Tevbe Sûresi-29
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
***
يَحْذَرُ الْمُنَافِقُونَ أَنْ تُنَزَّلَ عَلَيْهِمْ سُورَةٌ تُنَبِّئُهُمْ بِمَا فِي قُلُوبِهِمْ قُلِ اسْتَهْزِئُوا إِنَّ اللَّهَ مُخْرِجٌ مَا تَحْذَرُونَ (64) وَلَئِنْ سَأَلْتَهُمْ لَيَقُولُنَّ إِنَّمَا كُنَّا نَخُوضُ وَنَلْعَبُ قُلْ أَبِاللَّهِ وَآيَاتِهِ وَرَسُولِهِ كُنْتُمْ تَسْتَهْزِئُونَ (65) لَا تَعْتَذِرُوا قَدْ كَفَرْتُمْ بَعْدَ إِيمَانِكُمْ إِنْ نَعْفُ عَنْ طَائِفَةٍ مِنْكُمْ نُعَذِّبْ طَائِفَةً بِأَنَّهُمْ كَانُوا مُجْرِمِينَ (66)
يَحْذَرُ الْمُنَافِقُونَ أَنْ تُنَزَّلَ عَلَيْهِمْ سُورَةٌ تُنَبِّئُهُمْ بِمَا فِي قُلُوبِهِمْ قُلِ اسْتَهْزِئُوا إِنَّ اللَّهَ مُخْرِجٌ مَا تَحْذَرُونَ (64)
(YaXÜaRu eLMuNAvFıQUvNa EaN TuNazZaLa GaLaYHiM SUvRaTun TuNabBaEuHuM BiMAv FIy QuLUvBiHiM QuL iSTaHÜiEUv EinNa elLAHa MuPRiCun MAv TaXÜaRUvNa)
“Münafıklar kalblerinde olanları kendilerine tenbi edecek bir sûrenin inzal olunacağından hazer ediyorlar. İstihza edin diye kavlet, Allah hazer ettiklerinizi muhricdir.”
İnsanlık uygarlaşacak şekilde yaratılmıştır. İnsanlık tarih öncesi aşamaları geçerek bundan beş bin sene önce yazıyı bulmuştur. O gün başlayan uygarlaşma Hazreti Peygamber ve vahiy ile olgunlaşmış, birinci Kur’an uygarlığının sonunda bugünkü duruma gelmiş bulunuyoruz. Ayrıca elde ettiğimiz aydınlanma, haberleşme, ulaşım, bilgisayar imkânları ile uygarlığın en ileri aşamasına ulaşmış bulunuyoruz. Bundan yüz sene önce bugünkü aydınlanma imkânının binde birine sahip değildik, ulaşımdaki hız binin üstündedir. Haberleşmedeki kıyas sonsuz gibidir. Bilgisayarınızı bir açın, insanın bir ayda yapamadığını birkaç saniyede yapabiliyor. Bundan yüz sene sonra ne olacaktır? Acaba o günkü insanlar elektrik gibi, bilgisayar gibi, telefon gibi, uçak gibi yeni şeyler bulabilecekler midir?
İnsanlar gelecekte neler yapabilirler?
a) Hidrojen enerjisini bugün kullanamıyoruz. Yarın belki hidrojen pilleri çıkacak. Uçaklarımız tonlarca yakıt taşıma ihtiyacını hissetmeyecektir.
b) Güneş ışığından şeker üretemiyoruz. Yaprakların yaptıklarını yapamıyoruz. Gelecekte bunlar sağlanabilecektir.
c) Işınlama yoluyla enerjiyi aktaramıyoruz.
d) Mekân ve zaman dışına çıkamıyoruz.
Bir gün insanlar bunları başardıkları zaman bizden çok ileride olacaklardır.
Henüz böyle bir başarı belirtisi yoktur. Yüz yıl sonra da insanlar bizden fazla değişik hayat sürmeyeceklerdir. Teknoloji bakımından zirveye ulaşılmıştır. Tepe noktadayız. Zamanla olgunlaşılacak, yaşlanılacak ve 500 sene sonra yeni bir hamle yapılacaktır. Teknik sorununu Batı çözmüştür. Bizim onları öğrenmemiz ve uygulamamız gerekmektedir.
Batının çözemediği sorunlar vardır.
Batı tarımı çözememiştir. Tarım beş bin yıl önceki tarzı ile devam etmektedir.
Benim köyümde çıra yakarak aydınlanıyorduk. Balmumu lüks aydınlanma aracı idi. Nebati yağlarla aydınlanmayı köylüm bilmiyordu. Oysa Sümerler Milattan Önce üç bin yıllarında kandil kullandılar.
Yine benim köyümde artık tarım yapılmamaktadır, insanlar sadece fındık topluyorlar. Ama usul değişmemiştir. O günkü tarım teknolojisi ile bugünkü teknoloji arasında fark yoktur. Birçok tarım teknolojisini gençler artık bilmemektedir.
Batının çözemediği ikinci büyük sorun hukuk sorunudur. Tarım döneminin beş bin yıllık bilgileri ile bugünkü sorunlar çözülemiyor. Yapılan kanunları birkaç yıl, bazen birkaç ay sonra yeniden değiştirmek gerekiyor. Hukuk sorunu ekonomi sorununu da ortaya çıkarmış, bunlara bağlı ve bağımlı olarak sosyal sorunlar patlak vermiştir.
“Adil Düzen Çalışmaları” önce “hukuk sorununu” çözecek, insanlığın ulaştığı çağımızdaki sanayi döneminin hukukunu Kur’an’dan öğrenerek ortaya koyacaktır. Bu sorunun çözülmesi “tarım sorununun” da çözülmesi demektir. Yüz dairelik lojmanlı işyeri apartmanlarında köylerde yerleşecek olan halk tarımda çalışacak, artırdığı zamanlarını da küçük sanayide değerlendirecektir. Yeni hukuk “sanayiye dayalı tarım ve sanayi hukuku” olacak, “siteler ve bucaklar sistemi” ile çağımızın sorunları çözülecektir.
Evet, uygarlık değişmiştir. Babamın hayal bile edemediği şeyleri ben yaşıyorum. İnsan değişmemiştir. Fatih zamanında insanlar hangi sorunları yaşadılarsa şimdi de onları yaşıyoruz. Mukaddes kitapları okuduğumuzda, Yunan klasiklerini okuduğumuzda, kendimiz onlardan ayrı başka yerde yaşamıyoruz. Duygularımız ve düşüncelerimiz asla değişmemiştir. Dünkü insan çok kindardı, bugünkü insan kin gütmüyor diyemiyoruz.
İnsan grupları da değişmiyor. Kur’an nâzil olduğu zamanki gruplarla bugünkü gruplaşmalarda bir fark bulunmamaktadır. Nasıl suyun özelliği değişmiyorsa, insanın özelliği de değişmiyor. Müşrik var, kâfir var, müslim var, mümin var. Bunlar açık gruplardır.
Bir de ara grupları var. Bunlar çıkarları sebebiyle topluluk içinde bulunurlar ama topluluğun iyiliğini istemezler.
