KUR’AN - TEFSİR
Kur’an’da bu sistematik hataya benzer hatalara şu âyette işaret edilmiştir:
بسم الله الرحمن الرحيم
يسئلونك عن الروح قل الروح من امر ربى و ما اوتيتم من العلم الا قليلا (اسراء 17-85)
“Sana ruhtan soruyorlar. De ki ruh Rabbim’in emridir. Zaten size ilimden çok az şey ita kılındı.”
(İsra; 17/85)
Buradaki “sen” Allah’a inanmış ve İslâmî ilimlere vâkıf kimselerdir. Yani “müçtehitler”dir. Bunlar “nebilerin varisleri”dir. Emirler ise “resullerin varisleri”dir. Bugün de bu tür soruları İslâmî ilimlere vukufu olanlara soruyorlar. Sizler de bu tür sorulara muhatap olacaksınız.
سهل Sehl, ova demek, düzlük demektir. Yokuşu tırmanıp tepeyi aşmaktansa, düz ovada yürüyüp kolay hedefe varmak isteyenlerin yoludur.
سئل Arapçadaki SaEaLa iki mânâya gelir: Biri istemek yani dilenmek; diğeri ise sormaktır. Kolay yoldan bilgi sahibi olmaktır. Allah bilinmeyen hususlarda soru sorulmasını istemektedir.
Burada da soru sormak yerilmemiş, önce mücmel cevap verilmiş, sonra da “siz bilemezsiniz” denmiştir. Bu eğitim sisteminin esasıdır. Belli seviyede kişiler bir şey sorduklarında önce o hususta bile bildikleri kadar anlatılır sonra da bunları tam bilmeniz için şu şartlar vardır denir.
“Sana sordular” demeyip de “senden sorarlar” demiş olması, bu hususta insan zihninin daima soru içinde olacağı, ruhu hep merak edeceği ve düşüneceği bildirilmiş oluyor.
SeEeLe istenen kimse için, SeEeLe ANH istenen şey için kullanılır. Sual sadece öğrenmek için olursa AN kelimesi gelmez. Ancak sual ispatı ile birlikte olursa o zaman ANH gelmiş olur. Yani ruh nedir, açıkla.
Tarih boyunca felsefenin temel konusu dört şey olmuştur: 1. Kainatın varolması (ALLAH), 2. İnsanın varolması (RUH), 3. İnsanın kainatı bilmesi (İLİM), 4. İnsanın yükümlülüğü (AHLÂK).
İnsanlığı bu dört konu her zaman meşgul etmiştir. Peygamberler bunlara pratik cevaplar vermişlerdir. Sonradan varolan kainat kendiliğinden hep varolan tarafından bilinçli bir şekilde var edilmiştir. Bu bilinç Varedici’nin kendisine muhatap kılmasıdır. İnsanın kendisidir. İnsan kainatı bilecek şekilde var etmiştir. Bu “ilim”dir. İnsan kainatı düzenlemekle yükümlüdür ve sorumludur. Hesabı öldükten sonra verecektir. (ÂHİRET)
Filozoflar konularına tatmin edici cevaplar bulamamışlardır. Yine de peygamberleri tasdik etme yoluna gitmemişler, reybiliği seçmişlerdir.
الروح Ruh burada cins isimdir. Ruhun mahiyeti soruluyor, herhangi bir ruhtan bahsedilmiyor. Ruh kelimesi “rih”ten yani ‘yel’den gelir, ‘nefes’ten gelir. Etkisi olup görünmemesi sebebiyle ruhu rüzgara benzetmiş olarak ifade etmişlerdir. Ruhun bâtıni âlemde cismi, zâhiri âlemde dalgası vardır. Maddenin ise zâhiri âlemde cismi, bâtıni âlemde dalgası vardır. İnsan ruh ve bedenden müteşekkildir. Cinler de insanlara benzer. Ancak onlar ışık hızına yakın atomlar âleminde Güneş gibi sıcak yerlerde yaşıyorlar. Buralara da gelebilmektedirler. Melekler ruhlar gibi bâtın âlemde yaşıyorlar. Onların hızları cinler gibi ışık hızına yakındır.
İnsan ruh ile bedenin birleşmesinden oluşur. Uykuda ve ölüm hâlinde ruh ile beden ayrılır. Uykuda aynı bedene geri döner. Ölümden sonra ise eski beden çürümüştür. Onun yerine aynı genetikli yeni beden içine ruh girecektir. Zaman içinde geri gidebilecektir. Beyindeki bilgiler o yeni beyne kopya edilecektir. Unutma artık sözkonusu olmayacaktır.
