TEVBE SÛRESİ TEFSİRİ(9.SURE)
Süleyman Karagülle
1564 Okunma
56 VE 59.AYETLER

Tevbe Sûresi-26

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

***

 

وَيَحْلِفُونَ بِاللَّهِ إِنَّهُمْ لَمِنْكُمْ وَمَا هُمْ مِنْكُمْ وَلَكِنَّهُمْ قَوْمٌ يَفْرَقُونَ (56) لَوْ يَجِدُونَ مَلْجَأً أَوْ مَغَارَاتٍ أَوْ مُدَّخَلًا لَوَلَّوْا إِلَيْهِ وَهُمْ يَجْمَحُونَ (57) وَمِنْهُمْ مَنْ يَلْمِزُكَ فِي الصَّدَقَاتِ فَإِنْ أُعْطُوا مِنْهَا رَضُوا وَإِنْ لَمْ يُعْطَوْا مِنْهَا إِذَا هُمْ يَسْخَطُونَ (58) وَلَوْ أَنَّهُمْ رَضُوا مَا آتَاهُمُ اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَقَالُوا حَسْبُنَا اللَّهُ سَيُؤْتِينَا اللَّهُ مِنْ فَضْلِهِ وَرَسُولُهُ إِنَّا إِلَى اللَّهِ رَاغِبُونَ (59)

        

وَيَحْلِفُونَ بِاللَّهِ إِنَّهُمْ لَمِنْكُمْ وَمَا هُمْ مِنْكُمْ وَلَكِنَّهُمْ قَوْمٌ يَفْرَقُونَ (56)

(Va YaXLiFUvNa BilLAHi EinNaHuM LaMiNKuM VaMAvHUM MiNKUM VaLAvKinNaHuM QaVMun YaFRaQUvNa)

“Ve kendilerinin sizden olduğuna Allah’a hulf ediyorlar. Oysa onlar sizden değildirler. Lakin fırak etmiş bir kavimdirler.”

Buradaki “ve” harfi ile salâtta küsala olma dışında ety etmezler ifadesine atıf vardır. Onlar ancak erine erine gelirler ve zekâtı da istemeye istemeye verirler. Bir de sizden olduklarına dair yemin ederler.

Kur’an, kâfir ve müşriklerin yanında, münafık ve kalplerinde hastalık olanlardan bahsetmektedir, daha çok münafıklardan söz etmektedir.

Bir iş yapmaya kalkışırsınız, başlangıçta katılırlar, sonra ayrılırlar. Böylece sizinle katılanların inançlarına etki etmek isterler. Başardığınız zaman da sizi öyle çevirirler ki eski arkadaşlarınızdan kimseyi yanınızda bulamazsınız.

Müminlerin diğerlerinden farkı vardır. Müminler hiçbir zamana “ben iyiyim, biz iyiyiz” demezler. Kendilerinin hatalı ve günahkâr olabileceklerini düşünürler. Daima iyi işler yaparak kendi eksiklerini gidermeye uğraşırlar. İnsanlara “beni imam yapın” demezler, insanlar onu/onları imam yaparlar.

Batı düzeninde ise; “o kötüdür ben iyiyim, onun yerine beni getirin” diye saldırılır.

Müminlerde böyle bir çaba haramdır.

فَلَا تُزَكُّوا أَنْفُسَكُمْ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقَى

“Nefislerinizi tezkiye etmeyiniz” âyeti bunu açıkça ifade etmektedir. Kişinin yaptığı işi tartışabiliriz. Kimseye “sen kötüsün” diyemediğimiz gibi, kimse de “ben iyiyim” diyemez.

Bu sebepledir ki birisi çıkıp “beni seçin, ben başkan olayım” diyemez. Kimse kendi kendisini başkan ilan edemez. Herkes birine biat etmekle mükelleftir. Kimse başkan olmakla mükellef değildir.

Öyleyse topluluk nasıl oluşacaktır?

Siz uygun gördüğünüze biat edersiniz. O da uygun gördüğüne biat eder. Sonunda son biat edilen başkan olmuş olur. Biat ettiğimiz kimse tarafında toplanabilmek için onu faziletli olarak anlatma durumu vardır.

Sizin desteklediğiniz kimsenin başkanlığında başarıya ulaşırsınız. Bir de bakarsınız ki nevzuhur kişiler ortaya çıkmış, sizin arkadaşın etrafını çevirmişler. Geçmişte biz bunları hep yaşadık. Biz onları desteklerken ona “bak, seni buraya biz getirdik” demiyoruz. Biz Allah rızası için destekledik. Desteklediğimiz kimselerin çevresine öyle halka oldular ki arkadaşımızı göremedik. Biz görev olduğu için onu destekledik, bir şey istediğimiz için değil. Biz bir daha onları rahatsız etmedik. Onlar da bizi aramadı. Tökezledikleri zaman, yıkılacakları zaman koştuk ve destekledik. Bütün samimi olanlar böyle yaptılar.

Görevlerini yapsalardı bu olanlar önemli değildi, bizim başka işlerimiz vardır. Ama onlar maalesef sonunu getiremediler. İslâm düzeni yerine küfür düzenini sağlamlaştırdılar. Onlar kendilerinin hesabını kendileri verirler.

Bizler ise ne yapıyoruz?

Yeni cemaat oluşturuyoruz...

Böyle oyunlara gelmeyelim diye Kur’an bize bunları anlatmaktadır. Düşmanla savaşmak kolaydır. Kötülükleri CHP’den biliyorduk. Onu indirdik mi işlerin çözüleceğini sandık. Oysa bizim başarımızdaki eksiklerin kaynağı CHP değil, MHP değil, bizzat Millî Görüşçülerin kendileridir, bazı tarikat ehlidir. Onlar babadan duydukları İslâmiyet’i, bin sene önceki yorumları İslâmiyet sanarak ve bu İslâmiyet’i bozmamak için tüm siyaseti boyunca Erbakan’ı “Adil Düzen”den, “Adil Ekonomik Düzen”den ve Akevler’den uzak tutmaya uğraştılar. Çünkü onlara “biz sizdeniz” diyen ve buna yemin edenler vardı.

Biz Adil Düzen Çalışanları öyle olmayacağız. Böyle diyenlere bir şey demeyeceğiz. Ama onların söylediklerine inanmayacağız. Biz eski arkadaşlarımızı terk etmeyeceğiz, onları unutmayacağız. Gülen Cemaati de AK Parti de bizi unuttu, dünyayı kendilerinin fethettiklerini sandılar; oysa olanların hepsi Allah’ın takdiri ve düzeni idi.

Sömürü sermayesi önce insanlığı dinsizleştirmek istedi. Böylece dünyayı yönetecekti. 1960 müdahalesini yaptı. Orduyu getirdi. Menderes’i astı. Zannetti ki ordu dinsizdir, dini yok edecektir. Oysa ordu tam tersini yaptı, çok partili anayasayı getirdi, demokrasiyi getirdi. İslâmiyet’in yeniden canlanması başladı.

Sömürü sermayesi İslâmiyet’i yenemeyeceğini anlayınca sadece din olarak gelmesini ama şeriattan uzak durmasını istedi ve bunun için S. Demirel’i görevlendirdi. Allah da Necmettin Erbakan’ı görevlendirdi.  Demirel, Erbakan’ın şeriatçı devleti olmasın diye eskiden saldırılan tarikatları ve Nur Risalelerini okuyanları destekledi.

İşte, bugünkü AK Parti ve Gülen Cemaati bu tarihî gelişmenin sonucudur. Her ikisi de şeriatı unuttular, mevcut düzende başarıdan başarıya ulaştılar.

İşte onların etrafını böyle “biz sizdeniz” diyenler sarmıştır. Şimdiki sancı budur.

Adil Düzen Çalışanları Kur’an’ın bu âyetlerini çok iyi bir şekilde okumalı ve değerlendirmelidirler.

