve o kararlara göre hareket eder, kâr veya zarar ederler. Onlara aittir. Vakıf işletmelerde ise sözleşmede yazılı kurallar vardır. Yöneticiler yalnız onları uygularlar, yöneticilerin karar alma yetkileri yoktur. Sözleşmede zorunlu değişiklik gerekirse buna hakemler karar verir ve ancak ondan sonra değiştirilebilir.

وَابْنِ السَّبِيلِ

(Va iBNu elSaBIyLı)

“Ve sebilin ibni”

“İbn” kelimesi oğul demektir, aynı zamanda Türkçedeki ilim adamı yerine kullanılır. Biz “ilim adamı, iş adamı, din adamı” deriz. Kur’an dilinde bunlara “ibn” denir.

“Yol adamları” anlamı verilecektir. İki mana verilebilir. Biri yolda yürüyenlerdir yani vakıftan yararlananlardır. Diğeri ise yolların bakımını yapanlar veya hizmet verenlerdir.

“Li” harfiyle getirildiğinde yararlananlar anlamı çıkar.

“Fî” harfi ile getirilirse hizmet verenler anlamı çıkar; biz bu sebeple bunları genel hizmetliler olarak anlıyoruz. Hastahane sebilullahtır, personeli ise ibnu’s-sebildir.

Bunlar aslında birbirinden farklı kimseler değildir. Ama iki yerden ücret almaktadırlar. Birincisi; hizmet verdikleri halkın sayısına göre pay alırlar, ibnu’s-sebil faslıdır. Bir de kamu görevi gördüklerinden pay alırlar, bu da amilîne aleyha faslıdır.

فَرِيضَةً مِنَ اللَّهِ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ (60)

(FaRIyWaTan MiNa ElLAHi Va elLAHu GaLIyMun XaKIyMun)

“Farıdat Allah’tandır ve Allah bilendir hükmedendir.”

Bu âyette “Allah” kelimesi üç defa geçmektedir. Önceki âyette de “Biz Allah’a rağıbız” denmişti. Oradaki “Allah” âlemlerin rabbi Allah’tır. Sebilullahtaki “Allah” O’nun halifesi olan topluluktur, “Farıydaten Minellah” da âlemlerin rabbi olan Allah’ın farizasıdır. “Allah alimdir hakimdir” ise halifesi olan topluluktur.

Vergileri kim koysun, yüzde kaçı kamu payı olsun?

Bu payı beşte bir (1/5) olarak belirlediğimiz zaman, bunun manası emeğin beşte biri kamuda harcanacaktır demektir. Yani vakıflarda harcanacak ve halka bedava dağıtılacaktır. Beşte dördü de halk ile yatırım arasında paylaşılacaktır. Bunu iyi bilmekteyiz.

a) Üretimim beşte biri (1/5) kamuya aittir, beşte biri buralarda harcanacaktır.

b) Üretimin beşte ikisi (2/5) özel mülkiyet yatırımlarına gidecektir.

c) Üretimin beşte ikisi (2/5) nüfusun artırılmasına yani aileye gidecektir.

Kamu payı diğerlerinin paylarının yarısı olarak tutulmuştur. Çünkü insan özgürlük içinde çalışıp yaşamak durumundadır.

Bu payların tesbitinde en önemli husus da hangi kademede vergi alınacaktır. Topraktan filiz çıkarılır, fabrikada demir olur, demircilerde menteşe olur, inşaatçılarda kapıda yer alır. İşte bu akış esnasında bir yerde vergi alınır. Örnek olarak demirden alınır da menteşe üreten fabrikadan alınmaz. Nerede kredi veriliyorsa orada pay alınır.

İşyerleri hammaddeyi alırken mamul madde payını düşerler. Bunun vergisi alınmaz. Vergi sadece işçilik payından alınır. Tüccar alıp satarken vergi vermez, tüccar sermayesinden vergi verir.

Sosyalistler tesisleri de devlete verirler, onlar işyerlerine kiralarlar. Kapitalistler ise kiraları da sermayeye verirler. Bundan dolayıdır ki kapitalistlerde üretimden payları yüzde seksen civarındadır. Sosyalistler özel mülkiyeti kabul etseler bile kamu mülkiyeti yüzde altmışların üzerindedir.

