KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİMİZ
Kur’an ve Tevrat’ta insanlığın tarihi peygamberlerin kıssaları ile anlatılır.
Musa Peygamber anlatılırken Mısır anlatılır.
Nuh Peygamber anlatılırken Mezopotamya anlatılır.
Tevrat ve Kur’an’ın anlattıkları ana hatlarıyla birbirlerini tasdik eder.
Öbür taraftan da Yunanistan’da başlayan ve Herodot tarafından kurulan bir tarih anlayışı vardır. Buna göre gelişmiş laik bir tarih bilgisi vardır. Bu tarih bilgisiyle Tevrat ve Kur’an’ın tarih verileri arasında dil ayrılığı olduğu için başlangıçta paralellik kurulamamış, Tevrat ve Kur’an’ın anlattıkları birer masal kabul edilmiştir.
Kur’an’da yeryüzünü dolaşın ve yıkıntıları bulunan yerleri inceleyin, orada bizim anlattıklarımızı bulacaksınız deniyorsa da ne İslam âlemi ne de Hıristiyanlar henüz buna göre bir çalışma yapmışlardır. Kur’an ve Tevrat yorumu sadece yazılanlara dayanmıştır. Bütün tefsirler ve Kur’an üzerindeki çalışmalar bu şekilde yapılmıştır.
19. asırda Mezopotamya’da bulunan tabletlerle arkeolojik çalışmalar yapılmaya başlanmıştır. Gerek Mezopotamya’da gerekse Mısır’da yeraltında olan kalıntılar yeryüzüne çıkarılmış ve ona göre yeniden laik tarih yazılmaya başlanmıştır. Medreseler ve İslam yenilikçileri tefsir çalışmalarında bu arkeolojik çalışmaları henüz değerlendirmemişlerdir. İslam âlemi de bu arkeolojik çalışmalara katılmış ancak sadece laik bir gözle değerlendirmiştir.
Oysa arkeolojik çalışmalar Tevrat ve Kur’an’ın söylediklerini belgelemiştir. Eskiden kabul edilmeyen birçok Tevrat ve Kur’an’ın anlattığı kıssaları doğrulayan kalıntılar ve yazıtlar bulunmuştur. Bu alan ilahiyatçılar, Risaleciler ve tarikatçılar tarafından hala ele alınmış değildir. Akevler ise 1960’larda başladığı KUR’AN VE İLİM çalışmalarını işte bu arkeolojik buluşmalar üzerine oturtmuştur.
Temel varsayımlar şunlardır:
- Kur’an’da her şeyin temel yapısı yer alır. Kur’an insanlığın tarihidir. Peygamberlerin kıssaları tarihi anlatmak içindir. O halde Kur’an’ı yorumlarken tarihi bilgilere ihtiyacımız vardır. Kur’an’daki kelimeleri tarihi olaylara göre yorumlamalıyız. Kur’an’da bir kelime geçiyorsa o kelimenin tarihte bir karşılığı vardır.
- Tarihin doğru okunabilmesi için arkeolojik kazılara ihtiyaç vardır. Bugün zaten insanlık bunu yapıyor. Bizim yapacağımız şey arkeolojik kazıları incelememiz ve sonuçlarla hem Kur’an’ı hem de tarihi yorumlamamız gerekir.
- Kur’an’daki her kelimenin tarihte bir karşılığı olduğu varsayımı yanında tarihte olan her olayın veya benzerinin Kur’an’da karşılığı vardır. Yani tarih ile Kur’an birbirini tasdik eden iki olaydır.
- O halde bizim yapacağımız şey Kur’an’ı tarihle anlamak, tarihi de Kur’an’la öğrenmektir.
Akevler 50 senedir bu varsayım içinde Kur’an’ı anlamaya çalışır. Üsküdar’da İslam Medeniyeti Vakfı’nda başlayan Kur’an ve İlim seminerleri bu varsayımlarla 20 seneden fazla zamandan beri devam eder. Gerek Kur’an’ı gerek tarihi anlayabilmemiz için dile ihtiyacımız vardır. Bu sebepledir ki dil üzerinde çalışmamız yoğunlaşmıştır. Ruhu’l-Kur’an bu çalışmaların bir mahsulüdür ve Yenibosna’da her Salı “Mukayeseli Tefsir”, her Çarşamba “Etimoloji” her Cumartesi günü okunan “Kur’an ve İlim Seminerleri” Ruhu’l-Kur’an’a dayanır.
Demek ki Akevler Kur’an ve İlim Seminerleri çalışanları şimdiye kadar hiçbir çalışmanın yapılmadığı bir alanda çalışırlar. Henüz başlangıç noktasındadır. 55 senelik çalışma ile bugünkü duruma gelinmiştir. Çalışma hazırlıkları tamamlanmış sayılabilir.
Çalışıp sonuçları elde etme ise siz gençlere kalmıştır.
Siyaseti yapanlar çok, kıraat derslerini öğretenler çok ama çok gerekli olan Kur’an’la tarihi karşılaştırarak paralelleştirmek işini yapan Yenibosna’daki Kur’an seminerlerini yapanlardan başka yapan yoktur. Bu seminerlere katılanları Allah görevlendirmiştir, onlar için farzı ayındır. Onu bırakmak bir nevi irtidat sayılır. Tövbe kapısı her zaman açıktır. Bekliyoruz...
(Bu yazı önceki 5 yazının devamı mahiyetindedir; önemli detaylar o yazılardadır.)