Onların ilk yaptıkları iş tefrikadır. Bu âyetin ana teması budur. Ayrılıkçı oldukları halde “biz sizdeniz” diye yemin ederler. Siz de onları yanınıza alıp eski arkadaşlarınızı unutursunuz. Sonra ise fırsat belirince sizden ayrılırlar ve sizin yıkılmanız için fırsat kollarlar.

Sizinle beraber ses çıkarmadan çalışırlar. Kardeşi Nurcu ise kendilerini Nurcu olarak sayar/lar. Babası hacca gitmişse, kendisi hacıymış gibi yapar/lar. Her yerde sizin gibi düşündüğünü göstermeye çalışır/lar. Bir bakarsınız ki bir gün ani darbelerde sizin karşınızda olur/lar.

Müminlerin ve müslimlerin böyle takiyyeleri ve hileleri olamaz.

Gizli istihbarat İslâmiyet’te yoktur, kılık değiştirmek İslâmiyet’te yoktur.

Kur’an bunları bilmemizi ve öyle yapmamamızı ister; şeriatın hükmü ne ise onu yapmamızı ister.

Bunlar namazlara devam edemezler, hele sabah namazlarını hiç kılamazlar.

Bunların kim olduğunu değil, kimler bunlardan değildir, onu bilmemiz gerekir. Meçhul insanlarla değil malum insanlarla iş yapmalıyız. Meçhulleri malum hâle getirmek için de onlarla sıradan ilişkiler kurmalıyız. Onlara güvenerek bir iş yapmamalıyız. Bu kimseler sizinle beraber olup namaz kılarlar. İçki içmeyenleri bulup onlarla iş yapmalıyız.

وَيَحْلِفُونَ بِاللَّهِ

(Va YaXLiFUvNa BilLAHi)

“Ve Allah’a hulf ediyorlar.”

لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللَّهُ بِاللَّغْوِ فِي أَيْمَانِكُمْ وَلَكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا عَقَّدْتُمُ الْأَيْمَانَ فَكَفَّارَتُهُ إِطْعَامُ عَشَرَةِ مَسَاكِينَ مِنْ أَوْسَطِ مَا تُطْعِمُونَ أَهْلِيكُمْ أَوْ كِسْوَتُهُمْ أَوْ تَحْرِيرُ رَقَبَةٍ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلَاثَةِ أَيَّامٍ ذَلِكَ كَفَّارَةُ أَيْمَانِكُمْ إِذَا حَلَفْتُمْ وَاحْفَظُوا أَيْمَانَكُمْ كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ (89Maide )

“Allah sizi yeminlerinizdeki lağv ile muaheze etmez, yeminleri ta’kid ettiğiniz için muaheze eder. Keffareti ehlinizi it’am ettiğinizin evsatı ile on miskini it’am etmektir. Yahut onların kisvesidir. Yahut bir rakabeyi tahrir etmedir. Kim bulamazsa otuz gün oruçtur. Bu hulf ettiğinizde yeminlerinizin keffaretidir. Yeminleri hıfz ediniz. Şükredersiniz diye âyetlerini böylece tebyîn etmektedir.”

Burada yemin edilmemesini teşri etmekte, yemini bozanların değil yemin edenlerin keffaretini hükme bağlamaktadır. Diğer taraftan hallafin mehin (لَا تُطِعْ كُلَّ حَلَّافٍ مَهِينٍ) (Bayağı, çok yemin edenlerin hepsine uyma) diyerek yemin etmenin kötülüğünü anlatmaktadır.

“Yeminleri hıfz ediniz”den murat, sık sık yemin etmeyiniz demektir. Karşı tarafı inandırmak için yapılan yeminlere “hulf” denmektedir. Böyle yeminler ancak hakemler karşısında yapılır. Demek ki gelişigüzel yemin edenler münafıklardır. Bu şekilde kendilerinin sizden olduğunu iddia edenler münafıklardır.

Böyle Allah’a yemin edenlerin bu sözlerine kanmamalıyız. Yemin ediyor demek, o kendi söylediğinden ve yaptığından emin değildir demektir. Şiddetli bir şekilde savunma da gerekmemektedir. Her kişinin bizimle olması gerekmez.

إِنَّهُمْ لَمِنْكُمْ

(EinNaHuM MiNKuM) 

“Onlar sizdendirler”

Kur’an burada insanları ikiye ayırmaktadır; bizden olma veya bizden olmama.

Bu “bizden” nedir, “bizden” ne demektir?

Kur’an insanların gruplanmasını meşru görmektedir.

Yeryüzü ülkelere, ülkeler illere, iller bucaklara, bucaklar ocaklara ayrılmaktadır.

“Bizden” demek bizim ülkeden, “bizden” demek bizim ilden, bizim bucaktan, bizim ocaktan demektir. Bir insan bir ülkenin, bir ilin, bir bucağın, bir ocağın sakini olur. Onlardan biridir. Çift vatandaşlık yoktur. Bunu istihsanla biliyorduk da delilimiz yoktu. Bu âyet çift vatandaşın olamayacağını bildirmektedir. Bizden olanlar bizim dışımızda olmazlar.

Ben nerenin sakini ve vatandaşı isem oranın haklarına sahibim, orada görevlerim vardır. İki yerde birden olamam. Ancak bir yerin sakini veya vatandaşı olabilirim.

İnsanlarda hicret vardır ama çifte vatandaşlık yoktur. Bir yerden diğer yere gittiğiniz zaman artık siz oranın ferdisiniz. Eski yeriniz ile yeni yeriniz arasında iyilik tesis edersiniz. Ama eğer çıkar çatışması söz konusu olursa, bulunduğunuz yerin hukukunu korursunuz, ona karşı görevlerinizi yaparsınız.

Ülke, il, bucak, ocak bölünmeleri dikey bölünmedir, toprakların bölüşülmesi ile doğar. Buna karşılık yatay bölünme vardır. Bunlar dayanışma ortaklıklarıdır; ilmî, ahlakî, meslekî veya siyasî dayanışma ortaklıklarıdır. Burada da bizden olanlar başkalarından olamazlar.

Bizden olanların başkalarından olamayacakları mefhumu muhalefetle değil, yemin etmelerindendir. “Sizdeniz” vurgulaması başkalarından olmadıklarını ifade eder.

وَمَا هُمْ مِنْكُمْ

(VaMAvHUM MiNKuM)

“Oysa onlar sizden değildirler”

İnsan topluluk içinde yaşayacak şekilde yaratılmıştır, tek başına yaşama imkânına sahip değildir. Ümmet kelimesi bunu ifade eder.

Bizden olmadıklarına göre başkalarındandırlar. Bu topluluk ferdi iken başka toplulukların lehine çalışmak; işte reddedilen budur. Lâiklik burada devreye girer.

Eğer din ile devleti aynı sayarsanız, bu devletin içinde İslâmiyet’i savunma durumunda kalırım, bu da ikiyüzlü olma demektir. Ben Türk vatandaşıyım ama dinim İslâm’dır. İlim İstanbul’dur ama ülkem Türkiye’dir, çünkü ilim ülkemin cüzüdür.

وَلَكِنَّهُمْ قَوْمٌ

(VaLAvKinNaHuM QaVMun)

“Velâkin onlar kavimdir”

Kavim” kelimesinin iki manası vardır. Biri, insanlığın arasında illerin merkezinde bir topluluktur. Diğeri ise herhangi tüzel kişiliği olan topluluktur.

Bir toplulukta ayrı topluluk oluşturma, gizli topluluk oluşturma, diğer gruplar aleyhinde topluluk oluşturma kötüdür, paralel bir oluşumdur, bölücülüktür.

Vatandaşların kamu görevi yapma yükümlülükleri vardır. Görev yapanların hakları vardır. Kamu görevi aynı zamanda haktır. Bir kamu görevi açıldığı zaman talip olanlardan en kıdemli olana o görev verilir. Kıdem sırası önde olan demektir.

Bunu nasıl bileceğiz?

a) Tahsili, b) yaşı, c) o işteki kıdemi ve tecrübesi, d) kabiliyeti.

