BİR YETKİLİ YÜKSEK HAKİM DEDİ Kİ:
“Yargıya yobazlar ve bölücüler sızmıştır.
Çünkü atama yapılırken güvenlik soruşturması bile yapılmıyor.”
FIKHA GÖRE BU SÖZLERİN YORUMU:
Bir yüksek yargıcın ağzından çıkan sözlere değer vermek gerekir. O sözler o topluluktaki hukuk seviyesini ifade eder. Fıkıh ile Türkiye’nin çağdaş hukuk anlayışını karşılaştırmak için bu sözleri şeriat gözü ile yorumluyoruz.
Ebu Hanife’ye göre; “Resmi görev köleliktir. Kölelerin siyasi içtihatlarına ittiba edilemez. Ben resmi görev kabul edersem içtihatlarım başkaları için uyulur olmaktan çıkar” demiş ve hapse atılmıştır. Her gün birer sopa daha fazla vurularak yetmişinci gün şehit edilmiştir.
Şer’an bu yargıcın fetvaları geçersizdir.
Bölücülüğün hukukta tanımı vardır ve ceza hukukunda yer almıştır. Gericiliğin veya yobazlığın ise hukukta tanımı yoktur ve ceza kanununda yer almaz. Vatandaşları bölücü olanlar ve olamayanlar diye ayırmak bölücülüktür. Bir kamu yetkilisinin yetkilerini bu yönde kullanması suçtur.
Diğer taraftan tüm vatandaşların devlet görevi yüklenmeleri anayasal haklarıdır. Bir anayasal hak ancak kanunla kısıtlanabilir ve ancak mahkeme kararı ile uygulanır. Mahkumiyet kesinleşinceye kadar kimse suçlu değildir. Ve kimse kamu görevi almada kısıtlanamaz. Güvenlik soruşturması ile atamalar yapmak kişilerin haklarını kullanmayı önlemektir ki bu anayasal suçtur. Ceza kanununda cezası konmuştur. Fıkıh gözüyle bakıldığında, yargıcın bu beyanı sebebiyle derhal görcvine son vermeyi gerektirir. Çünkü anayasayı ilgayı hedefliyor ve bunu kamu gücünü kullanarak yapmak istiyor.
Hukuk düzeninde potansiyel suçlu yoktur. Ceza kişiye değil fiile verilmektedir. Mahkum olduktan sonra cezasını çeker ve biter. Artık; “Sen eskiden suç işledin, bir daha işlersin!” diye kimse ikinci sınıf vatandaş yapılamaz. Hukuk düzeninde güvenlik soruşturması yapılamaz. Kişinin kendi beyanı esas alınır. Göreve başlar. Gerçeğe aykırı bir beyanı varsa bu beyanından dolayı görevine son verilir. Doğru beyan etmiş olma şartı ile; eskiden ne düşünmüşse düşünmüş, ne yapmışsa yapmış, ondan kimse sorumlu olmaz. Kişi göreve geldikten sonra sorumlu olur. Suç irsi değildir, kesbidir. Suçun cezası hukuk düzeninde bellidir. Bir suçtan mahkumiyet kamu hizmeti yapmaya mâni ise ona kimsenin bir diyeceği yoktur. Diğer güvenlik soruşturması ancak askerlikte yapılır ve orada geçerlidir. Bakınız, meşrudur diyorum. Askerlikte meşruluk sona erer, orada güç konuşur.
Demek ki yargıç daha hukukun temel kurallarını bilmiyor. ‘Biliyor’ diyecek iseniz; niçin kimse hatırlatmıyor. Bakınız ben burada fıkıhtan bahsederken İslâm fıkhından bahsetmiyorum. Yani ben delil olarak hadis, sünnet, icma ve kıyası almıyorum. Onlar İslâm düzeninde geçerlidir. Türkiye’de lâik düzen olduğuna göre onlar geçersizdir. Ben fıkıh derken cumhuriyet kanunlarını anlama fıkhından bahsediyorum. Gücünüz yetiyorsa bir hukukçu çıksın ve cevap versin.
