Ülkemizde herkes memur veya işçi olmaktadır. Hayal veya hedef nedir? Haftada kırk saat tembel tembel çalışsın, ay başında maaşını alsın, yaşasın gitsin. Bu arada her gün açlık şikayetinde bulunsun! İster kapitalizmin ister sosyalizmin işçiliği olsun, durum budur.
İslâmiyet “sabit ücret sistemi”ni “faiz” kabul eder ve yasaklar. Bunun yerine çalışana yaptığı işe göre iş verme ilkesi getirilmiştir.
İster işçiye ister emekliye zam yaptığınızda üretim artmamışsa “enflasyon” olur. Yani fiyatlar ona göre artar. Yapılan zam erir gider.
“Adil Düzen”de işçiye “üretimden pay” verilir. Çok çalışır ve çok üretirse payı da büyük olur. Haftada 40 saat yerine 50 saat, 60 saat, 70 saat çalışabilir. Tembel tembel, isteksiz isteksiz, yavaş yavaş çalışacağına; istekli, canlı ve verimli çalışır.
İşçinin payını artırmak için işçiyi patronu ile pazarlık yapacak hâle getirmek gerekir. Bunun gerçekleşmesi için;
a) İşçi sigortalıdır, “prim ödemeden herkes sigortalı”dır. İşçi işe gitmediği zaman işsizlik sigortasından para alır ve kıt kanaat olsa da geçinir. Bu uygulama işçiyi işverenin karşısında güçlü yapar.
b) İşçinin işveren karşısında güçlü olması için ikinci araç “faizsiz çalışma kredisi”dir. Her işçiye kendi emeği kadar ve ham maddesi kadar bir “faizsiz çalışma kredisi tanınır ve istediği işverenin yanında çalışır. Parayı alır, işveren borçlanır. Böylece işçi işverenin yanına geldiği zaman “faizsiz çalışma kredisi”ni getirmiş olur. İşveren sadece bilgisi dolayısıyla işverendir. İşçi çalıştırırsa kredisi faizsiz olarak kendiliğinden gelmektedir. Bu işçiyi patronunun karşısında güçlü kılmaktadır.
c) Vergi kişilerden ve kazançtan değil, işletmelerden alınır. Kişi işyerinde aldığı miktardan vergi ödemez. Vergi işletmenin cirosundan ödenir. Böylece vergi mükellefiyetinden azad olan işçi işveren karşısında daha güçlüdür. İşveren işçiye muhtaç hâle getirilmiştir.
d) Nihayet, işçi iş yapsın yapmasın çalışma kredisini korur, artırdığı kadar artırır. Oysa işveren iş yapmadığı zaman, kredisini erken kapatmadığı zaman kredisi azalır, işverenlik ehliyetinde düşüklük meydana gelir. Yani işçi çalışmadığı zaman zararda değildir. Oysa işveren çalışmadığı zaman zarardadır. Dolayısıyla işveren işçiye muhtaç durumdadır. Böylece işçiler serbest pazarlıkla ücretlerini artırabilecekler ve refah içinde yaşayacaklardır. Kimse ‘bana zam’ diyemeyecektir.
İşçilerin durumunu böylece devlet sadece hukuk yoluyla düzeltecektir.
İşverenler de verimli çalışma yarışı içine gireceklerdir.
Sermaye değil, işi bilme yarışta ileri götürecektir. İşletmeler işçi bulma derdine düşecekler, sermaye bulma derdinde olmayacaklardır.
Emekliler nasıl refaha kavuşturulacak?
1- Çalışan işçilere ödenmiş ücretin bir katsayı ile çarpımı emekli sandığına aktarılacaktır. Çalışanlar çok olur, ücretleri yüksek olursa, emekli olanların aylıkları da yükselmiş olacaktır. Çalışanların getirileri azsa onların getirileri de az olacaktır.
2- Emekliler isterlerse kredi alıp çalışacaklardır. İşverenler işçideki kredinin hatırı için işçi çalıştıracaklardır. İsterlerse krediden vazgeçip emekli maaşlarını alacaklardır. Böylece emekli aylığına razı değilse kredisini alıp çalışacaktır. Bu da onun refahı olacaktır.
3- Emeklilere düşen pay büyükse emekliler çalışmamayı tercih edecekler, azsa o zaman çalışmayı tercih edeceklerdir. Çalışanlar çoğalınca emekliler azalacak, onların payları daha fazla olacaktır. Böylece emeklilere refah ve denge sağlanmış olacaktır.
4- Üretim artınca fiyatlar düşecektir. Dolayısıyla emeklilerin satın alma güçleri artacaktır. O halde bütün sorun memlekette mevcut olan emeği sonuna kadar değerlendirmedir.
Bunun dışında eğer dışarıdan daha ucuz işçi geliyorsa devlet teşvik etmelidir. Bizde ucuz üretim olur. Ucuzluk olur. Bundan emekliler ve işçiler yararlanır. Ayrıca ihracat imkanı sağlanır. Millî servet artar.
Almanya bu zenginliği dışarıdan işçi kabul etmekle sağladı.
Asya ülkelerinde işçilerin yevmiyeleri 50 dolarla 100 dolardır. Dışarıdan ülkemize işçi gelmesine izin vermeliyiz. Teşvik etmeliyiz. O zaman hem işçilerimizin hem de emeklilerimizin refahı artar.