Herkesin buna göre resmi dereceleri vardır. Kadro açıldığı zaman kendi çevresinde en üst derecede olan kimse çağrılır; o gelmezse ondan sonrası çağrılır, kamu personeli böyle alınır. Bucakta, ilde, ülkede ve insanlıkta görevlendirme böyle yapılır.

Görevliler kendi üstlerini kendileri seçerler ve istedikleri zaman değiştirirler.

Bir birlikte ikilik yaratma nifaktır, haramdır. Başkana mutlak itaat edilir. Beğenmezsen değiştirirsin ama orada kaldığın müddetçe başkana mutlak olarak bağlı olmak gerekmektedir.

يَفْرَقُونَ (56)

(YaFRaQUvNa)

“Firak ediyorlar. / Ayrılıyorlar.”

Bu âyetin bugün ele alınması, olayların şimdi cereyan etmesi bir mucizedir. Bu da paralel devlet anlayışıdır. Türkiye’de ve dünyada yukarıda anlattığımız adil atama sistemi yerine keyfi atamalar vardır, merkezi atamalar vardır. Daima bölünmeler ve temizlenmeler vardır.

Cumhuriyet kurulduğu zaman büyük miktarda Müslüman bürokrat vardı. Cumhuriyeti kuranların bunları devre dışı bırakabilmesi için sakal yasaklandı, şapka örtülmesi mecbur edildi, Cuma günü tatili Pazar gününe çevrildi, içki ve kumar masaları icat edildi, balolar tertiplendi... Bunları yapmayanlar devlet memurluğundan atıldı. Böylece dindarlar ya dinlerini yani din anlayışlarını değiştirdiler ya da görevlerini terk edip ayrıldılar.

Bu kayırmalı paralel devlete ve gizli örgüte karşı paralel örgüt kurulamadı. Sonra Demokrat Parti iktidara gelince bu kadroyu temizlemek istedi. Ama onlar da Demokrat Partili gibi görünerek devletteki kalan Müslümanları da ayıkladılar.

Bugün de durum farklı değildir. Adil bir atama sistemi olmadığı için her gelen kendi adamını atamak istiyor. Bu şekilde paralel devlet anlayışını getirmişlerdir.

Kur’an birilerini meşru görüyor, diğerlerini görmüyor. Birilerine sizden diyor, diğerini siliyor.

1973 seçimlerinde İzmir’den gönderdiğimiz listelerde böyle değiştirmeler olmuştur.

Merkezi atama sistemi böyle bir paralel oluşmaya imkân verir. Merkezde iyi insanlar kötülenir, kötü insanlara iyi denir. Sonunda kötüler işbaşına gelir.

Bugün ANAP ve DYP’nin tasfiye edilmiş olması işte buradan gelir. S. Demirel yıllarca “Millî Görüşe oy vermeyin, bölünmeyin, yoksa CHP gelir, dinsizlik gelir” demiş, ama sonunda %5 oyunu oraya yani CHP’ye aktarmıştır.

Askerlikte herkesin üstü vardır, temel tezkiyeyi o yapar. Böyle tezkiye edile edile en üst kademeye çıkabilirsiniz. Bu sebepledir ki askerlikte paralel devlet kurulamıyor, devletimiz yaşıyor. Aksi halde devletimiz ikiye bölünür, çatışma olur ve Osmanlıların yıkılması gibi Cumhuriyet de yıkılır gider.

Yerinden yönetim, hakemlik sistemi, dayanışma ortaklıkları, hicret demokrasisi bölünmeyi önler. Bunları yapmadığınızda veya yapamadığınızda, anayasamızda bölünmez bir bütün olan Türkiye devleti bölünür ve parça parça olur. Çünkü nasıl vücutta mikroplar varsa, benzer şekilde de toplulukta mikroplar vardır. Mikroplara sen mikropsun denmediği gibi münafıklara da sen münafıksın denmez. Münafık olunur ve işler onlarla yapılır. Siz şeriata göre hareket ederseniz onların bir zararı olmaz. Şeriatın dışında hareket ederseniz onların kötülükleri ortaya çıkar.

لَوْ يَجِدُونَ مَلْجَأً أَوْ مَغَارَاتٍ أَوْ مُدَّخَلًا لَوَلَّوْا إِلَيْهِ وَهُمْ يَجْمَحُونَ (57)

(LaV YaCiDUvNa MalCaEan EaV MaĞAvRATin EaV MudDaPaLan LaValLaV EiYHi Va HuM YaCMaXUvNa)

“Bir melce veya mağaralar veya müddehal bulabilseler ona tevelli ederlerdi ve onlar cumh ederler”

Burada üç ismi mekân getirilmiştir; Melce’, Mağaralar, Müddehal.

“Dahala” dâhil olmak, girmek demektir. “Müddehal” iddihal etmekten ismi mekândır. Kendi kendine peyderpey duhul etmek demektir. Duhul (1.bab) ve idhal (if’âl) babları geçmektedir, bir tek yerde burada “müddehal” olarak (iftiâl babı) geçmektedir.

Kur’an’da geçen bu kelime mütevatir kıraatte yalnız iki şekilde geçmektedir. Çoğu “müddehalen” kıraat etmektedir, bir kari “müdhalen” şeklinde kıraat etmektedir.

Kelime olarak alırsak (LaV EaV EaV) (La EiLaYHi Va) (YaCiDUvNa YaCMaXUvNa ValLaV) (MalCaEan MaĞAvRATin MudDaPaLan) (HuM)

Üç fiil, üç isim ve 6 harf vardır. (3+3+6+1) 13 etmektedir.

 

 

Uzun

Sesliler

Sert

Yarı Sürekli

Sert

Sürekli

Yumuşak

Sürekli

Yumuşak

Süreksiz

Sert Süreksiz

Boğaz Kameri

 

 

      

               Ğ:1

Y:3

X:1

 P:1

          H:2

E :4

 

 C:3  

Şemsi

      

       A:2:

 R:1 L:7

N:2N 3

 

 

T:1

D:2 (3)

 

Dudak Kameri

U:2

 M:4  

V:6

 

 

9(10)

 

Harfler üçlü sisteme göre sıralanmıştır. Boğazda 3*5=15 Dudakta 3*4=12 Kameriye.

Yarı sürekliler 15 etmektedir. Toplam 42 eder. D harfini iki sayarsak 45, üç sayarsak 46 etmektedir. Asımın kıraatinde üç harftir. Biz ona göre mana vereceğiz.

“Dahala” girdi demektir. “Edhala” idhal etti, içeri soktu demek olur. “İddahala” iftiâl babındandır. Kendi kendisinin içine koydu demektir. Şeffaflaşıp görünmemek anlamındadır.

“Melce’” ise kendisine loca özel odadır, özel oda demektir. Düşmanın giremeyeceği yer anlamındadır. Bunlar hem bir topluluktur hem de gizlidir. Yani bizim bilmememiz için gizli olmaları gerekmektedir. Kendi aralarında anlaşmak için de açık olmaları, görüşülebilecek yerleri olmaları gerekir.

Nasıl yapsınlar ki bizden saklanabilsinler ama kendi aralarında anlaşsınlar?

Bunların üç yollarının olduğu anlaşılmaktadır. Birincisi, bunların özel kapalı toplantı yerleri vardır. Orada toplanır, görüşür ve konuşurlar, bunu başkaları duymaz ve bilmez.

1) Kapalı Toplantılar: Biz toplantı yaptıklarını biliyoruz ama bizi içeri almadıkları için ne konuştuklarını bilemiyoruz. Bu melce’dir.

2) Gizli Toplantılar: Toplantı yaptıklarını da bilemeyiz. Toplantı yapar ve kararlar alırlar. Otel odalarında tesadüfen bulunur gibi yapar ve orada hükümeti indirir hükümeti nasb ederler. Asıl suç budur. Soruşturan var mı?

3) Şifreli Yazışmalar: Şifreli görüşmeler ise bizim bilmediğimiz özel işaretler, giyimler, değişik anlamda kelimeler.