Örnek olarak Masonları ele alalım. İngiltere’nin, Fransa’nın, İtalya’nın kendilerine özgü locaları vardır. Onlar Yahudilerin çıkarlarını korurlar ama kendi uluslarının çıkarlarına da sahiptirler. Bu sebeple aralarında farklılaşma vardır. Türkiye’deki Masonların bir Türk locaları yoktur. Değişik ülkelere bağlı localar vardır, bunlar Türkiye devletinin çıkarını değil, her biri onların menfaatlerini korur. Bu devlette yaşar, bu devlette zengin olur ama bu devletin çıkarlarını değil, başka devletlerin çıkarlarını korurlar.
Dinsizler için sosyalizm iyi rejimdir. Sovyetler sosyalizm üzerinde oturuyordu. Hıristiyanlar için kapitalizm iyi rejimdir. Çünkü onlar dünyayı kapitalizmle sömürüyordu.
Türklerin varlığı da İslâmiyet’e bağlıdır. Türk Masonları Türkiye’nin çıkarlarını gözetselerdi, İslâmiyet içinde olan bir Mason locasını kurarlardı. Ama öyle yapmadılar, hem kapitalizm hem ateizm rejimini ülkede yaşatmak istediler. Otel odalarında toplanıp şeriat partisini iktidardan indirmek için finans oluşturanlar sorguya çekilmiyor da, Genelkurmay Başkanı gizli örgüt kurdu diye yargılanıp mahkûm ediliyor.
Bu sûrenin başlangıçtaki bölümünden sonra hep bu tür yaşadıkları devletin çıkarları yerine o devlete düşman olanların çıkarlarını sinsi sinsi içlerinde yaşatan kimselerden bahsetmiş ama onlara bir ad verilmemiştir. Biz arada bunlar münafıklardır demiştik. Kur’an sonlara doğru bunların adlarını açıkça ifade etmiştir.
“Ve” harfini kullanmayarak münafıklar böyle yaparlar deyip; bu memlekette yaşayıp bu memleketin çıkarlarını koruduklarını iddia edip bu memleketin aleyhinde çalışanlar, işte onların hepsi münafıktır. Dindar görünüp din düşmanı olanlar münafıktır. Marksistler din afyondur demişlerdir. Bunlar münafık değildir. Ama din çok kutsal bir şeydir. Onun siyasete karıştırılmaması gerektiğini iddia eden aklında din düşmanlığı olanlar münafıktır. Siyaseti dinden uzak tutalım diyenler ama dine karşı alenen düşmanlık yapmayanlar münafıktır. Dinde zorlama yoktur ilkesi ile İslâmiyet laik bir dindir. Biz de bu anlamda laikiz. Din siyasetten uzak olmalıdır deyip dindar olanlara siyaseti yasaklayan zihniyet münafık zihniyettir.
O halde münafığı tarif ederken şöyle tanımlayabiliriz: “Bir topluluk içinde yaşayıp görünürde o topluluğun çıkarları için çalışan ama kalbleri o topluluğa karşı kin ve buğuz içinde olup onu yıkmak isteyenler münafıktır.” Bunların işi sizi yıkmadır. Kimin lehine yıkmak istediklerini de bilmezler.
Bir sorun görüşülürken başka ülkelerin aleyhine olmayan, ülkemizin çıkarlarını temel alan müslimdir, mümindir. Hayır, görünürde iyilik isteyip ülkeyi yıkan şeyleri isteyenler münafıktırlar.
Benzer şekilde münafık İslâmiyet içinde de aynıdır. Alenen İslâm düşmanlığı yapmayıp İslâmiyet’i bozan, onu şeriattan soyutlayan, onu hayat dışına iten, ‘dünya ile din işleri birbirine karışmaz’ diyen münafığın ta kendisidir.
Benim hiçbir din veya ırk mensubuna bir hasımlığım yoktur. Ben sömürü sermayesinin hasmıyım. Bugünkü ABD’deki 200 Yahudi sermayeye karşı hiçbir diyeceğimiz yoktur. Biz onların sermayelerine de saygılıyız, biz sadece sermayenin sömürüsüne karşıyız.
Türkiye ve dünyada Mason olanlara da bir diyeceğimiz yoktur, onların münafıklıklarına karşıyız. Biz Masonlara siz bunu yapıyorsunuz, bu münafıklıktır, ölün gidin demiyoruz. Siz münafıksınız demiyoruz. Bu yapılan münafıklıktır diyoruz.
CHP’liler de Masonlar da bizim vatandaşlarımızdır. Batılılaşmamızda büyük rolleri olmuştur. Cumhuriyetimiz onlarla kurulmuştur. Onlara sadece münafıklık yapmayın diyoruz. Açık olun, gizli oyunların ve tertiplerin içinde olmayın diyoruz.
Sevindiricidir ki, hem CHP’liler hem de Masonlar, eski münafıklıklarını bugün sürdürmüyorlar veya sürdüremiyorlar. Sürdürmeyin diyoruz; artık sürdüremeyeceksiniz.
يَحْذَرُ
(YHaXÜaRu)
“Hazer ediyorlar”
“Hızr” (ha, zal): Savaşta kullanılan savunma aletidir, zırh gibi.
“Savunma” karşı taarruzla olur, “Hızr” ise sadece korunma şeklinde olur.
Münafıklar tam inançsız kimseler değildir. Allah’ın varlığını bilmektedirler. Söylediğinizin de hak olduğunu bilebilirler. Çıkarları sebebiyle ikiyüzlü davranırlar. Onların aleyhine sûre nazil olmasını önlemeye çalışmaktadırlar. Bunu nasıl yapacaklar, Allah’a inanıyorlarsa bunun önlenemeyeceğini bilirler. Allah’ı burada topluluk, insanlık olarak anlayabiliriz. Gizliliklerinin ortaya çıkmasını önleyecek tedbirler alırlar. Öyle davranırlar, öyle hareket ederler ki onların böyle bir kin beslediklerini kimse bilmez.
Kendi örgütlenmeleri şöyledir. Önce yazılı her şey, söylenen her şey doğrulardan oluşur. Hiçbir zaman akla ve vicdana aykırı bir şey söylemezler. Onlara göre aptallar bu kurallara saflıklarından inanır ve ona göre hareket ederler. Bunlar saf kimselerdir, aptallardır. İçlerinde zekileri vardır, kabiliyetlileri vardır. Bu kuralların kandırmaca olduğunu, safları sömürme aracı olduklarını bilirler ve bunların hepsine uymuş görünürler ama hiçbirine uyma zorunluluğu hissetmezler. İşte onlar derecelerini yükseltirler. Her türlü kötülüğü işleyen ama kimseye bunu duyurmayan başarılı olur. Başkaları duymayacak ama üstleri bunu görecek ve bilecek, imtihanı kazanacaktır. Zinaya şiddetle karşı olacaktır ama zina yapacak, çevresi de bunun farkında olmayacaktır. Bunu bilecek kadar zeki olan üstüne zina yaptığını gösterecektir. Bunların temel dayanakları olan gizlilik işte budur. Her şeyi kapalı kapılar arkasında yaparlar ve gizliliği böyle korurlar.
الْمُنَافِقُونَ
(eLMuNAvFıQUvNa)
“Münafıklar”
“Nafak” köstebek yuvasının adıdır. Bu yuvanın iki ağzı vardır. Düşman bir taraftan girince o ikincisinden kaçar. Pazarlardaki sokaklara da “nafak” denmiş, orada alınıp satılanlara “nafaka” denmiştir.