قل “Söyle” emri müçtehitlere aittir. Nebilerin halefi olan alimlere aittir. Burada “Fa” harfi getirilmeyip “söyle” denmiş olması, soruya cevap ver anlamındadır. Kemali ittisal vardır. Yahut “her zaman söyle”; “sadece sorarlarsa söyle” değil, “sormadan söyle”. Burada da önemli bir eğitim sistemi ortaya konmuştur. Eğer halkta belirmiş bir soru varsa sen onlar sormadan söyleyeceksin. Çünkü senin bildiğini bilemez ve o sebeple sormamış olurlar. Çekingenlikleri sebebiyle de sormamış olurlar. “Yes’elune”nin muzari sığası ile gelmesi ve burada cevap harfi olan “Fa”nın kullanılmaması bunu belirtmek içindir.
Bizim görevimiz Kur’an’dan anladıklarımızı anlatmaktır. Bunu tek başımıza başaramayız. Bunun için cemaat olmalıyız. Sitelerimiz olmalıdır. Orada çalışıp yaşayacağız. Artırdıklarımızla da ilim yapıp dünyaya tebliğ yapacağız. Görevimizi yapmış olacağız. Bizim kurduğumuz kooperatifler bu büyük emri yerine getirmek içindir. Buradaki “Kul” emrini yerine getirmek içindir. İlmi olanlar ilimleri ile bu “söyle” emrini yerine getirecekler, ilmi olmayanlar çalışarak zekât verecekler ve bu faaliyeti destekleyeceklerdir. “Mü’min”, bu emrin yerine gelmesi için yaratıldığını bilen kimsedir.
Ruh burada tekrar edilmiştir. “O Rabbimin emridir” denebilirdi. Cevap yalnız soru sorana ait olsaydı o zaman zamir ile ifade edilirdi. Cevap genel olduğu için ruh kelimesi tekrar edilmiştir. “Qul” emrinin genel olduğu burada teyit edilmektedir. Sonra cins isimler de çap daireyi ikiye böler, alanı çapın karesine eşittir. Cümlesi beliğ değildir. Yani cins isimler zamirden çok zâhir ile belirtilir. Çünkü bağımsız ifadelerdir.
من MiN teb’iz içindir. Yani “Rabbimin çok işleri vardır, bunlardan birisi de ruhtur” denmektedir. Allah’ın kendisine muhatap kıldığı dört çeşit varlık vardır: Melek, ruh, cin ve insan. Bâtın ve zâhir âlemi bunun için var etmiştir. Allah’ın bir beş boyutlu âlemi mi vardır, yoksa başka âlemler de mi vardır? Önce bu âlem kendi kendine yeterdir. Bu âlemin dışarı ile herhangi bir ilişkisi yoktur. Bunu matematiğin mükemmel ilim olmasından biliyoruz. Basitlik ilkesi, gereksizlik ilkesi başka kainatın olmamasını gerekli kılar. Ancak bu bizim kainat içindeki düşüncemiz. Bu kainatın dışına zihnen de çıkamayız. Dolayısıyla onların var olup olmadığı, varsa nasıl bir şey olduğunu düşünsek bile gerçeklerle alakası olmaz. Bu âyetin delâleti Rabbin emrinden çok şey olduğudur.
امر Emr kelimesi iş demektir. Merve yumuşak taştır. Safve sert taştır. Yumuşak taş yontulur. İş yapılır. Emerve, Yonttu anlamında kullanılmaya başlandı. İş yaptı veya sözünü geçirdi mânâları çıkmaktadır. Emr demek buyruk demektir. Emr demek iş demektir. Allah için iş buyurmaktan ibarettir. O “ol” der o da olur. Nitekim hükümdarlar da kendileri iş yapmaz, buyururlar, o da olur. Burada “Ruh Rabbimin işidir”, yahut “buyruğudur” anlamlarına gelir. Allah onu kendisine izafe etmiştir. “Kendi ruhumdan üfledim” dendiğinde de bu kastediliyor. Ruh Allah’ın bir cüz’ü müdür, yoksa mahluku mudur? Mahluku ise diğerlerinden farkı olmaz. Cüz’ü ise Allah’ın parçaları yok ki cüz’ü olsun. Allah’ın cüz’ü değilse o nasıl bilinçli oluyor, kişilik kazanıyor, iradesi yani kısmi yaratıcılığı var. İşte biz burada mekan içinde olmayan, zaman içinde olmayan bir şeyi mekan içinde zaman içinde düşünüyoruz. Bu bakımdan kaytaramıyoruz.
ربى Rabv tümsek demektir. Büyüyen nebat demektir. Terbiye eden, yetiştiren anlamında sıfattır. Hilkat birden var olmalı ve en mükemmeli ile faaliyete geçmelidir. Rebvet ise peyderpey olgunlaşma ve evrimleşme demektir. “Ruh Rabbimin işidir” derken, ruhların da donmuş ve kalıplaşmış varlıklar olmayıp evrimleşen ve olgunlaşan varlıklar olduğu anlaşılıyor. Yoksa “o Allah’ın işidir” derdi. “Benim Rabbimin işidir” demiş de, “Rabbimizin işidir” dememiştir. “Biz kimiz?” sorusunu “siz kimsiniz?” şeklinde sorar. Cevapta “sen” şeklinde verilmez, “siz” şeklinde verilmez, “ben insanım” denir. Yani “sen ve ben insanız” anlamı çıkar. Arapçadaki bu ifadeyi Türkçeye çevirirsek “Ruh Rabbimizin işidir” şeklinde olur. Yoksa “Benim Rabbin işidir, sizin Rabbinizin işi değil” anlaşılmaz.