Bunlar meşru sayılmamaktadır.

4) Dördüncü bir görüşme vardır. O da necvadır. Konusu bilinmemektedir. Şahsi sorunların ortaya dökülmesini önlemek için yapılır.

لَوْ يَجِدُونَ مَلْجَأً

(LaV YaCiDUvNa MalCaEan)

“Bir melce bulabilseler”

Melce” sığınılacak yer demektir. Düşmanın gelip yakalayamayacağı yerdir. “Loca” veya “lonca” kelimeleriyle yakınlığı vardır. “Avz” ise insana yapılan sığınmadır.

Onlar sığınılacak insan değil de yer aramaktadırlar. Kapalı toplantılar yapmak için bir yer bulacaklar. Masonlar kendilerine “localar” ismini vermektedirler.

Gizlilik fıraktır. Her kişinin şahsi gizliliği olabilir, sırları olabilir. Aile içi sırlar olabilir, hattâ aşiret sırları olabilir. Ama bir bucağın sırları olamaz. Bucak üretim yapmaktadır, mallarını dünya piyasalarına sürmektedir. Hukuk düzeni içinde yaşamaktadır. Kapalı veya gizli işler demek paralel oluşmalar demektir. Firaktır.

أَوْ مَغَارَاتٍ

(EaVMaĞAvRATin)

“Veya mağaralar”

Mağara” ğavr edilen yerdir yani suyun çekilip yer altına girmesi ğavrdır. Bunlar da yüzeyde görünmez, kendi dünyalarında görünmeden yaşamak isterler.

Burada dikkatimizi çeken bir husus vardır, “melce”’ ve “müddehal” tekil olarak getirilmiş olduğu halde “mağarat” kurallı dişil çoğul getirilmiştir ve yine ikisi arasına alınmıştır. Mağaralarda saklanmak kötü bir iş değildir. Ashabı Kehf mağaraya sığınmıştır. Hazreti Muhammed gara sığınmıştır. Bunlar ise mağaralara gitmek isterler. Ashabı Kehf fitne yapmak üzere mağaraya sığınmamış, fitneden kurtulmak için sığınmıştı. Bunlar korunmak için değil, kendilerine zulüm yapıldığı için değil, zulüm yapmak için kendilerini saklamak için mağaralara tevelli ediyorlar.

Bu ifadeler de gösteriyor ki biz onlara ayrıcalık yapmayız. Kesin olarak ispatlanmış fiil yoksa onlara ceza vermeyiz. Onların özgürlükleri bizim özgürlüğümüz kadardır.

Onlar iktidar oldukları zaman bizi yok etmek isterler ama hiçbir zaman muvaffak olmazlar. Biz ise onları yok etmek istemeyiz, onların ıslah olup kötülüklerden vazgeçmelerini isteriz. Biz garlara gideriz, onlar mağaraya giderler. Çoğul olması gösteriyor ki bizsiz her şeyleri olsun isterler. Petrol onların olsun; böylece bizi yakıtsız bırakıp hükmetmek isterler. Biz ise petrolün beşte birini zekât olarak alırız, ondan sonra gümrük olmadan dünyanın bütün pazarlarına süreriz. Biz birlik için, onlar ise ayrılık için çalışırlar.

Demek ki gümrükler ve patentler mağaratın birer parçasıdır.

أَوْ مُدَّخَلًا

(EaV MudDaPaLan)

“Veya müddehal”

İftial babındandır. Kendi içine kapanıp ipek böceğinin oluşması gibi oluşacaklar. Hazırlanacaklar, sonra birden saldıracaklardır.

 “Sizden olduklarına yemin ederler”den sonra bu âyetin gelmesi, buradaki ifadelerin “görünürde kaçma değildir”e karinedir. Onlar gizli toplantılar yapar ve orada karar alır, sonra birden beklenmedik uygulamalar yaparlar.

Medine’deki Yahudiler böyle yapmışlardı. Baştan bizimle anlaşmış, tamamen müşriklerden daha çok bize yakın görünmüşler, hemen anlaşmalara katılmışlar. Hep beraber birlikte sorunsuz yaşarken, sonunda Mekkelilerin artık galip geleceklerine kanaat getirince gizli gizli onlarla anlaşmışlar, bizi içerden vurmak istemişlerdir. İşte ondan sonra da olanlar olmuş, Medine Yahudileri asılmış, kadınları ve çocukları esir edilmiştir.

Daha sonra da İspanya’dan kaçan Yahudiler Osmanlıların yakınında olmuş, ama Osmanlılar yenilince birden Müslüman düşmanı kesilmiş, Osmanlı düşmanlığı başlamış ve Türk milletine en büyük zulmü yapmışlardır.

Biz ne yaparız?

Babaları böyle yaptı diye çocuklara düşmanlık yapamayız. Bugün Türkiye’deki Yahudilere en küçük bir kötülüğümüz yoktur. ABD sömürü sermayesinin temsilciliğini yaptıkları ve Türkiye ekonomisine darbeler vurdukları halde biz bir şey yapmıyoruz. Otel odalarında para koyarak bizi iktidardan indirdikleri halde biz bir şey yapmıyoruz. Onlar sanıyorlar ki bizim gücümüz yok da ondan böyle yapıyoruz. Öyle değil, onlar bir değildirler. Açıkça tarafsız yargı kararı olmadan bir şey yapmayız.

لَوَلَّوْا إِلَيْهِ

(LaValLaV EiLaYHi)

“Ona tevelli ederlerdi”

Bulsalar ona tevelli ederlerdi. Şart muzari ile getirilmiş, haber ise mazi ile getirilmiştir. Geçmişin hikâyesinde muzari mazide cereyan eder. Bulsunlar. Bulsalardı oraya dolarlardı diyerek; bulamadılar, bulamadıkları için sizinle beraberdirler anlamındadır.

Onlar sizinle beraber olduklarını yeminle iddia ediyorlar, sizden ayrı bir yer bulmak için uğraşıyorlar ama bulamıyorlar da onun için beraber oluyorlar.

Biz onları Medine’den ve Arabistan’dan çıkardık ama onlara Kudüs’ü verdik. Onları orada bizimle beraber yaptık. Hazreti Ömer Kudüs camiinde namaz kılmamıştır. Eğer ben şimdi kılarsam sonra Müslümanlar onu mescit yaparlar demiştir. Satın aldığı bir yerde mescit yaptırmıştır.

İspanya’dan geldiler ve biz onların dünyanın en güçlü kavmi hâline gelmelerine sebep olduk. Onlar ise hâlâ bizimle savaşmaktadırlar. Filistin’e gelip yerleşmeleri yetmiyor, bizi köle olarak kullanmak istemektedirler.

Buradaki mazi fiili gösteriyor ki; evet, onlar böyle bir şey bulsalardı çoktan gitmiş olurlardı ama bulamadıkları için buradadırlar.

وَهُمْ يَجْمَحُونَ

(Va HuM YaCMaXUvNa)

“Onlar cumh ederler”

Onlar orada cumh etmiş olarak tevelli ederlerdi.

“Cemeha” kelimesi “cemea” kelimesi ile akrabadır. “Cemea” da bir yerde toplanmak için bir araya gelmedir. “Cemeha” ise bir yerlerden kaçmak için, oralardan kurtulmak için bir araya gelmedir. Hâl cümlesi olarak getirilmiştir. Fırsat bulanlar oraya dolacaklardır.

Hazreti Ömer’den beri Kudüs’ü onlara merkez yaptığımız halde onlar orasını melce’ kabul etmişler ve orasını vatan yapmak istemişler, 60 senedir kan akıtmaktadırlar. Müslümanlar nüfus olarak iki milyara yakındır. Onlar yüzde bir bile değildir. Demek ki onlar on Filistinliyi öldürseler, kendileri bir ölseler yine bitiremezler. Böyle saçma bir savaşa girişilir mi? Oysa onlar Filistinlilerle iyi geçinselerdi, İslâm âlemi ile birleşir, Hıristiyanları çok kolay uzaklaştırabilirdik. Ama öyle yapmadılar. Onların şerlerinden dolayı biz Hıristiyanlarla bir oluyoruz. Sonuç olarak Kur’an’ın bildirdiği olmaktadır.