“Münafık” iki taraflı demek, ikiyüzlü demektir. Gizli kaldıklarında onlara sizdeniz derler, sizinle olduklarında sizdeniz derler. Gerçek tarafları yoktur. Çıkarcıdırlar.
Münafıklar bir topluluktur.
İki yerde “Ellezîne Nafekû” olarak geçmektedir. Bunlar örgüttürler. Ya gizli örgüttürler yahut kapalı örgüttürler. Gayeleri başka olan fakat başka şekilde örgütlenmiş örgütlerdir; derneklerdir, partilerdir, şirketlerdir. Gizli gayeleri vardır. Ortaya koydukları gayelerinin dışında gayeleri vardır. Toplantılarını kapalı yaparlar.
Biz Akevler olarak asla kapalı toplantı yapmadık. Toplantılarımız herkese açık olmuştur. Parti yönettiğimizde de kapalı faaliyetlerimiz olmadı. Akevler yarım asra yakındır faaliyettedir. Açık toplantılar ona zarar vermemiş, aksine onu her zaman güvenli kılmıştır. Adil Düzen Partisi temel ilke olarak hiç gizli toplantı yapmayacaktır.
أَنْ تُنَزَّلَ عَلَيْهِمْ
(EaN TuNazZaLa GaLaYHiM)
“Aleyhlerine tenzil olunmasından”
Aleyhlerine belgenin ortaya çıkmasından…
“Tenzil” indirmek, kondurmak anlamlarındadır.
Gizli bir iş yaparsanız, ömür boyunca gizli olanın kimse tarafından duyulmasını istemezsiniz, her an tedirginsiniz.
Bu sebepledir ki ben hayatımda her yerde söyleyemediğim bir şeyi kimsenin yanında söylemem, hattâ kendi başıma kaldığım zaman bile söylemem. Söylediğim şeyi söyler ve öyle hareket ederim. Bu sebepledir ki benim birileri duyacak, birileri dinleyecek diye endişem olmaz. Ben bu ülkede yaşadığım müddetçe bu ülkenin kanunlarına göre suç olan bir işi yapmam, suç olan bir sözü de söylemem.
İlk eşimin izni ile Kırgızistan’da evlilik yaptım. TC kanunlarına göre imam nikâhı yapmak suçtur. Ben dini nikâh yapmadım, eşlik sözleşmesini yaptım. Karşılıklı imzaladık. Sonuna kadar da sözleşmenin gereğini yaptım. Basın bana saldırınca ben yazılı cevap verdim: Ben şeriata aykırı bir suç işlemedim, kanunlara göre de bir suç işlemedim. İmam nikâhı yapmadım, eşlik sözleşmesini yaptım diye cevap verdim. Sustular, hâlâ susuyorlar.
Bir arkadaşım da siyaset yaparken ikinci evlilik yaptı diye saldırıya geçiyorlardı. İlk eşi; benim çocuğum yoktu, onunla çocuk yapmak istedi dedi ve kavga bitti.
Akevler bütün faaliyetlerini açık yapmıştır. Devlet Güvenlik Mahkemelerinde yargılanmıştır. Hiçbir gün hiçbir geceyi karakolda geçirmediği gibi cezası da yoktur. Çünkü biz cumhuriyet kanunlarına uyduk.
Enflasyondan korunmak için de Demir-Çimento diye bir senet icat ettik. Vergimizi gerçek değerlere göre ödedik. Paralı hain istihbaratçılar vardı. Ama asker istihbaratçılar hep bizimle oldular ve bizi korudular, hâlâ da dostlarımızdırlar. Biz iftiralarla suç isnadına karşıyız. Onlarla savaştık ve yendik. Allah her zaman yanımızda olmuştur.
سُورَةٌ
(SUvRaTun)
“Sûre”
“Sevr” bilezik demektir. Kentin çevrilmiş duvarları da surdur.
Kur’an’ın bölümleri sûredir. Fatiha’nın harfleri 112’dir. İlk “Elhamdu”nun elifi sayılırsa 113 eder “İhdi”deki ye” harfi de mahzuf olduğu için onu da sayarsak 114 eder. Fatiha’sız sûre sayısı 112’dir. Tevbe’yi ve Fatiha’yı da eklerseniz 114 eder.
16*7=112 veya 19*6=114 eder.
Her sûre böyle harflerle kilitlenmiştir, artırıp eksiltemezsiniz.
Burada anlam olarak Kur’an’ın sûrelerinden birinin nâzil olması anlamı yanında, kesin kanıtların ortaya çıkması korkusudur.
Biz suç işlemedik. İşlesek de suçumuzu itiraf eder cezamıza katlanırız. İşlemedik, yapmadık gibi yollara sapmayız. Bediüzzaman gibi mevcut düzene karşı gelinir ama fikren karşı gelinir. Bu farzdır. Erbakan’ın yaptığı yapılır. Ama inkâr edilmez, gidilir ve hapishanede yatılır. Sonra orada yakılan ışık dünyayı aydınlatır.
Kenan Evren Millî Görüşçüler ile milliyetçileri aynı koğuşa kapattı. Erbakan ile Türkeş’i aynı yere koydu. Bunlar orada atıştılar ve anlaştılar. Ondan sonradır ki Millî Görüşçülerle seçim ittifakı yaptılar ve büyük zaferle çıktılar.
Talat Aydemir ihtilal yapmaya başladı. Türkeş Hindistan’a gitti. Sonra geldi ve parti kurdu. Kurduğu parti Türkiye’nin en köklü partilerinden birisidir, hâlen devam ediyor.
Evet, halkı kandıranlar, topluluğu kandıranlar ömürlerini tamamlayıp tarih bile olamadılar.
تُنَبِّئُهُمْ
(TuNabBiEuHuM)
“Onlara tenbi edecek”
Belgelerle açıklanacak, suçları gösterilecek. “Hum” zamiri bu belgelerin aleyhlerine olduğunu ortaya koyacaktır. Onların bütün oyunu tertipledir.
İzmir suikastı uydurma idi. Mustafa Kemal’in bundan haberi var mıydı yok muydu, bilemem, ama tamamen Kazım Karabekir’i bertaraf etmek ve tarikatın gücünü yok etmek için yapıldı. Kazım Karabekir hayatta kaldı. Tarikatlar devam ediyor. İktidardadırlar.
Cumhuriyet tarihi karanlıklarla doludur. Suçlu bulup cezalandıramayız. Olayların oluşunu bilmemiz ve bugün de benzer olayların olmasını önlememiz gerekir.
AK Parti bunlarla hiç ilgilenmedi. Adil yargı sistemi kuramadı veya kurmadı. Bizim önerimizi ittiler, şimdi de çırpınıyorlar.
Bizim bağımsız, yansız, etkin ve saygın yargı önerimiz ortada kaldı.
بِمَا فِي قُلُوبِهِمْ
(BiMAv FIy QuLUvBiHiM)
“Kalblerinde olanı”
Yani hainlikleri ortaya çıkaracak sûre.
Evet, tekrar hatırlatıyoruz, adil yargı sistemi kuralım.
Cemil Çiçek’e önerdiğimiz öneriyi tekrar ediyoruz, tekrar hatırlatıyoruz.
Soruşturma Yüksek Kurulu, Bilirkişi Yüksek Kurulu, Savunma Yüksek Kurulu ve Hakemler Yüksek Kurulu. Bunlar doğrudan Meclis’e bağlı olsun. Siyasi partiler aldıkları oy nisbetinde kurullara üye versinler, her kurulun üye sayısı 20 olsun.
