Kur’an’da; Rabbim ilim olarak ziyadeleştir deniyor. O halde beşikten mezara kadar ilim talep etmemiz gerekir. Böyle dua et demek; böyle olması için de amel et demektir.
Yine Hazreti Peygamber diyor ki: Ya muallim ol, ya müteallim ol, ya da sami ol; dördüncü olma helâk olursun. Bu gibi hadisler Kur’an’ın “Rabbim ilim olarak beni ziyade et” emrinin beyanı olduğu için bu hadislere göre amel etmemiz bize farzdır.
Şimdi ilim tahsil etmemiz için ne yapmalıyız?
Önce beş vakit namazları beraber kılacağız. Beşikteki çocuk da yaşlı nine de mescide gelecek. Gelemiyorlarsa, beşik veya karyolasıyla gelecek ve mescitteki sohbetlere katılacak. Mescitte okunan Kur’an’ı dinleyecek veya kendisi okuyacak. Ne var ki bu ilim değil irfandır. Kulaktan duyularak, gözle görülerek, birlikte hareket edilerek öğrenilir. Büyükler yaparken gençler de görerek öğrenirler.
Bu yeterli değildir. İlim tahsil edilecektir. Daha çok bilenler daha az bilenlere öğreteceklerdir. O halde herkesin bir öğretmeni olacak. Herkes aynı zamanda birinin hocası olacaktır. İkili tedris yapılacaktır.
Okunacak ilimlerin kitapları telif edilecektir. Bilgisayarlarda dersler hazırlanacaktır. Kişi bugün kitaptan ve bilgisayardan öğrendiği dersi ertesi gün öğrencisine öğretecektir. Ders verecektir. Bu şekilde bir tedris hem öğretmeni hem öğrenciyi yetiştirir. Öğrenci ve öğretmen birlikte bir konuyu çözemezlerse, o zaman öğretmenin öğretmenine soracaktır.
Öğrenci dersi böylece kıdemli öğrenciden alacaktır.
İmtihanları ise en yüksek seviyede olan öğretmenler yapıp icazet vereceklerdir. Bunu yapmak için herkes kendisine bir öğretmen seçer; birisinin de öğretmeni olur.
Neler okunacağı ise aşiretin inancına ve felsefesine uygun olarak kararlaştırılacak ve seçilen kitaplar tedris edilecektir. Bütün ilimler sıra ile okunacaktır. Ömrün sonuna kadar herkes öğrenmeye ve öğretmeye devam edecektir.
Aşiretin fertleri haftanın bir gününde değişik aşiretlere gider, onların derslerine katılarak diğer aşiretlerin bilgilerini kendi aşiretlerine aktarırlar. Kur’an’daki “her söze kulak verirler” emrinin uygulaması böyle yapılır. Her aşiret ferdinin haftada bir devam ettiği ikinci aşireti olur.
Aşiretin üst âlimleri, bir-iki veya üç kimse kabile içinde toplanır ve birlikte ders görürler. Bucağın âlimleri bunlara ders verirler. Bir âlimin ona yakın talebesi olur. Bucağın âlimleri haftada bir defa il âlimlerinin derslerine katılır ve fakihlerden ders alır. İlin âlimleri haftada bir ülkenin rasihlerinin derslerine katılarak ders alırlar. Bu öğretmenlik ve öğrencilik ölünceye kadar devam eder.
Bunun dışında bugün olduğu gibi ders yapan hocalar yoktur. Sınıf geçme ve sınıfta kalma yoktur. Herkesin bir hocası vardır; en az beşer de talebesi vardır. Bu öğretmenlik ve öğrencilik ana okulundan itibaren başlar. Ağabey ve ablalar çocuklara öğretmenlik yapar. İş saatlerinde değil, ibadet saatlerinde halk için bu saatler akşamla yatsı arasındadır. Âlimler ise günde yalnız altı saat çalışır, geri kalan ikindi ile akşam arasında üç saati 350 gün tedrise ayırırlar. Bir gün ders verir, bir gün ders alırlar.
İmtihanlar ise resmi yetkililer tarafından yapılır. Yani öğretmen öğrenciyi imtihan etmez. Her hafta açılacak imtihanlara isteyenler katılırlar. Meslekî derece alırlar. Resmî ücretleri artar. Yahut derece yükselmesi olur. İlmî ehliyette de yükselirler. Tüm hayat boyunca imtihana girme şansları olacaktır.
Meslekî derecelere göre emekli maaşı alınır. Resmî işlerde çalıştığınızda o ücreti alırsınız. Faizsiz çalışma kredisi resmî ücrete göre verilir Emekli maaşınız resmî ücretinize göre hesaplanır. İşçi ve işveren başka bir miktar üzerinde anlaşmamışlarsa, resmî ücret üzerinden anlaşmış kabul edilirler.
Yani; herkes beşikten mezara kadar ilim tahsili yaparken aynı zamanda dünyevi kazancını da artırmaktadır. Öğretmenler ise öğrencileri imtihan kazandıkça onlara da ikramiye verilir. Dolayısıyla herkes canla başla öğrencisini yetiştirmeye çalışır.
Yüksek tahsilli olanlar, profesör olanlar sırf ilim sahibi oldukları için bütçeden bir pay sahibi olurlar. İsterlerse başka iş yapmayarak sadece ilim karşılığı aldıkları ücretle geçinir ve ilim yaparlar.
İşte “Adil Düzen” bunları Kur’an’dan öğrenmiştir, ama öğrendiği şeyler lâik hükümlerdir. Allah beş vakit namazı birlikte kılarak orada ilim yapmamızı emretmiştir, ama ne okuyacağımızı ise bize bırakmıştır. İsteyenler Kur’an, isteyenler İncil, isteyenler de Marx’ın Kapital’ini okurlar. İsteyenler Mustafa Kemal’in Nutuk’unu okurlar. Yeter ki imtihandaki soruların cevabını bilsinler.
Dinsiz sömürü sermayesi, Kur’an’ın insanın zihnini körelttiğini ileri sürerek Kur’an okumayı yasaklıyor. Arşın orada ise metre buradadır. Bakalım Kur’an okuyanların beyinleri mi sulanıyor, yoksa içki içenlerin beyinleri mi; görelim.
Müsbet ilim mantığı budur.