 

وَمِنْهُمْ مَنْ يَلْمِزُكَ فِي الصَّدَقَاتِ فَإِنْ أُعْطُوا مِنْهَا رَضُوا وَإِنْ لَمْ يُعْطَوْا مِنْهَا إِذَا هُمْ يَسْخَطُونَ (58)

(Va MiNHuM MaN YaLMiZuKa Fıy elÖaDAQavTı FaEiN EaGOaV MiNHAv RaWUv Va EiN LaM YuGOaV MiNHAv EiÜAv HuM YaSPaOUvNa)

“Ve onlardan sadakatta sana lemz edenler vardır. Eğer ondan onlara ita edersen razı olurlar, ita etmezsen suht ederler.”

Şimdiye kadar yaptığımız yorumlarda sermayeye işaret ettik, bunlar onlardır dedik. Onların ne düşündüklerini ve ne duyduklarını ifade ettik. Söylediklerimizi size göstermemiz zordur ama bu âyet çok açık olarak onları ortaya koymaktadır.

“Sadakat” devlet bütçesidir. Sömürü sermayesi sahipleri devleti ele geçirmiş, bütçeyi kendi malları imiş gibi kullanmaktadırlar. Kredi onların hakkı, krediyi sadece kendilerine vereceksin, hem de başkalarına vermemek üzere onlara vereceksin.

Biz Halk Partisi (CHP) ile birlikte iktidar olmadan önce Erbakan Odalar Birliği (TOBB) başkanı olmuştu. 55 milyon lira mevduat vardı. 5 milyonu İstanbul’daki bankalar topluyor, 50 milyon Anadolu’dan geliyordu. Kredi olarak 50 milyon İstanbul’a veriliyor, 5 milyon Anadolu’ya veriliyordu. Odalar Biriliği Başkanı olarak Erbakan bir öneri getirdi; her il kendi mevduatını kendisi kredilendirsin. İşte bunun üzerine S. Demirel tuttu seçilmiş Odalar Birliği Başkanı Erbakan’ı makamından uzaklaştırdı! Erbakan Başbakan olduğunda “havuz sistemini” getirdi diye kızdılar. Otel odalarında kararlar aldılar, bu kararları uygulamak için paralar topladılar ve hükümeti düşürdüler. Başbakanın biri Aydın Doğan’ın yanına gittiği zaman iyi başbakandı. Erdoğan onlara değil de başkalarına kredi verdi diye kötü kimse oldu. Onlara vereceksin, başkalarına değil; hep onlara vereceksin.

Enflasyondan düşük faizle krediyi onlara verirseniz razıdırlar. Başkalarına vermeyeceksin. Bir de enflasyonu düzeltip onların kârını azaltmayacaksın.

Devleti soymanın yolunu böyle bulmuşlardır.

Bu yapılanlar yalnız burada kalmıyor, yalnız bu kadar da değildir. Çıkardıkları ağır vergiler ve birçok yasaklar sebebiyle meşru kazanma imkânı yoktur. Vergi kaçırmasak yaşayamayız. Bunu bilen devletimiz KDV’yi çıkarıyor ama onda bir bile fatura kesilmiyor. Böylece kayıt dışı ekonomi içinde hesap yok, kitap yok; ilkel bir ekonomi içinde yaşıyoruz.

Halk Bank Genel Müdürü birilerinden para toplamış. Evinde dört milyon dolar bulunuyor. Bunu suç sayıyor. Genel Müdür bankaya zarar mı ettirmiş, sen onu tetkik et. Hangi işte bankayı zarara sokmuş. Banka kazanmış, o da kazanmış. Hayır, hep o kazanacak, senin bankan olmayacak. S. Demirel kendi kardeşlerine dışarıda kredi buldu diye basın ayağa kalktı. Kendi adamlarının bile parmağını yalamasına izinleri yoktur.

Daha büyük sahtekârlıklar yaparlar. Kanun çıkarırlar ve vergileri kotaları lehlerine yaparlar, kendileri yararlanırlar, ondan sonra Danıştay’a iptal ettirirler ve başkalarının yararlanmasını önlerler. Devlet yalnız onlar için çalışmalıdır.

Ben Süleyman Karagülle olarak 14 sene kamu görevi yaptım. 7 sene askerlerle çalıştım, 7 sene de sivillerle çalıştım. Kırıkkale, Elmadağ, TEK, EGO, İzmir Sanayi Bölge Müdürlüğü, Sümerbank gibi yerlerde her sene bir yer değiştirdim. Onlar oradan oraya sürdüler, ben de böylece devletin nasıl işlediğini öğrendim. Sonra Kooperatif kurdum. Onlardan olmayan bir işletmeyi 45 senedir işletiyoruz. Onlarla geçen maceramız bir tarihtir. Partiler kurduk, bu maceramız da herkes tarafından çok iyi bilinmektedir.

Erbakan dâhil arkadaşlarıma anlatamadım. Erdoğan da anlamıyor. Onlar oyun oynuyorlar ama o farkında değildir. Size birkaç tanesini anlatayım.

1- Orgeneralleri hapse tıktılar ki günü gelince kendisini de tıksınlar. Bakanların çocukların hapsettiler ki günü gelince kendi oğlunu da hapsetsinler. Ergenekon ve Balyoz davaları hep günü gelince Erdoğan’ı da yargılasınlar diye yapılmaktadır.

2- Yargı dokunulmazlığı deyip yargıya dokunamazsın diyerek ayarladılar. Şimdi F. Gülen’in adamlarını görevden alıyorlar. Çünkü onlar sadık kimselerdir. Kendisine düşman olanları yerleştiriyorlar. Ergenekon davasını yürüten savcı yerindedir. Onun emrindeki şube müdürünü alıyorlar. Kendi arkadaşlarını bakanlıklardan uzaklaştırdı. Meçhul kimseleri bakan yaptı. Sonra biri yakayı ele verdi. Onun oğlunu da tutukladılar. Çünkü o onların yanındadır.

3- Millî Eğitim Bakanı, F.Gülen’le arasını açsın diye dershane uydurmalarını çıkardı. Uydurma gariplikler gibi uydurma kız-erkek arkadaşlığı icat ettiler. Ama bu sistemi yürüten bakan yani Millî Eğitim Bakanı hâlâ bunların farkında değilse zavallıdır. Orada oturmamalıdır. Farkında ise haindir, yine görevden alınmalıdır.

4- Seçim aylarına girildi, Maliye’nin aklına yeni geldi! Çok yıllar öncesinde hazırladığı kanunla bugün AK Parti’nin oy kaybetmesi için operasyonlar yapılmaktadır. Basın ve televizyon bunu bütün halka duyurup bilinçaltında AK Parti’ye karşı nefret uyandırmaktadır. Kırk senedir kooperatiflerimize bu saldırılar yapılmıştır ve hâlen saldırılar devam etmektedir. Şimdiye kadar kimseden almadıkları cezayı ilk defa bizden aldılar. Örnek uygulama olmadığı için de bir türlü tahsilât yapmadılar. Herkes aynı şeyi yapıyor, suç değil, ama bakanın oğlu yapınca suç oluyor.

5- Operasyonun planlamasını yapanlar Erdoğan’ı o tarihlerde Türkiye’de bulundurmamak için bir yıl evvelden gezileri ayarlamışlar ve Türkiye yıkılıyor, Erdoğan geziyor! Ne var ki AK Parti sadece Erdoğan tarafından oluşturulmuş değildir, Millî Görüş kadrosudur. Yöneticilerin her biri Başkan/Başbakan kadar güçlüdürler, kendi başlarına karar verip uygulayacak seviyededirler. Bu sebepledir ki Erdoğan’ın olmaması belki daha sağlıklı kararların alınmasına sebep olmaktadır. Ayrıca bugün telefon var, uzak ile yakın fark etmez.