YÖK BAŞKANI DİYOR Kİ:
“Üniversiteleri Nurcular, Süleymancılar, Nakşiler işgal etti.
Bundan böyle atamaları ben yapacağım!”
BU BEYANIN FIKHA GÖRE HÜKMÜ:
Kamu görevi yüklenme anayasal özlük haklarındandır. Bu haklar sadece kanunla düzenlenir. Bu hak hiç bir kimseye ve kuruma devredilemez. Atama yetkisi kanun tarafından üniversiteye verilmişse şimdi ancak kanunla alınabilir. Verilmemişse şimdiye kadar yapılanlar anayasa ihlalidir. Kanunen YÖK’e verilen bir yetkiyi başkasına devretmiştir.
Cumhurbaşkanı Kanun Hükmünde Kararname ile özlük haklarının kısıtlanamadığı için kararnameyi geri çevirmiştir. Başörtüsü yasağı özlük haklarından değil midir? Okumak herkesin hakkı değil midir? Kamu görevi yapmak herkesin hakkı değil midir? Üniversiteler ve kamu görevleri özel bir sektörün çiftliği değildir. Kişiler orada istedikleri yasakları ve cezaları koyamazlar. Koyuyorlarsa suç işliyorlar. Niye cezalanmıyorlar? Çünkü mağdurlar güçsüzdür. Ne var ki, bu gözü dönmüş anayasa suçluları yaptıklarına doymadılar. Halkı ezdikleri yetmedi. Şimdi de bürokratları bürokratlara ezdirmek istiyorlar. Memleketi bölmek istiyorlar. Bölücülerle Müslümanları birleştirip genel kıyam hazırlığını yapıyorlar. Tütrk Milletine sabrı tavsiye ediyorum. Ordu bölünmedikçe bunlar balon gibi sönüp gideceklerdir. Unutmayın, ordu hep sağ gösterip sola vurmuştur. Yine öyle yapacaktır. Başka çıkış yolu yoktur. Bırakın, siz karışmayın. Sorunları yetkililer çözsün.
Bir topluluk canlı gibidir. Kendisini korumak için çeşitli mekanizmaları vardır. Bunlar dört kademede düzenlenir:
- Halk mevzuatı bilir ve ona uyar. İhtilaf halinde taraflar oturup görüşür ve uzlaşırlar. Mevzuata herkes uyar. Mevzuatta bir anlaşmazlık olursa bir bilirkişiye danışırlar. Sorun çözülür.
- Halkın ahlaki yapısı bozulmuşsa o zaman düzeni kamu görevlileri korurlar. Kamu görevlileri müdahale ederek sarsılan düzeni iade ederler. Burada halk kendi istekleri ile itaat eder.
- Kamu görevlilerinin yapısı da bozulmuşsa üçüncü sübap yargıdır. Taraflar yargıya başvurup bozulan halkın ve bürokratların düzelmelerini sağlayacak kararları alır, topluluğu sağlığa kavuşturur ve korurlar.
- Eğer yargı da bozulmuş veya halk yargı kararlarını dinlemiyorsa, son sübap silahlı kuvvetlerdir. Sıkı yönetim ilan edilir ve yönetim artık hukuk düzeni ile değil de askeri düzenle yürütülür ve sonunda hukuk düzeni de korunur. Eğer ordu da bozulmuşsa, sen sağ ben selâmet, o devlet çöküp gider.
Ordunun dışarıdan müdahalesi son derece tehlikeli bir olaydır:
- Dışarıdan müdahale kimden gelirse gelsin tehlikelidir. Çünkü sorumsuz olan kimselerin karar alması demektir. Bu da sorumluları sorumluluktan çıkarır. Bu rotu çıkmış bir araba demektir. Direksiyon iş görmez olur. Topluluğun nereye yuvarlanacağını bilmek imkansızıdır.