Ortaklık sisteminde sermaye sahipleri halktan birisidir. Yüzde yirmisi kamuya aittir, yüzde sekseni halka aittir. Halk bunun yarısı ile üretim yapıp tüketim yapar, yaşar ve nüfusunu artırır. Yarısını ise yatırıma çevirir, çocuklarına işyeri hazırlar, yıpranmaları karşılar.

İslâmiyet karma ekonomi değildir. Karma ekonomide aynı işin bazısını hükümet yapar, bazısını sermaye yapar. Halk sadece işçidir yani tüm insanlık esirdir.

Kur’an’a uyan kimselerde -meclis dâhil- kimsenin vergi koyma yetkisi yoktur.

Vergide bazı hükümler topluluğa bırakılmıştır.

1) Verginin alınması için en az miktar vardır. Buna “nisab” denir. Nisab miktarı bucaklara bırakılmıştır. Zengin bucaklar bunu yüksek tutarlar. Fakir bucaklarda bu küçük olur.

2) Hangi mallar kredilendirilecek ve hangi mallardan vergi alınacak, bu husus da yine topluluklara bırakılmıştır.

3) Hangi mallara ne nisbette kredi verilecektir.

4) Malların standartları ne olacaktır.

Vergi miktarı ise beşte birdir.  Yarılama sistemi ile düşürülebilir. İki katına çıkılabilir.

فَرِيضَةً

(FaRIyWaTan)

“Farıdat”

“Farz” (dat) ayırmada ayrılacak yerin belirtildiği yer, kertik, çentik demektir. Taksim etmedir. Bu ifade bir de miras taksiminde geçmektedir. Mirasçılara dağıtılırken fariza olarak getirilmektedir, hak sahiplerine verilirken vasiyeten olarak getirilmektedir. Burada da mirasın taksiminde vârislerin sahip olduğu paylar olarak getirilmektedir. Demek ki miras hükümleri bütçe hükümleri benzeri şekilde bölüştürülecektir.

Bölüşmeyi şöyle yapıyoruz. Malları orta değer bulma usulü ile değerlendiriyoruz. O kadar pay çıkararak pay sahiplerine veriyoruz. Başlangıçta değerleri iki misli yapıyoruz. Yavaş yavaş azaltıyoruz. Talip olan alıp gitmektedir. Değerleri o şekilde azaltıyoruz ki son parça alındığı zaman bütün paylar alınmış olsun, ne eksik ne de fazla olsun. Miras da böyle taksim edilecek, zekâtta da böyle yapılacak.

Bölünmesi mümkün olmayan mallar müşterek mülk esaslarına göre bölünmüş olur. Sıralama usulü olarak kullanırlar. Kendi paylarını istedikleri kimselere istedikleri bedelle satabilirler. İzale-i şuyu yapılamaz.

مِنَ اللَّهِ

(MiNa ElLaHi)

“Allah’tan”

Evet, O yani bu taksimi âlemlerin rabbi olan Allah yapmıştır, O bizden iyi bilmektedir.

Kamunun payı yüzde yirmidir. Bunu azaltmak veya çoğaltmak ne meclislerin ne de hükümetlerin yetkisindedir. 500 senelik tarihi isyanların ve ihtilallerin kaynağı bu keyfi vergidir. Vergi üzerinde oynanmamalıdır. Bunlar ilâhi taksimattır. Ne var ki düzende zorlama yoktur. Her bucak kendi düzenini istediği gibi kendisi kurabilir. Taşra bucaklara merkezi bucaklar karışamazlar.

Biz Adil Düzen Çalışanları yakında bir kooperatif içinde bir bucak oluşturacağız. Kurallarımıza uymayanları bucağımızdan uzaklaştıracağız. Bu taksimatı uygulayacağız. Bakalım bucağımızın durumu ne olacaktır. O zaman “Adil Düzen”i tebliğ etmiş oluruz.

وَاللَّهُ

(Va elLAHu)

“Ve Allah”

Buradaki “Allah” topluluktur; bucaktır, ildir, ülkedir ve insanlıktır; taşra ve merkez bucaklardır. Fey’in taksimatı taşra bucaklarını da içerdiği halde, sadakat taşra bucakları içermez.

“Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nda bu hususlar ifade edilmemiştir.

Bunu ancak bugün öğrenmiş bulunuyoruz.