وَمِنْهُمْ مَنْ يَلْمِزُكَ

(Va MiNHuM MaN YaLMiZuKa)

“Ve onlardan seni lemz edenler vardır.”

Buradaki “Minhum” haberdir. “Men Yelmizuke” mübtedadır. Sadakatta lemz edenler de onlardandır. Yani sizden olmayan, sizden olduğunu hulf eden kavimdendir.

Burada “Men” geldiğine göre, kim olursa olsun kendilerine verilmediği halde saldıran herkes onlardandır. Halk Bank Genel Müdürü eğer zimmete geçirmişse bunu önce bakana bildirirsin. Bakan onu isticvap eder. Kanaat getirirse ki takip edilecek, takip eder. Halk Bank Genel Müdürü kadrolu biri değil mi? Bakanlığın izni olmadan nasıl olur da onun evi aranabilir, telefonu dinlenebilir. Ama AK Parti böyle saçma kanunları ortaya çıkardı, okumadan kanunları AB hatırı için yaptı ve sonunda böyle oldu.

Burada bir şeyi daha hatırlatmak isterim. AK Parti hiçbir zaman AB’ye girmeyi istememiştir ama bize yapılan zulümlerden kurtulmak için AB’yi melce kabul etmiştir. Böylece güya demokrasi getirecekti. Kediye ciğeri emanet ediyordu. AK Parti bütün bunları samimiyet içinde yaptı ama sonunda gerçekleri görmeye başladı. Şimdi seçimlerde %50’den fazla oy alırsa tüm bu yapılanlar ters tepmiş olacaktır.

“Remz” özel işaret demektir. Parola gibi tarafların anlayabileceği işaretlerdir. Türkçede “rumuzlu konuşma” deyimi vardır. Kur’an’da işaretli konuşma remz şeklinde anlatılmıştır. “Lümeze” “Rümeze”den dönüşmüş bir kelimedir. İğneli konuşma yanında kapalı konuşma anlamını taşır. Meramını karşı tarafa anlatır ama suçlanmamak için de açıkça ifade etmez. Burada iki sıfat isim yerine geçmiştir. Veyl bu iki sıfatı birden taşıyan kimseyedir. Tek başına iğneli konuşma, tek başına rumuzlu konuşma değil de, ikisini birden yapmak günah sayılmıştır.  Her iki kelime de sıfatı müşebbehedir. Kişinin bu tür konuşmayı sanat haline getirmesidir. Topluluk içinde bu nevi fitne ve fesatlık yapan, yaygara yapan, bozgunculuk yapan tipler vardır. Bunlar açıkça cephe alıp kritik yapmazlar fakat öyle sözler söylerler ki, dinleyiciler onların sözlerinin etkisinde kalarak kötü görüşlere sahip olurlar. Örneğin, suç olmayan fiilleri suçmuş gibi konuşurlar. Karşı taraf da bunun etkisinde kalarak hemen savunmaya geçer. Suç işlemiş insanlarla görüşmeyi suç sayarlar ve insanların görüşmesini önlerler. Bir parti üyesinin başka bir parti üyesi ile görüşmesini ahlaksızlık sayarak tecrit etmeye çalışırlar. Oysa bir müminin temel görevi herkesle görüşmek, onların görüşlerini almak ve tebliğde bulunmaktır.

Evet, diyelim ki Halk Bank Genel Müdürü bir banka yöneticisi olarak ülkeye faydalı iş yaptı. İran’dan petrol aldı. Ne var ki sermayenin koyduğu engelleri aşmak için resmi yollar dışında hareket etti. Komisyon aldı ve o komisyonu aracılara kullandı. Bu suç değildir. Bankanın parasını kendi zimmetine geçirmiş ise banka yöneticileri onu görevden alırlar. Anonim şirketin ortakları gereğini yaparlar. Bu kamu bankasıdır diyemezsiniz. O zaman banka genel müdürünün dokunulmazlığının olması gerekir. Ben banka genel müdürü olsam dört milyon dolarımı talep ederim. Benim paramdır. Sen karışamazsın.

Biz kooperatifi idare ederken senetlerimize mahkeme kararı ile el koyacaklardı. Senetler bankada kasada idiler. Bize haber verdiler, biz de senetleri alıp eve getirdik, böylece fabrikamızı kurtardık. Dört milyon dolar bankaya resmi yoldan gelmiş olmayabilir. Dolayısıyla resmileştirinceye kadar evde kalır. Sen gelip el koyamazsın. Ama hukuk bilen yok ki. Sanayi Kalkınma Bankası ile anlaştık, borcu ödeyecektik. Bankaya yerlerimizi ipotek ettik. Anlaşmayı hazırladık, ertesi gün tapuda imzalanacaktı. Onlar tuttular Akevler vergi kaçırıyor diye ihbar yaptılar. Mahkemeden tedbir istediler. Mahkeme de o gün karar verdi, ertesi gün bankaya bildirdi. Mahkeme kararı notere ulaşmadan önce muamelemizi yaptık da dört milyon dolarlık fabrikamızı böyle kurtardık. Kooperatifin mallarını zimmetlerine geçirdiler diye ağır cezada yargılandık. Mahkemeye dedik ki; kongre kararı olmadan yargılayamazsınız. Mahkeme de buna karar aldı da postumuzu kurtardık.

Kur’an’ın bu söylediklerini biz doğrudan yaşadık. Aynı oyunları oynuyorlar. Benzer iftiralarla Millî Görüş partilerini perişan ettiler. AK Parti’nin başına bunların geleceğini biliyorduk da onun için uçuruma gidiyorsunuz dedik; arabayı güzel kullanıyorsunuz ama uçuruma gidiyorsunuz demiştik. Araba hâlâ selamette değildir. AK Parti yuvarlansa bile “Adil Düzen”e bir şey olmayacaktır. Size, bu oyunları yapanları kıskıvrak yakalayacağız. Yapanı bulursak gözyaşına bakmayacağız ama hiçbir zaman kurunun yanında yaşı yakmayacağız.

فِي الصَّدَقَاتِ

(Fıy elÖaDAQavTı)

“Sadakatta”

Sadakat kamuya ait gelir ve giderlerdir, bütçedir, kamu mallarıdır.

Burada yapılanlar hakkında lemz yapıyorlar. Görevlilere geçinemeyecek kadar maaş veriliyor. Sen bankacı olarak vermiyorsun. O zaman görevli rüşvet almak zorunda kalıyor. Bu da bankayı çalıştırmıyor, banka zarar ediyor. Nitekim AK Parti gelmeden bankalar zarar etti, iflas etti. AK Parti 50 milyar dolarla bunları tasfiye etti. AK Parti buna çare buldu. Banka kredisini alıp da zengin olanlara banka çalışanlarına yardım edilmesini rica etti, onlar da seve seve ettiler. Paralarını verdiler. Resmi olmayan fon oluştu. Bunu kayıt dışı içinde yaptılar.

İşte Halk Bankası olayı budur. Bu yanlıştı. Buna gerek yoktu.

Akevler gibi yapacaklardı. Her şeyi kaydedeceklerdi. Kayıt içinde yürüteceklerdi. Bunun için mevzuatı bilmek gerekmektedir. Biz bunu yaptık. Bu sebepledir ki tüm saldırılara rağmen sonuç alamadılar. Bir hususu bu vesileyle belirtmek isterim; bizi hâkimler ve bürokratlar korudular. Hattâ özel görevli olmayan savcılar da korudular. Hele bir hâkimin baskı yapılmadan haksızlık yaptığını görmedim. Yargıtay baskı yaptı ama hâkimler yine korudu. Kooperatifimizin iflasına karar aldırdılar ama hâkimler tasfiye kuruluna bizi getirdiler. Kooperatifimiz hâlâ tasfiye hâlinde durmakta ve varlığını devam ettirmektedir.

Bu gerçekleri ne Millî Görüşçüler ne de F. Gülen’in arkadaşlarına anlatamadık.

