İslâmiyet’te iki çeşit mescit vardır.
Bunlardan biri beş vakit namazın cemaatle kılındığı mescitlerdir. Yaklaşık her on ailenin bir mescidi vardır, bir imamları vardır. Beş vakit namazlarını burada kılarlar. Genel olarak bunların minaresi olmaz. Bu mescitlerde ezan okunur; hoparlörle okunmaz. Çünkü duyanın gelmesi gerekir. Bugünkü şartlarda beş vakit namazın ezanı bu mescitlerde iç teşkilatla duyurulmalıdır.
İkinci mescitler ise Cuma mescitleridir. Burada Cuma namazı kılınır. Camilerin minareleri olur, hoparlör yerleştirilir.
Ne var ki Cuma namazı ancak İslâmî yönetim varsa kılınır. Her bucağın bir Cuma mescidi olur. İkinci mescit Mescid-i dırardır. O mescitte namaz kılınmaz. Yaklaşık bin hanenin bir Cuma mescidi olur, nüfusu 3000 ile 10 000 arasında olur. Bucağın yönetimi Hıristiyan ise orada Cuma mescidi yerine Pazar kilisesi inşa edilir. Orada Cuma mescidi tesis etmek caiz değildir. Dolayısıyla orada ezan okunmaz. Kiliselerinde Pazar çanı çalınmaz.
Hıristiyan yönetimde ise orada da minareli cami yapılamaz ve aleni ezan okunamaz. Bu hükümler bucak içindir. Bir yerin merkez bucaklarında mescitler olur ama taşra bucaklarında kilise veya havra olabilir. Bir devletin merkezinde kilise olur da taşralarda Cuma mescitleri bulunabilir.
İsviçrelilerin yaptığı hatalar nelerdir?
İsviçre kantonlardan oluşur. Kantonların beşinde kilise olabilir, diğerinde de cami olabilir. Bugün bir kantonda kilise olur, yarın havra olabilir. O halde tüm İsviçre’de merkezin kararı ile minare yapma yasağı yanlıştır. Demokrasiye de uygun değildir, lâikliğe de uygun değildir. Demek ki İsviçre’de İslâmiyet yasaklanmış bulunmaktadır.
Anacak bizim İsviçrelilere kızma hakkımız yoktur. Taksim’de cami yapmaya kalkışan bir parti kapatıldı! Türkiye’de bile istediğimiz yerde minareli cami yapamıyorsak; İsviçre’de yapmamıza ne gerek vardır!
İsviçrelilerin yaptığı başka bir hata da ekseriyet sistemi ile karar alınmasıdır. Madem ki bir ülkede ekseriyet sistemi ile her türlü yasaklar konabiliyor veya her türlü mecburiyetler getirilebiliyor; o halde o ülkede lâiklik yoktur ve bu şekliyle olamaz. Ekseriyetin dediği olur. O halde Batı’nın hiçbir yerinde lâiklik olamaz. Oralarda ekseriyet demokrasisi vardır. Herkes ekseriyetin istediğini yapmak zorundadır. Ekseriyet ekalliyetin düşüncelerini de yasaklayabilmektedir. O halde Batı’da ne demokrasi vardır ne de lâiklik.
İşte sizin örnek olarak takdim ettiğiniz ülke!
Ülkemizde de benzer uygulamalar olmuştur... Mekke ve Medine’ye müslim olmayanlar sokulmamaktadır... Heybeliada’da ruhban okulu açılmamaktadır...
Dünya henüz ne lâikliği ne de demokrasiyi öğrenememiştir.
Eskiden İslâmiyet’te lâiklik ve demokrasi vardır diyorduk.
Şimdi diyoruz ki; lâiklik ve demokrasi yalnız İslâmiyet’te vardır.
Sonuç olarak:
1- Nüfusu 30 ile 100 arasında olan topluluklar kendilerine günlük ibadetleri için istedikleri mabedi yapabilirler. Bu mabetten başka ikinci bir mabet yapılamaz; yapılırsa Mescid-i dırar olur. O dinin mabedini istemeyenler o yeri terk edip kendilerinin benimsedikleri mabetlere giderler.
2- Nüfusu 3000 ile 10000 arasında olan yerlerde de haftalık ibadetlerin yapıldığı mabetler yapılır. Buralarda da başka ikinci bir haftalık mabet yapılmaz. Haftalık mabedin bulunduğu yerde günlük mabetler başka dinlerden olabilir. Haftalık mabede katlanamayan kişi bucağını değiştirir, hangi dine mensupsa o dinin mabedinin olduğu yerlere taşınır.
3- İl ve ilçe merkezlerinde bir dinin mabetleri bulunur. Taşra bucaklarda değişik dinlerin mabetleri olabilir.
4- Devlet merkezlerinde ve bölge merkezlerinde de bir dinin mabetleri bulunur. Buralarda da başka dinin haftalık ibadetlerinin yapıldığı mabetler bulunamaz.
Demek ki, bu anlayış içinde İsviçre’de yapılanlar fazla hatalı değildir. Hatalı olan bunun halk oylaması ile yapılması ve bütün İsviçre’ye zorunlu hâle getirilmesidir.
Ama “Adil Düzen”in olmadığı yerde bunlar olması son derece normaldir.
Biz İsviçre ile değil de kendi ülkemizle meşgul olmalıyız.