Doğanın kanunları vardır; değiştirilemezler. Kimse taşın düşme özelliğini değiştiremez.
Topluluğun de benzer kanunları vardır; değiştirilemez, bizim keyfimize göre düzenlenemez.
Biz kanunları kullanır ve yararlanırız ama kanunları değiştiremeyiz.
Bugün her devletin ordusu vardır. Ordusu olmayan devletlerin sadece adları devlettir, başka devletlerin birer müstemlekesi mahiyetindedir.
Bazı devletlerin toprakları kendilerinden başka kimselere yaramaz. Onlara dışarıdan kimse saldırmaz.
Türkiye gibi devletler ise her zaman ateş çemberinin içindedirler. Varlıkları ordularına dayanmaktadır. Bu devletlerin ordularında görülen en küçük zafiyet devleti yıkar.
Çanakkale’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da, Kıbrıs’ta yenemedikleri Türk ordusunu içten çökertmek istemektedirler. 1950’den beri Türk ordusunu nasıl yıpratırız, nasıl etkisiz hâle getiririz de Türkiye devletini yıkarız; hep bunun peşindedirler. Türkiye’deki inkılap dayatmaları da bu amaçla yapılmıştır. Mustafa Kemal orduyu inkılâplara karıştırmayarak korumuştur. Mareşal Fevzi Çakmak ordunun teminatı olmuştur. Ondan sonraki sözde demokrat zihniyet devamlı olarak Türk ordusu ile didişmiştir, Türk ordusu yıpratılmıştır. Ergenekon Türk ordusunu yıpratmayı hedef almaktadır. Subayların soruşturulması ve şimdi de askeri yerlerin aranması gibi olaylar bir tek şeyi hedeflemiştir; Türk ordusunu yıpratmak.
Yargı da bir kurumdur.
Ordu da bir kurumdur.
Ordu, ‘benim gizli odalarıma giremezsiniz, sizin buna yetkiniz yok’ dese; yargı da, ‘hayır, ben her yere girerim’ diye dayatsa, işin içinden nasıl çıkılacaktır?
Türkiye Cumhuriyeti mevzuatında kanunları yorumlama yetkisi hiçbir kuruma verilmemiştir. Her kişi ve kurum kendi uygulaması olarak kanunları kendisi yorumlar. Yargı da yargılarken uygulanacak kanunları kendisi yorumlar. Ordu da kendi görevi ile ilgili kanunları kendisi yorumlar.
Şimdi ne olacaktır?
Ordu ile yargı arasında yorum farkı vardır.
Bu durumda kimin yorumu geçerli olacaktır?
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, kurumlar arası bir yargı müessesesi koymamıştır. Danıştay ancak idari davalara bakar. Devlet başkanı meclis hükümet, ordu arasındaki ihtilaflara bakmaz. Anayasa Mahkemesi yalnız yapılan kanunların anayasaya uygun olup olmadığını denetler. Anayasayı denetleme yetkisi yoktur.
Son karar kimin olacaktır?
Hukuki merci yoktur. Çünkü öyle bir merciin icrası demek, hakimiyeti onun emrine vermek demektir. Türkiye’de hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir. Milletin yegane mümessili Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Şimdi halk tarafından seçilecek cumhurbaşkanıdır. Diğer bütün kurumlar atanmış kurumlardır. Yahut bir sınıfın temsilcileridir.
Bugün milleti temsil eden iki kurum vardır: Meclis ve Devlet Başkanı.
Bunlara dayanan Hükümet vardır.
Hükümeti denetleyen iki makam vardır:
Cumhurbaşkanı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi.
Yüce Divan ancak Meclis’in muhakeme edilmesine karar verdiği bakanları muhakeme edebilir. Şimdi bakan olmasalar bile, Meclis izin vermedikçe bakanlar bakanlıktaki icraattan dolayı yargılanamazlar.
İşte Türkiye’nin çıkmazı buradadır.
Batı istiyor diye Türkiye’de kanunlar çıkarılıyor!
Batı ise Türkiye’nin hayrına düşünmüyor, Türkiye’nin yok olmasını istiyor. Önerdiği kanunlar bu tür kanunlardır. Türkiye’de, iş olsu diye, kanunlar okumadan ve anlamadan, gece yarıları kaçırmaları ile çıkarılmaktadır!
Bu durum nereye kadar gidecektir?
Batı samimi olsa, Türk devletine der ki: Her milletin kendine uygun kanunları olacaktır. Sizin hatanız, daha önceleri fıkhı aktardınız ama uygulamadınız. Sonra Batı kanunlarını aktarmıştınız ama uygulamıyorsunuz. Kendi fıkhınızı kendiniz oluşturunuz. Kendi kanunlarınızı kendiniz yapınız.
Batılılar gerçekten samimi olsalar böyle demeleri gerekir.
Ama onlar öyle yapmıyor, saçma sapan mevzuatı Türkiye’ye dayatıyor.
Demek ki Batı yaptıklarında samimi değil, demek ki Türkiye’nin iyiliğini istemiyor.
Başka bir gerçeği daha kulağınıza fısıldayayım mı?
Türkiye bütün bunların farkında! Karşı taktik uyguluyor, kanunları yapıyor ama o kanunlar raflarda kalıyor. Görünürde askerler sivil mahkemelerde yargılanabiliyor. Ama aynı zamanda yargılayanların kulağına eğilerek, ‘sakın ha ileri gitme’ deniyor.
Yani; Türkiye bin senedir hukuk dışı yönetiliyor!
Fıkıh var ama; kitaplarda!
Kanun var ama; kitaplarda!
Osmanlıların bütün kelam ve fıkıh kitaplarında ‘imamlar Kureyş’ten olur’ diye yazılıdır, Osman oğulları halifeyi ruyi zemindir.
Biz ümmi bir milletiz; kanun ve şeriat kağıtlar üzerinde yazılıdır, biz bildiğimizi okuruz!
“Adil Düzen” yalnız insanlığı III. bin yıl Hak uygarlığına götürmeyecek; aynı zamanda Türk milletini de ilkel hukuktan uygar hukuka, yazılı hukuka götürecektir. Artık muhasiplerin yazdıkları ile işletmelerdeki olaylar paralel olacak, gerçek olacaktır.