فَإِنْ أُعْطُوا مِنْهَا

(FaEiN EaGOaV MiNHAv)

“Onlara ondan verilseydi”

Geçmişte çıkan kanunlar vardır. Sırf birilerini zengin etmek için çıkarılır. Köylüyü topraklandırma kanunu çıkar, toprak sahiplerine bol para verilip zengin edilir. Onlar İstanbul’daki sermaye ortakları ile paylaşırlar. Halka verilen toprak bir işe yaramadığı için halk onları, tapusu 25 sene sonra verilmek üzere satarlar. Böylece aynı zenginler 25 sene sonra tekrar topraklandırma kanunu ile ikinci vurgunu vururlar.

İşte bunları yapan hükümet iyi hükümettir, ondan razıdırlar.

رَضُوا

(RaWUv)

“Razıdırlar”

İktidarda olurlar. Bu CHP midir? O iyi partidir. Bu Demokrat Parti midir? O da iyi partidir. Ama bir gün gelir de memleketi düşünüp köylüyü gerçekten toprak sahibi yapmak isterse, işte o zaman Özal da olsan seni kurşunlarlar, seni zehirlerler.

وَإِنْ لَمْ يُعْطَوْا مِنْهَا

Va EiN LaM YuGOaV MiNHAv

“Ve ondan onlara verilmezse”

Erbakan ne yaptı?

Köylüyü topraklandırmak yerine Anadolu’yu sanayileştirmek istedi. Köylü çalışma yeri bulmaya başlayınca toprağını satmadı. Başkasının toprağını ekmedi. İşçilik yapmadı. Zenginler toprak alamadılar, toprakları bedava işçilikle çalıştıramadılar. İşte çare olarak PKK’yı oluşturdular. Onlara ceza vereceğiz diye irtica ile mücadele ettiler. ABD’den gelen mektuba uyan Milli Güvenlik Kurulu irticayı terörün önünde götürdü.

Görüyorsunuz ki bugün oynanan oyunların hepsi Kur’an’da anlatılıyor, bundan sonra ne olacağı da anlatılıyor. “Adil Düzen” budur, “Adil Ekonomik Düzen” budur. Yakında mağlup olacaksınız ve cehennemde haşr olunacaksınız.

Sahifelerimiz müsait olsa da sadece Akevler’de yaşananları sizlere anlatsak; Kur’an’ın söylediklerinin bir bir gerçekleşmekte olduğunu görürdünüz.

İşte biz bu Kur’an’ın bildirdiklerine dayanarak diyoruz ki “Adil Düzen”in nuru, “Adil Ekonomik Düzen”in nuru tüm dünyayı kaplayacaktır.

إِذَا هُمْ يَسْخَطُونَ

(EiÜAv HuM YaSPaOUvNa )

“O zaman onlar suht ederler”

“Sahata” “sakata” kelimesine akrabadır. “Sukut etmek” düşmek demektir. “Gadaba” kelimesi ile benzer mana taşır. “Gazab” kızıp ona saldırmak, ona ceza vermek şeklinde olur. “Sahata” ise onu dışlayıp onunla ilgilenmemek şeklinde olur.

Onların bir özelliği de senden yararlandıkları zaman sizinle beraber olur ve yakınlık duyarlar. Sizden olduğunu söylerler ama onlara sadakattan istedikleri pay verilmeyince hiçbir şey yapmasalar bile dışlar ve sizinle olan ilgiyi keserler. Çıkarları varsa yanınızdadırlar. Çıkarları yoksa sizle ilgilenmezler.

Müminler ise çıkarlarını karşıdaki kimselerden beklemezler, onlar sadece iyilik yaparlar, karşılığını da Allah’tan beklerler. Dolayısıyla herkesle her zaman iyidirler. Hattâ zararlı oldukları zaman bile onlara sabrederler. Başkaları onlara kötülük yapar, onlar iyilikle mukabele ederler. Ceza kötülüğe karşılık kötülük değildir. Ceza kötülüklerin yapılmasını önlemek içindir, caydırıcılıktır.

وَلَوْ أَنَّهُمْ رَضُوا مَا آتَاهُمُ اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَقَالُوا حَسْبُنَا اللَّهُ سَيُؤْتِينَا اللَّهُ مِنْ فَضْلِهِ وَرَسُولُهُ إِنَّا إِلَى اللَّهِ رَاغِبُونَ (59)

(Va LaV EanNaHuM RaWUv MAv EAvTAyHuMu elLAvHu Va RaSUvLuHUv Va QAvLUv XaSBuNa elLAVHu SaYuETIyNAv elLAvHu MiN FaWLiHIy Va RaSUvLuHUv EinNAv EiLay elLAHi RAvĞıBUvNa)

“Onlar Allah ve resulünün verdiklerine razı olurlarsa ve Allah bize yeter, Allah ve resulü fadlından bize verecektir, biz Allah’a rağıbız derlerse”

Bu âyette dört defa “Allah” kelimesi izhar edilmiş, üç defa da zamirlenmiştir. “Resul” kelimesi iki defa geçmekte, biri Allah’la beraber, diğeri ise Allah’tan ayrı geçmektedir. Birinci “Allah ve resulü” yargıdır. İkinci “Allah” âlemlerin rabbi olan Allah’tır. Üçüncü “Allah” ise topluluktur. İkinci “resul” ise vakıfların yöneticisi olarak hükümettir. Dördüncü “Allah” ise âlemlerin rabbi Allah’tır.

Kamu bütçesinde üç türlü iş vardır.

1) Şeriat onların paylarını belirlemiştir. Yöneticiler burada sadece paylaştırırlar. Mağdur olduğunu iddia eden kimse hakemlere gider. Burada yöneticilerin herhangi bir takdir hakları yoktur.

2) Şeriat paylarının dağıtılması işini meclislere vermiştir. Şura kararları ile bütçe yapılır.

3) Fasıllara ayrılır ve ona göre dağıtma olur. Bu topluluğun verdiğidir. Bir de başkan yani hükümet o payları bölüştürür.

Enfal Sûresi’ndeki “Allah’ındır, resulünündür ve yetim, yakınlı, yoksul ve yolculara aittir” dendiğinde bu tasnif yapılmıştır. Burada ise buna açıkça işaret edilmiş olunmaktadır.

وَلَوْ أَنَّهُمْ رَضُوا

(Va LaV EanNaHuM RaWUv)

“Onlar razı olurlarsa”

Lev” kelimesinin Kur’an’da iki manası vardır. Biri, geçmişte bunu yapsalardı şu olurdu veya şu olacaktı anlamındadır. Şart edatı olduğu için cevap cümlesi vardır. Temenni ve gerekli anlamındadır. “Lealle”nin geçmişi anlamındadır; böyle yapsalardı iyi olurdu, böyle yapmaları gerekirdi anlamındadır. Bu takdirde haber cümlesine gerek yoktur.

Bu manada “Lev”in gelmesi ancak daha önce geçen cümlelere atıf ile kullanılır. Bu sebeple burada da “Ve” ile gelmiştir. Bir tür hâl cümlesidir. İsim cümlesi olmaktadır. Razı olsalardı iyi olurdu, razı olmalıdırlar anlamı çıkar.

مَا آتَاهُمُ اللَّهُ وَرَسُولُهُ

(MAv EAvTAyHuMu elLAvHu Va RaSUvLuHUv)

“Allah ve resulünün verdiklerine”

Yöneticilerin bölüşmede karar verme yetkileri vardır.

Yöneticiler bölüştürürler. Bu arada haksızlığa uğrayanlar yargıya giderler ve haklarını alırlar. Yargı kararlarına da razı olurlar.

Aramızda çıkan her türlü nizaları yargıya götürme ve yargının son merci olması hükmü burada ifade edilmiş olmaktadır. Bölüşmede hakemlerin nasıl devreye girecekleri hususu da istihsan konusu olur.

Kendisine az verildiğini iddia edene karşı hakemi kim seçer?

Başkan seçer.

Hakemlerin kararını haksız bulan da hakemlere gidebilir.