1900’lardan beri Türkiye’de olanları yeniden yargılayalım. Münafıkların münafıklıkları ortaya çıksın. Mustafa Kemal Mason localarını niçin kapattı? Ama özel doktoru bir masondu! Mustafa Kemal öldürüldü mü, öldü mü, bilmiyoruz. Menderes’in asılmasında C. Bayar’ın haberi var mı idi, yok mu idi, bilmiyoruz. Bilmek istiyoruz… Hayır, bunlar böyle adil yargı sistemine asla razı olmazlar. Çünkü bu pislikleri hep ortaya çıkacaktır.
Buradaki “kalblerinde” demek, gizli arşivlerinde ve dosyalarında olanlar demektir. Yer gök yeminlidir. İstenirse Madımak Oteli olayındaki oyunlar da ortaya çıkarılabilir. Samimi solcuları onlar öldürmüş, suçu Müslümanlara yıkmak istemişlerdir. Balyoz ve Ergenekon bunların yanında Zemzemle yıkanmış beklenen olaylardır.
قُلِ اسْتَهْزِئُوا
(QuL iSTaHÜiEUv)
“İstihza ediniz de”
“İstihza” kelimesi burada ilk bakışta manasız gibi durur ama onların bütün felsefesini ortaya çıkaran kelimedir.
Kurallar olmalı, saf halkı güdebilmek için kurallar olmalıdır. Pek çok yasaklar olmalı ama üst tabaka bu kuralların tam tersini yapmalı. Böylece herkes herkese gebe olmalı.
Merkezi yönetime karşı çıkan Deniz Baykal gibiler başkanlıktan edilir. Oysa Baykal şeran suçlu değildir. Çünkü yargının böyle bir ispatı söz konusu değildir. Şeran ‘Baykal zina yaptı’ dediğiniz zaman seksen sopa yersiniz. Kadın itiraf etse bile kadına yüz sopa vurulur, ayrıca seksen sopa da iftiradan vurulur. Ama buna rağmen o gidecek ve yerine K. Kılıçdaroğlu gelecek; sonra o da gidecek ve yerine K. Derviş gelecekti.
İşte, istihza eden bu zihniyettir. Kurdukları şeriatı saf halk tabakası kabul eder. Onları koyun sürüsü gibi güderler, kendileri ise istedikleri gibi yaşarlar.
إِنَّ اللَّهَ مُخْرِجٌ
(EinNa elLAvHa MuPRiCun)
“Allah muhricdir”
“Ve” harfi getirilmemiştir. Demek ki bu cümle yukarıdaki cümlelerin açıklamasıdır. Ayrı değildir. Onlar delillerin ortaya çıkmasına karşı tedbir alıyorlar. Ama bu tedbir işe yaramayacaktır.
مَا تَحْذَرُونَ (64)
(MAv TaXÜaRUvNa)
“Hazer ettiğiniz.”
Allah gizli bilgileri ortaya çıkaracaktır.
Biz genel affa taraftarız. Ancak soruşturmanın durdurulmaması gerekir. Asıl suçluları ortaya çıkaracak ve suçsuzları rahatsız etmeyecek soruşturma devam etmeli, gerçekler ortaya çıkmalıdır. Allah ihraç edecektir denmektedir. Soruşturma ortaya koyacaktır.
Soruşturma kuruluşları var. Bunlar siyasi partiler tarafından atanmışlardır. Masraflar onlar tarafından karşılanmaktadır. Bir soruşturmacı hata yaparsa ehliyeti alınır ve zarar dayanışmasına ödetilir. CHP soruşturmacıları başka, Millî Görüş soruşturmacıları başka sonuçlara varırsa bunu da yargı çözümler. Hata yapanın elinden ehliyet alınır, zarar olursa dayanışması zararı öder.
وَلَئِنْ سَأَلْتَهُمْ لَيَقُولُنَّ إِنَّمَا كُنَّا نَخُوضُ وَنَلْعَبُ قُلْ أَبِاللَّهِ وَآيَاتِهِ وَرَسُولِهِ كُنْتُمْ تَسْتَهْزِئُونَ (65)
(Va LaEiN SaEaLTaHuM LaYaQUvLunNa EinNaMAv KunNAv NaPUvWu Va NaLGaBu QuL Ea BilLAvHi Va EaYAvTıHı Va RaSUvLiHi QuNTuM TaSTeHÜiUvNa)
“Ve sual edecek olursan; havz ediyor ve lub ediyorduk diye kavl ederler. Allah ve âyetleri ve resulleri ile istihza mı ediyordunuz diye kavl et.”
“Ve” harfi ile atfederek, gizli toplantılar ve planlar hakkında onlardan bilgi isterseniz; hiç, eğleniyorduk derler, diyor.
Bu âyetleri okuduğunuz zaman, bunlar yakın geçmişimizdeki ve bugünkü eğlence, dans, balo ve benzeri olayları açıklayan beliğ âyetlerdir. Artık bunların kimler olduğundan bahsetmeyeceğim, münafıklardan bahsedeceğim. Yani gayeleri farklı, söylemleri farklı kapalı ve gizli toplantılardan bahsedeceğim.
Münafıklar ne yaparlar?
Gayeleri insanlığı ahlâksızlığa götürmek, dinleri çökertmek olan bu grubun elindeki silahı oyun ve eğlencedir, zevk u safadır. İnsanları hafta içinde köle gibi çalıştırırlar, sonra ödedikleri paraları geri almak için hafta sonunda barlarda, oyun ve eğlence yerlerinde, kumarda, içkide, fuhuşta harcatırlar. Onları hem uyuşturur hem de ahlâksızlaştırırlar. Böylece insanları koyun sürüsü gibi yönetmek isterler.
Kendilerine ‘Bu yaptığınız nedir?’ diye soracak olursanız; ‘Hiç’ derler, ‘Oynuyoruz ve eğleniyoruz, bu kadar çalışmamıza karşılık dinlenme hakkımız yok mudur’ derler. Cumhuriyet döneminde resmi balolar tertip edilir, herkesin eşleri ile birlikte buralara katılması zorlanırdı. Gelmeyenler emekli edilirdi. Oralarda dans edilir, içki içilirdi.
İhalelerde kabulü yapan mühendislere kadınlar ayarlanırdı. Sonraları bu kadarını yapmadılar. Başörtüsü ve sakal ile inanmışları ve ahlâklıları dışlama yollarını tutmuşlardır. Okul programları baştan sonuna kadar ateizmin, isyanın, ahlâksızlığın propagandasını yapan birer programdır. Kadın hakları deyip kadınları kocalarına isyan ettirip sokaklara dökmek, ondan sonra da onları eğlencelere sermaye yapmak onların hedefidir. Dahası var; çocuk hakları deyip çocukları ailelerine düşman yapar, evden ve anne babasından edip kızları fuhşa, erkekleri teröre sermaye yapmak hep onların usulüdür.