- Askeri yönetimle sivil yönetim farklıdır. İkisi birbirine zıttır. Aynı zamanda uygulanamaz, çelişki olur ve felaket getirir.
- Ordu sivil işler ile uğraştıkça kendi askeri mantığını kaybeder. Ordu da başı bozuk hâle gelir. O zaman devlet de ordu da gider. Hiç bir ülke yabancı orduları beslemez.
- Ordu ülkeyi düşmandan korur. Onun için halkın askerlere büyük sevgisi ve sempatisi vardır. Kendi askerlik eğitimi için komutanından dayak yer ve onu iftiharla anlatır. Kendisini döven komutanını sever. Çünkü bilir ki onun dayağı babanın çocuğuna attığı dayak misalidir. Ordu iç işlere karıştığında bu sevgi ve saygı nefrete dönüşür ve bir panik o orduyu yerle bir eder. Sosyalistlerin orduları hep bu yüzden perişan olmuşlardır. Faşistler bunun için yenilmişlerdir.
ORDUYA TAVSİYEM ŞUDUR:
Sayın Hüseyin Kıvrıkoğlu’ndan bekliyoruz;
“Biz milletin ordusuyuz. Tek görevimiz vardır. Bu görev Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını muhafaza ve müdafaa etmektir. Yegane dayanağımız Türk halkıdır. Mezhebi, dini, inancı ne olursa olsun; suçlu olabilir, cani olabilir, ama vatan müdafaasına katıldıkça bizim için aynı derecede makbuldür. O suçları cezalandırmak bize ait değildir. Biz ceza ile değil icbar ile işi hallederiz.
Türk ulusunun yegane temsilcileri siyasi partilerdir ve onların oluşturduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Meclisten çıkan her kanun ve karar milletin kararıdır. Ona itaat etmek bizim yegane vazifemizdir. O meclisin seçtiği devlet başkanına saygılıyız. Ona itaati meclise itaat sayarız. Meclise itaati de millete itaat biliriz.
Ordunun meclis güvenine mazhar olmuş her hükümetin emrinde olması elbette tabiidir. Ne var ki bu güvende şaibe olmamalıdır. Bu güven eskimiş olmamalıdır. Şaibeli veya eskimiş bir güvenoyu ile ayakta duran bir hükümetin milli iradeyi temsil edip etmediği hususunda bizi tereddüde düşürmektedir.
Bunun dışında ordumuz hiçbir iç çekişmenin yanında yer almadığı gibi gerici-ilerici çatışmalarında da ordu taraf değildir. Bölünmez bütünlükte taraftır. Sıkıyönetim ilan edilmedikçe ordu bu hususta hiçbir suretle iç çekişmelerde taraf olmaz.”
Bir gün bir komutan çıkar, hava gibi su gibi tabii olan bu beyanatı verir ve ülke bu cephesiyle huzura kavuşur ümidindeyim. Açıkça ifade ediyorum ki; bu beyanatın gecikmesi orduyu bölünme tehlikesiyle karşı karşıya bırakır.
Ordu Batı Çalışma Grubu gibi ülkeyi bölen bir teşkilat yerine, benim gibi orduyu uyaran sözleri istihbar edip değerlendirmelidir. Haber vatandaşlardan alınmalıdır. Maaşlı istihbaratçıların haberi tamamen uydurmadır. Saptırmadır.
Ordu iç işlere karışmaz ama ülkenin her bucağında olup bitenlerden tarafsız düzmece olmayan bilgilere sahip olmalıdır. Bu dış sermaye ile pompalanan medyanın haberleri değildir. Vatandaşların şikayetlerine ve sitemlerine kulak veren bir istihbarattır.
İnanıyorum ki ordu bu sözlerimi de duymaktadır.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlayan: REŞAT NURİ EROL