Burada “Allah’ın onlara verdiğine razı olsalardı” denmektedir.

Bölüşme gruplara yapılabilmektedir. Sonra onlar kendi aralarında bölüşebilirler. Diyelim ki 20 hak sahibi vardır. Ortaklar ikişer ikişer gruplanır, dörder gruplanır, sekizer gruplanır. İki gruba ayrılır. İki grup hakemleri seçerler, hakemler başhakemi seçerler. Önce her grup haklarını alırlar, sonra alt grup hakemleri tayin eder, onlar haklarını alırlar.

Örnek olarak, Türkiye’nin nüfusu 100 milyonun üstüne çıktığı zaman devlet ikiye ayrılır; doğulular, batılılar. Önce bunlar ülkeyi hakemlerin kararları ile bölüşürler. Sonra illerin bölüşülmesine iner. Batı ikiye ayrılır; güney, kuzey. Böylece iller oluşur.

Bu bir istihsandır.

Siz de başka hakemlerle bölüşme önerisini getirebilirsiniz.

وَقَالُوا حَسْبُنَا اللَّهُ

(Va QAvLUv XaSBuNa elLAVHu)

“Ve Allah bize yeter derler”

Hesabımızı gören Allah’tır. Bize düşen pay Allah’ın ihsanıdır, o bize yeter, derler. Baba mirasını paylaşan kardeşler de böyledir. Sonra kendi yönetimlerini kurarlar ve o yönetimde zengin olmak isterler. Yargı bazen haksız karar vermiş olur, sizin hakkınızı başkasına vermiş olur. Siz gelene razı olacaksınız yenisini kazanmaya çalışacaksınız.

Adil yargıyı bulamadığım için bana haksızlık yapanları dava edeceğime, hayatım boyunca alacaklarımı unuttum ve yenilerini kazanmaya çalıştım, Allah da hep verdi.

سَيُؤْتِينَا اللَّهُ مِنْ فَضْلِهِ

(Sa YuETIyNAv elLAvHu MiN FaWLiHIy)

“Allah fadlından bize verecektir.”

Evet, yeni kurduğumuz devlet, il veya bucakta yeni düzende fadlından bereket gelecektir. Orada kaybettiklerimizin fazlasını Allah bize verecektir. Bir ortaklık kurduk, çalıştık ve kazandık.

Büyümüş olmanın doğurduğu sıkıntılar vardır. Büyüyen duraklamaya gider. Oturduk, anlaştık ve ayrıldık. Ayrılmanın doğurduğu bir kazanç vardır. Bu kazanç o kadar çoktur ki bölüşmede kaybettiklerimizin kat kat üstündedir.

Burada ekonominin ana kuralına da işaret etmektedir. En iyi üretim ancak yüz hanelik semtte olmaktadır. Buradaki işbölümü ve ortaklar arasındaki uyarlanma en verimli durumdur. Bir semt çoğalırsa bölünecektir ve küçüldüğü için bir kazanç ortaya çıkacaktır.

وَرَسُولُهُ

(Va RaSUvLuHUv)

“Ve resulü”

Yeni topluluk, yeni başkan, yeni hareket, yeni oluşma. Canlılarda yaşlanma diye olaylar vardır. Belli büyüklüğe ulaştıktan sonra işler iyi gitmemeye başlar.

Osmanlı İmparatorluğu büyümüş, sonra küçülmeye başlamış, Sevr’e kadar gelmiştir.

Türkler belli büyüklüğe erince devletlerini batı ve doğu olmak üzere ikiye ayırırlardı.

Roma da ikiye ayrılmış, ayrıldıktan sonra Doğu Roma bin sene daha yaşamıştır.

Ayrılıkta birine fazla diğerine az kalması önemli değildir. Yeni çaba ile başarıya ulaşılır. Bu ayrılma savaşla değil barışla olmalıdır.

إِنَّا إِلَى اللَّهِ رَاغِبُونَ (59)

(EinNAv EiLay elLAHi RAvĞıBUvNa)

“Biz Allah’a rağıbız.”

Sel yığıntısı alüvyonlu topraktır. İki zıt anlam taşımaktadır. Akıp giden manasında “rağibe kökü” kullanılıyor; akıp varan manasında da “rağbet” kullanılıyor. “Rağibe an” demek yüz çevirmek, uzaklaşmak ; “rağibe ila” demek ona yönelmek, oraya gitmek demektir.

Biz Allah’a doğru yol almayı benimsemiş kimseleriz demektir.

Böyle kimseler kendi özel çıkarları ile topluluğun çıkarlarını birleştirmişlerdir. Topluluk için can verirler. Çünkü toplulukları yenildiği zaman kendileri de ölecektir. O halde sağ kalma ihtimali vardır. Ama savaşmazsa sağ kalma ihtimali yoktur. Bunda da çıkar paralelliği mevcuttur.

 

 

 


TEVBE SÛRESİ TEFSİRİ(9.SURE)
1-1 VE 2.AYETLER
2158 Okunma
2-3.AYET
1440 Okunma
3-4.AYET TEFSİRİ
1712 Okunma
4-5 VE 6.AYETLER
1966 Okunma
5-7 VE 8.AYETLER
1749 Okunma
6-9 VE 11.AYETLER
1582 Okunma
7-12 VE 13.AYETLER
1662 Okunma
8-14 VE 16.AYETLER
1648 Okunma
9-16.AYET-B
1527 Okunma
10-17 VE 18.AYETLER
1734 Okunma
11-19.AYET
1966 Okunma
12-20 VE 22.AYETLER
1478 Okunma
13-23 VE 24.AYETLER
1609 Okunma
14-25 VE 27.AYETLER
1551 Okunma
15-28 VE 29.AYETLER
5977 Okunma
16-30 VE 31.AYETLER
2533 Okunma
17-32 VE 33.AYETLER
1961 Okunma
18-34 VE 35.AYETLER
2671 Okunma
19-36 VE 37.AYETLER
1713 Okunma
20-38 VE 39.AYETLER
1660 Okunma
21-40 VE 41.AYETLER
1541 Okunma
22-42 VE 45.AYETLER
1529 Okunma
23-46 VE 49.AYETLER
1534 Okunma
24-50 VE 52.AYETLER
1619 Okunma
25-53 VE 55.AYETLER
1644 Okunma
26-56 VE 59.AYETLER
1564 Okunma
27-60.AYET
2010 Okunma
28-61 VE 63.AYETLER
1401 Okunma
29-64 VE 66.AYETLER
2061 Okunma
30-67 VE 69.AYETLER
1500 Okunma
31-70.AYET
1576 Okunma
32-71 VE 72.AYETLER
1687 Okunma
33-73 VE 74.AYETLER
1682 Okunma
34-75 VE 78.AYETLER
1516 Okunma
35-79 VE 80.AYETLER
1509 Okunma
36-81 VE 82.AYETLER
1734 Okunma
37-83 VE 85.AYETLER
1513 Okunma
38-86 VE 89.AYETLER
1560 Okunma
39-90 VE 93.AYETLER
1562 Okunma
40-94 VE 96.AYETLER
1478 Okunma
41-97 VE 99.AYETLER
2655 Okunma
42-100 VE 101.AYETLER
2147 Okunma
43-102 VE 104.AYETLER
1698 Okunma
44-105 VE 108.AYETLER
1476 Okunma
45-109 VE 110.AYETLER
1452 Okunma
46-111.AYET
2261 Okunma
47-112.AYET
3144 Okunma
48-113 VE 115.AYETLER
1423 Okunma
49-116 VE 117.AYETLER
1744 Okunma
50-118.AYET
2301 Okunma
51-119 VE 120.AYETLER
1558 Okunma
52-121 VE 122.AYETLER
1458 Okunma
53-123 VE 125.AYETLER
1711 Okunma
54-126 VE 127.AYETLER
1436 Okunma
55-128.AYET
2149 Okunma
56-129.AYET
1496 Okunma
57-128 VE 129.AYETLERDE MATEMATİK YAPI
1557 Okunma