Ben müsbet ilmin tamamını kavramış birisi olarak söylüyorum. Ben ispat edemediğim hiçbir şeyi kabul etmem. Ben Kur’an’a babam inandığı için inanmıyorum, müsbet ilmin verileri içinde inanıyorum. Batılılar tesbitleri doğru yapıyorlar. Orada yalan söylemiyorlar. Deney yapıp ölçmüşlerse, ittifak ettiklerinde hata etmiyorlar. Mesela dünyaya gelen ışık tayfında kırmızıya kayma vardır. Ben bunu denemedim ama bu husus müttefekun aleyhtir. Ben onu kabul ediyorum. Doppler kanununu biliyorum. Deneylerle de doğruluyoruz. Sonra kâinatın genişlediğini hesap ediyorum. İşte, kâinatın 13,7 milyar ışık yılı mesafede olduğu bulunuyor. Bu sayıda biraz hata olabilir ama bu kâinatın bu kadar milyar yıl önce yaratıldığını bildirir. Ondan sonra Kur’an’a bakıyorum; kâinat çakışıktı, biz onu patlattık diyor. Bu bana iki şey ispat eder. Bir; kâinatın gerçekte bu kadar yıl önce yaratıldığı. İki; Kur’an’ın ilâhi söz olduğu. “Kur’an’ın Mucizeleri” isimli basılmamış kitabımızda 250 kadar örnek verdik.
Bu münafıkların oyun ve eğlencelerini görmeyenimiz yoktur ama Kur’an’ın bunları böyle adım adım tasvir etmesi hem bunların doğruluğunu hem de Kur’an’ın mucize olduğunu gösterir. Önemli olan onun bu hususta vereceği haberlerin doğru olacağına inanmamızdır.
Burada bir “Bi” harfinde “Allah, âyetleri ve resulü” birlikte geçmekte, Kur’an’da yalnız burada böyle geçmektedir.
Evet, bunlar insanlıkla istihza ediyorlar. Bâtıl inanışlarına göre İsrail oğulları insandır. Günah ve sevap onlar içindir. Diğerleri birer hayvan gibidir. Yaşarlar ve ölürler, cennet veya cehenneme gitmezler.
Hazreti İsa bu inanışı yıkmış ve tüm insanları Allah’ın dinine davet etmiştir.
Kur’an bunu tüm delilleri ile kanıtlamıştır. Kur’an’ın Allah sözü olduğu ispatlanmıştır. Kur’an âhiretin varlığını haber vermektedir. Kâinatın beş boyutlu uzay olduğu sabit olmuştur. Ölüm yok olma değil, sadece kişinin bizim trenimizden inmesinden ibarettir. Bıraktığı eski valizleri de biz parçalıyor ve kullanıyoruz.
Bugünkü sömürü sermayesinin dayandığı ilkeler şunlardır.
1- Âhiret diye bir şey yoktur, sorgu-sual yoktur. Bu dünyada ne yaparsan yap, o sana kâr kalır. Çıkarından başka bir şey düşünmeyeceksin.
2- Allah, şeriat diye bir şey yoktur. Galip gelirsen yaşarsın, benim emrime girersen yaşarsın. Bundan başka bir şey talep etmek anlamsızdır. Geri kafalıları kandırmak için uydurulan doğruluk kavramını kullanabiliriz.
3- Karşılıksız para ile dünyayı sömürmeye devam edeceğiz. Aptal insanlar bizim bastığımız renkli kâğıda yani karşılıksız dolara tapıyorlar. Bu imkân bize verilmiştir. Bizim kâğıda tapıyorlar. Böyle yutturmaya devam edeceğiz.
4- İlim ve sanat sömürümüzün aracıdır, her türlü basın/medya elimizdedir.
Tüm insanlığı, tüm kâinattaki ilmî kanıtları ve O’nun resulünü aptal, akılsız, bilmez, zavallı kabul ediyor; kendileri Tanrı’nın üstünde birileri imiş gibi ahkâm kesiyorlar. Unutuyorlar ki güneşimiz galaksimizdeki yüz milyar yıldızdan biridir, galaksimiz kâinatın yüzlerce milyar galaksilerinden biridir. Yeryüzündeki insanlara yıldızları bölüştürsek her bir kişiye 50’ye yakın yıldız düşer, kâinattaki galaksileri bölüştürsek her bir kişiye 100’e yakın galaksi düşer. Yani bir kişiye 500’den fazla yıldız düşmektedir. Bu kadar büyük kâinatın sahibi yokmuş gibi davranmakla sadece Yeryüzündeki insanları değil, kâinattaki insanları da hiçe saymaktadırlar. Bu yalnız üç boyutlu uzayın rabbidir. Hâlbuki dört boyutlu, beş boyutlulara gittiğimizde, kendilerini bir şey sanan bu zavallılara ve aptallara acımak mı lazım, bilmem. Kaldı ki Allah’ın yalnız bizim beş boyutlu arşının olduğunu söylememiz doğru söz değildir. Kur’an “arşu’l-azam” demiyor, “arşu’l-azim” diyor.
وَلَئِنْ سَأَلْتَهُمْ
(Va LaEiN SaEaLTaHuM)
“Ve onlara sual edersen”
Bu âyetlerde “Kul/Söyle” kelimesi geçmektedir.
Bu emir kimedir, buradaki sen kimdir?
Genel anlayışa göre buradaki muhatap son nebidir. Kendi hayatında onun olduğunda tereddüt yoktur. Ne var ki biz eğer bu hitabı ona yapar, “Hum” zamirini de Mekke müşriklerine gönderirsek, biz şimdi kıssaları okumuş oluruz ve öylece sadece ibret alırız. Meseleyi çağımızdaki insanlara kadar getiremeyiz. O halde buradaki “sen” her birimizdir, Kur’an’ı okuyan ve onun üzerinde düşünen herkestir yani biziz.
Onlara sual etme gücümüz bile yoktur. Çünkü onlar bizi muhatap almamaktadırlar. Yayınladığımız seminerler ve haftalık dergi asla ses vermemektedir. Zaten “sor” demiyor, “sorarsan” diyor. Sen böyle cevap ver denmiş olmaktadır. Biz yazacağız, onlar okumayacak ama torunları okuyacak. Dedelerimiz böyle yapmışlar, Kur’an’ın dediği olmuş diyecekler.
Evet, buradaki “Hum” zamiri münafıklaradır. Sinsi sinsi ülkemiz aleyhinde bulunanlardır. Diyen de biz yani bu seminerleri takip eden sizlersiniz. Ben sizin adınıza söylemiş oluyorum. Farklı görüşünüz varsa sütunlarımızda yer alabilir, hatalarımız varsa hatalarımızı düzeltebilirsiniz.
لَيَقُولُنَّ
(LaYaQUvLunNa)
“Kavl edecekler”
“Le” harf-i tekit ile şart cümlesi getirildi. Cevap da “Le” ile tekit edildi. Bir de nun ile tekit getirildi ve istikbal sigası ile ifade edildi. Gelecekte diyecekler. Ne sorulduğu ifade edilmemiştir. Onlara ne soracağız da yemin ederek neden bunları yaptınız diyeceğiz de oyun oynuyorduk ve eğleniyorduk diyecekler.
Gelecekte “Adil Düzen” mahkemeleri kurulduğu zaman sermayeye bu yaptığınız ahlaksızlık nedir, niye bunları yaptınız, insanları neden kötülük yapmaya zorladınız... Memurun maaşını düşürdünüz... Enflasyona yedirdiniz… Sonra da rüşvet almaya zorladınız... İnsanlara israfı telkin ettiniz... Bunlar veya benzeri sorular sorulacaktır.