و Va burada hâliyedir. “Zaten” diye Türkçeye çevirebiliriz. Yukarıda anlatılanların izahıdır. Ama daha genel bir ifadedir. Yani bu iş Rabbimizin işidir. Buradaki “Ûtîtum” “Ûtînâ” anlamında olup “bize verilendir” demektir. “Kul” ifadesi içindedir. O zaman “kul” emrinde “kendi kendine söyle” olur ki o da “yes’elune”ye aykırı düşer. “Size az ilim verildiği için söyle” demek olur yani yerinde olmayan cümle olur. O halde burada ki va-yı hâliye kabul edip muhataplara “biz bunu anlayacak durumda değiliz” mânâsını vereceğiz. Unutmamanız için hatırlatıyoruz.
Ben + Sen: Türkçede “biz”; Kur’an Arapçasında “siz” olarak ifade edilir.
اتوETVe su arkıdır. Suyu bir yerden getirir. Gelme bununla ifade edilmiştir. “Câe” ise değişik yönlere veya yönsüz gelen gelişmedir. İtâ vermektir. İ’tâ da vermektir. “İ’tâ”da temlik vardır. “İtâ”da temlik şartı yoktur. “İtâ” insana ait bir fiildir. İnsan olmayanı mef’ul almaz. “Bize verilmedi”. Burada insanın kendisinin bu bilgisizliğini bildiğine de işaret vardır. Onun için “bize verilmedi” diyor. Yani müçtehit muhataba “Bize verilmedi” diyor; “Ben ilmimle biliyorum ki bize verilmedi” diyor.
من Min teb’iz içindir. İnsana ilimden çok az şey verildi. Şimdi neler verilmedi, sayalım:
- Zamanımız beş boyutlu uzay içinde üç boyutlu olarak akıp dördüncü boyutu oluşturmaktadır. Bu beş boyutlu uzay mükemmel uzaydır. Bâtıni ve zâhiri boyutları ile kendi kendine yeterlidir. Bunu Matematikten biliyoruz. Bu bildiğimiz kainattır. Melek, ruh, cin ve insan burada yaşıyor. Ancak bu beş boyutlu uzaydan başka altıncı boyutta başka uzay var mıdır, bunu bilmiyoruz. Bilmemiz de mümkün değildir. Çünkü uzayımız kamil olduğu için dışarıya bir şey vermez ve dışarıdan da bir şey almaz. Yani haberleşeme imkanımız yoktur.
- Biz yakın çevremizi çok iyi biliyoruz. Ama uzaklaştıkça bilgilerimiz azalmaktadır. Kendi büyüklüğümüzü kolay görüyoruz, küçüldükçe bilgimiz azalmaktadır. Bizim bildiğimiz çok az şey vardır. Bunu kainatın büyüklüğü ile atomların ince yapılarını bilmekle daha iyi anlıyoruz. Gördüğümüz ışık aralığı elektromanyetik dalgaların çok küçüğüdür. İşittiğimiz ses de öyle. Koku ve tat için de aynı şeyleri söyleyebiliriz.
- Biz hâlimizi biliyoruz. Geçmişe ait bilgilerimiz gittikçe azalır. Geleceğimiz hakkında da fazla bir şey bilmiyoruz.
- Biz ancak hesabî ve gayrî iradî olayları bilebiliriz. İhtimalî olayların, iradî olayların cüzlerini bilemeyiz.
إلاİLLÂ istisnayı bildirir. Bize ilimden çok az şey verildi. İşte bugün ilimlerin ortaya koyduğu bu az bilgimizle ilgili şeyleri Kur’an veciz bir şekilde çok önceleri bildirmiştir. Müsbet ilimleri ne kadar çok bilirsek Kur’an’ı o kadar daha kolay ve çok anlarız. Müteşabih âyetler muhkemata dönüşür. Müsbet ilmin sonu olmadığına göre Kur’an’daki müteşabihlerin muhkemata dönüşmesinin de sonu yoktur. Yunan Filozofu “bir şey öğrendim, oda hiçbir şey bilmediğimdir” diyor. Bugünkü ilimler de bundan başka bir şey söylemiyor. Her yeni bilgi bir meçhulü malum hâle getirir ve yeni meçhulleri bize tanımlar. “Rabbım! İlmimi ziyade et” de bu demektir. Âhirette geçim için çalışma yoktur. İlim için çalışma vardır. Buna göre insanların cennetteki değerleri yükselecektir. Rabbimize daha çok yaklaşacağız. Öğrenilecekler bitmez, Kur’an’ın mânâları da bitmez.