Her devletin bir ordusu vardır. Ordusu olmayan devlet olamaz. Suudi Arabistan gibi petrolleri karşılığı savunmasını yabancı ülkeye ihale etmiş devlet, devlet sayılmaz. Onu koruyan devletin bir uzantısı olur. Devlet demek, ordusu olan, hiç olmazsa ülkesini savunan kuruluştur.
Türkiye hem ordusu olan devlettir, hem de devletini ordusu kurmuştur. Savaşta elde ettiği zafer sayesinde devletimiz kurulmuştur. İstiklâl Savaşı’nda bizleri destekleyenler şimdiye kadar ülkemiz üzerinde hükümranlıklarını sürdürmeye çalışmışlardır. Bugün onlar kendi dertlerine düşmüşlerdir. Bağımsızlık fırsatı bugün elimize geçmiştir.
Türkler kendilerine özgü devlet sistemini geliştirmişlerdir. Onlara göre devlet halkın güvenliğini sağlamaktır, adil yönetim oluşturmadır. Bunu askeri güçle sağlamaktadırlar.
Türklerde devlet silahlı kuvvetlere dayanır.
Araplarda devlet dine dayanmıştı.
Türkler ise dinin hadimi olmuşlardır.
ABD’de devlet sermayeye dayanmaktadır.
Türkiye’de ise devlet orduya dayanmaktadır.
Türkler varlıklarını sürdürmek için ordularını güçlü tutmak zorundadır. Bu yalnız tarihî yapıdan ileri gelmiyor. Ülkemiz dünyanın merkezindedir. Türkiye’yi eline geçiren ister istemez süper güç olmaktadır. Her süper güç savaşında olanın gözü Türkiye’dedir. Bu durumda Türkiye kendisini savunan silahlı kuvvete sahip olmazsa ülkesini koruyamaz. Bugün siyasi denge unsuru olan Türkiye savaşın merkezi hâline gelir.
Türkiye devleti demek, Türk ordusu demektir. Türk ordusunun güçlü olması için Türk ordusunda asker olan er ve subayların severek orduya katılmaları gerekir.
Ekmek parasını kazanmak için asker olanlar değil, memleketin koruyucusu olan gönüllü kimselerden oluşanlar asker olmalıdır. Türkiye’de güçlü orduya sahip olduğumuz kadar, yıpranmamış bir orduya da sahip olmamız gerekir.
Bunun için ne yapılmalıdır?
Türkiye’de 12 ordu oluşmalıdır. Orduların gerek din gerekse ırk bakımından değişik yönetimleri olmalıdır. Halk kendi bölgesinin dışındaki ordusunu kendisi seçmelidir. Ordu içinde de astlar üstlerini seçmeli, değiştirme hakkına sahip olmalıdır. Böylece herkes kendi anlayışına uygun birlikte askerlik yapmalıdır.
Terhis olduktan sonra da kişinin birlikle olan ilişkisi devam etmelidir. Savaşın en önemli olan kısmı dildir. Anlaşamayan birlikler asla birlikte savaşamazlar. Onun için tek savunma dilimiz olmalıdır, o da Türkçedir. Türkçe bizim 2000 yıllık ortak dilimizdir. Bin yıldır ortak dinimiz vardır, o da İslâm’dır.
Asker olmak istemeyenlerden bedel alıp askere gelmeyi zorlamalıyız; ama bunların seçme ve seçilme hakları olmamalıdır. Devleti gönüllüler korumalıdır ama bu gönüllülerin imtiyazları olmalıdır. İlimde, dinde ve ekonomide herkes eşit seçme ve seçilme hakkına sahip olacaktır ama siyasette yalnız askerlik yapanlar söz sahibi olmalıdır.
Eskiden dine göre bu ayırım yapılıyordu. Müslümanlar askere alınıyor, Müslüman olmayanlardan bedel alınıyordu. Biz bugünkü laik gelişme içinde bir dinde olana görev verip diğerlerinden cizye alma sistemi yerine, halk kendi isteği ile isterse askere gidecek. İsteyenler bedel verecek. Vatandaş kendi isteğiyle durumunu bekleyecektir. İster Müslüman, ister Hıristiyan, ister Yahudi olsun; ister Sünni, ister Şii olsun; ister Kürt, ister Laz olsun farklı muameleye tâbi tutulmamalıdır. On beş yaşına geldiği zaman ister bedelli ister nöbetli olacaktır. Nöbetliler askere gidecek ve ülkenin savunmasına katılacaklardır. İstemeyenler de bedel verecektir.
Biz Türkiye’de devlet olarak kalmak istiyorsak, ordumuzu demokratikleştirip güçlendirmek zorundayız. Ordusuz Türkiye varlığını sürdürmez. Ulusuyla çatışır halde olan ordu da varlığını sürdürmez. Biz ordumuzu yıpratmamalıyız. Küçültmeliyiz ama ordunun ne yapması gerektiğini belirlemeliyiz. Halk olarak ordudan ne istediğimizi bilmeliyiz. Bu uygulama düşmanların dolduruşu ile oluşmuş fikirlere dayanmamalıdır.
Ordumuzu üretici hâle getirmeliyiz. Ordumuz milletimize yük olmamalıdır. Devlet içinde savunma dışında belli hizmetleri olacak. O sayede devletin gelirlerinden pay alma hakkını kazanır. Yoksa askeri masraflarımız ülkenin ekonomisini batırır ve sonunda ordu da yok olur. Ordu bunları ciddi bir şekilde düşünmeli, planlamalı ve Millî Güvenlik Kurulu aracılığı ile Hükümet’e, o da Meclis’e ulaştırmalıdır.