“Adil Düzen” geldiği zaman yargı kararları olacak ama resmi soruşturma merkezleri soruşturma yapacak ve sorular sorulacaktır. Bu soruşturmanın sonucunda belki kimseye ceza verilmeyecek, sadece gelecek uygarlıklara örnek olsun diye tarihleşecektir.
إِنَّمَا كُنَّا نَخُوضُ
(EinNaMAv KunNAv NaPUvWu)
“Biz sadece eğleniyorduk”
Kapalı toplantılarda bir şey yapmıyorduk, kötü kararlar almıyorduk...
Bugün bir ilin parti il başkanı olan bir genç o tarihlerde olanları anlatıyor. Sermaye karar alıyor; okullar boykot edilecek, derslere girilmeyecek. Fethullah Gülen o sıralarda sadece İzmir’deki cemaate hâkimdi. Gitti, okul kapısına oturdu, girmeye mâni olanları önledi. Millî Görüş bizimle ilişkisini kesmişti. Bahsettiğim genç İzmir’i temsilen İstanbul’a gidiyor. Orada toplantı yapıyorlar. Hasan Aksay’a soruyorlar, boykot yapmayın diyor. Karar alıyorlar, boykot yapılmayacak deniyor. Dönüyor, İzmir’e geliyor. İstanbul’dan telefon geliyor; sonra biz karar aldık, boykot yapacaksınız deniyor!
İşte, böyle göstermelik kurul ve kuruluşlar vardır, onlar adına yapılır ama onların haberi olmaz!
Kendileri sorguya alındıklarında; ‘biz öyle şakadan söyledik, onlar yapmış’ derler.
وَنَلْعَبُ
(Va NaLGaBu)
“Ve oynuyorduk”
“Havz” yüzmeden kinayedir. Satranç oynadığınız zaman bazen dalarsınız, yemek aklınıza gelmez. Havzdır.
“La’b” ise çocukların oynadığı oyunlardır. Sadece temsildir. Hayata yetiştiricidir. Ama üretici değildir.
“Biz orada oynuyorduk, spor yapıyorduk” derler.
Birtakım spor kurulları uluslararası ajanlık olarak kurulur. Transferler bunun için yapılır. Sermayenin bütün işi bu kuruluşları kurup bunları savaştırıp dengeyi sağlamadır.
Biz de çoklu sistemi savunuyoruz ama biz çoklu sistemi hayırda yarışta yapıyoruz. Kim daha çok öğrenirse o kazanıyor. Kim çok kâr ederse onun sermayesi büyüyor. Başkalarının sermayesi azalır, sizin sermayeniz artarsa bu fesattır. Sizin sermayeniz en çok artmakla diğerlerinin de artarsa bu hayırda yarıştır.
قُلْ
(QuL)
“Kavl et”
Allah hepimize yani Adil Düzen Çalışanlarına emrediyor. Bana emrediyor; yazar olarak emrediyor. Size emrediyor; okur olarak size emrediyor. Ben sizden önce yoksam size emrediyor. On aile bir araya gelip bir cemaat oluştururlar; onların başına emrediyor. Yüz aşiret bir kabile oluşturur; onlara emrediyor. Yüz il bir ülke oluşturur; onun başına emrediyor. İnsanlık tek ümmettir; Mekke emirine emrediyor.
Onları dinleyen yok ki diyeceksiniz.
Bugün bizim Adil Düzen Çalışmalarımızı duymayan, bilmeyen var mı?
Mesela Cumhurbaşkanı A. Gül; çevresini ve bu arada bizi dinleyerek Kur’an’ın söylediklerini duyacak ve her görüştüğü yerde söyleyecek; konuşmalarında söyleyecek. Onun dayısı Prof. Dr. Ahmet Tahir Satoğlu da yeğenine bunları hatırlatacak; benim sözlerimi değil Kur’an’ın sözlerini hatırlatacak.
1- Yerinden yönetim ilkesini götürmeliyiz. Ülkelerin ve yerel yönetimlerin iç işlerine, kendi hukuklarına ve düzenlerine karışmamalıyız.
2- Hakemlik sistemini getirerek adil yargılama sistemini oluşturmalıyız.
3- Karşılıksız para yerine insanlık altın, ülkeler toprak, iller demir ve bucaklar buğday parasını çıkarmalıdır. Faizi kaldırmalıyız.
4- Gümrükler ve vizeler kalkmalı, tüm insanlar yeryüzünde ve kendi ülkelerinde serbestçe dolaşmalıdır.
Bu tebliği her bakan, her milletvekili yapmalıdır.
Yukarıda söylediklerimizde tartışılacak bir şey varsa tartışalım.
İşte bunları görev kabul etmeyenler ve gereğini yapmayanlar sorumlu olacaklardır.
أَبِاللَّهِ
(Ea BilLAvHi)
“Allah ile mi?”
Neden bunları yaptınız dendiğinde; ‘oyalanıyorduk ve oyun oynuyorduk’ derler.
Bunu söyleyerek işin ciddiliğini ortadan kaldırıyorlar.
Kâinatı var eden ve insanları yaratan Allah ile istihza ediyorlar.
Düzenin sahibinden bahsedilmektedir.
وَآيَاتِهِ
(Va EaYAvTıHı)
“Ve O’nun âyetleri”
Düzeni düzenleyen kurallar… Çünkü bunların hepsi bize ne yapmamız gerektiğini gösteren köşe taşlarıdır. Allah bizi yaratmış, bize imkânlar vermiş ve bize basit ve sade görevler vermiş. ‘Niye bunu yaptınız?’ dendiğinde; ‘eğleniyorduk’ diyorlar!
وَرَسُولِهِ
(Va RaSUvLiHi)
“Ve O’nun Resulü”
“Allah” topluluğu, “âyetleri” meclisin çıkardığı kuralları yani şeriatı, “resul” de yönetimi ifade etmektedir. Böylece üç şeyi zikrederek tümü ifade edilmiştir.
Bir “Bi” harfinde toplandığına göre bu bir varlıktır. O da insanlıktır, kâinattır. Bu büyük varlık en az insan kadar mükemmeldir. Çünkü hiçbir varlık kendisinden daha mükemmel varlık yaratamaz. İnsanı O var ettiğine göre insanın taşıdığı özelliklerin başkasını taşır. Bu varlık bir bütündür. Tek varlıktır. Bilinçlidir. İş yapar. Ve bizimle görüşebilir. Görüşmüyorsa, görüşmediği için değil, görüşmeyi istemediği için görüşmüyordur.
كُنْتُمْ تَسْتَهْزِئُونَ (65)
(QuNTuM TaSTeHÜiUvNa)
“İstihza ediyordunuz.”
İstihza ediyorlar demek aynı zamanda başkalarını aşağı görüyorlar demektir.
“Adil Düzen” ile istihza etmek demek, Kur’an’la istihza etmek demektir. “Adil Düzen” bizim Kur’an’dan anladıklarımızdır. Hatalar bizimdir ama doğruların hepsi O’na aittir. Kur’an da kâinatın bir hülasasıdır.
Ben Risale-i Nurların şakirdi değilim. Babamdan aldığım derslerle Kur’an’dan anladıklarımla İslâmiyet’i öğrendim. Sonra Bediüzzaman’ın Risalelerinin bazılarını okudum. Sözleri okudum. İşaratü’l-İ’caz’ı okudum. Gördüm ki o da bin sene önceki anlayışları bırakmış, Kur’an’ı yeniden anlıyor ve anlayışlarımızda büyük beraberlik var. Ayrıldığımız hususlar %10’lara varmaz. Demek ki %90 doğru anladık.