عَلِيمٌ

(GaLIyMun)

“Bilendir”

Bunun uygulanabilmesi için topluluğun bunları bilmesi ve muhasebesini tutması gerekir. Ortaklık muhasebesi tutulmadığı takdirde bu bölüşmenin mümkün olmadığı ifade edilmektedir. Herkes verdiğini ve aldığını borçlu-alacaklı şeklinde cinsi ve miktarı ile yazacaktır. Tarihleri ve borç türleri ile yazacaktır. Ambara giren maldan kamu payı ayrılacak ve onun belgesi kamuya verilecektir. Kamu onları satarak kamuya gelen miktarı müstahaklara bölüştürecektir.

حَكِيمٌ (60)

(XaKIyMun)

“Hükmedendir.”

Bilgisayarlarda alınan paylarla herkesin payı belli olunca buna dayanarak müstahaklara haklarını dağıtacaklardır.

“Hükmetmek” iki manaya gelmektedir. Biri kurala göre hakları tesbit etmektir. Hakemlik buradan gelir. Diğeri de müstahaklara haklarını vermektir. Hükümet kelimesi de buradan gelmektedir.

“Hükmedeni” bilen şeklinde anlayabiliriz. Bu takdirde hem biliyor hem de bildiğini icra ediyor demektir.

 

 


TEVBE SÛRESİ TEFSİRİ(9.SURE)
1-1 VE 2.AYETLER
2242 Okunma
2-3.AYET
1506 Okunma
3-4.AYET TEFSİRİ
1799 Okunma
4-5 VE 6.AYETLER
2050 Okunma
5-7 VE 8.AYETLER
1824 Okunma
6-9 VE 11.AYETLER
1650 Okunma
7-12 VE 13.AYETLER
1747 Okunma
8-14 VE 16.AYETLER
1767 Okunma
9-16.AYET-B
1593 Okunma
10-17 VE 18.AYETLER
1803 Okunma
11-19.AYET
2046 Okunma
12-20 VE 22.AYETLER
1548 Okunma
13-23 VE 24.AYETLER
1681 Okunma
14-25 VE 27.AYETLER
1656 Okunma
15-28 VE 29.AYETLER
6335 Okunma
16-30 VE 31.AYETLER
2630 Okunma
17-32 VE 33.AYETLER
2062 Okunma
18-34 VE 35.AYETLER
2759 Okunma
19-36 VE 37.AYETLER
1788 Okunma
20-38 VE 39.AYETLER
1762 Okunma
21-40 VE 41.AYETLER
1615 Okunma
22-42 VE 45.AYETLER
1594 Okunma
23-46 VE 49.AYETLER
1632 Okunma
24-50 VE 52.AYETLER
1684 Okunma
25-53 VE 55.AYETLER
1710 Okunma
26-56 VE 59.AYETLER
1649 Okunma
27-60.AYET
2115 Okunma
28-61 VE 63.AYETLER
1462 Okunma
29-64 VE 66.AYETLER
2153 Okunma
30-67 VE 69.AYETLER
1573 Okunma
31-70.AYET
1640 Okunma
32-71 VE 72.AYETLER
1752 Okunma
33-73 VE 74.AYETLER
1768 Okunma
34-75 VE 78.AYETLER
1605 Okunma
35-79 VE 80.AYETLER
1582 Okunma
36-81 VE 82.AYETLER
1845 Okunma
37-83 VE 85.AYETLER
1594 Okunma
38-86 VE 89.AYETLER
1633 Okunma
39-90 VE 93.AYETLER
1632 Okunma
40-94 VE 96.AYETLER
1541 Okunma
41-97 VE 99.AYETLER
2762 Okunma
42-100 VE 101.AYETLER
2240 Okunma
43-102 VE 104.AYETLER
1773 Okunma
44-105 VE 108.AYETLER
1544 Okunma
45-109 VE 110.AYETLER
1526 Okunma
46-111.AYET
2361 Okunma
47-112.AYET
3240 Okunma
48-113 VE 115.AYETLER
1505 Okunma
49-116 VE 117.AYETLER
1830 Okunma
50-118.AYET
2416 Okunma
51-119 VE 120.AYETLER
1631 Okunma
52-121 VE 122.AYETLER
1532 Okunma
53-123 VE 125.AYETLER
1813 Okunma
54-126 VE 127.AYETLER
1505 Okunma
55-128.AYET
2242 Okunma
56-129.AYET
1584 Okunma
57-128 VE 129.AYETLERDE MATEMATİK YAPI
1626 Okunma

© 2024 - Akevler