Bediüzzaman ile asır boyu istihza ettiler.
Bizimle istihza ettiler.
Onlar bizimle değil Kur’an’la istihza ettiler.
Mağlup olacaksınız ve cehennemde haşr olacaksınız dönemine süratle yaklaşıyoruz.
لَاتَعْتَذِرُوا قَدْ كَفَرْتُمْ بَعْدَ إِيمَانِكُمْ إِنْ نَعْفُ عَنْ طَائِفَةٍ مِنْكُمْ نُعَذِّبْ طَائِفَةً بِأَنَّهُمْ كَانُوا مُجْرِمِينَ (66)
(LAv TaGTaÜiRUv QaD KaFaRTuM BaGDa EIyMANıKuM EiN NaGFu GaN OAvEiFaTin MiNKuM NuGaüÜıB OAvEiFaTan BiEanNaHuM KAvNUv MuCRiMIyNa)
“İtizar etmeyin, siz imandan sonra küfrettiniz. Sizden bir taifeyi affetsek bile bir taifeyi tazib edeceğiz. Çünkü onlar mücrim oldular.”
Siz böylece ‘kötü niyetimiz yoktu, sadece oyalanmakta ve oynamakta idik’ diyordunuz. Öyle değil de siz tüm gerçeklerle istihza ediyordunuz. Şimdi ne diyorsunuz? Özür diliyorsunuz! Affetmemizi istiyorsunuz!
Gerek Hıristiyan olarak gerek Kur’an ehli olarak siz iman ettikten sonra küfrettiniz. Evet, Yahudiler olarak uygarlığı Avrupa’ya siz götürdünüz. Onları Kur’an’ın aydınlığı ile aydınlattınız. Evet, siz büyük servet ve güç sahibi oldunuz. Kur’an ehli sizi koruduğu halde siz onların soylarını kırmayı planladınız. Dünya münafıkları emrinize girdi ve insanlığı inim inim inlettiniz. Şimdi de affınızı mı istiyorsunuz? (!)
Af dileyecekleri gün yaklaşmıştır. Paralel Nurcular yoktur, paralel siz varsınız, sömürü sermayesi vardır. Bir gün Erdoğan idrak edecek ve kurtuluşu Kur’an’da arayacaktır. Tevbe edecek, istiğfar edecek. “Adil Düzen” gelecek; R. Tayyip istemese de gelecek. İşte o gün siz özür dileyeceksiniz. O gün ne yapacağız? Affedilecek mi yoksa cezalandırılmış mı olacaklar?
Bu şöyle çözülmektedir.
Bir taifeyi affedeceğiz, bir taifeyi de cezalandıracağız. Onları cezalandıracağız çünkü onlar mücrim idiler.
Kur’an çok açık hüküm getirmektedir. Mücrim olmayanlar affedilecek, mücrim olanlar cezalandırılacaktır. Kur’an hükümlerinde iki türlü suç vardır. Ukubat kamuya karşı işlenmiş suçlardır. Bunlar affedilecektir, çünkü kamu adil olmadığı için o suçlar işlenmiştir. Ama kişilere karşı işlenen suçlar cürümdür. Ceza kanunlarında cinayet olarak geçer. Bunların affı ise bize ait olmayacak, mağdurların affına bağlanacaktır.
CHP ile koalisyon yapınca af getirdik. Ben kişilere işlenen cinayetleri mağdurların affına bağlayalım da öyle serbest bırakalım dedim. Bizim zavallıları hemen kandırdılar, hukuk tekniğine uymaz demişler, bizim önerimiz havaya gitti. Oysa hukuk tekniğimizde vardır. Mağdurlara müdahale hakkı tanıyan ceza maddeleri çoktur.
Beni dinlemediler.
Sonra ne oldu?
Solcuları affetmeyeceklerdi. Kanundan çıkarttılar. Ama Anayasa Mahkemesi o çıkarmayı iptal etti. Çıkarma işlemi istisna şeklinde yazılmıştı. Sonra ne oldu? Aralarında ayrılık çıktı ve Millî Görüş bölündü. Allah’a kulak vermeyenlerin akıbeti budur.
Allah Kur’an’ı bizim için indirdi.
Demokrat Parti’nin suçu CHP’den büyüktü, çünkü onlar imandan sonra küfretmişlerdir. Eski Millî Görüşçülerin günahı daha büyüktür, çünkü onlar imandan sonra küfretmişlerdir. Baştan “Adil Düzen”i kabul etmeyenler daha az suçludurlar. Akevler’in fetret devri geçirmesi dolayısıyla affedilmişlerdir. Şimdi yeniden “Adil Düzen”e doğru yol almakta olmaları sebebiyle onlar küfretmediler. Allah’ın izniyle başaracaklardır.
1960’larda biz Kur’an düzenine doğru yol alırken ben de bugünkü durumun olacağını düşünemiyordum; biz Meclis’e gireceğiz ve anayasa ekseriyetiyle iktidar olacağız... Allah bize neleri bahşetti. Tüm samimiyetimle söylüyorum, tek eksiğimiz var, o da bilgidir. “Müçtehit Yetişme Merkezi”ne girişmiş bulunuyoruz. Allah hiç beklenmedik imkânları bize lütfetmektedir. Zafer sabredenlerindir. Zafer Adil Düzen Çalışanlarınındır.
PKK’lılar için de söyleyeceğimiz budur.
Ukubat işlemişlerse affedeceğiz ama cürüm işleyenleri cezalandıracağız.
PKK nasıl oluştu?
Sermaye MİT ile işbirliği yaparak, A. Öcalan’ı PKK’yı silahlandırmak üzere görevlendirdiler. Sermayenin gayesi Türkiye’de bir eşkıya oluşturma ve Türkiye’nin başını belada tutma, böylece ona her dediğini yaptırmak idi. Kürt-Türk ayrılığı çıkarıp Türkiye’yi parçalayacak ve Doğu Anadolu zenginliklerini İsrail’in yönetimine verecekti.
Gaflet, dalalet, hattâ hıyanet içinde olan o günkü yöneticiler bu işbirliğine cansiperane katıldılar. Sonunda İslâm dininin Doğu Anadolu’da yeniden canlanmasını önlemek için de iki tehlike on yıllardır birlikte anıldı; terör ve irtica.
Bu oyunu Millî Görüş Hareketi bozdu. Doğu halkımıza sahip çıktı. Onların ateistlerin kucağına düşmelerini önledi. Anadolu halkları samimi mümindirler. Doğu halkı daha da samimidir. Atalarımızın bu birr ve takvaları sayesinde Türkiye bölünmedi.
لَاتَعْتَذِرُوا
(LAv TaGTaÜiRUv)
“İ’tizar etmeyiniz”
İ’tizar etmeyiniz, iman ettikten sonra küfür etmektesiniz. Sizden bir taifeden affetsek bile bir taifeye ta’zib edeceğiz. Çünkü onlar mücrim idiler.
Eğer bütün baskı ve zulümlere rağmen bu halk dinine imanına sahip çıkmasaydı, şimdi çokları birbirlerini kırıp dökerlerdi. Türkiye’de çeşitli halklar vardır ama bunlar bir araya gelince asla kimliklerinden dolayı birbirleriyle darılmazlar. Parti kurulur, bütün ırk ve din mensupları orada yer alır. Türk halkı ikiye ayrılır, inanmışlar ve inanmamışlar. İnanmışlar kahır ekseriyettedir. Başka ayrımcılık yoktur.
İkinci grup olan münafıklar ise azınlıktadır. Aleni partileri yoktur. İşçi Partisi bile İslâm düşmanlığını açıkça yapmamaktadır. Almanya’da dolaşıyorduk. PKK’nın merkezine gittik. Mescitleri vardı. Bu durum imanlarından sonra küfretmiş olmalarının belgesi idi.
قَدْ كَفَرْتُمْ
(QaD KaFaRTuM)
“Küfrettiniz”
“Küfretmek” demek nankörlük etmek demektir.
Allah insana göz vermiştir. Bunun şükrü iyi şeyleri görmektir. Eğer siz bu gözleri kötülüklerde kullanırsanız küfretmiş olursunuz.
Allah size akıl vermiştir. Bu aklı doğru düşünmek için kullanacaksınız. Ama böyle değil de kendi aklınızı ve başkasının aklını bozmak için kullanırsanız küfretmiş olursunuz.
Allah size İslâm nimetini vermiş, iman etmişsiniz. Sizin bu nimetin şükrü olarak O’na sadakat göstermeniz gerekirken, o nimete karşı hareket ederseniz, küfretmiş olursunuz. Hele bu hareketi gizli yaparsanız, işte bu tam küfürdür ve bu münafıklıktır. Münafıklığı bu âyete göre şöyle tarif ederiz; Allah’ın iman nimetine gizlice düşmanlık yapmak.
بَعْدَ إِيمَانِكُمْ
(BaGDa EIyMANıKuM)
“İmanınızın arkasından”
“İman” güven içine girme veya başkasına güven sağlamadır. Arapçada malum ve meçhulün masdarı aynıdır.
“İman etmek” demek hem başkasını emniyete almak demektir hem de emniyete alınmış olmak demektir.
Burada, siz emniyete alındıktan sonra, bu nimetine karşılık siz O’na karşı gizli düşmanlık etmeye başladınız. Suçüstü yakalandınız. Suçunuz sabit oldu. Yarın tarafsız, bağımsız, etkin ve saygın hakemler kurulundan oluşmuş yargı huzurunda suçları sabit olunca onlara böyle denecektir.
ADİL DÜZEN YARGISI TARAFSIZDIR. Çünkü tarafların seçtiği hakemler ile hakemlerin seçtiği başhakemden oluşur.
ADİL DÜZEN YARGISI BAĞIMSIZDIR. Çünkü kararları kesindir, temyiz edilemez.
ADİL DÜZEN YARGISI ETKİNDİR. Çünkü karar alındıktan sonra uygulanır. Hakem kararlarını kimse savsaklayamaz. Haksız da olsa uygulanır. Mağdur olanların hakları sonra hakemlerin dayanışması tarafından ödenir, buna da yine hakemlerin karar vermesi gerekir.
ADİL DÜZEN YARGISI SAYGINDIR. Herkes adaletin adil olduğuna inanmıştır. Çünkü adil olmayan hakemlerin hakemlikleri hakemler kararı ile iptal edilmektedir.
Özür dileme hakkınız yoktur. Burada özür dileme hakları iptal edilmiştir. Dilekçeleri kabul olunmamaktadır. Hakem kararlarının kesinliğine işaret etmektedir.
إِنْ نَعْفُ عَنْ طَائِفَةٍ مِنْكُمْ
(EiN NaGFu GaN OAvEiFaTin MiNKuM)
“Sizden bir taifeyi affetsek bile”
Münafıkların işledikleri suçlar ikiye ayrılmaktadır. Bir kısmı kamuya ait suçlardır. Bunları affetmemiz mümkün değildir. Hırsızın kolu kesilecektir. Zani celd edilecektir. Bunları kimse affedemez. Bir kısım suçlar ise yönetime karşı işlenmiştir. Yöneticilerin bu suçları doğrudan affetme yetkisi vardır. Bir de kişilere karşı işlenmiş suçlar vardır. Yaralama, öldürme ve benzeri suçlar vardır. Bunlar mağdur olanların affı ile affedilir. Tazminat ödenir.
Burada “e’fu” denmiyor, “na’fu” deniyor; “ehadin” denmiyor, “taifetin” deniyor.
Af olayı kişisel aftan ziyade topluluğun affıdır, kişilerin affından ziyade bir grubun affıdır. Suçlar affedilmiyor, kişiler gruplar hâlinde affediliyor.
O halde PKK ile toplu görüşme yapılabilir, onlarla uzlaşarak affedilmeleri caiz olur.
نُعَذِّبْ طَائِفَةً
(NuGaüÜıB OAvEiFaTan)
“Bir taifeyi tazib edeceğiz”
Affedilenler için “minküm” kaydı getirildiği halde, burada mutlak ifade etti. Eğer “ve” harfi ile atfedilmiş olsaydı “minküm” kelimesi de iade edilmiş olurdu.
“Bir taifeyi ta’zib edeceğiz” derken o taifenin onlardan olması da gerekmemektedir.
O halde PKK’lıları affedebiliriz ama PKK’yı organize eden ve onu finanse eden siyasiler ve sermaye sahipleri mahkûm edileceklerdir, cezalandırılacaklardır.
Bir komutan aldığı emri yerine getirmek için aşırı davranmış olabilir. Biz bu suçu affederiz. İşsiz kalan bir PKK’lı dağa çıkmış, suçlar işlemiş, biz bunu affedebiliriz. Ama PKK’yı kurma kararını alan siyasilerle o siyasilerin kararlarını finanse eden sermaye affedilmeyecektir. Muhakeme edilecek ve cezalandırılacaklardır.
بِأَنَّهُمْ كَانُوا مُجْرِمِينَ (66)
(BiEanNaHuM KAvNUv MuCRiMIyNa)
“Çünkü onlar mücrim olmuşlardır.”
İkincisinde “Taifetün Minküm” geldiği gibi burada da “Bienneküm Küntüm” denmemiş de “Biennehum Kânû” denmiştir. Çünkü suçlu olan dağlarda eşkıyalık yapan PKK’lılar değil, bunları masa başından yönlendiren kimselerdir.
Askerler eşkıyalara, eşkıyalar askerlere düşman olmaktadırlar. Oysa asıl düşman olacakları kimseler bunları birbirlerine çatıştıran siyasiler ile sömürü sermayesi olmalıdır. Mücrim olanlar bunlardır. Suç işleyenler bunlardır. Katil olanlar bunlardır. Suçlu olan Sincan’da tankları yürüten albay değildir. Suçlu olan otel odalarında para toplayıp tankların yürümesini sağlayan sermaye sahipleridir. Suçlu olan bu toplantılarda işlenen suçları hâlâ yargılamayan ve cezalandırmayan siyasilerdir. Askerler askerce tedbir almışlardır. Askerlerden adalet beklenmez, onlardan zafer beklenir.
Şimdi sizler çalışmalısınız, Kur’an’da suçluluğu ifade eden kaç kelime vardır?
“İsm, isyan, zenb, cürüm” gibi sıralayın, sonra da bunları karşılaştırın.